www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Eskiler (Arşiv) (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=188)
-   -   Adnan DURMAZ (https://www.cakal.net/showthread.php?t=81929)

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:40 PM

Adnan DURMAZ
 
Ad...

sen benim en güzel düşüm oldun
kül olmuş bir günün akşamında

bir daha içilmeyecek giz şarabın
yaşadıkça

korkuyorum
büyü bozulur
karabasan olur diye düş
uzadıkça

şimdi parmak uçlarımda
ışıksı bir toz bırakıp giden kelebek
vaktevvel bir ad ver bana


bir adım olsun
yalnızca senin bildiğin
şiirden damıtılmış
uykularımın arasında
nereden çağırsan işiteceğim
ve içinde
pür gibi yeşereceğim
beni andıkça

ben yitmeden karanlıkta
düş bitmeden
vaktevvel bir ad ver bana...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:41 PM

Ada; na

gülü dudağından bildim
ikliminin sarhoşuyum
nasıl anlatılır
yakamoz fırtınası bakışlarına tutkum
0 yangın sokuluşun
ayışığı soluyuşun
anlatılamaz...

el ayak çekilince
gökyüzü damla damla inerdi
yıldız vurdu beklediğim tüm kıyılara
bir tek sen
yoktun...

denizler gördüm sen
yedi deryalar geçsem
bütün kara parçalarında dolaşsam yeryüzünün
ölsem
tükenmez
kimsenin varamadığı 0 bakir adana
vurgunluğum...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:41 PM

Ağğyyy

ağy...........

uzmanlar oturdular
yüzleri ciddiyet boyalı
birisi dedi
bu antik bir heykel
romadan kalmış olmalı
amanın ne cici
amanın ne bici
bak şu kıvrımlara
bukle bukle
bir gözün ışığından
bir elin damarından
daha sahici

diğeri
öncekinden aşağı kalamaz ya
dedi
aman ne güzel koku
nayır nolamaz
evrensel bir şey bu
uzaylılar yapar ancak yaparsa

üçüncünün yüzünde
derin
ve bilge bir sükut
efenim dedi
olsa olsa bu
zamanımıza gelmiş
son put

hepsi bir ağızdan
aman aman
bunu siz mi yaptınız bağyan
bunu siz mi yağtınız bağy
ağy
ağy
ağy
ne kadar da fecisiniz
acaip yeteneklisiniz
siz var ya siz
en siz
efenim ne şahanesiniz
gelmiş geçmiş
en yüce yeteneksiniz

tuttular
yaladılar
yediler
yuttular
gittiler

ve sırada
bekleyenler
çok
çok
çok

kralı çıplak gören deli
dedi
bunun
adı
bok
...................

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:41 PM

Ağlayışların

ağlayışların
kırkikindi ağlayışların
yüzüme yonttuğu derin uçurum
ve ayrılıkların
yıldırım düşmeleri
içimde o yangın artığı kentler
ve keder
kum...

boşalmış köylere vurdum zifiri ıssızlıkta
hayaletler dolaşan yıkık sokaklar
ve silmiş
erguvani süpürgesi ölümün
çocukları-sevdaları-düşleri
her vurgunda biraz daha ıssıza
vurdum da yürek atımı
peşimde ihanetin
arsız gülüşleri...

anladım aşk değilmiş benimkisi
aldanışın parçalanmış aynası

kentler tükürüp
kalabalık
taşladıktan sonra düşlerimi
gördüm
yok olan ormanlardan kalan
ardıç ağacıyım bozkırda
bazan
yurtsuz bir karınca
kanlı ayak izleri
hüznün yitik dizeleri
göğün denizlerinde
yüzerken ay
ben orada
kırık bir hayatın anlamında
tektim
ve yol kıyılarında
hiçliğin girdabı bakışlarıyla
göz göze geldiğimde
ben o ölü köpektim...

dokundum
sözcüklerden nasıl akar mağmalar
yaşadım
bir köpek
yüreğini nasıl dalar...
ve anladım
düşlerin maskeleri düştükçe
aşk değilmiş benimkisi
yıldırımın gök fidana çarpması...

aşk değil-akarsuyun yanılması...

ve her seferinde
giyinip gece rengi harmanisini hüznün
dönmek
yarasını yalayan yabanıl bir hayvanca
dönmek...
ıssızlığına...

ve kaldırımlarda senfonik yağmur
animasyon hüzünler-makyajlı sözler
çalıntı bakışlar-alıntı gülüşler-fabrikasyon düşler
hastane kapılarında ölürken yoksul çocuklar
nasıl tanımlardı
yalnızlığın
yürek kanında yeşeren türküsünü

kuşkusuz aşk değildi benimkisi
bir bozkır ağıdının gözyaşında ıslanması
bir düşün sırtına hançerler saplanması...

aşk oradaydı işte
bir uzun havanın bin yıllık coğrafyasında
kavalın içinde can olan nefes
kanarken ayışığında...
ne ses kamışa
ne kaval nefese sahip değildi aslında
yavri yavri
yel eser
türkü keser kekikler
bir aşk kokusu yayılır havaya...

yürek
bir yıkık çoban çeşmesiyken dağ yamacında
paylaşılamayan güzellikler gecede sızlarken
onurun kızarmış bıçağıyla
çıkardım yüreğimden
kür bir kurşun gibi
anladım
anladım ki
düş değil benimkisi düşaldanması
aah aşk değil aşk değil
kelebeğin ateşlerde yanması...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:41 PM

Ak Bir Kanama

Ak bir kanama oldu bakışın
Yasak duruşun uzak...
Bir hayâl
Nasıl acırsa
onu kurana
Kaldırımlarda bu kaçıncı sağanak...
Sen bana bakma
Alışkınım
Dönerim yine
Devasa ıssızlığıma...
Hüzün diyordum giderken
Onu masada bırak...
Şimdi anlamadım
Bu buluşmada
Hangi an bir ömre bedel
Beyaz bir kanama gibi acıma
Gülüşünün sayfalarından
Yüreğime değen
İncecik bir yel
Alışkınım
Sen bana bakma
Yıkılsın ne yapalım
Onca zaman
Geceye kazdığımız tünel...
Aldanışlar
Ve yanlış yapmalar ustası
Ahmağın biriyim ben
Utanırım yağmurlarda
Şemsiyeyle gezmekten
Ve hep geç kalanım
Olunması gereken yerlere
Zamanlara
Bu başka bir aldanıştı
Diz boyu
Dizeler boyu
Ak bir kanama gibi acıma...
Kaldırımlara düşen
Eski bir testi yüreğim
Paramparça...
Önemi yok
Yine yoldaşım keder
Sırtımı döner giderim
Varsın yarım kalsın şiirler
Başkasın ki
Vardın gerçeğine başkalığımın

Bir çoban türküsünün kanı
Nasıl yabansa dağları bilmeyene
Başkasın sen
Kaldırımlara
Barlara
Ve şu ana dair
Sanal ve uzak...
Dilerim
Matlığım silinir
Kahkahalarınla
Gözlerinden
Haritalarında olmayan
Bilinmez bir yerim zaten
Bu yüzden
Hoşça kal demeyeceğim...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:42 PM

Akşamın Kanayan Sözü

gel ha gayri... meşe selim mor bulutum serçe masumu gözlüm
bu bir kaval kanaması zamanın sinesinden sağılır gelir
bir keder bahçesidir... her gönüle uç verir de açar bir zaman
bir masal bohçasıdır
bu yürek yürek değil
ıssızda bir kuyunun delik kovasıdır
beri gel allı turnam... türkü gülüşler taşısın gözlerin
kendinde bul beni... sana gel... bana git
bu sevdasına yitik karıncanın öyküsüdür

akıp gider de allı telli bu kıraçta
koyunların kukusudur... bulutların kokusudur...
sabahın kokusudur...
akşamın teri
gecenin elleridir akıp gider de hayat... dokunur taşa
dokunur ıslığa... onu kavislendirir...
kayaya gül oyan sevdadır...
ve biz geliriz...
bir kahır... bir acı bir hay bir huy
yağma sofrası bir ömrün haritasında
tutsak geldiğini bilemeden sevdik de yaşamayı...
sevdik teneke barakaları...
kerpiç damları...
yağmurda akan evlerde seviştik gece karanlıktı
anlamadık... çözemedik...
doğuştan hasretli bir suydu işte hayat
ve öldük geride türküler bırakan karasevdalarda yana yana
bir gün belki de bozkırdan kalkan
bir toz hortumu olur da düşlerimiz
savruluruz günahlarımız suçluluk duygularımızla
bir gün belki
adamı eşkıya düşüren sevdanın türküsünü
bir çocuk gelir de söyler yıkılmış evlerimizden kalan
son taşın üzerine oturarak
beri gel... belki zaman da hiçtir
her neyse yaşamın anlamı...
onun en güzel andacı olsun ki aşkım sana
bütün ciddi adamlar sultanlar öfkeler
bar bar bağırmalar... başını taşlara vurmalar da yok olacak
biz varız şimdi... gel de gör senim işte
yokluğun... ömrümün gecesidir

dağlar da ağlar... aslında uzun havalar yankılanır ya
ahını zaptedemeyenin çığlığı kesilir taş olur doruklarında
dağlar da ağlar bulutlar öperken saçlarını...
gün her batışında kanatırken yüreğini
taşlar da gülümser... o en eski usta aşkı nakşederken bağrına
güler taş... hüzünden bakışlarında eğirerek sevdayı
ne zaman bir kadın kilim dokusa
sen beni aramaya çıkarsın yüreğinin gergefinde gül sağnar
gel... artık gel
sensizlikte dağlar da ağlar

yıkılmış surların altında kaç ömür rüzgara dönüştü
dağların ardında kaç sevda bulut olup yağdı çöle
ferhadın yüreği sebil
külüngü söz oldu... bütün dinler kovdu onu
yağmalana yağmalana geldim de işte
ömürdü azığım... sermayem yürek
taşlandım sokaklarda ibreti alem için
sensiz gözlerimi saçtım karanlığa yıldızlardır şimdi
damıttığım düşlerim ekşiyip zehir oldu
yenilgilerden geldim-yorgunum ellerin yok
ve zaman
ve rüzgar
gel gayri gel
yaşamak seninle başlar

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:42 PM

Amoryumlu Dilenci

yer yavşan
gök yıldız
akşam rengi gözlerinde ıssızlık
oysa sen bilmezsin
hırsız bir yürek dolaşır karlı gecede
sokak itlerinden aç
bozkırlarda ölmüş bir atın kafatasından çıplak
şimdi ben tutup da geceyi sana versem
kar döşenmiş kıraçları-korkunç dağları
uzak melul yıldızları-ayrılık çalan kavalı
neye yarar bir can solumuyorsa

evvel zaman içinde-ırmaklar geçtim ben de
yeğin atlar çatlattım-heybem dolu yıldız
gözleriyle gece ışır tanrıçalar aradım
sevdiğim-kemanım-üveyik türküm
sizin oralardan geçtim daha sen doğmamıştın
kuşkusuz kızıl bir hilaldi dudakların
kuşkusuz dudakların arşipel sularında
şafağa doğru yüzen bir iyon kayığıydı
düş ve coşku toplardı gözlerin yakamozlardan
akşamları samanyolu giyerdin
sevdiğim
aykırı türküm

ölgün eylül ömürler geçirdik de geldik şimdiye
kızıl saçlarına yaprak yağan yarimiz olmadı
eşkıya soysa yanmazdım bu gönülü
derelerde boğuldu hoyrat inceliğimiz
evvel zaman içinde bir yerlerde
kendimi yitirdim geldim
ne bir şehir düştü ardıma
ne atımın terkisinde bir sevda
toynak vurdum da tipili dağ *******ine
terkedilmiş evlere benzeyen yürek kapılarından geçtim
gitgide duvarları yıkılan
gitgide tavanları akan yağmurlarda
muhacir güneşler kırıp yedim öfkemden
kan akmış alanlarda yerlere çarparak yüreğimi
varsın ötsün yalnızlığın baykuşu
ah etmişsem utanacak değilim

sonra kar yağdı
sabahları taze ekmek gibi gülen günleri soydular
gözlerine mil çekilmiş halklar yürüdü tarihin patikalarında
oğulları kıyılmış anaların isyanını yaktılar
çirkef sokaklarında bir dilenci gördüm
kolları bacakları kopmuş
alınmış satılmış yağmalanmış
ordular geçmiş üzerinden
tam da geberiyordum ki kederimden
gözlerinde at koşturan bir kuşku
dedim adın nedir
dedim adın nedir
dedim adın ne
iki ırmak çağladı da gözünden
dedi
adım
aşk

şimdi bin yıldır aradığım yüreğimin terkisinde
atımı ılgarladım yıldızlara
merhaba ey yaşamak
merhaba

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:42 PM

Anka

yıldızlar umuttan nakşedildi geceye ilmik ilmik
ay aşktan doğdu
bakmayın
surlarını coşkudan
sokaklarını düşten kurduğum kenti
bir anda yıkabilirim
kaç aşk var ki tarihimde
yüreğimi ateşlere fırlatmışım
belki delinin tekiyim- belki yabanılca korkak
rotası şiirle çizili
yelkeni gökyüzünden biçilmiş gemilerimi
çıktığım ilk adada yakabilirim

bazan bir tek bakışla
dünyalar kurulur içimde
bazan tek söz
çöllere sürgün eder delisularımı
kum savururum yalnızlıklarda
taşlara çalarım rüzgârlarımı
delinin tekiyim ben
kendi kendini yakan
o çılgın anka
ve kendi küllerinden kendini
yeniden yaratan

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:42 PM

Ateş Çiçeği-02

Kar’Üseyin araladı kapıyı
Hatçe pusmuş oturur peykesine topak evin
Kekikli bir yel kokusu
Tüm sesler ölü
Ne gök mavi - ne toprak yeşil - ne taş sert
Ölene dek saldıracak
tutsak bir yaban hayvanı
İçinde kaynayan tiksinti - kin
Kangal dikenleri gibi
Batmaya hazır her yanı
Kar’Üseyin’in kurbanı
Pusmuş peykesine topak evin
Yeryüzünün en kimsesiz insanı

Bir çığlık / göğü yırtan bir yıldırım
Akkor bir şimşek çakması
Eşkıya başının ruhuna çarptı
Yeryüzünün en kimsesiz kurbanı
İsyan kustu avcısına

Kanların altına aksın da yivrim yivrim
Asıl ayaklarından ölüm koksun ortalıkta
Yağlı kurşunlara gel

Hatçe dedi
Öyle bağırıp çağırma- şükür eyle Allah’ına
Seni bana yazdı da -şu dağların aslanına

Ne söylese dinlemedi
Çığlık çığlığa inledi
Yeşil çimenlerce güzeldi
Sarı papatyaların dengi
Mor menekşelerin ahengi
Ve pembe güllerdi Hatçe
Ağlayan güller gibiydi
İki gözü iki çeşme
Eey insanlar / hatırdan gönülden bilenler
Diz çöküp namaz kılanlar / adamdan sayılanlar
İleri gelenler- usul duranlar
Katiller Hatçe’yi aldı da kaçtı

Çiğillipınar’a konan Suvermezliler
Dayılar- böleler- emmiler - utlular-utsuzlar
Sizin de namusunuz değil miyim ben
bire gidi namussuzlar

Dağ- taş inledi sesinden
Konuştu Kar’ Üseyin
Ben de bu dağların hükümdarıyım
Ve dahi cümle köylerin
Bolvadin’den- Kareser’e
Çifteler’den Sivrihisar’a nam yürütmüşüm
Hiç bağırma boşuna yakma tatlı canını
Gücüme kimseler karşı gelemez
Sen benimsin bundan gayrı
Var teslim ol bana
Gül ol da açıl bağrımda
Dünyalar vereyim sana..

