![]() |
Ahmet Canbaba
Acılara Ağıt
ACILARA AĞIT Ömrümüzce gittiğimiz bunca yolun sonunda Rüyalarımı çaldılar gerçekler bana kaldı Nasıl bir zamandı buruk aşkı terk ettiğimiz Ve içimde hırçınlaşan hislerim donakaldı Yüreğimizde yeşeren fikirler henüz hürdü Tutsak olan her günümüz nasıl bizce özgürdü Erken uyandık güneşle ******* kısa sürdü Acılara ağıt yaktık sevdamız sona kaldı Kandırılmış yığınlarda ben bir orta direğim Yarınlarıma umutla bakan halktan bireyim Nasıl surlarla çevrilmiş,hapsedilmiş yüreğim Karanlığın gölgesine az daha kana kaldı Ahmet Canbaba |
Akıldan Çıkmıyor
AKILDAN ÇIKMIYOR Bakarken kaşları çatmış Gözler akıldan çıkmıyor Dillerde pusuya yatmış Sözler akıldan çıkmıyor Anadan doğma üryan Beni peşinde sürüyen Sıcak sevgide eriyen Buzlar akıldan çıkmıyor Bulunmayan bilinmeyen Bir sır saklı çalınmayan Anılardan silinmeyen İzler akıldan çıkmıyor Teslim olmuş aşka ferin Başköşede gönlü yerin İçinde duyduğu derin Hazlar akıldan çıkmıyor Ömür anılara ekli Zaman devinmede haklı Şimdi gözlerinde saklı Yüzler akıldan çıkmıyor Ahmet Canbaba |
Aklandılar
AKLANDILAR Milletin gözünün içine bakıp Sözüm ona aklandılar yüzsüzce Ne yapsak ta halkımız bizi seçer Diyerek çok beklendiler yüzsüzce Yeniler seçildi eskiden bıkıp İnsan sandılar yüzlerine bakıp Eskinin özünden yeniden çıkıp Eskilere eklendiler yüzsüzce Öyle bir düzen ki avanta yeyip Nasılda geldiler sıra bekleyip Seçmezseniz vebali sizin deyip Seçmenlere diklendiler yüzsüzce Suç ararlar konuşulan lehçede Koca çiftlik gezindiler bahçede Her iktidar değiştikçe bütçede Açıklarla denklendiler yüzsüzce Ne evlatlar doğuruyormuş ana Dokuzu kendinin biri halkına Birde kıyak emeklilikten yana Haklı çıkıp haklandılar yüzsüzce Teker teker bulundular izlenip Bile, bile aklandılar sızlanıp Hırsızlarla hırsız olup gizlenip Yolsuzlarla saklandılar yüzsüzce Kucaklayıp okşadılar gelerek Oy aldılar sinsi sinsi gülerek Daha çok halkın üstüne bilerek Yüklendikçe yüklendiler yüzsüzce Ahmet Canbaba |
Alınyazımsın
ALINYAZIMSIN Seviyorum diye bin kere derim Keramet söylenen kelimedeyse Seninle olmağa yemin ederim Ne zaman yıldızlar elime değse Hapsedilmiş yürek kafeste kükrer Etsem günahımı herkese ikrar Sendeyken gelirim kendime tekrar Sararken kolların belime değse Kökle sarmaş dolaş toprak sevgili Konuşur rüzgarda toprağın dili Ve yaprağı okşar rüzgarın eli Olgun meyve gibi dalıma değse Nasıl iz bıraktın bende hiç yoktan Sen alın yazımsın bana sen haktan Bizde bu menzile varırdık çoktan Islak dudakların dilime değse Ahmet Canbaba |
Allah Rahmet Eylesin
ALLAH RAHMET EYLESİN Kimisi kavga edip söverken ulu orta Aynı seçilenlerden çoğu kaçmışken karta Meclisin bütçesinden bir şey kalmıyor arta Onlar küçülmüyorken,küçüldü halk neylesin Ölüyor garibanlar Allah rahmet eylesin Kasa fırlattı kimi kendini tutamadı Yediği kazıkları asla unutamadı Köylü yok yetiştirdi, yok ki, yok, satamadı Dört senede, bir defa gönüllerde köylesin Şehirlerde meftasın allah rahmet eylesin Şimdi daha bir özgün olmalı derde işler, Böyle düzenin çarkı rüşveti yerde,işler Garibanlarda yara kedere, derde,işler. Bırakın vekilleri,halkın aslı söylesin Ar,haya, edep gitmiş,allah rahmet eylesin Yurt içinde, dışında yeni kara sesler var. İrticaya baş koyan bilki çok hevesler var Ayaklarında mesler başlarında fesler var Nüve bırakıp yurda birkaç yandaş peylesin Gerçek dindarlar nerde allah rahmet eylesin Kimler ballı işlerde yeşil ışık yakmıştı Hortumlayıp ceplere nasıl döviz akmıştı Peşlerine bir çoğu banka zede takmıştı Siz affedin suçlular gitsin gönül eğlesin Banka zedeler ölür Allah rahmet eylesin Yapacağınız son mu yaptığınız ne ilki Kıyak emeklilikte sizler akıllı tilki Toplumun vicdanında suçlusunuz bilin ki Bölüşüp sonra dersin sen şöyle, sen böylesin Hukuk mu hak getire, Allah rahmet eylesin Ahmet Canbaba |
Allahın dediği olur
ALLAHIN DEDİĞİ OLUR Önceden bilen olsa da Allah’ın dediği olur Kazada ölen olsa da Allah’ın dediği olur Şer zincirini kırsa da Hoş, iyi,kötü varsa da Ahrette hesap sorsa da Allah’ın dediği olur İstanbul da,Muşta yazar Ankara da, Kaşta yazar Takside dolmuşta yazar Allah’ın dediği olur Araştırıp soranda mı Tefsir edip soranda mı Tevrat ta mı, Kuranda mı Allah’ın dediği olur Yağmur yağsa,şimşek çaksa Aşklar yürekleri yaksa Sonumuz kürü topraksa Allah’ın dediği olur Yanlış yoldan gidilse de Suçsuz idam edilse de Ölüm ona ödülse de Allah’ın dediği olur Sular bassa afet olsa Ölümcül felaket olsa Tarumar olmuş kent olsa Allah’ın dediği olur Şans kapıyı çalsa haktan Beklediğin gelir yoktan Şer gelse de aça toktan Allah’ın dediği olur Düşlerini yaptırsa da Arzulara taptırsa da Doğru yoldan saptırsa da Allah’ın dediği olur Toplasa ümmeti dede Bilmez hakikat i ve de Bilimi yanlış bilse de Allah’ın dediği olur Ahmet Canbaba |
Amin Derler
