![]() |
Bejan Matur
ALLAHIN ÇOCUKLUĞU
İnsanın dönüp döneceği yerdir Çocukluğu. Sabah ezanı Bu yüzden Müslümanlara Allahın selamını öğretir. Allahın çocukluğu Gündoğumunda Ölüleri anmakla başlar. Ve anne ölür Ezanda ölür anne Selamı üzerine olan her çocuk Allahı düşünür. Dili vardır taşların. Sabahları en çok Islak bir huzurla Yatarken onlar İçleri ıslanmış kadınlar Pörsümüş yorgun erkekler Kutsanmak umuduyla Kıvrılır uyurlar. Hepsi laf bunların. Bana kalsa Ağır bir abdest kokusu İnce belli sürahiler Kadınların nemli apışaraları kokan Pazen donları. Burada Sözolmamış sesin kederiyle Başlar gün. Ve denir ki; Kaderinizi sevin Sevin kaderinizi Ve hayat için Tatlı bir tesadüf deyin. Ağır bir abdest kokusu İnce belli sürahiler Kadınların apışarası nemli pazen donları Ve mantarlı ayakları erkeklerin. Şadırvanda alaca su: Damlar Damlar. Ellerin beyazlığındadır ölüm Gövdenin kıvrımında. Benim erkeğimi isterken titreyen İçimin suyunda Ben unuttum her şeyi. Geldiğim yeri Annemi, babamı, Mezarlığa gitmeyi. Orada yapayalnız kaldı meşe Ölülerin arasında ölümü en iyi anlatan meşe. Bir ağaç nerede duruyorsa Benziyor oraya. Meşe mesela Akdeniz'de taşların arasında Farklı mı taşlardan? Selvi, ölülerin karanlık bir ah'la Durdukları son anın ipidir. Salkım söğüt, yaslı söğüt Suya kaptırmış içini, kırılgan. Benzer her şey baktığına. Ben anneme benzerim Babama da tabii. Ve büyük halamın evinde yaşayan kediye de. Aslında şu yeryüzünü denizlerle düşünmemiz yok mu Hata ediyoruz. Dünyanın nefes aldığı bir ilk andı denizleri yapan. Dağları yapan bir öfkeydi Böyle söylüyor ilk kitaplar. Her dilin kendinden önce, Çok önce bir hayatı var. Ve onu sadece Bu kitaplar konuşuyor. Susarak bakıyoruz biz Hatırlamayarak. Şairler bir bok anlamıyorlar aslında Dünyanın çocuk kalmış bir acısı var Ve bu ezanda çıkıyor ortaya. Allahın selamı ölülerin üzerine oluyor Aşk diye bir şeyin farkına varıyor insan Dönmeyi öğreniyor Yerden kurtularak Durmadan dönerek Çölde yaşayanlara fısıldanmış bir hakikatle Kurur toprak Nehir dediğin çölde kaybolur. Toprağını gizler nehir dediğin. Hiçliği tarif eden hiçliği anlar. Yokluğa bürünmek o ilk anda. Bir nehir tanıyorum Kayboluyor Bir çölün şehvetli karnında. Bir ayan olma hali belki, Ona en yakın göl Kayıklarını tutarak içinde, Balçığını yutuyor. Ama biliyor ki, Bir göl yutunca suyunu Ortada kalır Bir göl yutunca balıklarını Kararır. Tüm göllerini göremeden yeryüzünün Öleceğiz. Ne acı. Gündoğumuyla gelen huzura da Günbatımının sancısına da Yabancısın. De ki; Sabahın efendisi sen değilsin Kimse değil. Yol gidenin Gün dönenindir Şiir hayatın Ve görenin. Allahın selamı Müslümanların ülkesinde Ölülerin üzerine olsun diyerek Kanatır günü. İnsanın çocukluğu annenin ölümüyle başlar Bitmez çocukluğu annesi ölenin. De ki; Sabahın efendisi sen değilsin Kimse değil. Kanamış bir solukla bakmaktan Yoruldum. Kimsesi yok kimsenin. |
ALLAHIN DUVARINDA BİR HARFTİR KADIN
