![]() |
Kemal Özer
AĞIT
annem mi bir kadın geciken bir kadın gece yatısına ölüm kendini göstereli babamın saçlarından günübirlik bir kadın üsküdar'la istanbul arasında babamdı sakalıydı babamın bir akşam göle batırdı çıkmamak üzere bir daha hepsi de ekmek kokardı sayısı unutulan parmaklarının akşam bir attır bütün ülkelerde serin esmer bir attır terkisine çocukların bindiği |
KIRALIN ADAMLARI
siz bir kıraldınız nasıl hatırlamam koyacak yer bulamayan ellerine adamlarının sırtından başka kıraldınız olmasın mı o kadar da deniz sizindi düşüp düşüp sarılmalar denizi ay durduğunda gecenin bir yanına saçlar varmak üzereyken öteki saçlara sizindi yan yana uyumak gecesi kan ise yiğittir bütün bilinenlerden el ile koymuş gibi yanına vardığınız nasıl hatırlamam siz bir kıraldınız adamlar aktı şehrin çeşmelerinden |
LAR LER
bir o mu bırakmış yıldızlarını damlara avutmaya çıkmış dağ başlarını bir o mu silâhın çamurunda yatan elinin parmakları yüreğine doğru öldüğü gün kadar kimse güzel olmadı |
LEYLÂ
taşlığına uzanmış zayıf terliklerinin leylâ ay gibi leylâ gibi ay gibi leylâ arkası budala memeleri orta budala kimsenin kimseye git demediği leylâ inmiş yukardan kirlenmiş ağızları yangında yeninin yeni olan gözlerine sokulgan ayakları adımlı saçları taşkın sokulgan vardıkça leylâ soğuklara seğirten adamlar her biri bir başka günle karşı duvarda gözlerine kadar yorgun adamlar gözleri ne kadar yorgun adamlar |
MERMERLERİ GÜNÜMÜZE KALAN KADINLAR
gül kokan odalarda aynalara karşı hakkını vermişler beyazın mermerleri günümüze kalan kadınlar dövme tenli kıvırcık dudaklı bir köle sabaha kadar yataklarında utanarak yazdığı eski kitapların |
OTAĞ
sen benim korkum musun uyuyup uyanmayan sorulsa nerden nasıl günlerin yatağına düzelmez kıvrımıyla bir daha kalkmamanın kaşlarını getiren çizilmiş bir adama bir tutup bir çekerek yüzünü yargıçların yüzünü sana borçlu her akşam bir kadının yüzünü sana borçlu her akşam bir kadının korkuma çıplaklığı beyazlığı yakışan sen benim dargınımsın sevişme otağına babası aşk bıkkını annesi buzlu camdan kaç kereler diz çökmüş diz çökmüş yalvarmaya ya da bu ilk ölüsü elimdeki bıçağın havamda kelimeler onun kelimeleri bana da silâhı var ona gelen düşmanın sen beni suya iten incecik yaz öğlesi yangınını öğrettin açtığım her yaranın sen bana bir yakınlık bir ateş yakınlığı kendi kendine yanmış kimseyi ısıtmayan desinler ona kaçtı bırakıp yalnızlığı daha hiçbir kaçağın işlemediği suçtan alarak şapkasını sonsuzluğa asılı |
PERÇEM
açılmış bir uykudur gözleri masada çocuğun böyle baktığı harita kusacak gibi olduğu korkudan en yakın elini tuması annesinin ölmüşler çizgileri çizilmiş ne bilsin ölmüşler ölüme arkalarını dönerek çizgileri çizilmiş kızların ardahan'ın gözleri görünmez olunca uykudan ağlamaktan kan mı geçmiş artık bu kadar beyaz taşlar örtüler bu kadar beyaz kan mı geçmiş aydınlığından sokakların çocukların bulaşmış bı kadar ellerine her çocuk bir şehrin saat kulesi içinde cambazlar sallanıyor ölüme ölüm saatlerinin korkunç kulesi bir ayağı annesine bir ayağı ölüme |
SENİ ANMAKLA ARTIYORUM
