![]() |
Ensar Aktaş
24 Saat Seni Düşündüm
Bugün yine Kalktığımda seni düşündüm Yerken, içerken Gezerken, çalışırken Hep seni düşündüm Hep hayallerini gördüm Zaten dün yatmadan önce de Hep seni düşünmüştüm Gece ıssızken, soğukken Karanlıkken, sensizken Hep seni düşünmüştüm Rüyamda da seni görmüştüm |
Acelem Var
Acılar, çekilin yoldan Acelem var Düşün yakamdan Hayat çok kısa Daha yapacak çok işim var Denizler kirlenmiş Güneşte lekeler var Bulutlar islenmiş Ayda tutukluk var Sevgiler tükenmiş Yürekte kinler var Saygı da ne imiş Serde bencillik var Nerede menfaat var Hangi işte çok para var Adalet kimlerin elindeymiş Terazi de hileler var Mum gibi eriyip gitmiş Hani nerede insanlar Nerede insanlık Pes ettim doğrusu Ben bu işleri beceremedim Eğri büğrü yolları düzeltemedim Acılar, çekilmeyin yoldan Acelem var Beni ancak ecel paklar |
Acıların Gurbeti
Tanrım bizleri yarattı Kader gurbeti arattı Gurbet hasreti tattırdı Gariplerle doldu acıların gubeti Kader dedik çıktık yola Gazamız mübarek ola Çalıştık hep vermedik mola Masumlarla doldu acıların gurbeti Biz fakiriz hep ağlarız Gece gündüz çalışırız Vatan özlemiyle yanarız Fakirlerle doldu acıların gurbeti Böyle gelmiş böyle gidecek Hasretlik hiç dinmeyecek Gurbetçinin yüzü gülmeyecek Acılarla doldu acıların gurbeti |
Acıyla Dans
Hüzzam bir beste bir kulağımda Diğerinde gramofon gıcırtısı Gözlerimde yalnızlığın karartısı Yüreğimse içler acısı Gitmek sana ne kadar yakıştıysa Terkedilmekte bana bir o kadar Şimdi yanağımda duran bir damla yaş Sanki ayrılığa takılmış bir inci alyans Artık ne sen basıyorsun nasırıma benim Ne de ben senin bamteline İki sağ, bir sol, küçük adımlarla yavaş yavaş Meydan bana kaldı, benim başrolde Sarıyor belimden acılar sımsıkı Acıyla dans bu benimkisi Karabasan gibi omuzlarıma çökmese Bir de şu hasret sancısı |
Ağlayamam
Gittiğin gün beni öldü sandılar Aşkını mezara gömdü sandılar Sel gibi gözyaşı döktü sandılar Bir vefasız için ağlayamam ben İçimi yalnızlık sarmış olsada Kalbimi hasretin yakmış olsada Gidişin dünyamı yıkmış olsada Bir vefasız için ağlayamam ben |
Ağlayan İmgeler
Her kalemi tutuşumda Diyorum ki yazayım Sevgi dolu, umut dolu, Pembe pembe şiirler Sevgililer kavuşsun, Çocuklar hep gülsünler Son bulsun düşmanlıklar Barışsın bütün küsler Kâbuslar şöyle dursun Gerçek olsun tüm düşler Yüreğimden çıkıyor Güzel güzel sözcükler Birden şimşek çakıyor Beynimde bir fırtına, İmiğimde düğümler Ne oluyorsa oluyor İmgeler hep ağlıyor Kalemimin ucundan Dökülürken kağıda |
Ah İstanbul
Denizi seyrediyordum İstanbul’da bir pazar günü İstanbul ağlıyordu sanki, ogün bir başka hüzünlüydü Bütün caddelerde hayatla ölüm kalım maçı vardı Caddeler de bıkmışlardı bu kavgalardan, ama ne yapsalardı İnsanlar ne İstanbul’un nede benim farkımdalardı Onlar son düdükten önce bir gol daha atabilmenin uğraşında Yada atamasalar bile, ezeli rakiplerinden, Yani hayattan, bir gol daha yememenin çabasındalardı Çünkü hayat bir sıfır öndeydi ve hakemin eli düdüğündeydi Uzatmalar oynanıyordu artık, ve hayat bir sıfır öndeydi Onlar yaşam turnuvasında final oynuyorlardı ve rövanşı yoktu bu maçın, Onlar da hiç istememişlerdi belki de bu maçı oynamayı Onlar birer oyuncu seçilmişlerdi, belki de birer kurbanlardı Bir kere çıkarılmışlardı bu yalancı dünyanın arenasına Kanmışlardı bir kere, İstanbul’un taşına toprağına Ya güdeceklerdi deveyi, yada geçeceklerdi hendeği Onlar birer figürandı ve çok iyi oynamalılardı rollerini Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Denizi seyrediyordum İstanbul’da yine bir pazar günü Denizler devşirmişti sanki gökyüzünden aldığı deli mavisini Şehrin üzerine çöküşmüş karabulutların kömür karasıyla Bulutlarsa ortak olmak ister gibilerdi benim gözyaşlarıma ki Gözyaşlarım kararsızdı, Kararsızlık turları atıp duruyorlardı gözbebeklerimin etrafında Ve sağanak olup denize yağmak ister gibilerdi sabırsızca Dokunsalar ya ağlayacaktım gülünecek halimize kahkahalarla Yada gülecektim ağlanacak halimize gözyaşlarıyla Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Ah İstanbul, neydi beni diğer insanlardan böyle ayıran Ne oyuncu yapan, oynadıkları maça, nede seyirci bırakan Neydi beni yıllar sonra yine dayanılmaz bir temmuz sıcağında Yine Beyoğlu meyhanelerinin en sarhoş müşterisi olduğum Dumanaltı bir cumartesi akşamından arta kalan şu pazar sabahında Yine bu üzerinde yürüdükçe çürük tahtaları gıcır gıcır sesler çıkartan Nice yeni