Kar’Üseyin adın kara yerlerden gelsin
Yeğniciğinden yan da teneşirlere gel
Tutul da nuzullara çot olsun elin yüzün
Dumansız bacalardan karanlık *******den
kurtulma kara köpek

Kar’Üseyin çıkıp gitti dışarı
Yüzü öfkeden seyriyerek
Vardı kardeşi Keloğlan’ın yanına
Kel Mustafa düşünceli

Ulen Üseyin
Elin yumruk kadar öğsüzünü ne edecektin
Daylak gibi karın vardı
Üseynin yüzü öfke karası
Çıktı bayıra yukarı
Ve Hatçe’nin bağırtısı geldi peşinden
Sonra bir daha vardı
Bir daha çıktı
Hatçe ha bire bağırdı
Yengeler girdi / oturaklı kadınlar
Gerisin geri çıktılar
Ne bir tas su ne bir çarpım yufka
içip yemedi
Ağladı- ilendi- sövdü
Gelenler kâr etmedi

Anasının yarasını sardılar
Olur bacım dediler
Bir sizden ürüsüm değil
Elden ne gelir
Gözlerinin yaşını sil

Garip yolcular geçer yürüyen ölüler gibi
Kimisi ağaç ayaklı kiminin başı sargılı
kolu kesilmiş
Ölüm haberleri - ağıt çığlıkları
Günlük işler arasında
Erkekler kırılmış savaşlarda
Trablusgarp’ten Balkan’a
ne emmi kalmış- ne dayı
Ne bir devlet var ortada
Ne Allah rızasına hak güdecek bir başkası

Aziziye Konağından Geri dönmüş
elleri boş - yayan- yapıldak
Ağlar Filik Abıla yüreği bir hoş
kolları kopuk yaşın yaşın
Bu ne hak- bu ne hukuk
Kaldı harman yerinde samanı- çeci
Olancası bir avuççuk
Eller devşirip getirdi

Uzun yollardan gelirim dedi
Trablusgarp çöllerinden
Tobruk’tan- Derne’den
Susuzluktan ölenler
Kıvıl kıvıl bit içinden
Açlık - kum - ve bit harbinden

Irak yollardan gelirim
Tel örgülerden

Kurşun ve hançer kavlinden
Ölümü uçurum Balkanlar
Ölümü kara Karadağ
Tirana’dan - Üsküp’ten
Sofya’dan - ve Varna’dan
İnsan yüzü görmemiş acılardan
Bilinmedik açlıklardan
Bir kolum kopuk
Bacağım ağaç
Susuz- aç
Kaybedilmiş
ama büyük kavgalardan...

Girdi topakeve yol yordam bilen kadınlar
Kalaylı sinilerde yayla balı- kaymak- katmer
Elden ne gelir dediler
Gayrı sen mundar oldun
Bir bu eve yakışırsın
Yok gidecek başka bir yol
Gelir sıkar ümüğünü dediler
Var Kar’Üseyin’e teslim ol

Alsın kudurmuş kart köpek
Sıksın ümüğümü / canımı alsın
Ölüp kurtulayım varsın
Ona karı olacağıma
Gövdemi topraklar sarsın

Bir kadın yaklaşmak istedi

Sakın daklaşmayın bana
Kara Köpeğin itleri
Şu al kutnu sayanızdan utanın
dulukbastılı feslerinizden
Yılan dillerinize kanacak mıyım
Çıkın başımdan defolun

Kele kız delirmiş dediler
Vaa bacım hadi gidelim
İvedi çıkıp gittiler
Artlarından fıydırılan sininin
sesini işittiler
Zaman akmaz gibi yavaş
Uzaklardan çan sesleri
Ve yaylanın yeli kekik esintili

Bir kabaltı çınladı
Sonra bir hardal çanı
Arkasından zil
Yanal koyunları aklına düştü
Gümüş burum kuzuları
Sonra anasının yüzü
Acı içinde sefil / saçılmış al kanları

Açıldı kilim kapı
bin bir rengiyle balkıyarak
Girdi Kar’Üseyin
Kara kaput yüzü yülenmiş
Kancık bir ifade gözlerinde
Gayrı barışalım pohur çiçeğim
Öyle bağırma konuşak
İnsan konuşa konuşa
Aşık koklaşa koklaşa

Bağırdı- taştı- tutuştu
Ak boynunda gök damarlar belirdi
Kanadı yarılmış dudakları
kar dişleri göründü

Kes ulan dedi Kar’Üseyin
Yolumu yokuşa vurma
Sarpa sardırma gönlümü
Kafa tasımı attırma
Çıktı gitti ormanlara yukarı
Üçüncü gün gelmedi
Gün uzadı- devrilmedi
Gecenin bir vaktinde
usulca girdi kapıdan

Beni zora koşma Filiğin Hatçe
Bundan böyle avradımsın
Namusun benim boynuma
Her şey gönüllüce olsun

Hatçe kıvrılmış sedire
Uyanıp belinledi
it oturumuna geldi
Bar bar bağırdı
yok mu bir can kurtaran
Çıktı gitti Kar’Üseyin

Dördüncü gün ikindi sularında
Kar’Üseyin gene geldi
dili ballar tadında
Geri gitti umudunun boynu kırık
Dört gündür lokma yememiş
Aç ölmeğe karar vermiş
Bir telaş sarmış herkesi
Yalvarmış yenge kadınlar
Bir tas su bile içmemiş

Beşinci gün düşündü
topakevden çıkarken
Ulan tut diyor felek / yatır altına
bas tokadı / tut elini kolunu
kalmamış zaten takatı / bas
Baktı Hatçe arkasından
Kim alır ahını ölsen
Kim acır gebersen acıdan
Madem öyle yaşa- diren
Yaşamayı fitil fitil getir burnundan
Kendin sor hesabını
Kar’Üseyin’den

Altıncı gün uzanıp tuttu kolundan
Tokatı yeyiverdi yüzünün ortasına
Hırsla bir tekme savurdu Hatçe’ye
kurban yuvarlandı yere
Fırlayıp kalktı öfkeyle saldırdı bağırarak
Beynine yankılandı yüzüne değen tokat
Düştü yeniden / darpadan kalktı
Çıkıp gitti Kar’Üseyin
Hatçe hüngür hüngür ağladı...

Oysa böyle olsun istemiyordu
Tadı kekreleşti sevmenin dedi

Ertesi gün öğle sonu Keloğlan
Girdi topakevin kapısından
Hatçe’ye nasihat verdi
Ben de istemezdim dedi
Gümbür gümbür davulunan
Köylüye aş döke döke
Al duvaklar içinde
murad almak hakkın idi
Öyle iken böyle olmuş neyleyim
Kar’Üseyin ağamdır ya
Aklı ermez yol yordama
Olan olmuş / çaresi yok / neyleyek

O dedi Hatçe ağladı
Sonra da çekilip gitti
Vardı Kar’Üseyin’e
Herhalde yumşuyor dedi
Elbet alışır sonunda
Sen de biraz sabır eyle
Kayıl olacak bahtına

Sekizinci gün gelmedi
Kar’Üseyin
Gene gitti kel Mustafa
nasihat etti
İnar-ı fener olmuş acıdan ve açlıktan
Gerçi yemeğe başlamış
Kadınlar öyle söyledi

Ertesi gün Kar’Üseyin geldi oturdu
Önce saydı döktü yiğitliğini
Sonra ağalığını anlattı
Üç bin davarım var dedi
Üç bin adamım
Gel etme gayri Hatçe
Sarplara vurma beni
Sen iste dağları yıkayım
Sen dile köyleri yakayım

Dilerim yalanların boğar seni
Dört vatan hayını
ne zaman üç bin oldu
Zenginlik ağalık sana mı kaldı
Dilerim, toprak bile kabullenmez gövdeni
Hatçe böyle söyledi

Kar’Üseyin çıkıp gitti
Bindi atına dörtnala vurdu
Yitti ay altında

Bir Göğüs Yaylasına vardı
Bir Kartal Pınar’ına
Doma’dan harmanladı
Oluklu’dan dolaştı
Belce’de sabaha ulaştı
Orda uyudu bir vakit
Yeniden bindi atına
Tekne Çukuru’na vardı
Keçi Gölcüğü’nde at suladı
Dolaştı Emirdağ’ın tüm yaylalarını
On sekiz yaylaya nal vurdu geçti
--

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:43 PM

Ateş Çiçeği-03

Toprak düm düz
Acı bir boşluk kalmış
gidip dönmeyenlerin gittiği yolda
Çürüyüp dökülürcesine akan zamanda

Gülüşü - düşü tükenmiş insan
Tek kolu kopuk yolcu
Oturmuş damın duldasında
Yaşamın anlamını saklıyor gibi
oyulmuş sol gözünün yalağında
Trablusgarp’te kum
Sinek gibi kırılmış insanlar gördüm
Allahu Ekber Dağları’nda kar altında kalanlar
Düşmana mermi sıkmadan düşmüş yatanlar
Ne yürek kaldı bende ne düş
Yüz binlerce öldüm

On metre kar altında Sarıkamış Dağları’nda
Yan yana- koyun koyuna
sarmaşıp da yatmışlar uyurcasına
Gözleri açık kalmış
bir garip dalmış boşluğa
Dört ayağı üstünde donmuş beygirler
Varıp üzerine binesin gelir

Ve dahi bahar geldi eridi kar
Top arabaları çıktı ağaç tepelerinden
bir garip kuş gibi tünemiş
Dağ taş insan cılkı insan cesedi
Yel vurdu- sel taştı
Param parça / koka koka aktılar
Gün vurdu koktu dağ taş
O sulara sindi diye
İçmedi hiçbir mahlukat
Öyle bir koku ki
öte yanın beri gelir
Açlıktan- sıtmadan - ölümden beter

Ne yürek kaldı bende ne düş
Milyonlarca öldüm

Acı ki anlatılmaz bir şeydir ancak yaşanır
Acı ki mahlûkatlar içinde
Ona bir insan dayanır

Geri dönen on binler gibi
artık asla sevinmemek
üzülmemek üzere geri döndüm

Ve kalkıp yürüdü
Geri dönmeyenlerin gittiği yoldan
Kan damlayan bir suskunluk asılı kaldı havada
Kar'ağaçtan yontulmuş
düğnüğün ortasından sarkan nazarlık
Keklik yumurtasına ak dantele işlenmiş
Salkım saçak taneleri altın rengi üzerlik
Topakevin tavanından
ipin ucunda sallanan
bir demet sıtara çiçeği...

Mazlum- kuzu gözlerinde keder domurladı
Sıtara çiçeğinde kendini buldu Hatçe

Goncaları yıldız yıldız açılmış
büyümüş koptuktan sonra da
Kimse bilmez bu nasıl iş
Kopunca da ışkın sürer dal verir
Hatçe kendisini buldu sıtara çiçeğinde
Güzelliğin solsun dedi
Serpilip de gelişeme
Sana bakanlar kör olsun
Gözlerin önüne aksın da be Hatçe
bunca namussuzun yüzünü görme

Buğulanır yıldızlar yaslı gözlerde
Acı kokar yavşan otu gecede
Acı kokar cızlağan
Ötmesin üğü kuşları dert koyup derde
Delme kuzu ayrı düşmüş yanal koyundan
Yalnızlığı kurt sağnağı / oluru kesik
çözümsüz bin bilmecede

Bağrından hançerlenmiş tarihlerdir bu
Daha nice cellat eli
Hoyrat - harami keser
sıtara çiçeğini en yıldız yerinden
O dal sürer kesildikten sonra da
Açılır oylum oylum
Oy sıtara çiçeği
Bu onuncu gün
Sıtara çiçeği Hatçe
İlk kez dosdoğru baktı Kar’Üseyin’e
Ve konuştu ok gibi

İnsan dedikleri zulm eylemez mazluma
Daha murad almadan
Ben bir yetim parçasıyım
Er kişi dedikleri dünürcü salar
Sen beni istettin mi
Bire Kar’Üseyin
Saltanatın mazlum kanı
Ki ben kimsesiz biriyim
Yoksul Filiğ’in bir eli
Üç yüz atlıyınan basıp kaçtınız
Al duvak isterdim
dengim birine

Bire Kar’Üseyin
Dünürcü salardın erkeksen
Doğrudan yüzümü görmeden
Başka bir kız yok mu idi
Sen beni mi kurban seçtin
Al gayri işte
Al da kara başına çal gayrı işte

Kurdun pençesinde emlik kuzular gibi
Şimdi var geç ırzıma
Zorla çökersen başıma
Söz verdim kendi kendime
İp atar kıyarım canıma

On birinci gün konuştu Hatçe

Anamın şemenesiydim
Yoksul hanemizin yakışığı
Bana ayna tutup- işmar edenler
Vatan millet hakkı için
Kırım kırım kırıldılar cephede
geriye dönmediler
Sen ki uğrular uğrusu / uğursuz çapulcu
Koca koca kurtlar bile karıncaya el kaldırmaz
Gavur bile tevir tevir bazısı mazluma saldırmaz
Evlisin alem bilir daylak gibi karın var
Çocuğun var hanelerin ışığı
Hiç Allah’tan korkmadın mı
Bire Kara Üseyin benim suçum ne
Şimdi gel çök başıma ben de kıyayım canıma

Kar’Üseyin çıkıp bindi atına
Artık çatladı çatlayacak
Çatlarcasına sürdü kula tayını
Koca Belen’e nal vurdu / Tabaklar düzüne indi
Eskigömü üzerinden / Holuz’a doğru devrildi
Ulan dedi
dokuz çatal - otuz boğum oldu dert
Otuz tilki dolaştı kafasında
kuyrukları birbirine değmeden
Hatçe büyütmüş içinde / bir şifasız afat etmiş
O afatta kavrulur da savrulur
Üryan geçirir gönlünden
Aklı çıvası gelir
O ne endam- ah o ne
o ne meme- ne uyluk
Zibetli yaylada buldu kendini
Durdu çatlamak üzere kula tay
Vay anasına ulan dedi
Vay Kar’Üseyin vay!

On ikinci günün gece yarısı
Bir hışımla açıldı topakevin kapısı
Hatçe dirkeden attı
darpadan ayağa kalktı
Bana bak Hatçe Gelin
Bolalsın yerin göğün
Babası evine gitti
Karımı boşadım bu gün
Bin Güllü olsa boşarım
Ala demirin bıçağı
Gayri burnuma geldim
Şimdi başka sözüm yoktur / dök- düşün

İki gün hiç uğramadı Kar’Üseyin
Hatçe kaçmayı düşündü
Dedi- üç adım salmazlar
Kendini asmayı düşündü / can baldan tatlı
Bir ara acır gibi oldu Kar’Üseyin’e

Yiğide hakkını vermeli
İkinin biri gelir isterse / birin yarımı
Üstüne yok yakışık bahsinde
Kaç kız iç geçirir onu görünce
Ama bir yol her şeyden iğrenmiş Hatçe
Vakit on beşinci gün
Yel ince
Dağların üzerinden kürtük kürtük bulut ağdı
Ay balkıdı - süt döküldü ovaya
Dört bir yana - ışık yağdı
Korkunç ıssızlıkta karanlık hırsızdan yana
Bekleyiş diri diri mezar tadında

Gece ki
Düğnükte gıcım gıcım yayla yeli
Dörtnal bir at güpürtüsü titretti topakevi
Kapıdan Kar’Üseyin girdi
Durdu / bambaşka biri / taş- demir- tunç
Avını gözleyen bir şahindi gözleri
Duruşu korkunç / kandil alevinde
yalım kesilmiş yüzü

Avla avcı göz göze bakıştı bir an
Anlattı neyin nasıl olacağını
Haykırdı Hatçe
Duyulmamış bir canlıya aitti sesi
Yetiş kurban olayım anam

Avcı saldırdı avına
Av çırpındı kollarında
Öylesine bir direnç ki
şaşırdı avcı
çırpındı kurban
saldırdı avcı

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:43 PM

Ateş Çiçeği-04

Şalvarının uçkurunu koparttı yırttı çıkarttı
Yırttı çıkarttı güllü fistanını al köyneğini
Kaydı kurtuldu Hatçe / devrildi çırılçıplak
İçinde ne varsa korkulara dayanan
bütün setleri yıkıldı
Ay aylası bir dişilik fışkırdı
yuvarlanan kalçalarından
korkunç yakıcı bir pembelik
Avcının azgınlığı zaptolmaz bir delilikte
Ve diri memeleri yuvarlandı kurbanın
aklını aldı avcının
Kösnü çıldırtan çığlıklar aklını başında zay etti
Kar’Üseyin çıktı insan olmaktan
Baştan başa şaha kalkmış bir erkeklik kesildi
Yakaladı avını / elini ayağını
bağladı dört yanına topakevin
Hatçe’yi sımsıkı gerdi
Çığlıklar bir kamçı gibi
Soyundu bir solukta giysilerini
Ve yanaştı avına
Bütün hışmıyla diz gelip
Bütün hışmıyla yekindi
Geceyi bir sancı gibi yırttı kurbanın sesi
Bin renkli kilimin üstüne
bir de kan rengi eklendi
Soldu sıtara çiçeği...

