![]() |
RUHSAL ZEKA; Başarının Gizemli Boyutu
GİRİŞ:
Başarının sırrı nedir? Eğer yüksek zihinsel zekâ(IQ) ise, zihinsel zekaları yüksek pek çok insan neden son derece başarısız olabiliyor? Çok çalışmak mı? Neden bazılarının yırtınırcasına çalışmaları faydasız kalıyor; bazılarının tuttukları altının toprağa dönüşmesinin sırrı nedir? Yüksek zihinsel zekânın başarıya elbette büyük katkısı vardır. Elbette başarılı olmak için çok çalışmak şarttır. Ancak, Ruhsal Zekânızı kötü kullanırsanız, ne zihinsel(IQ) veya duygusal zekanızdan(EQ), ne de çok çalışmanızdan yarar görebilirsiniz. Başaranlar, neyi nasıl yaptıklarını, hangi teknikleri kullandıklarını bize anlatabilirler. Ancak, kasten veya bilmedikleri için bize anlatamadıkları bir sırları vardır. İşte bu kitap sizinle o sırrı, Ruhsal Zekânın sırrını paylaşmayı hedefliyor. |
Neden Ruhsal Zekâ?
Hayatın akışını asıl etkileyen, fiziksel değil ruhsaldır. Kalbinizi etkileyemeyenler, sizi aklınızdan çekip sürükleyemezler. Hayatı vücut organlarınızla değil, ruhunuzla yaşarsınız. Yaşadığınız Dünya, dışarıda yaşanan değil, kendi içinizde kendinize yaşattığınız dünyadır. Vücudunuzu kendi bilinciniz ve gücünüzle çalıştırmadığınız gibi, kendinizi sokaklarda yürüten de siz değilsiniz. Hayatta tesadüf, şans, talih, imtiyaz, rastlantı yoktur. O zaman, görünüşe göre rastlantı olanların ardındaki müthiş planları keşfetmeliyiz. Hiçbir güçlü bilinç, “içgüdü” veya “tabiat ana” gibi boş kavramlara terk edilemez. Bu tür kavramları çağrıştıran olaylar oluyorsa, bu olayları gerçek boyutlarından yakalama becerisini geliştirmeliyiz. Hayatınızın akışında meydana gelen en küçük olaylar bile, ya sizin ya diğer yaratıkların ya da Yaratıcının gerekçeleriyle gerçekleşiyor. O zaman, bu gerekçeleri keşfedebilecek kadar hayatın arkasına, ruhsallığın derinlerine girmemiz gerekiyor. Ruhsal Zekâ, tam olarak bu süreçtir; köklü bir bilinç değişimidir; insanın öz doğasına dönüşüdür; küçük bedeninin arkasında gizlenen büyük bedeniyle tanışması sürecidir. İnsan bedeni, bir kamyonun altında ezilebilecek kadar zayıftır; ama, ruhu kamyonu ezebilecek kadar güçlüdür. Kollarınızla yüz kilonun altında ezilirsiniz; ama ruhunuzla bir gökdeleni devirebilirsiniz. Dağlar, insan bedenine meydan okur; ama insan ruhu dağlara meydan okuyabilecek kadar engin yaratılmıştır. İnsan bedeni adım adım yükselir; oysa ruh, vücudu kanatlandırır. Ruhsal Zekânız, ruhunuzun derinlerinden sizi yöneten evrenin yaratıcısıyla buluşmanızı; sizin sınırlı gücünüze değil, sizinle olan sınırsız güce dayanmanızı sağlar. Akıl, doğanın maddesel yüzeyinde çalışır. Mantık, bilmediğinizi nasıl yöneteceğinizi gösteremez. Ruhsal zekânın size yaptıracaklarını, ne akılla, ne de mantıkla açıklayabilirsiniz. Çünkü o, her ikisinden de önce ve her ikisinin de arkasındadır. Sınırsızlık, sınırlı kavramlarla açıklanamaz. Ruhsal zekâ, bir damla suya, taştan güçlü olmayı öğreten zekâdır; pamuk zayıflığındaki köklerin, taşları delip geçişinin sırrını açıklar. Ateşin içinden sağ çıkan adamın ardında, apartmanın tepesinden düştüğü halde yaralanmayan bebeğin arkasında ruhsal zekâ vardır. Ona neden Ruhsal Zekâ dedik? Çünkü akılla, mantıkla ve somut kavrayışla ilgili değildi. Ona “Evrensel Zekâ” da diyebilirdik. Oysa bu zekanın sınırları evrenin dışına, evrenin yaratıcısına ulaşıyor; evren ise, sadece aklın ve mantığın sınırları içerisinde kalıyor. O aslında yaratıcının zekâsından bir esintidir. Ona Ruhsal Zekâ dememizin sebebi, insanın o zekâyı düşünceleriyle keşfetmesi, ancak yansımalarını yalnızca ruhu aracılığıyla hayatına aktarabilmesidir. Ruhsal Zekâ, evren ötesi ve evrene hakim zekânın bir gölgesi, bir ışığıdır. Evrene, evrenin sahibinin penceresinden bakmayı denediniz mi? Musa(as) Peygamber ile Hızır(as) arasındaki yolculukta, Hz. Hızır’ın(as) yaptıkları, Musa(as) peygambere müthiş anlaşılmaz ve adaletsiz geliyordu(1). Biz hayata genellikle Musa(as) peygamberin gözüyle baktık. Olayları, dışarıdan görünümleriyle anlamlandırdık. Bu kitapta size Hızır(as)’ın gözüyle bakmanızı sağlayacak temel ip uçları verilecek. Bu sayede, felâketin aslında kurtuluş, kurtuluşun aslında felâket olabileceğini keşfedeceksiniz. |
Temel Özellikler:
Ruhsal Zekâ, ruhsal güçle(2) de ilişkilidir; ama, ruhsal güç değildir. Bu kitapta ruhsal gücünüzü nasıl geliştireceğiniz değil, ruhsal zekânızı, geleceğinizi değiştirmek için nasıl kullanacağınız üzerinde duracağız. Diğer önemli nokta, Ruhsal Zekânın dış Dünyaya yönelen eylemle değil, iç dünyaya yönelen tutumla ilgili olmasıdır. Bir kişinin ruhsal zekâsını kullanıp kullanmadığını, onun yaptıklarına bakarak anlayamazsınız. Anlamanızın tek yolu, hislerini keşfetmenizdir. Bu kitap size nasıl davranmanız gerektiğini değil, davranırken nasıl hissetmeniz gerektiğini anlatıyor. Birbirinin tıpatıp aynısı olan iki davranışın derinlerinde, ruhsal zekâ açısından büyük uçurumlar oluşabilir ve dolaysıyla elde edecekleri sonuçlar da çok farklı olacaktır. Bu kitapta, örneğin Güzel Konuşma için hangi egzersizleri yapmanız gerektiğini değil, bu egzersizleri yaparken nasıl hissetmeniz gerektiğini göreceksiniz. Ne kadar akıllı hareket ederseniz edin, ne kadar çok çalışırsanız çalışın, ruhsal zekânızı kullandığınız ölçüde başaracaksınız. Pek çok insanın yırtınırcasına çalışmasının sonucu boş çıkmıştır. Yüksek zekâlı çocuklardan pek çoğu, hayatı kendilerine ve çevrelerine zehir etmişlerdir. Zihinsel zekâ ve çok çalışmak başarının önemli faktörlerindendir; ama, ruhsal zekâ tüm bu faktörlerden de önemlidir. Ruhsal Zekâ bir yaşama biçimidir; hayatınızın her saniyesini dolduracak bir hissediş ve tutum şeklidir. |
İstemek ve Ruhsal Zekâ
Ruhsallığın tüm boyutlarını birleştiren tek kavram “istemektir.” Yani duadır, yalvarmaktır, arzulamaktır, ihtiyaç duymaktır. İstemek yoksa, vermek yoktur. Tüm yaratıklar istemenin ürünüdür. Eğer yaratıcı, tanınmayı ve bilinmeyi istemeseydi, biz var olmayacaktık. Eğer kimse istemeseydi, ihtiyaç hissetmeseydi, elbisenizden tırnak makasına, arabanızdan saatinize kadar hiçbir şeyiniz olmayacaktı. İstemek öylesine engin ve kapsayıcı ki, o her yerde, her şeyin içinde, her oluşun öncesinde ve sonrasında gizleniyor. O yüzden, bu kitap boyunca onu her yerde, her tekniğin içerisinde kullanacağız. Hamuru “istemekle” yoğrulan kâinat bir ışıktır, bir bütündür. Hayat ve içinde olup biten her şey, bu ışığın akışından ibarettir. Birlikte bu ışığın içine gireceğiz, evrene hâkim olan zekânın sırrını keşfedeceğiz; sonra da, ruhumuzu kullanarak bu zekânın her bir kıvrımını kendi kimliğimize transfer edeceğiz. İşte, insanı zafere ve sonsuz huzura taşıyacak olan ruhsallık boyutundan uzanan adımlar. Bu adımları doğru atanların ruhsal zekâları yüksek olacaktır: Önce İman Gücü: İstediğinizden emin misiniz? Sonra Gerekçe Gücü: Niçin istiyorsunuz? Sonra Duygu Gücü: Derin duygularla istiyor musunuz? Sonra Israr Gücü: Sonuna kadar isteyecek misiniz? Sonra Kanaat Gücü: Çabalarınız sonuçsuz kalsa da, hâlâ isteyecek misiniz? Sonra Ruhsal Etkileşim Gücü: Evren ve içindekilerle uyum içerisinde isteyebiliyor musunuz? Sonra Kanun ve İrade Gücü: İsterken evrenin yaratıcısının kanunlarının ve iradesinin farkında mısınız? |
Temel Bölümler:
Ruhsal Zekânın temel çıkış noktaları, bu kitabın ayrı bölümlerini oluşturmuştur. Size yedi temel ruhsal zekâ geliştirme alanı sunuyoruz. Işık yedi ana renkten oluşsa da, bunların yoğrulmalarından oluşan yüzlerce farklı renkler ve tonlar vardır. Bunun gibi, Ruhsal Zekânın bu kitapta yer almayan, detayda çok farklı yansımaları olduğunu da bilmemiz gerekiyor. 1.İstemek ve İnanma Gücü: Bir yola girdiğinizde, sonucuna ulaşacağınızdan hangi düzeyde eminseniz, o sonuca ulaşma ihtimaliniz, o kadar yüksek olacaktır. Emin olduğunuz ölçüde, tüm evren, gizliden gizliye sizin emrinize sunulacak, tesadüf görüntüsü altında, evrenle birlikte ilerleyeceğinizi göreceksiniz. İman, ruhsal güce dayanmanın en önemli aracıdır. 2.İstemek ve Gerekçe Gücü: Geleceğiniz üzerinde belirleyici olan ne yaptığınız değil, niçin yaptığıdır. Sadece gerekçelerinizin, niyetlerinizin sonuçlarını yaşayacaksınız. Gerekçeler yüzünden, iyiliklerden kötülükler, kötülüklerden iyilikler çıkacak; gerekçelerin derinliği, küçük bir işten dağlar kadar büyük sonuçlar çıkaracaktır. 3.İstemek ve Duygu Gücü: Duygular, bir defa istemenin gücünü, bir milyon kez istemek kadar büyütebilir. Duygu, maddeyi şah damarından yakalayan ruhsal alandan gelen bir esintidir. Bir insanı bin insan kadar güçlü yapar; insan bedenini aşarak ona ruhundan nüfuz eder. Hayatınızı olumlu duygularla ne kadar beslerseniz, eylemlerinizin olumlu sonuçları o kadar katlanacaktır. 4.İstemek ve Israr Gücü: Israr, ilerlemenin sürekliliğini sağlayan tek tutumdur. Israr sayesinde, bir damla su bir taştan güçlü olabilir. Bir kartopunun çığa dönüşmesini, suyun okyanus hâline gelmesini sağlayan, sadece ısrardır. Israrlı insanın çevresine toplanan ruhsal destek, her geçen gün katlanarak artar; öyle bir an gelir ki, merkezinde tek bir insanın bulunduğu hareket, artık durdurulamaz. Dağlar dağlardan değil, kum taneciklerinden yaratılmıştır. 5.İstemek ve Kanaat Gücü: Hırslı insanlar, anîden çekerek koparırlar; birden eğerek kırarlar. Kanaat, ilerlemeyi istikrarlı sürdürmenin tek yoludur. Başarmak, çok ilerlemek değil, az da olsa sürekli ilerlemektir. Dünya, hırs gösterenlerin sırtında, kanaat gösterenlerin ayaklarının altındadır. Dünyayı sırtında taşıyan, Dünyanın üzerinde yürüyenden güçlü olamaz. Evren bencilliğin düşmanıdır. Her şeyi yalnızca kendine isteyene hiçbir şey verilmez; her şeyi dağıtmak isteyene her şey sunulur. Felaket bölgesine bir tır yardım malzemesiyle gitseydiniz, teslim etmek için kimi arardınız? Yaratıcı vermek için sizi niçin arasın? 6.İstemek ve Ruhsal Etkileşim Gücü: Evren etkileşimli yaratılmıştır. Sadece verenler alır, sevenler sevilir; paylaşanlarla paylaşılır. İnsan bedeni, fiziksel çevresinden nasıl etkileniyorsa; ruhu, ruhsal çevreden öyle etkilenir. Çevresini kaplayan ruhsal enerji, insanı ya çökertir, ya da yüceltir. Ruhlarıyla dayanışmış on kişi, birbirlerinden tüm yönleriyle kopuk yaşayan bir milyon kişiden daha güçlüdür. Ruhsal dayanışmayı kullanıyor musunuz? 7.İstemek ve İlahi İrade Gücü: Evren, kendi başlarına rasgele hareket eden bağımsız zerrelerden değil, hakim bir sultanın kanun ve iradesine göre çalışan askerlerden oluşur. Bu yüzden, bir atom tek başına evren kadar, bir insan tek başına tüm insanlar kadar güçlü olabilir. Ardında büyük bir ordunun desteğiyle hareket eden tek bir zerre, o ordu kadar güçlüdür. İnsan, evreni kuşatan kanun ve iradeyi tanır da, hareketlerini onunla uyumlu yönlendirirse, ardındaki yenilmez orduya dayanarak, evrene tek başına meydan okuyacaktır. |