umutlarla, sevdalarla merhabalaşmalara ve Nice sessiz, buruk vedalaşmalara istemeden şahitlik etmiş Ve nice bütün sırlarını denize gömmüş insanların son durağı olmuş Beni bu kırık dökük iskelenin kenarına oturtan, neydi Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Yıllar önce yine sıcak bir temmuz pazarının sabahında Yine bu iskelede, yine tam şuracıkta donakalmıştım ayakta Kançanağı gözlerim uçsuz bucaksız ufuklara dalmıştı, Ufukta kaybolup giden birşeylerin ardından bakakalmıştı Beyhude uçup giden gençliğime hüngür hüngür ağlamıştı Hayatım bir film şeridi gibi geçerken bulutların arasından Martılar da ağlıyorlardı sanki, kanatlarını çırparak arkasından Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Bir çift ayakkabı için ağladığım bayram sabahlarını da hatırlarım Bir misket için ağlattığım en iyi arkadaşlarımı da Anamın çırpınışlarını da hatırlarım okuyup adam olayım diye Okuldan kaçıp arkadaşlarla sigara içtiğimiz günleri de hava olsun diye Ya daha onbeş yaşında ettiğimiz kavgaları okulun en güzel kızı yüzünden Yo delikanlıydım ben, kimse yan gözle bakamazdı benim sevgililerime Önce şiirler çalardım ünlü şairlerden aşk mektuplarını süslemek için Sonra yırtar atardım sabahlara dek özene bezene yazdığım o mektupları Kimdimki ben, neyimeydi aşık olmak benim, yuva kurup mutlu olmak neyimeydi Kendi mutluluğum için yıkamazadım başka hayalleri, başka umutları Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Bütün sevaplarımı aldım sağ elime ve günahlarımı ise sol elime İstanbul’du bana işleten sevapları da günahları da ve hesaplaşmalıydık, Burada, şimdi verilmeliydi günahlarımın hesabı, bırakamazdım mahşere Al işte işlediğim sevaplarım, senin olsun alda istersen at şu denize Bırak günahların tümünü ben alayım, kalsın benimle Ah İstanbul, ben ne yapmıştım ki sana, deli gibi aşık olmaktan, Bütün ümidini sana bağlayıp, sana güvenmekten başka Dur İstanbul dur, gelme üstüme öyle aç kurtlar gibi, işte sevdan bak duruyor avuçlarımda Bir sevda kuşu gibi gelip konmuştu omuzuma, şimdi yaralı bir kuş gibi avuçlarımda Al sevdanı alda, gençliğimi geri ver bana, yada da kucağını açsın şu deli dalgalar Ben gidiyorum İstanbul, işte çıkıyorum son yolculuğa, elveda İstanbul, elveda sana |
Anormal Bir Adam
İnsan sevdiği kadar yaşarmış Özlediği kadar severmiş Ben bin yıldır seviyorum seni Ve özlüyorum bin yıldan beri Anormal bir adamım ben Ne sevmeye doyarım Ne de özlemekten bıkarım İster anla, anlama ister-sen Bakma saçlarımdaki aklara Gönlüm henüz onsekiz yaşında Sevilmenin tadına varmadan Vurulupta giderim sanma Kurşun yağdırılsa da deli başıma Sen tarafından... Vuracaksa yüreğin vursun Göğsümün sol tarafından |
Asker Ocağında Babalar Günü
(Bu şiir henüz babasını hiç göremeden askerde ya da savaşta kaybetmiş tüm çocuklarımıza atfen yazılmıştır.) Canım babacığım benim Ne çok isterdim bu sözlerimi Senin yüzüne söylemeyi Oysa yüzünü hiç göremedim Yetmiyor siyah beyaz bir askerlik resmi Sağlamıyor yüzündeki sıcaklığı hissetmemi Yüreğindeki baba şefkatini yansıtmıyor bana Resmindeki o çatık kaşların Doldurmuyor içimdeki derin boşluğu benim Biliyor musun, canım babacığım Büyükler beni hep sana benzetirler Babasından almış kaşını gözünü derler Bu yüzdendir her gece saatlerce aynaya bakışım Senin eşgalindir kendi gözlerimde aradığım İşte bu yüzdendir her gece gizli gizli ağlayışım Canım babacığım, bu yüzdendir hayallere dalışım Biliyor musun, canım babacığım Ben artık gündüzleri hiç ağlamıyorum Yasakladım kendime gündüzleri hayal kurmayı, ağlamayı Sana kızdığımdan değil asla, kırgın olduğumdan değil sana Pek belli etmese de, annem de çok üzülüyor bu hallerime Dalıp dalıp gidiyor gözleri uzaklara Uzun uzadıya dalıyor bir meçhule sessizce Gözleri dolup dolup taşıyor sonra İçine akıtıyor gamlı gamlı yaşlarını gizlice Biliyor musun, canım babacığım Bugün günlerden Babalar Günü’ymüş yine Bütün bölük çarşıya gitti bir coşku bir neşeyle Kimisi babasına ufak bir hediye alacakmış Kimisi de telefon, telgraf açacakmış Bense koğuşta yapayalnız, şiirler yazıyorum aklımca İçimde yer kalmadı dertlerimi dökmeye O yüzden ortak ediyorum kağıdı kalemi kendime Biliyor musun, canım babacığım Bir kerecik olsun saçlarımı okşamadın Elimden tutup çarşı pazar dolaştırmadın Çay bahçesinde oturup bir dondurma yiyemedik seninle Olmadı işte, olmadı bir aile fotoğrafımız bile Bir meşin topum, bir bisikletim bile olmadı, almadın Bir komando künyesi ardında