Bütün arılıkları dünyanın
çıkartmaz kötülüğün kirini
İspirto rengiydi gece
Bedeninin altında bacakları köpek kesildi
Hatçe’nin ruhunu dalayacak yaşadıkça
Bir ölü soykası gibi taşıyacak
destan güzelliğini bundan sonra

Peri kızı Skylla bozkırlar ortasında
Filik kızı Hatçe oldu o gece
Kim bilir kaçıncı kez
Dirildi acının yazılmayan tarihinde
Bozkırda bir yerlerde...

İşte o gün ağladı Hatçe
Çiğillipınar’ca coştu
Yağdı kırkikindilerce
Yaşanmamış ergenliği içinde
setlerini yıktı taştı
Daha memeleri çıkmamış
Kızım deyi- er yüzüne bakmamış
Başına da al duvaklar vurunmadan
Eline de al kınalar yakınamadan
Kollarına gümüş cebe
Kulağına altın küpe
Duluğuna dulukbastı takınamadan
Çalgılar çaldıramadan
Okuntu saldıramadan
Yüreği mılcımış canı ezilmiş
Soyka çıkmış güzelliği
Gayrı kendi eti kendine düşman
Isırır Kar’Üseyin’in etine değen yerler
dalar tüm gövdesini
Kırılmış gökçegülün goncası
Allı turna yaralanmış uçamaz
Böyle görse aklını yer anası
Oturmuş bir utanç gibi
Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız
ırmağı kurumuş turaç gibi

Babasız büyümüş omuzu düşük
Doyamamış kokusuna anacığının
Ha yaşamış- ha ölmüş hiç mühimi yok
Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız

Bir amanı yerde bir amanı gökte
Aklına olmadık bir şeyler düşer
Pencerenin deliğinde ıtır çiçeği
Gayrı susuzluktan kurumuş mudur
Tentenesi garip kalmış sandıkta
Acep mor fistanını kimler giyecek
Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız

Avazı yayılır yayla yelinde
Duyanın içini oyar da oyar
Ağlaya ağlaya uyur Hatçe Kız
Uyanır ağlaya ağlaya

Gecenin bir yarısı
Alaçığın duldasında
Kıpırtısız dört beş insan
Yıldızlar cohcohlu parlıyor
Suskunluk utanca boğulmuş
Birisi konuştu ansızdan
Sesi yarısı yanmış ağalar gibi
Çok eski bir yarayı sır diye saklar gibi sesi
Dedi ki Arap cephesinde
kum ve ateş cehenneminde
Balkanlarda kan içinde
Allahuekber tipisinde
Çanakkale içinde bomba selinde
Hasılı tüm cephelerde savaştık

At bokunda arpa devşirmenin
Ve her ne sebeple olursa yenilmenin
öğünecek bir yanı yok

Kimisi kum altında kimi kar
Yeri yurdu belirsiz kaldı kalanlar...

Dünyada bozulmuş ordudan berbat
Ne bir hayvan- ne bir nebat...

Aylarca aç
Ve bilmediği ellerde
gidecek yersiz asker
Akıl almaz derecede korkak
Ama on adamı boğabilir tek başına

Hasılı çöl harbinde bozulduk
Döküldük yollara yayan yapıldak
Kimi sayrı- yaralanmış kimisi
Kimi su geçerken kimi donarak
Sinekler gibi öldük

Kalanlar ayak yalın- baş kabak
Hayvan gibi otları avurtlayarak
Bir deri- bir kemik Adana’ya döküldük...
Adana İstasyonu’ nda tren
Say ki bir kara umut
Üstü üste-alt alta yığıldık vagonlara
Kaçıp gitmiş makinistler
Arayıp-sürecek adamlar bulduk
Gördük ki kömür yok yola çıkacak
Baktık ki istasyonun dört bir yanı baraka
Söktük tahtaları kaydık kömür kazanına dehledik
İkinci istasyonda sonra da üçüncüde
Cümle uğrak yerlerinde ne kadar baraka varsa
yağmaladık da yaktık dehledik
Tüm memleketi dolaştık
Asker bindi - asker indi
Kimisi dağlara sindi
Kimisi sevk oldu başka cepheye

Nasıl dile dökülür onca acılar
Nasıl unutulur memlekette melûl- mahzun kalanlar
Kar altında- kum altında ölenler
Nasıl anlatılır mecalsiz- silahsız asker...
Ölsem de çıkmaz aklımdan
Tüm bunların hiç birisi
Gayrı bir de kuzular gibi meleyen
şu fukara kızın sesi

Adam usulca sustu
Orman usulca sustu
Ay usulca sustu
Hatçe susmuştu...

Çiğillipınar yaylasında alaçıklar
Bir fısıltı kesilmiş Hatçe
Düşmüş yellerin önüne
Önce Karacalar’a iner
Oradan ulaşır kendi köyüne
Derler ki Kar’ Üseyin
Zorla ilişmiş Hatçe’ye
İp atıp ölmeyi denemiş becerememiş
İlkin topakeve bağlamış
Bir gece- bir gündüz başına çökmüş
O çökmüş Hatçe bağırmış
Kar’ Üseyin dediğin eşkıya başı
Tutuvermiş kolundan kaldırmış dağa
Gece sekiz gündüz dokuz yıkmış altına...

Filik kadın hükümete şikayet etmiş
Aptil Ağa sulhçu gitmiş
Kel Mustafa olmaz demiş
Hatçe bizim gelinimiz

Hatçe’yi her yıktığı çalı dibine
Kar’ Üseyin üç taş dikmiş

...itmiş
...ditmiş
...şitmiş
...litmiş
...itmiş
...imiş
...mişmiş
...niş
şşşşşşş...

Bir fısıltı oldu Hatçe
Hüseyinin yanında dolaştı dağdan dağa...

Kayanın kuytusunda uyurken
Tam da kuşluk zamanı
Hatçe uyanıp da kaçmış
O sırada Hatun gelin yün yıkarmış su başında
Hatçe birden çıkıvermiş
Kar’ Üseyin peşimdedir sakın beni deme demiş
Dulukbastısından bir altın yolmuş
Hatun’a Anahor vermiş
Az sonra Kar’ Üseyin sorunca Hatun
başıma çöker sanıp söyleyivermiş
Ormanın içinde bir kovuğa sinmiş
Üseyin şirpeden bulmuş
Geçerken Hatun’un yanından
Altınımı geri ver kız zilli -demiş
Hatçe oturumu üstüne gelemeyince
Kar’ Üseyin dağdan inmiş

...itmiş
...ditmiş
...şitmiş
...litmiş
...itmiş
...imiş
...mişmiş
...niş
şşşşşşş...

Kel Mustafa usul usul konuştu
İnadından vaz geç Hatçe
Neylesek olanlar oldu
Sen de namlı bir atanın kızıydın
Allah bir gelinimizsin
Sen dile düğünler kuralım

Erkek seldir- kadın büvek
Azıcık da sen uyar ol
Abılalık düşer sana
Dile kutnu kumaş dile al duvak
Dananın oynaması kazıktan
Bu çetecilik de canıma yetti
Gir aklına Üseyin’in
Belayı kadayı savak
Cayıp bu işlerden varıp gidelim
Kurtulak kargıştan- yazıktan
Başka diyarlarda vatan çatalım
Paraysa para bizde / malsa mal gani
Kar’ Üseyin gecenin geç yarısı
Açıp girdi kapıyı lambayı yaktı
Dışardan Hatçe’nin çığlıkları duyuldu...

Ertesi gün konuştu Kel Mustafa
Haklısın dünyanın bütün dağları kadar
Çiğillipınar’ın akmasından çok
Sıtara çiçeğinin açması kadar
Gayri ne fayda

Gece yarısı girdi Kar’ Üseyin
İçerden çığlıklar duyuldu
Hatçe bir fısıltı oldu
Düştü yellerin önüne
Kel Mustafa konuştu
Memlekette büyük savaş olmakta
Her yanda kan yürümüş meşe selleri gibi
Dünyanın dört bucağında
askerler kırılmakta
Bizim asker yenilmez aslında
Açlık sürüleri- bit orduları
Açtırmıyor gözünü ki vuruşsun koçlar gibi
Kar’ Üseyin ağam bu gün
cepheye asker sevketti

Kar’ Üseyinin atlıları
Toz bulutlarından bellidir
Kimisi Çifteler’de kimisi Dişliköy’de
Daydallı’da- Çaykışla’da- Honam’da
Bazan birkaç kişi bazan ellidir

Varır dayanırlar varlının kapısına
Kar’ Üseyin adına vergi toplarlar
Kelep kelep altın gelir yığılır ortalığa
Mecidiye- reşadiye altınlar
dökülür Gelin’in ayağına
Ve yoksul hanelerde un uçar- kepek kaçar
Tarlalar tohumsuz ocaklar odunsuz kalmış
Gülüşler bile sap sarı
Bakışlarda geri dönmez yolcuların kanayışları
Ülkenin dört yanından kan çığlıkları
Ve başka bir karabasan düşman postalları....

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:43 PM

Ateş Çiçeği-05

Önce sapsarı kesildi gece
Sığır sidiği renginde / sonra safran
Ardından limon ve yumurta sarısı

Birden yeşil oldu her şey
Çimen yeşili- ardıç
Püren rengi / acı güveyik
çamaşır kili
üzerlik
Yeşil yeşil kanadı
bir ala geyik
Bir göz cacık cacık baktı
Ardından dudu yeşili
Kıpkırmızı bir kuş yardı
Ağulcu acı otunu
Gagası gece karası
Gözleri ap ak
Elinde kırık bir sıtara
Geldi de başına kondu Hatçe’nin
Kekme vurdu alnına
Uzaktan anasının ağlayan sesi geldi
kurum rengi bir ormanın içinde
yanık yanık ağıt eder oturur
Hatçe o yana seyirtti
Seyirttikçe uzaklaştı ormandan
Ağladı deliler gibi
Birden babasını gördü
demirkır bir at üstünde
Baba dedi
Bu kimin atı baba
Babası gülümsedi
baktı manalı manalı

Bu Tebelek gavurunun
O kuşu da ben saldım
başını keksin diye

Sonra at konuştu

Ben Kar’ Üseyin’in atıyım
Ben de havasım Hatçe’ye
Ben de gelip gireceğim koynuna

Babası gülmeğe başladı
Sonra da kişnemeğe
At güldü / babası kişnedi
Anası güldü
Kar’ Üseyin ağıt etti

Bağırarak uyandı Hatçe Gözleri yaş içinde
Karşısında Kar’ Üseyin bağdaş halinde
Mayıl mayıl bakıp durur
Hatçe ağlamağa durdu
O ağladı / Kar’ Üseyin baktı yüzüne
Bir yalvarış / çığlık çığlığa
Uzaktan bir horoz öttü

İçimi mılcıttın / canın mılcısın
Güzelliğim miydi cümle günahım
Al işte cılkımı çıkarttın

Sonra arkasını döndü eğdi başını
Sabah ezanı duyuldu
İki gölge gibi kalakaldılar
Şafak ışıdı dışarda / yayla ayazı çöktü
Çıkıp gitti Kar’ Üseyin
Oturduğu yerde uyudu Hatçe...

Küçük ilçenin sokaklarında
Ölü çıkmış evlerin hali
Kerpiç evlerin alnında güneş keder eğiriyor
Bir yerlerden ağıt sesi geliyor
Bir çocuk / çöpten bacaklı / çember çeviriyor
Neredeyse kemikleri görünecek yüzünün
Dam diplerinde yaşlılar
Işıksız gözlerinde acıya bağdaş kurmuş
Uğursuz bir kıtlık yeli esiyor

Karşı mahallede kavgalaşan kadınlar
Güllü kakınç kakıyor
Satı oynuyor
Satı bağırıyor
Güllü oynuyor

Küçük ilçenin sokaklarında
Kasalak ağa evleri
Önü salındırma kuyulu
sırtları kavi

Bir de ellik gavurları
Demirci- kalaycı- rakıcı- arabacı
sair meslek erbapları
Bir elleri yağda- diğeri balda
Yüzleri güleç mi güleç
Tüm bunların arasından
Al kutnu sayasının içinde
boynu eğik
Geçip gider Filik kadın
Bu kaçıncı gelişin Bayraklı Kapıya
Kaçıncı ağlayıp yalvarması

Kızımı alıp kaçtı eşkıya
Kör tırnaklarınıza kurban olayım
Varın alın cerenimi çapulculardan
Ben garip bir kadınım kimsiz- kimsesiz

Tamam abıla dediler
Sen git çaresine bakarız
Bütün dünyalara küsmüş
Yürüdü istenci yıkık boynu bükülmüş
Suvermez’e doğru yaya yapıldak

Rahmetli kocası del’izzet
Heybetli bir adam idi
Udlu- küşümlüydü insan içinde
Hey gidi Deli İzzet hey gidi
Derdi ki kurt- kuş börtü- böcek
Onca hayvan içinde en şereflisi biziz
en şerefsizi
Katili- hırsızı- yüreklisi- yüreksizi
hey gidi - hey hey gidi
Ne harplere girmiş- belalar görmüş
Tarlaysa - evirmiş araziyi
Ekecek tohum yok ki

Derler ki Del’ İzzet’in ala bir kısrağı vardı
Sıkıştığı zamanlar da yol keser
ellik gavuru soyardı
İzzet daha tıfıl iken
Pörnek’te şaki Dimitri
Gelenin- geçenin yolunu keser
Soyardı deveyi- katırı
İnsan oğlu çiy süt emmiş
Korkudan sayar hatırı
Gözleriyle görmüş İzzet
Yalvarmış kervancılar
Demişler Dimitri gardaş merhamet et
amanı- imanı bilin mi
Karıncanın ocağına kuş bile konmaz
Ellik gavurundan eşkıya olmaz
Kimisi de dedi bu gavur değil
Türk’ün içinden tutması / adını saklıyor
Kimisi / niye saklasın
Gavurun köpoğlu köpeği
Kimisi öyle dedi - kimisi böyle dedi
Dimitri eşkıya / ne gavur ne müslüman
Dediler zaptiye baskın eylemiş
kuruşunu yemiş

İlçede hanayı var
şu Tebelek gavurunun
Pörnek’te akan çayı var
suyunda değirmeni var
Del’ İzzet önünü kesti ekizce’nin berisinde
Tebelek gavurunun atı yeğindi
Dizginleri salıverdi aktı bozkırın göğsünde
İzzet’in cılız atı erişemez ki
Avını kaçırmış bir avcı gibi ağlarcasına söylendi

Len zalım Osmanlı dedi
Yazıklar olsun sana
Gavuruna şahan atlar verirsin
Sıskası kalır müslümanına

İsmail’den olma / Hapılı’dan doğma
Beş bacının bir goncası
En kibarı en incesi
Deli İzzet’in karısı
Oturdu taşın dibine
kocadım gayrı dedi
Neredesin Del’ İzzet’im gel geri
Uzak cephelerden gelmiş
Altında ala beygiri
adına Del’ İzzet denmiş
Ortalık kaçak kaynıyor
Kaç kadın kurtardı başına çökülmekten
Kimi selinti toplarken
kimisi cacık kazarken

Kişifleyip kıstıran kaç çapulcu yakaladı

Ellerini urganlara bağlayıp
Dolaştırdı sokak sokak- köy köy
Attığı dayakları seyre çıktılar
Tilki tövbesine çekti çoğunu

Sığmadı dağa- taşa Del’ İzzet’in yüreği
Cem- i cümle cephedeyken
Ar etti kendisine buralarda beklemeyi
En sonunda çekip gitti ala kısrağın sırtında
Bir daha geri dönmedi

Arta kalanına biçilen yazgı
acı bir ağıt üstünde
Adı bilinmez bir yerden
Şehitlik haberin verdiler
sarı bir kağıt üstünde...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:44 PM

Ateş Çiçeği-06

Ardıcın başına bir kartal kondu
Gagası alev rengi / pençeleri kınalı
Vahşisarı gözleri hançer keskini
İki kilim gibi gerdi kanatlarını
Bir çift dev yalım gibi aşağı- yukarı ığraladı
Gösterdi bin bir nakışını
Sonra kaşıdı gagasıyla koltuk altını
Hatçe’ye çevirdi
kor kesmiş bakışlarını
Uzaktan çan sesleri
Büyük hardal
Armudiye
Koyun curası
Zil
Sürünün önünde bir kiraz kuzusu
Tüyü kıvır kıvır
alnı çakal
Sürünün ardı sıra Kar’ Üseyin
Ha bire kaval çalar...
Kartal kiraz kuzuya baktı
Dal sarktı
kartal kalktı
aktı
Cırnağını yağırnısına taktı
Kar’ Üseyin habire kaval çalar
Kavalından kan aktı

Dışardan adam sesleri geldi
Hatçe uyandı
Fırladı dışarı
Baskın var sandı

Adamlar sustu
Bir garip süzdüler Hatçe’yi

Süzdüler
ılgıt ılgıt yürek yağı eriten
cihana nam veren güzelliği

Bir kadın
Gel bacım dedi
Topakev sökülecek
Karacalar’a göçülecek

Yürüdü kadının ardından
Pınarın dibine oturdular
Sonra Kel Mustafa geldi atıyla
Kucağına düvele kavunu
Çömelip kesmeğe oturdu
Bir dilim yedi
Bir dilim Hatçe’ye sundu

Öğle ezanıyla köye varıldı
Kimisi dam başından kimisi pencereden
Köylüler seyre çıktı
Gene çiyansı bir dokunuş gibi
Mılcımış yüreğinde duyarak
insan gözlerini
Kendi derinlerine çekildi
Ve tiksindi her şeyden bir kez daha
Her şeye küsmeğe yeniden karar verdi...