I Allahın duvarında bir harftir kadın Siyah kuğuya benzer Beklemeyi öğrenmiş II Ölüm Zamana Bekleme git dediği gün Bildim. Gün vurmadı yüzüne çinilerin Çinilere yatırdım oğlumu Boğdum. Karnımda büyüdüğü gün bildim Siyah bir kuğu gibi, Allahın harflerinden süzülüp Avluya giren kadın Su sesinde kendini diledi. III Gölgesinde şadırvanın Günlerce bekledi. İnsan olmak istiyordu Kanatlarından kurtulmak. Şadırvanda aktıkça su Kanatları inceldi. Ve kaldırınca kanadını İçinde bir yılan gördü. Değişmiş kabuğu Zarı incelmiş. Boynunu uzatıp derine baksa Çürümüş bir oğul görecekti Bakmadı hiç. IV Avludaki dilenci Allahın harflerini bilmeyenler Günaha girecek diyordu şarkısında Sela sesiyle su Karıştı kadında V Ölüm zamana bekleme git derken Bekledim avluda. Allahın harflerini bilmiyordum Zaman bendim Günah da. |
AN VE MASAL
Güneşin ve suyun tadıyla Uçunca bulutların tarlasına Orada gece yok Gece olmuyor uzaklarda Boynumda gümüş bir kafes Sadakatsiz bir cariye gibi Uzanıp kıvrıldım ayın ortasına O bir dede Ben bir tanrıça Günlerce uçtuk alacakaranlıkta Boynum ince Kalbim boş Sürdüm yüzümü ağaçlara Rüzgâra sürdüm gözlerimi acıyla Geçtiğim yollar Ve uçtuğum O gecesiz gökyüzü Bulutların tarlasında oturan Tanrı kadar yorgun Fısıldadılar: An ve masal An ve masal |
AYIN BÜYÜTTÜĞÜ OĞULLAR
Bize kanlı bir uykunun, bir kardeşlik sabahı başlatacağı müjdelenmedi. Cinayetten dönen kardeşiniz, gölgesini gizlediği duvarların ötesini görür. Ellerini yıkar ve sizi dünyada bir söz olarak bırakır. Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları. Ölü oğullar. Kurban hepsi. Sanki onlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü. Yüzleşiyoruz. Sızlanmaya başlayan bir çırpınmada "yeter" diyorum. "gidin ve öldürmeyin" ağzımda kesik bir gülüş. Kâbus olmalı. Bir cinayetten dönen kardeşim korkutuyor beni. Kanlar içinde uyanıyorum. Terliyim. Aç gözlerini. Tırnaklarını acıyan yerlerine bastır. Biri var mı göğsümü mendiliyle silecek. Kardeşim bir cinayetten dönüyor. Karanlık dehlizlerden. Siyah paltosu Ve gözleriyle. Ona benzemeyeceğim. Gece ayaklarımız okşandı ve büyük dağları geçeceğimiz söylendi. Karlarla bekletilmiş büyük dağları geçtik. Bahçede ilk gün keskin bir çizgiyle yan yana duran üç yıldızı gördük. Mutlak. Yol açıcı. "Bakmak istiyorum ayaklarına" dedi eğilen bir ses. Onlara, bir daha görüşmeyebiliriz demedim. Hepimiz biliyorduk. O dağ oğullarını yedi. Ve onları bir sese kapattı. Kolu yok kiminin. Kimi kör. Kardeşlik eski bir masalın bilgisinde kaldı. Kardeşlik acımaydı. |
BEYAZ MESELÂ
İnsan duvarları olmayan tapınakta Bir gece uyusa Sanıyor ki kederi azalacak. Ama yetmiyor Bezler bağlıyor Bulduğu her ağaca. Hikâyeler anlatıyor İnanıyor aşkın hep olacağına. Oysa aşk biter Dinginliği başlar göllerin. Bekleyiş, Sonsuz mavi bir göz olur Camdan ve gittikçe uzayan. Acı verir bazan renkler Beyaz meselâ Kuş gibidir insan beyaz bir yatakta Ölümü gibi çocukların Soluğu kesik Suda dolaşan. Bir kaya mezarında ağlayan adam Ölülerini suya ve göğe gömüp, Gelir acısıyla avunmaya. Dua ve kuş gibidir zaman Bir şey olur bulutlara, Bir ağırlık Bir koyuluk taşırlar uzaktan. Tuhaf yitik hayatların Seslerini doldururlar kovuklara. Bir şey olur Sarnıçtaki sularda Unutulmuş anahtar parlayınca Yağmurumuz der biri Sarnıçlarımızda gizli Acımız avuçlarımızda. |