hatıra diye bıraktığın Onun onurunu da hiç birşeye değişmem, yanlış anlama beni İçimi dökmek benimkisi, hüzünlerim sana Babalar Günü hediyesi Birde adını bıraktın bana ama bir kere olsun anmadın Bir yağlı düşman kurşununa teslim ettin bütün hayallerimi Seninle birlikte gömdüler sevinçlerimi, gençliğimi, geleceğimi Olsun, ben yine de çok seviyorum seni, gurur duyuyorum seninle Bu yüzden aynı bölgede yapıyorum askerliğimi Bu yüzden her nöbet saatinde kesiyorum sınırdaki dikenli telleri Sırf bu yüzden düşman topraklarına atıyorum her fırsatta kendimi Biliyorumki bizi ayırdığı gibi kavuşturacak olanda o yağlı mermi İşte o yüzden saymıyorum şafakları, beklemiyorum tezkeremi |
Aşikâr
Şıvgın gözlerindir seni şiar kılan Baygın bakışlarındır beni şikâr yapan Sessizliğim, korktuğumdandır kırmaktan seni Yoksa ölümüne sevdiğim aşikâr değil mi? |
Aşk-ı Eflatuni
Ben seni güneşi sever gibi hatta güneşten daha çok sevdim Çünkü güneş yalnız dünyayı aydınlatıp, ısıtıyor Oysa sen gönlümü aydınlatıyor, içimi ısıtıyorsun Ben seni çaresiz bir çocuğun denize düşerken Sarıldığı yılanı sevdiği gibi sevdim Çünkü yılan dalgalar kadar hırçın ve acımasız değil Ve hiçbir sevgi çocuk yüreğindeki kadar saf değil Ben seni kırmızı bir gül kurusu gibi sevdim Çünkü gülün ömrü kısa oluyor, çabuk soluyor Oysa gül kurusu ömür boyu saklanabiliyor En güzel aşk romanlarının sayfaları arasında Bende seni ömür boyu saklayacağım Aşkınla dolu yüreğimin satır aralarında Çünkü ben seni öylesine sevmedim… Ben seni aşkların en yücesiyle Aşk-ı eflatuni ile sevdim |
Aşk İçin Düello
Aşk Ah, aşk O öyle bir duygu ki; Ne zaman, nerede, Kimin karşısına çıkacağı belli olmuyor Kimisi yaşıyor aşkı doya doya Kimisi boyuyor baştan aşağı karaya Kimisi kıymetini bilmiyor, geri tepiyor… Tapıyor kimisi de, kul köle aşka Ah, aşk O öyle bir duygu ki; Hekese nasip olmuyor işte Sen birini seviyorsun, o başkasını O seni seviyor, sen bir başkasını Ah, aşk Alması da güzel vermesi de Doyulmaz tadına karşılıklı olursa bir de… Ben de sevdim… Seni sevdim, delicesine Sen de seviyorsun, biliyorum Ama aynı aşkı paylaşamıyoruz seninle Kavuşamıyoruz bir türlü Pozitif, duygularımız ikimizin de İtiyor mıknatıs gibi birbirini, Zıt kutuplardanız belli ki Birbirimizi değil aşkı seviyoruz, değil mi? Aşk için ölüyoruz ikimiz de Madem öyle… Var mısın düelloya? Vuran aşkı alsın Vurulan aşkın kurbanı olsun Her halükârda kazanan aşk olsun |
Aşk Mavisi Gözlerin
Aşk mavisi gözlerin deniz derya Dalarsam çıkamam bir daha Diye, korkuyorum Ne olur bakma bana Öyle dalgalı dalgalı Öyle aralıksız Dalgalar yutar beni Olurum alabora Diye, demir atamıyorum koylarına Derin derin bakma bana Kaçamak kaçamak olsun bakışların Bir çırpıda yakma beni Serin serin olsun yakışların Şarabın tadına bakar gibi Küçük küçük yudumlarla Bir yıldız kaysın gözlerinden Bir yunus takılsın gök kuşağına Alsın beni de, süzülelim bulutlara Gitsin gittiği yere kadar Yelken açalım gözlerinin büyüsüne Vuralım diplere, tâ derinlere Ben kürek çekerim yalnızlığa Takadım kalmadığı yerde Severek batarım gücümün bittiği yerde Yeterki keşfedeyim aşkı mavi mavi Gök gök, o deniz gözlerinde |
Aşk Mevsimi
Bir boşluğun yokuşunda hüzünlerle yarışırken Ne sevdalar bitiyordu ben seninle tanışırken Güneş şimdi yeni aşklarla doğuyor ufuklarda Mevsimler bahara takılıyor yıllar bir bir aşınırken Bulutlar ağlamıyor artık, yağmurlar sevgiyle yağıyor Çiçekler solmuyor artık, içimizde kırmızı güller açıyor Kara sevdalar tutunamaz buralarda, platonik aşklar Doya doya yaşanıyor artık, masmavi renkli aşklar Mevsimler hep aşk mevsimi, gerçek aşksa yaşanan Esmezse hazan rüzgarları, sonumuz olmazsa hüsran |
Aşk Ötesi Bir Duygu Benimkisi
(Biricik eşim Gönül’e…) Papatya falları açıp durma Seni hâlâ seviyormuyum sevmiyormuyum diye Ne o masum papatya yaprağı ölçebilir Ne de bir dudağı yerde bir dudağı gökte Cadı kazanı kaynatan falcı kadınlar bilebilir Sana olan aşkımın mahiyetini Bana sorarsan kalbinin sesini dinle Sen ne kadar seviyorsan beni Binle çarp, milyonla çarp, hatta inanma! Matematik aciz kalır, hesap tutmazsa, şaşma! Kendinle çarp beni, yüreğinle Harmanla, çalkala, tart beni Yayık yayar gibi yay sevgimi Ama ne o mis gibi tere yağında ara Ne de buz gibi köpüklü ayranında Aşkımın sırrını, esrarını O, Afyon kaymağından daha tatlı Annelerin sütünden daha yüce, daha faydalı Belki dillere destan, çocuklara masal olmadı Cilt cilt romanlar yazılmadı Ama şuna inanki; Ne