AMİN DERLER Allah’ın izniyle der olacak işi varsa Olmayacak duaya bilerek amin derler Bilime ters düşmeyen inanmaz kişi varsa İnananlara buruk gülerek amin derler Nasıl bal yapar diye hayret eder arıya Hak geçmesin der ama bölmez yarı yarıya Günahlarımız çok der affet diye tanrıya Yalvarıp her gün namaz kılarak amin derler Karanlık girdaplarda benliğinden kopanlar. Aklın yolu bir ise kim bu yoldan sapanlar. Hakka inandık diye haksızlığa tapanlar. Hepside bir araya gelerek amin derler. Safsatadan acıyı duyarlar mı en içte. Salı uğursuz, suçlu aranır mı on üçte. Muska yazıp hastaya bir çareyi sonuçta, Üfleyip, okumakta bularak amin derler. Ölmüyor merak etme hiç kimse tasasından Suç işler, ceza alır doğanın yasasından. Tanrı affeder diye kulları hasasından İşlenen günahları silerek, amin derler. 'Zındığız’ gözlerinde bir şeyler sorduk diye. Tanrı katında ‘veli’ olurlar erdik diye. Para toplarlar yurda fabrika kurduk diye. Emeksiz ganimeti çalarak amin derler. Suçüstü yakalarsın takıp et izlerini. Sonu nereye varır dinle bak sözlerini. Binlercesi Kabe ye çevirip yüzlerini, Rol gereği gözleri dalarak amin derler Ahmet Canbaba |
Ankara Kalesi ve Dilenci
ANKARA KALESİ VE DİLENCİ İhtiyar Yaşlı bir kale gibi duruyordu karşımda. Roma devrinden kalmış. Ufalmış, Gözleri kaybolmuş çukurunda. Eski yazıyla yazılmış bir ayet gibi mübarek, Alnındaki kırışıklar. Teni, Bronz teninde. El açmış para verenlere, Allah ne muradın varsa versin diyor, seninde. İhtiyar, Yaşlı bir kale gibi duruyordu karşımda. Arada bir bakmasa çipil, çipil Arada bir gülmese Anlaşılmayacak yaşadığı. Önünde bir mendil, Eski yıkık bir kale bağdaş kurmuş, Sanki oturmuş. Arkasında Ankara kalesi, Onarılmamış taşları yıkık, dökük. Y aşlı bir kale gibi duran ihtiyar farklımı sanki. Üstü başı yırtık sökük. Etrafında güvercinler Ve etrafında insanlar Oturmuş bir kale gibi duran Ak saçlı ve ak sakallı. Yorgunluktan yanlara düşmüş iki elin. Kaç kişi farkında. Kaç kişi, Ahmet Canbaba |
Anladım
ANLADIM (Yıldız İrengül'e ithaf) Öyle çok yönlüsün, sende neler var Hiçbir an yerinde duramıyorsun Seni sevenlerin etse de kusur Nedense kalbini kıramıyorsun. Oğlun var yalnızsın evde gelin yok Yalnızca gönlün boş bir sevgilin yok Evlen be güzelim bir engelin yok Çöp çatanın nerde, soramıyorsun. Candan sevmeyenin yoktur sanma ki Yanında belirir dostun anma ki Bir kez sevmeye gör bir kez yanma ki Sen de on ikiden vuramıyorsun Gönülden nağmalar çalarken sazla Mutlu eder seni dinlemek hazla Öyle çok dostun var sevenin fazla Demek beni ondan, aramıyorsun, Ahmet Canbaba |
Anneme-Annelere
Anneme-Annelere Karnında dokuz ay taşırken beni sen kanınla besleyerek can, veren annem. Bir ana kucağı özlemi duyup doğmuşum senin şefkatinle şefkatli ellerinde. İlk defa tenini okşayıp sütünden emmişim huzurla anam. Çocuğuna yanık bağrını açan can suyuna değer şefkatin annem. Uyutur bir ninniyle sesin ve usulca öpüşünde sıcacık nefesin uyutur. Hem fedakar, hem cefakar yürekte derin uykularını böldüğümden uykusuz *******in sebebi bendim. Anlatılmaz verdiğin emekler bize. Yıkaman, sıcacık sarıp, sarmalaman ve kundaklaman öpüp yüzümü. Kırıp dökmemize gülüp geçerdin. Bizi tehlikelerden kurtarman tutup ellerimizden kaldırıp. Yüreğin dayanmazdı düşmemize. Bir boynuma sarılışına hasretim ve birde yüzümde gezdirmene ellerini. Ben ilk gülmeyi senden öğrenmişim anne İlk emeklemeyi, ayakta durmayı. İlk anne, baba demeyi Ve ilk soru sormayı masallarınla büyürken. Bu günlere kolay gelmedik anne. Kuruyken yeşeren bir ağaç gibi seni görmek bile beslerdi beni. Gülüşün sabırdı, gülüşün keder her şeyde acılar sana düşerdi. Sözlerin teselli bütün dertlere. İlacımdı saçlarımı okşaman. Derdimizde sabrın tükenmez anne Senin ellerinin değdiği her şey odamızı doldururdu bir güneş gibi. Dertleşmeni özlüyorum anne. Birazda çekiştirmeni kim olursa. Gönlünü bir dinlendiremedin bizlerle. Bir yanın hep hasreti yaşadı, bir yanın yorgunluğunu hayatın. Resminde bir kınalı elini görsem ve görsem bir kınalı saçının telini cız eder yüreğim hasretinle bil. Neleri sığdırmadın derya gibi gönlüne Bayram sevincini yaşatırdın, öptüğümde elini Yollarıma bakıp geç kaldın diye sen çalardın zor günlerde kapımı. Neyin varsa paylaşırdın benimle bize kuldun, bize köleydin anne Hep omzunda ağır yüktük, ağır yük. Ardımızda yıkılmayan kaleydin. Yavrum diye kucaklayıp bağrına basardın, gurbetten gelsek. Işığın geliyor sönmüş yıldızlar gibi. Gözün açık, hasret gittin oğluna. Can damlalarıydı sözlerin, hayat veren. “Yavrum seni çok özledim, tütüyorsun burnumda” derdin. Bizim içinde sen öylesin anne her şey sen varsa bir anlam kazanır. Sensizlik düşmanımdır uğramasın yanıma. Şiirlerim tedirgin, seni anlatamıyorum. Sen bir mihenk taşısın yaşamımın. Senin sevgin son durağı yüreğimin. Son istasyonu gönlüm, orada in. Sıcaklığın tenimde Sözlerin kulağımda kalsın. Resmin, avutmuyor beni annem. Tutamıyorum ellerini senin karşılıksız sevgin var ya onu tadamıyorum Ben sevgi sarhoşuydum sen varken. dokunulmazlığımın tadını yaşardım. Sen benim özgürlüğümün sınırıydın, sen benim günahlarımın ceza keseni. Sen benim sevaplarımdın anne, aydınlık penceremdin. Sen benim bereketimdin sen benim örfüm. Yaşamda en güzel şeyleri bana layık görendin, yedirendin, tadına bile bakmadığın ne varsa. Öğütlerin ayaklarımın altında yol öğütlerin gözümün önünde bir perde büyüklere saygı derdin, küçüklere sevgi Ben onun için sayar ve severim anne. Hep senin içinde çocuktum sen affedendin. Şimdi