![]() |
Adnan DURMAZ
Ad...
sen benim en güzel düşüm oldun kül olmuş bir günün akşamında bir daha içilmeyecek giz şarabın yaşadıkça korkuyorum büyü bozulur karabasan olur diye düş uzadıkça şimdi parmak uçlarımda ışıksı bir toz bırakıp giden kelebek vaktevvel bir ad ver bana bir adım olsun yalnızca senin bildiğin şiirden damıtılmış uykularımın arasında nereden çağırsan işiteceğim ve içinde pür gibi yeşereceğim beni andıkça ben yitmeden karanlıkta düş bitmeden vaktevvel bir ad ver bana... |
Ada; na
gülü dudağından bildim ikliminin sarhoşuyum nasıl anlatılır yakamoz fırtınası bakışlarına tutkum 0 yangın sokuluşun ayışığı soluyuşun anlatılamaz... el ayak çekilince gökyüzü damla damla inerdi yıldız vurdu beklediğim tüm kıyılara bir tek sen yoktun... denizler gördüm sen yedi deryalar geçsem bütün kara parçalarında dolaşsam yeryüzünün ölsem tükenmez kimsenin varamadığı 0 bakir adana vurgunluğum... |
Ağğyyy
ağy........... uzmanlar oturdular yüzleri ciddiyet boyalı birisi dedi bu antik bir heykel romadan kalmış olmalı amanın ne cici amanın ne bici bak şu kıvrımlara bukle bukle bir gözün ışığından bir elin damarından daha sahici diğeri öncekinden aşağı kalamaz ya dedi aman ne güzel koku nayır nolamaz evrensel bir şey bu uzaylılar yapar ancak yaparsa üçüncünün yüzünde derin ve bilge bir sükut efenim dedi olsa olsa bu zamanımıza gelmiş son put hepsi bir ağızdan aman aman bunu siz mi yaptınız bağyan bunu siz mi yağtınız bağy ağy ağy ağy ne kadar da fecisiniz acaip yeteneklisiniz siz var ya siz en siz efenim ne şahanesiniz gelmiş geçmiş en yüce yeteneksiniz tuttular yaladılar yediler yuttular gittiler ve sırada bekleyenler çok çok çok kralı çıplak gören deli dedi bunun adı bok ................... |
Ağlayışların
ağlayışların kırkikindi ağlayışların yüzüme yonttuğu derin uçurum ve ayrılıkların yıldırım düşmeleri içimde o yangın artığı kentler ve keder kum... boşalmış köylere vurdum zifiri ıssızlıkta hayaletler dolaşan yıkık sokaklar ve silmiş erguvani süpürgesi ölümün çocukları-sevdaları-düşleri her vurgunda biraz daha ıssıza vurdum da yürek atımı peşimde ihanetin arsız gülüşleri... anladım aşk değilmiş benimkisi aldanışın parçalanmış aynası kentler tükürüp kalabalık taşladıktan sonra düşlerimi gördüm yok olan ormanlardan kalan ardıç ağacıyım bozkırda bazan yurtsuz bir karınca kanlı ayak izleri hüznün yitik dizeleri göğün denizlerinde yüzerken ay ben orada kırık bir hayatın anlamında tektim ve yol kıyılarında hiçliğin girdabı bakışlarıyla göz göze geldiğimde ben o ölü köpektim... dokundum sözcüklerden nasıl akar mağmalar yaşadım bir köpek yüreğini nasıl dalar... ve anladım düşlerin maskeleri düştükçe aşk değilmiş benimkisi yıldırımın gök fidana çarpması... aşk değil-akarsuyun yanılması... ve her seferinde giyinip gece rengi harmanisini hüznün dönmek yarasını yalayan yabanıl bir hayvanca dönmek... ıssızlığına... ve kaldırımlarda senfonik yağmur animasyon hüzünler-makyajlı sözler çalıntı bakışlar-alıntı gülüşler-fabrikasyon düşler hastane kapılarında ölürken yoksul çocuklar nasıl tanımlardı yalnızlığın yürek kanında yeşeren türküsünü kuşkusuz aşk değildi benimkisi bir bozkır ağıdının gözyaşında ıslanması bir düşün sırtına hançerler saplanması... aşk oradaydı işte bir uzun havanın bin yıllık coğrafyasında kavalın içinde can olan nefes kanarken ayışığında... ne ses kamışa ne kaval nefese sahip değildi aslında yavri yavri yel eser türkü keser kekikler bir aşk kokusu yayılır havaya... yürek bir yıkık çoban çeşmesiyken dağ yamacında paylaşılamayan güzellikler gecede sızlarken onurun kızarmış bıçağıyla çıkardım yüreğimden kür bir kurşun gibi anladım anladım ki düş değil benimkisi düşaldanması aah aşk değil aşk değil kelebeğin ateşlerde yanması... |
Ak Bir Kanama
Ak bir kanama oldu bakışın Yasak duruşun uzak... Bir hayâl Nasıl acırsa onu kurana Kaldırımlarda bu kaçıncı sağanak... Sen bana bakma Alışkınım Dönerim yine Devasa ıssızlığıma... Hüzün diyordum giderken Onu masada bırak... Şimdi anlamadım Bu buluşmada Hangi an bir ömre bedel Beyaz bir kanama gibi acıma Gülüşünün sayfalarından Yüreğime değen İncecik bir yel Alışkınım Sen bana bakma Yıkılsın ne yapalım Onca zaman Geceye kazdığımız tünel... Aldanışlar Ve yanlış yapmalar ustası Ahmağın biriyim ben Utanırım yağmurlarda Şemsiyeyle gezmekten Ve hep geç kalanım Olunması gereken yerlere Zamanlara Bu başka bir aldanıştı Diz boyu Dizeler boyu Ak bir kanama gibi acıma... Kaldırımlara düşen Eski bir testi yüreğim Paramparça... Önemi yok Yine yoldaşım keder Sırtımı döner giderim Varsın yarım kalsın şiirler Başkasın ki Vardın gerçeğine başkalığımın Bir çoban türküsünün kanı Nasıl yabansa dağları bilmeyene Başkasın sen Kaldırımlara Barlara Ve şu ana dair Sanal ve uzak... Dilerim Matlığım silinir Kahkahalarınla Gözlerinden Haritalarında olmayan Bilinmez bir yerim zaten Bu yüzden Hoşça kal demeyeceğim... |
Akşamın Kanayan Sözü
gel ha gayri... meşe selim mor bulutum serçe masumu gözlüm bu bir kaval kanaması zamanın sinesinden sağılır gelir bir keder bahçesidir... her gönüle uç verir de açar bir zaman bir masal bohçasıdır bu yürek yürek değil ıssızda bir kuyunun delik kovasıdır beri gel allı turnam... türkü gülüşler taşısın gözlerin kendinde bul beni... sana gel... bana git bu sevdasına yitik karıncanın öyküsüdür akıp gider de allı telli bu kıraçta koyunların kukusudur... bulutların kokusudur... sabahın kokusudur... akşamın teri gecenin elleridir akıp gider de hayat... dokunur taşa dokunur ıslığa... onu kavislendirir... kayaya gül oyan sevdadır... ve biz geliriz... bir kahır... bir acı bir hay bir huy yağma sofrası bir ömrün haritasında tutsak geldiğini bilemeden sevdik de yaşamayı... sevdik teneke barakaları... kerpiç damları... yağmurda akan evlerde seviştik gece karanlıktı anlamadık... çözemedik... doğuştan hasretli bir suydu işte hayat ve öldük geride türküler bırakan karasevdalarda yana yana bir gün belki de bozkırdan kalkan bir toz hortumu olur da düşlerimiz savruluruz günahlarımız suçluluk duygularımızla bir gün belki adamı eşkıya düşüren sevdanın türküsünü bir çocuk gelir de söyler yıkılmış evlerimizden kalan son taşın üzerine oturarak beri gel... belki zaman da hiçtir her neyse yaşamın anlamı... onun en güzel andacı olsun ki aşkım sana bütün ciddi adamlar sultanlar öfkeler bar bar bağırmalar... başını taşlara vurmalar da yok olacak biz varız şimdi... gel de gör senim işte yokluğun... ömrümün gecesidir dağlar da ağlar... aslında uzun havalar yankılanır ya ahını zaptedemeyenin çığlığı kesilir taş olur doruklarında dağlar da ağlar bulutlar öperken saçlarını... gün her batışında kanatırken yüreğini taşlar da gülümser... o en eski usta aşkı nakşederken bağrına güler taş... hüzünden bakışlarında eğirerek sevdayı ne zaman bir kadın kilim dokusa sen beni aramaya çıkarsın yüreğinin gergefinde gül sağnar gel... artık gel sensizlikte dağlar da ağlar yıkılmış surların altında kaç ömür rüzgara dönüştü dağların ardında kaç sevda bulut olup yağdı çöle ferhadın yüreği sebil külüngü söz oldu... bütün dinler kovdu onu yağmalana yağmalana geldim de işte ömürdü azığım... sermayem yürek taşlandım sokaklarda ibreti alem için sensiz gözlerimi saçtım karanlığa yıldızlardır şimdi damıttığım düşlerim ekşiyip zehir oldu yenilgilerden geldim-yorgunum ellerin yok ve zaman ve rüzgar gel gayri gel yaşamak seninle başlar |
Amoryumlu Dilenci
yer yavşan gök yıldız akşam rengi gözlerinde ıssızlık oysa sen bilmezsin hırsız bir yürek dolaşır karlı gecede sokak itlerinden aç bozkırlarda ölmüş bir atın kafatasından çıplak şimdi ben tutup da geceyi sana versem kar döşenmiş kıraçları-korkunç dağları uzak melul yıldızları-ayrılık çalan kavalı neye yarar bir can solumuyorsa evvel zaman içinde-ırmaklar geçtim ben de yeğin atlar çatlattım-heybem dolu yıldız gözleriyle gece ışır tanrıçalar aradım sevdiğim-kemanım-üveyik türküm sizin oralardan geçtim daha sen doğmamıştın kuşkusuz kızıl bir hilaldi dudakların kuşkusuz dudakların arşipel sularında şafağa doğru yüzen bir iyon kayığıydı düş ve coşku toplardı gözlerin yakamozlardan akşamları samanyolu giyerdin sevdiğim aykırı türküm ölgün eylül ömürler geçirdik de geldik şimdiye kızıl saçlarına yaprak yağan yarimiz olmadı eşkıya soysa yanmazdım bu gönülü derelerde boğuldu hoyrat inceliğimiz evvel zaman içinde bir yerlerde kendimi yitirdim geldim ne bir şehir düştü ardıma ne atımın terkisinde bir sevda toynak vurdum da tipili dağ *******ine terkedilmiş evlere benzeyen yürek kapılarından geçtim gitgide duvarları yıkılan gitgide tavanları akan yağmurlarda muhacir güneşler kırıp yedim öfkemden kan akmış alanlarda yerlere çarparak yüreğimi varsın ötsün yalnızlığın baykuşu ah etmişsem utanacak değilim sonra kar yağdı sabahları taze ekmek gibi gülen günleri soydular gözlerine mil çekilmiş halklar yürüdü tarihin patikalarında oğulları kıyılmış anaların isyanını yaktılar çirkef sokaklarında bir dilenci gördüm kolları bacakları kopmuş alınmış satılmış yağmalanmış ordular geçmiş üzerinden tam da geberiyordum ki kederimden gözlerinde at koşturan bir kuşku dedim adın nedir dedim adın nedir dedim adın ne iki ırmak çağladı da gözünden dedi adım aşk şimdi bin yıldır aradığım yüreğimin terkisinde atımı ılgarladım yıldızlara merhaba ey yaşamak merhaba |
Anka
yıldızlar umuttan nakşedildi geceye ilmik ilmik ay aşktan doğdu bakmayın surlarını coşkudan sokaklarını düşten kurduğum kenti bir anda yıkabilirim kaç aşk var ki tarihimde yüreğimi ateşlere fırlatmışım belki delinin tekiyim- belki yabanılca korkak rotası şiirle çizili yelkeni gökyüzünden biçilmiş gemilerimi çıktığım ilk adada yakabilirim bazan bir tek bakışla dünyalar kurulur içimde bazan tek söz çöllere sürgün eder delisularımı kum savururum yalnızlıklarda taşlara çalarım rüzgârlarımı delinin tekiyim ben kendi kendini yakan o çılgın anka ve kendi küllerinden kendini yeniden yaratan |
Ateş Çiçeği-02
Kar’Üseyin araladı kapıyı Hatçe pusmuş oturur peykesine topak evin Kekikli bir yel kokusu Tüm sesler ölü Ne gök mavi - ne toprak yeşil - ne taş sert Ölene dek saldıracak tutsak bir yaban hayvanı İçinde kaynayan tiksinti - kin Kangal dikenleri gibi Batmaya hazır her yanı Kar’Üseyin’in kurbanı Pusmuş peykesine topak evin Yeryüzünün en kimsesiz insanı Bir çığlık / göğü yırtan bir yıldırım Akkor bir şimşek çakması Eşkıya başının ruhuna çarptı Yeryüzünün en kimsesiz kurbanı İsyan kustu avcısına Kanların altına aksın da yivrim yivrim Asıl ayaklarından ölüm koksun ortalıkta Yağlı kurşunlara gel Hatçe dedi Öyle bağırıp çağırma- şükür eyle Allah’ına Seni bana yazdı da -şu dağların aslanına Ne söylese dinlemedi Çığlık çığlığa inledi Yeşil çimenlerce güzeldi Sarı papatyaların dengi Mor menekşelerin ahengi Ve pembe güllerdi Hatçe Ağlayan güller gibiydi İki gözü iki çeşme Eey insanlar / hatırdan gönülden bilenler Diz çöküp namaz kılanlar / adamdan sayılanlar İleri gelenler- usul duranlar Katiller Hatçe’yi aldı da kaçtı Çiğillipınar’a konan Suvermezliler Dayılar- böleler- emmiler - utlular-utsuzlar Sizin de namusunuz değil miyim ben bire gidi namussuzlar Dağ- taş inledi sesinden Konuştu Kar’ Üseyin Ben de bu dağların hükümdarıyım Ve dahi cümle köylerin Bolvadin’den- Kareser’e Çifteler’den Sivrihisar’a nam yürütmüşüm Hiç bağırma boşuna yakma tatlı canını Gücüme kimseler karşı gelemez Sen benimsin bundan gayrı Var teslim ol bana Gül ol da açıl bağrımda Dünyalar vereyim sana.. Kar’Üseyin adın kara yerlerden gelsin Yeğniciğinden yan da teneşirlere gel Tutul da nuzullara çot olsun elin yüzün Dumansız bacalardan karanlık *******den kurtulma kara köpek Kar’Üseyin çıkıp gitti dışarı Yüzü öfkeden seyriyerek Vardı kardeşi Keloğlan’ın yanına Kel Mustafa düşünceli Ulen Üseyin Elin yumruk kadar öğsüzünü ne edecektin Daylak gibi karın vardı Üseynin yüzü öfke karası Çıktı bayıra yukarı Ve Hatçe’nin bağırtısı geldi peşinden Sonra bir daha vardı Bir daha çıktı Hatçe ha bire bağırdı Yengeler girdi / oturaklı kadınlar Gerisin geri çıktılar Ne bir tas su ne bir çarpım yufka içip yemedi Ağladı- ilendi- sövdü Gelenler kâr etmedi Anasının yarasını sardılar Olur bacım dediler Bir sizden ürüsüm değil Elden ne gelir Gözlerinin yaşını sil Garip yolcular geçer yürüyen ölüler gibi Kimisi ağaç ayaklı kiminin başı sargılı kolu kesilmiş Ölüm haberleri - ağıt çığlıkları Günlük işler arasında Erkekler kırılmış savaşlarda Trablusgarp’ten Balkan’a ne emmi kalmış- ne dayı Ne bir devlet var ortada Ne Allah rızasına hak güdecek bir başkası Aziziye Konağından Geri dönmüş elleri boş - yayan- yapıldak Ağlar Filik Abıla yüreği bir hoş kolları kopuk yaşın yaşın Bu ne hak- bu ne hukuk Kaldı harman yerinde samanı- çeci Olancası bir avuççuk Eller devşirip getirdi Uzun yollardan gelirim dedi Trablusgarp çöllerinden Tobruk’tan- Derne’den Susuzluktan ölenler Kıvıl kıvıl bit içinden Açlık - kum - ve bit harbinden Irak yollardan gelirim Tel örgülerden Kurşun ve hançer kavlinden Ölümü uçurum Balkanlar Ölümü kara Karadağ Tirana’dan - Üsküp’ten Sofya’dan - ve Varna’dan İnsan yüzü görmemiş acılardan Bilinmedik açlıklardan Bir kolum kopuk Bacağım ağaç Susuz- aç Kaybedilmiş ama büyük kavgalardan... Girdi topakeve yol yordam bilen kadınlar Kalaylı sinilerde yayla balı- kaymak- katmer Elden ne gelir dediler Gayrı sen mundar oldun Bir bu eve yakışırsın Yok gidecek başka bir yol Gelir sıkar ümüğünü dediler Var Kar’Üseyin’e teslim ol Alsın kudurmuş kart köpek Sıksın ümüğümü / canımı alsın Ölüp kurtulayım varsın Ona karı olacağıma Gövdemi topraklar sarsın Bir kadın yaklaşmak istedi Sakın daklaşmayın bana Kara Köpeğin itleri Şu al kutnu sayanızdan utanın dulukbastılı feslerinizden Yılan dillerinize kanacak mıyım Çıkın başımdan defolun Kele kız delirmiş dediler Vaa bacım hadi gidelim İvedi çıkıp gittiler Artlarından fıydırılan sininin sesini işittiler Zaman akmaz gibi yavaş Uzaklardan çan sesleri Ve yaylanın yeli kekik esintili Bir kabaltı çınladı Sonra bir hardal çanı Arkasından zil Yanal koyunları aklına düştü Gümüş burum kuzuları Sonra anasının yüzü Acı içinde sefil / saçılmış al kanları Açıldı kilim kapı bin bir rengiyle balkıyarak Girdi Kar’Üseyin Kara kaput yüzü yülenmiş Kancık bir ifade gözlerinde Gayrı barışalım pohur çiçeğim Öyle bağırma konuşak İnsan konuşa konuşa Aşık koklaşa koklaşa Bağırdı- taştı- tutuştu Ak boynunda gök damarlar belirdi Kanadı yarılmış dudakları kar dişleri göründü Kes ulan dedi Kar’Üseyin Yolumu yokuşa vurma Sarpa sardırma gönlümü Kafa tasımı attırma Çıktı gitti ormanlara yukarı Üçüncü gün gelmedi Gün uzadı- devrilmedi Gecenin bir vaktinde usulca girdi kapıdan Beni zora koşma Filiğin Hatçe Bundan böyle avradımsın Namusun benim boynuma Her şey gönüllüce olsun Hatçe kıvrılmış sedire Uyanıp belinledi it oturumuna geldi Bar bar bağırdı yok mu bir can kurtaran Çıktı gitti Kar’Üseyin Dördüncü gün ikindi sularında Kar’Üseyin gene geldi dili ballar tadında Geri gitti umudunun boynu kırık Dört gündür lokma yememiş Aç ölmeğe karar vermiş Bir telaş sarmış herkesi Yalvarmış yenge kadınlar Bir tas su bile içmemiş Beşinci gün düşündü topakevden çıkarken Ulan tut diyor felek / yatır altına bas tokadı / tut elini kolunu kalmamış zaten takatı / bas Baktı Hatçe arkasından Kim alır ahını ölsen Kim acır gebersen acıdan Madem öyle yaşa- diren Yaşamayı fitil fitil getir burnundan Kendin sor hesabını Kar’Üseyin’den Altıncı gün uzanıp tuttu kolundan Tokatı yeyiverdi yüzünün ortasına Hırsla bir tekme savurdu Hatçe’ye kurban yuvarlandı yere Fırlayıp kalktı öfkeyle saldırdı bağırarak Beynine yankılandı yüzüne değen tokat Düştü yeniden / darpadan kalktı Çıkıp gitti Kar’Üseyin Hatçe hüngür hüngür ağladı... Oysa böyle olsun istemiyordu Tadı kekreleşti sevmenin dedi Ertesi gün öğle sonu Keloğlan Girdi topakevin kapısından Hatçe’ye nasihat verdi Ben de istemezdim dedi Gümbür gümbür davulunan Köylüye aş döke döke Al duvaklar içinde murad almak hakkın idi Öyle iken böyle olmuş neyleyim Kar’Üseyin ağamdır ya Aklı ermez yol yordama Olan olmuş / çaresi yok / neyleyek O dedi Hatçe ağladı Sonra da çekilip gitti Vardı Kar’Üseyin’e Herhalde yumşuyor dedi Elbet alışır sonunda Sen de biraz sabır eyle Kayıl olacak bahtına Sekizinci gün gelmedi Kar’Üseyin Gene gitti kel Mustafa nasihat etti İnar-ı fener olmuş acıdan ve açlıktan Gerçi yemeğe başlamış Kadınlar öyle söyledi Ertesi gün Kar’Üseyin geldi oturdu Önce saydı döktü yiğitliğini Sonra ağalığını anlattı Üç bin davarım var dedi Üç bin adamım Gel etme gayri Hatçe Sarplara vurma beni Sen iste dağları yıkayım Sen dile köyleri yakayım Dilerim yalanların boğar seni Dört vatan hayını ne zaman üç bin oldu Zenginlik ağalık sana mı kaldı Dilerim, toprak bile kabullenmez gövdeni Hatçe böyle söyledi Kar’Üseyin çıkıp gitti Bindi atına dörtnala vurdu Yitti ay altında Bir Göğüs Yaylasına vardı Bir Kartal Pınar’ına Doma’dan harmanladı Oluklu’dan dolaştı Belce’de sabaha ulaştı Orda uyudu bir vakit Yeniden bindi atına Tekne Çukuru’na vardı Keçi Gölcüğü’nde at suladı Dolaştı Emirdağ’ın tüm yaylalarını On sekiz yaylaya nal vurdu geçti -- |
Ateş Çiçeği-03