ÇÜRÜME,TANRIDAN GİZLENEN
Keskin bir kılıçla toprağa çizilmiş Dar ve kavuşmasız sokaklar. Kan izi, kaçıyor hayat. Küf, eski yurdun belleğinden akarak, Giriyor duvarlara. Çürüme,tanrıdan gizlenen. Ve kurban edilecek oğul hazır. Kediler,eski karanlık prenslerin yerinde, Uzun kuyruklarıyla duruyorlar. Fıskiyelerin gölgesi, Dişli hançer, İçerde ilerleyen çelik. Ve bir halktan artakalan lehçe, Tütsü, Merdiven. Her kapı eğilecek bir boynu bekliyor |
DUA
Biri yaprak, diğeri yılan olan İki yüzüğümü Işığın gölgesinde bıraktım Beni uyutmaları için. Bu gece ay doğarsa İçi dolacak yüzüklerimin. İçimin yatağına Çekilirse gözlerim, Toz meleğim gelir Uyku meleğim. Kanadını silkeler Döner ve dua eder Uykuyla doluncaya kadar Yüzüklerim. Dokunup kendime Tenim yumuşamış Dedirten gece Gövdemde yokluğun Rengi beyaz Bilmiyor kimse. Bu gece uyursam Uykum Gecenin acı göğünden süzülür Gövdeme yerleşirse Bir ses Çiçeğine konarsa Çocukluk defterimin Toz meleğim gelir Uyku meleğim Kanadını silkeler Döner ve dua eder Uykuyla doluncaya kadar Yüzüklerim. Melek sorar Anne tanrı nedir Sonsuzluktur yavrum Fakat sonu yok onun da. Bu gece meleğimin Kalbi daralmış Bilmiyor tozundan uyku yapmayı Unutmayı. Kanadını kırmadan sevincimin Bilmiyor uçmayı Melek uyumaz Aslında erkek de olmaz melek İnatçı ve kuru bir evcilik ağacı Ay çocuğu olsaydım keşke Bu gece meleğimin Kalbi daralmış Bilmiyor tozundan uyku yapmayı Unutmayı Meleğim kanadını süzse Dökse üstüne yüzüklerin Geceye verse içini Uyku getirse... |
DÜNYADA OLMAK ACIDIR. ÖĞRENDİM.
Yeryüzündeki tüm kızıl taşlara Tanrının kanı sürülmüştür. Bu yüzden kızıl taşlar Çocukluğumuzu öğretir. Tanrı, biz çocukken, Yanımızda dolaşır. Küpemize dokunur Ve kolyemize. Pabuçlarımıza ve kurdelamızın Kızçocuk olmak kıvrımına girer Saklanır. Kızıl bir elbise ve yatak almalıyım, Kızıl bir yüzük, Ve lamba. O zaman olmalı ki, Annenin zamanı başlar ve tükenir. Beklemeyi bilen kan, Taş olmayı da bilir. Dünyada olmak acıdır. Öğrendim. Kızıl karanlık Mavi karanlık Ve başlangıç Bir anlamı olmalı ki bunların, Bırakmaz bizi annemiz ve tanrımız. |
HER KADIN KENDİ AĞACINI TANIR
Sana geldiğimde Kanatlarını, Siyah taşlarla örülmüş O ıssız şehrin üzerinde açacak, Bulduğum bir ağacın dallarına tüneyecek Ve acıyla bağıracaktım. Her kadın kendi ağacını tanır. Uçtum o gece. Karanlığın girmeye korktuğu şehri geçtim. Gölge olmayınca ruh yalnızdı. Uludum. |
KADINLAR
Mavi dövmeleri Ve bitmek bilmez yasların çürük izleriyle Durup ateşe bakıyorlar. Rüzgâr estiğinde hepsi ürperiyor Göğüsleri değiyor toprağa Ellerinde yanan odunlar taşıyan kadınlar Siyah kazanların pası çökmüş yaşlılığıyla Dolaşıp duruyorlar. Ateşin öfkesi kabardığında Sesler artıyor. Orada ateş hiç bitmiyor Söndürmek bir belâ Göğüsleri pörsüyen kadınlar Ellerinin korkunç inceliğiyle Tutacakları odunların sertliğini düşünmekte Ve susmaktalar. Sustuklarında yaşları farkedilmiyor Toprak kokuyor bağırdıklarında Nereye yaslanacaklarını unuttuklarından Gözlerini toprağa bırakıyorlar Çünkü bulutlar gökte kalıcı değil En içten Toprağa veriyorlar kendilerini Ve kokuyorlar arasıra |