affedenim yok. Acımasız sensiz her şey Senin varlığın umuttu, umut. Sensizlik hüznümün kaynağı şimdi. Sensizlik bir uçurum. Sensizlik yalnızlık demek. Sensizlik sevgiye acıkmak demek, bilemedim affet anne. Şimdi mezar taşlarına pişmanlıklar okunuyor dua diye. Bir rüyaya mahkum oluyor sevenlerin. Rüyalar bile terk ediyor kimi zaman sevenlerini. Bir resme mahkum oluyor bu gözler. Bir misafir gibi sessiz göz göze geliyoruz her andığımda. Sensizliğe hazırlıksız yakalandım anne zaman hep hasret dokudu tezgahında. Hep gelişini düşündüm son gidişinin, umutlar boşa çıkıyor, boşa. Muson yağmurlarına benzerdi dua edişin. Bir çöl fırtınası gibiydi kızışın. Hem sıcaklığını tadardım hem acının özsuyunu. Sevgi çıkmazlarını yaşıyorum seni düşünürken. Zincirlerinden kopmuş bir halka gibi, hasretim boşlukta anne. Üstü kapalı bir gülüş dudaklarımda uykuya dalarken seni düşünüşüm. Bir girdap yaratıyorsun rüyalarımda. Yeniden keşfediyorum seni, uyanıp hayata merhaba derken. Pusuya yatmış bir canavar gibi dünya telaş esi. Her gün savaşla uyanır günaydınlar. Ahh! ... annem, anneler, annelerimiz. Çocuklarınız şehit olurken, en çok üzülensiniz. Tüten ocağımızda hem kordunuz, hem de duman. Yavru çığlıkları gözyaşlarında Vatanını benden çok severdin bilirim. Onun için ölmeye yollarsın vatan uğruna. Onun için doğurmadın mı beni? Ama şimdi gel gör ki anne, nice evlatlar Bile bile gidiyorlar dünya barışı diye ölüme. Sen mutlu olmalısın anne vatan için Hala o ölecek yürek var bende. Hala o ölecek yürek var bende. Ahmet Canbaba Ahmet Canbaba |
Anneme
Anneme Şarkı olmuşsun dilde yaşarsın çok gönülde Bağışla suçlarımı bana ne olur gül de Hiç yok ki düşlerimde son gününden bir anım Yalnızca bizim için yaşamana hayranım. Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel Çok özledim burnumda tütüyorsun gel Ah! ... Anneciğim. Yokluğun sevda olmuş büyüyerek içimde Sana olan sevgimi arayayım ben kimde Beyhude yakınmalar nafile bu çırpınış Geriye senden bana yalnız bir resmin kalmış. Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel Çok özledim burnumda tütüyorsun gel Ah! ... Anneciğim. Kızman severmiş gibi darılmansa bir sitem Girer misin rüyama arzu etsem istesem Kulaklarım çınlıyor beni mi anıyorsun Bir cennette belki de bizle uyanıyorsun Karınlık iç dünyamda bitiyorsun gel Çok özledim burnumda tütüyorsun gel Ah! ... Anneciğim. Ahmet Canbaba Ahmet Canbaba |
Aptal Sarışın
APTAL SARIŞIN Çiçek açmış gibi yüzünde makyajının polenlerinde dolaştım Bir arı gibi Yanaklarındaki koyu allık Gözlerindeki far ne öyle Soytarı gibi Aptallık diyorum aptallık Yazık verdiğin parana Ne güzel bak arkadaşın Yüzü sade eteği normal boy Hadi neyse girmeyim arana Sen yapmacık sarışın Üstelik birde Mini etekle dolaşıyorsun kışın Ahmet Canbaba |
Aranan dost
ARANAN DOST Ne zaman firari ve uçuk birisini görsem kahkahasının ardına gizlenir acılarının doyumsuzluğu. Hani elinden bir şey gelmeyen soğuk bir çığlık sabah ayazında uyanır ya yaşama. Bir düş sersemliği üzerinde kesilir ya solukları. İşte soframda öylesine bir sen. Otur baş ucuma serseri mayınım Sesine sokulurduk söylemlerine yaklaşırdık bir adım daha soluk soluğa. Düşlerindeki anlatımlarının izini sürerdik. Rüyalarını biriktirirdik yarınlara Kırk göz kaynak suyu berraklığı olurdu gelecek. Tutuklu yanın kalırdı geride. Bir canın bizim yaşamımıza siper bir canın göz kulak olurdu. Şiirinden kan damlıyor kar’a. Nar kırmızısına dönüyor ufuklar. Körpe söylemler kanatlanıyor dudak aralarından. Sen benim çıkmazım iç sıkıntılarım yürek sızım. Temel taşı yarınlarımın. Sen benim vefakar dostum. Hep anlatacağım hikayelerimin ilk başı. Ahmet Canbaba |
Asalak
ASALAK Şu bizim x,y,z ile anlaşan Öyle yavaş değil hızlı birisi Köpeksiz köyde çomaksız dolaşan O malı götüren gizli birisi Saklıyı gizliyi önce o duyar En yüksek makama çiviyi koyar Kimlerle eğlenir nereyi soyar Biraz sazlı biraz sözlü birisi Maaşı yetmeyen peşinde açlar Azarlar kimini, kimini suçlar Kestane renginde kıvırcık saçlar Açık kahverengi gözlü birisi Elini bir değsin sular bulanır Koku alsın bir yerlerden yalanır İhalede böylesi zor elenir Fiyatı oldukça tuzlu birisi Din cambazı, sorsan hiç haram yemez Koyu Müslüman dır yalan söylemez Her olur olmaza çabuk he! demez Rica minnet bilmez nazlı birisi Ahmet Canbaba |
Asılmazki
ASILMAZKİ Önce yalvarıp yakarıp Sonra insan kasılmaz ki Üfürükten yel çıkarıp Bu kadarda esilmez ki Öcünü almaz öçsüzler Hor görülmez ki güçsüzler İftira ile suçsuzlar Suçlu diye asılmaz ki Dinleme boşa vaizi Ehilsen sensin haizi Böyle sevginin faizi Ceza diye kesilmez ki Dünya çift kapılı hanmış İçinde yürekler yanmış Acılar hasrete dönmüş Yaraya tuz basılmaz ki Göster kim ah almadı ki Derde derman olmadı ki Daha yarın gelmedi ki Haktan umut kesilmez ki Ahmet Canbaba |
Bahar
BAHAR Bahar gösterirse gerçek yüzünü Ağaçlar çıldırır rengarenk doğa Sevgi yeşerirken atar hüzünü Yüreklerde coşku döner çocuğa Doğa tahrik eder insanı içten Kuşlar cıvıl cıvıl öter sevinçten Alçalır yükselir bakarsın hiçten Kanat çırpar martı çığlık çığlığa Yeşile bürünmüş tonda dalgalar Müziğin ritminde Fonda dalgalar Yiter kıyılarda sonda dalgalar Beyaz köpüklerle soluk soluğa Erguvan rengine dönmüş tepeler Hava sıcak bazen yağmur sepeler Ana baba kardeş komşu bebeler Olta elde kimi gider balığa Zaman geçer yerde çiçek derbeder Yağmurla dereye denize gider Bilemezsin bahar bir elveda der Yaza doğru çıkarken yolculuğa Ahmet Canbaba |