korkak değilim umutsuz değilim bundan böyle değiştirdim sana yaraşmayan günlerimi verdiklerinle sana yaraşmayan ne varsa bir bir çıkarıp attım yeller esiyor şimdi o büyük karanlığımın yerinde geldin kutsal bildiklerimi yeniden tanımladın ülkemi bir bakışta bağladın güzelliğine en varılmaz yerlere vardırdın ellerimi en gizli denizleri açtın gemilerime sensin artık adı bir dönülmezliği çağıran kelimeleri ölümsüz kılan şiire |
ARARKEN
Uçsuz bucaksız bir gömütlükteyim gömütünü arıyorum Attila Jozsef'in, yakıcı bir soluk geziniyor alnımda - yıllar var ki unutmuş değilim - ilk okuduğumda şiirlerini yüz yüze gelmiştim çağdaş bir yazgıyla, yaralı bir kıvılcım gibiydi dağlıyordu okuyanın etini. Uçsuz bucaksız bir gömütlükteyim gömütünü arıyorum Attila Jozsef'in, kime sorsam başka bir yeri gösteriyor - karanfili eksik edilmemiş başucundan - başka bir Attila Jozsef'i var demek ki önüme çıkan herkesin. aynı adla anılıyor demek ki her yürekte bıraktığı titreşim çağdaş bir kederin. |
BANA BULAŞMASIN
Yağmur çiseliyor ya bana bulaşmasın der gibi çekinerek bakıyor penceredeki saksı kente uzak, kırlara yabancı |
BİR ENGEL ÇIKINCA
Yokuş aşağı koştunuz mu hiç? Durdunuz mu hiç bir engel çıkınca birdenbire? Bileceksiniz öyleyse... Bir başdönmesi alır kesilen hızın yerini ve bacaklarınızda gelen rüzgâr sizden önce aşar engeli. |
BİR GELGİTİN İKİ UCUNDA
Kimi sabahlar işe giderken ikiye bölüyor yirmi dakikalık yolculuğu denizin ortasında karşılaştığımız yabancı bayraklı bir gemi Bulutlardan sıyrılmış bir demet ışığın daha da irileştiği gemide göz göze geliyoruz kimi sabahlar küpeştede bakan biriyle kısacık bir an Günlük kaygıların iğdiş ettiği çağdaş bir kentli görüyor bana bakınca benim gözümde ise o kanat açan bir düş yeni kıyılara doğru buluşuyoruz bir gelgitin iki ucunda |
BİRİKİME İNANMAK
Dalgayı haber veren yakamoz kimin gözüne çarpar kıyıda? Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder tepeden tırnağa giyinmeden ağaç? Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut güneşi kapatmadan önce? |
ESİNLEYEN NEYDİ
Yüzmek için gittiğim Karadeniz kıyısında bir yazı gördüm gelenleri uyaran. "Açılmak tehlikelidir" diyordu ve altında da bir sayı : 168. (Uyarıyı dinlemeyip boğulanların sayısı) Bir yanda sağduyu bir yanda gerçek. Anlamak istedim sağduyu dururken ölümü bile göze alacak kadar esinleyen neydi bunca insanı. Orda bir süre öylece kara kara bulutları güneşin önünden sürüp dağıtan rüzgâra baktım ve karşısına çıktıkça engeller yeleleri köpüren dalgalara... Esinleyen neydi anladım. |
HER SOLUK ALIŞTA
Kaldırın bugün ne kadar engel varsa güneşle aranızda, elinizin değdiği her şey gökyüzü koksun Türkülerle doldurun göğsünüzü açılın kırlara çiçekler devşirin kolan vurun ağaçtan ağaca her soluk alışta duysanız bile o zonkloyan hüznü Bugün ilkyazın ilk günü |
KISINTI
İçimde kocaman bir günün tortusu geldim eve yüreğimin pasıyla geldim bunca yorgunluğun ardından diz dize oturup da sofra başına sesini duya duya dirilmeye gözlerine baka baka arınmaya Elini çabuk tut sevgilim ışıklar nerdeyse kesilir |