Ruhsal Zekânın Faydaları
Ruhsal zekâ ile hayatınızı nasıl değiştireceksiniz? Ne gibi faydalarla karşılaşacaksınız? Nasıl bir devrim ve değişim yaşayacaksınız? -Ruhsal zekâ, sizi iç ve dış çatışmalardan uzaklaştırır. Böylece iç huzurunuz, duygusal coşkunuz gelişir. -Başarıyı, diğerlerine rağmen ve diğerlerine karşı olmaktan çıkarır; diğerleri için ve diğerleri sayesinde başarıya dönüştürür. -Sizi Yaratıcınızla ve onun tüm yaratıklarıyla dost yapar; sevgi ufkunuzu evrenin en ücra köşesine kadar taşır, her şey tarafından sevilmenizi sağlar. -Çalışmalarınızın verimliliğini arttırır; emeklerinizden umduğunuzdan fazla ve hızlı sonuçlar üretir. -Gelişmenizin, ilerlemenizin sürekliğini sağlar; fiziksel zevkleri ruhsal zevklere dönüştürerek, üretkenliği hayatınızın eğlencesi haline getirir. -Her türlü faydasız ve değersiz çabadan nasıl kurtulacağınızı, yakın çevrenize ve tüm insanlığa unutulmaz katkılar sağlamayı nasıl başaracağınızı gösterir. -Ruhsal Zekâ sizi görebildiğiniz maddesel dünyanın ardındaki ruhsal dünya ile tanıştırır. Evrenselliğinizin boyutlarını evrenin ötesine, göremediğiniz evrenlere taşır. -En önemlisi, Ruhsal Zekânızı kullanmaya devam ederseniz, size vaat edilen sonsuz hayatı ve sınırsız coşkuyu araştırmanızı sağlayacak büyük bir merak geliştirirsiniz. |
İNANMA GÜCÜ
Bir yetenekteki eminlik düzeyi ne kadar güçlenmişse, onun gerektirdiği emek o kadar azalacaktır. I-Neden İnanma Gücü? İstekler eminlik duygusuyla birleşirse ne olur? (Ruhsal Zeka kitabının birinci bölümüdür.) Giriş: İman yapma, şüphe yıkma gücüdür. İnanmadığınızı gerçekleştirmeye hazır değilsiniz ve tüm kimliğiniz inanmadığınıza karşı, yıkılamaz bir direnç gösterir. Ruhsal zekânın en önemli aracı imandır. Başarabileceğinize ne kadar inanıyorsanız, başarma ihtimaliniz o kadar fazladır. Çünkü inancınız ne kadar güçlüyse, a)ruhunuza o kadar güç verilecek; b)o kadar az emekle aynı işi yapabileceksiniz; c) çevresel faktörler o kadar yardımınıza koşacak; c) kaderiniz o ölçüde isteklerinize göre belirlenecektir. |
1. İnanç ve Derinleşme:
a) Eminlik Nedir? Şu inanca bakın: “Ateş yakar.” Ateşin yaktığından ne kadar eminsiniz? Kimse, ateşte yanan kadar emin olamaz. Çocuk bu bilgiyi sadece telkinlerin etkisiyle bilir. Elinizi ateşe yaklaştırırsanız biraz daha iyi bilirsiniz. Eliniz ateşte cayır cayır yanarsa, o zaman daha yüksek bir düzeyde bilirsiniz. Herkes ölümün gerçekliğine inanır. Ama kimse ölüm saniyelerini yaşayan kadar bu inanca sahip olamaz. Konuya inancın güçlendirilmesi açısından bakalım: “Ben ölmeye karar verdim ve şimdi oturduğum yerde zihinsel bir emirle öleceğim” diyerek ölemezsiniz. Ama, eminlik durumunu en üst düzeye çıkarmış Afrikalı bir büyücü, bu kararı verir, oturduğu yerde gerçekten de ölür. Bu, onun isterse ölebileceğine ilişkin inancının, tabiat kanunlarına meydan okuyabilecek kadar güçlü olduğunu gösterir. Başaracaklarına inananların başarmasının nedeni, sadece, inançlarının onlara verdiği cesaretle çok çalışmaları değildir. İnanmanın tüm evreni, tüm iç ve dış şartları insana destek olacak şekilde harekete geçirmesidir. Mutluluğun bir büyüklüğü olduğu gibi, inanmanın da bir büyüklüğü vardır. Mutluluklarımıza yatırım yaptığımız kadar, inançlarımızı da besleseydik, hayatımız çok farklı olacaktı. Size, “inanırsanız başarırsınız” denildiğinde kast edilen inancı, kendi zihninizde şimdiye kadar taşıdığınız “inanç” kavramıyla karıştırmayın. Birisi dal budak salmış bir ağaç, diğeri sadece bir çekirdektir. Evrenin bir yaratıcısı olduğuna inanıyor musunuz? Emin misiniz? Gerçekten emin misiniz? Eğer içimizdeki bu çekirdek inanç, burada kast ettiğimiz ölçüde “gerçek” inanca dönüşebilseydi, yaratıcının huzurunda olma inancının etkisiyle kalbimizin yaşayacağı duygu patlaması, göğüs kafesimizi çatlatırdı. “Eğer Allah’ı hakkıyla tanısaydınız, duanızla dağlar yerinden oynardı.(3)” İnanç üç farklı düzeyde olabilir: Bilgi düzeyi, şahit olma düzeyi, içselleştirme düzeyi.(4) Ateşin yakacağını, okuyarak, dinleyerek veya uzaktan görerek bilmek bilgi düzeyi; ateşin dokunabileceğiniz kadar yakınında, yananların dehşetini hissetmek şahit olma düzeyi; alevlerin içerisinde yanıp tutuşmak da içselleştirme düzeyidir. İman, inancın en güçlendirilmiş düzeyidir. Biz “ateşin yakacağı” inancını doğuştan ruhsal bir kalıp olarak getirdik. Eğer inancımızı tersine çevirerek, “ateş beni yakmaz” inancını tam olarak içselleştirseydik, ateş bizi yakamazdı. İddia bu kadar ciddidir. İmanın, insan üzerindeki etkisi bu kadar büyüktür. Kendimizle ve başarımızla ilgili olumlu inançlarımız genellikle bilgi düzeyindedir. Bu inançları içselleştirebilirsek, neler olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? |
b) Ruhsal Kalıplar:
İnsan ruhu bir eminlik durumudur. Ruh, yüzeyden derine doğru güçlenen inanç kalıplarından yaratılmıştır. Bu kalıpların temeli doğuştan, gelişme biçimleri sonradandır. Eminlik durumunun derinleşmesi, inancın, ruhu oluşturan dairelerin derin noktalarına doğru ilerlemesidir. Derinlikler Psikolojisinin üstadı Carl Gustave Jung’un tezinden yararlanarak ruhsal bütünlüğünüzü, iç içe geçen daireler hâlinde dört düzeydeki kalıplar bütününe ayrıştırabilirsiniz. En iç düzey en derindedir, değişmesi en zor olanıdır ve hayat üzerinde en fazla etkilidir. Dairelerin dışına çıkıldıkça kalıpların sonradanlık düzeyleri artar: 1) Kişisel öz, ruhu oluşturan çekirdektir. 2) Üzerinde, bu özü şekillendiren beşeri kalıplar tüm insanlarda ortak, 3)daha üzerinde sosyal kalıplar ırklarda veya kültürlerde ortak, 4) ve en üst düzeyde ise bireysel kalıplar kişiseldir, sadece kişiye özeldir. Bireysel kalıpların gelişimi, spermin yumurtayla buluşmasından itibaren devam etmektedir; oysa diğerleri anne rahminden de önce belirlenmiştir. Ruhsal kalıbımızın temeline doğru inildikçe, diğer insanlarla ortak yönlerimiz artar, yüzeye çıkıldıkça farklılıklarımız artar. Bireysel kimliklerini henüz geliştirmemiş olan yeni doğanlar, birbirleriyle daha çok benzeşirler. Her insan bu dört daire arasındaki ilişkinin şekillendirdiği bir ruhsal yapıya sahiptir. Bir insanın ruhsal enerjisinin boyutları, bu yapı içerisindeki değişime göre değişim gösterecektir. Bu değişimi üretmenin tek yolu kimliği değiştirmektir; kimliğin değişmesi demek, kişinin kendi hakkında emin olduğu anlamların değişmesi demektir. Sözünü ettiğimiz ruhsal kalıplar, bilincimiz tarafından iman veya eminlik duygusu olarak algılanırlar. Erkek olan ruhsal kalıbın sahibi, “erkek olduğu hissinden emindir.” Bu hissin sebebi vücudunun şekli değil, ruhsal temeldir. O ruhu insandan alıp bir aslanın bedenine aktarsanız, kendini yine erkek bir insan olarak algılayacak, ancak bedeniyle çatışma yaşayacaktır. Bir erkeğin beynini bir kadına aktarsanız, kendini hâlâ erkek olarak algılayacak; ama, ruhuyla vücudunu savaştıracaktır. Çünkü ruhları transfer edemiyorsunuz. Bu durumda, mantık şunu söyleyecektir: Bir konuyla ilgili ruhsal kalıp, o konuyla ilgili fizik bir varlık değil, sadece soyut bir “emin olma” duygusudur. O zaman, “emin olma duygusu” bir ruhsal kalıptır. O zaman, yeni emin olma duyguları geliştirebilirsek, yeni ruhsal kalıplar geliştirmiş oluruz. Vücudumuzun çevresel şartlardan etkilenme biçimini ruhsal kalıplarımız belirlediğine göre, dolaylı şekilde emin olma duygumuz da belirlemiş olmaktadır. Dolayısıyla, yeni eminlik duyguları, bizim için yeni yaşama biçimleri belirlenmesine neden olacaktır. Ruhsal kalıp, sadece ruhumuzda ve bedenimizde nelerin olup bittiğini belirlemiyor. Ruh ve bedenin çevresel faktörlerden nasıl etkileneceğini de belirliyor. Nitekim, “ateşte yanmayacağınıza inanırsanız, yanmazsınız” derken kast ettiğimiz gerçek budur. Buradan müthiş bir başarı kuralına ulaşıyoruz: İçinizdeki veya dışınızdaki iş ne kadar zor olursa olsun, onu yapabileceğinize emin olmuşsanız, yapabilirsiniz. |
c) Bilgiden Eminliğe:
İmanın derinleşmesi düşünceden başlayan bir yolculuktur. İman her an meyve veren bir ağaç, düşünce ise kök salmaya çalışan bir çekirdektir. Yenilginin veya zaferin tohumunu bir tek düşünceyle üretebilirsiniz. a)Olayları anlatan bilgiyi gözlemlersiniz, öğrenirsiniz, kullanırsınız, tekrarlarsınız. Bir süre sonra bu bilginin yapısı güçlenir ve b) kapsayıcı düşünceyi üretir. Düşünceyi inşa etmeye ve beslemeye devam edersiniz, güçlenen düşünce ciddi bir c) kanaate(zayıf inanç) dönüşür. Belli bir düşünce tahminlerinize göre doğrudur.(5) Kanaati beslersiniz, kendinize ait bir d) inanca dönüşür. Ona inanıyorsunuz, sorgulamaya gerek duymadan onu kullanıyorsunuz. Ancak inanç yine de sarsılabilir. Karşısına çıkacak çok güçlü bir karşı inanç, onu birkaç vuruşla devirebilir. İnancı da yoğunlaştırdığınızda, o sizin e) imanınız hâlini alır ve iman düzeyinin f) korundukça beslenebileceği yüksek eminlik, kesinlik düzeyleri vardır. Bilgi ve düşünce, imanın ilimle bilinme düzeyini; kanaat ve inanç, şahit olma düzeyini; iman ve yüksek eminlik, içselleştirme düzeyini ifade eder. Bir yüksek eminlik durumu, doğrudan saldırılarla yok edilemez. O her yerde, o şah damarınızda, o genetiğinizde... Her yerinizi, her atomunuzu mekan tutmuş bir olguya saldırmanız mümkün değildir. Öylesine derine girer ki onun farkına varmazsınız. Sınırları kendi sınırlarınızı öylesine kuşatır ki, onu tanımlayamazsınız. Otomatikleşmiştir, görünüşe göre kendiliğindendir. Sorgulanması gülünçtür. Size fark ettirmeden, ne yapılacaksa yapar. Örnek : ilhan irem’in sevgi üzerine söylediği şarkıları üst üste durmadan dinlersen ve kendi düşüncelerinle onu beslersen bir süre sonra sevgi kavramı senin ruhunun derinliklerine yerleşir. Sevgi üzerine olumsuz şeyler de yaşasan örneğin bir kızı çok sevsen fakat o seni kabul etmese de senin sevgi üzerine olan inancın asla değişmez |
d) Sınırsızlık Aynası