Toprak düm düz Acı bir boşluk kalmış gidip dönmeyenlerin gittiği yolda Çürüyüp dökülürcesine akan zamanda Gülüşü - düşü tükenmiş insan Tek kolu kopuk yolcu Oturmuş damın duldasında Yaşamın anlamını saklıyor gibi oyulmuş sol gözünün yalağında Trablusgarp’te kum Sinek gibi kırılmış insanlar gördüm Allahu Ekber Dağları’nda kar altında kalanlar Düşmana mermi sıkmadan düşmüş yatanlar Ne yürek kaldı bende ne düş Yüz binlerce öldüm On metre kar altında Sarıkamış Dağları’nda Yan yana- koyun koyuna sarmaşıp da yatmışlar uyurcasına Gözleri açık kalmış bir garip dalmış boşluğa Dört ayağı üstünde donmuş beygirler Varıp üzerine binesin gelir Ve dahi bahar geldi eridi kar Top arabaları çıktı ağaç tepelerinden bir garip kuş gibi tünemiş Dağ taş insan cılkı insan cesedi Yel vurdu- sel taştı Param parça / koka koka aktılar Gün vurdu koktu dağ taş O sulara sindi diye İçmedi hiçbir mahlukat Öyle bir koku ki öte yanın beri gelir Açlıktan- sıtmadan - ölümden beter Ne yürek kaldı bende ne düş Milyonlarca öldüm Acı ki anlatılmaz bir şeydir ancak yaşanır Acı ki mahlûkatlar içinde Ona bir insan dayanır Geri dönen on binler gibi artık asla sevinmemek üzülmemek üzere geri döndüm Ve kalkıp yürüdü Geri dönmeyenlerin gittiği yoldan Kan damlayan bir suskunluk asılı kaldı havada Kar'ağaçtan yontulmuş düğnüğün ortasından sarkan nazarlık Keklik yumurtasına ak dantele işlenmiş Salkım saçak taneleri altın rengi üzerlik Topakevin tavanından ipin ucunda sallanan bir demet sıtara çiçeği... Mazlum- kuzu gözlerinde keder domurladı Sıtara çiçeğinde kendini buldu Hatçe Goncaları yıldız yıldız açılmış büyümüş koptuktan sonra da Kimse bilmez bu nasıl iş Kopunca da ışkın sürer dal verir Hatçe kendisini buldu sıtara çiçeğinde Güzelliğin solsun dedi Serpilip de gelişeme Sana bakanlar kör olsun Gözlerin önüne aksın da be Hatçe bunca namussuzun yüzünü görme Buğulanır yıldızlar yaslı gözlerde Acı kokar yavşan otu gecede Acı kokar cızlağan Ötmesin üğü kuşları dert koyup derde Delme kuzu ayrı düşmüş yanal koyundan Yalnızlığı kurt sağnağı / oluru kesik çözümsüz bin bilmecede Bağrından hançerlenmiş tarihlerdir bu Daha nice cellat eli Hoyrat - harami keser sıtara çiçeğini en yıldız yerinden O dal sürer kesildikten sonra da Açılır oylum oylum Oy sıtara çiçeği Bu onuncu gün Sıtara çiçeği Hatçe İlk kez dosdoğru baktı Kar’Üseyin’e Ve konuştu ok gibi İnsan dedikleri zulm eylemez mazluma Daha murad almadan Ben bir yetim parçasıyım Er kişi dedikleri dünürcü salar Sen beni istettin mi Bire Kar’Üseyin Saltanatın mazlum kanı Ki ben kimsesiz biriyim Yoksul Filiğ’in bir eli Üç yüz atlıyınan basıp kaçtınız Al duvak isterdim dengim birine Bire Kar’Üseyin Dünürcü salardın erkeksen Doğrudan yüzümü görmeden Başka bir kız yok mu idi Sen beni mi kurban seçtin Al gayri işte Al da kara başına çal gayrı işte Kurdun pençesinde emlik kuzular gibi Şimdi var geç ırzıma Zorla çökersen başıma Söz verdim kendi kendime İp atar kıyarım canıma On birinci gün konuştu Hatçe Anamın şemenesiydim Yoksul hanemizin yakışığı Bana ayna tutup- işmar edenler Vatan millet hakkı için Kırım kırım kırıldılar cephede geriye dönmediler Sen ki uğrular uğrusu / uğursuz çapulcu Koca koca kurtlar bile karıncaya el kaldırmaz Gavur bile tevir tevir bazısı mazluma saldırmaz Evlisin alem bilir daylak gibi karın var Çocuğun var hanelerin ışığı Hiç Allah’tan korkmadın mı Bire Kara Üseyin benim suçum ne Şimdi gel çök başıma ben de kıyayım canıma Kar’Üseyin çıkıp bindi atına Artık çatladı çatlayacak Çatlarcasına sürdü kula tayını Koca Belen’e nal vurdu / Tabaklar düzüne indi Eskigömü üzerinden / Holuz’a doğru devrildi Ulan dedi dokuz çatal - otuz boğum oldu dert Otuz tilki dolaştı kafasında kuyrukları birbirine değmeden Hatçe büyütmüş içinde / bir şifasız afat etmiş O afatta kavrulur da savrulur Üryan geçirir gönlünden Aklı çıvası gelir O ne endam- ah o ne o ne meme- ne uyluk Zibetli yaylada buldu kendini Durdu çatlamak üzere kula tay Vay anasına ulan dedi Vay Kar’Üseyin vay! On ikinci günün gece yarısı Bir hışımla açıldı topakevin kapısı Hatçe dirkeden attı darpadan ayağa kalktı Bana bak Hatçe Gelin Bolalsın yerin göğün Babası evine gitti Karımı boşadım bu gün Bin Güllü olsa boşarım Ala demirin bıçağı Gayri burnuma geldim Şimdi başka sözüm yoktur / dök- düşün İki gün hiç uğramadı Kar’Üseyin Hatçe kaçmayı düşündü Dedi- üç adım salmazlar Kendini asmayı düşündü / can baldan tatlı Bir ara acır gibi oldu Kar’Üseyin’e Yiğide hakkını vermeli İkinin biri gelir isterse / birin yarımı Üstüne yok yakışık bahsinde Kaç kız iç geçirir onu görünce Ama bir yol her şeyden iğrenmiş Hatçe Vakit on beşinci gün Yel ince Dağların üzerinden kürtük kürtük bulut ağdı Ay balkıdı - süt döküldü ovaya Dört bir yana - ışık yağdı Korkunç ıssızlıkta karanlık hırsızdan yana Bekleyiş diri diri mezar tadında Gece ki Düğnükte gıcım gıcım yayla yeli Dörtnal bir at güpürtüsü titretti topakevi Kapıdan Kar’Üseyin girdi Durdu / bambaşka biri / taş- demir- tunç Avını gözleyen bir şahindi gözleri Duruşu korkunç / kandil alevinde yalım kesilmiş yüzü Avla avcı göz göze bakıştı bir an Anlattı neyin nasıl olacağını Haykırdı Hatçe Duyulmamış bir canlıya aitti sesi Yetiş kurban olayım anam Avcı saldırdı avına Av çırpındı kollarında Öylesine bir direnç ki şaşırdı avcı çırpındı kurban saldırdı avcı |
Ateş Çiçeği-04
Şalvarının uçkurunu koparttı yırttı çıkarttı Yırttı çıkarttı güllü fistanını al köyneğini Kaydı kurtuldu Hatçe / devrildi çırılçıplak İçinde ne varsa korkulara dayanan bütün setleri yıkıldı Ay aylası bir dişilik fışkırdı yuvarlanan kalçalarından korkunç yakıcı bir pembelik Avcının azgınlığı zaptolmaz bir delilikte Ve diri memeleri yuvarlandı kurbanın aklını aldı avcının Kösnü çıldırtan çığlıklar aklını başında zay etti Kar’Üseyin çıktı insan olmaktan Baştan başa şaha kalkmış bir erkeklik kesildi Yakaladı avını / elini ayağını bağladı dört yanına topakevin Hatçe’yi sımsıkı gerdi Çığlıklar bir kamçı gibi Soyundu bir solukta giysilerini Ve yanaştı avına Bütün hışmıyla diz gelip Bütün hışmıyla yekindi Geceyi bir sancı gibi yırttı kurbanın sesi Bin renkli kilimin üstüne bir de kan rengi eklendi Soldu sıtara çiçeği... Bütün arılıkları dünyanın çıkartmaz kötülüğün kirini İspirto rengiydi gece Bedeninin altında bacakları köpek kesildi Hatçe’nin ruhunu dalayacak yaşadıkça Bir ölü soykası gibi taşıyacak destan güzelliğini bundan sonra Peri kızı Skylla bozkırlar ortasında Filik kızı Hatçe oldu o gece Kim bilir kaçıncı kez Dirildi acının yazılmayan tarihinde Bozkırda bir yerlerde... İşte o gün ağladı Hatçe Çiğillipınar’ca coştu Yağdı kırkikindilerce Yaşanmamış ergenliği içinde setlerini yıktı taştı Daha memeleri çıkmamış Kızım deyi- er yüzüne bakmamış Başına da al duvaklar vurunmadan Eline de al kınalar yakınamadan Kollarına gümüş cebe Kulağına altın küpe Duluğuna dulukbastı takınamadan Çalgılar çaldıramadan Okuntu saldıramadan Yüreği mılcımış canı ezilmiş Soyka çıkmış güzelliği Gayrı kendi eti kendine düşman Isırır Kar’Üseyin’in etine değen yerler dalar tüm gövdesini Kırılmış gökçegülün goncası Allı turna yaralanmış uçamaz Böyle görse aklını yer anası Oturmuş bir utanç gibi Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız ırmağı kurumuş turaç gibi Babasız büyümüş omuzu düşük Doyamamış kokusuna anacığının Ha yaşamış- ha ölmüş hiç mühimi yok Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız Bir amanı yerde bir amanı gökte Aklına olmadık bir şeyler düşer Pencerenin deliğinde ıtır çiçeği Gayrı susuzluktan kurumuş mudur Tentenesi garip kalmış sandıkta Acep mor fistanını kimler giyecek Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız Avazı yayılır yayla yelinde Duyanın içini oyar da oyar Ağlaya ağlaya uyur Hatçe Kız Uyanır ağlaya ağlaya Gecenin bir yarısı Alaçığın duldasında Kıpırtısız dört beş insan Yıldızlar cohcohlu parlıyor Suskunluk utanca boğulmuş Birisi konuştu ansızdan Sesi yarısı yanmış ağalar gibi Çok eski bir yarayı sır diye saklar gibi sesi Dedi ki Arap cephesinde kum ve ateş cehenneminde Balkanlarda kan içinde Allahuekber tipisinde Çanakkale içinde bomba selinde Hasılı tüm cephelerde savaştık At bokunda arpa devşirmenin Ve her ne sebeple olursa yenilmenin öğünecek bir yanı yok Kimisi kum altında kimi kar Yeri yurdu belirsiz kaldı kalanlar... Dünyada bozulmuş ordudan berbat Ne bir hayvan- ne bir nebat... Aylarca aç Ve bilmediği ellerde gidecek yersiz asker Akıl almaz derecede korkak Ama on adamı boğabilir tek başına Hasılı çöl harbinde bozulduk Döküldük yollara yayan yapıldak Kimi sayrı- yaralanmış kimisi Kimi su geçerken kimi donarak Sinekler gibi öldük Kalanlar ayak yalın- baş kabak Hayvan gibi otları avurtlayarak Bir deri- bir kemik Adana’ya döküldük... Adana İstasyonu’ nda tren Say ki bir kara umut Üstü üste-alt alta yığıldık vagonlara Kaçıp gitmiş makinistler Arayıp-sürecek adamlar bulduk Gördük ki kömür yok yola çıkacak Baktık ki istasyonun dört bir yanı baraka Söktük tahtaları kaydık kömür kazanına dehledik İkinci istasyonda sonra da üçüncüde Cümle uğrak yerlerinde ne kadar baraka varsa yağmaladık da yaktık dehledik Tüm memleketi dolaştık Asker bindi - asker indi Kimisi dağlara sindi Kimisi sevk oldu başka cepheye Nasıl dile dökülür onca acılar Nasıl unutulur memlekette melûl- mahzun kalanlar Kar altında- kum altında ölenler Nasıl anlatılır mecalsiz- silahsız asker... Ölsem de çıkmaz aklımdan Tüm bunların hiç birisi Gayrı bir de kuzular gibi meleyen şu fukara kızın sesi Adam usulca sustu Orman usulca sustu Ay usulca sustu Hatçe susmuştu... Çiğillipınar yaylasında alaçıklar Bir fısıltı kesilmiş Hatçe Düşmüş yellerin önüne Önce Karacalar’a iner Oradan ulaşır kendi köyüne Derler ki Kar’ Üseyin Zorla ilişmiş Hatçe’ye İp atıp ölmeyi denemiş becerememiş İlkin topakeve bağlamış Bir gece- bir gündüz başına çökmüş O çökmüş Hatçe bağırmış Kar’ Üseyin dediğin eşkıya başı Tutuvermiş kolundan kaldırmış dağa Gece sekiz gündüz dokuz yıkmış altına... Filik kadın hükümete şikayet etmiş Aptil Ağa sulhçu gitmiş Kel Mustafa olmaz demiş Hatçe bizim gelinimiz Hatçe’yi her yıktığı çalı dibine Kar’ Üseyin üç taş dikmiş ...itmiş ...ditmiş ...şitmiş ...litmiş ...itmiş ...imiş ...mişmiş ...niş şşşşşşş... Bir fısıltı oldu Hatçe Hüseyinin yanında dolaştı dağdan dağa... Kayanın kuytusunda uyurken Tam da kuşluk zamanı Hatçe uyanıp da kaçmış O sırada Hatun gelin yün yıkarmış su başında Hatçe birden çıkıvermiş Kar’ Üseyin peşimdedir sakın beni deme demiş Dulukbastısından bir altın yolmuş Hatun’a Anahor vermiş Az sonra Kar’ Üseyin sorunca Hatun başıma çöker sanıp söyleyivermiş Ormanın içinde bir kovuğa sinmiş Üseyin şirpeden bulmuş Geçerken Hatun’un yanından Altınımı geri ver kız zilli -demiş Hatçe oturumu üstüne gelemeyince Kar’ Üseyin dağdan inmiş ...itmiş ...ditmiş ...şitmiş ...litmiş ...itmiş ...imiş ...mişmiş ...niş şşşşşşş... Kel Mustafa usul usul konuştu İnadından vaz geç Hatçe Neylesek olanlar oldu Sen de namlı bir atanın kızıydın Allah bir gelinimizsin Sen dile düğünler kuralım Erkek seldir- kadın büvek Azıcık da sen uyar ol Abılalık düşer sana Dile kutnu kumaş dile al duvak Dananın oynaması kazıktan Bu çetecilik de canıma yetti Gir aklına Üseyin’in Belayı kadayı savak Cayıp bu işlerden varıp gidelim Kurtulak kargıştan- yazıktan Başka diyarlarda vatan çatalım Paraysa para bizde / malsa mal gani Kar’ Üseyin gecenin geç yarısı Açıp girdi kapıyı lambayı yaktı Dışardan Hatçe’nin çığlıkları duyuldu... Ertesi gün konuştu Kel Mustafa Haklısın dünyanın bütün dağları kadar Çiğillipınar’ın akmasından çok Sıtara çiçeğinin açması kadar Gayri ne fayda Gece yarısı girdi Kar’ Üseyin İçerden çığlıklar duyuldu Hatçe bir fısıltı oldu Düştü yellerin önüne Kel Mustafa konuştu Memlekette büyük savaş olmakta Her yanda kan yürümüş meşe selleri gibi Dünyanın dört bucağında askerler kırılmakta Bizim asker yenilmez aslında Açlık sürüleri- bit orduları Açtırmıyor gözünü ki vuruşsun koçlar gibi Kar’ Üseyin ağam bu gün cepheye asker sevketti Kar’ Üseyinin atlıları Toz bulutlarından bellidir Kimisi Çifteler’de kimisi Dişliköy’de Daydallı’da- Çaykışla’da- Honam’da Bazan birkaç kişi bazan ellidir Varır dayanırlar varlının kapısına Kar’ Üseyin adına vergi toplarlar Kelep kelep altın gelir yığılır ortalığa Mecidiye- reşadiye altınlar dökülür Gelin’in ayağına Ve yoksul hanelerde un uçar- kepek kaçar Tarlalar tohumsuz ocaklar odunsuz kalmış Gülüşler bile sap sarı Bakışlarda geri dönmez yolcuların kanayışları Ülkenin dört yanından kan çığlıkları Ve başka bir karabasan düşman postalları.... |
Ateş Çiçeği-05
Önce sapsarı kesildi gece Sığır sidiği renginde / sonra safran Ardından limon ve yumurta sarısı Birden yeşil oldu her şey Çimen yeşili- ardıç Püren rengi / acı güveyik çamaşır kili üzerlik Yeşil yeşil kanadı bir ala geyik Bir göz cacık cacık baktı Ardından dudu yeşili Kıpkırmızı bir kuş yardı Ağulcu acı otunu Gagası gece karası Gözleri ap ak Elinde kırık bir sıtara Geldi de başına kondu Hatçe’nin Kekme vurdu alnına Uzaktan anasının ağlayan sesi geldi kurum rengi bir ormanın içinde yanık yanık ağıt eder oturur Hatçe o yana seyirtti Seyirttikçe uzaklaştı ormandan Ağladı deliler gibi Birden babasını gördü demirkır bir at üstünde Baba dedi Bu kimin atı baba Babası gülümsedi baktı manalı manalı Bu Tebelek gavurunun O kuşu da ben saldım başını keksin diye Sonra at konuştu Ben Kar’ Üseyin’in atıyım Ben de havasım Hatçe’ye Ben de gelip gireceğim koynuna Babası gülmeğe başladı Sonra da kişnemeğe At güldü / babası kişnedi Anası güldü Kar’ Üseyin ağıt etti Bağırarak uyandı Hatçe Gözleri yaş içinde Karşısında Kar’ Üseyin bağdaş halinde Mayıl mayıl bakıp durur Hatçe ağlamağa durdu O ağladı / Kar’ Üseyin baktı yüzüne Bir yalvarış / çığlık çığlığa Uzaktan bir horoz öttü İçimi mılcıttın / canın mılcısın Güzelliğim miydi cümle günahım Al işte cılkımı çıkarttın Sonra arkasını döndü eğdi başını Sabah ezanı duyuldu İki gölge gibi kalakaldılar Şafak ışıdı dışarda / yayla ayazı çöktü Çıkıp gitti Kar’ Üseyin Oturduğu yerde uyudu Hatçe... Küçük ilçenin sokaklarında Ölü çıkmış evlerin hali Kerpiç evlerin alnında güneş keder eğiriyor Bir yerlerden ağıt sesi geliyor Bir çocuk / çöpten bacaklı / çember çeviriyor Neredeyse kemikleri görünecek yüzünün Dam diplerinde yaşlılar Işıksız gözlerinde acıya bağdaş kurmuş Uğursuz bir kıtlık yeli esiyor Karşı mahallede kavgalaşan kadınlar Güllü kakınç kakıyor Satı oynuyor Satı bağırıyor Güllü oynuyor Küçük ilçenin sokaklarında Kasalak ağa evleri Önü salındırma kuyulu sırtları kavi Bir de ellik gavurları Demirci- kalaycı- rakıcı- arabacı sair meslek erbapları Bir elleri yağda- diğeri balda Yüzleri güleç mi güleç Tüm bunların arasından Al kutnu sayasının içinde boynu eğik Geçip gider Filik kadın Bu kaçıncı gelişin Bayraklı Kapıya Kaçıncı ağlayıp yalvarması Kızımı alıp kaçtı eşkıya Kör tırnaklarınıza kurban olayım Varın alın cerenimi çapulculardan Ben garip bir kadınım kimsiz- kimsesiz Tamam abıla dediler Sen git çaresine bakarız Bütün dünyalara küsmüş Yürüdü istenci yıkık boynu bükülmüş Suvermez’e doğru yaya yapıldak Rahmetli kocası del’izzet Heybetli bir adam idi Udlu- küşümlüydü insan içinde Hey gidi Deli İzzet hey gidi Derdi ki kurt- kuş börtü- böcek Onca hayvan içinde en şereflisi biziz en şerefsizi Katili- hırsızı- yüreklisi- yüreksizi hey gidi - hey hey gidi Ne harplere girmiş- belalar görmüş Tarlaysa - evirmiş araziyi Ekecek tohum yok ki Derler ki Del’ İzzet’in ala bir kısrağı vardı Sıkıştığı zamanlar da yol keser ellik gavuru soyardı İzzet daha tıfıl iken Pörnek’te şaki Dimitri Gelenin- geçenin yolunu keser Soyardı deveyi- katırı İnsan oğlu çiy süt emmiş Korkudan sayar hatırı Gözleriyle görmüş İzzet Yalvarmış kervancılar Demişler Dimitri gardaş merhamet et amanı- imanı bilin mi Karıncanın ocağına kuş bile konmaz Ellik gavurundan eşkıya olmaz Kimisi de dedi bu gavur değil Türk’ün içinden tutması / adını saklıyor Kimisi / niye saklasın Gavurun köpoğlu köpeği Kimisi öyle dedi - kimisi böyle dedi Dimitri eşkıya / ne gavur ne müslüman Dediler zaptiye baskın eylemiş kuruşunu yemiş İlçede hanayı var şu Tebelek gavurunun Pörnek’te akan çayı var suyunda değirmeni var Del’ İzzet önünü kesti ekizce’nin berisinde Tebelek gavurunun atı yeğindi Dizginleri salıverdi aktı bozkırın göğsünde İzzet’in cılız atı erişemez ki Avını kaçırmış bir avcı gibi ağlarcasına söylendi Len zalım Osmanlı dedi Yazıklar olsun sana Gavuruna şahan atlar verirsin Sıskası kalır müslümanına İsmail’den olma / Hapılı’dan doğma Beş bacının bir goncası En kibarı en incesi Deli İzzet’in karısı Oturdu taşın dibine kocadım gayrı dedi Neredesin Del’ İzzet’im gel geri Uzak cephelerden gelmiş Altında ala beygiri adına Del’ İzzet denmiş Ortalık kaçak kaynıyor Kaç kadın kurtardı başına çökülmekten Kimi selinti toplarken kimisi cacık kazarken Kişifleyip kıstıran kaç çapulcu yakaladı Ellerini urganlara bağlayıp Dolaştırdı sokak sokak- köy köy Attığı dayakları seyre çıktılar Tilki tövbesine çekti çoğunu Sığmadı dağa- taşa Del’ İzzet’in yüreği Cem- i cümle cephedeyken Ar etti kendisine buralarda beklemeyi En sonunda çekip gitti ala kısrağın sırtında Bir daha geri dönmedi Arta kalanına biçilen yazgı acı bir ağıt üstünde Adı bilinmez bir yerden Şehitlik haberin verdiler sarı bir kağıt üstünde... |
Ateş Çiçeği-06
Ardıcın başına bir kartal kondu Gagası alev rengi / pençeleri kınalı Vahşisarı gözleri hançer keskini İki kilim gibi gerdi kanatlarını Bir çift dev yalım gibi aşağı- yukarı ığraladı Gösterdi bin bir nakışını Sonra kaşıdı gagasıyla koltuk altını Hatçe’ye çevirdi kor kesmiş bakışlarını Uzaktan çan sesleri Büyük hardal Armudiye Koyun curası Zil Sürünün önünde bir kiraz kuzusu Tüyü kıvır kıvır alnı çakal Sürünün ardı sıra Kar’ Üseyin Ha bire kaval çalar... Kartal kiraz kuzuya baktı Dal sarktı kartal kalktı aktı Cırnağını yağırnısına taktı Kar’ Üseyin habire kaval çalar Kavalından kan aktı Dışardan adam sesleri geldi Hatçe uyandı Fırladı dışarı Baskın var sandı Adamlar sustu Bir garip süzdüler Hatçe’yi Süzdüler ılgıt ılgıt yürek yağı eriten cihana nam veren güzelliği Bir kadın Gel bacım dedi Topakev sökülecek Karacalar’a göçülecek Yürüdü kadının ardından Pınarın dibine oturdular Sonra Kel Mustafa geldi atıyla Kucağına düvele kavunu Çömelip kesmeğe oturdu Bir dilim yedi Bir dilim Hatçe’ye sundu Öğle ezanıyla köye varıldı Kimisi dam başından kimisi pencereden Köylüler seyre çıktı Gene çiyansı bir dokunuş gibi Mılcımış yüreğinde duyarak insan gözlerini Kendi derinlerine çekildi Ve tiksindi her şeyden bir kez daha Her şeye küsmeğe yeniden karar verdi... O gece Kar’ Üseyin daha bir yakışıklı Girdi Hatçe’nin koynuna Soyup giysisini üryan bıraktı Kurban hiç kıpırdanmadı Ve aygır at gibi Doludizgin sevişti eşkiyabaşı Sonra da çekip gitti O öylece kaldı yatağın üzerinde Sımsıkı gözlerini açmağa utanarak Ve and içti kendine Bundan gayrı hiçbir şey gönlüyle olmayacak Ertesi gün gene geldi Kar’ Üseyin Kurbanını kucakladı soydu yatırdı Ve sabaha karşı Hatçe Hiç bilmediği bir zevkin ilk kez ayrımına vardı... Ertesi gün aynı tadı Daha bir derinden aldı Acı bir zevkten ağladı Kar’ Üseyin çıkıp gittikten sonra Vuruverdi başını taş duvarlara Dizlerini dövüp- saçını yoldu Demek böyle bir köpekten hazzetmek Benimkisi kahpelik Ne demek keyfe gelmek Sonraki gün sürgüledi kapıyı Gece gelip kırıp açtı Kar’ Üseyin |
Ateş Çiçeği-07
Köseden köse kısadan kısa Taş altında kalan arpa ayaz çalmış buğday gibi büyüyememiş Öyle kızıl kıvrım Öyle çalgın Adı Kemiş Üzerlik suyuyla yıkar saçını Ne savaş umrunda ne gidip dönmeyenler Kızlara baygınlık geçirir Ama ille de gelinler Dünyanın tüm türkülerini ezberlemiş Her taşın altından çıkar Adı Kemiş Düğünlere baş köçeği Şafakları kulak diker Kar’ Üseyin çetesi bu gün neylemiş Nerede kim türemiş nasıl nam vermiş Velhasıl adı Kemiş Her gün başka bir ucar Bu gün devecileri soymuşlar Yalvarmış kervancıbaşı Diz gelip aman dilemiş Bu gün Honam yörükleri Evveli gün Kayıştaşak Damracılı Boynugıllı köyleri Kulunuz olalım kıymayın demiş Kar’ Üseyin vergi kesmiş Kel Mustafa adam vurmuş Bir de Kör Durmuş... Dinler de coşa gelir Adı Kemiş Karacalar sokaklarında çocuklar Çığlık çığlığa bağırıştılar Zaptiyeyi yalvartanların içinde Vallahi Kemiş Efe de var Yüzbaşıya dayak atmış Kemiş Efe de var ımış Çifteler zenginine bir tekme vurmuş Biri Kar’ Üseyin Biri Keloğlan Kör Durmuş Ellik gavuru Petiri Kemiş Efe de var ımış Köylüler dona kaldı Şaşkınlık dolaştı yüzlerde Ne güleceklerini bildiler Ne diyeceklerini Kimisi seyirtti çocukların üstüne Ulan bu nasıl laf böyle Kim öğretti size böyle Çocuklar bağrışıp kaçtı Kepenek altında er yatar ımış Kemiş Efe de var ımış Ortalık durgunlaştı Gülüp geçtiler Devresi gün kapıları çığlıklarla açtılar Çocuklar kuş gibi çığrıştılar Ondan hökümet bile korkar ımış Çeteler bir köy basmış Çöl Ovası’nda Kemiş Efe de var ımış Sonunda konuştu bir çocuk anasına Sakın kimseye söyleme Kemiş Emmi hepimizi topladı Çıkarıp birer birer para dağıttı Dedi amanın çocuklar amanı bilir misiniz Çıkıp bağırın sokaklara nam olsun Karacalar’a kemiş Efe de var ımış desinler Uzun zamandan beri gülmeyi unutan yüzler Kemiş Efe’ye güldüler (Aradan doksan yıl geçti Gülünesi olaylarda Kemiş Efe de varmış dediler) Mayın patlar gibi patladı haber Düştü duman gibi yerlere yayıldı Kar’ Üseyin’in evini zaptiye basmış Çetesi Üğü Kayasındaymış Hatçe’yi almışlar elinden Kendisi yarıp kaçmış Getirip Filiğe teslim etmişler Görün Yeşil Hatçe nasıl da solmuş Kurumuş bedeni- bed çehre olmuş Filiğ’in azıcık udu küşümü olsa Papaz Aptil Kadir’e yalvarıcı varmazdı Elden günden utansa zaptiyeyi salmazdı Mılcımış kızını geri almazdı Sarı saman sardırmışlar beline Kötü kader kara yazmış Kar’ Üseyin dediğin ayının teki Kız oturum üstüne oturamazmış Karacalar Köprüsü’nün orada Çınlayan ayaz Duvar duldalarına Sinlenmiş kalabalık Çeltelerde gıcım gıcım cankesen poyraz İnce bir kar altında can alıcı kesmiş dağlar Bacalarda duman tütmez odunsuz Mart kapıdan baktırır Ekmek atlı- insan yaya Un uçar- kepek kaçar Ve korkunç güzel bir düş gibi Dumanlı dağların ardında bahar Bir zulüm izi gibi çökmüş yüzlere Uzak cephelerde kar altında kalanlar Bulanık havadan gün ummak gibi Bir umut bekler olmuş ölgün bakışlar Karşıdan atlılar belirdi Kar’ Üseyin- Kel Mustafa- Kör Durmuş Kalabalık ösürgelendi Atlılar gelip durdu Bıyıkları buz tutmuş Ayakları dolaklı Sırtlarında kürkleri Kafaları şayaklı Selam verdi Kar’ Üseyin aldılar Bir süre suskunluk çöktü Aç açlığına yansın Cıbır çıplaklığına Dam dibinde birikip Onu bunu koğulamak ayıptır Benden selam edin Filik kadına İstersem yeniden kaçırırım kızını Yedi düvel gelse engel olamaz Filik Kadın rahat olsun Hatçe evinde otursun kaçırmıyorum Kaçırırsam şu bıyıklar ayıp olsun Fakat kimseye varamaz ben yaşadıkça Alsın hangi baba yiğit alacaksa |