O gece Kar’ Üseyin daha bir yakışıklı
Girdi Hatçe’nin koynuna
Soyup giysisini üryan bıraktı
Kurban hiç kıpırdanmadı
Ve aygır at gibi
Doludizgin sevişti eşkiyabaşı
Sonra da çekip gitti

O öylece kaldı yatağın üzerinde
Sımsıkı gözlerini açmağa utanarak
Ve and içti kendine
Bundan gayrı hiçbir şey gönlüyle olmayacak

Ertesi gün gene geldi Kar’ Üseyin
Kurbanını kucakladı soydu yatırdı
Ve sabaha karşı Hatçe
Hiç bilmediği bir zevkin
ilk kez ayrımına vardı...
Ertesi gün aynı tadı
Daha bir derinden aldı
Acı bir zevkten ağladı
Kar’ Üseyin çıkıp gittikten sonra

Vuruverdi başını taş duvarlara
Dizlerini dövüp- saçını yoldu

Demek böyle bir köpekten hazzetmek
Benimkisi kahpelik
Ne demek keyfe gelmek

Sonraki gün sürgüledi kapıyı
Gece gelip kırıp açtı Kar’ Üseyin

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:44 PM

Ateş Çiçeği-07

Köseden köse kısadan kısa
Taş altında kalan arpa
ayaz çalmış buğday gibi büyüyememiş
Öyle kızıl kıvrım
Öyle çalgın
Adı Kemiş

Üzerlik suyuyla yıkar saçını
Ne savaş umrunda ne gidip dönmeyenler
Kızlara baygınlık geçirir
Ama ille de gelinler
Dünyanın tüm türkülerini ezberlemiş
Her taşın altından çıkar
Adı Kemiş

Düğünlere baş köçeği
Şafakları kulak diker Kar’ Üseyin çetesi
bu gün neylemiş
Nerede kim türemiş
nasıl nam vermiş
Velhasıl adı Kemiş
Her gün başka bir ucar
Bu gün devecileri soymuşlar
Yalvarmış kervancıbaşı
Diz gelip aman dilemiş
Bu gün Honam yörükleri
Evveli gün
Kayıştaşak
Damracılı
Boynugıllı köyleri
Kulunuz olalım kıymayın demiş
Kar’ Üseyin vergi kesmiş
Kel Mustafa adam vurmuş

Bir de Kör Durmuş...
Dinler de coşa gelir
Adı Kemiş

Karacalar sokaklarında çocuklar
Çığlık çığlığa bağırıştılar
Zaptiyeyi yalvartanların içinde
Vallahi Kemiş Efe de var

Yüzbaşıya dayak atmış
Kemiş Efe de var ımış
Çifteler zenginine
bir tekme vurmuş
Biri Kar’ Üseyin
Biri Keloğlan
Kör Durmuş
Ellik gavuru Petiri
Kemiş Efe de var ımış

Köylüler dona kaldı
Şaşkınlık dolaştı yüzlerde
Ne güleceklerini bildiler
Ne diyeceklerini
Kimisi seyirtti çocukların üstüne
Ulan bu nasıl laf böyle
Kim öğretti size böyle

Çocuklar bağrışıp kaçtı
Kepenek altında er yatar ımış
Kemiş Efe de var ımış

Ortalık durgunlaştı
Gülüp geçtiler
Devresi gün kapıları çığlıklarla açtılar
Çocuklar kuş gibi çığrıştılar

Ondan hökümet bile korkar ımış
Çeteler bir köy basmış Çöl Ovası’nda
Kemiş Efe de var ımış

Sonunda konuştu bir çocuk anasına
Sakın kimseye söyleme
Kemiş Emmi hepimizi topladı
Çıkarıp birer birer para dağıttı
Dedi amanın çocuklar
amanı bilir misiniz
Çıkıp bağırın sokaklara
nam olsun Karacalar’a
kemiş Efe de var ımış desinler

Uzun zamandan beri
gülmeyi unutan yüzler
Kemiş Efe’ye güldüler

(Aradan doksan yıl geçti
Gülünesi olaylarda
Kemiş Efe de varmış dediler)

Mayın patlar gibi patladı haber
Düştü duman gibi yerlere yayıldı

Kar’ Üseyin’in evini
zaptiye basmış
Çetesi Üğü Kayasındaymış
Hatçe’yi almışlar elinden
Kendisi yarıp kaçmış
Getirip Filiğe teslim etmişler
Görün Yeşil Hatçe nasıl da solmuş
Kurumuş bedeni- bed çehre olmuş

Filiğ’in azıcık udu küşümü olsa
Papaz Aptil Kadir’e yalvarıcı varmazdı
Elden günden utansa zaptiyeyi salmazdı
Mılcımış kızını geri almazdı

Sarı saman sardırmışlar beline
Kötü kader kara yazmış
Kar’ Üseyin dediğin ayının teki
Kız oturum üstüne oturamazmış

Karacalar Köprüsü’nün orada
Çınlayan ayaz
Duvar duldalarına
Sinlenmiş kalabalık
Çeltelerde gıcım gıcım cankesen poyraz
İnce bir kar altında can alıcı kesmiş dağlar
Bacalarda duman tütmez odunsuz
Mart kapıdan baktırır
Ekmek atlı- insan yaya
Un uçar- kepek kaçar
Ve korkunç güzel bir düş gibi
Dumanlı dağların ardında bahar
Bir zulüm izi gibi çökmüş yüzlere
Uzak cephelerde kar altında kalanlar
Bulanık havadan gün ummak gibi
Bir umut bekler olmuş ölgün bakışlar

Karşıdan atlılar belirdi
Kar’ Üseyin- Kel Mustafa- Kör Durmuş
Kalabalık ösürgelendi
Atlılar gelip durdu
Bıyıkları buz tutmuş
Ayakları dolaklı
Sırtlarında kürkleri
Kafaları şayaklı

Selam verdi Kar’ Üseyin
aldılar
Bir süre suskunluk çöktü
Aç açlığına yansın
Cıbır çıplaklığına
Dam dibinde birikip
Onu bunu koğulamak ayıptır
Benden selam edin Filik kadına
İstersem yeniden kaçırırım kızını
Yedi düvel gelse engel olamaz
Filik Kadın rahat olsun
Hatçe evinde otursun
kaçırmıyorum
Kaçırırsam şu bıyıklar ayıp olsun
Fakat kimseye varamaz ben yaşadıkça
Alsın hangi baba yiğit alacaksa

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:44 PM

Ateş Çiçeği-08

Ah Del' İzzet
Dön de gel
Öldüysen diril de gel
Ala beygirin üstünde
Kasal da gel- kurul da gel
dedi Safiye Teyzesi
gözlerinden on on döktü

Kimlere darılsın gelsin
Nesine kurulsun gelsin
Namusunu on paralık ettiler
Hatçe'sine sarılsın /gelsin
dedi Çatallı Teyzesi
gözlerinden seller aktı
Babası gelmezse gelmesin
Altınımız pul oldu
Gelip gözleri görmesin
Körpecik kızımız dul oldu
dedi Eşe Teyzesi
Hatçe'nin bağrını yaktı
Çapulcu konar üstüne
Esas yiğitlerden geri kalanın
Varıp ırzıyla oynarlar
Boynu buruk- dalı kırık olanın
dedi Fadime Teyzesi
sesi yürekleri söktü
Ağladı Filik kadın
Ağladı kanadı kırık Hatçesi
Haberler geliyor uzak cephelerden
Memleket paylaşılıyor
Bir yerlerde şehirler yanıyor
Açlık orduları dolaşıyor dağlarda
Sırtları bit kıvıldıyor
Gavurun soluğu ensemizde
Bir ocağın bir umudu olanlar
Yüreklerde ağıt olup yandılar
Köpekler uludu aç sokaklarda
Boşalmış hanelerde öttü baykuşlar
Zaman kan gibi aktı
Katmerledi acıyı başka acılar
Gülmeyi unuttular
Zaman sancı gibi aktı
Uykusuz koyarak *******i
Eridi kar
Dağlar masmavi baktı
Bahar söyledi yayla yeli
Titredi sinesi tohumsuz kalan toprak
Gür ekinlerin yerinde
kangal dikeni yeşerdi
Zaman avcı gibi aktı / insan av
Sağnaklar boşuna indi nadasa
Boşa gitti tarlada tav

Korkuda ve yoklukta kürnemiş kalabalık
Çalmaya- savaşmaya- teslim olmaya hazır
Canı derdine düşmüş çaresizlikten
Hatçe'nin yaresini unuttular

Su yolunda görenler laf çarptılar
Gittin de gürleyi gürleyi
Şimdi geldin oturursun
Neyin varsa zay olmuş

Utanmadan el içine çıkıyor
Çeşmenin başında esvap yıkıyor
Kendini el değmemiş çiçek sanıyor
Neyine kurulursun Filiğ'in kızı
Hatçe ağladı da sustu
Çıkmadı evden dışarı
Yüklük odasına pustu
Bir telaş sardı Filiğ'i
Sokağa çıktı bağırdı
Sövdü- saydı- kargış etti

Derler ki Aziziye'ye gitti
Papaz Aptil'in yanına
Aptil Ağam kurban olam yoluna
Ocağına düştüm / hal böyle böyle
Git Kar' Üseyin'e söyle

Aptil Kadir Ağa bindi atına
Yanında adamları / vardı Karacalar'a
Üğü Kayası'nda boru çaldı Kör Durmuş
Kara Hüseyin'e haber ettiler

Dedi- Aptil Ağa beni hiç sevmez
Adama boşuna papaz demezler
Korkacak falan değilim
Var çekin atımı gidelim

Hac'Ahmet Ağa'nın evinde buluştular
Aptil Ağa ağır adam
Varlıksa varlık onda
Tarlaysa tarla- ağalıksa ağalık
El etse hökümet ayağa kalkar
Kapısında yüz köpek beslenir
Göz kırpsa adam vururlar

Gel benim deli oğlum Hüseyin dedi
Kocaman kafasında şinik gibiydi fesi
Taslak suratında keder

Sen burada eşkiyalık edersin
Haberin var mı ola memleket gitti gider
Ordumuz yenildi tüm cephelerde

Sustu / dalıp gitti derine
O ara kahve verdiler

Ben buraya bunun için gelmedim
Elin körpe kızını zay edip attın

Atmadım Aptil Emmi
Helallığına aldım
Kaçırmak benden mi adet
Kancıkladı zaptiyeler

Durdu
Çevresine baktı
Çıkın len dışarı
Çıktı içerdekiler

Kader buymuş Aptil Emmi
Sen beni sevmezsin emme
Doğru düzgün ordu olsa
Sonra ben değmem yoksula
Varlı olanı soyarım
Gavur şurdan çıkıp gelse
Ben de kellemi koyarım
Filik kızına gelince...
Sözünü kesti Aptil Ağa
Bak hey benim Deli Oğlum
Filiğin kocası yiğit adamdı
Sana yakışmazdı alıp kaçırmak
Gelin sizi sulh edeyim
Allah'ın emrince evlenin

Tamam Aptil Emmi / dedi sevinçle
Çetecilikten de vaz geç
Oturaklı bir adam ol

Şimdi vatan savunmanın vaktidir
Gittiğin yanlış bir yol
Yedi düvel bağrımıza süngü dayamış

Anlattı Aptil Ağa
Dinledi Kar' Üseyin

Filiğin kapısına atlılar geldi akşamleyin
Oturup konuştular
Ağız tadı / kutu kutu lokum koydular

O günün çocukları anlatırlar ki
Aziziye'de tevir tevir donattılar Hatçe'yi
İpek keme entari / meydani
Al- yeşil- mor kadife sayalar
Livali ayakkabı / Trablus kuşak
Başına da yapraklı maşallah
Bacağına püsküllü top şalvar
Hatçe'yi donattılar
Karacalar Köyü'ne düğün kurdular
Dört gece- dört gündüz çalgı çaldı aptallar
Doymadık aç kalmadı
Ağalar- beyler indi yaylı arabalarla
ve hükümet adamaları
Rakıcı Anton'dan yük yük rakı taşındı
Seyirlik çıkarıp- kaşık kırdılar
Uzak cepheleri
Ve Kar' Üseyin'in sicilini unuttular

Gönülsüz gelin oldu Hatçe kız
Gönülsüz güldü oynadı
Gelin giderken ağladı
Gerdeğe girdiler hiç konuşmadan
Yattılar- kalktılar
Hiçbir dağ yoktu
Hiçbir yol hiçbir ırmak
Hatçe'nin içindeki küslük kadar....

Kaç gün geçti aradan
Aylar aktı sular gibi
İki baş yastığa geldi
Dem oldu Hatçe Gelin
Kar' Üseyinden zevklendi

Başını duvarlara vurdu yalnız kalınca
Dövdü bağrını
Gün oldu
dizme dizme cebe taktı koluna
Aş pişirdi / sofra kurdu...
Kar' Üseyin hanesi bu
Al atlı iner- kır atlı biner
Unutuldu verilen söz Aptil Ağa'ya
Çeteciliğe devam ettiler

Yedi iklim- dört bucaktan kara haberler
Dediler Kar' Üseyin cepheye asker sevk eder
Kıtlık hışım gibi zaptetmiş ortalığı
Onun hanesinde yokluk ne gezer...

******* devrildi günler dürüldü
Bazan tek adam kalmadı ortalıkta
An geldi bin bir ayak bir ayağa derildi

Köyler mezarlığa döndü
Kuş pisliği sıvandı kapılar
Cephede kalanlardan arta kalanlar
kıranda- kıtlıkta talanlandılar
Dağlar dolusu kaçak
çift süren kadınlara saldırdılar
Umut ateşleri söndü...

Bir asker kaçağı anlatıyordu
Neylesek fayda vermedi / yenildi ordu
Yediğimiz otlar ağudan acı
Ağzımın yarası- yüzlerimizin şişi
Bir iğdelik bulduk bilmem nerede
Günlerce iğde yedik tam sekiz kişi
Üçü öldü sonra / geriye kalan beşi
İğdenin unları durmaz midede
İsraf olmasın diye yuttuk çekirdekleri...