Mecnun benden çok sevdi Leyla’sını Ne Ferhat ne Kamber ne de diğerleri Evet, bir hayli zaman geçti aradan Belki saçlarımın rengini aldı götürdü yıllar Belki dünya görüşümü, Yüzümdeki çocuksu tebessümü, Belki aşkın rengini sildi süpürdü yağmurlar Ama kalbimde ilk günki gibi saklı duruyor özü Ne fırtınalar söndürebilir o közü Ne de ecelin soğuk yüzü Ne dağ delenler tanıdı böyle bir aşkı Ne de kardelenler Ne gözler görebildi böyle bir aşkı Ne de gönüller Gel, sen kahve falından da vazgeç Diğerlerinden de… Yüreğinin sesini dinle Rüyalarını hayra yor Ölümü gör, beni dinle Sesimi berrak berrak akarsulardan duy Elini göğsüne koy Vicdanının sesini dinle O da yetmezse Dağlara, taşlara, kuşlara sor Ben seni Ağustos’ta kar Dağların ötesinde, çöllerdeki yar gibi Bir bıldırcının yumurtasındaki zar gibi sevdim İlk gün ne kadar sevdiysem Şimdi de o kadar çok seviyorum Ben seni Ay kadar, yıldızlar kadar, güneş kadar Din kadar, iman kadar, ezan kadar Nehir kadar, şiir kadar, eş kadar Aşk kadar, meşk kadar çok seviyorum Yetmiyor işte anlatmaya kelimeler Mısralar yetmiyor işte, dizeler Dönmüyor işte dilim bülbül kadar Seviyorum işte hava kadar, su kadar, gül kadar Ekmek kadar, aş kadar Toprak kadar, yağmur kadar, göl kadar Yanağındaki al, gözlerindeki umut kadar Gümüş kadar, altın kadar, yakut kadar Dünya kadar çok seviyorum seni Cennet’te akan kevser gibi eşsizsin benim için Sen gönül perisi, sen sevda prensesimsin Gözlerin inci tanesi, sözlerin aşkın sonesi Seviyorum hâlâ seni sevgi ötesi, aşk ötesi |
Aşka Kurşun Sıkacağım
Bu sabah bile bile ters yanımdan kalktım Çünkü bugün benim başkaldırı günüm Hayatımda ilk defa asi olacağım Çözülecek kördüğüm… Bütün gece düşündüm durdum, Bir sağa, bir sola döndüm… Başımı duvarlara vurdum, Bir daha düşündüm… Bir düşündüm, bin kudurdum… Kafamın içinde akrepler gezinir oldu Beynimi yıkadı durdu zifirî karanlıklar Gözlerime perde çekti katran rengi anılar Cahil fikirlere yenik düştüm, Düşüncelerim zehirlendi anacığım… Bugün aşka kurşun sıkacağım. Sebep mi? Öylesine desem… şaşırırsın tabiki. Aşk sana beni verdi Peki, bana ne verdi? O’na el verdi, bana sırt döndü, Ele gül verdi, bana diken, Herkesi mutlu etti, bana öl dedi. Yok öyle yağma! .. Yaşamak için öldüreceğim Gözümü bile kırpmadan çekeceğim tetiği Canına meydan okuyacağım, Ruhuna yasin… Bugün aşka kurşun sıkacağım. Eskiden hep üç elma düşerdi gökten Bu kez üç mermi düştü Biri bana, biri O’na, biri de aşka... |
Aşkın Gizem Surları
Ne sandığın gibi deliyim ben, ne de serseriyim Aşkın kuralı böyle, bıraktım kendimi gözlerinden içeri Yüreğine doğru, tepetaklak yeniş aşağı Başka bir yolu yok gönül kalesini içten fethetmenin Tek basamak çıkılmıyor yukarı mutluluk, beş düşmeden aşağı Yıkılmıyor aşkın gizem surları, elden bırakmazsan aklı, mantığı |
Aşkın Hammaddesi
Sende dibine dalınmayı bekleyen okyanus mavisi mahrur gözler Yüzünde mutluluğu simgeleyen gülkurusu sımsıcak gülüşler Bende gülüşüne aldanıp gözlerine dalmaya davet bekleyen Karşıkoyulmaz çılgın arzular, delidolu mağrur istekler, hevesler Daha ne bekliyorsun, aşkın hammeddesi bu, hazır işte Hadi artık, hadi gönder bir kıvılcım kalbime de, bu aşkı ateşle |
Aşkın Kül Kokusu
Odanın duvarlarına düşmüş gölgesi dün gece burada yaşanan gizli aşkın Bir gecelik aşk mıydı bu yoksa yaz aşkı mı, anlamadı yüreğim hâlâ şaşkın Vazo da solgun duruyor sana verdiğim, o kırmızı gül, o aşkın sihirli tortusu Gül kokusu değil artık üzerindeki, bir gece de solmuş bu aşkın kül kokusu |
Aşkın Ölüm Orucu
Ey canım gözbebekleri türkuvaz renkli güzel Bakışın güneşten sıcak, yüzün aydan parlak, bembeyaz Yüreğin henüz bakire, deymemiş yabancı bir el Gamzen gül açmış, dudağın kiraz, gülüşünse yaz Eskiden çıksaydın karşıma, aşık olurdum ben sana biraz Sırılsıklam, körkütük, deli dolu bir yıldırım aşkıyla en az Çünkü ben aşk için yaratılmışım, hep aşk için yaşamışım Lakin nerede o eski aşklar, hani nerede o eski haz Önce aşk denilen şey kendini yıprattı, kirletip eskiltti Sonra aşkım kendisini de beni de aldattı, çekip gitti Şimdi ben kırkbin kere tövbeliyim, yeminli, temkinliyim Aşkın ölüm orucundayım ve bir gün bu yolda öleceğim Bambaşka, çok farklı bir aşkla Tanrı’ya döneceğim |
Aşksızlıktan
Gönlümün boşluğundan yakınıyordum Mutsuzluğum aşksızlıktan zannediyordum Neden benim de bir sevgilim olmasın diyordum Öyle bir aşka düştüm ki bin pişman oldum |
Ateş Böceği Yıldız