Ateş Çiçeği-08
Ah Del' İzzet Dön de gel Öldüysen diril de gel Ala beygirin üstünde Kasal da gel- kurul da gel dedi Safiye Teyzesi gözlerinden on on döktü Kimlere darılsın gelsin Nesine kurulsun gelsin Namusunu on paralık ettiler Hatçe'sine sarılsın /gelsin dedi Çatallı Teyzesi gözlerinden seller aktı Babası gelmezse gelmesin Altınımız pul oldu Gelip gözleri görmesin Körpecik kızımız dul oldu dedi Eşe Teyzesi Hatçe'nin bağrını yaktı Çapulcu konar üstüne Esas yiğitlerden geri kalanın Varıp ırzıyla oynarlar Boynu buruk- dalı kırık olanın dedi Fadime Teyzesi sesi yürekleri söktü Ağladı Filik kadın Ağladı kanadı kırık Hatçesi Haberler geliyor uzak cephelerden Memleket paylaşılıyor Bir yerlerde şehirler yanıyor Açlık orduları dolaşıyor dağlarda Sırtları bit kıvıldıyor Gavurun soluğu ensemizde Bir ocağın bir umudu olanlar Yüreklerde ağıt olup yandılar Köpekler uludu aç sokaklarda Boşalmış hanelerde öttü baykuşlar Zaman kan gibi aktı Katmerledi acıyı başka acılar Gülmeyi unuttular Zaman sancı gibi aktı Uykusuz koyarak *******i Eridi kar Dağlar masmavi baktı Bahar söyledi yayla yeli Titredi sinesi tohumsuz kalan toprak Gür ekinlerin yerinde kangal dikeni yeşerdi Zaman avcı gibi aktı / insan av Sağnaklar boşuna indi nadasa Boşa gitti tarlada tav Korkuda ve yoklukta kürnemiş kalabalık Çalmaya- savaşmaya- teslim olmaya hazır Canı derdine düşmüş çaresizlikten Hatçe'nin yaresini unuttular Su yolunda görenler laf çarptılar Gittin de gürleyi gürleyi Şimdi geldin oturursun Neyin varsa zay olmuş Utanmadan el içine çıkıyor Çeşmenin başında esvap yıkıyor Kendini el değmemiş çiçek sanıyor Neyine kurulursun Filiğ'in kızı Hatçe ağladı da sustu Çıkmadı evden dışarı Yüklük odasına pustu Bir telaş sardı Filiğ'i Sokağa çıktı bağırdı Sövdü- saydı- kargış etti Derler ki Aziziye'ye gitti Papaz Aptil'in yanına Aptil Ağam kurban olam yoluna Ocağına düştüm / hal böyle böyle Git Kar' Üseyin'e söyle Aptil Kadir Ağa bindi atına Yanında adamları / vardı Karacalar'a Üğü Kayası'nda boru çaldı Kör Durmuş Kara Hüseyin'e haber ettiler Dedi- Aptil Ağa beni hiç sevmez Adama boşuna papaz demezler Korkacak falan değilim Var çekin atımı gidelim Hac'Ahmet Ağa'nın evinde buluştular Aptil Ağa ağır adam Varlıksa varlık onda Tarlaysa tarla- ağalıksa ağalık El etse hökümet ayağa kalkar Kapısında yüz köpek beslenir Göz kırpsa adam vururlar Gel benim deli oğlum Hüseyin dedi Kocaman kafasında şinik gibiydi fesi Taslak suratında keder Sen burada eşkiyalık edersin Haberin var mı ola memleket gitti gider Ordumuz yenildi tüm cephelerde Sustu / dalıp gitti derine O ara kahve verdiler Ben buraya bunun için gelmedim Elin körpe kızını zay edip attın Atmadım Aptil Emmi Helallığına aldım Kaçırmak benden mi adet Kancıkladı zaptiyeler Durdu Çevresine baktı Çıkın len dışarı Çıktı içerdekiler Kader buymuş Aptil Emmi Sen beni sevmezsin emme Doğru düzgün ordu olsa Sonra ben değmem yoksula Varlı olanı soyarım Gavur şurdan çıkıp gelse Ben de kellemi koyarım Filik kızına gelince... Sözünü kesti Aptil Ağa Bak hey benim Deli Oğlum Filiğin kocası yiğit adamdı Sana yakışmazdı alıp kaçırmak Gelin sizi sulh edeyim Allah'ın emrince evlenin Tamam Aptil Emmi / dedi sevinçle Çetecilikten de vaz geç Oturaklı bir adam ol Şimdi vatan savunmanın vaktidir Gittiğin yanlış bir yol Yedi düvel bağrımıza süngü dayamış Anlattı Aptil Ağa Dinledi Kar' Üseyin Filiğin kapısına atlılar geldi akşamleyin Oturup konuştular Ağız tadı / kutu kutu lokum koydular O günün çocukları anlatırlar ki Aziziye'de tevir tevir donattılar Hatçe'yi İpek keme entari / meydani Al- yeşil- mor kadife sayalar Livali ayakkabı / Trablus kuşak Başına da yapraklı maşallah Bacağına püsküllü top şalvar Hatçe'yi donattılar Karacalar Köyü'ne düğün kurdular Dört gece- dört gündüz çalgı çaldı aptallar Doymadık aç kalmadı Ağalar- beyler indi yaylı arabalarla ve hükümet adamaları Rakıcı Anton'dan yük yük rakı taşındı Seyirlik çıkarıp- kaşık kırdılar Uzak cepheleri Ve Kar' Üseyin'in sicilini unuttular Gönülsüz gelin oldu Hatçe kız Gönülsüz güldü oynadı Gelin giderken ağladı Gerdeğe girdiler hiç konuşmadan Yattılar- kalktılar Hiçbir dağ yoktu Hiçbir yol hiçbir ırmak Hatçe'nin içindeki küslük kadar.... Kaç gün geçti aradan Aylar aktı sular gibi İki baş yastığa geldi Dem oldu Hatçe Gelin Kar' Üseyinden zevklendi Başını duvarlara vurdu yalnız kalınca Dövdü bağrını Gün oldu dizme dizme cebe taktı koluna Aş pişirdi / sofra kurdu... Kar' Üseyin hanesi bu Al atlı iner- kır atlı biner Unutuldu verilen söz Aptil Ağa'ya Çeteciliğe devam ettiler Yedi iklim- dört bucaktan kara haberler Dediler Kar' Üseyin cepheye asker sevk eder Kıtlık hışım gibi zaptetmiş ortalığı Onun hanesinde yokluk ne gezer... ******* devrildi günler dürüldü Bazan tek adam kalmadı ortalıkta An geldi bin bir ayak bir ayağa derildi Köyler mezarlığa döndü Kuş pisliği sıvandı kapılar Cephede kalanlardan arta kalanlar kıranda- kıtlıkta talanlandılar Dağlar dolusu kaçak çift süren kadınlara saldırdılar Umut ateşleri söndü... Bir asker kaçağı anlatıyordu Neylesek fayda vermedi / yenildi ordu Yediğimiz otlar ağudan acı Ağzımın yarası- yüzlerimizin şişi Bir iğdelik bulduk bilmem nerede Günlerce iğde yedik tam sekiz kişi Üçü öldü sonra / geriye kalan beşi İğdenin unları durmaz midede İsraf olmasın diye yuttuk çekirdekleri... Yaralı bir asker anlatıyordu Yaralı bir ata saldırıverdik Hiç birimiz pişirmedik Herkes çiy çiy yapıştı bir yerine Say ki birer aç köpektik Ne damarlarımızda kan kalmış ne de dizimizde derman Herkes kaptı bir yanını koparttı Bana ise çavı kaldı On kişi koştu peşimden Kapıp paypança ettiler Dinleyenler acı acı güldüler Anlatan ağlıyordu... |
Ateş Çiçeği-09
Aziziye sokaklarında Bir kıran yeli gibi eserken zaman Bir bedenin kolları / bir ağacın dalları gibi Kardeşçe yaşardı ellik gavuruyla müslüman Halince koydun muydu insanoğlunu dünya bahçesinde çiçekleşirdi Minarelerde ezan / Kiliselerde çan Anton Dayı rakıcıydı Gevork süpürge satardı Kutnu- kumaşçıydı Arşıncı Artin Kalaycı Diren -Duvarcı Yanko Haşhaş simsarı Karabit Dimitri -Sarımsak Avran –Aliko Nalbantı- kalaycısı Cümle meslek erbabı ellik gavurundandı Duaları ve türküleri Türkçe’nin hesapsız renginden Tabandan oynarlardı düğünlerde aynı çalgının ahenginden Yokluydu Türkmen oğlu Varlıydı Ellik Gavuru Uzak cephelerden Sarı sarı kağıtlarda künyeler Sokaklarda bozulayan yaşlılar Bir uçta bir uca ağıt edenler Her sabah kulaklar kirişte Uğursuz haberler heyiklenirdi Derler ki gizli boğaya gelen eşkare kuzular Petiri ilk önce haydıncı bilinirdi Katırlara yük vurunup dolaşır civar köylerde Bir görünür- bir yiterdi Arasan bulamazsın Bekleyince gelmezdi Olmadık yerde biterdi Tuz- kil-arılık satardı ilkin Bağırırdı kadınlara Eyisi kiliiin / Eyisi kilin Kızarlar- bağırırlar Gene de sevilirdi Dediler ki Aziziye Sokaklarında Ulan bu Petiri gavuru adamıymış Kar' Üseyin'in Hem erzak taşırmış Dişkaya'ya Hem de laf Bazıları dudak büktü Memlekette adam mı yok hırsız- hayın ve gammaz Hadiyin oradan ulan Ellik gavurundan eşkıya olmaz Laf enikleyip çoğaldı Kulaktan kulağa aktı Ellik Gavuru Petiri buz gibi şaki çıktı Varıp haraç aldı ağadan beyden Üseyin Ağa'sından selam iletip Apaçık taşıdı erzağını Kimseler açamadı ağzını Akşamın alacakaranlığında Petiri katıra binmiş Aptil Ağa at sırtında yamaçlaştılar Selam verip geçecek oldu Durdurdu Aptil Ağa Bana bak Petiri dedi Köpek takke giymeyi bilmez tingildedi mi düşürür Ellik gavurundan eşkıya olmaz Vaz geç bu işlerden gayri Üç günlük seyissin beş günlük at boku eşeleme Ben erzak satarım emmi Hem de kim alırsa ona Sinirlendi Aptil Ağa Hele bir bakın şuna On paralık köpek taşağı enersin Bir mecitlik arılıkla elin yunarsın Vebalı- ziyanı boynuna Biz biliriz ne eylersin Sürdü atını ileri Ardından baktı Petiri Seyredenler duydular Ben Kar' Üseyin'den yanayım Kellem bile gitse dedi.... Söylenir ki/ buralarda bir zaman sular tevatür akardı Ağustos orağı kızartırdı tarlada Zemheri can yağmalardı Kör kalan ocakların dumanı tütmez Çıkmadık candan umut kesilmez İnsan çığlık çığlığa aç Muhanetin kapısı aman bilmezdi Cümle savaşlarda oğul bırakmış Eşkıya talanında gitmiş ekmeği Ağalar insafa gelmezdi Kervanlar geçerdi Bilinmez bir yerlerden tuz kil ve kutnu- kumaş buğday ve haber götürürdü bilinmez başka yerlere Bazan sıçankıran kördumanlardan Bazan kervankıran ayazdan Sıyrılıp gelirdi Türkmen savranlar Giderek kötü haberler getirdiler Giderek yol kesti haramiler Gelemediler Önce bebeler öldü babası cephede olan Sonra yaşlılar kara zemherilerden çıkamadılar Söylenir Kal ü bela'dan beri Sözü kerpiç kerpiç ören ağıtçılar Ölenin kendini bile ağlatırdılar Gün oldu sustular Diyecek söz bulamadılar Yabanıl bir korkuda yalnızca beklediler Attan- itten ucuz insan Gene de Allah devlete zeval vermesin dediler... Yüce yaylalardan ben geçemiyom Doldurma sevdiğim ben içemiyom Sevi dedikleri bir yeşil ipek Dolaşmış sevdiğim ben açamıyom Bir Suvermez Köyü türküsünden Akşam inmiş gül pembesi yeşil çimen üstüne Böcek cikilemeleri kaplamış dağı Bülbül aman eder keder üstüne Gökyüzü yıldız sağnağı Küskün yürür tozlu yolda dor' atı İçlenir Kar' Üseyin demir yüreği hamur Bir kanadı kırık gibi boynu burulmuş Süngüsü düşük düşük bakar gözleri Vursalar ses çıkarmaz Kesseler aman demez öyle bir duygu Topakevin kapısında Hatçe'si Çimenler içinde ayrıksı bir gül Yıldızların arasında ay gibi Nice hapis damlarını yardım da kaçtım Dizlilere diz çöktürdüm Başlılara baş büktürdüm Nam eyledim yiğitlikte hükümdar oldum dağlara Sana gönül düşürdüm şu ölümlü dünyada... Sustu Set çekilmiş su gibi Soluğu körükleşti İçin için birikti Kar' Üseyin kara dağ Sıtara çiçeği Hatçe'nin önü sıra diz geldi Yıkıldı büvetleri Gözlerinden seller gitti Ve Sıtara çiçeği Tüm ihtişamıyla geceyi gördü Yıldız tarlalarının cikileyen ormanların coşkusu gözlerinden yüreğine doluştu Yel yaladı yanağını Kekik kokularını duydu... Delidir devranın kaba yelleri Ömrümüzün çeçi savrulur gider Dişin- tırnak topladığın ne varsa Zamanın önünde devrilir gider Hani nerede nam yürütmüş insanlar Baki mi kalacak bizden kalanlar Harcı kan saraylar- görkemli hanlar Gün gelir tersine çevrilir gider Hazanda gör yeşil biten otları Bir deli yel eser eritir karı Örnek alsan dağdan inen suları İner düz ovaya kıvrılır gider Ne kalır geriye geçip gidenden Can çeker acıyı çökerir beden Bir insan var/ birbirine zulm eden Ömür farir - yürek kavrulur gider. Aylı ******* devrildi yalnızlığın yarlarından Aydınlık günler çevrildi Bir deli inilti kaldı geride yanık yellerde savrulan Ağlaya ağlaya açan gül gibi Sabıkası saydı güzelliğini Bu hangi Hatçe kaçıncı eşkıya ganimeti kanar en yeşil dalından Bu kaçıncı hatçe onuru yağmalanmış insanlığı dalanmış kaçıncı kurban Seçimi olmayan kara yazgıyı kurban gibi yaşayan Zemheriler esti dağlarda / kurtlar uludu Atlılar-yayalar geldi karlı yollardan Gözlerinde taşıyarak kahredilmiş bir umudu Ateşten sözlerle konuştular parçalanan bir vatandan ve yenilmiş ordulardan... Bakışları bakışlara Tarlaya tohum saçarcasına ekti hüzünü Hiçbir ölüm haberi yaşadıklarından daha çok üzemezdi Hatçe'yi Hiçbir sevinç güldürmezdi yüzünü Saya giydi ipekliden / dizim dizim altın taktı Yumuş tuttu- heyket etti Yeniden karışmak için yaşama Kızdı- yerindi- öğündü Güldü herkesle birlikte Ağladı cepheden gelen haberlere Hepisi de boşa gitti Yaptığı yaşıyor gibi yapmaktı Acemi oyuncu gibi yaşadı Kim bilir kaçıncı Hatçe'ydi Aylar aylara devrildi / yıla çevrildi.... Bazan geriye dönerdi bol yıldızlı *******de ağaç gölgesinde / duvar dibinde Geçmişine saplanırdı gözleri Çiğillipınar'ın orada Ana kız suya giderken Çobanlar kaval çalar hey gidi günler Yakışıklı erkeklerin kimisi ayna tutar kimisi türkü söylerdi Ana- kız suya giderken Hatçe kız ana dedi Şu Aziziye toprağında Bizden yoylu Bizden güzel var mı Güldü de anası Filik Bir türkü söyleyiverdi Caminin önünden görünür mezar Bilmiyom ısıtma bilmiyom nazar Anası kızından ilvanlı gezer İlvanlı kadının kızına yandım Zalim zemheriler tükendi ince baharların kucağında Kurt ulumaları dinledi sarı ayazların çığlıklarında Kuzuların bebeksi meleyişleri kanattı içindeki masum şeyleri Kanadı yüreğinde kaval sesleri Davar çanlarını sevdi Dualar mırıldandı sabah ezanlarında Gün geldi / vaz geçti Eskiler söylerdi ki Bir yiğit de bir güzeli sevince Bazan su yolunda - bazan tarlada İlkin ayna tutar - işmar ederdi Yüreği sevdadan kavrulasıya Dağlara- taşlara savrulasıya kız yüzüne gülmez imiş Ne babasının çatal topakevleri Davarı- devesi- parası- pulu Ne de fidan boyu kâr etmez imiş Gün olup dolup taşacak El alem içinde türkü yakacak *******ce söyleyecek Cümle oba dinleyecek Kızdan gönül almak için türküler yakmak gerek Sevi bilmez sayılırmış türkü yakamayan yürek Ki sonra havas olunur ayna- mendil salınır / dünür varılır Babası vermezse kaçılır imiş Obalar türkü bahçesi olmuş bu sebep Sevi bilmez imiş türküsüz yürek Gün gelip başlık parası aç köpekler gibi saldırmış sevilere İcat olununca böylesine yoksulluk Varsıllar basıvermiş parayı babalar kesmiş sözü kızları satmış Sevenlerin boynu buruk kanadı kırık Yürekler dalından kopmuş O gün bu gün Türkü yakabilen yanık yürekler Yavuklusu yad koynuna girenler “Gelin.. gelin..” diye hasret söylerler Yanar türküsüz ömrüne bu güzellikle Kim bilir kaçıncı Hatçe |
Ateş Çiçeği-10
Aylar yıllara devrildi Kar' Üseyin'in koynuna Bir kez gönüllü girmedi Gözünün çiçeğine bakmadı yüreğiyle Bir kez sıdk ile gülmedi... Gebe kaldı- sevinmedi Sancılandı bağırmadı Bebesinin adını Belkız koydular Canının yongası saydı Ciğerinin bir parçası Bir onu severken güldü gönülden Sırrını bir ona açtı Günleri- ayları savurdu zaman bitmez bir kırımın devranlarında Uzaklara gidenlerden kara muştular geldi Ağaç ayaklı gaziler Çökük yüzlerinde yitirilmiş zaferlerin küslüğü Tam gidip- yarım geldiler ağıt acısı bakışlar Açlığa- kıtlığa sığındılar Ayakları yalın / sırtları üryan Çocuklar ve yaşlılar Ekmek atlı- insan yaya Un uçar- kepek kaçar... Anlatırlar ki: Ayağına varmış koskoca Aptil Ağa Altına döşek serip Eline kahve vermişler Almış karşısına Kar' Üseyin'i Memleketin ahvalini bir bir anlatıp Sonunda söylemiş ki: Bak oğlum sonu yok bu şakiliğin Milli Kuvvetlere gel sen de katıl Osmanlı- mosmanlı kalmadı Memleket iki başlı Arada kaynar sicilin Gel teslim ol/ tam vaktidir Vazife seni bekliyor Vatan ki anadır elinden ekmek yeyip- suyun içtiğin İnsan anasını gavura teslim etmez Gel teslim ol Kar' Üseyin Bu devran böylece gitmez Koyunun kaval dinlediği gibi dinledi Kar' Üseyin Bir şey demedi. Bak oğlum Kar' Üseyin bende sana söylemesi Dök- düşün- yolunu seç Gelmezsem belalar gelir başına Gayrı bu işlerden vaz geç Sonra da bindi atına Düştü Aziziye yoluna Üğü Kayasına doğru saklı bir öfkeyle baktı giderken Atını hırsla sürdü Üseyin o düşman bakışı gördü... Uzakta / tül gibi / belli belirsiz Daha ışımadan Emir Dağı Uykulara iniverdi kurşun sağnağı Kör Durmuş borusuna davrandı Çeteler can havliyle toparlandı Çatışma kızıştı sabah ezanı Karacalar Köyü baskın var sandı Belce Tepesinin omuzbaşında Hesapsız mermi yandı Eşkiyanın gözü kara O saat bir yerlerde Yabancı potin nalçaları Babasının yurdunda dolaşır gibi arşınlıyordu sokakları O saat bir yerlerde Dövüyordu toprağı yabancı at nalları Ölüyordu bir yerlerde Adı sanı belirsiz Bu toprağın çocukları... Soğukkuyu Köyünden Kara Ahmet Efe Çevirdi zaptiyeyi arkadan Yanında birkaç askeri Dedi ki hadiyin ulan Gün öğle üzeri sesler kesildi Çeteciler zaptiyeyi zaptetti Uykusuz / kara yağız askerleri Katıp önlerine köye indiler Kel Mustafa- Kar' Üseyin- Kör Durmuş ve Petiri Toplanıp kavil ettiler Çetelere emir verip Askeri camiye kapatın dediler Ulan ben o Papaza sormazsam Anam da avradım olsun Karım boş olsun Ben de bu askeri vurmazsam Şu bıyıklar ayıp olsun Kır Aptil deyyusunun kıçında bitsin Karacalar ahalisi dinleyin beni Ulan ben kime neyledim Kimi soydum aranızda Garibin hakkını korumadım mı Var mı içinizde şikayet eden Köylüler yok dediler Ağır ağır dağıldılar gittiler Toplandı çete Tartıp- danıştılar Kar' Üseyin Kar' Ahmet'e Sağol Ahmet Efe dedi Senin gibi bir yiğide böylesi yakışırdı Adamaların dağ ardından sarmasalardı Biz de zaptiyeyi alt edemezdik Uzun uzun konuştular Sürekli sövdüler Aptil Ağa'ya Öldürecek askerleri Kar' Üseyin'e kalsa Sonra sofralar kuruldu Tutsaklara da verildi Başlarındaki yüzbaşıyı buyur ettiler Sizi bize salan Papaz Aptil olmalı Hele öldürek de görsün dediler Yüzbaşı hiç istifini bozmadı Doyurdu karnını / şöyle bir baktı Madem öyle diyorsunuz Gelin öldürün dedi Sonra da üsteledi Öldürün hadi Susup kaldılar öylece Siz devlet içinde devlet misiniz Yüz binlerce insan kelle verirken vatana Ya siz kimsiniz Madem öldüreceksiniz gelin öldürün Beni korkacak mı sandınız Yalvaracak mı sandınız Hele öldürün de görün Bu toprağın yüzbaşısı eratı tükenir mi At atı basar Kar' Üseyin yiğit yiğidi Yiğit isen öldür beni Götürüp camiye kapattılar yüzbaşıyı Susup kaldılar Dağıldılar toplandılar Bir karara varamadılar Gene söze girdi Kar' Ahmet Efe Bakın Aslanım dedi Benimkisi bir yardımdı sizlere pırtıp kaçsınlar deyi Siz tutup askeri esir aldınız Kızarmış demiri eline almak gibi Sözün kısası Benim ömrüm cephelerde geçmiştir Balkanlar'dan Çanakkale'ye kadar Kuva'ya katılmak işin doğrusu Ben şimdi gidip varayım Aptil Kadir Ağa'ya sulhçu olayım Ben kuva'ya katılayım sizleri bilmem Dökün düşünün Başınıza iş gelmeden bir karar verin gidip varayım Aptil Kadir Ağa'ya sulhçu olayım Ben kuva'ya katılayım sizleri bilmem Dökün düşünün Başınıza iş gelmeden bir karar verin Kar'Ahmet çekip gitti Askerler bırakıldı Kar'Üseyin çetesi dağa çekildi Sesi kesildi... |
Ateş Çiçeği-11