Yaralı bir asker anlatıyordu
Yaralı bir ata saldırıverdik
Hiç birimiz pişirmedik
Herkes çiy çiy yapıştı bir yerine
Say ki birer aç köpektik
Ne damarlarımızda kan kalmış
ne de dizimizde derman
Herkes kaptı bir yanını koparttı
Bana ise çavı kaldı
On kişi koştu peşimden
Kapıp paypança ettiler
Dinleyenler acı acı güldüler
Anlatan ağlıyordu...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:44 PM

Ateş Çiçeği-09

Aziziye sokaklarında
Bir kıran yeli gibi eserken zaman
Bir bedenin kolları / bir ağacın dalları gibi
Kardeşçe yaşardı ellik gavuruyla müslüman
Halince koydun muydu insanoğlunu
dünya bahçesinde çiçekleşirdi
Minarelerde ezan / Kiliselerde çan
Anton Dayı rakıcıydı
Gevork süpürge satardı
Kutnu- kumaşçıydı Arşıncı Artin
Kalaycı Diren -Duvarcı Yanko
Haşhaş simsarı Karabit
Dimitri -Sarımsak
Avran –Aliko
Nalbantı- kalaycısı
Cümle meslek erbabı
ellik gavurundandı

Duaları ve türküleri
Türkçe’nin hesapsız renginden
Tabandan oynarlardı düğünlerde
aynı çalgının ahenginden

Yokluydu Türkmen oğlu
Varlıydı Ellik Gavuru

Uzak cephelerden
Sarı sarı kağıtlarda künyeler

Sokaklarda bozulayan yaşlılar
Bir uçta bir uca ağıt edenler
Her sabah kulaklar kirişte
Uğursuz haberler heyiklenirdi
Derler ki gizli boğaya gelen
eşkare kuzular

Petiri ilk önce haydıncı bilinirdi
Katırlara yük vurunup
dolaşır civar köylerde
Bir görünür- bir yiterdi
Arasan bulamazsın
Bekleyince gelmezdi
Olmadık yerde biterdi
Tuz- kil-arılık satardı ilkin
Bağırırdı kadınlara
Eyisi kiliiin / Eyisi kilin

Kızarlar- bağırırlar
Gene de sevilirdi

Dediler ki Aziziye Sokaklarında
Ulan bu Petiri gavuru
adamıymış Kar' Üseyin'in
Hem erzak taşırmış Dişkaya'ya
Hem de laf

Bazıları dudak büktü
Memlekette adam mı yok
hırsız- hayın ve gammaz
Hadiyin oradan ulan
Ellik gavurundan eşkıya olmaz

Laf enikleyip çoğaldı
Kulaktan kulağa aktı
Ellik Gavuru Petiri buz gibi şaki çıktı

Varıp haraç aldı ağadan beyden
Üseyin Ağa'sından selam iletip
Apaçık taşıdı erzağını
Kimseler açamadı ağzını
Akşamın alacakaranlığında
Petiri katıra binmiş
Aptil Ağa at sırtında yamaçlaştılar
Selam verip geçecek oldu
Durdurdu Aptil Ağa
Bana bak Petiri dedi
Köpek takke giymeyi bilmez
tingildedi mi düşürür
Ellik gavurundan eşkıya olmaz
Vaz geç bu işlerden gayri
Üç günlük seyissin
beş günlük at boku eşeleme

Ben erzak satarım emmi
Hem de kim alırsa ona

Sinirlendi Aptil Ağa
Hele bir bakın şuna
On paralık köpek taşağı enersin
Bir mecitlik arılıkla elin yunarsın
Vebalı- ziyanı boynuna
Biz biliriz ne eylersin

Sürdü atını ileri
Ardından baktı Petiri
Seyredenler duydular
Ben Kar' Üseyin'den yanayım
Kellem bile gitse dedi....

Söylenir ki/ buralarda bir zaman
sular tevatür akardı
Ağustos orağı kızartırdı tarlada
Zemheri can yağmalardı
Kör kalan ocakların dumanı tütmez
Çıkmadık candan umut kesilmez
İnsan çığlık çığlığa aç
Muhanetin kapısı aman bilmezdi
Cümle savaşlarda oğul bırakmış
Eşkıya talanında gitmiş ekmeği
Ağalar insafa gelmezdi
Kervanlar geçerdi
Bilinmez bir yerlerden tuz
kil ve kutnu- kumaş
buğday ve haber götürürdü
bilinmez başka yerlere

Bazan sıçankıran kördumanlardan
Bazan kervankıran ayazdan
Sıyrılıp gelirdi Türkmen savranlar
Giderek kötü haberler getirdiler
Giderek yol kesti haramiler
Gelemediler

Önce bebeler öldü
babası cephede olan
Sonra yaşlılar
kara zemherilerden çıkamadılar
Söylenir
Kal ü bela'dan beri
Sözü kerpiç kerpiç ören ağıtçılar
Ölenin kendini bile ağlatırdılar
Gün oldu sustular
Diyecek söz bulamadılar

Yabanıl bir korkuda
yalnızca beklediler
Attan- itten ucuz insan
Gene de
Allah devlete zeval vermesin
dediler...











Yüce yaylalardan ben geçemiyom
Doldurma sevdiğim ben içemiyom
Sevi dedikleri bir yeşil ipek
Dolaşmış sevdiğim ben açamıyom

Bir Suvermez Köyü türküsünden






Akşam inmiş gül pembesi
yeşil çimen üstüne
Böcek cikilemeleri kaplamış dağı
Bülbül aman eder keder üstüne
Gökyüzü yıldız sağnağı
Küskün yürür tozlu yolda dor' atı
İçlenir Kar' Üseyin demir yüreği hamur
Bir kanadı kırık gibi boynu burulmuş
Süngüsü düşük düşük bakar gözleri
Vursalar ses çıkarmaz
Kesseler aman demez
öyle bir duygu

Topakevin kapısında Hatçe'si
Çimenler içinde ayrıksı bir gül
Yıldızların arasında ay gibi
Nice hapis damlarını yardım da kaçtım
Dizlilere diz çöktürdüm
Başlılara baş büktürdüm
Nam eyledim yiğitlikte
hükümdar oldum dağlara
Sana gönül düşürdüm
şu ölümlü dünyada...
Sustu
Set çekilmiş su gibi
Soluğu körükleşti
İçin için birikti
Kar' Üseyin kara dağ
Sıtara çiçeği Hatçe'nin
önü sıra diz geldi
Yıkıldı büvetleri
Gözlerinden seller gitti

Ve Sıtara çiçeği
Tüm ihtişamıyla geceyi gördü
Yıldız tarlalarının
cikileyen ormanların coşkusu
gözlerinden yüreğine doluştu
Yel yaladı yanağını
Kekik kokularını duydu...

Delidir devranın kaba yelleri
Ömrümüzün çeçi savrulur gider
Dişin- tırnak topladığın ne varsa
Zamanın önünde devrilir gider

Hani nerede nam yürütmüş insanlar
Baki mi kalacak bizden kalanlar
Harcı kan saraylar- görkemli hanlar
Gün gelir tersine çevrilir gider

Hazanda gör yeşil biten otları
Bir deli yel eser eritir karı
Örnek alsan dağdan inen suları
İner düz ovaya kıvrılır gider

Ne kalır geriye geçip gidenden
Can çeker acıyı çökerir beden
Bir insan var/ birbirine zulm eden
Ömür farir - yürek kavrulur gider.

Aylı ******* devrildi
yalnızlığın yarlarından
Aydınlık günler çevrildi
Bir deli inilti kaldı geride
yanık yellerde savrulan
Ağlaya ağlaya açan gül gibi
Sabıkası saydı güzelliğini
Bu hangi Hatçe
kaçıncı eşkıya ganimeti
kanar en yeşil dalından
Bu kaçıncı hatçe onuru yağmalanmış
insanlığı dalanmış kaçıncı kurban
Seçimi olmayan kara yazgıyı
kurban gibi yaşayan

Zemheriler esti dağlarda / kurtlar uludu
Atlılar-yayalar geldi karlı yollardan
Gözlerinde taşıyarak kahredilmiş bir umudu
Ateşten sözlerle konuştular
parçalanan bir vatandan
ve yenilmiş ordulardan...
Bakışları bakışlara
Tarlaya tohum saçarcasına ekti hüzünü
Hiçbir ölüm haberi yaşadıklarından daha çok
üzemezdi Hatçe'yi
Hiçbir sevinç güldürmezdi yüzünü
Saya giydi ipekliden / dizim dizim altın taktı
Yumuş tuttu- heyket etti
Yeniden karışmak için yaşama
Kızdı- yerindi- öğündü
Güldü herkesle birlikte
Ağladı cepheden gelen haberlere
Hepisi de boşa gitti
Yaptığı yaşıyor gibi yapmaktı
Acemi oyuncu gibi yaşadı
Kim bilir kaçıncı Hatçe'ydi
Aylar aylara devrildi / yıla çevrildi....
Bazan geriye dönerdi bol yıldızlı *******de
ağaç gölgesinde / duvar dibinde
Geçmişine saplanırdı gözleri

Çiğillipınar'ın orada
Ana kız suya giderken
Çobanlar kaval çalar
hey gidi günler
Yakışıklı erkeklerin
kimisi ayna tutar kimisi türkü söylerdi

Ana- kız suya giderken
Hatçe kız ana dedi
Şu Aziziye toprağında
Bizden yoylu
Bizden güzel var mı
Güldü de anası Filik
Bir türkü söyleyiverdi

Caminin önünden görünür mezar
Bilmiyom ısıtma bilmiyom nazar
Anası kızından ilvanlı gezer
İlvanlı kadının kızına yandım

Zalim zemheriler tükendi
ince baharların kucağında
Kurt ulumaları dinledi
sarı ayazların çığlıklarında
Kuzuların bebeksi meleyişleri
kanattı içindeki masum şeyleri

Kanadı yüreğinde kaval sesleri
Davar çanlarını sevdi
Dualar mırıldandı sabah ezanlarında
Gün geldi / vaz geçti
Eskiler söylerdi ki
Bir yiğit de bir güzeli sevince
Bazan su yolunda - bazan tarlada
İlkin ayna tutar - işmar ederdi
Yüreği sevdadan kavrulasıya
Dağlara- taşlara savrulasıya
kız yüzüne gülmez imiş

Ne babasının çatal topakevleri
Davarı- devesi- parası- pulu
Ne de fidan boyu kâr etmez imiş
Gün olup dolup taşacak
El alem içinde türkü yakacak
*******ce söyleyecek
Cümle oba dinleyecek

Kızdan gönül almak için
türküler yakmak gerek
Sevi bilmez sayılırmış
türkü yakamayan yürek
Ki sonra havas olunur
ayna- mendil salınır / dünür varılır
Babası vermezse kaçılır imiş

Obalar türkü bahçesi olmuş bu sebep
Sevi bilmez imiş türküsüz yürek

Gün gelip başlık parası
aç köpekler gibi saldırmış
sevilere
İcat olununca böylesine yoksulluk
Varsıllar basıvermiş parayı
babalar kesmiş sözü
kızları satmış
Sevenlerin boynu buruk
kanadı kırık
Yürekler dalından kopmuş
O gün bu gün
Türkü yakabilen yanık yürekler
Yavuklusu yad koynuna girenler
“Gelin.. gelin..”

diye hasret söylerler

Yanar türküsüz ömrüne bu güzellikle
Kim bilir kaçıncı Hatçe

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:44 PM

Ateş Çiçeği-10

Aylar yıllara devrildi
Kar' Üseyin'in koynuna
Bir kez gönüllü girmedi
Gözünün çiçeğine bakmadı yüreğiyle
Bir kez sıdk ile gülmedi...

Gebe kaldı- sevinmedi
Sancılandı bağırmadı
Bebesinin adını Belkız koydular
Canının yongası saydı
Ciğerinin bir parçası
Bir onu severken güldü gönülden
Sırrını bir ona açtı

Günleri- ayları savurdu zaman
bitmez bir kırımın devranlarında
Uzaklara gidenlerden
kara muştular geldi
Ağaç ayaklı gaziler
Çökük yüzlerinde yitirilmiş zaferlerin küslüğü
Tam gidip- yarım geldiler
ağıt acısı bakışlar
Açlığa- kıtlığa sığındılar
Ayakları yalın / sırtları üryan
Çocuklar ve yaşlılar
Ekmek atlı- insan yaya
Un uçar- kepek kaçar...

Anlatırlar ki:
Ayağına varmış koskoca Aptil Ağa
Altına döşek serip
Eline kahve vermişler
Almış karşısına Kar' Üseyin'i
Memleketin ahvalini
bir bir anlatıp
Sonunda söylemiş ki:

Bak oğlum
sonu yok bu şakiliğin
Milli Kuvvetlere gel sen de katıl
Osmanlı- mosmanlı kalmadı
Memleket iki başlı
Arada kaynar sicilin
Gel teslim ol/ tam vaktidir
Vazife seni bekliyor
Vatan ki anadır
elinden ekmek yeyip- suyun içtiğin
İnsan anasını gavura teslim etmez
Gel teslim ol Kar' Üseyin
Bu devran böylece gitmez

Koyunun kaval dinlediği gibi
dinledi Kar' Üseyin
Bir şey demedi.

Bak oğlum Kar' Üseyin
bende sana söylemesi
Dök- düşün- yolunu seç
Gelmezsem belalar gelir başına
Gayrı bu işlerden vaz geç
Sonra da bindi atına
Düştü Aziziye yoluna
Üğü Kayasına doğru
saklı bir öfkeyle baktı giderken
Atını hırsla sürdü
Üseyin o düşman bakışı gördü...

Uzakta / tül gibi / belli belirsiz
Daha ışımadan Emir Dağı
Uykulara iniverdi kurşun sağnağı
Kör Durmuş borusuna davrandı
Çeteler can havliyle toparlandı
Çatışma kızıştı sabah ezanı
Karacalar Köyü
baskın var sandı
Belce Tepesinin omuzbaşında
Hesapsız mermi yandı
Eşkiyanın gözü kara

O saat bir yerlerde
Yabancı potin nalçaları
Babasının yurdunda dolaşır gibi
arşınlıyordu sokakları

O saat bir yerlerde
Dövüyordu toprağı
yabancı at nalları
Ölüyordu bir yerlerde
Adı sanı belirsiz
Bu toprağın çocukları...

Soğukkuyu Köyünden Kara Ahmet Efe
Çevirdi zaptiyeyi arkadan
Yanında birkaç askeri
Dedi ki hadiyin ulan
Gün öğle üzeri sesler kesildi
Çeteciler zaptiyeyi zaptetti
Uykusuz / kara yağız askerleri
Katıp önlerine köye indiler
Kel Mustafa- Kar' Üseyin- Kör Durmuş ve Petiri
Toplanıp kavil ettiler
Çetelere emir verip
Askeri camiye kapatın dediler

Ulan ben o Papaza sormazsam
Anam da avradım olsun
Karım boş olsun
Ben de bu askeri vurmazsam
Şu bıyıklar ayıp olsun
Kır Aptil deyyusunun kıçında bitsin
Karacalar ahalisi dinleyin beni
Ulan ben kime neyledim
Kimi soydum aranızda
Garibin hakkını korumadım mı
Var mı içinizde şikayet eden
Köylüler yok dediler

Ağır ağır dağıldılar gittiler
Toplandı çete
Tartıp- danıştılar
Kar' Üseyin Kar' Ahmet'e
Sağol Ahmet Efe dedi
Senin gibi bir yiğide böylesi yakışırdı
Adamaların dağ ardından sarmasalardı
Biz de zaptiyeyi alt edemezdik

Uzun uzun konuştular
Sürekli sövdüler Aptil Ağa'ya
Öldürecek askerleri
Kar' Üseyin'e kalsa
Sonra sofralar kuruldu
Tutsaklara da verildi
Başlarındaki yüzbaşıyı buyur ettiler

Sizi bize salan Papaz Aptil olmalı
Hele öldürek de görsün dediler

Yüzbaşı hiç istifini bozmadı
Doyurdu karnını / şöyle bir baktı

Madem öyle diyorsunuz
Gelin öldürün dedi
Sonra da üsteledi
Öldürün hadi
Susup kaldılar öylece

Siz devlet içinde devlet misiniz
Yüz binlerce insan kelle verirken vatana
Ya siz kimsiniz
Madem öldüreceksiniz gelin öldürün
Beni korkacak mı sandınız
Yalvaracak mı sandınız
Hele öldürün de görün
Bu toprağın yüzbaşısı
eratı tükenir mi
At atı basar Kar' Üseyin
yiğit yiğidi
Yiğit isen
öldür beni

Götürüp camiye kapattılar yüzbaşıyı
Susup kaldılar
Dağıldılar
toplandılar
Bir karara varamadılar
Gene söze girdi Kar' Ahmet Efe
Bakın Aslanım dedi
Benimkisi bir yardımdı sizlere
pırtıp kaçsınlar deyi
Siz tutup askeri esir aldınız
Kızarmış demiri eline almak gibi
Sözün kısası
Benim ömrüm cephelerde geçmiştir
Balkanlar'dan Çanakkale'ye kadar
Kuva'ya katılmak işin doğrusu
Ben şimdi gidip varayım
Aptil Kadir Ağa'ya sulhçu olayım
Ben kuva'ya katılayım
sizleri bilmem
Dökün düşünün
Başınıza iş gelmeden
bir karar verin gidip varayım
Aptil Kadir Ağa'ya sulhçu olayım
Ben kuva'ya katılayım
sizleri bilmem
Dökün düşünün
Başınıza iş gelmeden
bir karar verin

Kar'Ahmet çekip gitti
Askerler bırakıldı
Kar'Üseyin çetesi dağa çekildi
Sesi kesildi...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:45 PM

Ateş Çiçeği-11

Arif Bey geldi de bağlar karıldı
Deli deli akan sular duruldu

Arif Bey türküsüne ait, Bayat ilçesinden derlenmiş iki dize.