İman, Yaratıcının sınırsızlığına ayna olmak için insanın başvurabileceği tek kaynaktır. İnsan alan, yaratıcı verendir. İnsan sınırlı; ama yaratıcısı sınırsızdır. Bedeninizde ve ruhunuzda yansıyan, hayat, güzellik, zekâ, zenginlik gibi tüm değerlerin kaynağı, evrenin yaratıcısıdır. Bu değerleri ne kadar gelişmiş düzeyde elde etmişseniz, Yaratıcıdan o kadar almışsınız demektir. Diğer deyişle, Yaratıcının sıfatları üzerinizde ne kadar parlamışsa, size o kadar destek sunulmuştur. Yaratıcı, insanlardan gelen talepler arasında ayrım yapmıyor; insanlara dinlerine göre farklı davranmıyor. Çünkü yarattığı sistemi kanunlarıyla yönetiyor. Yaratıcı sınırsız bir eminlik düzeyindedir. Bu yüzden, “bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece o şeye ol demektir ve hemen olur(6). Bize nasıl davranacağını, “ben kulumun zannı üzereyim; zannı iyi ise iyi muamele ederim, kötü ise kötü muamele ederim(7)” sözüyle açıklamıştır. Yani, yaratıcının zekânızı daraltacağını sanıyorsanız, zekânız daraltılıyor. Kendi hakkınızda yaptığınız değerlendirme, hakkınızda bir duaya dönüşüyor: “Ben üzüntülüyüm” demekten, “üzüntülü olmak istiyorum” duası çıkıyor. Yapabileceğinizden ne kadar emin olursanız, Yaratıcının gücü o kadar desteğinizde olacaktır. Yaratıcının “eminlik” sıfatını ne kadar içinizde keskinleştirirseniz, o sıfat, üzerinizde ve geleceğinizde o kadar etkili olur. Bir askerin gücünü, arkasındaki ordunun gücü belirler. Tek başına kendi silâhıyla askercilik oynayan çocuk, büyük bir orduyu esir alamaz. Dolayısıyla “yapabilirim” derken, askercilik oynamayalım; bizim gücümüze değil, bizimle olan güce dayanacağız. İslâm Peygamberi(asm) bizi emin olmaya davet eder: “Allah’a, kabul edileceğine kesin şekilde inanmış olarak dua edin. Şunu da bilin ki, Allah kendisinden gâfil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duasını kabul etmez(8).” İstemekle, kabul edileceğine-gerçekleşeceğine- kesin emin olmak arasındaki ilişkiyi(9) vurgulayan bu söz, başarının heyecan verici bir boyutunu asırlar önce dile getirmiştir. |
e) Önce Emin Ol
İstanbul’da açılan bir sınava başvuran yüzlerce kişiden dördüyle, başvuru kuyruğunda yapılan röportajı TGRT’de izledim. Söylediklerine bakın: “Şansım milyonda bir de olsa denemek istedim. Kazacağımı hiç sanmıyorum. Türkiye’de dayın yoksa kazanamazsın. Ne yapıp edip torpillileri kazandıracaklardır. Şans işte, bakarsın kazanırım.” İnanmadığınızı başarabileceğinizi ümit ederseniz, emeğinizi lüzumsuz yere sarf edersiniz. Tereddüt içinde büyük bir iş yapmaktansa, emin olarak küçük bir iş yapın. Daha başarılı olacağınızı garanti edebilirim. Arzularken, arzularınızın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda şüpheli veya kayıtsız bir durumda mısınız? Bazı dualar ve arzular müthiştir: “Kilo kontrol hapları yüzünden annesinin ölümünden etkilenen ve sağlıklı bir diyet sistemi geliştirmeye kendini adayan küçük çocuk Mark Hudges’in duası. Çocuğunun tedavisi için çok büyük para kazanmak zorunda kalan mühendis Jim Dornan’ın duası. Kendini aşağılayanları utandırmaya adanan üniversiteli Einstein’in duası. Birincisi dev bir şirketin, diğeri Dünyayı saran bir pazarlama örgütünün, üçüncüsü de kuantum fiziğinin temelini oluşturmuştur. Hayatımızda büyük izler bırakan, büyük eserler üreten herkesin böylesine keskin ve duygulu çok büyük duaları vardır. İnanmışlardır ve kaderlerinin sahibi inandıklarını gerçekleştirmelerine izin vermiştir. Eğer bir gün siz de unutulmaz bir eser üretirseniz, bunu kesin bir inançla yaptığınız duanıza borçlu olacaksınız. Bir itiraz duyuyorum: “iyi de, bana çok duyduğum şeyleri söylüyorsunuz. Ben başarabileceğime inanıyorum; ama yine de olmuyor, inanmama rağmen başaramıyorum.” Bir tuzaktır bu söz. Gerçekten başaracağınıza inansaydınız, bu sözü söyleyemezdiniz. İnanmak kelimesini GÜNEŞ kadar büyütün. Gerçekten inanıyor musunuz? Sözünü ettiğiniz inanç, bizim anlatmaya çalıştığımız iman mı? Akıllı olduğuna inanan bir deli, “ben deliyim, bir türlü akıllı olamıyorum” diyebilir mi? Sağlıklı olan insan, “ben hastayım” diyebilir; ama, sağlıklı olduğuna inanan hasta, “ben hastayım” diyemez. Mantık size şöyle der: Eğer hastaysanız, sağlıklı olduğunuza inanamazsınız. Eğer başarısızsanız, başarılı olduğunuza inanamazsınız. Neden öne sağlığı veya başarıyı alıyorsunuz? Öne inancı almayı denemenizi öneriyorum. İddia şudur: “Sağlıklıyım” inancının nedeni sağlıklı olmak değil, sağlıklı olduğuna daha önce inanmış olmaktır. Cemil Tokpınar’dan dinlemiştim: Hoca vaazında, “bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçersiniz” der. Bu söze inanan bir köylü, artık köprü yerine nehirden geçmektedir; bir gün Hocayı evine davet eder. Birlikte giderken, nehir karşılarına çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek karşıya geçer. Ama Hoca suya girmeye cesaret edemez; şaşkın adam, “hocam sen böyle dememiş miydin, geçsene” diye seslenir. Akıl ve mantık süzgeci, bazen inancınızla savaşacak ve yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, sorgulamadan inanmak, başarmanın en büyük nedeni olacaktır. Köylü, su üzerinden yürüyerek geçebileceğine, geçmeden önce inanmıştır. İnancın güç alanına daha fazla girmek istiyorsanız, başaracağınıza, başarmadan önce inanmalısınız. İnanç sağ beyin tarafından, mantık sol beyin tarafından yönetilir. İnanç ruhsal evrenin, mantık maddesel evrenin sınırları içerisindedir. Henüz başaramadığınız işle ilgili inancı, mantıkla sorgularsanız, birbirleriyle savaşacaklardır. Mantık size engellerinizi, inançsa desteklerinizi gösterir. Aslında mantık, ruhsal evreni kuşatabilecek kadar gelişebilir; ama, biz tabiat kanunlarının gösterdikleriyle sınırlanan mantıklar geliştiriyoruz. Daha doğrusu bizim mantıklarımız, bilinenlerle ilgilidir. Bilinmeyeni, basit mantıklar her zaman reddetmiştir. Bir zamanlar, Ay’a çıkmak hayali ne kadar mantıksız gelmişse, henüz geliştirmediğiniz zekâyı geliştirebileceğinizi sanmak da, o kadar mantıksızdır. Dolayısıyla imanı da, mantığı da kullanın; ama, sonucunu bilmediğiniz bir başarı yolculuğuna çıkarken, mantığınızdan çok imanınıza dayanın. “Bunu yapamayacaksınız” diyen mantığı susturun, “bunu başaracaksınız” diyen inancın sesini haykırışa dönüştürün. “Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” der Bediuzzaman. Sizinle, yaratılmışlar dünyasına meydan okumanın formülünü paylaşıyorum: Hiçbir şey yokken iman vardı, yani ruh vardı. Kadın bedeni yokken kadın ruhu, erkek bedeni yokken erkek ruhu vardı. Hastalık gelişmeden önce, hastalık inancı gelişti. Başarısızlık yokken başarısızlık inancı üretildi. Hiçbir komutan, yenileceği endişesine kapılmadan önce yenilmemiştir. Daha da kötüsü, Yıldırım Bayezit’in dediği gibi, “yenileceğinden korkan daima yenilir.” Her başarının öncesinde, başarma inancı gelişmiş; başarı, bu inancın eseri olmuştur. Kolomb Amerika’ya varmadan önce, Dünyanın öteki tarafından Hindistan’a geçen bir yol olduğuna inanmıştı. Elias Howe dikiş makinesini bulmadan önce, bu makinenin varlığına inanmıştı. Edison ampulü bulmadan önce onun var olduğunu biliyordu. Başaranlar, önce inandılar, sonra yaptılar; başaramayanlar ise, önce yapıp sonra inanmayı deniyorlar. |
2. İman Kolaylaştırır:
Geliştirdiğiniz eminlik düzeyi, hayatınıza müthiş kolaylıklar kazandırır. Başaracağınıza ne kadar derin inanırsanız, o kadar çok destek size yardımcı olacak ve o kadar kolay başaracaksınız. Öyle ki, aç kalmayacağından emin; ama, mutfağında bir lokma ekmek saklayamayan serçe gibi, yola çıktığınızda, yiyeceğinizi gözlerinizin önünde, hedefinizi ayaklarınızın altında görebileceksiniz. Eminlik durumunun ne tür destekler üretebildiğine tek tek bakalım: |
a) Daha Az Bilinç:
Bilincinizi ne kadar kullanmanız gerekiyorsa, o kadar enerji harcarsınız. Örneğin daktilo yazarken, hangi tuşa dokunmanız gerektiğinin ne kadar az bilincine varıyorsanız, o kadar hızlı ve düzgün yazarsınız. Araba kullanırken ne kadar otomatik davranabiliyorsanız, şoförlüğünüz o kadar kolay olacaktır. Otomatikleşmiş her davranış, eminlik düzeyine yükselmiş davranıştır. Henüz yürüme inancını tam geliştirmemiş bebek, tüm bilinci ve kaslarıyla yürümeye çalışırken, yetişkin insan birbirini takip eden adımlarına dikkat etmek zorunda değildir. Dolayısıyla bir yetenekteki eminlik düzeyi ne kadar güçlenmişse, onun gerektirdiği uyanık bilinç o kadar azalacaktır. Başarabileceğinize ne kadar az inanıyorsanız, o kadar çok çalışmak zorundasınız. Kaybetmekten korkmayan öğrenci, günde 30 dakika çalışarak çok yüksek notlar alırken; kaybetme korkusuyla çalışan öğrenci, aynı başarı için günde 5 saat çalışmak zorunda kalır. b) Daha Az Mantık: Eminlik düzeyine ulaşmış yetenek, daha az mantık gerektirir. Bir yetenekten eminseniz, onu daha az mantık kullanarak yaparsınız. İman mantığın arkasına gizlenir ve onu derinden yönetir. Farkında olmadan ateşe basarsanız, otomatik bir refleksle ayağınızı çekersiniz. Ateşten kaçınmanız gerektiğini biliyorsunuz; ama, böyle ani bir durumda, ayağınızı çekmeniz gerektiğinin mantığınızca kararlaştırılmasını beklemeye vaktiniz yoktur. İşte çok güçlenmiş eminlik durumu, yaptığınız işi böylesine otomatik ve hızlı yönetmenizi sağlayacaktır. İnancını kullanan, evrenin ışığıyla; mantığını kullanan, kendi ışığıyla aydınlanır. Kişisel ışık, zifiri karanlığa tutulan el fenerinden daha zayıftır; karanlık çevredeki gölgelerin sizi parçalamaya hazırlanan ejderhalar olduğunu sanırsınız. Bildiğiniz yol, sadece görebildiğiniz yoldur. Oysa evrenin sahibinin mantığıyla ilerlediğinizde, tüm evren haritasının avucunuzun içine sığdırılabildiğini göreceksiniz. Onun mantığıyla ilerlemenin tek yolu, sizi doğru yolda ilerleteceğine inanmanızdır. |
c) Ruhsal Destek:
Başaracağınızdan emin olduğunuz bir iş üzerinde çalışırken, değişen şartlara göre ne yapmanız gerektiği konusunda yardım alırsınız. Ne kadar eminseniz, sezgileriniz, tahminleriniz veya rasgele tercihleriniz o kadar isabetli olacaktır. Bir anlamda, kendinizi derin bilincin yönetimine terk ediyorsunuz ve o, sizi ihtiyacınız olan yere sevk ediyor. Şu örneğe bakın: Sarımsak yağının faydalarıyla ilgili bir yazı okudum. Nereden satın alabileceğimi tahmin etmişsem oraya gidip sordum; aradan geçen üç ay boyunca bulamadım. Bir gün sarımsak yağını ararken yoruldum; eninde sonunda bulacağımdan emin olarak, dinlenmek amacıyla bir dostumun bürosuna girdim. Sohbet ederken oradaki misafir öğretmenin konuşması ilgimi çekti. İngiltere’den sarımsak yağı ithal ediyormuş. Görüyorsunuz; derin bir bilinç, aradığımı, tahmin etmediğim yerde önüme koymuştur. Öğretmeni o büroya gönderen kudret, beni de oraya sevk etmişti. |
d) Dış Engellere Karşı:
İnsan vücudu tabiat kanunlarıyla yönetilen çevrenin etkisi altındadır. İnanç düzeyiniz, üzerinizdeki olumsuz çevresel etkileri en aza indirebilir. Çevreyi oluşturan faktörlerin sizi ne kadar engelleyeceğine inanıyorsanız, o kadar engellenirsiniz. İman gücünde gelişmiş bir inanç, gerekirse tabiat kanunlarına bile meydan okumanızı sağlar. En güçlü imana sahip Peygamberin(asm) on parmağından on çeşme su akmasını sağlayan; onun yağmur dileyen duası daha bitmeden bulutu aniden gönderip yağmuru sel gibi indiren güç, yaratıcının gücü hakkındaki eminlik hissinin şiddetinden doğar. Kalbindeki iman veya eminlik duygusu karşılığında, Yaratıcının Peygamberine ihsan ettiği, diğer deyişle, Peygamberi aracılığıyla kullandığı güçtür. İnanç, büyük direnç gösteren tabiat kanunlarına bile meydan okuyabiliyorsa, basit engellere neden meydan okuyamasın? “Kazanamayacağınıza inandığınız” sınav için(10) neden boşuna emek harcıyorsunuz? Dâhi de olsanız, inanmadığınız sınav size kazandırılmayacaktır. Fakirliğe mahkûm olduğunuzdan eminseniz, neden boşuna çalışıyorsunuz? Fakirliği dinle içselleştiren Hinduların fakirliğe mahkûmiyetlerinin ardındaki nedenleri görebilmelisiniz. |
e) Gizli destek:
Başaracağınıza emin olabilirseniz, kaderin sahibinden gizli destekler alırsınız. Görünüşe göre işi yapan sadece sizsiniz; ama, öyle şeyler yapılır ki, tesadüf olduğunu sandığınız o şeyler, kaderin sahibi tarafından ya size ilham edilmiş; ya da melekleri aracılığıyla bildirilmiş olur. Şu hikâyeye bakın: Doktora sınavına giriyorum. Sadece iki üniversite doktora sınavı açtı. Birinde yabancı dili kazanan tek öğrenci olmuştum; tek öğrenci için doktora programı açamayacakları söylediler. Diğer üniversiteye yöneldim. Ankara’daki tek sınav ve kazanmak zorundayım. Bana düşen, bütün gücümle çalışmak, yakıcı arzuyla başarıyı dilemek, sonuç hakkında yaratıcının hükmüne razı olmaktır. “Düşün ve Başar” kitabındaki stratejilere uygun olarak üzerime düşeni yaptım. Gerçekler şöyle söylüyordu: Ben siyaset bilimci değilim ve siyaset bilimi alanında çok yetersiz durumdayım. Böyle bir sınavda başarılı olabilmem için bir ay içinde en az yüz kitap okumak zorundayım. Aldığım yardımın çarpıcı biçimine dikkatinizi çekeceğim. Yunan site devletlerindeki demokrasi uygulamasını iyi bilmiyordum. Sınavdan bir gün önce, bu konuyu iyi bilmem gerektiği, garip bir sezgiyle, inatçı şekilde zihnime takıldı. Ankara Üniversitesinde master yapan bilgi birikimi müthiş Fahri Bakırcı’dan, bir saat boyunca sorular sorarak o konuyu öğrendim ve kendisinden o konuyla ilgili bir kitap alıp okudum. Aynı gün akşam, üniversitede okuduğumuz iki kitaptan birer bölümü iki saat içerisinde inceledim. Sınavda çıkabilir düşüncesiyle değil, sadece biraz daha bilgili olmak için. İçimden akıp geçen sezgilere, uyarılara teslim olmuştum. Ne kadar birikimsiz olduğumu tahmin edebilirsiniz. Şuna bakın: sınavda dört soru soruldu. Hangi soruların sorulacağını kesinlikle bilemezdim. Bir sorunun cevabını arkadaşımla soru-cevap yoluyla öğrenmiştim. Diğer iki soru ise akşam çalıştığım o iki konuydu. Son soru literatürdeki genel kavramlardı. Çok ciddi bir sınavı kazanmayı hak etmişim. Elbette her zaman bu kadar basit değil. Ama, üzerime düşeni bütün içtenliğimle yaptım. Özel arabamda, kırmızı ışıkta bile ders çalışacak kadar sınavı kazanmayı istiyordum. Eğer tereddüt ederseniz, başaracağınıza dair inancınızı sarsarsınız. Hayatın akışına teslim olmazsanız, sezgiler veya ilhamlar size böylesine inanılmaz ölçülerde destek veremez. Rasgele yaptığınız işler bile, inancınızın şiddetine göre, amaçlarınıza paralel şekillendirilecektir. |
f) Çevresel Destek:
Eminlik düzeyiniz, diğer insanlardan alacağınız desteğin miktarını da belirler. Yaptığınız işe ne kadar çok inanıyorsanız, o kadar çok destek size sunulacaktır. Büyük başarılar için başkalarının desteğine de ihtiyacımız var. İnsanlar bize ne kadar inanıyorlarsa, o kadar destek vereceklerdir. İnsanların bize ne kadar inanacaklarını belirleyen, kendimize ne kadar inandığımızdır. Ayağınız kayar, elinizdeki ekmek düşer ve onu çöpe atarsınız. Saatlerdir ilerideki köşede aç bekleyen küçük kediyi doyuracak bir ekmeğin sizi ve onu izleyen Yaratıcı tarafından elinizden alındığını bilmezsiniz. Uzaklaşırsınız ve yavrularını emzirebilmek için kendini beslemek zorunda olan kedi oraya yaklaşır. Böyle manzaraları çok gördüm. Ankara-Samsun yolunda Siteler’e doğru eşimle birlikte yol alıyorduk. Bu beton yığınları içerisinde yüzlerce güvercinin nasıl beslendiğini siz de merak eder misiniz? Önümüze bir kamyon geçti, buğday veya arpa taşıyordu. Güvercinler kamyonun sırtına doluştular. Onları izleyebilmek için bir süre kamyonun ardından ayrılmadık. Kilometrelerce uzaklardaki güvercinlerin bize doğru uçtuklarını gördüm. Geldiler, kamyonun sırtına bindiler, doyanlar birer birer ayrıldı. İnanıp teslim olursanız, kör bir kuyuya düşseniz de, böylesine ilginç yardımlar size gönderilecektir. İnsanlar, çoğu zaman bize niçin destek verdiklerini de bilmezler; kaderin sahibi onları sevk eder; desteklerini bize cömertçe sunarlar. Bazen yardımlarını bize yönlendirdiklerinin farkında bile olmazlar. Bu kitabı yazmaya başladığım sıralarda Kur’an’daki “dua ayetlerini bulup çıkarmak istiyordum. Kur’an mealini okumaya çalıştım. Bir program aracılığıyla bilgisayardan taramak istedim. Birisi çok zamanımı alıyordu, diğeri sağlıklı bir tarama sistemine sahip değildi. Hedefime mutlaka ulaşacaktım. Geçici bir süre askıya aldığım bu konuda, bir ay içinde ilginç bir destek aldım. Değerli Berna Okudan böyle bir arayışım olduğunu bilemezdi. Eline bu konuda geçen bir dosyayı internet aracılığıyla bana gönderdi. Benzer bir olayı daha önce yaşadım. Hipnoz uygulamalarında seminerde kullanabileceğim güçlü bir animasyon programı arıyordum. Bunu bazı arkadaşlara yaptırma çabalarım boş çıktı. Nasıl yapabileceğimi düşünürken, bir gün sevgili dostum Tevfik Bilgin, “böyle şeylere ilgi duyuyorsun” diyerek, tam aradığım animasyonu yine internet aracılığıyla gönderdi. Geçmişime dikkat ettiğimde bu şekilde inanılmaz destekler aldığımı görüyorum. Bir gün Tülay Ersoy hanımefendi, ihracat ithalat konularıyla ilgilendiğini, bu konuda iyi bir rehber bulamadığını söylüyordu. Kendisine “eğer çok istiyorsan ve bulacağına inanıyorsan, bulacağından emin ol; bunun için kütüphanelere veya en iyisi İhracatı Geliştirme Merkezine gitmelisin. İnancını ve ısrarını çok güçlendirirsen, ayağına bile gönderilebilir” dedim. Aradan bir ay geçmişti. Büromuza bir kitap geldi, kapağında “İhracat Mevzuatı 2000” yazıyordu. Kitap kişiye gönderilmemişti; ama, kaderin sahibinin o kitabı Tülay Hanım için gönderttiğinden eminim. Size burada anlatmaya çalıştığım inancımın bir kez daha desteklendiğine şahit olmuştum. Bir şirket kurdunuz ve ortak arıyorsunuz. Kazanacağınızdan eminseniz, ortaklığa davet ettiğiniz insanlar daha cesur şekilde sizinle aynı riske atılırlar. Haşim Bayram’ın Kombassan’la birlikte başaracağından emin olan pek çok kişi, evini arabasını satmış, kurduğu şirkete ortak olmuştur. Siz söyleyin: Ben kapınızı çalsam, yapacağınız yatırımın bir yıl içinde on kat değer kazanacağına sizi kesin olarak inandırsam, tüm varlığınızla ve hatta borçlanarak bana ortak olmak istemez misiniz? En büyük etkileme inandırmaktır; inandırmanın en büyük adımı inanmaktır. |
g) Daha Az Emek:
İnanma şiddeti ile emek gücü arasında zıt bir ilişki vardır. Ne kadar fazla inanıyorsanız, o kadar az çalışma size yeterli oluyor. Yazmak için oturduğunuzda ilham geleceğinden eminseniz, kelimeler zihninizde akarlar. Hayalleriniz, rüyalarınız, düşünceleriniz, üzerine odaklandığınız sorunun çözümünü işbirliği yaparak önünüze dökerler. Mastır tezimin bazı bölümlerini rüyamda yazdığımı söylediğimde, şaka yaptığımı sanıyorlar. Sürem o kadar kısalmıştı ki, tüm saniyelerim düşünmekle ve üretmekle dolmuştu. Bilinçli zamanlarda yaptığım çalışma, bir tezi iki ayda yazmama yetemezdi. Ama rüyamda düşündüklerimi, uyanır uyanmaz kâğıt üzerine aktardığımda, bunun bir rüya değil, kesinlikle mantıklı bir bilinç olduğunu gördüm. Batmanlı bir öğrenci kardeşim Ankara’nın Maltepe semtinde ölümüne çalışıyor, üniversite sınavını kazanmayı ölümden kurtulma meselesi görüyordu. Sınavı kazacağından şüphe ettiğini anladım. Şüphesi yüzünden kendini sıkıyor, çalışmayı işkenceye dönüştürüyordu. “Böyle çalışırsa, her şeyi hafızasına yazsa da kazanamayacağını” söyledim. Önerilerimi dinlemedi, inancını geliştirmeden, çabalarına güvendi ve üzgünüm, sınavı kaybetti. Sınav derdine düşmeyen öğrencilerin daha az çabayla bizden başarılı olabildiklerine bakarak, kaderi veya sistemi suçlamayalım. Bir öğrenci sınavlar hakkında endişe ederek çok çalışırken, hiç endişe etmeden az çalışan öğrenci daha başarılı oluyor. Demek ki doğru olan farklı bir şey yapıyor. Eğer çok çalışmanın yanı sıra, başaracağımızdan emin olabilirsek, dâhi olacağız, haberimiz yok. |
3. İman Değiştirir:
Emin olduğunuz yargılar, zaman içinde hayatınızda çok büyük etkiler ve değişiklikler meydana getireceklerdir: a) Ruhsal enerji Ruhsal enerji, ruhtan inançlar aracılığıyla yayılır. Şifaya aracı olduğunuza inandığınız ölçüde, aracı oluyorsunuz. Bir insanın ruhsal enerji potansiyeli, inanabilme genişliği kadardır; ama, bu potansiyelin açığa çıkan miktarı, sadece inandığı kadardır. Tabiatın, hayat yolculuğunuzun hizmetine ne kadar sunulabileceğine inanıyorsanız, size o kadar hizmet edecektir. Star r Jordan’ın, “nereye gittiğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir” sözünün anlamı budur; sadece yol açmak için bir yana çekilmez, destek olmak için ardından yürür. Enerjilerini tüketerek çökenler, ümitlerini yitirenlerdir, karamsarlığa kapılanlardır. İnsanı yıldıranın, taşıdığı maddi yükün ve maddi işlerin ağırlığı olduğunu sanmayın. Eğer öyleyse neden bazıları dehşet verici işkencelerin altından ezilmeden kalkıyorlar? Neden bazıları, sadece düşük karne notuna veya bir hakarete yenik düşerek intihar ediyorlar? |
b) Savunma Sistemleri