Arif Bey geldi de bağlar karıldı Deli deli akan sular duruldu Arif Bey türküsüne ait, Bayat ilçesinden derlenmiş iki dize. Yol kıyısında çürümüş at kemikleri Çürümüş bir suskunun üstünde gerili gök kişiliksiz bir mavi Köyler terkedilmiş gibi / can- cin yok Yoksul mezarlıklar yol kıyısında taşları esamesiz sarı birer diş gibi Toprak tepeden tırnağa çopur Tepeler tıknaz- bodur Kıpırtısız bir yol / silinmiş gibi Bin yıldır hiç kimse geçmemiş gibi Ve küstahça oturan zaman kulak kesildi / ösürgelendi Kişiliksiz maviliğe akşam yürüdü Ve arkasından gece Kuva-i Milliye’den yana kavi Ufuktan beriye bir kara yaylı tırıs halinde O zamanın çocukları bugün anlatırlar ki Çanlarına çaput sarılmış duyulmaz kara yaylının sesi Üzerinde şimşek gözlü bir deli Yarbay Arif Bey ve avanesi Derler ki kitaplar yazmadı bunları daha yazsa ne çıkar Arif Bey'in yüreğini anlatamazlar Ki bir gün Mustafa Kemal Toplamış başına böylesi delileri Her birini bir diyara göndermiş Gelsin hele kurtuluş Kiminiz Cumhurreis Kiminiz başbakan demiş Bu bir söylentidir elbet de yalan Ama budur hikaye Arif Bey'in dolaştığı yerlerde anlatılan Kitaplarda söylenir ki: Arif Bey l875'de Harput'ta doğdu. Binbaşı Osman Bey'in oğludur. l895'de harp oklunu bitirdi. Sicil numarası 1311-C-piyade 27. Balkan Harbinde 32. Alay, l. Tabur komutanı olarak görev yaptı. Birinci Dünya Savaşında, 12. Alay komutanı olarak Çanakkale'de Arıburnu'nun sol cenahında görev yaptı. Daha sonra 12. Alayla Diyarbakır ve Bitlis'de bulundu. Yarbay rütbesiyle İzmir Merkez Komutanlığına tayin edildi.* * İplikçioğlu, Niyazi, Milli Mücadelenin Meçhul Kahramanlarından Yrb. Bayatlı Arif Bey ve ölümü, 3. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyum Bildirileri.sf. 9l Diyarbekir tireninde Yollar bitmiyor *******e giriyor külüstür vagonlar tünellerden geçiyor Loş bir kompartımanda Müthiş zamanların kokusu Birisi 'Mavi gözleri çakmak çakmak' General Mustafa Kemal Diğeri Yarbay Arif Gözleri eladan karaya doğru Deli ateşler tutuşuyor Yarbay Arif'in yüreğinde Şimşekten yontulmuş sözler söylüyor Mustafa Kemal Yangınlar çıkarır yürekte Umutlar dokunur rayların üzerinde Diyarbekir tireninde Ve bir köşede kıpırtısız Yüzü mum gibi hüzünlü Loş lambanın ışığında Uzun parmakları ıssız Kuzguni saçları dökülmüş omzuna kelep kelep Dal gibi genç bir kadın Diyarbekir ovasında bir tarlada bir bakışta vurulmuş Arif Bey'in ikinci hatunu Zeynep Kara tren gidiyor yüce dağlar devirip Yüreğini biler gibi Binbir beladan çıkmış Yarbay Arif'in Kitaplarda söylenir ki; Yunanlılardan İzmir'e çıkışında ilk direnişi başlatan O'dur. İzmir 'den tek başına Bursa'ya kaçtı Yanında birkaç subay ve er olduğu halde, kıyafetini de değiştirerek, Seyitgazi'ye geldi. Arif Bey bu yörede bir taraftan milli bilinci uyandırmaya çalışırken, bir taraftan asker toplamağa başladı.* Kitaplarda söylenir ki; Eskişehir Ahz-ı Asker kaleminden mevrut 23 Haziran 335 (1919) tarih ve 506 numaralı şifreli telgraf özeti: I Kor Ahz-ı Asker kalemi Riyasetine Refakatinde 8 piyade neferiyle tek atlı iki yaylı arabası bulunduğu halde Seyit Gazi'ye muvasalat eden piyade kaymakamlarından Arif Bey, Binbaşı Abdullah, İstihkam Yüzbaşısı Nurettin ve meçhul bir topçu teğmeni, dolaştıkları mıntıkalardan asker topladıkları, İzmir'i kurtarmağa gidecekleri ve Yunanlılardan intikam almak fikriyle mah-ı hali 21 Cumartesi günü ezani saatle Seyyit Gazi'ye geldikleri hükümeti mahalliye tarafından Eskişehir mutasarrıflığından alınan istihzanda derdestleri emir alındığında mahalli jandarma komutanlığı 3 defa teslim olmaları teklifine ademi inkiyatda bulundukları tarafeynden olunan müsademede bir nefer meyyiten (ölü olarak) Binbaşı Abdullah Efendi ve bir nefer de hayyen (sağ olarak) elde edilerek Eskişehir mutasarrıflığına teslim edildikleri.. Arif Bey bu badireden kurtulduktan sonra... * İplikçioğlu,Niyazi (a.g.y) ** Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, 39.sayı, 939 no'lu belge.(aktaran,N.İplikçioğlu-agy-) İşte böyle kaçılmış Seyitgazi müsademesinden Osmanlı zaptiyesi bir hayli at koşturmuş peşlerinden Üstlerine yaylım ateş etmişler Vurulmuş yaylıdan bir kuvacı er kalmış yolun ortasında Eskiler ekmeğe el basıp söyler Sonradan satırla doğramış tetik çeken parmağını Arif Bey'in askerini vuran asker Arif Bey düşünür / yüzü çığsilah Aziziye toprağında ne olmuş görek Bayat yaylasına karargâh kurak Afyon'da paşalar neylemiş sorak Soğukkuyu Köy'ünden Kara Ahmet Ekizceli Bekir Çavuş - Seydi Çavuş Suvermez'den Üseyin - Bayat'tan Püsküllü Tatar Hasan / Abiloğlu Ayı Veli - Aşık Halil Genlik'li Maşta ile Osman Onbaşı Kayılı Hasan Çavuş Bir de Gımık Bekir vardı Çukur Kuyu'dan Aziziye'den Tahir Efe - İbici Gömü'den İzci ve ötekileri Kim bilir sağ döndü hangileri Hey gidi Balkanlar Hey gidi Çanakkale ahd olsun size Arkamızda mezarı taşsız kalan Binlerce şehidin kemikleri / size and olsun Çapulcuya sorgu- sual sormadan Döneklere hiç mahkeme kurmadan Halkı soyanları konuşturmadan Alalım kellesini tavuk başı koparır gibi Böcek çiğnercesine ezelim cesedini Kalanlar bize yeter Kalanlara alem-i şan olsun Sür atları Seyis Vahit Varalım hayır olsun.. Arif Bey dediğin kan içer kanmaz Düğmeni açık unutsan yatırır falakaya Dedi içinden içinden Tabaklar’lı Kara Vahit Vurdu kamçıyı atlara Kaçsan kaçamazsın Azrail gibi Yer yarılsa yere girsen bulun izini Öldürse kurtulursun Öldürmez oyar gözünü Yarbay Deli Arif derler şakası yoktur Vurdu kamçıyı atlara Tabaklar’lı Kara Vahit Balkan Harbi geçti gözlerinin önünden Ve sonra Çanakkale- Arıburnu Kan ve yangın cehennemi Şimdi / binlerce asker firarisi Bütün dağlarında Anadolu'nun Satılmış bir devletin dağılmış ordusundan Açlığın ve bitin yağmasından geriye iskelet kalan Gecede köyler geçildi insansız Arif Bey uyumaz yüzü depremler içinde Yer gök düşman içinde Hainler ne kadar çok Çete kuracak bozkırdan Başka yolu yok Sahi bir de Kar' Üseyin var idi Karacalar Köyünde efelik yapar idi Arif Bey bir aralık geçmişti de buradan Duymuştu da namını Gidip bulmuştu karargâhını Tevatür davar kesilmiş Kan ve ölüm günlerinde yenilip içilmişti Düşündü Arif Bey Hüseyin biraz ayardı O kel kardeşiyse kurnaz Madem ki çete kurdunuz Ayırın haklıyı haksızdan Devlet kendi canının derdine düşmüş sağlayın buralarda asayişi Soygunculuk çapulculuk olursa Bir gün mutlaka gelirim Gidin sorun nasıl adam Deli Arif'i demişti Aradan zaman aktı Bir de aklında kalan sis rengi rakı ve kuzu gözlemenin tadı Düşündü Seyis Vahit Dedi ki Yarbayım meramım vardır Eveleyip geveleme - kısa kes- denk yükle Söyle len nedir derdin... Körpe gelin koymuş idim ardımda Şimdi bilmem kimim kaldı yurdumda Kısmet yolumuzu sılaya vurdu Birkaç günlük izin verirseniz bana Düşündü Arif Bey Sustu çıkardı tabakasını bir tütün sardı Tabaklar’ lı Kara Vahit Nice yangınlar yaşadık Bir türkü çığır bakalım Olsun açlığımıza katık Bu yel Emir Dağları'nın yeli kokusunu bildin mi Bir türkü söyle ki yanık efkârdan Ölüm var- ayrılık var Belki de bir daha esmez bu dağlar yarına çıkmamak var Bir güzele yanar oldum özümden Kendim ladim oldum kendi sözümden İk'ellerim gitmez oldu gözümden Hala gitmektedir dem dem üstüne Bu dünyada vefa gitti naz kaldı Yandı ciğer kebap oldu köz kaldı Bu dünyada ocakzade az kaldı Halâ gitmektedir dem dem üstüne Tabaklar’lı kara Vahit Avaz etti karanlıkta sesi dağları dağladı Gevşedi de Arif Bey'in demir yüreği hamur oldu Nedenini kimsecikler bilmedi İçin için hıçkırarak ağladı Ağaç ayaklı gaziler doğruldu yerlerinden çocuklar ve kadınlar çevreledi yaylıyı Ali oğlu Mıstafa babam olur bilin mi İlebeç oğlu Seydi dayımdır tanır mısın Halil oğlu Iramazan kocamdır gördünüz mü Hoş geldiniz konuklar Cephede ne var- ne yok Burada işler bozuk Kıtlık çalar - yokluk oynar Telef çok Atladı yaylıdan Yarbay Arif Bey Koca bir dağ gibi dikildi Baktı sıska sefil perişan kalabalığa Derler ki Tevatür olmasın boyu üç metre filan gibi Tıpkı bir yanardağ gibi kükredi Kesin lan başıbozuklar Biz ne asker kaçağıyız bazılarınız gibi Ne de haberci- tatar İvedi su dökün atlarımıza Açız / ekmek getirin Altımıza hasır serin dinlenek Ki ondan sonradır ki vardır elbet bizim de bir lafımız Diyek... Korku ile kalakaldı suratlar Sesler kesildi Maden kovalardan sular boşaldı ardıçtan hatıllara Atlar süzdüre süzdüre içti Doru olanı tınsırdı Kır olanı kaşandı Ve ancak tanıdı anası Vahit'i Kuzum - dedi Meledi kuzular gibi Sarıldı... Haşhaşlı katmer ve oymaç yediler Sonra Arif Bey konuştu mavzer patlarcasına Benim adım Yarbay Arif Deli Arif derler lakabıma Kuva-i Milliye ordusundanım Esasen Bayat'tanım Cellat olmaya geldim İngilize- Fransıza- Yunana Azrail tayin oldum asker kaçaklarına çapulcuya- eşkıyaya Eli silah tutanlar bana katılacak Katılamayan peyderpey asılacak Çünkü cümle memleket işgal altına. Herkes bunu böyle bilsin Kara Vahit şimdi sana gelelim Madem izin istiyorsun kal Yarından sonra gel Bayat'ta beni sor bul Altında bir at olsun Ki seni tanırım / eğer gelmezsen Gelir mutlaka bulurum Bulur ateşe veririm Kaçsan izini sürerim Leşini itlere veririm Sen de beni tanırsın sakın unutma... O günün çocukları bu gün anlatırlar ki Tam iki gün sonra akşam köründe Ulu azatın altında atlılar durdu Terli ve dehşetliydi yüzleri Ölüm- yaşam arasında suskundu dallar Kaç ölüden artakalan soykalarıyla canlı cenaze insanlar Bir korku ateşinde / rüzgâr kupkuru Arif Bey Vahit'i sordu Üç gündür saklandığı ağacın tepesinde Kara Vahit korkudan geberiyordu Çekti silahını Deli Arif iki el ateş açtı havaya Dalların arasından aktı mermiler Vahit işedi donuna Yaktılar samanlığını Mıstafa Emmisi'nin Kardeşi Tatık'ı götürdüler yerine al bir gürenin sırtında O günün çocukları bu gün ihtiyar Samanlık yandı dumana boğuldu sokaklar Anlatırlar ki Gece aysız ve sırdaş hırsızlayın karanlıktı Bayat Boğazındaki konak yerinde Tatık gözlerini kırpmadı Çeteciler uyuyunca al gürenin sırtına atayıp kaçtı Ve aynı gece sabaha ulaşmadan Yitti iki kardeş Emirdağ toprağından Bir daha dönmediler Arif Bey ölene kadar |
Ateş Çiçeği-12
Kitaplarda söylenir ki: (Seyitgazi müsademesinden kurtulduktan sonra) 'Arif Bey doğruca Bayat'a geldi.. Eğrilitepe yaylasına çıktı.. Civar köylere adam salarak ilk Kuva-i Milliye birliklerini kurmağa başladı, Milli Mücadelenin ünlü Karakeçili alayının nüvesi bu şekilde kurulmuş oluyordu.' İplikçioğlu, Niyazi, a.g.y. Mangalı gümüş de maşası altın On iki jandarma takınır martin Gavık süpürgeci, arşıncı Artin O güzel günler de yadıma geldi Kır atına binmiş önüme geldi Odasına düştüm halı döşeli Bedel gabil olsa yeterdi malı Kör Vali gelir de ister sabini Yerine de sadık Beyi salalım Beyim kalksın biz yerine ölelim Emirdağ Kuva-i Milliye Reisi Aptilkadir Ağa'nın ağıdı; (1928'de karısı Kezban yakmış) ** Yaldızkaya, Ömer Faruk,Türkmen ağıtları Bütün kavgalarda böyle olmuştur Varsıllardan para Yoksullardan can Kaçaklar Aç bi ilaç - saldırgan Binlerce serseri mayın ortalıkta dolanan Yenilmiş ülkenin dul kadınları Yapışmış sabanın sapına El gölgeliği eder mert olan Namussuz saldırır şehidin namusuna Yıkıntılar arasında bir depremin dumanları Kan ile sulanıp yalımlara kızarır ateş çiçeğinin goncaları Bütün kavgalarda böyle olmuştur Varsıllardan para - yoksullardan can Söylerler ki Beş yüz atlı Yüz yetmiş piyade tamam eyledi Bir bakarsın Sandıklı Ekinhisarı'nda Bir bakarsın Şuhut'ta Çobankayası’ nda Yapıldak'ta at sular Eşkıya kovalar Aziziye tez Köyü'nde Derler ki dağlara haber salar İneni bağışlar orduya katar İnmeyenin evini yakar Anlatırlar Aziziye Kuva- i Milliye Reisi Aptil Kadir Ağa Dededen atadan varsıl Neredeyse iki yüz okkalık kara okkayla Ak kadın diye birini kıçını yumaya hizmetçi tutmuş Yaylasında topakevi- davarı Urum'dan- Şam'a gider katar katar kervanları Lakabına Papaz derler Gövdesi dehşetle kıllı Aziziye Kuva- i Milliye Reisi Aptil Kadir Ağa Arif Bey oturmuş ağanın konağında Aklı Kuva- i Milliye karşıtlarında Gözleri çığsilah Dikir dikir seyriyor alın damarı Bana bak Aptil Ağa Ya külliyen ölürüz Ya vatan kurtulacak Önemi kalmadı gayri Sıkışmışız - çemberimiz dar ımış Erzak- silah yok imiş Köyler aç- dağlar kar imiş Duyduk ki burada da yeygisi fazla gelip anrışanlar var imiş Dedik ki buradan başlayalım Kuva- i Milliye'ye cephe tutanı atın bokunu tepelediği gibi tepeleyelim Derler ki Soğukkuyu'lu Kar' Ahmet Efe Ekizce'li Bekir ve Seydi Çavuş Köçekoğlu Tahir Efe orada idi Aptil Ağa toparlandı Senin dediğin adamlar üç- beş kendini bilmez Lakin bunların dışında Kendini devlet sayıp vergi toplayan Cepheye gideni- ben saldım- sayan Ordu kurmuş Emirdağı'nın başına Sanır ki çeteleri yenilmez - kolu bükülmez Daha başka eşşekler var anrışan Memleketi işgal eylemiş gâvur Kendi gavurumuza gücümüz yetmez Vay anasını / diye bağırdı Arif Bey Hay senin ananı avradını / milyon kere... Oltu Taşı boncuğunu karşı duvara fırlattı Boncuklar saçıldı yere Yüz küsür okkalık Aptil Kadir Ağa dirkeden attı Sustu Arif Bey Ateşin bir anlık susuşu gibi parlamadan önce Hey ulan hey dedi Hey ulan hey.. Kalktı Yürüdü iki adım Bir süre dışarı baktı Oturdu yerine Bir tütün sardı yaktı Bak Aptil Ağa dedi Kan içinde bir ömrü kim isterdi... Merhamet, iyilikten farklı olarak çoğu kez gaddarlık olarak görülür. Ekleminden çıkmış bir kemiği düzelten hekimin yarattığına benzer bir sızı yaratır insanda merhamet. Bir aptal, cahil, hatta suçlu kişi bile iyi olabilir. Ama cahil bir insan merhametli olamaz. İşin özünü anlamak gereklidir merhametli olabilmek için.. Fiş, Radi, Ben de Halimce Bedreddinem, Mazlum Beyhan çevirisi İlk çığlık Yıkılmış bir dünyaya ilk isyan haykırışı Duyduğu hep inilti - hep ah Gördüğü / Kolları kopuk Yarası bülgüyen cesetler Nere gitse / işgal edilmiş insanlar Kısır gök - dul toprak Unutulmaz derecede umutsuz gözler Korkak ve hayvani bakışan Bir de derin bir yerlerde okunan Kur'an Ve Binbaşı Osman Bey'in sevdiği gramafon plakları Çok eski zamanlardı onlar Yitik birer masal gibi kaldılar Hiçbir şey yakışmazdı insan yüzüne sevgiyle gülmek kadar... Arif Bey'in suratı fırtınalı bir gök gibi devindi Konuştu birden bire / sesi sakindi Bak Aptil Ağa dedi Babam Binbaşı Osman / Bayat'tan olur Nereliyim unuttum aslını ararsan Hayat her yerli yaptı beni Askercilik oynayarak büyüdüm Ve bitirir bitirmez harp mektebini Balkan Savaşı'nda buldum kendimi O gün bu gün Öldürdüğüm insanların sayısını unuttum Artık öldürmek Bir çobanın her akşam oyunlarını sayması gibi... Ama öyle bir dünyada birilerinin an okuması gibi bir müezzinin dürmeyi iş sayarak ürmesi gerek... Çanakkale - Arıburnu Diyarbekir – Bitlis derken İzmir Merkez Komutanı tayin edildim Yunan'a karşı teşkilâtlanıp direnmeyi denedim Çıkarttım osmanlı üniformasını sırtımdan Pis bir paçavradan sayıp yaktım... Hasılı vel kelam Daha nice badireden atlayıp geldik buraya Cem-i bedenimde kavga izleri Canalıcı benden korkar Unuttum kaç kelle kopartmışım kulak kesmişim - avurt dilmişim Kar' Üseyin dedikleri kim Korkudan dağlara kaçan Bir zavallı pislik - bir garip sıçan Ki nice Kar' Üseyinleri haritadan silmişim İndirin içinizden kaygı yükünü gerisi benim işim... |
Ateş Çiçeği-13
O günü yaşayanlar anlatırlar ki Atlılar göründü Belce yolunda Uzaktan izlediler Gelen Arif Bey ve birkaç adamı Köyün ortasına topladı köylüleri Kar' Üseyin nerde dedi Dediler bilmiyoruz beyim Bir an düşündü Bıyığını burdu / durdu Dedi Tez'de Çatallı'da Dağdan inen eşkiyayı çeteme kattım kimsenin canını almadım Duymuşsunuzdur Dağdan inmeyenin damını yaktım Korkudan- ürküden değil elbet Bilekse bilek - Yürekse yürek Ama memleket işgâl altında Bana asker gerek... Üseyin'in anası kim / burda mı Burda dediler Siz köyün ileri gelenleri Sen / Hacı Ahmet Ağa Bir de sen Hasan Hoca Eğer Kar' Üseyin bura gelmezse yakarım Karacalar Köyünü Bunu koyun aklınıza Ayrıca / kendisi arkadaşımdır hanesinde ekmek yedim zamanında hatır vardır Selamımı söyleyin / gelsin konuşak Ulaklar ulaşıp haber iletti Maviyle sarı arası Karayla ak arası Gök ve toprak arası Sustu Kar' Üseyin / sustu yel Arif Bey söylüyor ki Gelsin teslim olsun hele Bildirin avanesine bize katılsın / bağışlayalım Altlarına atları Bellerine pusatlarıyla gelsinler Vakit kurtuluş vaktidir Varın selam edin Kar' Üseyin'e kardaşı Mustafa'ya omuzdaşı Dursun'a - ötekilere... Çetecek teslim olup katılsınlar bize Düşmana birlikte dalalım Yol tepip- yoldaş kılalım Varım selam eylen Kar' Üseyin'e Kel Mustafa dedi ki inanma Ağa Kancıklayıp pusu kurdular sana Kimseler gelemez bilmediği dağa Varalım gitmeyelim / eyvallah etmeyelim Kar' Üseyin dedi yalan değildir Arif Bey yiğittir- yılan değildir Kalsa / ne zamana kadar Gün olur gelip bulurlar Varalım teslim olalım Orduya katılalım Şu meslekten kurtulalım... Karacalar Köyü'nün orta yerinde Köprünün yanında- duvar dibinde Gözlüyor kalabalık / suskun meraklı yamaçtan inen karartıları Havada yalnızca uçuşan güz yapraklarının hazin hışırtıları Gözleri eğik Yüzünde zorlama / dehşetli bir ifade Adımları kaldırdıkça tedirgin yere bastıkça kuvvetli En önde yürüyen yorgun bir dev alabilesiye heybetli O günü yaşayanlar anlatırlar ki Muhtarın evinde döşek serildi Oturup hoş beş ettiler Cephelerden konuşuldu Yenilgilerden Kuva-i Milliye'den söze girdi Arif Bey Mustafa Kemal'i anlattı Memleket işgâl altında Neyin nasıl olacağını Umut var mıdır dediler Dedi hem de dağlar kadar Beni dinle Kar' Üseyin Kurtuluş vaktidir gayri Beş yüz atlı topladık iki yüz yaya Ve dahi dağlardan çığ gibi adam bizim orduya katılmakta Ki şimdi sıra sizdedir Sicilin kabarıkmış / öyle söylendi Memleket kurtulacak sen olmasan da O vakit hiç şansın yok Yedi düvele baş gelen Kuva-i Milliye ordusuna Yol tepip yoldaş olalım Mavzer sıkıp at sürelim Gâvurdan hesap soralım Omzuna rütbe verelim Bize katıl Kar' Üseyin Benden sana söylemesi Dök- düşün- akıl yürüt Var git konuş kardaşınla- kızanınla Bana hemen cevap getir Kel Mustafa işmar etti Kar' Üseyin'e Maviyle sarı arası Karayla gök arası Çıktılar genişleyip daraldı daralıp genişledi gök ve toprak arası Ne poyrazda esen pohur kokusu Ne ardıcın başında öten bülbül Ne gök mavi ne taş sert Nedensiz bir daralma Garip bir sıkılcım... Kel Mustafa dedi ki / inanma Ağa Del' Arif'in gözünde hiçbir gözde görmediğim bir garip ışık Nice katiller gördüm böyle bakanı yoktu Yalakları idam sehpası Karası kandil isi Zifiri *******den zindanlardan bin beter Kalbur kalbur açılmış Herif sanki Ezrailin kendisi Sustu Kar' Üseyin Bir tütün sardı usulca Çömeldi / sırtını dayadı kayaya Kara kara - bel bel baktı uzaklara Horan düzlüğüne- Karacalara Baktı melul melul Emir Dağına Ben Arif Bey'i bilirim Bir zaman geldiydi buraya Emanet ettiydi bizim civarı köyleri- dağları- insanları Erkek adamdı namı var Hiç unutmam o zaman -Buralar sana emanet- demiştir Delidir - bellidir ama tükürüp yaladığı görülmemiştir... Kel Mustafa acı acı bakındı Yüzünde kekre bir gülüş Hani Göğüs Yayla'da bir akşam beygir soluklayıp - ekmek yediydik Ardıcın dibinde dediydin bana -İnsanoğlu çiy süt emmiş güvenme ben dahi olsam- Hani Tekne Çukurunda şaşırtıp zaptiyeyi kayanın dibinde duldalanırken aynı lafı gene tekrar ettiydin Aman ağam kadan alam güvenme Arif Bey'e Aah Mıstafa bahtı kara kardaşım Senin aklın üçe- beşe ermiyor Memleket paypança ediliyor Dağlar eşkıya tarlası / asker kaçağı Milletin canı burnunda Devlet yok- yokluk içinde Askeri mi var ki ileri sürsün Var mı üstümüze mavzer sıkmakta Biz gibi yiğidi niye öldürsün... Sürmez eşkiyalık bir ömür boyu Bir gün bu inişin yokuşu olur At atı basarmış yiğit yiğidi Korktu sanma sakın beni tanırsın Çoluk çocuk büyür dağda- bayırda yıl yıla devrilir gider Bir gün çıkıp gelirler El mi yaman- bey mi yaman kardaşım Alî Osmanlıyı dahi yendiler Konuştular Deli bir tedirginlik gibi yel bostan otlarını estirdi Köskenmiş döşeğine Arif Bey kaçıncı kadehi içti Geldiler / Tamam dediler Sordular / bütün çete toplansın mı Olmaz dedi Arif Bey Aziziye'de baskın oldu sanarlar Ayıp olur Aptil Kadir Ağa'ya Yalnız ikiniz gelin Hele varalım yanına Sizleri barıştıralım Oturup yol- yordam konuşalım Tamam dediler Eğerlenen atlarına bindiler Horan yönüne sürdüler... Havada garip bir sıkılcım bir şeyler olacakmış gibi Tarifsiz tedirginlik boy verdi yüreklerde kamış gibi Çeteler kaldı geride Konuşmadılar bir süre Ne berbat bir duyguydu Ağlamak isteyip de ağlayamazmış gibi Atlılar yitti bozkırda Horan'ı atlayınca Aziziye'den yana |
Ateş Çiçeği-14