KEŞİŞLER GEÇTİ ÖLÜMDEN
Yüzüm eskiydi Zaman sonrasız, unutkan Yatağım öyle derin Onca batık hüznü taşıyan Keşişler geçti ölümden Kan ve tufan Ses ve susuş Yankı ve buz Karaya bağlayan Batmak için kara göründü Kıyıya sağır dalga durmaz |
MUTSUZ KRALİÇE
Etekleri buz tutmuş O mutsuz kraliçe Artık inanmıyor Gözün büyüsüne Günlerdir beklediği ses Gizlenmiş tepelerin ötesine Arasıra buluşup Kervanların sığacağı darlıktaki Sokaklardan sözeden adam artık yok Anlayan yok Baharat satılan hanların Kokulu yalnızlığından Bir ses bekliyor ısrarla İnce parmaklı tütün kokusundan Ormanda fısıldayan Güz kadar yaşlı kraliçe Dökülüyor Buzdan ve siyah eteğiyle |
ONUN ÇÖLÜNDE
Onun çölüne gittim. Konuğum, Duvardaki kan pıhtısında. Onun bulduğu damar beni çağırdı. Ve ruhum eski bir kanla yıkandı. Onun çölüne düştüm, oturdum çadırında. Eski bir kavmin buluşması ve töreni. Bir yaban kuş gibi tüneyip kıyıya Dedi ki bana "ölümsün sen" Mutlak Mutlak olan. Onun çölünde gece kımıldar. Yılan ve akrep karanlığıyla. Hayat bir zehre gizlenir Çoğalır sabırla. O bıraktı beni. Çöldeki kızıl sularda Balıklara bakacak Nefesimi tutarak Uyuyacağım. Onun çölünde her gece Fısıldadım kumlara. Sordum nasıl yaptıklarını çölü, Boğmadan koyun koyuna. Onun çölünde ölüyüm ben. Gelin ve kaldırın beni. Gittiği yolda bulutlara değen bir gölge bırakılmış sanki. Bir sesle uyandıracak beni Kahra kan olan bir aldanışla yakaracak Tanrıya söylendim. Nasıl da zalim gövdede varlığı onun. Güzellik acıya kavuştuğunda yorulur ve Hep yaşlı kalacak bir gözün ışığıyla bakar; Her yüz bir işarettir tanrıdan. Bunu yaşlı bir adam söylediğinde Gözleri yoktu. Annem öyle inanmış olmalı ki ona, Yüzümü kederli çizdi. Ve uzayıp tanrıya "işte" dedi "benim annem yeniden doğdu annem varlığıma döndü" Gece paslı bir kafesle durdu önümde Dua için zaman istedim tanrıdan. Onun varlığına adanacak hiçlik Düş için, O büyüde kalbime saplanan acıyla Bağırdım; Başka adamlar, başka dillerde dua etsinler. Bizim için. Ölümü tanıdığımız ve sessiz olduğumuz için Kutsasınlar. Ölü bir yaprağın sürüklenişi gibi rüzgârda Gövdem yitirdi yerini. Ağır bir uykuyla gizlendi tohuma varlık. Ağır bir istekle. Kızıl kan pıhtısı. Tül sabah. Ört üstümü. Koyu gücünü yüzünün nasıl çizdiyse tanrı Ve ne gizlediyse kıvrımına gülüşünün. Gördüm ben. Tüllere sarılmış çölde ölümümü bekliyorum. Sakinim. Yok bir gece bu. Sabah uyanacak aşkı konuşacağız. Ne çok sürdü diyecek bana. Ne uzun sürdü hayat. O uzun günün sabahında Sesini duydum gün ve gecenin çakışmasının. Bir tül işleniyormuş gibi aralarında Kavuştular usulca. Uyu ağır uykunu Taşların altında ve su isteğinle kal. Geniş bir avluda gece kapanan kapıların ağırlığı. Sürecek olan dilsizlik. Rüzgâr tırmalıyor kapını Aşk uzakta. Ne tuhaf inanmaman. Sırtıma dokundun ve orada ayla ışıyan çizgilerin Bir acıdan artan masumiyet olduğuna şaşırdın. Gideceğini söyledin İnanmadım sana. Oysa