'MACARLAR' FİLMİNİ SEYREDERKEN
Fısıldaştığını duydum ardımda iki gevezenin. Bu nasıl ağa -dedi biri çiftlik sahibi için- bir kamçısı bile yok elinde dolaşırken çizmelerini dövmeye. Fırsat da çıktı -dedi öteki fırsat da çıktı ama çekip almadı yatağına onca kadından birini. İzleyen iki geveze düşen görüntüleri perdeye bir büyük gölgenin titreştiğini görmeden görüntülerin üstünde. |
SERÇELER
Gözlerimle serçeleri izliyorum güneşli bir ipte alıyorlar soluğu ipin üstü boydan boya çamaşır hepsinde ayrı ayrı cıvıldaşıyorlar bir kara gömleğe takılıyor gözlerim yalnız ona gelince kesiliyor cıvıltı |
ŞEMSİYELİLER
İncecik bir ilkyaz yağmuru altında yürüyen şemsiyeliler o kadar güveniyoruz ki birbirimize dinip dinmediğini anlamak için yağmurun bakacağımız yerde bir cama, bir su birikintisine bakıyoruz birbirimizin şemsiyesine. |
ŞİMDİ NERDEYSE
Böyle değildi bu kentte sokaklar, şarkılar ve insanlar. Yürüyüp giderdik birlikte bir heyecanı paylaşarak. Bir gergefe girip çıkan iğneler gibi ayaklarımız işlerdi yürüdüğümüz yollara coşkulu saatlerin nakışını. Alınlarımıza biriken güneş şimdi nerdeyse soğuyacak. |
YARIDA KALAN
Araya hiçbir şey girmemiş gibi sürüp gider mi yeniden yarıda kalan söyleşi birbirine bağlanır mı sözcükler anımsar mısın ne dediğimi hışmı geçince karagünlerin |
YILDIZLARDAN SÖZ AÇAN GERÇEKÇİ ŞİİR
Balkona çıktığımda, gecenin bu saatinde, gözüme ilişen ilk yıldıza bakarken aynı anda aynı yıldıza dünyanın bir yerinde birinin daha baktığı geçerdi içimden. Bir yıldızda buluşması gözlerimizin yeterdi bana, daha ötesini istemezdim; hangi kaygılar var yüreğinde, hangi düşüncenin rüzgârıyla alevleniyor alnı, şimdi hepsini bilmeliyim. |
BİLDİRİ
Yürüdüğün vakit seninle birlikte yürüsün diye kentler- deki daracık sokaklar, geniş alanlarına çıksın diye alınterinin, yürüdüğün vakit değişsin diye dünya ve yaşam mutlu bir türkü olsun diye dağlarda tek tek yakılan bu ateşler. |
DENİZ ORAKÇISI
Sor kendine bir sabah, av hazırlığına başlarken; sulara kim salar ilk güneşi sen kayığına binmesen, orağını almasan eline ilk ürünü kim biçer denizden? Kent niye bir büyük gergeftir, geçirmiş ilmiğini alın terine? Niye aç ağızlardan örülü bir martı çığlığıdır gök; iner kalkar başının üzerinde, küçük dalışlarla yoklar tekneni? Bir başınasın yaşamı üretirken zıpkın çizer, kürek acıtır, ağ yorar. neden elleri bulunmaz elinin yanında, yorgunluğu neden paylaşmazlar sofrasına çökerken yeryüzünün, sor kendine bir sabah. |
DÜLGER
Bakışın donup kalmış aşağıda, belli uçan kuşları görmediğin. Donup kalmış boşluktaki elin uzanırken ördüğün duvara. Yürüyorlar kırlardan sokaklara, sımsıkı kapılardan içeri dağlarda bekleyenler, kar altında. ilkyazın amansız sürgünleri. Baş aşağı ediyorlar ne varsa çarşılar, sunaklar, pazaryerleri. Toprağın horlanmış onuruyla denize döküyorlar kenti. Bakıyorsun ördüğü ellerinin duvar değil koskoca bir dünya. Hazır başka kentleri de yıkmaya yeniden kurmak için yüreğin. |
SORULAR