Bahara Uyanmak
BAHARA UYANMAK Bu eylüle gelişim var ya ansızın kaderimden midir bilmem şansımdan mıdır. İçimdeki mevsimleri uyandırıp batırdığımda güneşi dağların ardından gökte bulutlar eflatun açar ya. Her gün kahrediyorum yalnızlığıma. Sensizliğe hüküm giyişim var ya Hep erteliyorum sensizliği bir gün sonraya gri akşamların yorgunluğunu içtiğimden. Mayıs kokan ellerde çiğdemler. Bir suskunluk muhabbeti aşkı büyülüyor. Muhteşem bir geri dönüşün olmalı diyorum. Yarınlarım sensizliklerle dolmuş. Ne yapalım bu hüzünlü günün sonunda gene sensiz bir akşam olmuş. Rüyaların tedirginliğinde sabahı zor yapar sensizliğim. Umutlarım tünerken düşlerine bakışların tomurcuklanır bahar sabahında. İçimdeki saat baharı vurur. Arılar kelebekler çapkın aşıkları çiçeklerin. Onlarda senin gibi baharı bekler. Şimdi bir sonbahar ağırlığı var üzerimde tomurcukları çoktan solmuş gülüşlerimin solgun bir çiçek gibi düşüyorlar yüzümden çoktan yitirip ilkbahar sevincini dalından koparıyorlar doğanın süsünü. Çekip alıyorlar bir bir baharın çiçek desenli yeşil örtüsünü. Cemre düşmüş havaya sevgilim. Arılar konarken erguvanlara çözülmeli gözlerinin şifreli bakışları. Bir köşeye çekilmeli kış. Daha çok geç kalkmalıyım sen varken rüyadan. Hüzünler bir köşeye dolmalı yaşamadan sindirmeli geleceği içimize. geleceğim seninle bahara uyanmak olmalı. Ahmet Canbaba |
Bak
BAK Şimdi bağbozumu gibi derbeder Boz dağlardan ovalara dur da bak Gönül sıkarak dişini sabreder Çaresizliklerin orda bur da bak Kimden güç alarak karakol basar PKK ya kucak açan başkan var Bir şey yapamıyor oysa iktidar İhanete uğramış şu yurda bak Nasıl görevler düşüyor her ferde Neler eksik gez yurdunu bir gör de Hani okul, yol su öğretmen nerde Neler diyecekler sana sor da bak Kapanan dosyalar açılmıyorsa Suçlu siyasiden geçilmiyorsa Halkı temsil eden seçilmiyorsa işçi köylü ezilenler darda bak Halk aç kaldı atılan her madikte Sandıktan o çıktı istemedikte Ezilenlerin babası dedikte Bir şey yapamadı iktidarda bak Bir tek sayı ile hayaller uçtu Demek ki kazanmak garibe suçtu Bir beş gelse zengin olmak bir hiçti Şu üçün yanında duran dörde bak İbadetle suçlarından arınan Rabbin cennetinde odur barınan Yediği kazıktan yerde sürünen Neymiş yazım diyor neymiş derde bak İlmin ateşiyle gör yanacaksın İnsanlık aşkına dayanacaksın Bir gün aydınlığa uyanacaksın Yavaş yavaş açılıyor perde bak Bir umuttur bizi bizde yaşatan Bir coşkudur içimizi kuşatan Gönül kapısını aşkla ışıtan İşin sırrı neymiş öğren gir de bak Bizim gibiler savaşta ölse de Geride çocuklar yetim kalsa da Yaşam boş olsa da dolu olsa da Bayrağımız dalgalanır surda bak Ahmet Canbaba |
Başbaşa
BAŞBAŞA Soysam Gülüşlerini mimiklerinden; Yalnızca yalın bakışların kalır geriye. Tek düze yaşarsın renkleri. Kimi gün mavi içersin denizden, Kimi gün sarı; Sonbahar yapraklarından. Lacivert sevinçlere yatar yeşil. Okşar yapraklarını deniz. Ve ben soyarım mimiklerinden, O yalın bakışlarını. Gülüşlerin kalır geriye. Aşklarımızı eskitiriz gölgelerde, Sözcüklerimizi dudaklarda. Ve bakışlarımızda yargılarız sevgiyi. Ahmet Canbaba |
Beddua
BEDDUA Yalnızlıktan, köpek besle düzüne Açlıktan saldıran itle öl dürzü Hiç kimse bakmasın kırk yıl yüzüne Tahta kurusuyla, bitle öl dürzü Evin yansın düşman gelip söndürsün Eşin süründürsün, dostun kandırsın Bora çıksın, dalga terse döndürsün Denizde gezdiğin yatla öl dürzü Herkes gibi sende güzel seversin Anan seni iki kere eversin Biri gıdıklasın, biri su versin Gülmekten katılıp çatla öl dürzü Kurşun yesen ta alnının çatından Düşüp çifte yesen koşu atından Kırk katlı binanın teras katından Kimse kurtarmasın atla öl dürzü Deli ol kendine zalimce davran Sefalet içinde geçin bu devran Daha çok acılar içinde kıvran Ömrünü ikiye katla öl dürzü Para için gözünü hırs bürüye Köpek gibi gez ürüye ürüye Katılıp ta davar gibi sürüye Ağzında bir tutam otla öl dürzü Kul hakkı yiyerek rahata erdin Hem camiye gider hem haram yerdin Bayram namazını kaçırmam derdin Dilerim elinde putla öl dürzü Kalen fethedilsin, piyon ah çeksin Filin yensin, vezir gülüp oh çeksin Dilerim Azrail sana şah, çeksin Satranç oyununda matla öl dürzü Oğlundan kızından yüzün gülmesin Can bedenden çıkıp çabuk ölmesin Yatalak kal dosttan yardım gelmesin Çıldırıp hırsından patla öl dürzü Ahmet Canbaba |
Bekarım
BEKARIM Yalnızlığımın çıplaklığında hürüm Ne çiçekler yapar dedikodumu. Nede akvaryumda balıklarım Bir öykünün bitişi gibi hayatım yeni başlayan, Bir acının yalvarışlarından kurtuluşu gibi bakışlarım. Başa dönüşü gibi sonun, Taşınmaz bir yükün altından kalkışım. Ve işte sensiz geçmiş ilk baharım, İlk kışım. Başımı soktuğum bir evim var Arzu ettiğim kanalı seyrederim televizyonda Belki radyomu açarım, belki de kaset çalarımı Biraz yüksek çıksa da sesi Rahatsızlık duymaz kulaklarım. Tavanda asılı lambam, Odamda dört duvarım Balkondan asarım halımı tozu çıksın diye pataklarım işkence çeker iki büklüm yastığım yüksünmez kokumdan yoganım ve kahrımı çeker yataklarım Kendim pişirir, kendim yerim. Bulaşıklarımı kendim yıkarım. Kendi tenhalığımda yaşarım kendimi Yalnızım, Bekarım. Ahmet Canbaba |