Hastalıkların yayılmasının asıl nedeni vücudun savunma sisteminin zayıf kalmasıdır. Vücudunuz bakterilerin, virüslerin sürekli saldırısı altındadır. Savunma sisteminiz çöktüğünde, bu saldırılar mağlup edilemez ve küçük bir mikrop, bulduğu boşluğu kullanarak ilerler. Bildiğiniz AIDS virüsünün tek düşmanı savunma sistemidir. İnsan bu virüsten değil, bu virüs yüzünden meydanı boş bulan basit bir mikrobun meydan okumasından ölür. Ruhsallığımızın da bir savunma sistemi vardır. Ruhsal olarak ayakta ve diri olmak istiyorsak, dışarıdan gelen ruhsal saldırıları mağlup edecek bir güç düzeyine sahip olmamız gerekir. Saldırılar: Hakkınızdaki nefretler, öfkeler, telepatiyle gelen kötü mesajlar, nazar veya büyü gibi ruhsal etkiler; kendi karamsarlığınız, öfkeniz, intikam duygunuz, kıskançlığınız, lânetiniz, bedduanız. Bunun karşısında destekleriniz de vardır: Size yönelen sevgiler, dualar, dostluklar; sizin ürettiğiniz ümitler, sevgiler, yardımlar, ruhsallığınızı güçlendirecektir. Siz bu çatışma alanı içerisinde yaşıyorsunuz. Eğer güçsüz düşüren duygu ve tutumları üreten eminlik durumları geliştirmişseniz, azalan ruhsal enerjiniz, belli bir eşiğin altında kontrolünüzü kaybetmenize neden olur. Enerjiniz eşiğin altına düşerse, küçük bir sinek vızıltısı, en basit bir gerginlik, fırtına koparmanıza neden olur. Musluktan sızan bir damla suyu, başınıza damlayan koca bir tokmak gibi algılarsınız. Ruhsal savunma sisteminiz çöktüğünde, bedeninizi oluşturan sistemi kontrol eden fiziksel savunma sisteminiz de çöker veya paralel olarak zayıflar. Ruhsal hastalıklar beraberinde fiziksel hastalıkları da taşır. Gerçek güçsüzlük ruhsaldır ve güçsüz insan başarılı olamaz. |
c) Duygular
Davranışlarımızı duygularımıza, duygularımızı da inançlarımıza borçluyuz. İnsanın tercihlerini belirleyen acı ve zevk duygusunun tepesinde, neyin acı ve neyin zevk olduğunu tanımlayan inançlar vardır. Zarar verici inançlar sürekli zarar veren duygular üretirler; zarar veren duygular, hayatın her saniyesini işkenceye dönüştürür. Güçlendirici inançlarsa, olumlu duygular üretirler ve olumlu duyguların hâkimiyeti altındaki hayatın her saniyesi mutlu geçer. Mutluluk veya mutsuzluk hayatın nasıl geçtiğiyle, insanın neler elde ettiğiyle ilgili değildir; insanın neler hissettiğiyle ilgilidir. Bosna’da savaş çocukları kurşun yağmurlarının altında, olup bitenlerden habersiz oynuyorlardı. Anne babaları, yıkılan binalarının yanında, geleceklerini yeniden nasıl inşa edeceklerinin acısıyla gözyaşı dökerken, olup bitenlerden ertesi gün ilgilerini koparan masum deprem çocukları, çadırların etrafında eski oyunlarını sürdürüyorlardı. Bir çocuk çamurların arasında mutluyken, bir kral tahtında mutsuz olabilir.s |
d) Davranışlar
Eleştirildiğinizde öfkelenmeniz; akşam salonunuza girer girmez televizyonunuzu açmanız; acı veren bir olayı tekrar tekrar hatırlamanız; işe gitme saatiniz gelince kendiliğinden yatağınızdan kalkmanız; araba kullanabilmeniz, yazabilmeniz, okuyabilmeniz. Herkes hayatını, farklı alışkanlıkların yönetimine terk etmiştir. Seminerlerde, vücut dili üzerinde çalışırken, arkadaşlara, “sürekli tebessüm edin” deriz. Sözleşiyoruz ve çalışma başlıyor. Bir dakika sonra bazıları tebessümü bırakmış, otomatik somurtkanlıklarına ısrarla geri dönmüş oluyorlar. Bilincinizi kullanarak nasıl davranırsanız davranın, belli aralıklarla bilincinizden kopacaksınız; inanç kalıplarınızın belirlediği derin bilincinizin yönetimine terk edileceksiniz. İşte dalgın aralıklarda yaptığınız, derin bilincinizin size asıl yaptırdığıdır. Davranışlarımızın çoğunun otomatik olduğunu görüyorsunuz. Zararlı inançların ürettiği davranışlar da zararlı olacaktır. Bir insanın gerçek yüzü, dalgın zamanındaki yüzüdür. Yüzü taş gibiyken sizi görünce birden tebessüm eder; siz ayrıldığınızda eski haline döner. Gerçek mutlu yüz, sadece dalgın zamanda tebessüm edebilen yüzdür. Bilinçli zamanlarda, acıya ağlamakta, sevince gülmekte serbestsiniz; bilinçsiz zamanlarda ne yapıyorsunuz? İnançlarınız size ne yaptırıyor? |
e) Fizik Vücut
Her alışkanlık, insan vücudunda farklı bir şekil ve biçim üretir. Belki boyunuzun uzunluğunu değiştiremeyeceksiniz; ama omuzlarınızın dikliği veya kamburluğunuz geçmişinizi ele verecektir. Şu hikâyeyi hafife almayın: Kambur bir kral kamburluğundan çok eseflenmiş, bu sorununu yok etmeyi yıllar boyunca hayal etmiştir. Sonunda kambur olmayan bir heykelini yaptırıp sarayının kapısına diktirmiştir. Her sabah erkenden o heykelin karşısına geçip, kendisini dimdik hayal etmiş, yıllar sonra kamburluğu yok olmuştur. Bu gerçeği fark ettiğim 1994 yılında, “Pencere” köşemde yayınlanan bir deneme, “Nasıl güzel olunur?” başlığını taşımıştır. Fiziğiniz kendiliğinden değişmiyor, onu değiştiren ruhunuzdaki değişimdir. Çirkin olduğuna inanarak üzülenin yaratıcısına gösterdiği nankörlüğün karşılığında çirkinliği arttırılıyor; güzel olduğuna inanarak sevinenin gizli şükrü karşılığında da güzelliği arttırılıyor. Aynı anne babanın çocuklarının birbirlerine veya akrabalarına ne kadar benzediklerinin farkındasınız. Çünkü ortak genetik kodları taşıyorlar. Ama farklı yaşantılarının gelecekte fiziklerini değiştirdiğinin de farkında mısınız? Aynı köyde doğarlar, birisi şehre göçer, sanat ve edebiyatla dolu 40 yıl yaşar. Diğeri, yakıcı Güneşin altında toprakla meşgul olmuştur. 40 yıl sonra simalarını bir araya getirdiğinizde, aralarındaki büyük görünüm farklılığı dikkatinizi çekecektir. Bu farklılık, basitçe saçlarından veya bıyıklarından kaynaklanmaz. Cildin rengine ve yüz kaslarının yapılanmasına kadar işlemiştir. Uzun yıllar uyumlu bir evlilik sürdüren eşlerin birbirlerine ne kadar benzediklerine hiç dikkat ettiniz mi? Eğer aralarında tam bir davranış ve düşünme uyumu varsa, zihinsel ve duygusal olarak 30 yıl boyunca birbirlerini kopyalamışlarsa, kesinlikle birbirlerine benzeyecekler. Yalnızca duygusal olarak değil, fiziksel olarak da. Eğer bu tür aileleri karışık sıralarda oturtursanız, dikkatli bir bakışla eşlerini tespit edebilirsiniz. Bülent Ecevit’le Rahşan Ecevit’i, cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le eşi hanımefendiyi yan yana getirin. 1998 yılında Hürriyet gazetesinde ilginç bir haber okudum. Amerika’da “kedi güzeli” yarışması yapılmış ve kazanan kedilerin, sahipleriyle birlikte çektirdikleri resim gazetede yayınlanmıştı. Haberin başlığında, kedilerin sahiplerine benzemelerindeki ilginçlik vurgulanıyordu. Resme dikkat ettim: İnanamazsınız, kedinin yüz hatları insanı veya insanın yüz hatları kediyi bu kadar andırabilir mi? Her fizik bir inancın ürünüdür. Değişen inançlar, fizikleri de değiştirecektir. Çünkü insan fiziği o insanın ruhunda neler olup bittiğini anlatacak şekilde yaratılmıştır. Bir insan, ruhunda olup bitenleri değiştirdi mi, fiziğinde olup bitenler de değişmek zorunda kalacaktır. Güçlü inançları ve derinlikli ruhları olan insanların yüzlerinde, saygı ve sevgi şimşekleri çaktıran bir şeyler vardır. İçlerindeki ruh, vücutlarının en küçük hareketini çarpıcı şekilde yapılandırmıştır. Fiziğin değişimi budur; birisinin yüzüne baktığınızda, cesedinden çok ruhunu görürsünüz. |
4. Tereddüt Yıkıcıdır
İman yapar, şüphe ve tereddüt yıkar. İnanç üretmenin, şüphe tahribatın çekirdeğidir. Her çekirdek, dal budak salmanın sürekli bir yolunu arar. Gerçekleşmeyeceğine inandığınız hedefin(11) gerçekleşmesi imkânsızdır. Endişe ve şüphe, başarılarla perde ardında savaşan en güçlü savaşçıdır. Beni sevmezse, terk ederse, fakirlikten kurtulamazsam, iş bulamazsam, hastalık ömür boyu sürerse... Böyle endişelerin ruhunuza hâkim olmasına izin verirseniz, terk edecek, sevmeyecek, kurtulamayacaksınız. Hayallerinize saldıranlar, aslında kaderinizle savaşıyorlar. Dale Carnegie’nin anlattığı bir hikâyede, yıllarca iplerde dans eden bir ip cambazının aklına bir gün, ”ipten düşüp öleceği gelmiş,” bu endişeyle yaşarken çok geçmeden düşüp ölmüştür. Türkiye’nin bir numaralı komedi ustası Kemal Sunal, uçakla ilişkilendirdiği ölüm korkusunu yıllarca ruhunda canlı tutmuş; bu yüzden, uçağa bindiği gün, hayata veda ettiği gün olmuştur. Şüphe ne kadar fazlaysa, iman gücü o kadar azdır. İman, ruhsal gücünüzü artırırken, şüphe azaltır. Eminlik durumuyla size sunulacak tüm destekler, şüphe durumuyla tahrip edilir. Şüphenin en büyük nedenlerini merak ediyorsunuz. Şüphenin asıl kaynağı, gerçek imkânlarımızın sınırlı olması değil, potansiyeli sınırsız olan imkânlarımızı kendimize mal ederek sınırlandırmamızdır. Arkasındaki orduyu göz ardı ederek, tek başına hâkim olmaya kalkan bir asker gibi davranmamızdır. Bakalım: |
a) Yaratıcıyı Küçümseme:
“Acaba yapabilir miyim” demek, “acaba Yaratıcı yapmamı sağlayabilir mi” demektir. Farkında olmadan kudretini sorguladığınız Yaratıcının, neler yapabildiğini ilân eden Güneşin altında yürüyorsunuz. Bize düşen yapmaya kalkışmak ve Yaratıcımızın hizmetimize sunduğu tüm imkânları amacımız uğrunda sevk etmektir. Einstein’a atfedilen şu söze, ebedi hayatla birlikte düşünüldüğünde katılıyorum: “İnsanın kaderi, hak ettiğidir.” İnanmadığınızı hak etmezsiniz. Sınırsız kudretin yapabilme gücünden şüpheye düşen, kendinden de şüphe etmeye mahkûmdur. b) Yaratıcılığı Üstlenme: Başarabileceğinizden şüphe etmenize neden olan düşünce, kendinizi gücün kaynağı sanmanızdır. Eğer kendinizde aradığınız sınırsız gücü göremiyorsanız, başarabileceğinize nasıl inanırsınız? Biz neyi hak ettiğimize bakacağız, ne kadar güçlü bir dâhi olduğumuza değil. Güneşle ilişkisi kopan Ay karanlık; Yaratıcıyla bağı kopan insan yokluktur. Nemrut kadar güçlü bir kralı demir kapının anahtar deliğinden odasına girip, burnundan beynine tırmanan bir sinek devirdi. Kendimizi gücün yaratıcısı gibi gördüğümüzde, zaman zaman yaşayacağımız çaresizlikler, tüm başarı inancımızı sarsacaktır. Ayçiçeğinden ders almalıyız. Yaşadığı her gün boyunca, sabahtan akşama kadar, Güneşe dönmeye bıkmadan devam eder. Kurak günlerde sararan ve hatta kısmen kuruyan yapraklarına rağmen, her gecenin serinliğinde yeniden dirilir; yağmursuz göklere eseflenmez, intihara kalkışmaz. Damarlarında bir damla can kalsa da, ilk fırsatta onu evrene sunar. Bıkmaz, korkmaz, vazgeçmez. Oysa insan, varlığına can katıldığında, müthiş bir coşkuya girer; harekete geçer ve “evet yapıyorum” diye haykırır. Sonra da karanlık bastırır, şiddetli bir yorgunluğun veya ihanetlerin altında kalır; “hayır, yanılmışım, yapamıyorum” der. Eylemlerinizi yaratan siz misiniz? Neyi kendi başınıza başardınız ki, neyi başaramayacağınızı sanıyorsunuz? Lokmayı bile siz çiğnemiyorsunuz. Yaratıcının sinir sisteminize yerleştirdiği kanunlar sayesinde çiğnemeye niyet ediyorsunuz, sizin adınıza çene kaslarınıza beyninizden elektro-kimyasal emirler gönderiliyor ve çiğniyorsunuz. Dişlerinizin sertliğini siz mi yarattınız? Lokmayı ağız içinde çeviren dilinizin kaslarını gerçekten siz mi yönlendiriyorsunuz? Ya yuttuktan sonra olup bitenler? Bu kadar basit işi bile kendi kudretiyle yaratmayan, elbette hiçbir şeyin yaratıcısı değildir. O zaman dayanacağımız güç, kendi imkânlarımız değil, çünkü tam olarak kendimize ait hiçbir imkânımız yok. Ama evrene sınırsız işler yaptıran kudretin bunu bize de yaptırabileceğini bileceğiz. |