Bir koyağa pusulanmış Arif Bey'in çeteleri Beklediler çığsilah uzaktan gelenleri Tam da bir bayırdan devrilince öteye Pustukları yerlerden fırladılar Atlıları hakladılar Başlarında Kar' Ahmet Efe Sarsıldı toprak Şöyle bir döndü gök Devrilir gibi oldu Kar'Üseyin'in başına Kaçmayı denese kaçamayacak Havada / pusuda avcı susuşu Mustafa'nın şafaklamış gözleri dokunsan ağlayacak Sanki bin yıl sürdü kancık suskunluk Ne ağacın yeşili / ne taşın sertliği Ne dikenin batışı / ne kuşların ötüşü Çörtüğün Fakı / Köçeklerin Tahir Bacının Aptil ve ötekileri... Emriniz Komutanım dedi Kar' Ahmet Arif Bey ansızın değişti Bir azrail kesildi atının üzerinde Farklılaştı atlıların ara yerinde Sesi patladı Yakalayın şunları alaşağı edin atlarından Bağlayın kollarını.... Urganlarla bağlanırken elleri Kel Mustafa küfretti Kar' Üseyin Helal olsun sana beylik - ağalık Saldığın nam helâl olsun Sözünün eriymişsin Arif Bey dedi Arif Bey kükredi Ben size vergi mi toplayın Adam mı soyun dedim Köp'oğlu köpekler dedi Tutsaklar yaya / müfreze atlı nadastan nadasa yürüdüler Ekizce'li Bekir Çavuş yaklaştı Arif Bey'e Dedi ki komutanım İzin ver şuna bir dokunayım Silahını doğrulttu Arif Bey kolunu tuttu Attırma kafamın tasını Gösteririm ananın nemben nesini Bekir Çavuş korkarak kesti sesini Sövdü Kel Mustafa / bağırdı Ulan hay avına mı çıktınız Erkeklik buysa eğer Doğrudan kısırak utansın Durdu bir daha sövdü Sağdan soldan- sus- dediler Kar' Üseyin yaylaları düşündü atının üzerinde aktığı kayaları Köprüler geldi aklına karanlık *******de geçtiği Hatçe'si Aklına yaralı yüreğinin şahan gibi uçtuğu Çiğilli Kartal pınarı Ve bütün pınarlar eğilip su içtiği... Kel Mustafa pırtıverdi aradan Bağırdı Kara Ahmet / gitme lan Ekizce'li Hüseyin Çavuş doğrultup bastı tetiğe Düşüp kaldı nadasların içine Sonra ayağa kalktı Beni vurmayın ha dedi ölmem bu yaradan Yüzünde ölüm korkusu Kurşun geçmiş baldırından Arif Bey öfkeden kıpkırmızı kesilmiş Tuu ulan yüzüne rezil- kepaze Eğer ben de bu dilleri sormazsam Şu bıyıklar ayıp olsun Anlatırlar ki Ekizceli Bekir Çavuş Arif Bey'e yaklaştı Eğer vurmasa idim Keloğlan kaçacaktı Arif Bey konuşmadı Bir süre öyle gittiler Ne gök maviydi / ne toprak sarı Ne taş sert Aman ha beyim dedi Hüseyin Çavuş Bunları öldürmez de katarsanız orduya Bir yerlerde denk getirip punduna sizi vururlar Çünkü kan içmektir bunların işi Vazifem sayarak ben size deyim Aman ha Beyim... Beş yüz atlının önünde Rahvan atının üstünde Yarbay Arif Bey yüzü dörtnal asabi Yedlerinde urganlara bağlı ganimetleri Ahali sokaklara döküldü Bin bir ayak bir ayağa derildi Suvermez köprüsüne varmadan Kuva-i Milliye'nin avlusuna girildi Çözüldü elleri tutsakların içeri buyurun denildi İlkin Kar' Üseyin yürüdü Söylenir ki üç beş basamak çıktı merdivenleri Tek kuruşun attı Arif Bey Kar' Üseyin kara bir dağ Devrildi... Kel Mustafa şaşkınlığın tam ortasında O da tek bir kurşunla serildi basamaklara Taş kesildi kalabalık Ayakları yalın - giyneği yırtık Kalbura dönmüş gözleri Yıkık suratları sarı Havada uçuşan gazellerin hazin hışırtıları... Derler ki Esti kaba boyra yeller Taşıdı yelkovan dikenleri ölüm haberlerini Deli Arif denen yarbay Kar' Üseyin çetesinin noktaladı kaderini Sevinenler sevindi / üzülenler üzüldü Sevinci- üzüntüyü artık unutmuş olanlar yalnızca merak etti Arif Bey cesetleri kaldırın dedi Şu mermer direklere sarın Gavurlar işgal etmiş vatanı Zay olmuş cephelerde onca insanın canı Bir yandan düşman talanlar Bir de böyle asalaklar yağmalar Sarın ki direklere ibret-i alem olsun Yetim hakkı yiyenlerden bir gün bir soran bulunur desinler Dağlarda dolaşanlar duyup bilsinler El mi yaman bey mi yaman görsünler... Pusatları- mermileri yeniden kuşatıldı Mermer direklere asıldı cesetleri Dağları aştı ölüm haberleri Varıp Karacalar'a ulaştı Düştü Üğü Kayasına top atılmışça Ürktü çeteleri baskın olmuşça Atına binen sıvıştı her biri başka bir yana can korkusuyla Bir deli yel kaldı karargâhında Hatçe'nin iri ela gözleri ansızın açılan körün şaşkınlığında Anlatılmaz bir duyguyla Baktı ilk kez görür gibi Uzaklara / bulutlara / dağlara Yaban kalıverdi her şeyin ortasında Belkız'ı bastı bağrına öbür elinde bohçası Yalın ayak düştü yola Ne gök maviydi Ne yollar tozlu Ne taş sert Dağ demedi taş demedi Dere tepe düz eyledi Yürüye yürüye ağladı Ağlaya ağlaya yürüdü Ve neden ağladığını Kendisi de bilemedi Gün çoktan devrilmiş gece inmişti Karanlık yarlardan aştı Kesekli tarlalardan geçti Gül bedeni ter içinde Suvermez Köyüne ulaştı Yeni bir yaşama kaçarcasına daldı içeri kapıdan Filik Kadın ağıt- figan Sarılıp sarmaştılar / ağlaştılar... |
Ateş Çiçeği-15
Bayat'ın kelleri bize bey oldu Arif Bey oldu Kar' Üseyin türküsünün,Geynik (Genlik) ky'de kalan tek dizesi Devresi gün ana- kız yola düştüler Dere- tepe Aziziye'ye ulaştılar Kuva-i Milliye karargâhının avlusunda direklere sarılmış ölüler Sövdü Filik Kadın ağız dolusu Sonra suç işlemiş gibi sustu Baktı yan gözle Hatçe Av olmuş avcısına kurban nasıl bakarsa Midesi karıştı / nutku tutuldu Bir böğürme geldi içinde Yumdu gözlerini kustu Meram anlatıp kapıcılara vardılar Aptil Kadir Ağaya Ağa tanıyıp Filik Kadını Sanki bütün gövdesiyle haykırdı Gözün aydın bire Kadın Aldı Filik Suvermez yolunu aştık da geldik Çileyi kahırı saydık da geldik Eşkıya zulmünü en çok biz çektik Dediler Aptil Ağa vurmuş zalimi Vuran ellerini öpmeğe geldik Aldı Aptil Ağa Ben vurmadım Filik Kadın Vuran Yarbayım Arif Bey Yiğitlik hususunda az gelir ne söylesen Şu oturan kendisidir Onun ellerini öp öpeceksen Eğildi Filik Kadın yerle bir oldu Uzandı tutmak için ellerini Arif Bey izin vermedi -Bu bizim işimiz valide- dedi Hatçe sırık gibi dikilekaldı Gözgöze geldiler bir an Arif Bey'in bakışları kocaman bir çift pencereydi Toz- kül- kan- ter- gözyaşı Ve ateş çiçekleri / yalımlar içinde Öyle bir dünya ki soğan doğrarcasına kelle koparılan Arif Bey'in bakışları Belki bir yerlerinde küçük bir çocuk Seçmediği bir yazgıya ağlayan Arif Bey'in gözlerine baktı bir ceylan Usulca indirdi kirpiklerini Nutku tutulmuş gibi dikilekaldı Öpmedi ellerini... Görenler anlatır ki Şimdiki İnkılâp Okulu'nun kapısında Kara Hüseyin ve Kel Mustafa'nın mermer direklerde sallandı cesetleri Günlerce hiç kimse yanaşamadı Her gün biraz daha şişip biraz daha koktular Öyle bir koku ki geçilmedi yanından Köylerden yılkı yılkı insanlar geldi Çoluk çocuk uzaklardan baktılar Bir hafta- on gün sonra ağzı burnu sarılı bazı adamlar aldılar mevtaları Şimdi kimse bilmez nerede mezarları Geride bir Hatçe kaldı dağlanmış goncaları Bir yaşam tiksinmek üzere herkesten Ve bitmeyen soruları olmadık zamanlarda aklına gelen Başka insan yok mu idi / neden ben... Burası Emir Dağı'dır Yaylaları- koyakları köylerinin sokakları türkü bağıdır Viranbağ gönüller avaza geldi miydi Her taşına söz düşürüp can verir Adı bilinmez ozanlar haykırır kıraçlara yaralarını Yürekler söze kan verir Bin yıllardan bu yana kovgun düşenin Ağıdı türküsüne karışır gider Nice Kar' Üseyin ve nice Hatçe Ve nice Arif Bey yaşar iç içe Ölüm bile ayıramaz onları Söylenir öyküleri bozkır *******inde Oturur dam dibine bin yıllardan acısını taşıyan gözleriyle Suvermez Köyü'nden ağıtçı kadın Tüvel Bir ağıt yakar Kar' Üseyin'e Hem ağlar - hem de söyler Zamanda söz uçurur yel... Gar' Üseyin mavzerini yağlıyo Hatçe Gelin siğim siğim ağlıyo Mavzerin gurşunu dağı deliyo Aman Filik Abam ar demedim mi Yanımda Keloğlan var demedim mi Afıyon damını yardım da kaçtım Suvermez yoluna sar'altın saçtım Üç yüz atlıyınan kız aldım kaçtım Aman Yeşil Hatçe'm gör neler oldu Seni saran kollar sarardı soldu Üseyin topçu da, Durmuş borucu Kel Çavuş da attığını vurucu Güllü Gelin sağlam tutsun orucu Petiri Petiri aslan Petiri Malzemeyi Dişkaya'ya getiri Heybetl'olur Aziziye'nin yılanı Ben bilirim ardımızdan geleni Yar elinden çektiğim elemi Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu Bizleri vurduran Arif Bey oldu Benim atım ağır iner inişten Ayağının nalı dökme gümüşten Kirp'oğlu'nun Hasan benim eniştem Aman Arif Bey'im ağlatma beni Mermer direklere bağlatma beni Kayıştandır Arif Bey'in kuşağı Kurbanlık gidiyo Mustuk Uşağı İkisi de domdom yedi fişeği Aman Hatçe'm aman ar demedin mi Yanımda Mıstafa var demedim mi Yağmurunan yağdım- yelinen estim Belce'yi aşınca umudu kestim Arif Bey idi de şu benim dostum Aman Arif Bey öldürme beni Mermer direklere sardırma beni Arif Bey geliyor bakın kastine Selam verir yarenine dostuna Afıyon'u tapulamış üstüne Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu Bayat'ın kelleri bize bey oldu Arif Bey oldu İndi de kalkmıyo dumanı Nedir eller ayrılığın zamanı Zalım Aptil hiç bilmiyo amanı Aman Arif Bey'im ağlatma beni Mermer direklere bağlatma beni Başına bürünür karalı erbi Mektebin önünde eyledik harbi Teslim olmasaydım var mıdı cerbi Aman Arif Bey'im öldürme beni Dondurma taşına sardıma beni Dişkaya'da kaldı kuzu kebabım Kirp'oğluynan Hac'Ahmet zerim zebebim Kar' Ahmet Efe de benim ahbabım Aman beyim aman kanım al akar Filiğ'in Hatçe'si yoluma bakar Kır Alan'dan çıktım atım kişnedi Üğü taşı derler bize düşmedi Astığım kebaplar dalda pişmedi Aman Yeşil Hatçe'm gör neler oldu Seni saran kollar sarardı soldu Üğü kaya yeğin olur ekini Yelebiyo Mıstafa'nın kekili Müfrezeler gelir basarlar bizi keserler bizi Aman Filik Aba'm ar demedim mi Yanımda Kel Oğlan var demedim mi Manasar'da sürüsünün bir ucu Keloğlan topçu da Durmuş borucu Kar' Üseyin attığını vurucu Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu Bayat'ın kelleri bize bey oldu Arif Bey oldu Keloğlan'da atar atar vuramaz Mustafa da dumanından duramaz Haydi gardaş bu yurt bize yaramaz Mustafa Mıstafa ille Üseyin Eliminen kime küseyim Gölcük Yaylasında dört kaçak gezer Dördünün omzunda var beşli mavzer Anamdan evveli Hatçe Kız gezer Aman Arif Beyim öldürme beni Dondurma taşına sardırma beni Elinde kekliği kayadan iner Karacalar Evi yaylaya konar Yiğidin yurduna boz kartal döner Çalağan konar Evvel usluydum sonradan azdım Gölcük yaylasında devriye gezdim |
Ateş Çiçeği-16
Arif Bey bir süre sonra Afyon'a geldi. 23. tümen komutanı Albay Ömer Lütfi Bey'le işbirliği yapıp, birliklerini tümen karargahının bulunduğu Erkmen'e yerleştirdi. Arif Bey'in Afyon'a geldiği günlerde başkanlığını liva muhasebecisi Reşit Bey'in yaptığı Reddi İlhak Cemiyeti faaliyet halindedir. Afyon'un vatansever evlatları iki değerli komutanla fevkalade işbirliği gerçekleştirdiler. Arif Bey'in milisleri şimdiki Kasım Paşa İlkokulu'nun bulunduğu belediye gazhanesindeki İngiliz İşgâl Kuvvetlerinin cephaneliğindeki silah ve cephaneleri bir gece baskını ile Erkmen'e kaçırdılar... İplikçioğlu, Niyazi, a.g.y., sf..92 Yabancı çizme nalçalında Çiğnendi şehirlerin sokakları Haritalar serildi masalara paylaşıldı ülkenin dağları- ovaları Ve kan göletlerine basa basa yürüdü işgâlciler Ölümcül bir suskunlukta taşlaştı her şey Tarlada karasaban - ovada inek - dağda çoban Sustu keklik / keder sardı şafakları Ve ansızın kıpırdandı yerinden öldü diye terk edilen yaralı Yükseldi bir yerlerden direniş bayrakları Afyonkarahisar'da İzzet Efendizade - İsmail Şükrü Hoca Kuvveti kağıt üzerinde 23.fıkra kumandanı Yarbay Ömer Lütfi Bey’e başvurdu Şehir işgâl edilirken böyle eli bağlı beklemek olmaz Satılmış bir devlete rağmen çoluk- çocuk- ırz- namus- vatan kalacak mı düşmanın ayakları altında Buna ne can dayanır- ne yürek Devletin vaziyeti böyleyken Millet müdafaa edecektir hakkını Kuva-i Milliye'yi kurmak gerekli hasılı Böyle başladı Afyon'da Çelik Alay Müfrezesi'nin kuruluşu Kumandan Şükrü Hoca Bölük komutanları Dünya Savaşından dönen gencecik teğmenlerdi Naipzade Vasıf'ın Ahmet / Hamuloğlu Safter Üsteğmen Şükrü ve Teğmen Nasih Beyler Köylerden gönüllüler bulundu İlipınar önünde gizli talimgâh kuruldu... Kitaplarda Söylenir ki: Bu ana kadar çalışan cemiyetin adı Reddi İlhak Cemiyeti idi. Bir gün Arif Bey memleket halkını İmaret Camiine topladı 'Bundan sonra çok gayretler sarf edeceğiz, bu işi başaracağız, onun için yeniden Müdafaa-yı Hukuk Emniyeti namıyla bir cemiyet teşkil edeceğiz' dedi ve halkın reyine başvurdu. Bu Cemiyetin reisi Koçzade Şükrü Bey'i, Gümüşzade Bekir Efendi'yi, Tunçzade Ali Bey'i aza olarak halk ittifakıyla seçti. Böylece bu cemiyet Afyon'da teşekkül etmiş oldu.* Bundan sonra dağlarda dolaşan, mütemadiyen mücadele eden bir takım kabadayıları birbirleri ile barıştırarak adamları ile birlikte cepheye sevk ettik. Bunlardan Emirdağları'na sığınan Balcamlı Yusuf, Çukurcalı İbrahim vardı. Onlara haber gönde-rip, hep birlikte cepheye gidileceğini, aksi takdirde kendilerinin üzerine asker sevk edilerek Yunan'dan evvel kendilerinin kökü kazınacağına dair haber gönderdik. Akın akın ellişer yüzer atlı süvarilerle gelmeye başladılar.** * Sarıkoyuncu, Ali(Doç.Dr) Milli Mücadelede afyon Müftüsü Hüseyin (Bıyık) Efendi, 3. Afyonkarahisar Araştırmaları sempozyumu, Afyon Belediyesi Yayınları, 1994 Afyon, sf.76 ** Sarıkoyuncu (a.g.y.) sf. 77 Karaman Mahallesinde Belediye Gazhanesinde İngiliz kuvvetlerinin silah- cephane deposu Nöbetçiler İngiliz ordusuna mensup Hintli askerler Günlerce izlendiler çevre evlerden Yedikleri yemek içtikleri su Ne zaman nöbet değişir nerde yatarlar Kalk borusu- yat borusu An be an komutanlara bildirildiler Her şey hazırlanmıştı önceden Mevsim güz Müfrezeler pusulanmış tam yatsı sıraları Yanık bir ezan duyuldu minareden İşgâl edilmiş bir ülkede her şeyden emindi Hintli Askerler Nöbeti- koğuşu terk ettiler Her vakit olduğu gibi abdest aldılar Toplanıp namaza durdular O saat evlerin arasından Sağnak gibi yağdı müfrezeler Çelik Alay'dan- Karakeçili’den derlenmiş sayısız kavgada denenmiş işini bilir adamlar Hintli askerleri kıskıvrak yakaladılar sımsıkı bağladılar Anında boşaltıldı cephanelik Taşındı Erkmen'e Kuva-i Milliye Karargâhına Bu sırada Afyon Mutasarrıfı olarak görev yapan Mahmut Mahir İstanbul Hükümeti’nin mutemet adamı olarak olup- biteni İstanbul'a jurnal etmekte ve bütün gücü ile Milli Direnişi batırmağa çalışmaktadır. Reddi İlhak Cemiyeti Tahrirat Müdürü Alaaddin Çelebi'yi görevlen-direrek, mutasarrıfın hareketlerini kontrol altına aldılar. Alaaddin Çelebi bütün gizli yazışmaları Kuva-i Milliye-cilere bildirmekteydi. Posta Telgraf Müdürü Hadi bey'de Milli Teşkilat emrinde canla başla çalışmaktadır. Mahmut Mahir iyice zararlı olmaya başlayınca Arif bey hemen harekete geçerek Mutasarrıfın Mecidiye Mahallesindeki konağına bir baskın düzenledi. Erkmen Kestaneliğinde gece Cıbır kalmış ağaçların arasında ay dökülüyor Binlerce çentik açarcasına binlerce bıçağıyla Çentiyor bedenleri insafsız ayaz Bir zemheri soluğu üfleyen poyraz yaprakları sürüklüyor... Oturmuş kayanın kuytusuna Olanca heybetiyle Yarbay Arif Bey Deminden beri cigara tüttürüyor Toprak kadar kıpırtısız taş kadar suskun Ve her an her şeye hazır çığsilah donanmış Karakeçili Askerleri Aralarında ak köyneği - gecelik takkesiyle Yalın ayak / kıllı bacakları çıplak Sakalları titreyerek yalvaran bir zavallı hortlak Afyon Mutasarrıfı Mahmut Mahir Ben ettim sen eyleme Yüce Yarbayım Biliyorum sabit cümle suçlarım Çoluğuma çocuğuma bağışlayın beni asmayın Bir yol bağlıyım devlete Döneklik etseydim asarlardı Gürleyiverdi Arif Bey Konuşma ulan soytarı Malumumuz/ senin canın bizden tatlı Konağın – hizmetkarların - saltanatın yağcıların ve dahi kıç yıkayıcıların Oysa binlercesi can verdi aç yetimler bırakarak nice vatan evlatları Binlerce Mahmut Mahir eder bıyığının tek kılları Malumumuz senin canın bizden tatlı Ki kapısında it olduğun Padişah Sayısız insanıyla dağıyla- ovasıyla koca memleketi sattı Şimdi sen gavur uşaklarının çanak yalayıcısı Söyle kırk katır mı dilersin kırk satır mı.... Amanın Beyim diye inledi Mahmut Mahir Kurbanınız olam ağalar dedi Ak köyneğinin içinde zavallı bir hortlak gibi titredi Arif Bey daha bir gürledi Tövbeye gelsen tövben nafile Şahadet eylesen hak kabul etmez Ölümlerden ölüm beğen ya kâfir dedi Arka sıralardan birkaç asker dudaklarını ısırarak saklı saklı gülümsedi.... Ertesi gün Afyon'da Mahmut Mahir imzasıyla Kuva-i Milliyeci İkaz gazetesinde iri- kara puntolarla bir başlık İSTİĞFAR-I ZÜNUN Altında hata ettiğini anlatıyordu Yalvar- yakar olarak dosta- düşmana Ve Kuva-i Milliye aleyhine çalışmayacağını/ asla yeminle şartla* Mahmut Mahir Bey: 1334 Ekim (M.1918 Ekim) ayında atanan Mahmut Mahir Bey, bir sene kadar mutasarrıflık etmiştir. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar İzmir'e çıkmış ve kurtuluş savaşımız başlamıştır. Milli Kurtuluş çalışmalarını padişaha sadakati yönünden engellemek istemiş ve bu konuda jurnaller yazmaya başlamış ise de mektubcu (tahrirat müdürü) Alaaddin Çelebi Bey tarafından aldatılarak yazışmaları kontrol altına alınmıştır. Sonunda Fransız kuryesinden faydalanmaya başlayınca bir gece evinden alınarak Antalya yolu ile İstanbul'a gönderilmiş ve böylece Osmanlı yönetimi son bulmuştur (1919 yılı son günlerinde) . Günçer, Süleyman, Afyon ili Tarihi-2, Afyon, 99 * Mutasarrıf işgâl yıllarında Yunanlıların tarafını tutmuş, onlarla birlikte hareket etmişti. Aygen, Mehmet S.(Dr): Sarılık, Ahmet; Tunca, A. Büyük Zafere Doğru, Türkeli Yayınları Afyon 1984, sf.7 Şimdi o yerlerde anlatılır ki Bin beş yüz kişilik müfreze Çapak Çayı kıyısında talim eden İngiliz askerini görmezden gelip Baştan aşağı silahlı Atlarının üzerinden heykel azametiyle Boş bir şehre girer gibi Afyon'a girdi En öndeki Arif Bey'di Ve askerin yanı sıra Birer dönüm aralıkla at süren Arif Bey'in haber salıp getirttiği büyük kavgaların kahramanları namlı subaylar idi Şerif Bey Götü Kayışlı Osman ve diğerleri Duruşları- bakışları insanı ürperten örfi adamlar idi hey gidi / hey hey gidi Afyon sokaklarını inleterek at nallarıyla vardılar Vali Konağına Arif Bey’in elinden ruhunu teslim etti dört İngiliz askeri Göndere Türk Bayrağı çekildi Ertesi gün İngilizler şehri terk etti... Şimdi o yerlerde anlatılır ki Bayat'taki Eğrili Tepe'nin adı Şimdi Arif Bey kayasıdır Adamın yiğidine deli derler Deli Arif yiğitlerin hasıdır Bazan Yapıldak’tan yaya geçmiştir Bazan altında bir at talakasıdır Bağ yeri dağıtmış Bayat'ın yoksuluna Hay avına çıkar olmadık zamanlarda Hacı Musa Oğullarından zebellah bir kişi/ öyle gür Say ki gürgen yarmasıdır Afyon Merkez Karakolu karşısında Arif Bey'in köşkü vardır Burada ehl-i iyali barınır Çanakkale Harbinden malul kardeşi Ve Ömer Lütfi Paşa'nın Ferik Hatun ilk zevcesi İkinci Hatunu Diyarbekir'li Zeynep derler ki Ermeni kırmasıdır Bir bakarsın bindirmiş avratları atlara Kendi savunmalarını yapsınlar diye Ilgar etmişler dağlara mermi yakarlar Hedefi bağrından vuran hatunlar sanki doğuştan talimli Hey gidi / hey hey gidi... |
Ateş Çiçeği-17