Bekliyoruz
BEKLİYORUZ Suç dalgası gizli gizli Çoğalıyor yüreklerde Gene biziz mahkum olan Çekilecek küreklerde Çevre sağcı çevre solcu Her adımda medyum falcı Kim bilir belki bir yolcu Beklenecek duraklarda Çanta gitmiş hasta olmuş Ne olduysa dosta olmuş Kapkaççılar usta olmuş Yetiştirir çıraklarda Soyguncuda varsa azim Derim birlik olmak çözüm Şükredelim öyle bizim Bezimiz yok taraklarda Büyümüşler yiye yiye Diyoruz hep böyle niye Bekliyoruz umut diye Gözümüz hep ıraklarda Ahmet Canbaba |
Ben Kimim
BEN KİMİM Ben kimim. Kaç yıl öncekiyim. Dündeki ‘ben’ miyim. Yarın nasıl bir benim. Hangi sokaklar çıkmazdır yoluma. Ya ben hangi bakışların çıkmazındayım. Hangi sokaklarda yolum kesilir, Kim tutar yorgun ellerimden, Kim,? Benim enkazıma denk gelmeden. Sevsem de istemiyorum. Harcanırsın düşlerimde benim, güzel. Bende her gün acı yaşarsın aç karnına. Yaşam boyu yüreğimde depolanmış acıları. Bakışlarımla kime dokunsam ağlar. Bakma ayakta durduğuma, Bu galibiyetim hep kendime yenilişimdir. Senden uzakta kaldığımdır hep. Bir gün sonrasına sorgulanır sana alışkanlığım. Yarınlarımızı eskitiriz yaşamadan. Beni tanımaz eski resimlerim. Ben kimim diyorum, kaç yıl öncekiyim, Dündeki ben miyim.? Ölüme terkedilmiş bir çiçek gibiyim ellerinde. Sır gibi saklanmışsa içimde delilikler, Senin gözyaşlarında sevdalarıma kıyarım. İçimde keşfettiğim sensizliğin acısı. Sensizliğe dönüşümün habercisi sancılar. Korkuların belleğimdeki kuşkularıdır yalnızlığım. Belki daha atılacak adım var Bil ki Aşklarda Hep sonlar trajik olur Ve şimdi bu bil ki Her sonun ilki Ahmet Canbaba |
Ben Varım
BEN VARIM Korkusuzca birçok haltlar yediğin Her damlanın şırasında ben varım Sömürdüğün güzel memleketimin, Şurasında burasında ben varım Gökte parlak yıldızlarla bezenen Bilimde yeni umutlar kazanan Rakamlarla sonsuzluğa uzanan Sayıların keresinde ben varım. Sorunları düşlerinde demleyen Yüreğinde dertler bomba gümleyen Bir acının gözyaşında damlayan Her kederin zerresinde ben varım İyi niyetlere çatıp, dalaşan Kötü niyetlerden kaçıp yol aşan Kafasında bin bir tilki dolaşan Meczupların beresinde ben varım. Bilginlerden akıl fikir sorduğu Kimi yerde yaraları sardığı İstemeden hatırını kırdığı Gönüllerin yarasında ben varım. Bitip tükendiğin savıp,sattığın. Doğrulara iftiralar kattığın Sana öyle yakınım ki çattığın Kaşlarının arasında ben varım. Karanlığı aydınlıkla isleyen Düşünceyle gönülleri süsleyen Damarları yedi koldan besleyen Akılların deresinde ben varım Elmanın,armudun, muzun, çördüğün. Yiyip içip sefasını sürdüğün Düşündüğün sınırsızca gördüğün Şekillerin karesinde ben varım Fikirler yeşersin fikir biçin de Bilmediğin yerde bir sor niçin de Düşünmenin sonsuzluğu içinde Belli olmaz neresinde ben varım. Ahmet Canbaba |
Bir Başkadır Benim Yurdum-Babam bir göçmen işçi
BİR BAŞKADIR BENİM YURDUM eser rüzgar püfür püfür eski yöresel evlerin önünde çöküverir başı yazmalı nineler eli oyalı gelin kızlar yeni yetmeler pencere kenarlarına dizilmiş çuha çiçekleri ve Afrika menekşeleri teneke kutularda boyaları dökülmüş yaşlı binaların ayıbını kapatıyordu karanlık boncuk mavisinde cumba işlemeli pervazları ve yeşil sarmış demir parmaklıklarından birbirine omuz vermiş burada tarih cumbalı ker*** evleri ayakta taşır hangi tarihe açılır süslü kapılar kurgu dünyasına götürür insanları kesme taşlarla döşenmiş sokaklarda taş merdivene açılan eski kemerler şimdi bir kahvenin verandasında keklik kanında çayımı doğanın yeşilliğiyle yudumlarken düşlerimin kırıntılarında kaybolurum görüntü avlayıp bakışlarımla hapsederim belleğimin en ücra köşesinde Sibirya sürgünleri yaşamış belki antik tiyatronun taş duvar işçileri doğu figürleri içersin yapılardan gelecek hayatı yaşatır geçmiş bu eski şehirde durmuş zaman bu eski odalarda rüyalar saklı daracık sokaklarda dostça yaslanmış bu evler bir şey fısıldaşırlar bir tarihi kaleden bakarsın tarihi bir filmin platosuna tarlalarda ay çiçekleri dönmüşler ışığa doğru boyunlarını büküp su çeker bir sarnıçtan zayıf ve kuru tahta barakalarla çevrilmiş bir avluda Giritli göçmen kadın seramik heykelden askerler bekler eski yapıtların arsız karanlıklarını bir sabır küpüdür yaşamak burda Babil şaraplarının gizli mahzenlerinde antik öyküsü büyüler herkesi oya gibi işlenmiş taş evlerin duvarlarına yazıtlar kazılmış evliyalar mescidine yüz süren nice tarikatlar kurulmuş bur da çatlamaya durmuş tohumlar nasılda kurtulmak için çabalar doğa kıştan baharlar sil baştan yaparken yeni inadına sarılır yaşama gölün kenarında esvap yuyan kadın başı yazmalı ayağında yemeni ya motorlu sandaldaki balıkçı tutmuş sıkı bırakmıyor dümeni. Babam bir göçmen işçi Hani bir gün ansızın çıkıp gitmiştin ya baba. Hani çocuktum ya ben. Hani amansız bir kış vardı ya Dağların oymaklarında ayaz çatlardı sanki bir fısıltıya yıldırım çakar gibi. Sanki bir çığ düşer gibi gözyaşına