Yol kıyısında çürümüş at kemikleri
Çürümüş bir suskunun üstünde gerili gök
kişiliksiz bir mavi

Köyler terkedilmiş gibi / can- cin yok
Yoksul mezarlıklar yol kıyısında
taşları esamesiz sarı birer diş gibi
Toprak tepeden tırnağa çopur
Tepeler tıknaz- bodur
Kıpırtısız bir yol / silinmiş gibi
Bin yıldır hiç kimse geçmemiş gibi
Ve küstahça oturan zaman
kulak kesildi / ösürgelendi
Kişiliksiz maviliğe akşam yürüdü
Ve arkasından gece
Kuva-i Milliye’den yana kavi
Ufuktan beriye bir kara yaylı
tırıs halinde
O zamanın çocukları bugün anlatırlar ki
Çanlarına çaput sarılmış
duyulmaz kara yaylının sesi
Üzerinde şimşek gözlü bir deli
Yarbay Arif Bey ve avanesi

Derler ki
kitaplar yazmadı bunları daha
yazsa ne çıkar
Arif Bey'in yüreğini
anlatamazlar
Ki bir gün Mustafa Kemal
Toplamış başına böylesi delileri
Her birini bir diyara göndermiş

Gelsin hele kurtuluş
Kiminiz Cumhurreis
Kiminiz başbakan demiş

Bu bir söylentidir elbet de yalan
Ama budur hikaye
Arif Bey'in dolaştığı yerlerde anlatılan



Kitaplarda söylenir ki:
Arif Bey l875'de Harput'ta doğdu. Binbaşı Osman Bey'in oğludur. l895'de harp oklunu bitirdi. Sicil numarası 1311-C-piyade 27. Balkan Harbinde 32. Alay, l. Tabur komutanı olarak görev yaptı. Birinci Dünya Savaşında, 12. Alay komutanı olarak Çanakkale'de Arıburnu'nun sol cenahında görev yaptı. Daha sonra 12. Alayla Diyarbakır ve Bitlis'de bulundu. Yarbay rütbesiyle İzmir Merkez Komutanlığına tayin edildi.*
* İplikçioğlu, Niyazi, Milli Mücadelenin Meçhul Kahramanlarından Yrb. Bayatlı Arif Bey ve ölümü,
3. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyum Bildirileri.sf. 9l

Diyarbekir tireninde
Yollar bitmiyor
*******e giriyor külüstür vagonlar
tünellerden geçiyor
Loş bir kompartımanda
Müthiş zamanların kokusu
Birisi
'Mavi gözleri çakmak çakmak'
General Mustafa Kemal
Diğeri
Yarbay Arif
Gözleri eladan karaya doğru
Deli ateşler tutuşuyor
Yarbay Arif'in yüreğinde
Şimşekten yontulmuş sözler söylüyor
Mustafa Kemal
Yangınlar çıkarır yürekte
Umutlar dokunur
rayların üzerinde
Diyarbekir tireninde

Ve bir köşede kıpırtısız
Yüzü mum gibi hüzünlü
Loş lambanın ışığında
Uzun parmakları ıssız
Kuzguni saçları dökülmüş
omzuna kelep kelep



Dal gibi genç bir kadın
Diyarbekir ovasında
bir tarlada bir bakışta vurulmuş
Arif Bey'in ikinci hatunu Zeynep
Kara tren gidiyor yüce dağlar devirip
Yüreğini biler gibi
Binbir beladan çıkmış
Yarbay Arif'in
Kitaplarda söylenir ki;
Yunanlılardan İzmir'e çıkışında ilk direnişi başlatan O'dur. İzmir 'den tek başına Bursa'ya kaçtı Yanında birkaç subay ve er olduğu halde, kıyafetini de değiştirerek, Seyitgazi'ye geldi. Arif Bey bu yörede bir taraftan milli bilinci uyandırmaya çalışırken, bir taraftan asker toplamağa başladı.*
Kitaplarda söylenir ki; Eskişehir Ahz-ı Asker kaleminden mevrut 23 Haziran 335 (1919) tarih ve 506 numaralı şifreli telgraf özeti:
I Kor Ahz-ı Asker kalemi Riyasetine
Refakatinde 8 piyade neferiyle tek atlı iki yaylı arabası bulunduğu halde Seyit Gazi'ye muvasalat eden piyade kaymakamlarından Arif Bey, Binbaşı Abdullah, İstihkam Yüzbaşısı Nurettin ve meçhul bir topçu teğmeni, dolaştıkları mıntıkalardan asker topladıkları, İzmir'i kurtarmağa gidecekleri ve Yunanlılardan intikam almak fikriyle mah-ı hali 21 Cumartesi günü ezani saatle Seyyit Gazi'ye geldikleri hükümeti mahalliye tarafından Eskişehir mutasarrıflığından alınan istihzanda derdestleri emir alındığında mahalli jandarma komutanlığı 3 defa teslim olmaları teklifine ademi inkiyatda bulundukları tarafeynden olunan müsademede bir nefer meyyiten (ölü olarak) Binbaşı Abdullah Efendi ve bir nefer de hayyen (sağ olarak) elde edilerek Eskişehir mutasarrıflığına teslim edildikleri.. Arif Bey bu badireden kurtulduktan sonra...
* İplikçioğlu,Niyazi (a.g.y)
** Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, 39.sayı, 939 no'lu belge.(aktaran,N.İplikçioğlu-agy-)
İşte böyle kaçılmış Seyitgazi müsademesinden
Osmanlı zaptiyesi
bir hayli at koşturmuş peşlerinden
Üstlerine yaylım ateş etmişler
Vurulmuş yaylıdan bir kuvacı er
kalmış yolun ortasında
Eskiler ekmeğe el basıp söyler
Sonradan satırla doğramış
tetik çeken parmağını
Arif Bey'in askerini vuran asker

Arif Bey düşünür / yüzü çığsilah
Aziziye toprağında ne olmuş görek
Bayat yaylasına karargâh kurak
Afyon'da paşalar neylemiş sorak
Soğukkuyu Köy'ünden Kara Ahmet
Ekizceli Bekir Çavuş - Seydi Çavuş
Suvermez'den Üseyin - Bayat'tan Püsküllü
Tatar Hasan / Abiloğlu
Ayı Veli - Aşık Halil
Genlik'li Maşta ile Osman Onbaşı
Kayılı Hasan Çavuş
Bir de Gımık Bekir vardı Çukur Kuyu'dan
Aziziye'den Tahir Efe - İbici
Gömü'den İzci ve ötekileri
Kim bilir sağ döndü hangileri
Hey gidi Balkanlar
Hey gidi Çanakkale
ahd olsun size
Arkamızda mezarı taşsız kalan
Binlerce şehidin kemikleri / size and olsun

Çapulcuya sorgu- sual sormadan
Döneklere hiç mahkeme kurmadan
Halkı soyanları konuşturmadan
Alalım kellesini tavuk başı koparır gibi
Böcek çiğnercesine ezelim cesedini
Kalanlar bize yeter
Kalanlara alem-i şan olsun
Sür atları Seyis Vahit
Varalım hayır olsun..

Arif Bey dediğin kan içer kanmaz
Düğmeni açık unutsan yatırır falakaya
Dedi içinden içinden
Tabaklar’lı Kara Vahit
Vurdu kamçıyı atlara

Kaçsan kaçamazsın Azrail gibi
Yer yarılsa yere girsen
bulun izini
Öldürse kurtulursun
Öldürmez oyar gözünü
Yarbay Deli Arif derler
şakası yoktur
Vurdu kamçıyı atlara
Tabaklar’lı Kara Vahit

Balkan Harbi geçti gözlerinin önünden
Ve sonra Çanakkale- Arıburnu

Kan ve yangın cehennemi
Şimdi / binlerce asker firarisi
Bütün dağlarında Anadolu'nun
Satılmış bir devletin dağılmış ordusundan
Açlığın ve bitin yağmasından
geriye iskelet kalan
Gecede köyler geçildi insansız

Arif Bey uyumaz
yüzü depremler içinde
Yer gök düşman içinde
Hainler ne kadar çok
Çete kuracak bozkırdan
Başka yolu yok
Sahi bir de Kar' Üseyin var idi
Karacalar Köyünde efelik yapar idi
Arif Bey bir aralık geçmişti de buradan
Duymuştu da namını
Gidip bulmuştu karargâhını
Tevatür davar kesilmiş
Kan ve ölüm günlerinde yenilip içilmişti
Düşündü Arif Bey
Hüseyin biraz ayardı
O kel kardeşiyse kurnaz
Madem ki çete kurdunuz
Ayırın haklıyı haksızdan
Devlet kendi canının derdine düşmüş
sağlayın buralarda asayişi
Soygunculuk çapulculuk olursa
Bir gün mutlaka gelirim
Gidin sorun nasıl adam
Deli Arif'i demişti

Aradan zaman aktı
Bir de aklında kalan
sis rengi rakı
ve kuzu gözlemenin tadı

Düşündü Seyis Vahit
Dedi ki
Yarbayım meramım vardır

Eveleyip geveleme - kısa kes- denk yükle
Söyle len nedir derdin...

Körpe gelin koymuş idim ardımda
Şimdi bilmem kimim kaldı yurdumda
Kısmet yolumuzu sılaya vurdu
Birkaç günlük izin verirseniz bana
Düşündü Arif Bey
Sustu
çıkardı tabakasını
bir tütün sardı

Tabaklar’ lı Kara Vahit
Nice yangınlar yaşadık
Bir türkü çığır bakalım
Olsun açlığımıza katık
Bu yel Emir Dağları'nın yeli
kokusunu bildin mi
Bir türkü söyle ki yanık efkârdan
Ölüm var- ayrılık var
Belki de bir daha esmez bu dağlar
yarına çıkmamak var

Bir güzele yanar oldum özümden
Kendim ladim oldum kendi sözümden
İk'ellerim gitmez oldu gözümden
Hala gitmektedir dem dem üstüne

Bu dünyada vefa gitti naz kaldı
Yandı ciğer kebap oldu köz kaldı
Bu dünyada ocakzade az kaldı
Halâ gitmektedir dem dem üstüne

Tabaklar’lı kara Vahit
Avaz etti karanlıkta sesi dağları dağladı
Gevşedi de Arif Bey'in demir yüreği hamur oldu
Nedenini kimsecikler bilmedi
İçin için hıçkırarak ağladı

Ağaç ayaklı gaziler doğruldu yerlerinden
çocuklar ve kadınlar çevreledi yaylıyı
Ali oğlu Mıstafa babam olur bilin mi

İlebeç oğlu Seydi dayımdır tanır mısın
Halil oğlu Iramazan kocamdır gördünüz mü

Hoş geldiniz konuklar
Cephede ne var- ne yok
Burada işler bozuk
Kıtlık çalar - yokluk oynar
Telef çok

Atladı yaylıdan Yarbay Arif Bey
Koca bir dağ gibi dikildi
Baktı
sıska
sefil
perişan kalabalığa

Derler ki
Tevatür olmasın
boyu üç metre filan gibi
Tıpkı bir yanardağ gibi kükredi

Kesin lan başıbozuklar
Biz ne asker kaçağıyız
bazılarınız gibi
Ne de haberci- tatar
İvedi su dökün atlarımıza
Açız / ekmek getirin
Altımıza hasır serin
dinlenek
Ki ondan sonradır ki
vardır elbet bizim de bir lafımız
Diyek...

Korku ile kalakaldı suratlar
Sesler kesildi
Maden kovalardan sular boşaldı
ardıçtan hatıllara
Atlar süzdüre süzdüre içti
Doru olanı tınsırdı
Kır olanı kaşandı
Ve ancak tanıdı anası Vahit'i
Kuzum - dedi
Meledi kuzular gibi
Sarıldı...

Haşhaşlı katmer ve oymaç yediler
Sonra Arif Bey konuştu
mavzer patlarcasına

Benim adım Yarbay Arif
Deli Arif derler lakabıma
Kuva-i Milliye ordusundanım
Esasen Bayat'tanım
Cellat olmaya geldim
İngilize- Fransıza- Yunana
Azrail tayin oldum asker kaçaklarına
çapulcuya- eşkıyaya
Eli silah tutanlar bana katılacak
Katılamayan peyderpey asılacak
Çünkü cümle memleket işgal altına.
Herkes bunu böyle bilsin
Kara Vahit
şimdi sana gelelim
Madem izin istiyorsun
kal
Yarından sonra gel
Bayat'ta beni sor
bul
Altında bir at olsun

Ki seni tanırım / eğer gelmezsen
Gelir mutlaka bulurum
Bulur ateşe veririm
Kaçsan izini sürerim
Leşini itlere veririm
Sen de beni tanırsın
sakın unutma...
O günün çocukları bu gün anlatırlar ki
Tam iki gün sonra akşam köründe
Ulu azatın altında atlılar durdu
Terli ve dehşetliydi yüzleri

Ölüm- yaşam arasında suskundu dallar
Kaç ölüden artakalan soykalarıyla
canlı cenaze insanlar
Bir korku ateşinde / rüzgâr kupkuru
Arif Bey Vahit'i sordu
Üç gündür saklandığı ağacın tepesinde
Kara Vahit korkudan geberiyordu
Çekti silahını Deli Arif
iki el ateş açtı havaya
Dalların arasından aktı mermiler
Vahit işedi donuna

Yaktılar samanlığını Mıstafa Emmisi'nin
Kardeşi Tatık'ı götürdüler yerine
al bir gürenin sırtında

O günün çocukları bu gün ihtiyar
Samanlık yandı dumana boğuldu sokaklar
Anlatırlar ki
Gece aysız ve sırdaş
hırsızlayın karanlıktı
Bayat Boğazındaki konak yerinde
Tatık gözlerini kırpmadı
Çeteciler uyuyunca
al gürenin sırtına atayıp kaçtı

Ve aynı gece sabaha ulaşmadan
Yitti iki kardeş Emirdağ toprağından
Bir daha dönmediler
Arif Bey ölene kadar

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:45 PM

Ateş Çiçeği-12

Kitaplarda söylenir ki:
(Seyitgazi müsademesinden kurtulduktan sonra)
'Arif Bey doğruca Bayat'a geldi.. Eğrilitepe yaylasına çıktı.. Civar köylere adam salarak ilk Kuva-i Milliye birliklerini kurmağa başladı, Milli Mücadelenin ünlü Karakeçili alayının nüvesi bu şekilde kurulmuş oluyordu.'
İplikçioğlu, Niyazi, a.g.y.