Hava sancılı mavi Poyraz ağudan acı Erkmen Kayalarına duldalanmış Bir grup yoldaş tütün içiyor Hey gidi diyor / hey gidi Bayat Köyünden Amancı Şu ayazın derdine bak Ya o Arap Çölleri Hey gidi Şam günleri Bizim asker esir idi Dört kat telin ötesinde Biz bir avuç Türk Askeri açlıktan ölmek üzere Ben hastayım ağzım - yüzüm bir avuç Elimizden gelse biz de kaçardık Ama kum İngiliz'den daha kafir sam yelinde dalga dalga Böylesine Cehennem çöl Arif Bey dedi ki kahraman arkadaşlar şimdi biz İngiliz askeriyle harp edeceğiz Ya bu telleri deleceğiz Ve yahut öleceğiz Çok işler başardınız Cehennemler yaşadınız dağlandınız bilirim Bilirim kalmadı dermanınız Yalnız tel örgü ardında kalanlar kan bir kardaşlarınız Şimdi gelmek istemeyene Hasta- sökele yok diyecek lafımız Çünkü siz yapacak her yiğitliği yaptınız Gelenler gelsin Şu İngiliz gavuruna ders verek Gönülsüz kavga olmaz bize gönüllü gerek Hastaya- sökele gücü yetmeyene ne diyek dedi İlkin bir sessizlik çöktü Asker birbirini heyikledi Bazısı ayrıldı çekildi bazısı kaldı Ölümün hududu teller Azıcık asker Biliyorduk aşılmazdı Ben ki tanırım Arif Bey'i Öleceğimi bile bile kavgada gitmedim ayrılanların yanına Ardından bize gerek / size ne gerek deyip Aldı gidenlerin silahlarını Sonra da bize dönüp dedi ki Çölün ortasında- kafir elinde Silah arkadaşını esir bırakan zinhar vatan haini Şu ayrılanların katli vaciptir Günahı- vebali benim boynuma paklayın hepsini Yine bir ölümden dönmenin şaşırtan korkusuyla yüreklerimizi yokladı Sonra omuzlayıp utandırmazı ayrılanları pakladık Yüzde yüz öleceğimize inanıp Saldırdık İngilizin üstüne Gün mü geçti- ay mı- yıl mı Kavga bittiğinde kan içindeydik Yerde kafir ölüleri / vakit ne idi unuttum Ve içerden esir asker üstümüze sökün etti Aylarca yıkanmamaktan bitten- uyuzdan kurumuş Dayanılmaz korkulara sarıldılar boynumuza Orda duydum şu insan ne kadar pis kokuyor ki Leşten- boktan milyon beter hey gidi oğlu - hey gidi Hava sancılı mavi / Poyraz ağudan acı Erkmen Kayalıklarında Bir grup Kuva-i Milliyeci bir zamanlar tütün içti hey gidi... ………………………………………………………………………………. Bozkır'ın içinde toplar atıldı Şiddetinden aylar günler tutuldu Arif Bey'i anlatan bir türkünün Geynik Köyünde bulunmuş iki dizesi.. İşgâlci çizmeleri çiğnerken Çobanların kaval kanattığı dağları Başka ordular yürürken kendi şarkılarıyla kuşatıp türküler vatanı bozkırları yeşiline yas üşümüş ovaları Viran hanelerde un uçar- kepek kaçar iken Analar gözyaşı pınarı / gelinler dul Ölüm pusuya düşürmüş iskeleti kalmış çocukları Koca ülke naçar iken Ve öldü sanılan Ağır ağır yerinden kalkar iken Kara sakallarını kana bulayıp Kuduz yobazlar uludu kardeş kanına susamış Din elden gidiyor İşbirliği yapıp Yunanla- İngilizle Cihat eylediler Kuva-i Milliye'ye Ve dağlarda dolaşan asker kaçaklarından toplayıp en azmanlarını Kin şarabı içirdiler kan ile katıp Din- iman renklerine boyandılar / ayaklandılar Karakeçili Milli Alayı neferleri Başlarında Yarbay Arif Bey Konya Yangınına at sür ettiler Namları ulaştı onlardan önce Bir kez daha ateşlerde yürüdüler Alaaddin Camii’nin duvarlarında o zamandan kaldı kurşun izleri Söylenir ki Hürriyet ve İtilaf Fıkra Başkanı sözüm ona din adamı Zeynel Abidin Hoca İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla çekerek başı boş güruhun başını Cehenneme çevirdiler Konya'nın - Bozkır'ın sokaklarını Fırtınalı- boralı günlerde Sait Molla İngiliz Ajanı Rahip Frev'e mektuplar gönderip yardım dilendi Sonra çıkıp ortalığa din elden gidiyor- dedi Kürtoğlu Musa Bademli'li Hacı Halil ve Güzel Çavuş Namlarıyla bilinen birkaç çapulcubaşı Yalan ve hiyle ile yallanarak Bin kadar köylüyü ayaklandırarak bastılar Bozkır Askerlik Şubesini cephaneye el koydular Seydişehir üzerinden gelen askeri pusulayıp bozguna uğrattılar Ayaklanmanın başlaması 1919'un 26 Eylül'ü idi Ve bağışlanma sözü alıp 4 Ekim'de hareketten vazgeçildi Gene de ortalık kıvılcım bekleyen barut fıçısı gibiydi Yeni bir ayaklanmaya önlem olarak Sivas’taki Heyet-i Temsiliyeden bazı birlikler Ve Karakeçili Müfrezesi Mahal'e gönderildi Ve telaşa düşen Zeynel Abidin Yeniden ayaklanıp adamlarıyla bastı Bozkır'ı Tarih 20 Ekim 1919 idi Kuva-i Milliyeye meydan okuyup askeri birliklerin çekilmesini istedi İlk birlikler yenildi Zeynel Abidin güçlerine Ve sardı ortalığı Yarbay Arif'in dehşeti İsyanı kanla bastırdı Nice yangınlardan yanmadan geçmiş Karakeçili Müfrezesi Söylenir ki Karınca ocağını çiğnercesine ezerek yürüdüler önlerine geleni Arif Bey açınca zindanın kapısını Korkudan titrer buldu Bozkır Kaymakamı’nı Tevatür yağma yapıldı derler Nerede kasalak köşkler Bordo kapılı ev varsa Altını - ziyneti toplandı... Tellallar bağırtıp sokaklarda isyancı başıların kelleri istendi Bir çuvala sarılı getirip koydular elebaşılarının kellelerini Sonra da kurşun dizildiler ödül beklerken Hep biri bir ölümdü boşalan Arif Bey'in mavzerinden... Derler ki isyancılara zayıf davranan zavallı Kaymakam Cevap veremeyip Yarbay'ın çetrefil sorularına yeyiverdi kurşunu alnı çatına Sokaklarda kan yürüdü sel gibi Bundan yüzyıllar önce buralarda ayaklanan dağlar delisi Süleyman Yeniden dirildi fakat vatanını satanların uşağı olarak Ve kanı kanla yudular Mezbaha gibiydi sokaklar An oldu kesildi kıpırtılar Başı kesilecek gibi ürpererek esti rüzgâr... Arif Beyin adamlarından biri girdi varsıl bir haneden içeri Gördü ki ödü kopmuş bir yaşlı kadın ve tir tir titreyen gelini Yükte hafif pahada ağır Altın- ziynet devşirildi Sonra di içeri girdi Bağırmağa bile korkan gelinin soydu giysilerini / Pervasızca ilişti Derler ki Kocakarı ağlayı ağlayı Arif Bey'in karargâhına geldi Hem ağladı - hem söyledi Arif Bey'in başı düştü önüne Olanları kıpkırmızı kızararak dinledi Sonra azametle kalktı yerinden Topladı askeri - sıraya dizdi Döndü Kocakarıya ebe anlattığın kim ise göster dedi Kadın dolaştı kalabalıkta Irz düşmanını gösterdi Arif Bey atının sırtında sular gibi akardı Sular gibi akar iken tek kurşunla av avlardı Vuracağı adama bir tek kurşun sıkardı Kadının gösterdiği adam ayrıldı Arif Bey elini beline saldı Yalvarıp yakarmağa kalmadan kalbine nişan aldı çekti tetiği Sekti kurşun sol döşünün üstünden Bet - beniz kalmamış adama bir şeycikler olmadı İkinci kurşunu sıkmaz bilerek Yüzünde suçukmuş deli bir ifadeyle gülmeğe başladı Komutanım / yetmemiş vadem dedi Arif Bey alevlendi Çıkar ulan sırtındaki cepkeni Gördüler ki tek kurşun tabakasından sekmişti Çabuk defol aramızdan Anan cumaakşamı gün doğurmuş dedi Mütecaviz yüz adım kadar gidince Arif Bey Çingenoğlu'na işaret etti Yaradana sığındı Çingenoğlu elini beline saldı Denkleyip tetiği çaldı Kurşun bir ölüm kuşu Uçtu malum sesiyle burgulanarak Adamın beynini parçaladı İşte böyle bastırıldı Bozkır Ayaklanması |
Ateş Çiçeği-18
Arif Bey ve Alayı asayişi berkemal edip Aziziye üzerinden Ankara'ya at ılgarlardı Soğukkuyu Köyünden Kar' Ahmet Efe Heybe heybe altın getirmiş derler Ve diğer askerlerin hiç birine tek penez bile vermemiş Şimdi o yerlerde eskiler Arif Bey Ankara'da askeri tören ummuştu derler umduğunu bulamadı Güya orda söylemiş ünlü sözünü Şu Bolu işi hallolsun Mustafa Kemal' le de hesabımız var Sokakta dörtnal koşan bahar dindiremez yaralı askerin sancısını Dallarda ürkek rüzgâr Bir fayton geçiyor eşkin endişe ümit arası çınlayan nallar Ufukta sapsarı esneyen gün Uzaklardan yankılanan bir örge hırsla inen çekiç sesleri Ankara bekleyiş kesilmiş tepeden tırnağa Gelinlik kıza dönmüş ağaçlar Pervazların arkasında sabırla ağlayanlar Cami kapılarında cephelerden konuşan birkaç ihtiyar... Pencereden dolan kuş seslerini duymuyordu İnce yorgun yüzünde endişe - ümit gözlerinde panter hırsı Ceviz masaya yayılmış kağıtlar Dolmuş sigara tablası 20. Kolordu Kumandan Vekili Albay İsmet Bey Bakışları çıra gibi / süzdü karşısındaki askeri İnce- uzun- yay gibi Ziraat Mektebinde Muhafız Komutanı Gitmeniz gerekiyor ayaklanma mahaline Sabaha hazır olun Şerif Bey Katılın Yarbay Arif'in müfrezesine Bir ateş yaladı yüzünü Şerif Bey'in Emriniz baş üstüne Albayım Lâkin Yarbay Arif Bey'i iyi bilirim Bayılır subayları aşağılamaya Emredin tek başıma gideyim Ya o beni öldürür ya da ben onu Belki birbirine girer müfrezeler de Bir felaket olur böyle zamanda Ya Arif bey gitsin ya ben gideyim Bir an düşündü İsmet Bey Uzunca bir filmi izliyor gibi içine çekildi / gülümsedi Peki Şerif Yalnız desteklensin Arif Senin ağır makinalı takımıyla Baş üstüne Albayım En doğru kararı verdiniz dedi Ölümden kurtulmuş gibi sevindi O sıra açıldı kapı İçeri giren adam Rütbesiz / İri yarı / Pala bıyıklı Yalım saçılıyor bakışlarından son derece yakışıklı Yarbay Deli Arif'ti bu Eldesiz ürküyor insan İsmet Bey tanıştırdı Ve Üsteğmen Şerif bir kez daha sevindi kurtulduğuna Arif Bey belasından Yıl 1920 / 24 Nisan... Geçti dev bir ordu gibi üç yüz atlısıyla Ezdiler sessizliği nallarının altında Görkemleri çınladı Ankara kaldırımlarında Bir umut bıraktılar Gören gözde - duyan kulakta bir zaman yankılanacak olan İstikamet Bolu Tarih / 25 Nisan Bolu'dan Beypazarı’na kadar uzanmış ayaklanıcılar Ankara'dan oralara korkunun soluğunu estirdi rüzgâr Alafranga at nallarının yankısı varmadan daha Beypazarı ahalisi tabanları yağladılar Nallıhan yollarında Varmada Beypazarı’na sinek sinilemez oldu korkudan Bir grup çocuk görüldü Sefil – cılız - ödürgülü At sürdüler üstlerine Çığlık çığlığa kaçtılar / yakalandılar Arif Bey'in karşısında durdular Anaları - babaları kaçmaktan cayıp korka korka yanlarına vardılar Hepsi dokuz- on yaşında salya- sümük ağlaştılar Yerlere kapandı ahali Arif Bey öfkeli Vurun ulan dedi topunun kellesini İşte bu kalabalık Namussuz / vatan haini Çocukların tümü casus Ağladı kalabalık Bunlar çobandır beyim Ne bilsinler casusluğu bu yaşta Hainler dedi Arif Bey Kullandınız çoluk - çocuk demeden Kendi kanınıza karşı açtığınız savaşta Ki madem çoban bunlar / sürüleri nerede Ne dolanıp dururlar çevremizde Yalvarması kalıyor böyle vaziyetlerde çelikten gücümüze boyun eğen herkesin Hey askerler Unutmasın bu günü Beypazarlılar kulaklarını kesin Aldırmayıp çığlıkların acısına Kulak asmayıp başından kaynar sular dökülmüş yalvaran ahaliye Kesildi çocukların kulakları verildi ellerine* |
Ateş Çiçeği-19
Bozkırda at koşturan ateş sağnağıydılar Bir öfke seliydiler dalarken Nallıhan'a Şarapneller gibi çakıldı duvarlara mavzer sesleri Çapulcular çil yavrusu / Çarşamba yönüne kaçtılar Korkudan kesilmiş gibi nisan yağmuru Yukarda berrak bir mavi Islak yapraklarda endişe Kuşku pusulanmış her köşe Arif Bey atlılarının gözü tetikte Her an bir hain silahı ölüm kusabilir üzerlerine Ama Arif Bey dediğin bilir bunları Herkesten kuşkulanma vaktidir Kuşku / yağlı urganlarla astırılmalı Böyle bir günde ne demek ayaklanma kanla bastırılmalı Arif Bey bilir bunları Çağırın dedi jandarma komutanını Buradayım komutanım Daha evvelden de tanırdım seni Evet komutanım Sen burada kimin temsilcisin Devletin komutanım Hangi devletin Kuva-i Milliyenin Neden çapulcular barınır mıntıkanda Ve neden direnmedin halkı örgütleyerek Biz azdık komutanım Düşmandan da azız biz Fransızdan- İngilizden Fakat herkese malum Bir karış toprak vermeyiz Sustu bir an / Bağırdı sonra bir yanardağ ağzından fışkıran mağma gibi Vatan hainine sustuğu için Asın ulan şu herifi Susarak yataklık etmekten Muhtemelen teamüden Yalvardı Genç Teğmen Daha bir muraz görmedim / Yeni evliyim Kimseye yataklık etmedim ...................efendim... Yaşlar indi yanağına kurşun taneleri gibi Yanağından damladılar toprağa Yalvarır oldu ahali Kıyma yarbayım Gencecik karısını dul koyma Asın dedi Arif Bey Oracıkta bir ağaca astılar Ağlaya ağlaya sallandı Teğmen Kalabalık / kalakaldı ağlayarak Arif Bey askerleri düşündü Kadınları dul kalan / vatan uğruna düşmüş atını ılgarlarken şehrin dışına Çarşamba sokakları kum Ellerinde padişah fermanları Gericiler bağrışıyor Mustafa Kemal ve Kuva-i Milliyeciler Vatan hayını / cümlesi katlolunmalı Salyalar akıyor ağızlarından Çarşamba Sokaklarında ölüm fetvaları Bolu Askerlik Şube Müdürü meşhur Sekili’li Ahmet Bey ve müfrezesi Çarşamba'da malum Sadık Hoca Efendi ve Hacı Abbas Din - iman uğruna Nutuklar döşediler öfkeden ağlayarak Sonra teslim olmuş ahaliden Bin üç yüz altı doğumlulardan bir müfreze kurdular Nallıhan'dan ateş saçarak gelen Arif bey kasırgasının karşısına sürdüler Çarşamba önünde sipere yattı gencecik elli can Çoğu ne bir daha yerinden kalktı ne kurşun attı Can verdiler Arif Bey'in at nallarında Kim varsa canını kurtaran Bolu'ya kaçtı Muhalif bir silah gibi korkuyu da yüreğinde taşıdı Hacı Abbas ile Hoca Sadık Efendi Bas bas bağırdılar Bolu sokaklarında kum gibi kaynayan asilere Amanın ağalar - amanın beyler Düzenli asker gerekmiş düzenli askere gördük dediler Sesleri yitti aklı gitmiş kalabalıkta Dinletemediler Bolu Elebaşılarından Hamdi Hadiyin oradan dedi Madem ki öyleydi neden Kızdırdınız Çarşamba'da kuvvacılara bunu akıl edemeden on beşinde çocukları Gitti gayri dönmez giden Hadiyin Ümmet-i Muhammet Din - iman uğruna Kimisi yetmişlik eli bastonlu Kimi yeni değmiş on beş yaşına Kalabalık sinek gibi kürnedi Düzce'de yendikleri Yarbay Mehmet Bey'in tümeninden yağmalanan yedi buçukluk dağ topunun toplaştılar başına Lokantacı Kalenderoğlu Ahmet elebaşıları Aldılar dağ topunu vurdular yola Bir hay-ı huy ile inledi yer - gök Haykırmaktan hırslarını alamadılar Çarşamba'nın Seçiçiler Köyü'nde üç Tepeler'e vardılar Çok görüp - çok geçirmiş dağ topu gitti nere çekerlerse Tepenin başına çıkardılar Ayrıca namı malum Hacı Hamdi Efendi bir hışımla geldi kendi kuvvetleriyle Bir de eşkiyabaşı Çerkes Yar sökün etti çetesiyle Pusu pusuya yattılar Arif Bey'i beklemeye durdular Beklemek / Karanlıkta işgilli Sıyrılıp sürü ruhundan kendisiyle baş başa Bir yerlerden gelecek bir kurşunla ölmeyi Kalarak başı derdinde Geride bir ananın gözleri binbir kırışık içinde dehşetle acı Boyunları armut sapı bebeleriyle Bir omzu düşük baş yoldaşı Beklemek Sıyrılıp sürü ruhundan korku sağnağı geceyi Ve Azrailin Nefesi Yarbay Deli Arif Bey'i beklemek Sabah / Bir Mayıs 1920 Deli sağnaklar gibi yağdı ölüm Kurşun aktı mavilikten sel gibi Tutar eller tutmaz oldu Yirmi dördüncü tümenden ganimetlenen tutsak tutulmuş dağ topu tek üç mermi atabildi Öldü başındaki on beş gerici Bozuldular / tevatür patladı panik Topçu Çavuşu Ahmet köylü kurnazlığını elinden bırakmadı Yaramasın diye kuvvacılara Yozgat Köy'ünden yana topun kamasını aldı da kaçtı Arif Bey'in atlıları Tepeleyip geçti vadileri Pırna pırna dağıldılar korkudan Taşoluk / Gürcüler Köprücüler köyleri Sağnak kurşunlar gibi vardılar Bolu varoşlarına Sanayi Mektebi'nin orada Yağladı tabanları toplayıp çetesini eşkıya başı namlı Çerkes Yar Avcı kollarına ayrıldı Arif Bey Milisleri Bolu'yu kurşunla elediler Arif Bey buralara gelmeden önce Salınmıştı asilerin üzerine başka askerler 32. Kafkas Alayı Çaycuma ve Devrek Taburu Komutanı Lakin Hazret tek mermi yakmadan girmişti şehre Ve başına toplanan gericilere Ben de sizle beraberim demişti Halifeden- padişahtan yanayım Şimdi yandaş olmak varmış kaderde Askerlerinin başından kaynar sular döküldü Rezil bir suskuda kalakaldılar Aradan günler geçti duyulunca Arif Bey'in kurşun sesleri Deli korku/sıkboğaz edince gericileri Vardılar askerlerini satıp onlara katılan komutana Madem ki bizdensin komutan Var git Arif Bey'i durdur dediler Dağları bekliyor denilen korku kuduz köpekler gibi beynini kemiriyordu Bir böcekmiş gibi duydu kendini Tiksindi Korkular elinde bir garip kukla sırtı terledi Çıktılar şehir dışına başsız gövde gibiydi şaşkın askerler Komutan konuştu titrek titrek Ağzı - dili kupkuru / tümceleri kesilerek Amanın asker kardeşler ben neler ettim Netsem - neylesem şimdi Yolumu ölüm bekler Firar eylemekten gayrı çarem kesildi Durdu Kızıl bozul olmuş yüzünde aşağılık bir ifade Terini sildi Ben hata eyledim / kardeşler Hakkınızı helal edin Amanın asker arkadaşlar Arif Bey'in ordusuna kurşun atmayın Teslim olun varın gidin Şimdi ben nereye gitsem iki ucu boklu deynek Geri dönsem padişahçılar öldürecek Teslim olsam derimi davul yaptırır Arif Bey Sonra da çaldırır Bolu'dan Ankara'ya kadar Adam delinin teki Vallahi yapar mı yapar Bir an sessizlik oldu Askerler birden bire kahkahayı bastılar Komutan dalıverdi sık ağaçlı ormana Bir anda kahkahalar dönüştü şaşkınlığa Bakakaldılar ardından Birisi bağırdı / niye paklamadık ulan! Bilinir ki sonradan Düzce'de hilafetçilere yakalandı İlin Adapazarı'na Sonra İstanbul'a salındı Ne yaptı - ne söyledi / öldürmediler Kovdular askerlikten Farkında olmadan verdiler ona en katmerli cezayı şerefsizce yaşamayı... |
Ateş Çiçeği-20
Avcı kollarına ayrılmış Arif Bey taburları Bolu'ya yaylım ederken katıldı aralarına komutanı firar eden askerler Kitaplar böyle söyler Gitgide yaklaşan hengame sanki ölümün sesiydi Ürkmüş davarlar gibiydi ahali kürnedi Saklananlar / tek başına korkuya yenik düştü yeniden sokaklara döküldü Kaçanlar / kaçacak yer bulamayıp geriye döndü Yürekler patlamış balonlar gibi söndü Arif Bey bu saklanmak kâr eylemez Onun için aşikâr yerin yedi kat altı ve iğnenin deliği Arif Bey bu / azrailin gölgesi Hiç kimse elle gelen düğün bayram diyemedi Elleri sırıklılar / Başları sarıklılar Korkuya teslim oldular Kesik kesik / Ürkek ürkek Gâh susup gâh konuştular Sustukça sur kesildi Azmanlaştı konuştukça korku denilen canavar Bolu sokaklarında alınan tedirginlik nefesiydi Birlikte padişahçıları suçladılar Bağırıp çağırdılar sövüp saydılar Ufak ufak Kuva-i Milliyeci oldular Kimisi dam başına kimisi minareye çıktı Hışım gibi yaklaşan atlılara baktılar Bindi yaylasına Hoca Süreyya aklı selim umur görmüş bir adam Yanında kasaba eşrafı Arkasında ak bayraklar taşıyan halk Yürüdüler.... Bu gelen yedi kardeşten ileri atının üzerine Bir kıyamet gibi Yarbay Arif Bey Bir orman yangını silip süpüren Canalıcı gibi bir şey Durdu bütün haşmetiyle Baktı küçümseyerek Titreyen ak sakalları sırılsıklam yaş Süreyya Efendi'ye Bütün suçlu Mutasarrıf Haydar Bey Ahali arada kaldı başsız - devletsiz Eski mebus Aptilvahap Boyacıoğlu Hamdi Kardeşi kardeşe kırdıran / güruhu kandıran İrvanlı Emin - Çubukçu Sabri Mengeneden Avukat Nuri ve Müftü Ahmet Efendi Şimdi kalem kırdılar kardeş elinden katline bu yoksul ahalinin Öz canları baldan tatlı Tuttular yolunu Düzce'nin Saflarında ölmedikçe Bütün orduların çiğnediği Koyunlardan daha mazlum işte bu ahali Korkunun önünde yürüyen sürü... Ve ahali paçavralar içinde hayaletler gibiydi Avurtları çökük Gözleri kurban gözleriydi Yalın ayaklarında bin yılların yoksulluğu Arif Bey'in çevresinde tavafa geldi Yalvardı bükük boyunlar ince bilekler - korku yalağı gözler O sustu / Ölümdü sanki susan Ve sanki ölüm insafa geldi... Sessizce şehre girdi bir bölüm asker Binbaşı İhsan'ı Merkez Komutanı atadı Arif Bey Son derece muzaffer at sürdü kaplıcalara Düşündü Dinlemesi elzemdir beden denilen şey... Bolu Merkez Komutanı Binbaşı İhsan dahi Mutasarrıf Vekili Dışarıda yıldız yüklü bir gece Uyku uyumamış akşamdan beri Dağıtmış mıntıkaya nöbetçileri Pencereden karanlığa bakıyor Karanlık işkilli / Böcekler cikiliyor Gece akıyor Uzaktan uzağa şafak Birazdan saracak sokakları kuş sesleri Hükümet Konağı'nın penceresinde Binbaşı İhsan Bey'in yorgun ela gözleri... Ansızın bir silah sesi uykuda deldi geceyi Sonra bir daha - bir daha Havada kurşun selleri Atlıya yaya bir ahali Aç kurtlar gibi dehşet hayvani Sökün etmiş geliyordu Düzce'den Sürüleyip yedlerinde artan kalabalığın çoğaldıkça azalmıştı korkusu Baltalı- silahlı- eli değnekli Ayak yalın- perperişan bir garip haçlı ordusu Aktılar Bolu üstüne boz bulanık bir deli su... |
Ateş Çiçeği-21