göz kapakların hapsederdi düşecek damlaları. Düşüncelerin sultada tetikte bekliyordu sessiz baba. Dam evlerde mertekler ker*** duvarlar üstüne oturmuş uçları. Buz sarkıtları bir kılıç gibi. Beyaz karlarla örtülü dağların kıvrımından bir oymağı geçince ilk yaz dilleniyordu. O ilk yazda çiçek açtı yeni diktiğin fide. Issızlıklar gömülmüştü vadiye biz hala seni bekliyoruz baba. Emeğini yüreğine yüklemiş babam! .. Koskoca şehirde yalnızdı çaresizdi. Çocuklarının düşü uyandırırdı çalar saatten önce işe. Sabah sessiz ve soğuk kaldırımlara düşerdi uykusuz *******inin mahmurluğu. Ve buz keserdi parmak uçları su alan ayakkabıları içinde. Ya plastik eldiven içindeki sızlayan elleri nefesine tutardın ısınsın diye. Sonra kaldırımlarda ateş yakardınız değil mi baba. Dudaklarınız titrerdi çaresiz kelimelere. “Şimdi bir çay olsa içilir” derdiniz demli. Bir göçmen işçiydin bu koskoca şehirde Bir göçmen işçiyi aydınlatırdı Gecenin odalara sinen karanlığını kovarken yaktığın lamba. Uyanır mıydın şimdi bir tatlı nefese Unuttum diyordun kadınımın yüzünü unuttum çocuklarımın gülüşünü. ve çomarın havlamasını olur olmaz sese Bu koskoca şehrin sokaktan damarları Dolup dolup boşalıyordu insanlarla ve dertle Asfalta siydiren delik su borusunun tamiratı için ordaydılar Sen hıncını kazdığın toprakta sabah ayazını içiyordun mutluluğu için çocuklarının Kiminin içine yel girmiş gibi gurbet çeken sevişmenin düşünde sarı saman tınazında mevsimin aşklarını düşündün çocukluğunun. “Aşkımız kuşluk vaktinde güzeldir” dedin. Ya mahmur dudaklarda öpüşmenin tadı bir hayal görür gibi. kaldırıldığın hasta hanenin yatağında başın dönüyordu hala düşüp bayılışından bu yana. Bir gelini bezer gibi papatya. Güneşe selam durur gibi ay çiçekleri gerdan kırarlar boyunlarını büküp. Çiğ taneleri yaprak uçlarında damlalarını döküp birazdan buhar olacaklar yazdan kalma güneşin tortusundan. Ve sonra üşüyecek sıcaklar içinde bir zemheri ayazında. Dokunacak doğanın elleri gizli belki de bir pastırma yazında. Kendine geleceksin babam. Yalnızca hasret nöbet tutacak yanı başında. Ahmet Canbaba |
Bir Ben
BİR BEN Kimi bakmak için aldığı açtan Yerindi de bir ben yerinemedim Çoğu yaşadığı sürece suçtan Arındı da bir ben arınamadım İsa senin için gerildi puta Gömdüler koymadan belki tabuta Kimi senin için çula çaputa Büründü de bir ben bürünemedim Mürit oldum dergahına girince İsmini andım secdeye varınca Sana taşın üstündeki karınca Göründü de bir ben görünemedim Herkesin hakkını yedirdin bir hoş Sevdirdin sevenin gözünde yar hoş Rızkını kumarda verdiğin sarhoş Yarandı da bir ben yaranamadım Hazır görevini kullar yapmaya Yapmayanlar başlar dinden kopmaya Şeytan senin için, sana tapmaya Erindi de bir ben erinemedim Habeşistan da öldüler Kenya da Yıl değil, ay yaşayamaz, gün,yada Cansız yarattığın, her şey dünyada Barındı da bir ben barınamadım İzin vermesen de yerler nedense Yemeyene ahmak derler nedense Verdiğin afetten, şerler nedense Korundu da bir ben korunamadım İnanmam ki mucizene derlerde Dua okur görsün diye körlerde Senin için yobaz kullar yerlerde Süründü de bir ben sürünemedim Ahmet Canbaba |
Bir kadın Vardı
BİR KADIN VARDI Bir savaş, Bir işsizlik, Bir yalnızlık, yoksulluk. Ne sayarsan say. Değil mi ki çaresizlik dayanmış kapına. Bir anne var kucağında çocuğu, Emzirmek ister. Bir eli uzanır düğmelerine, Mavi açık yakalı bluzun. Sonra, Çocuğun elleri değer göğsüne. Açılır ağzı çocuğun meme uçları değdikçe. Emmek ister. kadın sapsarı, kadın zayıf, kadın kuru kadın Anadolu bozkırı. Göğüsler pörsük ve sarkık. Çocuğu emzirmek kandırmaca sı işin. Ağlıyor sarılıp çocuğuna kadın. Biliyor ki mücadelesi, bir ölüm kalım. Tuzlu bir gözyaşı damlıyor dudağına çocuğun. kadın, daha bir sıkı sarılıp çocuğuna; Bir gözyaşım kaldı diyor verecek bari onu paylaşalım. Ahmet Canbaba |
Bir Siyasi Tutuklu
BİR SİYASİ TUTUKLU Ulucanlar’da eski bir hapishane siyasi tutuklu mahkumlardan çoğu yoksul halkı ve vatanını düşünmekten daha çok. Birazda sevda mahkumuydular Eksikliklerini büyütmüşler içlerinde, konuşurlardı birbirleriyle zaman öldürüp Dertlerini dinlerlerdi birbirlerinin. Biri acılı mahallelere çıkmalı derdi sokaklar. Gözlerinde bir ürperti olmalıyım derdi. Şaşırmalı beni gören insanlar. Zamanı soluyup acılarıyla gökyüzünü mavi sularda yıkadım derdi. Ağustos tüterdik ocaklarda ağustos yokluklara sarılırdık sımsıkı. En çok hiç konuşurduk hiç giyinirdik kurumuş ağaç gibi. Bir an dalardı birinin gözü bakardı pencereden gökyüzü mavisine. “Ihlamur kokulu sevdalım” derdi seslenmeye geç kaldım ayrılıklarda kıyamadım uyandırmaya uykunu bölüp Güneşsiz karanlıktı sokaklarım. Şu kaldırımlarda ilk gözyaşım İlk ağıtım yapamadıklarıma Öfkem kalleşliklere. Biri, “kalbi duracak gibiydi Kızılay’ın sinsi ve hain bakışları izlerken” dedi Bereketsiz hisarın daracık sokaklarında sesim sarılırdı eski türkülere ve tekrar tekrar içime döner acı çeker sözsüz konuşurdum Çürümüş aydınlıkların karanlık kaldırımlarını Bir hisar kokusu sarardı koğuşu ve eski bir siyasi mahkumu. Sarılmışken etrafımız ölseydik bir kurşunla kahramanca Ölü sıcaklığına alışırdı mezarlığın toprakları ne demiri döven nasırlı eller ne çiriş kabında ustanın solukları ben yarım kalmış hayallerimin acısındayım. Gökyüzünün gece serptiği yeryüzü bir mateme bürünmüş gibi karanlık. Elvedasız gidişlerde sevgilinin gönül koyduğu aşk yaraları bir karasevdayı öpüyordu gurbet. Uzun gidişlere kapalı yollar. Hep kısa tutunmak düşüyordu yaşama zaman beni bırakıyor yarıda. Hüzün masalı anlatıyor sonbaharlar. Kırılmış bir dal. Elimde yarım kalan umutlar. “Arayışlarımın zirvesindeyim” dedi biri “ihanetlerin kimi zaman. Bize sırtını dönüp yürüdü dostlar.” Herkesin bir duruşu vardı. Biz eski mahkumların demek yaşamları ancak bu kadardı Ahmet Canbaba |