Bir yıldız kaydı gökyüzünden Kuyruğu gözlerime takılı kaldı Bir dilek tuttum içimden Ateş böceği zıpladı Çekirge gibi aniden Bu ilk, belki de son zıplayışıydı Ne olduğunu bile bilmeden Yıldız denize düştü Deniz dalgalandı Ateş böceği havada asılı kaldı Yıldızlar tamamlandı Dileğim tuttu işte Denizden sen çıktın, Hasretinse yüreğimden Aşk bizi sardı yeniden |
Ayna Tut
Bir ayna tut kalbine Tutta gör bak Aşk mı, sevgi mi Yoksa nefret mi, kin mi Bu seninki Bir ayna tut gözlerine Tutta gör bak Ela mı, kahverengi mi Yoksa yağmaya susayan Ağlamaklı bulutlar gibi mi Gözlerine yansıyan Gözlerimin rengi |
Ayrılık Treni (Gurbet)
(Bu şiir 60’lı yıllarda çalışmak için Avrupa’ya gelen ilk kuşak işçilerimiz, babalarımıza atfen yazılmıştır.) Biraz sonra kalkacak ayrılık treni Bağışlamaz ayıracak iki candan seveni Götürecek uzaklara, tanıtacak gurbet elleri Bilmem kaç yıl göremiyeceğim nazlı yari Son bir kez sarılıyorum sevdiğime sımsıkı Hissediyorum kalbinin delice çırpınışını Salıvermemek için zor tutuyorum gözyaşımı Bizi bu hallere koyan kader mi yoksa para mı Öpüyorum son bir kez elma yanaktan doya doya Kokluyorum yarin ılık nefesini doya doya Daha şimdiden hüzün çöktü, sonu hayrola Biliyorum ela gözler dolacak yaşla, ama ne fayda Son kez tutuyorum yarin yumuşacık ellerini Son kez okşuyorum saçlarını, öpüyorum gözlerini Son kez duyuyorum o ahenkli, tatlı sözlerini Biniyorum trene, bir haykırış dillerde; unutma beni Tren çalışıyor, kapıları tamamen kapandı Açıyorum camı son bir kez göreyim diye yari Bir anons duyuyorum, gelmiş hareket vakti Yıllarca gitmez hayalimden yarimin şu son hali Çöküp sızmışım koltuğun bir köşesinde Dalmışım sevgi dolu güzel hayallere Gözyaşlarım sel olmuş, vagon dönmüş denize Nasıldım, ne oldum, Allah acısın hepimize Sevenlerin kaderi mi bu bilmem ama Bu bir suçumuzun cezasımı yoksa Ne olursa olsun ayrılık çok mu çok zor Kimseye göstermesin diye yalvarırım Allah’a Gözlerimi açtığımda baktım gelmişiz gurbete Kimi bagajının, kimi yoldaşının peşinde Ben sanki ölü gibi donup kaldım yerimde Ahh, ahh bir kavuşabilsem tekrar nazlı yarime Boynum bükük, gözlerim yaşlı indim trenden Kimi bir öpücük bekliyor sevdiğinden Kimisi coşuyor kavuşmanın sevincinden Ağlıyorum benim kimsem yok, dahi bir bekleyen Götürdüler beni tenha bir sokakta bir köhne eve Tanıştırdılar orada kalan bir kaç genç ile Dediler bu gece yatın yarın başlayacaksınız işe Anladımki daha şimdiden rahat huzur yok bize O gece hep düşünüp durdum, uyku girmedi gözüme Sabaha doğru dalmışım gözlerim yaşlı bir halde Beni uyandırdılar, ağlama dediler be arkadaş Teselli ettiler, geçer ilk gün biz de ağlamıştık diye Sabah erkenden kalktık, varıp başladık işe Üstelik en ağır en pis işleri verdiler bize Zaten bütün talihsizler düşmüş gurbet ellere Vazgeçilmez girmişiz bir kere biz bu işlere Günler böyle devam edip giderken Aylar yaşanmadan çekip giderken Kimbilir dünyada nice mutlu insan varken Biz her gün kahrolup ölüyoruz yaşarken Söylenirim bazen hapishane burdan iyidir diye Hiç olmazsa gelirdi sevdiklerim görüş gününde Zaten bu gurbetin hapishaneden farkı ne İşi işkence, evi bahçesi, hasret ise zindanı Dil bile bilmezsin derdini anlatasın doktor beye Zaten sırt dönüyorlar, bakmıyorlar yabancı diye Bir esir bir köle gibi çalıştırıyorlar bizi ölesiye Kimsen yok dertleşecek, ağlarsın gözyaşın bitesiye Bayram olur ana baba yokki ellerini öpesin Sevdiğin yanında yokki sarılıp sevesin Çoluk çocuk ta yokki göz öpüp harçlık veresin Bayramlardan daha çok ecelini istersin Kime dert yanayım kime isyan edeyim Seveni sevenden, dostu dosttan ayıran Ana, baba, evlatı birbirinden koparan Bizi ayıran şu kara tren mi devrilsin diyeyim Sanırım bütün gurbetçiler hep benim gibi Kimi yardan, kimi sıla, vatandan ayrı Kimi anne, baba, kardeş kimi yuvadan ayrı Bence gurbetçilerin hepsinin bahtı karalı Hatırlarım bazen eski anıları, maziyi Daha nişanlıyken asker ocağında geçen günleri Yine de çekmemiştim bunca özlemi Kimbilir ağlamaktan kan dolmuştur yarin gözleri Gurbet öyle acıki giden geri gelmiyor merhum gibi Gurbet öyle bir çukurki düşen çıkamıyor mezar gibi Yollar öyle çok ırakki bitmek bilmiyor dünya gibi Hasret öyle zorki yiyip bitiriyor insanı canavar gibi Yaşanmaz bu gurbette eğer ağlamakta olmasa Gelir bir mektup ayda, bir kart bayramlarda Bazen sevinç bazen de hüzün dolu satırlarda Daha zarfı açmadan ağlıyorsun, ağlada ağla Eskiden istemezdim bir gün bitip diğeri gelse Bilmiyorum dünyamı yoksa