ben daha doğmadan biliyordum. Acılı bir ruhta oyalanan bir gövde bu. Saf ve çocukça bir düşün yatağında. Kan ve susuşla dinlenen ten kabullenir. Beyaz tül yatağında başucuma Camdan bir göz bırakıp gittin. Ona fısıldanan sözlerin Aşk olan varlığı O gidince karardı. Yüzeyinde göğün Beyaz ve kıpırtısızım. Acıdan bir okla çıktım Bekleyiş yatağından. İçimde siyah bir taş. Atları gördüm. Kapı önlerinde oturan insanı, sözü. Çok yaşanmış bir çığlıkla hayat. Bir sırrın bana verilmediği yerden Sordum ona Bana ne söyleyeceksin? Çölün söylemediği ne? Ruhumu orada tutan ağırlıkla Geceye ilendi tenim. Ve çağırmadı çölü varlığım Ondan sonra. Aynaya dönüyorum Değişmiş gözlerim. Çölde kumlara bakan kadın Kedere bakan Artık benim. Gördüm çizgilerini avuçlarının Çöl her şeyi söyledi bana. Anladım nerede bitti aşk Kan pıhtılı odanda uyanan gövdem Neden sığmadı varlığa. Seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum. Gün doğumunda uyanan nefese ve sana dönen gözlerin Yakaran çizgisine. Çölden aldığını çöle ver Hayattan aldığını hayata. Artık beklemiyorum Kal orada. Geride, tepelerin art arda dizilmekle Var ettikleri dünya bir hiçlik ahtı gibi. Bir hiç ve gölge. Gece ay Gece tül ve yokluk. Yok gece. Çölden aldığını çöle ver Hayattan aldığını hayata. |
RÜZGÂR DOLU KONAKLAR
Doğduğumuzda Bizim için yaptırdığı sandıklara Gümüş aynalar Lacivert taşlar Ve Halep'ten kaçak gelen kumaşlar Dolduran annemiz Bir zaman sonra Bizi koyup o sandıklara Yol Rüzgâr Ve konakları fısıldayacaktı kulağımıza. Yalnız kalmayalım diye karanlıkta Çocukluğumuzu ekleyecek Avunmamızı isteyecekti O çocuklukla. Sırtımızdan jiletle akıtılan kanın Karıştığı uzun ırmağa Bırakıldığımızda Annemiz bu kadarını istemezdi Bu yüzden O uyurken Uzaklaştık Diyorduk sulara. Gidişin kendisinden artakalan Her şey, herkes burada. Ben buradayım Kardeşlerim yitikliğiyle burada Annem elbiseleriyle Erkek kardeşim savaş korkusuyla Babam burada hiç uyanmış olmasa da Dünya eksilmiş etrafımda Bir düş sanki olanlar Uzayan ve uzadıkça acıtan I Annemiz Siyah kadife elbisesini okşadığında Saçlarını düşürerek bakışlarına Babamızı hatırlardı: Beyaz bir dağda olduğunu söylüyordu onun Beyaz ve her bahar küçülen bir dağda II Hepimizden büyük olan Ve uzaktaki savaştan korkan Erkek kardeşimiz Dönmeyince bir daha Biz de korktuk savaştan. Ama savaş değildi onu bırakmayan. Gelirken yanımıza Atıyla uyumuş Babamızın karşısındaki karlı dağda Annemizin yüzü azaldıkça Omuzları küçüldükçe annemizin Şaşırdık hangi dağa bakacağımıza III Evimizin uzun sofasında Kadife elbisesi uzayıp Gümüş başlığı ağırlaştıkça Bolardıkça gümüş kemeri Annemiz benziyordu baktığı dağlara. Baharda inceliyordu kabuğu Ama ulaşamıyorduk ona. Ölüyordu Bu defa gerçekten eriyordu Bir daha görünmedi sofada IV Her kış kaybolan Ve baharda ortaya çıkan Bir ağaç oldu annemiz Dövmeleri olan bir meşeydi o İniltisi geliyordu kulağımıza V Annemiz Her gece siyah kadifesiyle Dolaşıyordu dağların arasında Kökleri olmayan bir meşeydi o Suskun, arasıra ağlayan Ayrılmadan daha Toplaşır gölgesine