BİR SU VER
Gözlerine bakıp kınalı elden Yerine kalaylı tastan bir su ver İsmini sayıklar düşürmem dilden Susamış sevgine hastan, bir su ver Son bir kez ellerin elime değsin Kulağımda kalsın son kez bir sesin Biliyorum artık görmeyeceksin Kurudu dudağım yastan, bir su ver Fayda yok geçmişi anıp övmenin Azabı böyle mi çıkar sevmenin Bir de öldüğümde ardımdan benim Yazılsın ne olur destan, bir su ver Tüm dostları bir araya getiren Bir dert ki sevgiyi yiyip bitiren Gönülden gönüle haber götüren Hizmetinde gönül postan, bir su ver Ahmet Canbaba |
Birtanem
BİRTANEM Sen hoşça kal diyorken başımı tebessümle Bil yalnızca bu aşka eğdiğimi bir tanem Gülümsemenden belli bak sende biliyorsun Bakışımla tenine değdiğimi bir tanem Gelecekte kaderi alın yazıma katıp Leyla ile mecnunu yaşayalım tıpatıp Hissederken döşünde gözlerini kapatıp Hayalinde başımı koyduğumu bir tanem Biliyorum kendini bende hissediyorsun Uzanan ellerimi tende hissediyorsun Gözlerim üstündeyken sende hissediyorsun Ellerimle gizlice soyduğumu bir tanem Gönül bahçeme fidan gibi dikiliyorsun Acımasız ellerle köksüz sökülüyorsun Tanıdık bir gözyaşı gibi dökülüyorsun Bil acını içimde duyduğumu bir tanem Ahmet Canbaba |
Bu Nasıl Savaş
BU NASIL SAVAŞ bir heves yüklü yarınlarda yollara düşer savaş sefalet taşır vagonları trenin yol vermez kaçanlara çukur gözleri asfaltın açtı açacak tomurcuklar körpe bedenlerde şizofren füzeler delice vururken bir ben düşüyor yanağa gözyaşından acımasız bir göz değiyor ıslak dudaklara dur durak bilmez yuvalarından örseliyor gelincik kırmızısı bedenleri menekşe moruna dönmüş ayaklar çığlıklar palazlanmaya durmuş dudaklarda bir aslan bakışı fırlıyor yuvasından gözlerin can parçaları dağılıyor dirençle ten ayrılığında ölüme durmuş can esir alınıyor yazgılar kör bıçak acısı işliyor kanına kinler örgütleniyor bilenip günah zincirlerinin birer halkası tanrı susar bu savaşta hani nerde dost yürekler gözleri bağlı bir esir gibi hani nerde şeriat ümmetine sahip çıkmaz peygamber yalnız bırakmış Filistin’i Lübnan’ı anlamsız ve boş lafların çarkında kanını vermeye uğurlanıyor çaresiz eli silah tutan çocuklar beddualarla anıp düşmanını barış diyorlar barış barış şimdi oltada yem olta kimin elinde barış silah barış savaş barış yedi başlı ejderha kadar şimdi herkes barıştan korkar çünkü barış bir dayatma böyle barış ancak bir esaret olursa var böylesine zorlar sınırlarını aklımın alamadıkları ne varsa ne varsa ateş tanrılarıdır acımasız bereket üstüne yılgın alın teri bereket üstüne bir çığlık lekeli bakışlar da nazar bir gizli ihanete susar barış ateş baskınında bir kirli gülüş şeytanca elleriniz yanar dokununca şah damarı kabarmış isyandan yabani bir mor aşılı gülde üstünde bir ben tebessümün ve uykuya dalmış bir öfke ateşsiz bir kül ve kömür karası ölümler en başta kendime küsüm insanlık en başta kendimle kavgalı kaçıncı kez bu kokuşmuşluğa kusuşum herkesle sağırım herkesle dilsiz isyanım kendime isyanım kendime susuşum acı gömlek değiştirir bende acı biçimden biçime acı renk renk bir senfoniye dönmüş feryatlar bu nasıl bir ahenk ölümün bile tadına varamadan bu nasıl kırılışı direncin inlemeler kimi yerde sessiz yıkılmış duvarlar altında ihtiyarın çocuğun gencin soğuk ve mat bakışlarla Ahmet Canbaba |
Bugün Gene
BUGÜN GENE Bugün gene Terkedilmiş bıraktım şehirleri. Önümde beş sene gerisi, Yıkılmış viran. Arkamda açılmamış durur, Geleceğin penceresi. Ellerim; Karanlığın kapısına tak,tak vurur On sene sonrası açılır önümüze, Beş sene geriden. Umudun türküleridir dudaklarda şimdi Öteden, beriden Şuradan, buradan konuşulan. Artık mutluluk, Ayaklarımızın altında Bir son nefes gibi alınan. Bugün gene Gerçeksiz düş kuruyorum Ve bugün ilk defa Bağdaş kurup Bulutların üstüne oturuyorum Ve bugün ilk defa haykırıp Güneşten hesap soruyorum. Güneş diyor bir kere, Bulutlar suçlu. Gölge ettiler aydınlığıma. Ve ben bir yağmur damlası gibi Düşüyorken yere Ahmet Canbaba |
Çekilmez
ÇEKİLMEZ Karanlık girdap yaratıp dininle Günahkar kul diye masum yakılmaz Yaşıyorsan ömür boyu kininle Anlaşılan böyle hayat çekilmez Çıldırtır para kazanman teninle Bu sevgiye bu gözyaşı dökülmez Taş devrini yaşayalım seninle Boş ver böyle medeniyet çekilmez Sistem böyle nasıl işler biliyor İyi güne kötü yarın ekilmez Dünyaya gelen kulun aç ölüyor Nimetin bol böyle diyet çekilmez Ahmet Canbaba |
Çıplak Ölüm