Bütün bu olanlar olmadan önce Arif bey bolu'ya gelmeden önce Kitaplarda söylenir ki bir başka zaman bir başka yerde: Akşam alacasında orman çekmiş üzerine bin bir renkli örtüyü binbir renkli bir Türkmen kilimi gibi Işıklar oynaşıyor yapraklarda Oysa kaval sesleri yok sönmüş çoban ateşleri dağlarda Kedere kâr etmiyor böcek cikiltilerinden yıldızlara dek geceyi saran büyü Dağların yamacında - yaprakların arasında Barış günü kadar şirin bir Doğandere Köyü Kandil alevinde dalgın suratlar ateşten yontulmuş gibi keskin Pencereden ay dökülmüş içeri Uzakta köpekler ürüyor Dışarıda yumuşacık bir rüzgâr ormanı getiriyor Dışarıda bir çift katır gevişliyor otlarını keyifle Yanlarında iki adam çığsilah sessizce tütün içmekte Ve bir başka insan gibi duran ağır makinalı Mermiler / Ve sair erzak... İçeride beş kişi Yüzleri ateşten yontulmuş gibi Birisi konuşuyor Yedik içtik sağolun Ama insan tanımalı insanı Adım Kuşçubaşılı Eşref Adapazarı ve Bolu'nun Şimdi de siz söyleyin / kimsiniz Ne taraftan gelip - nereye gidersiniz Elleriniz münevver eli - ince Köylüce değil gözlükleriniz Dilleriniz şehirlice Doğandere Köyü'nde ne gezersiniz Kıpırdandı adamlar hayretlerini gizleyemeden Gözlerinde şaşkınlık birbirine baktılar tek kelam edemeden Konuştu içlerinden birisi Adım Binbaşı Şevki Yıllar yılı savaştan ve silah bırakışmadan sonra Yüzbaşı Hilmi’yle beraber Kalakaldık bir hain karmaşada yüzüstü bir yalnızlıkta Şehirlerde kör dövüşü kısır partileşmeler ve bir anı var insanın Ümitlerinin bittiği yer... Bir sınırı dayanmanın.... Çekilip geldik buraya Ormanların ortasında kuşlar gibi yaşamaya Arkadaşlar sonradan katıldı aramıza Yalnız... içimizde bir yer... kırılmış - yıkılmış şeyler... ...bir yara... şifasız o sinsi keder... Aldı Yüzbaşı Hilmi Sesi heyecan içinde yüreği ürpertili Demek siz Meşhur Teşkilat-ı Mahsusacı eski subay Eşref Bey'siniz Çok işittik ününüzü... Aldı Binbaşı Şevki Espirili Siz de mi şehirlere ters döndünüz yönünüzü Lâtif bir huzur mu aradığınız bizim gibi... Aniden patladı Kuşçubaşı Eşref Bey Hey / galiba anlamadınız Ben İstanbul - Ankara hattında insanları toparlayıp hainleri tepelerken Karar verdi Koca Mustafa Kemal Dedi Kuva-i Milliye Komutanı olarak Adapazarı ve Bolu üzere avdet et derhal.. Şöyle iyicene bakın simama Benziyor mu bir yerlerim ormanlığa saklanacak adama... Müthiş bir sessizlik oldu Kanatıcı ve derinden Eşref Bey sakinleşti kızdı kendine Saf değiştirdi Biliyorum lâtife yaptınız kusura bakmayın beyler İnsanda sinir koymuyor şu yaşadığımız günler ...aslında sizleri anladım buraya gelmeniz korkudan değil Evvel zaman o derin karmaşaları ben de yaşadım hem de pek çok Anlaşılan o büyük kurtuluştan Kuva-i Milliyeden falan haberiniz yok Ben önce sizlere hikayemi anlatayım Adapazarı- Bolu bölgesinde ne büyük bir kahraman Kuşçalı Köyünde Kuşçu Ali Belki tarih onun adını yazmayacak Ama kahraman olunmaz tevekkili Şimdi merkezindedir gizli telgrafhânenin İstanbul'dan- Ankara'ya Ankara'dan- İstanbul'a En önemli can damarı bizimkilerin Şimdi ben bırakıp Adapazarı’ndan- Bolu'ya Yenibahçeli Şükrü Bey'e Yanımda iki Kuva-i Milliyeciyle Yükleyip katıra ağır makinalıyı / kendimiz yaya Varalım dedik Hürriyet ve İtilafçı hainlerin fink attığı Adapazarı- Düzce hattında bir dayanak aramaya... Size sözüm Koca Mustafa Kemal yedinde temsil kuruluyla intikal eyledi Ankara'ya Duydunuz mu Erzurum- Sivas Kongreleri oralarda alınan kararlar Yazıldı kağıtlara dağıtıldı bütün yurda Öyle şaşırmayın ağalar Hele alın okuyun Çıkardı çantasından broşürleri uzattı subaylara Okudular / kutsal bir kitabı ezberler gibi kongre kararlarını İçlerinde duydular başka ateşlerin harını yalımları azametli Utandılar okudukça geç kaldıklarına Dağıldı ruhlarına tüneyen karamsarlık Dirildiler / Kuva-i Milliyedendiler artık Kandil alevinde yüzleri ateşten yontulmuş gibiydi Birlikte karar verildi İçlerinden birisi buralarda kalacak Asker toplayacak / çete kuracak Topladığı askerleri Eşref Bey'e salacak (Kendisinin adı meçhul kalacak) Ötekiler Eşref Bey'le gidecek Şafak ışımadan düşüldü yola Geride bırakıp düşsel cennetlerini Kuşçubaşılı Eşref - Teğmen Muharrem Yüzbaşı Hilmi vardılar Mudurnu'ya Kuva-i Milliye'yi kurdular Mudurnu’yla İstanbul'un ilgisini kestiler Asayiş berkemâl Ankara'ya haber saldılar Parti - din ayrımı gözetmeksizin vatanını seven herkesi müdafayı Hukuka çağırdılar Ve fakat onların gelişini beklercesine Kara yılan başını kaldırdı İttihatçı- itilafçı fırkalar kara yürekler ayrıldı Mudurnu'yu bir yayığa koydular Hınç ve öfke mayalayıp çalkaladılar Düzce'den Mudurnu'ya kara eller uzandı Elebaşıları Sefer Bey diye biri casus saldı sokaklara / fitne dağıttı Dediler Müdafayı Hukukçular zinhar yalan Ne Padişah'ımız esir Ne İstanbul Hükümeti satılmış Ne de işgalde vatan Bolu'dan Aptilvahap Efendi gidip gördü padişahı / dediler Devletlü Efendimiz buyurmuşlar ki Ankara Hükümeti vatan haini Külliyen katli vacip Dağıtmak caizdir hain inini kanları şer'an helâl Elebaşıları Mustafa Kemal Ey ümmeti Muhammet Rabbül Alemin aşkına cihada Düzce'den Mudurnu'ya kara eller uzandı İstanbul ve İngiliz Hükümeti ajanları el birliği ile dernek kurdular Adını Hilafet koydular... Cümle köylere dağıldı softalar Salyalar saçıldı ağızlarından Ceplerinde kor gibi İngiliz altınları Osmanlı paraları Dediler Din elden gidiyor ey Muhammet Ümmeti Bastılar yaygarayı Kırk kuruşa çıkarmış sayım vergisini Ankara Hükümeti İşte tam da orada Laf paraya gelince Lav gibi patlayıverdi köylünün nefreti Boşaldı cümle köyler bu nefret cinnetinde Toplandı bir araya yüzyılların öfkesi Mudurnu bir sel gibi basıldı Yakalanan Müdafayı Hukukçu sorgusuz yargısız asıldı Canını kurtaran ölümden kaçtı... Kuşçubaşı Eşref Bey'e gelince O çoktan Müdafayı Hukuk'u kurduktan sonra Örgütse örgüt işte Benim burda bitti işim Gerisi sizin demiş Başka yerlere gitmişti.. Doğandere Köyünden gelenler Kavgasız bir dünyanın düşçüleri Binbaşı Şevki - Yüzbaşı Hilmi Teğmen Muharrem - Öteki meçhul asker (adı kitaplarda geçmeyen biri) Yirmi beş silahlı milisle beraber kaçtılar Mudurnu'dan Geçerek ıssız dağ yollarından saklanarak vadilere Nallıhan'a vardılar Adı kitaplarda geçmeyen asker Mudurnu Boğazında pusuya yattı Yanında on beş can Günlerce hain beklediler gözlerini kırpmadan Bir öğle üzeri bir haber ulaştı Binbaşı Şevki Bey'den Çarşamba ve Çayırhan'dan sökün eden çok kalabalık bir hain güruhu sardı Nallıhan'ı arkadan Çekildi Kuva-i Milliyeciler Eskişehir'e doğru Sen de çek milisini çok geç olmadan Çekilemedi / Düştü arasına on beş adamıyla saldırganların Öldü on beş can Son kalan iki kişiyle Canını zor attı Binbaşı Şevki'nin kafilesine... Binbaşı Şevki'nin kafilesi Uçurumlu dağ yolları boyunca yenik ve umutsuz Ne ağacın yeşili Ne kuşun sesi Hava dehşetle huzursuz Korku bekliyordu bütün yarlarda Nallıhan Kaymakamı İmdat Eşraftan Molla Tevfik ve Ahmet Vodinalı Halit Bey de aralarında Binbaşı Şevki'nin kafilesi tedirgindi Dört bir yana haber salmış hainler Yakalayanlara ödül adanmış Meyil Köyüne varmadan pusulandılar Uğruna savaştıkları halk cahil ve korkak Ellerini urganlara bağlayarak götürdüler Balcı Köyündeki asi karargâhında Çarşamba'lı yedek subay Ağzından tükürükler saçarak haykırdı Demek kırk kuruş yaptınız sayım vergisini Sizi it oğlu itler / ümmet - vatan hainleri Elinde sopasıyla saldırdı Vurdu kime denk gelirse Alamadı öfkesini Ağzından salyalar saçarak bağırdı Vurun ulan dedi çevresindekiler Ve ağladı kahrından Yüzbaşı Hilmi tek söz etmedi... Düşündü Binbaşı Şevki Ellerine araba zinciri saran halk korkak - cahil ve ahmak Sürüklercesine götürdüler Vardılar Mudurnu'ya Orada Sırçalılı Mustafa Çavuş adında biri Düzce Hilafet Orduları Komutanı'nın okudu telgraf emrini Kumandan kuvvacıları istiyordu Çok şey vardı öğrenecek İyice sorgulamak gerekiyordu Dediler Kalabalık giderlerse kaçarlar Parça parça taşıyalım Düzce'ye Birazı şimdi gitsin Kalanını götürürüz geceye Binbaşı Şevki'nin kafilesi Acıkmış – uykusuz - yorgun Kendi toprağında tutsak Başları düşüvermiş omuzlarına / kırgın... Bir ara açıldı kapılar / Doluştu silahlı adamlar Başlarında Sarıyerli Hafız Gezindi aralarında süzerek Tek tek baktı yüzlerine Tanıdı doğandere düşçülerini Yüzünde bir gülüş dolaştı belli belirsiz çekilip gitti... Çözdüler ellerini düşçülerin Gece karanlığında yürüttüler Fısıltılar oldu aralarında Hakkınızı helâl edin Her halde öldürecekler Öldürmediler Tahta bir kapı açıldı gıcırtıyla / Girdiler... İçerden gelen Kahkahalar ve zafer şarkılarıydı sarhoş hilafetçilerin Ve geceye yayılan mis gibi anason kokusu İçerde nakışı kırık dal bin bir al bir kilimin üstünde Kocaman döşekler sermişler Yastıklara köskenmişler Şakir – Mahmut - Çarşambalı Asaf Bey Ve Sarıyer'li Hafız Ortada yer sofrası Nar gibi kızarmış tavuk butları boğma rakı Hey gidi Hafız hey ulan hey Bakın hele gelen kimler Kadim yoldaşlarımız yeni Kuvvayiciler Oturun-oturun hele Kırk yıl hatırı vardır bir fincan kahvenin derler Oturdular Ula teresler size mi kaldı Azınlıkla bir olup baş kaldırmak padişaha İyi ki tanıdım sizleri / şart olsun asarlardı Hele yeyin bakalım Karınınız aç olmalı Şakir uyuma len çuval ağzı aç hergele Hadi bade koy beylere Binbaşı Şevki kafilesinden iki subay İçlerindeki sızıyı bastırmak istercesine rakıya vurdu Sohbetler koyulaştı / açıldılar Son sözü Hafız söyledi Ben şimdi Nallıhan'a gidiyorum Hilafet Ordusunun başına geçmeğe Sonra da hiç durmadan Beypazarı'nda bulunan Deli Arif'i yenmeğe Size gelince besbelli yorgunsunuz Tosun Beyzade Âsâf -Zatı Hilafet Kurulu Başkanı- sizleri ağırlasın ben gelesiye Kalktılar / Tokalaşıp ayrıldılar Gece ölüm kadar sessiz Saatler kaplumbağa adımlarında İki genç subay Âsâf Bey'in konağında onunla birlikteler Neler geçiyor dedi birisi insan olanın başından Ve daha neler geçecek Her an nerden geleceği belirsiz sinsi bir ölüm korkusu havada Kahve ve tütün içerek beklediler Sessizlik tekinsizdi Ve her ses sanki bir panik birikintisi Herkes beklediği yazgıdan uzak Memleketin ahvalini konuştular tartışmaktan kaçınarak Acıdılar akıp giden kardeş kanına Cepheden haber bekleyen Âsâf Bey mani olamıyordu korkusuna Zafer buradakiyle bitmiyordu Biliyordu / bir yerlerde Kuva-i Milliyeciler ilerliyordu Ve sabaha karşı geldi beklediği kara haber Arif Bey kuvvetleri ele geçirmişler Beypazarı'nı Şimdi Nallıhan'a yürümekteler Düştü parmaklarından okuduğu telgraf Gözleri birer korku girdabı Amanın ağalar dedi Amanın beyler / El insaf İşte ben bu neticeyi ta başından düşünmüştüm Amanın ki amanın beyler amanı bilir misiniz ocağınıza düşmüşüm Ben de size el gölgeliği ettim Siz de bana şefaat eylen Amanın imanım beyler... Beyler sevindiler Sevinç ve keder yan yana düştü Hay hay / ne demek Asaf Bey dediler Acı kahve hatırını biliriz Hepimiz Türk kanındanız elbette Tabii size çok şefaat ederiz Hay hay ki hay hay çiğ süt emmedik herhalde Can borcumuzu öderiz Gün büyüdü korku gibi Öğle namazını kıldı Âsâf Bey Konuklar bi afiyet öğün yediler / o yiyemedi Korkusundan ödü koptu döşünde Korkuyorum diyemedi Akşam karanlığı Çılgın bir atlı durdu konağın önünde köpük köpüğe atlının gözleri cacık yeşili - saçları kula sarı dedi ki / amanın beyim yer ile yeksan etti çiftliğinizi Deli Arif'in adamları Hemen atlar çekildi ahırdan İvedi eğer vurdular Âsâf Bey ve malûm şefaatçileri Karaçayır yönüne ılgarladılar Kitaplarda söylenir ki Karaçayır'a vardılar Orada doğandere sergüzeşti bir subay ayrıldı kafileden at sürdü Mudurnu'dan yana Gecede muhtemelen ay bir yavuklu yanağı gibiydi Canını da bağışlasa düşmana şefaatçilikten kurtarmış kendini Yüreğinde kafesinden kaçan kuşun sevinci Yarıp gitti geceyi Abaza nöbetçilerin gözleri keskin Çevirip kıskıvrak yakalayarak Götürdüler Mudurnu'ya / ihtimamla koruyarak Hilafet Kurulu'nun huzuruna çıkardılar Umulmaz bir saygı ile ağırladılar Atını bağladılar - yeygilediler İstirahatgâh diye bir ev verdiler ve emrine emirberler Mudurnu Hilafet Kurulu Taşıyordu yüreklerin sırtında dağlara dar gelen Arif Bey korkusunu Kulaklar kirişte Arif Bey'den gelecek hey'et bekleniyordu Abaza nöbetçilerin yakaladığı evvel zaman Doğandere düşçüsü Kaçarken şefaatçilikten şefaatçiliğe düştü Kitaplarda söylenir ki Arif Bey'in adamları geldiler Belli muharip adamlardı tepeden tırnağa Bir başkaydı gözleri - elleri - ayakları Hilafetçileri dinlediler Ve kabul etmeyip şartlarını çekip gittiler Yakalanan Doğandere düşçüsü ne oldu kitaplar yazmıyor bunu Arif Bey'in adamları gittiler Ve hilafetçilerin başka bir kabusu Yarbay Çolak İbrahim Bir deli sel gibi bastı Mudurnu'yu Söylenir ki Arif bey bolu'ya gelmeden önce Binbaşı ihsan bey bolu merkez komutanı olmadan önce Bir başka yerde başladı mudurnu'da son bulan bu serüven Gericiler bolu'ya akın ederken..... |
Ateş Çiçeği-22
Gericiler Bolu'ya akın ederken Yedi derde derman kaplıcalarda Arif Bey yorgunluk atarken Merkez Komutanı Binbaşı İhsan Uyku uyumamış sabaha kadar Yerleştirmiş makinalıları Uğurlu Nesip Mezarlığına Fakat bir sel gibi sökün eden Mudurnu köylerinden Gökçesu'dan - Sazak'tan gelen kudurmuş çapulcular Doluverdi Bolu'nun sokaklarına İhsan Bey atladı atına Yorgun bir şahan Topukladı makinalılardan yana Sokaklar barut kokusu / toz duman Kimliği belirsiz koşturanlar Bir hain nişan aldı İhsan Bey'in başına şehir halkından Kurşun bir ölüm kuşu çarptı hınçla şakağına Müthiş bir yanma Avuçlarında kan Fırlayıp indi atından Bir peşkir çıkardı torbasından Kenarı dantelalı Belki anasından yadigâr belki yavuklusundan Sardı sımsıkı yarasını Bindi Böyle yakışırdı böyle zamanlara Kuva-i Milliye'nin Merkez Komutanına Ama ortalık hain kaynıyor kıyamet gibi Çarşamba'lı Kara Ali Namı gelmiş - namı gitmiş civara uçanı kaçanı vurmakta meşhur İzledi İhsan Bey'i tüfeğini yerleştirdi omzuna Bastı tetiği Gövdesini deldi geçti kör kurşun Kanı diğdirdi bir pınar gibi Ve kuduz çapulcular İhsan Bey'in üzerine çullandılar Kimi parasın kaptı kimisi dürbününü beylik tabancasını - kol saatini Yağmaladılar İhsan bey verirken son nefesini Soydular kanlı giysilerini paylaştılar İnsan değilmiş gibi Yarı çıplak cesedini ortalıkta sürüdüler Arif Bey'in güçlerinden Birkaç mekkareci asker kaçırmağa kalktılar Karmaşanın arasından mermi yüklü katırları Yakalandılar Hepisi de gencecikti Aynı dilden konuşan Aynı toprağın çocuklarına yalvardılar Hatipoğlu Hüsnü diye birisi isyancıbaşlarından Çekip vurdu hepsini yüreği acımadan Bolu Sokaklarında insan avına çıkmıştı kum gibi insan... Ne temiz bir yüzü vardı Ne mazlum gözleri vardı Pek gencecik bir subaydı Aptil Kadir Kıstırıp bir köşede yakaladılar Soydular sırtını çıplak koydular Ellerini arkasına bağlayıp sokak sokak dolaştırdılar Mahşeri bir kalabalık hiç insan görmemiş gibi Gözleri can atıyor parçalamağa Dudakları kan içmeye susamış Bir tükürük yağmuruna tuttular Aptil Kadir bilincini yitirmiş unutmuş kendini bir kin selinde Beyaz köpüklü tükürük Ve irin sarısı balgam sağnağı Çırılçıplak gövdesi tükrüklere bulandı Sümüksü bir hayvan gibi iğrençliğe boyayıp İğrendiler Bir taş değdi sırtına Sonra bir taş başına Ardından taş sağnağı Hırslı sopalar savruldu havada Her yanını kan içinde koydular Hınçlarını alamadılar Öfkeden cinnet geçiren birisi Gövdesine kamasını sapladı Aptil Kadir'in Hızını alamadı / Sonra bir daha / bir daha Ve bütün yaralarından kan foşurdadı Anam dedi Aptil Kadir / Anam ölüyom Sonra düştü yere / öldü dediler Alıp sokak sokak sürüklediler Birbirine karıştı çamur - kan - tükrük Belediye binasının önünde balçığa terk ettiler Çamurlar içinde Aptil Kadir yatar Memleket Hastanesi'nin lojmanı Kapalı perdelerin aralığından Kuva-i Milliyeci Subay'a bakar O akşam yakılmadı ışıklar Çıkamadı dışarıya mektepli doktor korkusundan Genç bir kadın ağladı perdelerin gerisinde hiç uyumadan Ve şafak sökmeden önce Kan sarhoşu kalabalık çekilince açtı pencereyi baktı dışarı Önce iniltisi geldi Aptil Kadir'in Sonra da kıpırdandı Kadın uyandırdı kocasını yalvardı - yardım diledi Kimseler görmeden hastaneye kaldırdılar Yatırıp iğne yaptılar Silmeye çalıştılar pisliklerini Kimseler görmeden geri gittiler Ve Subay Aptil Kadir başardı imkansızı Açtı yeni bir yaşam gibi o mazlum gözlerini Su istedi Müstahdem kadının büyüdü gözleri Bakın hele hâlâ gebermemiş dedi Koştu hilâfetçilerin karargâhına durumu muhbirledi Ve çılgına dönmüş birkaç çapulcu Hışım gibi bastılar hastaneyi Bir ip bağladılar boynundan sürüdüler Aptil Kadir'i Kitaplarda söylenir ki Yeniden kan yürüdü yaralarından Nöbetleşe tutuşup ipin ucundan Sürüdüler cesedini sokak sokak kan saçarak Sevinç naraları attılar sanki vampir çığlığıydı sesleri Bilinir Dünya haritasının her noktasında bin yıllardan beri akan kan nehirleri Onların eserleri Bütün savaşları onlar çıkardı Ve bütün katliamların altını imzaladılar İlk insandan bu yana Yedikleri can içtikleri kandı Ve barışı kanla yazan kitaplar onlara insan demeğe utandı |
Ateş Çiçeği-23
Aç çekirge orduları gibiydi Gözleri cinnetli sarı Sürü sürü saldırdılar Cinayet kızarmış duyargaları Yeşil başak bir tarlayı talanlar gibi afat ettiler Bolu'yu Bir ölüm kokusu sardı rüzgârı Belki de bin yıllardır canlarından koparılan has – zeamet - timar Öşürlenmiş ana sütü ve göz yaşı aşkına biriken kinleriyle Kime ve neden saldırdığını bilemeden Saldırdılar aç - yoksul ve yalın ayak Saldırdılar Arif Bey'in üstüne Sardılar dört bir yanından Ak çekerge orduları gibiydiler Ellerinde ne taktik ne plan Arif Bey tecrübeli kumandan Alışık olmasa da çekilmeğe kavgadan Çekildi vuruşa vuruşa Eski karargahı Kızılcahamam’a Dövüşe dövüşe yürümek kan kıvılcımlanan zamanda Göğüsler köpük köpüğe yarmak zalim hattını Mazlumun ateşten yumruğu olmak Yalımlar arasında ölümü çiğneyerek ilerlemek En büyük sarhoşluğu Arif Bey'in bu Kavga alanı derler adına orada yenik düşer insana ölüm korkusu O ne müthiş bir aşk öyle Nasıl bir yürek coşkusu anlatılamaz Arif Bey'in yüreği çekilmeyi kaldıramaz Dar geliyor öfkesine bedeni Çapulcu önünden kaçmak ölümden beter ama zaruri Mıntıka tek tük çalılık - tek tük taşlıktı Hava alaca karanlık Geride hilafet çapulcuları Kurşunlar gelip gitmekte Arif Bey'in Sevisi ürkek - tedbirli Sanki kurşun sıkar iken arkadaşlarını mevziler gibi Bir kurşun saldı salgaraya O sıra şaha kalktı Arif Bey'in atı kurşun sağrısına saplandı kişnedi acı acı Arif Bey'in gözleri ateş kesildi kanı beynine sıçradı Doğrulttu silahını çekti tetiği Eller yüzlere kapandı / dizleri dövdü Yürekler alazlandı / kollar koptu Diller tek söz diyemedi Geride gericiler / sesleri kesilmişti Bir ses- Allahım dedi Garip anam / kadın anam / has anam Öldük bilinmedik boz topraklarda Cesedimiz garip düştü ak bağrına bas anam Bir bıçak gibi sustu Gözlerden yürek suları boşandı yaşın yaşın Geride gericiler takipten vazgeçmişti Havada yıldızlara varan felaket uğursuz bir suskunluk ulumakta mutlaka kötüye delalet Tutmayan elleriyle cesedi yokladılar Yüzlerinde bağışlanmaz derinlikte bir küslük Gözler yaş içinde Bir ağacın altına defnettiler Bir felaket olur diye Arif Bey'e katılmayan Şerif Bey'in taburundan bir garip oğlan idi rahmetli Bir küçük kardeşi vardı aynı taburda asker Elleriyle koymuş kara toprağa Bir atı yaralamak suçundan öldürülen ağasını Yasını hangi söz teselli eder Kim dindirir yaşını Garip anam / yetim anam / al anam Canımın çatalı koptu dalından düştü kara topraklara çabuk gel anam Kızıl kan kesti gözleri Kızılcahamam’a doğru at sürerken Kâr etmedi askerlerin söyledikleri Hain değil - düşman değil Köle değil ki bu / asker Öz kardeş yarası ölünce geçer... Vardılar yatsıdan önce Kızılcahamam’a Sessizce kuruldu çadırlar Derin bir yas içinde atları suladılar Yeygi verip tımarladılar Genç askere yasaldıya vardılar konuşamadılar Havada müthiş bir hüzün kokusu çığsilah uykuya vardılar Arif Bey'in çadırında emir subayı dimdik ayakta duruyor ateşe hazır silahı Arif Bey yorgun mu yorgun uyuyor Çadırının çevresinde dört asker sessizce nöbet tutuyor Söylenir ki kimsecikler görmeden Bir karartı yaklaştı Arif Bey'in çadırına Bir bıçak kesti brandasını Bir namlu uzandı içeri Vardı Arif Bey'in başına ateşlendi Kan ve beyin fışkırdı patlayan kafa tasından Sıvandı kan ve beyin çadırın her yerine Ve kayboldu karanlıkta silahı sıkan Fırlayıp çığ silah geldi askerler Ne yapacaklarını bilemediler Her kafadan bir ses kapladı ortalığı İçimize casus sızdı dediler Gidip bulalım / Varıp kaçalım Kimse kumandan olamadı Arif Bey'in yerine Milisler ayrılıp at sürdü sabahı beklemeden Nizamiye erleri ve subaylar sabahleyin Ankara'nın yolunu tuttu Ve son kalan çeteler bindiler atlarına Mahmuzladılar Afyon dolaylarına Dediler ki devrim'in en büyükleri Yarbay Arif Bey ve benzerleri Belki zaman zaman zalim ve deliydiler Kan ve ateş günlerinde böyle şeylerin nedir değeri Yüz binlerce can verilip varılan ulusal kurtuluşun demirden pençesiydiler Zararından bin fazladır iyilikleri.... Söylenir ki Kızılcahamam'ın Şıhlar Köy'ünden Hafız Halil diye biri yüreği yas içinde ağlayarak yıkadı Arif Bey'in cenazesini Evvel zaman Yarbay Arif atlılarıyla Kızılcahamam'a gelmişti kış çıkarmağa Milisleri sıkıştırdı köyleri Atlara arpa almağa Her köy payına düşeni getirdi Tek Şıhlar Köyü çıkıp Arif Bey'in huzuruna Arpa veremeyiz dedi Arif Bey kükredi Vereceksiniz Ve köy kurulundan Hakkı Arazimiz taşlık dedi Gücümüz yoktur vermeye ne arpa ne de saman Amanı bilin mi Yarbayım / el aman Arif Bey gazaba geldi kalktı yerinden Köylüler tir tir titredi Ve tir tir titreyerek İki adım öne çıktı birisi içlerinden Koynundan bir Kur'an çıkardı Okumağa başladı derinden Arif Bey kalakaldı Yumşadı yüzünün demirindeki öfke Okudu Hafız Halil / sesi yanık / kıraatı tam Ve yaşlar süzüldü siğim siğim Arif Bey'in yanaklarından Kur'an bitti Söylenir ki Arif Bey defolun ulan dedi Bir daha çıkmayın karşıma Yalnızca bu adam kalsın Kur'an okuyacak bana Hafız Halil anlatır ki Kızılcahamam Karargâhında kaldım bir hafta Arif Bey rakı içti her gün Her gün Kur'an okuttu bana İki nöbetçi dikti kaymakamın kapısına Koskoca kaymakam izinsiz çıkamadı dışarıya En iyi arkadaşı Kızılcahamam Malmüdürü Gezip söyleşirlerdi Soğuksu boylarında Hey gidi Arif Bey Nasıl teslim olurdu Kur'an sesine Bir keder sarardı yüzünü Ben okurdum / Ve o ters oturup sandalyesine önüne eğip başını ağlardı her seferinde Hem deli - hem akıllıydı diyene eyvallah / tamam Hem iyi - hem kötü diyene bir şey diyemem Ama sapına kadar yiğit Katıksız vatanperverdi vesselam Lâkin bir Kur'an dinleme faslından sonra Her nedense öfkelenip bağırdı orada bulunanlara Mustafa Kemal de kim oluyor be Memleketin başka adamı yok mu Hepsine göstereceğim Bahara çıkalım hele... |