Mangalı gümüş de maşası altın
On iki jandarma takınır martin
Gavık süpürgeci, arşıncı Artin
O güzel günler de yadıma geldi

Kır atına binmiş önüme geldi
Odasına düştüm halı döşeli
Bedel gabil olsa yeterdi malı
Kör Vali gelir de ister sabini

Yerine de sadık Beyi salalım
Beyim kalksın biz yerine ölelim

Emirdağ Kuva-i Milliye Reisi Aptilkadir Ağa'nın ağıdı;
(1928'de karısı Kezban yakmış) **

Yaldızkaya, Ömer Faruk,Türkmen ağıtları




Bütün kavgalarda böyle olmuştur
Varsıllardan para
Yoksullardan can

Kaçaklar
Aç bi ilaç - saldırgan
Binlerce serseri mayın
ortalıkta dolanan
Yenilmiş ülkenin dul kadınları
Yapışmış sabanın sapına
El gölgeliği eder mert olan
Namussuz saldırır
şehidin namusuna
Yıkıntılar arasında
bir depremin dumanları
Kan ile sulanıp
yalımlara kızarır ateş çiçeğinin goncaları

Bütün kavgalarda böyle olmuştur
Varsıllardan para - yoksullardan can

Söylerler ki
Beş yüz atlı
Yüz yetmiş piyade tamam eyledi
Bir bakarsın
Sandıklı Ekinhisarı'nda
Bir bakarsın Şuhut'ta
Çobankayası’ nda
Yapıldak'ta at sular
Eşkıya kovalar Aziziye tez Köyü'nde
Derler ki dağlara haber salar
İneni bağışlar orduya katar
İnmeyenin evini yakar

Anlatırlar
Aziziye Kuva- i Milliye Reisi
Aptil Kadir Ağa
Dededen atadan varsıl
Neredeyse iki yüz okkalık
kara okkayla
Ak kadın diye birini
kıçını yumaya hizmetçi tutmuş

Yaylasında topakevi- davarı
Urum'dan- Şam'a gider
katar katar kervanları
Lakabına Papaz derler
Gövdesi dehşetle kıllı
Aziziye Kuva- i Milliye Reisi
Aptil Kadir Ağa

Arif Bey oturmuş ağanın konağında
Aklı Kuva- i Milliye karşıtlarında
Gözleri çığsilah
Dikir dikir seyriyor alın damarı

Bana bak Aptil Ağa
Ya külliyen ölürüz
Ya vatan kurtulacak
Önemi kalmadı gayri
Sıkışmışız - çemberimiz dar ımış
Erzak- silah yok imiş
Köyler aç- dağlar kar imiş
Duyduk ki burada da
yeygisi fazla gelip anrışanlar var imiş
Dedik ki
buradan başlayalım
Kuva- i Milliye'ye cephe tutanı
atın bokunu tepelediği gibi tepeleyelim
Derler ki
Soğukkuyu'lu Kar' Ahmet Efe
Ekizce'li Bekir ve Seydi Çavuş
Köçekoğlu Tahir Efe
orada idi

Aptil Ağa toparlandı
Senin dediğin adamlar
üç- beş kendini bilmez
Lakin bunların dışında
Kendini devlet sayıp vergi toplayan
Cepheye gideni- ben saldım- sayan
Ordu kurmuş Emirdağı'nın başına
Sanır ki çeteleri yenilmez - kolu bükülmez
Daha başka eşşekler var anrışan
Memleketi işgal eylemiş gâvur
Kendi gavurumuza gücümüz yetmez

Vay anasını / diye bağırdı Arif Bey
Hay senin ananı avradını / milyon kere...

Oltu Taşı boncuğunu karşı duvara fırlattı
Boncuklar saçıldı yere
Yüz küsür okkalık
Aptil Kadir Ağa dirkeden attı

Sustu Arif Bey
Ateşin bir anlık susuşu gibi
parlamadan önce

Hey ulan hey dedi
Hey ulan hey..

Kalktı
Yürüdü iki adım
Bir süre dışarı baktı
Oturdu yerine
Bir tütün sardı
yaktı

Bak Aptil Ağa
dedi
Kan içinde bir ömrü
kim isterdi...
Merhamet, iyilikten farklı olarak çoğu kez gaddarlık olarak görülür. Ekleminden çıkmış bir kemiği düzelten hekimin yarattığına benzer bir sızı yaratır insanda merhamet. Bir aptal, cahil, hatta suçlu kişi bile iyi olabilir. Ama cahil bir insan merhametli olamaz. İşin özünü anlamak gereklidir merhametli olabilmek için..

Fiş, Radi, Ben de Halimce Bedreddinem,
Mazlum Beyhan çevirisi
İlk çığlık
Yıkılmış bir dünyaya
ilk isyan haykırışı
Duyduğu hep inilti - hep ah
Gördüğü / Kolları kopuk
Yarası bülgüyen cesetler
Nere gitse / işgal edilmiş insanlar
Kısır gök - dul toprak
Unutulmaz derecede umutsuz gözler
Korkak ve hayvani bakışan

Bir de
derin bir yerlerde okunan Kur'an
Ve Binbaşı Osman Bey'in
sevdiği gramafon plakları

Çok eski zamanlardı onlar
Yitik birer masal gibi kaldılar
Hiçbir şey yakışmazdı insan yüzüne
sevgiyle gülmek kadar...

Arif Bey'in suratı
fırtınalı bir gök gibi devindi
Konuştu birden bire / sesi sakindi
Bak Aptil Ağa dedi
Babam Binbaşı Osman / Bayat'tan olur
Nereliyim unuttum aslını ararsan
Hayat her yerli yaptı beni
Askercilik oynayarak büyüdüm
Ve bitirir bitirmez harp mektebini
Balkan Savaşı'nda buldum kendimi
O gün bu gün
Öldürdüğüm insanların sayısını unuttum

Artık öldürmek
Bir çobanın her akşam
oyunlarını sayması gibi...
Ama
öyle bir dünyada birilerinin
an okuması gibi bir müezzinin
dürmeyi iş sayarak
ürmesi gerek...

Çanakkale - Arıburnu
Diyarbekir – Bitlis derken
İzmir Merkez Komutanı tayin edildim
Yunan'a karşı teşkilâtlanıp
direnmeyi denedim
Çıkarttım osmanlı üniformasını sırtımdan
Pis bir paçavradan sayıp yaktım...

Hasılı vel kelam
Daha nice badireden atlayıp geldik buraya

Cem-i bedenimde kavga izleri
Canalıcı benden korkar
Unuttum kaç kelle kopartmışım
kulak kesmişim - avurt dilmişim
Kar' Üseyin dedikleri kim
Korkudan dağlara kaçan
Bir zavallı pislik - bir garip sıçan
Ki nice Kar' Üseyinleri haritadan silmişim
İndirin içinizden kaygı yükünü
gerisi benim işim...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:45 PM

Ateş Çiçeği-13

O günü yaşayanlar anlatırlar ki
Atlılar göründü Belce yolunda
Uzaktan izlediler

Gelen Arif Bey ve birkaç adamı
Köyün ortasına topladı köylüleri
Kar' Üseyin nerde dedi
Dediler bilmiyoruz beyim
Bir an düşündü
Bıyığını burdu / durdu
Dedi
Tez'de Çatallı'da
Dağdan inen eşkiyayı çeteme kattım
kimsenin canını almadım
Duymuşsunuzdur
Dağdan inmeyenin damını yaktım
Korkudan- ürküden değil elbet
Bilekse bilek - Yürekse yürek
Ama memleket işgâl altında
Bana asker gerek...

Üseyin'in anası kim / burda mı

Burda dediler

Siz köyün ileri gelenleri
Sen / Hacı Ahmet Ağa
Bir de sen Hasan Hoca
Eğer Kar' Üseyin bura gelmezse
yakarım Karacalar Köyünü
Bunu koyun aklınıza

Ayrıca / kendisi arkadaşımdır
hanesinde ekmek yedim zamanında
hatır vardır
Selamımı söyleyin / gelsin konuşak

Ulaklar ulaşıp haber iletti
Maviyle sarı arası
Karayla ak arası
Gök ve toprak arası

Sustu Kar' Üseyin / sustu yel
Arif Bey söylüyor ki
Gelsin teslim olsun hele
Bildirin avanesine bize katılsın / bağışlayalım

Altlarına atları
Bellerine pusatlarıyla gelsinler
Vakit kurtuluş vaktidir
Varın selam edin Kar' Üseyin'e
kardaşı Mustafa'ya
omuzdaşı Dursun'a - ötekilere...

Çetecek teslim olup katılsınlar bize
Düşmana birlikte dalalım
Yol tepip- yoldaş kılalım
Varım selam eylen Kar' Üseyin'e

Kel Mustafa dedi ki
inanma Ağa
Kancıklayıp pusu kurdular sana
Kimseler gelemez bilmediği dağa
Varalım gitmeyelim / eyvallah etmeyelim

Kar' Üseyin dedi
yalan değildir
Arif Bey yiğittir- yılan değildir
Kalsa / ne zamana kadar
Gün olur gelip bulurlar
Varalım teslim olalım
Orduya katılalım
Şu meslekten kurtulalım...
Karacalar Köyü'nün orta yerinde
Köprünün yanında- duvar dibinde
Gözlüyor kalabalık / suskun meraklı
yamaçtan inen karartıları
Havada yalnızca
uçuşan güz yapraklarının
hazin hışırtıları

Gözleri eğik
Yüzünde zorlama / dehşetli bir ifade
Adımları kaldırdıkça tedirgin
yere bastıkça kuvvetli
En önde yürüyen yorgun bir dev
alabilesiye heybetli

O günü yaşayanlar anlatırlar ki
Muhtarın evinde döşek serildi
Oturup hoş beş ettiler

Cephelerden konuşuldu
Yenilgilerden
Kuva-i Milliye'den söze girdi Arif Bey
Mustafa Kemal'i anlattı
Memleket işgâl altında
Neyin nasıl olacağını

Umut var mıdır
dediler
Dedi
hem de dağlar kadar
Beni dinle Kar' Üseyin
Kurtuluş vaktidir gayri
Beş yüz atlı topladık
iki yüz yaya
Ve dahi dağlardan çığ gibi adam
bizim orduya katılmakta
Ki şimdi sıra sizdedir
Sicilin kabarıkmış / öyle söylendi

Memleket kurtulacak sen olmasan da
O vakit hiç şansın yok
Yedi düvele baş gelen
Kuva-i Milliye ordusuna

Yol tepip yoldaş olalım
Mavzer sıkıp at sürelim
Gâvurdan hesap soralım
Omzuna rütbe verelim
Bize katıl Kar' Üseyin

Benden sana söylemesi
Dök- düşün- akıl yürüt
Var git konuş kardaşınla- kızanınla
Bana hemen cevap getir

Kel Mustafa işmar etti Kar' Üseyin'e
Maviyle sarı arası
Karayla gök arası
Çıktılar
genişleyip daraldı
daralıp genişledi
gök ve toprak arası
Ne poyrazda esen pohur kokusu
Ne ardıcın başında öten bülbül
Ne gök mavi
ne taş sert
Nedensiz bir daralma
Garip bir sıkılcım...

Kel Mustafa dedi ki / inanma Ağa

Del' Arif'in gözünde
hiçbir gözde görmediğim
bir garip ışık
Nice katiller gördüm
böyle bakanı yoktu
Yalakları idam sehpası
Karası kandil isi
Zifiri *******den
zindanlardan bin beter
Kalbur kalbur açılmış
Herif sanki Ezrailin kendisi

Sustu Kar' Üseyin
Bir tütün sardı usulca
Çömeldi / sırtını dayadı kayaya
Kara kara - bel bel baktı uzaklara
Horan düzlüğüne- Karacalara
Baktı melul melul Emir Dağına

Ben Arif Bey'i bilirim
Bir zaman geldiydi buraya
Emanet ettiydi bizim civarı
köyleri- dağları- insanları
Erkek adamdı namı var
Hiç unutmam o zaman
-Buralar sana emanet- demiştir
Delidir - bellidir ama
tükürüp yaladığı görülmemiştir...

Kel Mustafa acı acı bakındı
Yüzünde kekre bir gülüş
Hani Göğüs Yayla'da bir akşam
beygir soluklayıp - ekmek yediydik
Ardıcın dibinde dediydin bana
-İnsanoğlu çiy süt emmiş
güvenme ben dahi olsam-

Hani Tekne Çukurunda şaşırtıp zaptiyeyi
kayanın dibinde duldalanırken
aynı lafı gene tekrar ettiydin

Aman ağam kadan alam
güvenme Arif Bey'e

Aah Mıstafa bahtı kara kardaşım
Senin aklın üçe- beşe ermiyor
Memleket paypança ediliyor

Dağlar eşkıya tarlası / asker kaçağı
Milletin canı burnunda
Devlet yok- yokluk içinde

Askeri mi var ki ileri sürsün
Var mı üstümüze mavzer sıkmakta
Biz gibi yiğidi niye öldürsün...

Sürmez eşkiyalık bir ömür boyu
Bir gün bu inişin yokuşu olur
At atı basarmış yiğit yiğidi
Korktu sanma sakın
beni tanırsın
Çoluk çocuk büyür dağda- bayırda
yıl yıla devrilir gider
Bir gün çıkıp gelirler
El mi yaman- bey mi yaman kardaşım
Alî Osmanlıyı dahi yendiler

Konuştular
Deli bir tedirginlik gibi yel
bostan otlarını estirdi
Köskenmiş döşeğine Arif Bey
kaçıncı kadehi içti

Geldiler / Tamam dediler
Sordular / bütün çete toplansın mı
Olmaz dedi Arif Bey
Aziziye'de baskın oldu sanarlar
Ayıp olur Aptil Kadir Ağa'ya
Yalnız ikiniz gelin
Hele varalım yanına
Sizleri barıştıralım
Oturup yol- yordam konuşalım
Tamam dediler
Eğerlenen atlarına bindiler
Horan yönüne sürdüler...

Havada garip bir sıkılcım
bir şeyler olacakmış gibi
Tarifsiz tedirginlik
boy verdi yüreklerde kamış gibi
Çeteler kaldı geride
Konuşmadılar bir süre
Ne berbat bir duyguydu
Ağlamak isteyip de ağlayamazmış gibi

Atlılar yitti bozkırda
Horan'ı atlayınca Aziziye'den yana

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:45 PM

Ateş Çiçeği-14

Bir koyağa pusulanmış Arif Bey'in çeteleri
Beklediler çığsilah uzaktan gelenleri
Tam da bir bayırdan devrilince öteye
Pustukları yerlerden fırladılar
Atlıları hakladılar
Başlarında Kar' Ahmet Efe
Sarsıldı toprak
Şöyle bir döndü gök
Devrilir gibi oldu Kar'Üseyin'in başına
Kaçmayı denese kaçamayacak
Havada / pusuda avcı susuşu
Mustafa'nın şafaklamış gözleri
dokunsan ağlayacak

Sanki bin yıl sürdü kancık suskunluk

Ne ağacın yeşili / ne taşın sertliği
Ne dikenin batışı / ne kuşların ötüşü

Çörtüğün Fakı / Köçeklerin Tahir
Bacının Aptil ve ötekileri...

Emriniz Komutanım dedi Kar' Ahmet

Arif Bey ansızın değişti
Bir azrail kesildi atının üzerinde
Farklılaştı atlıların ara yerinde
Sesi patladı

Yakalayın şunları alaşağı edin atlarından
Bağlayın kollarını....

Urganlarla bağlanırken elleri
Kel Mustafa küfretti
Kar' Üseyin
Helal olsun sana beylik - ağalık
Saldığın nam helâl olsun
Sözünün eriymişsin Arif Bey dedi
Arif Bey kükredi
Ben size vergi mi toplayın
Adam mı soyun dedim
Köp'oğlu köpekler dedi
Tutsaklar yaya / müfreze atlı
nadastan nadasa yürüdüler
Ekizce'li Bekir Çavuş yaklaştı Arif Bey'e
Dedi ki komutanım
İzin ver şuna bir dokunayım
Silahını doğrulttu
Arif Bey kolunu tuttu
Attırma kafamın tasını
Gösteririm ananın nemben nesini

Bekir Çavuş korkarak kesti sesini
Sövdü Kel Mustafa / bağırdı
Ulan hay avına mı çıktınız
Erkeklik buysa eğer
Doğrudan kısırak utansın
Durdu bir daha sövdü
Sağdan soldan- sus- dediler

Kar' Üseyin yaylaları düşündü
atının üzerinde aktığı kayaları
Köprüler geldi aklına
karanlık *******de geçtiği
Hatçe'si
Aklına
yaralı yüreğinin şahan gibi uçtuğu
Çiğilli
Kartal pınarı
Ve bütün pınarlar
eğilip su içtiği...

Kel Mustafa pırtıverdi aradan
Bağırdı Kara Ahmet / gitme lan
Ekizce'li Hüseyin Çavuş
doğrultup bastı tetiğe
Düşüp kaldı nadasların içine
Sonra ayağa kalktı
Beni vurmayın ha dedi ölmem bu yaradan
Yüzünde ölüm korkusu
Kurşun geçmiş baldırından

Arif Bey öfkeden kıpkırmızı kesilmiş
Tuu ulan yüzüne rezil- kepaze
Eğer ben de bu dilleri sormazsam
Şu bıyıklar ayıp olsun

Anlatırlar ki
Ekizceli Bekir Çavuş Arif Bey'e yaklaştı
Eğer vurmasa idim Keloğlan kaçacaktı
Arif Bey konuşmadı
Bir süre öyle gittiler

Ne gök maviydi / ne toprak sarı
Ne taş sert
Aman ha beyim dedi Hüseyin Çavuş
Bunları öldürmez de katarsanız orduya
Bir yerlerde denk getirip punduna
sizi vururlar
Çünkü kan içmektir bunların işi
Vazifem sayarak ben size deyim
Aman ha Beyim...