benmi döndüm tersine Şimdi yalvarıyorum Allah’a günler çabuk geçsin diye Nazlı yare kavuşmak için razıyım şimdi herşeye Yine bir gün döndüğümde işten eve Arkadaş derhal istedi benden müjde Sevinçten kendimi attım yerden yerlere Çünkü gurbetten kurtulmayı almıştım göze Bir kızım olmuş yolladılar resmini bana Gözlerim doldu bakarken o şirin yavruya Hadi bizim suçumuz olsun candan sevmek Peki bu yavrunun suçu ne, dünyaya mı gelmek Ben okumam gerekirdi kulağına ezanı Affet Allah’ım affet benim günahlarımı Sende görüyorsun Tanrım neler çektiğimi Ah zalim gurbet ayırmasan olmazmı sevenleri Bazen yinede kendi halime şükrediyorum Çünkü burada yabancılarla evlenenleri görüyorum Doğan çocuklarının hallerini biliyorum Kendimden daha çok onlara üzülüyorum Kim olduğunu, nerde doğduğunu unutuyor bazıları Kalmıyor şu Avrupalılardan farkları Elleriyle değiştiriyor cehennemle dünyayı Birde bu acı gerçekler yakıyor beni, çok acı Bir gün yeter dedim, bırakın da gidelim izine Korkmayın kaçmayız, alıştik biz bu cehenneme Artıyor hasreti yurdumuzun günden güne Yetmiyor mu gençliğimizi feda ettiğimiz size Dayanamadım atladım trene gitmek için izine Binbir zorluklarla vardım güzel köyüme Görse bir eski dostum beni tanımaz bile Çünkü saçlarım ağardı, veda ettim gençliğe Görünce yarim beni sevinçten düşüp bayıldı Değdirince elimi tenine, yeniden ayıldı Bitanem, canım diyerek sıkı sıkı sarıldı Tutamayıp kendisini için için ağladı Kızım büyümüş girmiş onbir yaşına Yıllarca babasını sorup durmuş anasına Yazıkki gördüğünde beni kim diye sordu Sarılıp öptü beni duyunca babası olduğumu Bak sevdigim döndügüme çok sevinçlisin Bilmiyorsun bu izin değil, birkaç gün izin Ağlama birtanem kaderimizdir bu bizim Ömür boyu sürecek bir derdimiz bu bizim Aslında gurbeti şiirler değil, romanlar bile anlatamaz Okuduğunuz bu uzun şiir birkaç olayın anısı Bir gün değil bir ömür böyle yaşar gurbetçiler Bunu yaşamayanlar beni asla anlayamaz Sanmayınki bu öykü burada bitip gidiyor Gülmeyi bekledikçe yüzümüz hiç gülmüyor Günler acılarla geçiyor, lakin ömür de bitiyor Gurbette ölen birine mezar bile bulunmuyor Tanrım gurbette muhtaç etme sen hiç kimseyi Sen büyüksün hasrete düşürme hiç kimseleri Ayırma sen nolur birbirini çok sevenleri Gurbeti, hasreti yok et, mesut et seni bileni Hep ben anlattım derdimi, ağrıttım başınızı Sağolun yinede dinlediniz bu gurbetçi arkadaşınızı Biraz da siz anlatsanız büyük aşklarınızı Ensar’ım, ağlamayı çok severim akıtarak gözyaşımı |
Ayrılık Vakti
Bana gitmekten bahsedip durma Sen beni asla bırakamazsın Çünkü ben seni çok seviyorum Ama kalmadıysa ayrılıktan başka Paylaşacak hiçbir şeyin benimle Sana illede kal diyemem Hatta hiç durma hemen şimdi git Topla tasını tarağını bana hiçbir şey bırakma Ne bir anını bırak anı defterimde Nede kokunu bırak gönül bahçemde Parmak izlerinde kalmasın tenimde Ne var ne yoksa seninle paylaştığımız Hatta paylaşma ihtimalimiz dahilinde Herşeyi al, alda öyle git Bu aşk öyküsü hiç bitmez sanıyordum Çünkü biz seninle gün oldu bir dilim ekmeği paylaştık Bir soluk nefesi birlikte aldık Bedenlerimiz ayrıydı belki ama Kalplerimizde aynı aşkı, aynı heyecanı taşıdık Beraber güldük, beraber ağladık Beraber coştuk, beraber durulduk Lakin anladımki şu hayat denen tiyatroda Sonu olmayan hiçbir şey yokmuş Her bölümün sonunda mutlaka perde iniyormuş Eğer şimdi vakit ayrılık vaktiyse Ve saat gitmeyi vuruyorsa eğer Seni zorla tutamam Sana kal diye de yalvaramam Ama gideceksen hemen şimdi git Ve giderken herşeyi yanına alda öyle git Güneşi alda git yıldızlar gözyaşım olsun Çiçekleri koparda git kuru dalları bana kalsın Canımı da al istersen bırak beni kara topraklar sarsın Al götür, herşeyimi alda öyle git Kısa gün kârı der, saklarsın Yarım kalmış aşk masallarının satır aralarında Ve soğuk *******in ortasında uykusuz kaldığında Şu sözümü hatırlarsın Çünkü ben sana hiç yalan söylemedim Sana söylediğim ilk ve tek yalan ‘Bana gitmekten bahsedip durma Sen beni asla bırakamazsın Çünkü ben seni çok seviyorum’ du |
Ayrılık Yıldönümü
Bugün ben çok kötüyüm Çünkü bugün ayrılığımızın birinci yıldönümünü kutluyorum Ne ilaçlar meze oluyor kadehime Ne de kadehler derman oluyor derdime Ve yarın bugünden daha kötü olacağım Çünkü yarın ayrılığımızın ikinci yıldönümünü kutlayacağım Günler yıl oldu geçmek bilmiyor Yıllar ne seni getiriyor ne de sevgimi bitiriyor Ve hergün bir öncekinden çok daha kötü olacağım Çünkü her gün ayrılık yıldönümümüzü kutlayıp ağlayacağım |