ÇIPLAK ÖLÜM Bana gülebilir misin hüzünlü çocuk içinde açlığın olmadan. Bana gözyaşı dökebilir misin ölüme savunmasız yakalandığın elinde sapanınla, içinde teninin öfkesi yüklü bir taş atamadığın. Anan baş ucunda kuru ağlıyor çocuk. Bir şey anlatamadığın sözcüklerle gözün açık ve donuk bir gülümsemeyle veda edişine. Anan kuru ağlıyor çocuk. Böyle sessiz sedasız gidişine. Ahmet Canbaba |
Deneme
DENEME Gün ışığı Kızgın toprak Kızgın sevinçlerde göz göçebe. Aşk yüklenmiş omuzlara. Işıksız odalarda tanıdık bir yüz. El yordamına tünemiş sevdalar. Bir çift söz mutlu. Gelmeyen vuslata uç veren sevgi. Bir dirim acıdan acıya geçer. Gene, yoksulluğa tutunmak kalırsa geriye hasretin demini çekmek sabrın sınırlarını zorlar. Sonra birden kendi işlevine döner her şey. Barış güvercinleri uçurulur, birlikte omuzlanır hayatın yükü. Kusar kirleri kendi içinden bir yol bulur yaşam avuçlarımızda. Ahmet Canbaba |
Derince
BİR SU VER Gözlerine bakıp kınalı elden Yerine kalaylı tastan bir su ver İsmini sayıklar düşürmem dilden Susamış sevgine hastan bir su ver Son bir kez ellerin elime değsin Kulağımda kalsın son kez bir sesin Biliyorum artık görmeyeceksin Kurudu dudağım yastan bir su ver Fayda yok geçmişi anıp övmenin Azabı böyle mi çıkar sevmenin Bir de öldüğümde ardımdan benim Yazılsın ne olur destan bir su ver Tüm dostları bir araya getiren Bir dert ki sevgiyi yiyip bitiren Gönülden gönüle haber götüren Hizmetinde gönül postan bir su ver AHMET CANBABA DERİNCE Fazla tamah etme biter eldeki Bulgur Tosya’ya giderken pirince Bir düşün özünden çıkmış güldeki Dağılan kokuyu rüzgar esince Sözüm size çevrenize bakının Bir nasihat kalp kırmaktan sakının Yıllarca görmediğin bir yakının Mutlu eder düşlerine girince Gün gelir yaşlılık tak kapınızda Takat biter bir gün kesilir hızda Kekremsi bir tat bırakır ağızda Bir meyve ki yenir ancak erince Kimisi sırtını yaslamış dağa Kimi yerde hakim her şeye ağa Orada tarumar olmuş bir doğa Burda şimdi her şey yerli yerince İster gelecek ye ister gün yaşa Öyle çok şey var ki gitmeyen hoşa Çıkmak mümkün değil çabalar boşa Bir girdabın içindeyim derince Ahmet Canbaba |
Dileğim Var
DİLEĞİM VAR Benimde dileğim var Yaradan’dan Bir dünya ver bana yandırılmayan İçinde kulları zülüm görmesin, Bir toplum yarat ki kandırılmayan Bir düzen kurasın yeni ne olur Tanısın kainat seni ne olur Kullarından eyle beni ne olur Çıktığı düzlükten indirilmeyen Bir güç vereceksin neyle bana‘da Gizli sırrın nedir söyle bana’ da Akıl fikir ihsan eyle bana’ da Eşek olup sırta bindirilmeyen Geçmez ciğerimin sızısı böyle Farklı kullarının bazısı böyle Bu ne biçim alın yazısı böyle Kışları bahara döndürülmeyen Ahmet Canbaba |
Doğru Beni
DOĞRU BENİ Dost olan sapmaz eğriye Götürür dost doğru beni Doğru bildiğim doğruya Götürür dost doğru beni Doğrudan yana olmaya Küskünden gönül almaya Gönülden aşkı bulmaya Götürür dost doğru beni Ara bilmeyen buluna Dönme sağına soluna Bir olan aklın yoluna Götürür dost doğru beni Geldim ezile ezile Piştim süzüle süzüle Elimden tutup menzile Götürür dost doğru beni Gelir peşimizden duyan Verir halka doğru beyan Düşe kalka yolda yayan Götürür dost doğru beni Ahmet Canbaba |
Dostlar
DOSTLAR Bir ses saklanmış kuytu köşeye kendi karanlığına büründürüp yarınları. Kırmızı yanıyordu karanlıklarda kalpler. Acıların egzersizinde içimizde boy atmış kuşku. Bir rüyada alevle yıkandılar sinmişken gölgeler aydınlığın içine kendi yüreklerinin sesine kandılar. Aydınlığını tükettiler güneşin. Gözlerin kül renginde koru gizlenmiş kordandı canlar kordan yandılar. Sivaslar yandı yakanlar Müslüman’dılar Onlar ki mazlumların ekmeğini aşını kesenler. Onlar ki tanrı adına tekbir getirip Kubilay’ ın başını kesenler Onlar ki; aydınlığın etrafında dolaşan sinekler gibi hep peşimizde. Bir fırsat bekler gibi Dostlar: Sizin umudunuzu taşıyoruz içimizde. Yarınlara bizimle gidecek umudunuz Sevdalara kor düşer mi? Nice canlar yandı tende Türküler ağıda döndü Sinsi tuzaklara gebe bir günde 37 cana kıyıldı Nice ocaklar söndü Ya siz gözü dönmüş sürüler Bırakmaz ki aydınlığın gözleri peşinizi Onlara yakılan türkülerde ölürsünüz Boğulursunuz onların sevda sellerinde Hangi nedenle hak ettiler de siz benzin döküp ateşe verdiniz Onlarla birlikte yandı canımız sizin sızlamazken vicdanınız Ahmet Canbaba |
Dökülüyoruz
DÖKÜLÜYORUZ Çareler sorun olmuş birey dertten kaos ta Henüz sağlıklı değil toplum temelden hasta Devleti temsil eden beyler başta Sivas ta Tekbir çekip benzini döküp yakılıyoruz Yüzleri ağartacak akta dökülüyoruz. Bir düşün, güzellikler bizden yana akmıyor Kime ne söylenirse hiç kimse ayıkmıyor. Herkes kendi keyfinde kimse sahip çıkmıyor Gel de gör gurbet elde itip kakılıyoruz Azda zaten hiç yokuz çokta dökülüyoruz. Yanlışa boyun eğmiş doğru çıkmaz sokakta, Meydanlarda aranır neden hukukta, hakta. Krize girmiş vatan insanlar ağlamakta. Çuvala mızrak gibi zorla sokuluyoruz, Her şey sıfıra inmiş yokta dökülüyoruz. Nelere el açmışız eller anlıyor halden. Bizleri biz soymuşuz, medet umarız elden. Selden tufandan değil, hafif esen bir yelden, Devrilmiş çınar gibi kökten sökülüyoruz, Söz senet değil şimdi, çekte dökülüyoruz Ahmet Canbaba |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:42 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.