Durulmuş diyenler göklere, durgun değil midir fırtına öncesi? Sokaklara yanılmış diyenler, yanıldığı görülmüş mü şafak vaktinin? Umut yenildi ise demircilerin dövdükleri nedir örslerde hâlâ? Ya ilkyazda çatırdayan buzlara ne demeli, Sözünü söyledi ise ırmaklar? |
ÜZGÜNÜM AMA ÖVÜNÜYORUM
Bunca geç kaldığıma üzgünüm bulanıklıktan sıyırıp yaşamı açmakta çalışkan ellere. Bu sizin demekte, kavrayın sımsıkı, sahip çıkmak gerekir en önce. Alında biriken tere sahip çıkmak, yorgunluğun ardından beliren türküye. Kavga mı ediyorlar, bilsinler, niçin ettiklerini ve kiminle. Gelecek günlerin bilinci su versin ateşteki çeliğe. Üzgünüm, insanın dağılan yüreğini bir dizeyle birleştirmek için bunca geç kaldığına şiirlerimin. Ama övünüyorum gene de kardeşler, kavgaya girmekte geciksem bile yanınızda olacağım yaratırken zaferi. |
Bir büyük zincir düşünün
nerdeyse boşanacak, düşünün hazırladığı gürültüyü bütün sesleri bastırarak, öylesine gergin işte tersaneye yaklaşırken Haliç üstündeki gökyüzü. İşte öylesine aydınlık bilenmiş gelmiş elleri ilk tersane grevlerinden işçilerin, bir gemi için değil bir türkü için bir ağızdan söylemek için bir türküyü omuz omuza salladıkları balyoz vurdukları perçin kızağa koydukları omurga. Kaynak yapıyorlar ellerindeki aydınlıkla, ödenmemiş emeğin öfkesi parlıyor oksijen alevinde, parlıyor yüzlere tutulan maskelerde yepyeni bir şafağın haberi, öylesine duyarlı işte ayrılırken tersaneden Haliç üstündeki gökyüzü. |
YALNIZ BİRİ
Yanından geçiyoruz tahta perdenin her günkü yolumuzda Yalnız biri, bir genç sıçrıyor görmek için öte yanını Bunca bezgin insan arasında yalnız biri |
YAN YANA İKİ ÜLKE GİBİYİZ SENİNLE
Yan yana iki ülke gibiyiz seninle, ayın önünden geçen bulut önce seni karanlıkta bırakır sonra beni senden bana eser, yerine göre, yerine göre benden sana şakaklarımızı serinleten rüzgâr. İki kıyı gibiyiz karşılıklı, hem ayırır bizi hem bağlar birbirimize aramızda akan ırmak. İki tarih sayfası gibiyiz art arda birinde başlayan cümlenin sonu ötekinde düğümlenir ancak. Geldiği vakit hasat günleri iki ayrı ağızda aynı anda beliren bir gülümseme gibiyiz seninle ve iki ter damlası gibiyiz alnında elbirliği ile üretilip kardeşçe bölüşülen bir dünyanın. |
Anlıyoruz
yolu kesilse bile durmayacağını Haliç'in istediği kadar çeksin ellerini yeşil cam önlerinde dizilen saksılardan ağaçlardan çeksin ellerini, yosunlardan istediği kadar kararsın sular geçit vermesin gün ışığına istediği kadar kök salsın batak daralsın parmakları gırtlağına sarılan çamurların döküntü öbeklerine konup kalksın istediği kadar açgözlü martılar Anlıyoruz durduramayacak Haliç'in akışını sürükleyip götüremediği artıklar çürüyüp dağılan gemi leşleri sinsice biriken zehir sökülmüş teknelerden Bölüp de durduramayacak altından geçtiği köprüler ve bir hüzün çığlığı gibi boşluğa açılan ağızları bırakılmış iskelelerin Durduramayacak anlıyoruz akışını denize doğru bakınca Galata Kulesi'nden görünce yeniden yaratılmış gün ışığını akşam olurken yorgun yüzlerinde emekçilerin görünce ışımaya hazır çalışkan ellerinde yeniden |
BİR KIZ
Güneş altında titreşen yağmur damlası gibi ışık içinde bir kız on iki - on üç yaşlarında dolaşıyordu gördüm boynunda bir tasmayla Bir ülkü mü, bir düş mü bir yaşam mı bilinmez neyse aradığı ona bağlamaya hazır kendini |