c) Görevleri Karıştırma:
İnsan kendi göreviyle Yaratıcının işini birbirine karıştırabilir. Yapamayacağımızı sandığımız, kendi görevimiz mi, yoksa Yaratıcının işi mi? Korktuğunuz nedir: Buğday ekememek mi; Yoksa buğdayın başak vermesini sağlayamamak mı? Ekini siz ekeceksiniz, mahsulü de siz toplayacaksınız; ama mahsulü yaratmaya gücünüz asla yetmeyecektir. Yeryüzüyle tanışalı asırlar geçti ve insan bir tek buğday tanesi yaratamadı. Yani ders çalışamamaktan mı, yoksa sınavı kazanamamaktan mı korkuyoruz? Yanılıyoruz; bizim görevimiz sınavı kazanmak değil, sınavı kazanmayı hak edecek bir bilgi ve tecrübe birikimi üretmek ve sınava girmektir. Başardığımızda, sonucu yaratan zaten biz olmayacağız. “Ben yaptım” diyenler kasıtlarında dikkatli olsunlar. Sorumlusu olmadıkları sonuçları üstlenirlerse, inançlarını sarsarlar. |
d) Olumsuz Genelleme:
Şüphe, bireysel olaylardan genel hükümler çıkarmamıza neden olur. Bir şeyi şimdi yapamamayı, hiçbir zaman yapamamak olarak tercüme eder. Şimdi yapamamak, hiç yapamamayı gerektirmez. Bir arkadaşım, “ben şair olamam” demişti; acaba bebekken ona sorulsaydı, “ben yürümeyi öğrenemem” diyecek miydi? Bugün yapamayacağını düşünen, yarın yapamamasına destek oluyor. Bugün başaramayacağını inanan, yarınki başarısıyla savaşıyor. Kaybettiren tuzak tam burada işte: İki farklı “yapamamak” vardır; birisi, şu anda yapamayacağını bilmek, diğeri hiçbir zaman yapamayacağına inanmaktır. Hayatınız, yapamayacağınıza inandıklarınızla hapsedilecektir. Hayali sınırlarınızı asla aşamayacaksınız. Acı olan, yapamamak olgusunu genelleyerek kabul etmemiz, hiç yapamayacağımızı sanarak, tüm hayatımızı ipotek altına almamızdır. Tüm genellemeler, karşıt düşünce çekirdeklerinin araya girerek kök salmasına engel olurlar. İnsan şimdi yeterince zeki olmayabilir; ama, “ben zeki olamam” derse, zekâsının gelişimini durdurur. Bir yıl boyunca her gün kendinize zeki olduğunuzu söylerseniz, zekânızdaki gelişmelere şaşıracaksınız. Her zenginin fakir olduğu yılları vardır. Sabancı’nın geçmişine bakın. Her zekinin zekâsından şüphe edildiği zamanları vardır. Einstein’ın çocukluğuna bakın. Eğer o zamanki durumlarını genelleselerdi, bu zamanki durumlarına geçiş yapamayacaklardı. |
5. Somut Tecrübeler:
Buraya kadar gelen bölümler boyunca size çeşitli örnekler sunmaya çalıştım. Bu bölümde, iman gücünün üretebileceği sıradan veya sıra dışı bazı deneyimlerle, anlatımı daha da anlaşılır hâle getirmek istiyorum: a) Popüler Deneyimler: Türkiye’de çok kişi İsviçre’den gelen bir gurubun şovunu izledi. Uzun bir inşaat demirinin iki ucuna gırtlaklarını dayandırıyorlar, gırtlaklarının gücüyle demiri eğiyorlardı. Sonra da ateşlerin üzerinde dans ediyorlardı. “İnanırsanız, yaparsınız” mesajını veriyorlardı. Arkasından Hollanda’lı Emile Ratelband, verdiği seminerde, inanmanın etkisini gösterileriyle anlattı. Ateşin üzerinde yürüyen adam, seminere katılan bazı kişilerin kırık cam parçaları üzerine atlamalarını sağladı. Ayaklarının altında ezilen camın ayaklarını kesmemesi şaşırtıcı geliyordu. ATV ana haber bülteninde, Yahudi asıllı İngiliz, Uri Geller, bir telepati gösterisi yapmıştı. Ali Kırca, kimseye göstermeden kağıdına bir şekil çizmiş, sonra da Geller’den, çizdiği şekli, telepatiyle keşfedip çizmesini istemişti. Canlı yayında Geller’in çizdiği şeklin ve boyutlarının Kırca’nınkiyle tıpa tıp aynı olduğunu gördüğünde, Kırca ikna olmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Bu anlattıklarımın hepsini izledim. |
b) Bilimsel Deneyler:
İnsan ruhunun doğa kanunlarını aşabileceğini anlatan, California Üniversitesinden Prof. Robert E. Ornstein’in kitabından, onun itibar ettiği deneyleri örnek göstereyim(12) Menninger Vakfı’nın desteğiyle yapılan bir çalışmada, bir Yoga ustası aynı elinin iki farklı noktasında vücut ısısını zihin gücüyle kontrol edebilmiş ve aradaki ısı farkını 11 dereceye kadar çıkarabilmiştir. Tibetli bazıları, telkinler yoluyla vücut ısılarını buzları eritebilecek kadar yükseltebiliyorlar. Bir inanç düzeyi vardır ki, bilinçli tekrarlanması güçtür; ama, mümkündür. İnsanın ebedi hayatta tam olarak eline verilecek olan ruhsal yeteneklerin Dünya hayatında bile nasıl kontrol edilebildiğini görmek için size Marlo Morgan’ın Avustralya’nın yerli Aborijin kabilelerinden biriyle birlikte geçirdiği dört aylık yolculuğu anlattığı “Bir Çift Yürek” romanını okumanızı öneririm(13) . O kitapta göreceklerinizden daha olağanüstü örnekleri İslam tarihinde görebilirsiniz. Abdülkadir Geylani(ks), sofrada kemikleri kalan tavuğa, şahitlerin huzurunda, “Allahın izniyle kalk” demiş; tavuk yeniden ete kemiğe bürünerek sofradan kalkıp yürümüştür.(14) Ornstein, bilimin henüz yabancı olduğu bu gerçeklerden bir senteze ulaşmaya çalışırken, şu çelişkili itirafta bulunuyor: “Son zamanlarda bazı araştırmalar, her ne kadar etkileri daha parlak olgularca sık sık engellense de, bâtıni geleneklerin, gizli çevresel güçlerin bizi etkilediği şeklindeki düşüncesini onaylamaktadır.”(15) Sıradan hayatı derinden etkileyen çevresel güçler mi var? Hayır, sadece tek kaynaktan doğan bir güç var ve bu, Kudret ışığına ayna olan ruhunuzdan maddesel âlemin işleyişine sürekli devşirdiğiniz güçtür. Yaratıcının gücüdür. Bu gücü, melekler, Hz. Hızır, veliler ve hatta hayvanlar bile kullanabildiği gibi, siz de kullanabilirsiniz. Ancak Dünyadan ayrıldıktan sonra, temiz yaşamışsanız zaten kavuşacağınız bu gücü geliştirmek amacıyla, özellikle Dünyanın bu son asırlarında hayatınızı tüketmemenizi öneririm. |
c) Kimyasal İlaçlar:
Amerika Birleşik Devletlerinde, Üniversite Öğrencileri üzerinde yapılan bir deneye dikkat edelim: Öğrenciler iki guruba bölünüyor. Bir guruba, uyarıcı ilaç veriliyor ve bu ilacın sakinleştirici olduğu söyleniyor. Diğer guruba ise sakinleştirici ilaç veriliyor ve uyarıcı olduğu söyleniyor. Bu ilaçları alan öğrencilerden, üzerlerindeki etkiler hakkında bir anket formunu doldurmaları isteniyor. Sonuç: Öğrenciler ilaçların gerçekte ne yaptığından değil, ne yapacağına inandıklarından etkilendiler. Uyarıcı ilacı alanlar, onun gevşetici olduğunu sandıklarından, gevşemişlerdi. Diğer gurup da inandıklarını yaşadı. Dikkat edin, burada kullanılan ilaç bir plasebo(16) değil, gerçek bir kimyasaldır. İnanç maddeye meydan okumuştur. İşin başında olduğunuzdan veya fakirlere yardımı terk ettiğinizden dükkanınıza az müşteri gelir; müşteri gelmiyor dersiniz, dedikçe inanırsınız. İnancınız yüzünden, gelen müşteriler kapınıza uğramadan geri döndürülürler. Küçük bir hastalığa yakalanırsınız, belki de ilgi toplamak veya gerekçe niyetine kullanmak için “hastayım” dersiniz. Siz söyledikçe –yalan da söyleseniz- hastalığa inancınız gelişir, gerçekten de hasta olursunuz. Neye inandığınız bu kadar önemlidir. d) Kilo Kontrolü: Hürriyet Gazetesindeki bir haberde, Mayo Clinic tarafından İngilteredeki Daily Telegraph okurları arasında gerçekleştirilen bir deneyin sonuçlarını okudum. Gazete, aynı gün ülkenin değişik yerlerinde iki farklı baskı yaptı. Bir baskıda, okuyuculara kilo verdirmek için çeşitli psikolojik telkinler kullanıldı; bir ay boyunca kilo verdiklerini hayal etmeleri istendi. Diğer baskıda ise spor yapmaları, asansörleri değil, merdivenleri tercih etmeleri gibi bedensel egzersizler önerdiler. Deneye katılan okuyucuların bir ay sonra anket sorularına verdikleri cevaplar ilginçti. Her iki yöntemi kullananlar da aşağı yukarı aynı oranlarda kilo vermişlerdi. |
e) Vahşi Hayvanlar:
Diyarbakırlı bir aile, yılanların asla kendilerini ısıramayacağına inanmıştır. Pek çok kişi bu iddiaların gerçek olduğunu televizyonda canlı yayında izledi. Yılanlar bebeklerinin en yakın oyuncağı oluverir. Böyle bir inanç içerisinde büyüyen bebeğe yılanlar gerçekten de zarar vermez. Ailenin babası, televizyon ekranında elini zehirli bir yılana ısırttırmış ve zehir ona zarar vermemiştir. İnsan fizyolojisinin savunma sistemi, inanç sisteminden etkilenerek şekillenir. Bir başkası akrebin kendini sokamayacağına inanır, inancı iman derecesinde güçlüdür. Bu yüzden akrep onu sokamaz. Eğer inancı çok güçlü ise bu inancının etkisini bir başkasının ruhsal kimliğine transfer edebilir. “Efsunlama,” “el alma” veya “el verme” dedikleri bu yöntemlerle, ruhsal yeteneklerin bir başkasına transfer edilmesi mümkündür. Nazar gerçeği ve büyü olayları bu transferin değişik yansımaları olarak asırlarca karşımızda duruyor. f ) Su Bulmak: Malatyalı asker arkadaşım Bayram Karaahmetoğlu çalı parçasıyla yer altındaki suyun yerini bulma yeteneğini bana öğretmek istedi. Ruhsal bir pratiği “başaracağıma iman gücünde inanırsam” gerçekleştirebileceğimi biliyordum. İnancımı Bayram gibi iman derecesinde güçlendirmek için onunla birlikte çalışarak üç adımlı bir yol izledim: a)Önce yaptıklarını keskin bir dikkatle gördüm, her şeyi tüm canlılığıyla dinledim ve elindeki gücü hissetmek için çalıya dokundum. Yaptığını iyice algıladıktan sonra, b)Kendim yapmaya başladım ve aynı görüntüyü, sesi, dokunsal algıyı canlandırdım. Bunu başardığımda inancı kavramıştım ve sıra onu geliştirmeye gelmişti, c)Çalışırken aynı görüntüleri, sesi ve dokunsal algıyı zihinsel olarak tüm canlılıklarıyla ruhumun derinlerinde görmek için elimden geleni yaptım. Israrlı denemelerim sonucunda, aynı çalı benim elimde de suyun olduğu yeri gösteriyor; suyun akış yönüne göre çalı, hissedilebilir bir güç tarafından aşağıya veya yukarıya doğru hareket ettiriliyordu. İlk sıralarda benim elimde üretilen güç, Bayram’ın elinde üretilen güçten çok daha zayıftı. Ama denedikçe yapabildiğime dair imanım besleniyor ve gittikçe, elimde karşı konulmaz bir güç üretiliyordu. Diğer arkadaşlardan bazıları da aynı şeyi denediler; ama benim ulaştığım sonuca ulaşamadılar. Çünkü ben inanmıştım. Bu gerçeğin sırrını tabiat kanunlarına odaklanan maddeci bilim açıklayamaz. Bu örneğe benzer şekilde, ellerini yaprakları üzerinde gezdirerek, yerin altındaki patateslerin yeterince olgunlaşıp olgunlaşmadıklarını ellerindeki ısıyla anlayan Aborjinlerin yaptıkları da tamamen ruhsaldır. |
II-İmanı Nasıl Geliştireceksiniz?