Ayrılıktesi
Bugün yine günlerden pazar Saat gibi çalışıyor şu ayrılıklar Yine durmaz, içim sızlar Yaralarım yeniden azar Kalbim yanar, kanar, kanağlar Düşsün artık takvimden yapraklar Gelsin artık ayrılıktesi İlacım olsun yine onun sesi |
Azrail’le Gözgöze
Bu kaçıncı karşılaşmamız seninle, bilmiyorum Ama bu kez senden hiç korkmuyorum Çünkü artık senin yoklamalarına alıştım Meğer insanların korktuğu sen değilmişsin Ölümün ta kendisiymiş, bunu anladım Sende bir emir kulusun Elçiye zeval olmazmış, ne duruyorsun? Hadi sen bir başarının daha zevkini yaşa Bense artık kalayım sonumla başbaşa Çıkayım artık kaçınılmaz yolculuğa Uzun… meçhul… soğuk yolculuğa… Hatırlıyor musun? … Önceleri hep dar anlarımda çıkardın karşıma Ya bir yığın hurda arabanın arasında sıkışıp kalmışken Ya ciğeri beş para etmezlerin namlusu üzerime doğrulmuşken Ya hayata küsmüş, terkedilmiş, üzgün bir anımda Bir uçurumun kenarından aşağıya bakarken Ya da yeri ve zamanı senin seçtiğin bir anda Hep ani sürprizler yapardın bana… Bugün sürpriz yapma sırası bende İşte bu kez ben çıktım senin karşına Korkmuyorum artık ne senden, ne ölümden, ne de unutulmaktan İyi hazırladım kendimi, hazırlıklıyım bu ana Göreceğimi gördüm, dersimi aldım hayattan Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, boyunun ölçüsünü alırmış sonunda Al işte mezura, işte boyum… Al işte ruhum… Ha bugün ha yarın, ne farkeder Nasılsa senin değil mi son soluğum… |
Babam
(Babama ithaf ediyorum) Ba-ba Topu topu iki harften oluşan iki minnacık hece Söylemesi ne kadar kolay aslında Ama bunu sana pek fazla söylemedim biliyorum Bunu kasıtlı yaptığımı da Şimdi, yıllar sonra itiraf ediyorum Çünkü sana en çok baba demek ihtiyacı duyduğum Çocukluğumda, o sensiz yıllarda Sen, kendince haklı bahanelerle kendini gurbet ellere atmıştın ya Hem anlayamamıştım bunu hem de sana hiç yakıştıramamıştım O zamanlar çehreni ancak fotoğraflardan tanırdım Kaşımı, gözümü, huyumu sana benzetmelerine bile kızardım Ve yılda bir kere ya görürdüm ya göremezdim yüzünü İzine gelişine bile sevinemezdim Sevinmek istemezdim… Çocukluk işte, baba sevgisini bilemezdim Bilmesine herkesten daha iyi bilirdim de İnadına, göstermesini beceremezdim Ve intikam alırdım aklım sıra Senden, seni bizden koparan yollardan Uykusuz *******den, geçmek bilmeyen yıllardan Babasıyla futbol maçı yapan çocuklardan Dağlardan, taşlardan, ayaklarına değen gurbet topraklarından Uzak uzak diyarlardan intikam alırdım işte… Özrü kabahatinden büyük derler ya İşte sen de öylesine özür diledin bir nevi Gurbeti itip elinin tersiyle geri dönmek yerine sılaya Bizleri de gurbetçi ettin, kendin gibi Çocuk yaşlarda, yaban ellerinde Sana kavuştuğumuza sevinemedik bile Memleketin tozundan toprağından uzaklarda Eşin, dostun hasretiyle içimiz yanıp kavrulurken Gençliğimiz, hayallerimiz sigara dumanı gibi savrulurken Biz de kavrulup, savrulduk bir yerlere Değer miydi bir lokma ekmek için buna? Taş yerinde ağırmış, baba Biz bir dilim kuru ekmeği, bir acı soğanı Sıkıp sıkıp kara taşlardan bile çıkartırdık Ama el ele, omuz omuza, birlikte… Ah yıllar ah, beni de baba yaptılar işte Ama ben senin yaptığını yapmadım çocuklarıma Babasız bırakmadım onları bir gece bile Bırakıp da gitmedim ne idüği belirsiz gurbet ele Derler ya; “Vatan, doğduğun yer değil, Doyduğun yerdir’’ diye Yalan, külliyen yalan, vallahi yalan babacığım Vatan özlemini gidermiyor karın tokluğu Hiçbir varlık doldurmuyor o boşluğu Doldurmuyor, olmuyor be babacığım Gurbet vatan olmuyor işte… Ah babacığım ah, farkında mısın? Küçükken bilinçaltında düşman ilan ettiğim O kuru, o anlamsız, o yavan, o bana yabancı sözcüğü Şimdilerde öylesine benimsemişim ki Ballandıra ballandıra söylüyorum şimdi Bak dilimden düşmüyor artık; “Baba, babam, babacığım” diye haykırıyorum Çünkü sen haklıydın, hem de çok haklı Bizim için kendini feda ettin Bizim için gurbeti vatan yaptın Bizim için harcadın varını yoğunu Canını dişine takıp bizim için çalışıp çabaladın Ne babanın cenazesine yetişebildin, nede ananın Ne diğer akrabalarının, ne de arkadaşlarının Hayatları boyunca hep tuttun ellerinden Ama son nefeslerinde yanlarında olamadın Geceni gündüzüne katıp bizim için çalıştın Bizim için ağız kokusunu çektin yabanın Bizim için yaşadın, bizim için ağladın gizli gizli, için için Bizim için babacığım, bizim için Şimdi ben özür diliyorum, senden esirgediğim için Yıllarca o iki hecelik