annemizin Fısıldaşırdık aramızda Tanrım n'olur bağışla Evimizi bağışla tanrım n'olur Dokunma sofamıza Orada gülebiliyoruz ancak Orada adamakıllı susuyoruz Orada ağzımız bizim oluyor Dokunmasak da Görüyoruz annemizi uzaktan VI Soğuklar başladığında Atlılar gelmişti bizi almaya Yaşlı ve tuhaf atlılardı Korkutmuşlardı bizi Kar yağmıştı bakışlarına. Ve hiç konuşmadan bizimle Bakmadan ellerimizin küçüklüğüne Konaklara götüreceklerdi bizi Rüzgârla uğuldayan konaklara VII Annemiz Babamızın ve kardeşimizin ortasında Usulca uyurken Uzaklaştık yaşlı atlılarla. Boynumuz ağrıdı geriye bakmaktan Gözlerimiz uzadı her kıvrımda. Ama boşuna Boşuna bizim ağlayışımız Hastalığımız boşuna Yönü yitirmişti atlılar Dönemedik bir daha VIII Dağlardan yuvarlanan taşlar gibiydik. Dört kızkardeş Gölgesiyle derinleşen bir vadide Artık bizim olmayan Yatağımızı aradık Aradık yatağımızı günlerce. Kaç dağ gittiysek O kadar uzaktık birbirimizden O kadar yalnız kendimizle IX Ne son ne başlangıç Ne içeri ne dışarı Oradaydık O taştan dünyanın ortasında. Yollarımız uzadıkça Annemizin dövmeleri kararmakta X Ayrılacaktık herbirimiz Bir yolağzında. Ama önce kim Kim korkacaktı Yoldan Geceden Ve yaşlı atlıdan. Sıramız yoktu Bu yüzden ürperiyorduk her ayrımda. Ben kalmıştım sona Önümde uzanan dar yolla Acılarından güç alan Bir yolcuydum artık hayatta XI Geldiğimde rüzgâr dolu iki konağa Günlerce uyudum Kilimler ve bakırlar arasında. Rüzgârı sevebilirdim Kapılar ve pencereler olmasa XII On yılım geçti rüzgârla Üşüdüm her konakta Konuşmanın ne anlamı var diyordum İnsanın yankısı olmazsa Suskun konaklar gibiydim Kapıları gittikçe çoğalan XIII Gümüşler ve atlar azaldıkça Taşınıyordum oradan oraya Yıldızların sesini tanıyordum Güneye yaklaştıkça XIV *******i Yalnız ve budala ay Bana benziyordu Bir tuhaflık vardı gülüşümde Büyüyordum. Aşkı düşünüyordum arasıra Efendisini gövdenin. Hangi gece uykusuz kalsam Toprak kokuyordum Ve çıktığım her yolculukta Yorgunluğuma aldırmadan Düşler kuruyordum. Yolların korkutmadığı bir zamanda Yoksulluğuyla alay eden Yeşil gözlü bir adam çıktı karşıma Gözleri koyulaştı adamın Yaşlandıkça XV Çocuklarım oldu o yeşil gözlü adamdan Biri askerdeyken, diğeri kızıl saçlı olan İki oğlan. Ve gelinim, Her gece kızıl saçlı oğlumla uyuyan. Üşürdü hep "Yenge ayakların ne sıcak" Derdi ona sokularak. Onüç yaşında iki çocuk Uyurlardı her gece fısıldaşarak. O *******den birinde Yağmur girmişti uykusuna. Saçlarını bana bırak Saçlarını bana bırak Diyen yağmur, Büyülemişti oğlumu uykuda. Saçlarını rüzgârla yıkadığı Tepeye çıktığımda Görünen ova Sular altındaydı Bulutlar yapışmıştı toprağa. Bir kıpırtı bekliyordum Bir ses Oğlumu gizleyen sulardan. Arkamda toplanan köylüler Uçları yanan sopalarla Karanlığı hatırlattılar bana. Duramazdım İndim buharlaşan toprağa. Çamurlar arttıkça Gücüm yetmiyordu karanlığa. Üşümesinden korkuyordum yine Saçlarının kirlenmesinden. Bir ses "Ölmüş" dediğinde Üşümüyordu artık oğlum Sessizdi yağmurdan. Yüzüm çamurlu ve keder içinde Taşıdım gövdesini, Saçlarını taşıdım ellerimde. Yüzükoyun