İman gücünü nasıl kullanacaksınız? 1. Engel Kaldırma: Yeni bir inanç geliştirmek veya eski bir inancı değiştirmek istediğinizde, sizi engellemek isteyecek çok güçlü iç ve dış mesajlarla karşılaşacaksınız. İlk adım bu engelleri kaldırmaktır. Engelleyici dış mesajlar: Diğer insanların size veya ortama söyledikleri, yazdıkları her olumsuz söz, bilincinize saldıran bir telkindir. Ayrıca diğer insanların hayatlarında gördüğünüz olumsuzlukları da kendinize kıyaslarsınız, onları kopyalarsınız; aynı çerçevede kendinizin de başarısız olacağınızı sanırsınız. Örneğin: “Torpili olmadığı için kaybetti; benim torpilim yok, ben de kaybedeceğim.” Engelleyici iç mesajlar: Kendi geçmişinizin ve tecrübelerinizin etkisiyle kendinizi sınırlayıcı sözler söyleyebilir ve bu sözleri, zamanla emin olduğunuz doğrular hâline getirebilirsiniz. Somut geçmişinize ilişkin sınırlar ve onlar hakkında kabullendikleriniz, geleceğiniz için büyük bir çelik kafese dönüşebilir. Örneğin: “İki defa bu sınava girdim ve kaybettim. Demek ki hiç kazanamayacağım. Ben kaybetmeye mahkumum.” Bir iman geliştirmek istediğinizde, öncelikle bu iki olumsuz alanı zihninizden silmeniz gerekir. Her iki alanı, “telkinler ve olaylar” açısından ele alacağız: |
a) Dış Mesajlar:
aa) Dış Telkinler: Gelişimimize yönelen en büyük saldırının kaynağı, kendilerini başarısızlığa mahkûm etmiş olan diğer insanlardır: “Yapamazsın, başarılamaz” derler. Çünkü onlar pek çok başarısızlık yaşadılar, kendi sınırlarını biliyorlar ve herkesi o sınırların içine hapsetmek istiyorlar. İyi bir insansanız, size “kötüsünüz” denildiği için kötü olur musunuz? Katile, “kahraman” demek, onu kahraman yapar mı? Başkalarının yorumu ve telkiniyle kimliğimiz değişmediğine göre, “başaramazsın” diyenlere niçin inanacağız? Bizim topluluğumuzda özgüven zayıftır. Çocuklukta kendimizi anne babamızın yorumlarına göre anlamlandırarak dış referansın altında ezildik. Çocuğuna elbise alan anne, ilk aşıyı yapıyor çocuğuna; “hemen gidip babamıza gösterelim, bakalım beğenmiş mi?” Neden önce, “sen beğendin mi, bunu alalım mı” diye sormuyorlar? Liderler, iç referansları kuvvetli olanlar arasından çıkmıştır. Denge kuracağız. Kimseyi dinlemeden burnunun ucuna gitmek de doğru değil. Orta yolu şudur: Çevreden gelen sınırlayıcı yorumların tümünü dışlayın. Sizi aşağılamaları veya taktir etmeleri önemli değildir. Önümüze çıkan tüm engeller aşılabilir engellerdir. Engelleri ve imkânsızlıkları dinledikçe, bu işin imkânsız olduğuna dair inancınız pekişir. Dikkate almak için sadece bir defa dinlemeniz yeter. Bundan sonraki her dinleyiş, zararlı bir telkine dönüşecektir. Sınırlayıcı telkinlerin hepsi tecrübelere; ama, başarısızların tecrübelerine dayanır. Kötü tecrübelerinden ders alalım, ama onları kopyalamayalım. Onlar, “o okul çok zor; yüksek zekâlı öğrencileri alıyorlar, sen ise o kadar iyi değilsin” derler. Siz, “olabilir, ama ben en zeki öğrencilerden daha zeki olmanın bir yolunu kesinlikle bulabilirim, aradıkları yüksek zekâlı kişi olmamı, benden başka hiç bir şey engelleyemez” deyin. Şimdiye kadar sınırlayıcı pek çok sözü söylenirken duydum: “Ne kadar çabuk unutuyorsun, boşuna uğraşma, hayallerine acırım, hayatını boş işlerde heba ediyorsun, herkes kendini şair sanıyor, yazarlığı da çocuk oyuncağı yaptılar, Karadeniz’de gemileri batmış gibisin, çok yaşlanmışsın, çökmüşsün, kimse onu yenemedi, can sıkıyorsun, sorumsuzsun...” Bu yorumlardan bazıları, hakkımızdaki bir gerçeğin ifadesi olabilir. Eğer öyleyle onlara teslim olmamalı, bu tür özelliklerimiz varsa, değiştirmeye adanmalıyız. Hakkımızdaki yorumlara kayıtsız kaldığımızda, zaman içerisinde bizi gerçekten söyledikleri gibi yapacaklardır. Reddetmemek kabul etmektir; yok etmezseniz var olurlar. Onların farkına varmanız; gerçeği ifade etmiyorlarsa, bilinçli ve kasıtlı şekilde kendi zihninizde reddetmeniz gerekir. |
ab) Dış Olaylar
Dış dünyada somut başarısızlık örnekleri gözlemleyeceksiniz ve onları kendinize nispet edeceksiniz. Onlara bakarak “filân şirketin patronu şu kadar yetenekli ve güçlü olduğu halde iflas etti; ben ondan daha güçsüz olduğuma göre, kesinlikle kaybederim” diyebilirsiniz. Seyrettiğiniz filmler, sokaklarda gözlemledikleriniz, gazete sayfalarında okuduğunuz haberler, bilincinizi yoğuran telkinlerdir. Herkes kaybederken kaybedenler, sıradan insanlardır. Beyaz koyunlar ileri doğru yürütülürken, kırmızı koyun da ileri doğru yürür. Oysa çoban köpeği etrafta dolaşır. Başarı, herkes gibi olmayı değil, hiç kimse gibi olmamayı gerektirir. Yani özgün olmayı, taklit etmemeyi, farklı olmayı gerektirir. Yüzlerce sanatçı arabesk okur; ama, Orhan Gencebay gibi kimse yoktur. Binlerce siyasetçi arasında Tayyip Erdoğan gibi kimse yoktur. Karl Marks’ın tam bir kopyası olan kimse gösteremezsiniz. Birisi kaybetmişse, bir yerlerde hata yapmış olmalıdır; bize düşen, onlardan ders alıp o hatadan kurtulmaktır; kaybedişlerine bakarak vazgeçmek değil. Başarı hikâyelerinden çok, başarısızlık hikâyelerine itimat ediyoruz. On kişinin “işe yarıyor” dediği yöntem hakkında birisi “işe yaramıyor” dediğinde, tüm inancımızı sarsıyoruz. Çünkü geçmişte hedefimize bizi ulaştırmayan tecrübeler, bizi başarısızlığı kabullenmeye ve meşrulaştırmaya hazır tutuyor. “Bir durum gerçekse, onu kabullenmemiz gerekmez mi” diyorsunuz. Kabullenmek istediğinizin, değişebileceğini iddia ediyorum. Gerçek olan, evrensel olandır. Bir işi başarabilen en az bir kişi varsa, o işi başaramamak evrensel bir gerçek olamaz. Amacınız sınırlarınızı aşmayı başarmak değil mi? Yenilgiyi kolaylaştırmak mı istiyorsunuz? Belki sınırları tamamen aşabilecek kadar yaşayamayacaksınız; ama size aktardığımız gibi düşünürseniz, en azından başarısızlığa mahkûmiyetten kurtulacaksınız; önünüzü açık tutacaksınız. Başaracağına inanmak, belki kesin başarıyı getirmeye yetmeyebilir; ama, başaramayacağına inanmak, kesin başarısızlığı getirecektir. Üniversite sınavını kaybedenlerden etkilenerek, sizin de kaybedebileceğiniz inancını geliştirmeyin. Çünkü bazıları hâlâ kazanıyor. Bütün öğrenciler Türkiye üniversitelerine sığmazsa, herkesin başarısı, sistemi yeni üniversiteler açmaya zorlar. Ülkenizdeki sistem tıkanmışsa, Dünya üniversiteleri sizi bekliyor. Bütün üniversiteler kapanmışsa, hayatınızı bir üniversiteye çevirmenize ne engel olabilir? Ekonominin bozulması yüzünden şirketler birer birer iflâs ediyorsa, iflâs edeceğiniz endişesine kapılmayın. Çünkü bu ortam sayesinde daha da büyümeyi başaranlar var. Kansere yakalanmışsanız, yakalananların çoğunluğuyla aynı sonucu paylaşacağınız inancına kapılmayın. Çünkü kanseri aşmayı başaranlar var. Değiştiremeyeceğiniz inançlar, hiç bir istisnası olmayan evrensel durumlar üzerine kurulu inançlardır: Yaşlanacaksınız ve öleceksiniz. Cinsiyetiniz doğuştan ne ise odur. Herkesi sınırlayan sınır, onunla mücadele edilemeyecek sınırdır. Bunun dışında, başarı yolculuğu sınırsızdır. |
b) İç Mesajlar:
ba) İç Telkinler: Bunlar kökleşmiş yıkıcı inançlarımızın kendimize ifade ettiğimiz biçimleridir: “Bu kötü alışkanlıktan kurtulamam, hafıza sorunumu çözemem, onunla barışamam, hastalığımı yenemem.” Bu ifadeleri gördüğünüz yerde öldürün. Biyolojik ve zihinsel sınırlarımızın varlığı inkâr edilemez. Doğrudur, 80 yasında bir insan 20 yaşında bir genç gibi hızlı koşamayabilir. Ama 80 yaşında bir dervişin, odasından kalkıp bir gecede dünyanın arka tarafında dolaşması mümkündür. Mevcut sınırlarınızı kalıcı ve asla değişemez görürseniz, o sınırları aşmanız engellenir. Telkinlerle ürettiğiniz zihinsel sınırları kaldırdığınızda, belki hayallerinizden geçen her mümkün olayı gerçekleştirebilecek kadar uzun yaşamayacaksınız; ama, elde edeceğiniz ilk fayda “sınırlarınızı sürekli aşmanız” olacaktır. Hedefe ulaşmanın bir yolu kapanmışsa, açılabilecek başka bir yol vardır. Yürüyerek Dünyayı dolaşmak amacıyla yola mı çıktınız? İşin zorluğunu boş verin, karar vermişseniz, yürüyün. Zorluğu düşünmek kapasitenizin çok küçük bir bölümünü kullanmanıza izin verecektir. Temel ile Cemal yüzerek Amerika’ya gitmek üzere Trabzon’dan yola çıkarlar. İstanbul, Çanakkale ve nihayet Cebelitarık boğazından geçerek okyanusa açılırlar. New York yakınlarındaki Hürriyet Anıtı göründüğü sırada,Temel Cemal’e seslenir: “Cemal ben yoruldum, geri döniyrum.” Biz çoğu zaman, hedefin tam kapısından geri dönen insanlarız. Eğer zorluğu düşünecekseniz, neden böyle bir yolculuğa çıkıyorsunuz? Ya yapın, ya da yapmayın. Biz hem yapmaya kalkışıyoruz; hem de kendimize engel oluyoruz; bu mantıklı değil. |
bb) Kişisel Olaylar