Ateş Çiçeği-24
Belki bir alaşafakta bir hain kurşunundan Belki yazı masasının başında bombalanarak Çoğu zaman bir kavganın tam ortasında vurularak Bazan yargısız infazla insanlara sevdası suç sayılarak Kahramanlar da ölür Kimi zaman uğruna bir ömür zindan yattığı güzel günlere varamadan Ama inanarak sonuna kadar Kahramanlar da ölür Ve onlar İnsanlığın yüreğine gömülür …………………………………………………………………………… Demek ki suçsuz yere öldürülen makinalı tüfek erinin kardeşi Yarbay Arif Bey'i öldürmeyi kafasına koymuş, bunu hemen o gece karanlıktan yararlanarak yapıvermişti. Hasan İzzetin Dinamo, Kutsal İsyan 4. Cilt. Sf.380 Olayla ilgili tahkikat sırasında suikastın vukua geldiği saatlerdeki iki nöbetçi ile Arif Bey'in çadırının yanındaki çadırda yatan yaveri Üsteğmen İhsan ve Karakeçili Müfrezesindeki erlerin ısrarı üzerine de Kızılcahamam Müfreze Komutanı Binbaşı Rüştü'yü tevkif ettiler. Yarbay Arif Gerede'ye asilerin üzerine gönderilen ve müfrezeyi iyi idare edemeyen Binbaşı Rüştü'yü asmak istemişti. Araya giren bazı zatlar Yarbayı bu fikirden vazgeçirmişti. Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi yayınları, Türk İstiklal Harbi Serisi, 4. Cilt Arif Bey son derece haşin ve geçimsizdi. Bu yüzden herkes kendisinden çekinirdi. Arif, müfrezesi ile beraber Bolu'ya gitmek için ayrıldığı sıralarda, Rafet Paşa Afyon'a geldi. Ankara'dan Nazilli'ye Nazilli'den Ankara'ya sık sık gidip gelirdi. Her seferinde de Afyon'a uğrar ve bizimle görüşürdü. Bu defaki gelişinde Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey, Müdafaa-i Hukukçulardan Reşit Bey, ben ve Rafet Paşa akşam oturup konuştuk. Reşit Bey, Arif Bey’den şikayet etti 'kendisinin Afyon'dan uzaklaştırılmasının iyi olacağını, aksi takdirde müessif olaylar çıkacağını' söyledi. Tümen Komutanı da bu mütalaaya iştirak etti. Bunun üzerine Rafet Paşa- Merak etmeyin Arif Bey bir daha Afyon'a gelmeyecek dedi. Arif Bey'in Kızılcahamam da çadırında öldürülmesi, faili meçhul kalmakla beraber, kuvvetli bir ihtimalle Rafet Paşa tarafından hazırlanmış bir hareket olması gerekir. Maiyetindekiler Afyon'a geldikle-rinde, atını, silahını, parasını, eşyasını Müdafaa-i Hukuka teslim ederlerken Arif Bey'in en yakını Ali Çavuş'a bazı sorular sordum, 'Ben öldürdüm' demedi amma, yüzün-den onun öldürdüğü anlaşılıyordu. Nitekim Arif Bey'in bazı adamları da, Onu, Ali Çavuş'un öldürdüğünü daha sonra açıkça söylediler.. Sabahattin Selek, Milli Mücadele, 2. Cilt sf.76. …………………………………………………………………………… Gecenin en kör vakti Oturup fısıltıyla konuşmağa durdular İlk kimin aklına geldi içerdeki altınların hayali Şeytan ilk kimi dürttü Bozkır'dan yağmalanan altınlardan bir tek penez bile düşmemişti onlara Açlık çalıp - kıtlık oynar zamanda Çoğu dağlardan derlenmiş hırsız- eşkıya İlk kimin beynine düştü ihanet kurdu Halil Çavuş / Tatar Hasan / Abiloğlu / Püsküllü Esen yelden de gizli Gecenin en kör vakti fısıldaştılar Belki Rafet Paşa gizli emir vermiş idi Halil Çavuş'a O da onları düşürdü altın aşkına Bilinmez Bilinen Altınlar büyüdükçe büyüdü karanlıkta Gecenin kör zamanında Dört nöbetçi kavil etti Abiloğlu açtı çadırın düğmesini Silahını doğrultup Arif Bey'in başına Duyurmadan uyuklayan emir subayına Tetiğe basıverdi Derler ki Altınları aldılar / Sakladılar karmaşada Geriye dönerlerken eşkıyaya soyuldular İt gibi pişman oldular Yoksul sokaklarda yayıldı kara haber Bayat'tan Afyon'a ağlayıp söylediler Acı yüreğe döküldü / Dost ağladı düşman güldü Kuva-i Milliye'nin Çelik Pençesi para için öldürüldü …………………………………………………………………………… Hanı dediğimiz, beğ erenler Dünya menim diyenler, ecel aldı Yer gizledi, fani dünya yine kaldı Gelimli gidimli dünya, ahır sonu ölümlü dünya Şamil Cemsidov Kitab-ı Dede Korkud,Kültür Bakanlığı yayınları, Gel zaman git zaman oldu Çanakkale Savaş'ında gözünden vurulan Baba bir ana ayrı kardeşi Arif Bey'in Emekliye sevk edilmiş Yüzbaşı Mazhar Evlendi Zeynep Hanım'la.. Gel zaman git zaman oldu Ölümün korkusu duyuldu Bayat'ta Dediler ki o zamanın büyükleri Arif Bey dediğin ne vatanperver Öldürmüşse eğer bizim köylüler Hem de para için / hem de haince Sonları mutlak kötüdür Yaşayan görür dediler Gel zaman git zaman oldu Tatar Hasan yorgan dide dide öldü Püsküllü Kör oldu sokaklarda yede yede öldü Abiloğlu delirdi kesmeye yatırdı avradını Ölürken bar bar bağırdı Arif Bey'i ben öldürdüm Arif Bey'i ben öldürdüm öldürdüm! ... …………………………………………………………………………… Çok güvenilir dört nöbetçinin beklediği bir çadıra, onlara görünmeden gelip, çadırın bir kıyısından silahını içeri sokarak, Arif Bey'i öldürüp sonra nöbetçilere görünmeden bir insanın, ortadan yok olması, insan mantığı açısından mümkün görünmüyor. (Yazarın notu) …………………………………………………………………………… Dedi ki 'o çok uzak denizlere varsak orada gemilerimiz olsa..' Sustu hiç deniz görmemiş gözleriyle bir an bin yılmış gibi sarsak Dedi 'Nerede olursak olsak yüreğimizin demiri zehirli acıların örsünde narlanmış bizim zincirimiz yangınlara bağlanmış bir yol çileden çileye köprüler kursak gene de o çok uzak denizlere varsak Nice acılar var ki Nice insanı çökerten Yürek kızartan gönül karartan Çok gülüp geçmişiz onlara Direnmek kimliğimizdir Tarihimiz acının da tarihi Sevda bitmeyen yenilgimizdir...' Dedi ki 'Suyun hiç varmadığı çöller var Bir yanda gazel dökümü / Bir yanda çiçek sağnağı Bakma dudaklarımızın çöl olduğuna gün doğmadan neler doğar Ve yağmur bir yerlerde hep yağar...' |
Ateş Kuşu
Saat gece iki Ateşe verilmiş haziran Dili koparılmış cumartesi Saatleri ökçelerle ezilmiş kent Benim lanetim Günahkar çocuğu Arşpel'in Utancını saklamış *******e Kanayan akışımın tanığı *******e Şarkım Orman yangınlarından arta kalan Ateş çığlığı Bir yel eser seni düşündüğümde Bir sevda kuryesi soluğu serin Savrulur küllerim kanar giderim... Engerek ağusu değil yüreğimden gövdeme yayılan Akrep ağusu değil Acın senin-eldesizliğin dayanılmaz yokluğun Birikir de ciğerimi parçalar İçin için yanarım... Yaşamı yemyeşil gülen yapraklar Dökülmüş toprağa gazele dönmüş Susmuş derin akışlı sularda çağlayan coşku Yitirmiş sonsuzunu maviler Yokluğuna ölüm demem Acının dişleri geçmez ölüme Sana giden yolları kan bürümüşse Uçurumlar kesmişse bütün gelişlerini Neye yarar aşktır demek yaşamanın anlamı Saat gece iki buçuk Şimdi umutsuzluğun dünyanın tüm çölleri Yüreğim yokluğunun kum saati zamanda Ve her kum tanesi eldesizliğin Boşluğunda çırpınan sözcükler neye yarar Karanlıkta uyuyan acımın tanığı kent Varsın yıkılsın utancından... Kavgalar yaşadım-nice kavgalar Demiri hamur eden ateşleri dağladım Akkor oldu yüreğim ayrılığın örsünde Dudağımda yalanlanan türküler yarım kaldı Yarım kaldı yaşadığım onca kent Katliam alanlarında kurbanlık koyun gibi Vurulan arkadaşların acısına dayandım Kanla yarım kalmış sevdalardan sonra Bilek damarlarımı kesecek kadar Korkak biri değilim... Kanlı bir çeteleye dönse de yürek Çekmedim fitilini coşkusuz, kavgalarda Fırtınasız sevdalara hiç inancım olmadı Ondandır yangınlarda aradım seni ateş kuşu Seni okyanus kasırgalarında Ve bulduğum zaman kanlar içinde Yaralı bir kayıktın çırpınan dalgalarda Umut umut türküler yoldaş ettim yalnızlığına Ve yeniden doğmanın ömre bedelligini Tam yaşıyoruz derken Yarım kaldı dudağımda öpüşün Ellerin yarım kaldı avuçlarımda... Güneşin türküsünü karaya boyadılar Yüce dağın sümbülünü yoldular Zulüm dendi adına Yağan kar-buz tutan su Gün gelir de erir gider sel olur Yüreğe çarpan buz dağları Erimek bilmez Bu da zulüm değil mi... Coşkulara vatan olan bir yürek Nasıl dağı kesilir acının Küllenmeyen ateşlerin cehennmeden geldiğini Kim inkâr edebilir! . Ey sert kayanın bağrına Zamanı çizen rüzgâr Türküm Yanmış ormanlardan kalan Küllerin çığlığı Savur sevdamı kanatlarınla ona Yaralarına bassın beni Ateşimle acısını dağlasın Ve ona sevdamı anlatsın acı çığlığım Anlasın sevdiğim Hep onu sevdiğimi Ve artık ağlamasın Ve artık ağlamasın... |
Ateş Şarkısı
Dizeler dile dökemez Oğulları öldürülmüş anaların yasını Cellat çizmeleri altında şafak gül gibi sökmez Ay paklamaz zulümden gecenin karasını Irzına geçilen çocukların Yakılmış cesetlerin yüzüne akşam düş gibi çökmez Hangi söz anlatabilir Kolları kopmuş askerin yürek yarasını Ve tam vardiya ölüm fabrikaları Silah simsarları haykırdı İnsan hakları hayvan hakları! Vay anasını be! Vay anasını!... Ey Bosna Yaşamın anlamı kalmayan zaman Zaman zaman Yalnızca ölüm anlamlı olan Bosna Boğazlandın bir dağ gibi Dünyanın tam ortasında Ve barış tellalları-uygarlık vampirler Bu insan kıyımına utançsızca baktı da Göremedi be! Göremedi be! Göremedi!... Akşamların coşkuyla karşılandığı evleri yaktılar Evlerin ne suçu vardı Kahvaltı masalarınıDuvardaki resimleri Oyuncak bebekleri yaktılar Oyuncak bebeklerin ne suçu vardı Anaları çocuklarına hasret Gençkızları düşlerinde yaktılar Onların da anaları yok muydu Bebekleri yok muydu- bağırlarına basıp adına mutluluk dedikleri Ve ağıtlar yükseldi Tüm yoksul sokakalarında yer yüzünün Ruhuna kadar sömürülmüş milyonlar Su ve ekmek sundular gözyaşlarından Bosna yaşasın diye Bağdaki üzümünü gözleyen Topraktaki petrolü izleyen uydular Ne ayyuka çıkan ceset kokularını Ne dünyayı sarsan kıyım çığlıklarını Bir onlar duymadı be! Duymadı be! Duymadı!... Mostar köprüsünün üstünde Aşıklar dolaşırdı akşamları Gök lacivert bir şarkıydı Bir peri masalında ay akardı tüller içinde Masmavi bir coşkuydu aşk Yıldızlar bir pembe bir sarı Akardı Mostar güller içinde Mostar köprüsü’ nün üstünde Kaçıncı yakılışıdır Roma’ nın Kudüs’ ün kaçıncı işgâli Kaçıncı cehennemdir Srebrenica Sen kaçıncı Hitlersin Sloban Miloseviç İnsan kasabı, piç oğlu piç Orada ırzına geçildi Gözyaşlarının bile Yeniden çarmıhlandı Spartaküs Nesimi’ nin derisini yüzdüler Bedreddin’ im bir ağaca asıldı Kaçıncı kez kirlendi Barış simsarlarının kof sözleri orada Masallardaki iyiler Yıldızlı göğün sırları Yorulmuş yaşamların çiçeklenen kırları Yamaçlarda dinlenen Eski zaman yatırları Katledildi orada Annelerin parçalanmış memelerinden Sütleri toprağa damlıyor Öldürülmüş çocukların oyulmuş gözlerinden Anneleri kanıyor Artık ellerimi tutamazsın anne ellerim yok Bir daha sevinci koşamam sokaklarda Bacaklarım kopuk Sokaklar yıkık Bir sesim vardı Gülüşüme şarapneller düştüğü anda Bütün çocuk sesleriyle birlikte İnsanlığın suratına haykırdı Misketime benziyordu öldüğüm kurşun Yağarken gökyüzünden yanık et-kopuk bacak İnsanlık kördü anne İnsanlık sağırdı Bir çığlığım kaldı benden Tarihin vicdanında yargılanacak Gayrı gözyaşlarını biriktirirsin Dünyanın dört yanında yalnızca ağlayanlar Sonra da oturup içsin Senin yazdığın yaldızlı dizeler Öfkeye- kınamaya- yasa dair Artık durdurmaya yetmez Bitmiş bir soykırımı ey şair İsyana kesmedikçe kederin Kalemin yüreğine saplanıp Ateşle yazılmadıkça dizelerin daha çok Vampirler sokaklard uluyacak Başka bosnalar kanayacak İnsanlık zulüm soluyacak Çocuklar soracak ey insanlık Çocuklar sizden soracak Sevinçler ne kadar az Azrail ne kadar çok Artık ellerimi tutamazsın anne Ellerim yok!... |
Ay Sancısı
yorgunum uçurum diplerinde zirvelerinde yıldızlar dökülür bir yanıma bir yanım çığlık çığlık girdaplardında söyle cılız gülüşün mü hoyrat uysallıkların mı girdi kanıma bu gecedir karanlık şüpheyle dolaşır ayrıntılarda an olur ruhunu neşterlersin kanlar içinde sönmüş bir küçük ateşin küllerinden türküler yakasın delice bu gecedir yıldız basar- bulut sarar yarana kısır bozkırlar acır gözbebeklerinde ananın kavruk yazgısı bir de nafile zamanlar saplanır yüreğine isyanla gecedir bu... yorgunsun karaya boyanmış kentlere gidip gelmekten kirli bakışlardan kör dostluklardan bazan kar da kara yağar karanlık sokaklara nasıl tükürük gibiyse gülüş namussuzun suratında gecedir parmak uçlarım diken kesilir bir an dokunsam tenin acır gövdemden dörtnal geçen bir deli tay olursun bazan yangınlar ertesinde baharlar ucundasın... değmeyin yüreğim acılı anlatamam kollarımda ay sancılı... |
Ay Yiyen Yalnızlık
yalnızlığım benim gemisiz korsanım bir sal yap düşlerini bütün denizlerde yurdunu ara yalnızlığım benim sevgilim ve celladım sal beni denizlerin en derinine şimdi yarasalar barınan yürek hiçlik uğuldayan dipsiz mağara özlemin iğne geçmez gecesi yırtık dalgaların kitabında mor menevişler yalnızlığım benim çöllere atılmış teknem bekleyişin yelkenleri rüzgarsız ayın gülüşü yara öyle bir çöl denizi zaman ölümden sonrası-candan öncesi çırıl çıplak teninden kalan yankılar çınlar kum ve rüzgar gitmiş şahbaz atlar köpük köpüğe kendini bu taştan boşluğa çarpar başka zamanlardan haykıran sesim gitme beni bekle gitme ünledim ay da gördü ün ettim ünümü yetiremedim yalnızlığım benim geç kalmış yağmurum soldu sabırlarım bekleyişlerim şimdi sen yağ beni kurak sulara kumlarda yankılanan gövdenin şarkısına kıyıda boncuk satan boncuk gözlü çocuklara deniz masalları anlatan ihtiyara evine mutlu dönen balıkçının gülümseyişine liman işçilerinin kalabalık sesine yıldızlara yağ beni sabırsız kumlara ve ille dalgalara beni yağ ey yalnızlık belki sular karışmıştır yarin terine çapulcular ayartmış ay düşlerini çünki ben gelmeden eksikti mavi yırtıktı bulut kırıktı ayın kalbi uzak adalarda kösnül bir gece şehvet ateşleri yakmış ayyaş tayfalar oynatmışlar deniz perilerini zaman ölü martılar gibi sularda kusmuk bulutlara küskün sabah gözlerinde yıldızları saymadan yatağına sularımı yaymadan bir bergüzar telek bile koymadan gitmiş mor balaban benden öncesi yalnızlığım benim yurtsuz albatrosum yolsuz belsiz gökyüzünde bulutun buhar olmuş yankısız çığlığımın yarası sesin bulutta mı suda mı saklı özlemin yolları beladan büklü sensizim sırtımda zamanlar yüklü gayri buradan öte götüremedim bekleyişin ışık sızmaz gecesi yelkenler paramparça direklere ağ kurmuş örümcekler güvertede tüm ufuklar kapalı birkaç günahkar tanrı gemi ambarında kafayı çeker seslenmişim gitme bekle beni geri dön ellerimde hiçlik küskün gözlerinden mi başlar insan gücendiren nedir insan yüzünü sonunda kustum kalbimi suların suratına yukarda ay uzattım elimi aldım ısırdım ağzım yüzüm ışık kesti işte tam da orada beni sapkın ilan etti bütün ahali gül düm gecenin sonunda-günden öncesi |
Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-1
gece demlenirken uykularda beton yığınlarında ay bedirlenirken yıldızlar ürperirken sularda yalnızlık nemlenirken yaslanıp yalnızlığa beni anımsayacaksın ıssız dehlizlerinde gecenin acının ayak sesleri soluğundan bile sakladığın giz dipsiz kuyularda açılacak yüzün hüzünler mezrası ıssızında biz kanayacaksın... esip esip giden yaşamın dallarında taze güller gibi solarken her gün içindeki kadın saçlarını yolacak düşlerini yağmalayan kan rengi sonbahara orada yalnızlıklar delirir en olmadık zamanlarda beni soracak - o şimdi kim bilir... ıslanmış akşamların kıyısında saçak altlarında kederin sancılanmış yüzümde gözlerim köz bazan pastacı geçerken bazan telefon zilinde zamanın çaldığı o kırık lir ansızın gülüşünün yakasına yapışıp soracak içindeki hummalı kadın - o şimdi kim bilir... kim bilir hangi kentte hangi yangınlardadır belki dalgın gözleri ürperir dalgalarda küskündür-yaralıdır-yapa yalnız kuytularda kıvranır bin yerinden bıçaklanmış uykularda sızlar her dakika seni düşünüp belki de kollarında bir kadın ona şiirler okur-dizeleri kan gözleri her yerin acemisidir kırık kanatlı coşkular ne zaman kapaklansa seni isyanla anardır - o şimdi kim bilir... |
Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-2
kavgalarımız gelecek aklına akılalmaz basitlikte küsüşme nedenlerimiz gülden- buluttan- yumuşamış taştan kaç kez tuz-buz ettik yüreklerimizi fakat tek bir sözcükle kaç kez kaç kez bir bakışın taşıdığı öpüşle dirilttik yeni baştan... anlaşılmamış insanların küskünlüğüyle yalnızlık kandilleri gibi yanan yaralı kuş bakışlarım düşecek aklına bazan sancılı susuşlarım insanların acısında susuz balıklar gibi çırpınan... ve sağanaklarca sevişmeler sevgide kanatlanıp uçtuğumuz sonsuzluk el ele- soluk soluğa tüketemediğimiz güzel hasret örtündüğümüz keder ve ansızın coşkuların kanadına saplanan hançer aşkları tomurcukta koparan nefret... savaş alanlarına da ilkyaz yeniden gelir acıların üstüne de güneş doğacak ama zamanın yüzünde aşkların izi kalır ayrıldıktan sonra anlayacaksın nasıl sevdiğini işten geçmiş olacak... |
Ayrılığa Gazel
o yırtıcı sessizlik ki acının sesidir aslında her ayrılık ölüm denemesidir yarılır yürekler yerle bir olur her şey o bir felaket kuşu azrail kuryesidir kendini terkedersen çürürsün her şey gibi sırtın hüzün abası altın yalnızlık şiltesidir her candaki ölüm gibi büyür aşklarla birlikte gülde diken “ayrılık ümitlerin ötesinde bir şehir” kemirirse insanlar birbirinin yüreğini ayrılık ertelenmiş bir ömrün mavisidir |
Ayrılıklar Adresin
Müstezat bir yangın soluğu uykusuzluklarda nefesin gecenin neresindesin bir ayrılık mevsiminde durmadan gazel dökersin ağlarsın duyulmaz sesin kaç insan geldi geçti- kaç ayrılık- kaç hasret sevginin arkası nefret şimdi yaşanmadan yakılmış şiirler ertesindesin kederlerdesin terkedilmek durmaksızın- çarpılmak duvarlara bir yürek dolusu yara yağmalanmış bir yaşamın biıinmezliklerindesin ayrılıklar adresin |
Ayrılıklar Yürek Söker
giderim öksüz kalırsın ararsın beni bir gün ağlarsın bu hüzün akşamlarda bir deniz kalır keder kanar dalgalarda yüreği köpük içinde şarkıları haşarı her gün başka bir yol keser bu kentte gök akşamları imbatı hicrandan eser bir başka hüzzam sapsarı gün olur bir yaprak gibi kurur yüzüm zamanda aşkyeşil hâreli gözlerinden dökülür incecik bir an olur gülüşüne yağarım kuytu limanın olurum sığınırsın dalgınlıklarında bakışından silindikçe ışığım benden bir şeyler ölür sende adımı söylersin bazan duyarım bir yerlerde ve kanarsın ıssızımda ayrılık bu yürek dağ olsa sökülür giderim ak bir lale gibi boynun öksüz bükülür |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:42 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.