gizemli kelimeyi Şimdi haykırıyorum gece gündüz; “Affet beni! Baba, babam, babacığım, affet! ” diye Yüz kere, bin kere, milyon kere… Şimdi bir hastane odasında yalnız bırakıldın sanma Her an seninleyim, her saniye; kanımla, canımla, dualarımla Bir ayak parmağı seni yollardan alıkoyar sanma Sokaklar, kaldırımlar istirahata çekildiler Muhteşem dönüşüne, gümbür gümbür, ihtişamlı gelişine hazırlanıyorlar Elimden gelse, elimden gelse çıkarıp vereceğim, bütün parmaklarım senin Senin olsun canım, kanım, her şeyim Korkarım ayak uyduramaz senin performansına benim ayaklarım Sen bir eksik parmakla bile geride bırakırsın beni Sen Allah’ın iyi kulusun, bunu sen de biliyorsun Bunlar birer, küçük sınav, birer imtihan Daha kötüsünden esirgesin yaradan Aklın dışarıda kalmasın sakın Bütün caddeler senin, ha bugün ha yarın Sen daha uzun yıllar coşacaksın, koşacaksın mert yüreğinin peşinden Ömrünce bir karıncayı bile incitmemiş olmanın huzuruyla, şevkiyle Sen daha ne engeller aşıp ne dağlar devireceksin Ne yetimler sevindireceksin Yine gıpta ile bakacak ardından sevdiklerin Yine varlığının güvencesiyle gülecek anacığım Seninle gurur, soyadımla onur duyuyorum, hep duyacağım Seni çok, çok seviyorum babacığım Bak işte küçüklüğümdeki suskunluğuma inat, cimriliğime inat Düşmanlığıma inat bağrıma basıyorum İçten, yürekten, binlerce kez haykırıyorum; Ba-ba, baba, babam, babacığım. |
Babamın Bayramı
(Babamın ardından…) Canım babacığım, Bayrama henüz birbuçuk gün var Ve sen şimdi kutlamayı tercih ediyorsun Gözünü diktiğin sağ çarpraz köşede Melekler var biliyorum Alemi Berzah'taki yerini görüyorsun; Susun, beni uyandırmayın rüyamdan, diyorsun Herkes orada; Annem, babam, abim ve diğerleri Benden önce davranan herkes orada, diyorsun Onlara özlemini anlıyorum babacığım Daha beş gün önce; Allah'ım beni ya iyileştir, Ya da annem gibi Kadir Gece'sinde yanına al, diyordun Şimdi Kadir Gece'sinin üzerinden birbuçuk gün geçti Seviniyoruz içten içe dua'n kabul olmadı diye Ama sen kararlısın, yerini hazırlamışsın… Bunu sırf bize yük olmamak için yapıyorsun biliyorum Çünkü yaşamak herşeye rağmen güzel Hele bir de kırk yıl boyunca aynı yastığa başkoyduğun Seni canı gibi seven, 'meleğim' diye ağıtlar yakan bir eşin, Yemeyip yedirdiğin, giymeyip giydirdiğin Onlar için memleket hasretine gurbet tozu katıp çektin ciğerlerine Hayatını adadığın, canından çok sevdiğin Kendin gibi dürüst, helalinden yetiştirdiğin Gözlerinin içine sevgiyle, gururla baktığın Seni canları gibi seven üç oğlun ve biricik kızın Ve onlardan ayırt etmediğin bir damat üç gelinin varsa Ve torun sevdası bir başka diyerek kucağından bırakmadığın Dualarını nenni yapıp büyüttüğün Seni çok seven sekiz tane melek gibi torunun varsa Ve bugün anladımki; akıl alamayacak kadar akraba, Eş dost, kolu komşu, arkadaşların senden o bir melekti, Evliyaydı diye bahsediyorlarsa Yaşamak sevilmez mi babacığım? Lakin sen ölmekten de hiç korkmadığını bugün kanıtladın işte Çünkü kendini öyle bir hazırladınki ömrün boyunca Ne bir karıncayı incittin, ne bir ah aldın Ne de haram bir lokmaya el sürdün İbadetlerini de fazlasıyla yaptın Vefatın bizim için ne kadar kara bir bayramsa Senin için o kadar gerçek, bayramların en güzeli bir bayram oldu Güle güle karşıladın Azrail'i O'da sana az torpil yapmadı hani Bir yandan sana film izletir gibi Cennet'teki mekanını gösterdi Öte yandan tereyağından kıl çeker gibi yaptı vazifesini Yanı başında Yasin-i Şerif okuyan hocalar bile anlayamadılar Son nefesini verişini… Dudaklarında 'Allah Allah' nidalarını ıslatan iki damla su Ve oh çeker gibi ciğerlerine çektiğin iki derin nefes oldu Son nasibin aldığın bu dünyadan Mavi gözlerindeki ışıltı ve yüzündeki nur Işık tutacak bundan böyle karanlık dünyamıza Toprağın bol, mekanın Cennet olsun babacığım… [Evet, dostlarım. Maddi ve manevi bütün borçlarını ödeyip, hemen hemen herkesle helallaşıp, Ramazan boyunca adına indirilen Kuran-ı Kerim hatminin duasının yapıldığı anda, az önce yıkanmış, tertemiz bedeniyle, dudağında Allah'ın adı, kulağında Kuran-ı Kerim ayetleri, Nebiyyül Ahir, Peygamberimizin yaşında (63) , Ramazan ayının 28'inde, 23 Kasım 2003 Pazar günü öğlen saat 12:00 de, canımız, babamız, örnek insan Halil İbrahim Aktaş'ı misafir olduğu dünyadan gerçek dünyasına uğurladık… Bayramın mübarek olsun babacığım! ] |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:07 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.