Elli defa devrilen bir güreşçi, artık hep devrileceğini sanır. Kimse 30 gün sonra yağmur yağıp yağmayacağından emin değildir; ama, 30 gün sonra sabahın mutlaka Güneşle birlikte aydınlanacağını biliriz. Çünkü Güneşi her sabah orada görerek emin olduk. Bugünkü olumsuz inançlarımızın temelinde geçmiş tecrübelerimiz gizleniyor. Yıllardır yaptıklarımıza razı olursak, yıllarca neler yapacağımızı belirleriz. Eğer geçmişin şimdiki gününüzü ve inançlarınızı belirlemesine izin veriyorsanız, bu yolla geleceğinizi de belirlemiş oluyorsunuz. Çünkü insan nasıl yaşarsa, öyle yaşamaya davam eder ve nasıl devam ederse öyle ölür. Gelecek, varlığını geçmişe dayandırır. Kendi akışına terk edildiğinde, kötü geçmiş kötü gelecek; iyi geçmiş de iyi gelecek üretecektir. Gidişat iyiyse harika; ama, değilse çizgiyi hemen şimdi kırmak zorundayız. Ondan nefret ediyorsunuz. Çünkü yıllardır küçük hatalarına odaklandınız ve odaklandıkça büyüdüler. Korkuyorsunuz; çünkü önce karanlıktan, sonra gölgeden tedirgin oldunuz; böcekten çekindiniz ve gün geldi korkunuz dev gibi bir ağaç oldu. Çin işkencesidir bu: Kurbanı sabit bir yere bağlarlar ve başının üstüne koydukları depodan, her saniye bir damla suyun başının tepesine damlamasını sağlarlar. İlk sıralar suyun damlayışı eğlencelidir. Ama 600 veya 800 damladan sonra işin rengi değişir; her damla su, kurbanın beynine balyoz gibi iner. Sonunda kafa kemiği çatlar. Pek çok insanın yaşadığı depresyon patlamasının altında, su damlası kadar ince, basit ve hafif problemler vardır. Ama o problemlerin binlerce kez zihinlerinden geçmesine izin verirler. Altında inledikleri acının gerçek dünyada var olmadığının, sadece kendi zihinlerinde üretildiğinin farkında değiller. Dertlerini anlattıklarında, ne kadar küçük problemlerin onları tank gibi ezdiğine şaşarsınız. Oysa gülüp geçilecek kadar basit olduğunu gördüğünüz o problemleri, aynı süreklilikle siz de yaşasaydınız, aynı patlama sizin dünyanızı da kuşatacaktı. Adam, istediği televizyon kanalını açmadı diye eşini öldürmüştür. Bir köylü, komşunun çocuğu horozunu kovaladı diye, çocuğu öldürmüş; çıkan kan davası üzerine iki aileden dört kişi ölmüştür. Bir tane dersi zayıf geldi diye küçük kız intihar etmiştir. Ev yansa, deprem olsa, dağlar patlasa, bir cana değer mi? Asıl sorun yılların içinde damla damla biriktirilmiştir. Sorun damlalarından, sorun okyanusları çıkmıştır. |
2. Eylem Üretme
Hakkımızda emin olduğumuz inançların gelişiminde, defalarca yaptığımız eylemlerin büyük payı vardır. Defalarca yaptığınız şeyin sabit bir özelliğiniz hâline geldiğinden emin olursunuz. Şimdiye kadar size gelen her soruyu çözmüşseniz, bundan sonra gelecek soruları da çözeceğinizden emin olursunuz. Bu eminlik duygusu geçmişteki eylemlerinizden beslenerek gelişmiştir ve gelecek eylemlerinizi de belirleyecektir. Şu hâlde, büyük inançlar geliştirmek için, işe küçük eylemleri tekrar ederek başlayacağız. Küçük eylem büyük benzerinin örneğidir ve zihinde oluşturacağı etki, büyüğünden farklı olmayacaktır. a) Basit Eylemler: Küçük başarılar, büyük başarıların üreticisidir. Denediğinizde başardığınız her şey, size yapabileceğinizi söyleyen bir telkindir. Yaptıkça yapabildiğinizi görürsünüz. Her başarı daha büyük başarıyı üretecektir. Derin bilincimizdeki iman buzdağının önemli bir parçasını tecrübelerimiz oluşturur. Her şeyden ve herkesten çok, yaptıklarınıza inanırsınız. Telkinlerle yetinmeyin, yapın. İp cambazı olmak için kontrollü olarak ipte yürümeniz gerekir. Çıtayı gittikçe arttırırsınız. Her defasında size güven gelir, yapabildiğinizi görürsünüz ve bir üst düzeye geçmeye cesâret edersiniz. Yazar olmak istiyorsunuz: Bugün bir cümle yazın, yarın ve ertesi gün bir paragraf yazın. Takip eden iki gün bir sayfa yazın. Her hafta yazdığınız miktarı arttırın. İlk başladığınız andan geliştiğiniz her düzeye kadar sürekli, ne yapabildiğinizin farkında olun. Kısa süre içerisinde “yazabileceğiniz” inancının geliştiğini göreceksiniz. Hafızanızın kötü olduğuna mı inanıyorsunuz? Bu hafta boyunca her gün bir vecize ezberleyin. Gelecek hafta sayıyı günde ikiye, sonraki hafta dörde çıkarın. İki ay sonra hafızanıza şaşıracaksınız; kazandığınız güvenin ürettiği iman, kendi içinden hafızanızı besleyecektir. Geliştirmek istediğiniz inançları tespit edin. Sonra da çok küçük örnekleriyle yola çıkın. En alt düzeyi çok iyi yaptığınızı anladığınızda çıtayı yükseltin. |
b) Tekrarlı Eylemler
Tekrar ettiğiniz her eylem zaman içinde mükemmelleşir. Bir iş size zor ve can sıkıcı gelebilir; üzerine gidin ve onu tekrar yapın. Her defasında kolaylaştığını göreceksiniz. Dost FM stüdyosuna ilk girdiğim gün, hata yapma korkusuyla nefesim kesiliyordu. Şimdi ağzımı açıyorum ve kelimeler dökülüyor. İyi yapamadığınıza inandığınız bir yetenek mi var? Onu bir daha yapın. Aynısını bir daha. Bıkmayın ve tekrar edin. Bu tekrarlar, gerekli olan eminlik duygusunu yakın gelecekte inşa edecek ve endişeleriniz sizi rahat bırakacaktır. İlk başlarda yaşadığınız zorluklar zaman içerisinde tamamen ortadan kalkacaktır. Bu yüzden önünüze çıkan her fırsatı değerlendirin. Her göreve gönüllü olarak koşun, her hizmeti omuzlamaya hazır olun. Çevrenizde çeşitli sosyal hizmetlerle, vakıf veya dernek faaliyetleriyle karşılaşacaksınız. Çoğu zaman amatör insanların desteklerine muhtaçtırlar. Hiçbir karşılık beklemeden çalışın. Alacağınız en büyük karşılık, geliştireceğiniz yetenekler olacaktır. İyice geliştiklerinde, artık sizi aranan bir insan hâline getireceklerdir. |
3-)Hayal Üretme
a) Gerçek Kurgulama Arzularınızı yaşadığınızı hayal ederseniz ne olur? Görüntüleri, sesleri, kokuyu ve tadı hayalen defalarca yaşayın. Gerçek kurgulama, gerçekten de sahip olmak istediğiniz, karar verdiğiniz ve başarmayı hedeflediğiniz konular üzerinde olmalıdır. Hayal, telkinin en kolay biçimidir. Aslında zihninizde dolaşan her şey, kendinize yapılmasına izin verdiğiniz birer telkindir. Sadece kelimelerle değil, görüntülerle ve duygularla da telkin yaparsınız. O zaman geleceğinizi ve yapmak istediklerinizi beş duyunuzu kullanarak hayal edin. Hepimizin her dalgın zamanında yaptığı, daldan dala, kontrolsüz ve çağrışımların yönettiği hayali kast etmiyorum. Sizin kendi bilincinizle yaptığınız ve odaktan sapmadan, ne kadar süreceğini sizin belirleyeceğiniz hayalden söz ediyorum. Kontrolsüz hayal, zihin için öldürücü bir düşmandır; düşünce ve analiz yeteneğini köreltir. Ama hayali bir kontrolünüze aldığınızda, tüm yeteneklerinizin temeli hâline geliverir. Hayal sürekli bombardıman eden bir silahtır. Onu elinize aldığınızda yalnızca düşmanlarınıza ateş eder; onu kendi başına bıraktığınızda, bombalanacakların başında siz gelirsiniz. Einstein’in, “bilimden önemlidir” dediği hayal, kontrollü, kasıtlı ve bilinçli hayaldir. Hayaliniz tam ve canlı olmalıdır; ne istiyorsanız onu alabildiğince net ve açık görüntüleyin. Harika bir eviniz olsun istiyorsunuz: İki katlı, dik yapılı kiremit çatısı olan. 150 metrekare zemin üzerine kurulmuş, sekiz pencereli, dört odalı. Dış duvarlarının rengi pembe, iç duvarları krem rengi, pencereleri ahşap. Bahçenizde beş tane 30 metre uzunluğunda kavak ağacı var, çimler beş santim ve yemyeşil, gül çiçekleri açtığında her yer kıpkırmızı oluyor. 20 metrekare bir havuz yapmışsınız, fıskiyenizden bir metre yüksekliğe fışkıran suyun sesini dinliyorken, sağ taraftan hafifçe esen rüzgârla dans eden uğultulu ağaç yapraklarını seyrediyorsunuz. Tertemiz bahar ve ot kokusu bahçenizdeki güllerin kokusuna karışıyor. Serçe kuşlarını görüyorsunuz, ağaçlarınızın dallarında cıvıldaşıyorlar. Ne kadar net canlandırabilirseniz, o kadar güçlü telkin edersiniz. Hayatınız, en güçlü telkinin yönetimi altında geçecektir. Özetle: Kurduğunuz hayallerde tüm renkleri görün, eşyalara dokunun, hayali ortamdaki sesleri işitin, onları koklayın, yenebilir şeylerse, onları hayalen tadın. Dahası, kurgunuzun sabit bir resim değil, sürekli hareket eden bir film olmasını sağlayın. Filmi hayalinizde ileriye ve geriye doğru kare kare sarın. Diyelim ki, toplum önünde cesaretle konuşabildiğinize dair bir iman geliştireceksiniz: Kendinizi binlerce insanın huzurunda konuşurken hayal edin. Kendi sesinizi yakından ve dinleyiciler tarafından, ağzınızdan ve mikrofondan dinleyin. Kendinizi yanınızdan ve dinleyiciler tarafından, üstten, arkadan ve yandan görün. Dinleyicilerdeki hareketleri, sizin sahnedeki hareketlerinizi canlandırın. Ne kadar rahat ve başarılı konuşabildiğinizi hayal edin. Filmi baştan sona, sondan başa izleyin. Geliştirmek istediğiniz tüm iman alanlarında kuracağınız bu tür hayaller, sizi çok derinlerinizden besleyecek, içten içe büyük bir cesaret ve özgüven geliştirdiğinizi göreceksiniz. Yalnız, sözünü ettiğimiz hayali ne kadar canlandırabildiğiniz çok önemlidir. Eğer boyutlar hayal meyal beliriyorsa, ortamı siyah beyaz görüyorsanız, hayalinizin imanınız üzerindeki etkisi zayıf kalır. Bu durumda aynı hayale daha fazla başvurmanız ve onu daha çok tekrar etmeniz gerekir. Etkin canlandırma yeteneğini öğrenmek için NLP’nin Duyusal Alt Biçemleri geliştirme tekniklerini uygulayabilirsiniz.(17) Herkesin hayali ve arzuları farklıdır. Neyi kazanmak istiyorsanız, nereye gitmek ve nerede, kiminle olmak istiyorsanız, “sanki olmuş gibi” geleceğinizi görün. Hayalinizde gördüğünüzü, gözlerinizle de göreceğinizden eminim. İnsan inandı mı, artık kaderin sahibi onun durdurulmasına izin vermez. |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:44 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.