bindirildiği at Tepeyi çıkarken Işık sızdırıyordu gizlice. XVI Yeşil gözlü adamın Bıraktığı yatakta Yaşlanıyorum tavana baktıkça. Artık Anneminki kadar uzun eteklerim. Saçlarım uzun Oğlumun kızıl saçlarından. Kısa sürdü her şey Yolculuklar Ölüm Ve konaklar Hiçbir şey kalmadı etrafımda İsten kararmış sütunlardan başka Gücümü toplamalıyım son defa Saçlarım kına kokmalı Elma çiçekleri olmalı suyumda. Ve tanrı beni duyuyorsa Daracık bir mezar istiyorum ondan Konakların büyüklüğünü Uğultusunu unutturan |
RÜZGÂRI ACITAN DOĞU
Geldim Suskun ve kederli Bıraktım kendimi toprağına Kalbim bekle diyordu Bir tapınak bu geç olmadan. Ama geciktim Gölgesi kalmış duvarların Kendileri gitmiş uzaklara Doğu diyorum bazan Rüzgârı acıtan doğu Yeter mi anlamama. Avunmak için Dörtlükler ve haritalar Topladım çantama Taşlar biriktirdim Saçlarımı uzattım kahırla. Senden konuşan O tuhaf kalabalığın ortasında Baktım dağ göllerinin derin uykusuna Görünen tüm yollara baktım Gücüm yok Acıyan yaralarını sormaya Orada Tanrının biliniyor kuşlar Kadınlar tanrının biliyor kuşları Ve soruyorlar ona Tanrım ne yaptık sana Kuşlarının kanatlarını mı kırdık Ne yaptık sana Tanrı sessiz Annem kadar sessiz Bakarak Neden bekliyorsunuz burada Diyordu kalanlara Ah sevgili ten Neden bekliyorsun burada Alıp kokunu git Git O acı rüzgârın ardından. |
SÖZCÜKLER ACIMIZI DOLDURMAYACAK
Siyah örtüyle kapatılmış, ölme hazırlanan bir gelin gibi duran masada, konuştum onlarla. Yanımızdan bir şair hırsız gibi geçti. Sözün uçurduğu gövdesiyle. Şairlere baktım. Hepsi bir gölgeyi dolaştırıyor. Bir köpeği dolaştırır gibi. Sözcükler acımızı doldurmayacak. |
TÖREN GİYSİLERİ
Çürümüş donuk kalbinde bu toprakların Gözleri gördüm. Herkes sesiyle vardı Ve duruşuyla gövdesinin. Bir insanı en iyi sevişirken tanırız. Kalbimizi birlikte çürütürken. Ağırlaşan gövdemiz Gece uyandırır. Mezar gibidir avlulu evler. Çocukluk bir uykudur. Uzun sürer. Ve dokunmak için bir arzu Bir arzu sürükler bizi ölüme. Ben kendimi sınadım her gövdede Ben kendimi bıraktım her şehirde İçime aldım göğünü ülkelerin Ve boşluğunu görünce kalbimin Gitmeli dedim. Çürümüş tören giysileri içinde Askıda salınan kökler. Biz denize düşürsek de ateşi O hep yanar. Issızlık bahşeder karanlığa. Yanar. Tarih bir yanılgı olabilir diyor şair İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı. Çok sonra Bu toprakların kalbi kadar Çürümüş bir sonrada İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı. Ve düzeltmek için varım Ama geciktim. Ölü kızıl suyun dalgası Gece yürünen yol Ve yolcuların dağıldığı zavallı yeryüzü Salınan beyaz kefenler Tören giysileri. Ve bir koşu için gerekli tek şey Atın yelesidir. Aslolan, Şimdi ve burada Çürüyüp kaldık. Tanrı görmesin harflerimi İnsan bir hata diyor durmadan Ve hatasını düzeltmek için Acı veriyor Sadece acı. |
VEDA
Ne ay ışığı yürüyeceğim, Ne sessizlik aşk boyunca. İçimde çırpınan dalganın var ettiği kıyıda Gömdüm onu Aşkla. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:50 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.