BİR İNSAN, BİR DÜŞ
Kentler tanıdım, yaprakları her sabah sokak sokak açılan aydınlık bir çiçeğe benzer. Kentler tanıdım, diz çökmüş kendini seyretmek için bir ırmakta, yüzü hâlâ yanar durur başına gelenlerin utancıyla. İnsanlar tanıdım, birbirlerine sırt dönecek kadar ilgisiz, aynı dertleri paylaşsalar bile. İnsanlar tanıdım, yaşam boyu yetecek kadar sevecenlik dolu bir daha karşılaşmayacağı birine. Ve tanıyana dek Madam Ella´yı bilmezdim bir insanın yüzünde bir kenti taşıyacağını. Uzaktık karşılaştığımızda ikimiz de yaşadığımız ülkeden, kalabalığı arasında bir toplantının. Önce gözlerini tanıdım, öylesine yumuşak ve kederli. Yıllardır dağılmayan bir sis dağılmaya başlamıştı sanki, yeniden görüyordu karşısında yıllardır görmediği birini. Sonra sesini tanıdım, alabildiğine ürkek ve dokunaklı. Türkçe sözcükler iki yanında iki örgü saç gibiydi yüzünün özenle saklamıştı okul çantasında ve söylerken onları yedi yaşındaydı. Yedi yaşındaydı elli yıl önce bırakıp giderken İstanbul´u. O günkü gibi duruyordu belleğinde düşmanlığı barındırmayan mahalle, birbiriyle yardımlaşan komşular, Anadoluhisarı´ndaki çocukluğu. Anladım ki yüzüme bakarken beni değil İstanbul´u görmüştü. Madam Ella için İstanbul anladım ki yıkılmayan bir düştü, özlemiydi kardeşçe yaşamanın. Bu kanlı, bu kıyıcı, bu haksız dünya elinden alamamıştı bir türlü. |
BİR ALEV GİBİ
Bir alev gibi ozanın karısı. Nereye yürüse onunla karşılaşıyor, onun tuttuğu aynada görüyor ozan ilerde şiire dönüşecek ilk ipuçlarını. Bir alev gibi ozanın karısı. Kaşlarının birbirine değecek kadar yakın olması ve değmeden kalması, omuzlara doğru akacak olması ve durması saçlarının ensede öylece duyumsatıyor ozana durmadan baktığı zamanki başdönmesini bir uçurumun kıyısından. Sürekli açık kitabından gözlerinin okuduğu satırlarla eğitti yüreğini, sürekli dönüştüren ellerinden öğrendi ne vakit bir işe sarıldıysa sonuç alana kadar direnmeyi. Bir armağan. Güneşli günlerin solduramadığı bir alev, söndüremediği en başa çıkılmaz fırtınanın bile. Küçük bir alev. Duyarlı ve titreşimli. |
AYLI KARANLIK
saklı tuttun saklı tutmanı sevdim en karanlığa açılan kapını sevdim yüzümü döndürmek için az mı denizler dalgalar az mı yangınlar bulutlar geldi savruldu üstüme geldi yıkıldı bir nice batık taşlara gemilerim yıkılmış ağaçlara bir nice gölgelere gemilerim dedim beni alır götürür onun kıyısına bırakır onun ülkesine koskoca bir uykunun ardında bir ormanın ardında karıncaların olmadı mı en çok onu sevdim saçlarını kurutmağa yaz güneşi olmadı mı ellerini sevdim gülüşlerini ateşler yaktım ısındım karanlığında yoluma çıktıkça gözlerinin akşamı ne ürkek ne büyük olduklarının akşamı sevdim çağrıladım ben seni ******* günler yalnız olduğumun kıyılarında aydınlığı sürüp giderken yan yana gelmelerin dedim elleri kim bilir kimin elinde saçları dudakları kim bilir kimin |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:24 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.