Beş yüz atlının önünde
Rahvan atının üstünde
Yarbay Arif Bey yüzü dörtnal asabi
Yedlerinde urganlara bağlı ganimetleri

Ahali sokaklara döküldü
Bin bir ayak bir ayağa derildi
Suvermez köprüsüne varmadan
Kuva-i Milliye'nin avlusuna girildi
Çözüldü elleri tutsakların
içeri buyurun denildi
İlkin Kar' Üseyin yürüdü
Söylenir ki
üç beş basamak çıktı merdivenleri
Tek kuruşun attı Arif Bey
Kar' Üseyin kara bir dağ
Devrildi...
Kel Mustafa şaşkınlığın tam ortasında
O da tek bir kurşunla serildi basamaklara
Taş kesildi kalabalık
Ayakları yalın - giyneği yırtık
Kalbura dönmüş gözleri
Yıkık suratları sarı
Havada uçuşan gazellerin
hazin hışırtıları...

Derler ki
Esti kaba boyra yeller
Taşıdı yelkovan dikenleri
ölüm haberlerini
Deli Arif denen yarbay
Kar' Üseyin çetesinin
noktaladı kaderini
Sevinenler sevindi / üzülenler üzüldü
Sevinci- üzüntüyü artık unutmuş olanlar
yalnızca merak etti
Arif Bey cesetleri kaldırın dedi
Şu mermer direklere sarın
Gavurlar işgal etmiş vatanı
Zay olmuş cephelerde
onca insanın canı
Bir yandan düşman talanlar
Bir de böyle asalaklar yağmalar
Sarın ki direklere ibret-i alem olsun
Yetim hakkı yiyenlerden
bir gün bir soran bulunur desinler
Dağlarda dolaşanlar duyup bilsinler
El mi yaman bey mi yaman görsünler...
Pusatları- mermileri yeniden kuşatıldı
Mermer direklere asıldı cesetleri
Dağları aştı ölüm haberleri
Varıp Karacalar'a ulaştı
Düştü Üğü Kayasına top atılmışça
Ürktü çeteleri baskın olmuşça
Atına binen sıvıştı her biri başka bir yana
can korkusuyla
Bir deli yel kaldı karargâhında

Hatçe'nin iri ela gözleri
ansızın açılan körün şaşkınlığında
Anlatılmaz bir duyguyla
Baktı ilk kez görür gibi
Uzaklara / bulutlara / dağlara
Yaban kalıverdi her şeyin ortasında
Belkız'ı bastı bağrına öbür elinde bohçası
Yalın ayak düştü yola

Ne gök maviydi
Ne yollar tozlu
Ne taş sert
Dağ demedi taş demedi
Dere tepe düz eyledi
Yürüye yürüye ağladı
Ağlaya ağlaya yürüdü
Ve neden ağladığını
Kendisi de bilemedi
Gün çoktan devrilmiş gece inmişti
Karanlık yarlardan aştı
Kesekli tarlalardan geçti
Gül bedeni ter içinde
Suvermez Köyüne ulaştı
Yeni bir yaşama kaçarcasına
daldı içeri kapıdan
Filik Kadın ağıt- figan
Sarılıp sarmaştılar / ağlaştılar...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:46 PM

Ateş Çiçeği-15

Bayat'ın kelleri bize bey oldu
Arif Bey oldu
Kar' Üseyin türküsünün,Geynik (Genlik) ky'de kalan tek dizesi

Devresi gün ana- kız yola düştüler
Dere- tepe Aziziye'ye ulaştılar
Kuva-i Milliye karargâhının avlusunda
direklere sarılmış ölüler
Sövdü Filik Kadın ağız dolusu
Sonra suç işlemiş gibi sustu
Baktı yan gözle Hatçe
Av olmuş avcısına kurban nasıl bakarsa
Midesi karıştı / nutku tutuldu
Bir böğürme geldi içinde
Yumdu gözlerini
kustu

Meram anlatıp kapıcılara
vardılar Aptil Kadir Ağaya
Ağa tanıyıp Filik Kadını
Sanki bütün gövdesiyle haykırdı
Gözün aydın bire Kadın

Aldı Filik
Suvermez yolunu aştık da geldik
Çileyi kahırı saydık da geldik
Eşkıya zulmünü en çok biz çektik
Dediler Aptil Ağa vurmuş zalimi
Vuran ellerini öpmeğe geldik

Aldı Aptil Ağa
Ben vurmadım Filik Kadın
Vuran Yarbayım Arif Bey
Yiğitlik hususunda
az gelir ne söylesen
Şu oturan kendisidir
Onun ellerini öp öpeceksen
Eğildi Filik Kadın yerle bir oldu
Uzandı tutmak için ellerini
Arif Bey izin vermedi
-Bu bizim işimiz valide- dedi

Hatçe sırık gibi dikilekaldı
Gözgöze geldiler bir an
Arif Bey'in bakışları kocaman
bir çift pencereydi

Toz- kül- kan- ter- gözyaşı
Ve ateş çiçekleri / yalımlar içinde
Öyle bir dünya ki
soğan doğrarcasına kelle koparılan

Arif Bey'in bakışları
Belki bir yerlerinde küçük bir çocuk
Seçmediği bir yazgıya ağlayan

Arif Bey'in gözlerine baktı bir ceylan
Usulca indirdi kirpiklerini
Nutku tutulmuş gibi dikilekaldı
Öpmedi ellerini...
Görenler anlatır ki
Şimdiki İnkılâp Okulu'nun kapısında
Kara Hüseyin ve Kel Mustafa'nın
mermer direklerde sallandı cesetleri
Günlerce hiç kimse yanaşamadı
Her gün biraz daha şişip
biraz daha koktular
Öyle bir koku ki geçilmedi yanından
Köylerden yılkı yılkı insanlar geldi
Çoluk çocuk uzaklardan baktılar

Bir hafta- on gün sonra
ağzı burnu sarılı bazı adamlar
aldılar mevtaları
Şimdi kimse bilmez
nerede mezarları

Geride bir Hatçe kaldı
dağlanmış goncaları
Bir yaşam tiksinmek üzere herkesten
Ve bitmeyen soruları
olmadık zamanlarda aklına gelen
Başka insan yok mu idi / neden ben...

Burası Emir Dağı'dır
Yaylaları- koyakları
köylerinin sokakları türkü bağıdır

Viranbağ gönüller avaza geldi miydi
Her taşına söz düşürüp can verir
Adı bilinmez ozanlar
haykırır kıraçlara yaralarını
Yürekler söze kan verir
Bin yıllardan bu yana kovgun düşenin
Ağıdı türküsüne karışır gider
Nice Kar' Üseyin ve nice Hatçe
Ve nice Arif Bey yaşar iç içe
Ölüm bile ayıramaz onları
Söylenir öyküleri
bozkır *******inde

Oturur dam dibine
bin yıllardan acısını taşıyan
gözleriyle
Suvermez Köyü'nden ağıtçı kadın Tüvel
Bir ağıt yakar Kar' Üseyin'e
Hem ağlar - hem de söyler
Zamanda söz uçurur yel...

Gar' Üseyin mavzerini yağlıyo
Hatçe Gelin siğim siğim ağlıyo
Mavzerin gurşunu dağı deliyo
Aman Filik Abam ar demedim mi
Yanımda Keloğlan var demedim mi

Afıyon damını yardım da kaçtım
Suvermez yoluna sar'altın saçtım
Üç yüz atlıyınan kız aldım kaçtım
Aman Yeşil Hatçe'm gör neler oldu
Seni saran kollar sarardı soldu

Üseyin topçu da, Durmuş borucu
Kel Çavuş da attığını vurucu
Güllü Gelin sağlam tutsun orucu
Petiri Petiri aslan Petiri
Malzemeyi Dişkaya'ya getiri

Heybetl'olur Aziziye'nin yılanı
Ben bilirim ardımızdan geleni
Yar elinden çektiğim elemi
Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu
Bizleri vurduran Arif Bey oldu

Benim atım ağır iner inişten
Ayağının nalı dökme gümüşten
Kirp'oğlu'nun Hasan benim eniştem
Aman Arif Bey'im ağlatma beni
Mermer direklere bağlatma beni

Kayıştandır Arif Bey'in kuşağı
Kurbanlık gidiyo Mustuk Uşağı
İkisi de domdom yedi fişeği
Aman Hatçe'm aman ar demedin mi
Yanımda Mıstafa var demedim mi

Yağmurunan yağdım- yelinen estim
Belce'yi aşınca umudu kestim
Arif Bey idi de şu benim dostum
Aman Arif Bey öldürme beni
Mermer direklere sardırma beni

Arif Bey geliyor bakın kastine
Selam verir yarenine dostuna
Afıyon'u tapulamış üstüne
Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu
Bayat'ın kelleri bize bey oldu Arif Bey oldu

İndi de kalkmıyo dumanı
Nedir eller ayrılığın zamanı
Zalım Aptil hiç bilmiyo amanı
Aman Arif Bey'im ağlatma beni
Mermer direklere bağlatma beni

Başına bürünür karalı erbi
Mektebin önünde eyledik harbi
Teslim olmasaydım var mıdı cerbi
Aman Arif Bey'im öldürme beni
Dondurma taşına sardıma beni

Dişkaya'da kaldı kuzu kebabım
Kirp'oğluynan Hac'Ahmet zerim zebebim
Kar' Ahmet Efe de benim ahbabım
Aman beyim aman kanım al akar
Filiğ'in Hatçe'si yoluma bakar

Kır Alan'dan çıktım atım kişnedi
Üğü taşı derler bize düşmedi
Astığım kebaplar dalda pişmedi
Aman Yeşil Hatçe'm gör neler oldu
Seni saran kollar sarardı soldu

Üğü kaya yeğin olur ekini
Yelebiyo Mıstafa'nın kekili
Müfrezeler gelir basarlar bizi
keserler bizi
Aman Filik Aba'm ar demedim mi
Yanımda Kel Oğlan var demedim mi

Manasar'da sürüsünün bir ucu
Keloğlan topçu da Durmuş borucu
Kar' Üseyin attığını vurucu
Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu
Bayat'ın kelleri bize bey oldu
Arif Bey oldu

Keloğlan'da atar atar vuramaz
Mustafa da dumanından duramaz
Haydi gardaş bu yurt bize yaramaz
Mustafa Mıstafa ille Üseyin
Eliminen kime küseyim

Gölcük Yaylasında dört kaçak gezer
Dördünün omzunda var beşli mavzer
Anamdan evveli Hatçe Kız gezer
Aman Arif Beyim öldürme beni
Dondurma taşına sardırma beni

Elinde kekliği kayadan iner
Karacalar Evi yaylaya konar
Yiğidin yurduna boz kartal döner
Çalağan konar
Evvel usluydum sonradan azdım
Gölcük yaylasında devriye gezdim

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:46 PM

Ateş Çiçeği-16

Arif Bey bir süre sonra Afyon'a geldi. 23. tümen komutanı Albay Ömer Lütfi Bey'le işbirliği yapıp, birliklerini tümen karargahının bulunduğu Erkmen'e yerleştirdi. Arif Bey'in Afyon'a geldiği günlerde başkanlığını liva muhasebecisi Reşit Bey'in yaptığı Reddi İlhak Cemiyeti faaliyet halindedir. Afyon'un vatansever evlatları iki değerli komutanla fevkalade işbirliği gerçekleştirdiler. Arif Bey'in milisleri şimdiki Kasım Paşa İlkokulu'nun bulunduğu belediye gazhanesindeki İngiliz İşgâl Kuvvetlerinin cephaneliğindeki silah ve cephaneleri bir gece baskını ile Erkmen'e kaçırdılar...
İplikçioğlu, Niyazi, a.g.y., sf..92


Yabancı çizme nalçalında
Çiğnendi şehirlerin sokakları
Haritalar serildi masalara
paylaşıldı ülkenin dağları- ovaları
Ve kan göletlerine basa basa yürüdü işgâlciler
Ölümcül bir suskunlukta taşlaştı her şey
Tarlada karasaban - ovada inek - dağda çoban
Sustu keklik / keder sardı şafakları
Ve ansızın kıpırdandı yerinden
öldü diye terk edilen yaralı
Yükseldi bir yerlerden direniş bayrakları
Afyonkarahisar'da
İzzet Efendizade - İsmail Şükrü Hoca
Kuvveti kağıt üzerinde
23.fıkra kumandanı
Yarbay Ömer Lütfi Bey’e başvurdu

Şehir işgâl edilirken
böyle eli bağlı beklemek olmaz
Satılmış bir devlete rağmen
çoluk- çocuk- ırz- namus- vatan
kalacak mı düşmanın ayakları altında
Buna ne can dayanır- ne yürek
Devletin vaziyeti böyleyken
Millet müdafaa edecektir hakkını
Kuva-i Milliye'yi kurmak gerekli hasılı
Böyle başladı Afyon'da
Çelik Alay Müfrezesi'nin kuruluşu
Kumandan Şükrü Hoca
Bölük komutanları
Dünya Savaşından dönen
gencecik teğmenlerdi

Naipzade Vasıf'ın Ahmet / Hamuloğlu Safter
Üsteğmen Şükrü ve Teğmen Nasih Beyler

Köylerden gönüllüler bulundu
İlipınar önünde gizli talimgâh kuruldu...


Kitaplarda Söylenir ki:
Bu ana kadar çalışan cemiyetin adı Reddi İlhak Cemiyeti idi. Bir gün Arif Bey memleket halkını İmaret Camiine topladı 'Bundan sonra çok gayretler sarf edeceğiz, bu işi başaracağız, onun için yeniden Müdafaa-yı Hukuk Emniyeti namıyla bir cemiyet teşkil edeceğiz' dedi ve halkın reyine başvurdu. Bu Cemiyetin reisi Koçzade Şükrü Bey'i, Gümüşzade Bekir Efendi'yi, Tunçzade Ali Bey'i aza olarak halk ittifakıyla seçti. Böylece bu cemiyet Afyon'da teşekkül etmiş oldu.*
Bundan sonra dağlarda dolaşan, mütemadiyen mücadele eden bir takım kabadayıları birbirleri ile barıştırarak adamları ile birlikte cepheye sevk ettik. Bunlardan Emirdağları'na sığınan Balcamlı Yusuf, Çukurcalı İbrahim vardı. Onlara haber gönde-rip, hep birlikte cepheye gidileceğini, aksi takdirde kendilerinin üzerine asker sevk edilerek Yunan'dan evvel kendilerinin kökü kazınacağına dair haber gönderdik. Akın akın ellişer yüzer atlı süvarilerle gelmeye başladılar.**

* Sarıkoyuncu, Ali(Doç.Dr) Milli Mücadelede afyon Müftüsü Hüseyin (Bıyık) Efendi, 3. Afyonkarahisar Araştırmaları sempozyumu, Afyon Belediyesi Yayınları, 1994 Afyon, sf.76
** Sarıkoyuncu (a.g.y.) sf. 77

Karaman Mahallesinde
Belediye Gazhanesinde
İngiliz kuvvetlerinin silah- cephane deposu
Nöbetçiler İngiliz ordusuna mensup
Hintli askerler
Günlerce izlendiler çevre evlerden
Yedikleri yemek
içtikleri su
Ne zaman nöbet değişir
nerde yatarlar
Kalk borusu- yat borusu
An be an komutanlara bildirildiler
Her şey hazırlanmıştı önceden
Mevsim güz
Müfrezeler pusulanmış
tam yatsı sıraları
Yanık bir ezan duyuldu minareden

İşgâl edilmiş bir ülkede
her şeyden emindi Hintli Askerler
Nöbeti- koğuşu terk ettiler
Her vakit olduğu gibi abdest aldılar
Toplanıp namaza durdular

O saat evlerin arasından
Sağnak gibi yağdı müfrezeler
Çelik Alay'dan- Karakeçili’den derlenmiş
sayısız kavgada denenmiş
işini bilir adamlar
Hintli askerleri kıskıvrak yakaladılar
sımsıkı bağladılar
Anında boşaltıldı cephanelik
Taşındı Erkmen'e
Kuva-i Milliye Karargâhına
Bu sırada Afyon Mutasarrıfı olarak görev yapan Mahmut Mahir İstanbul Hükümeti’nin mutemet adamı olarak olup- biteni İstanbul'a jurnal etmekte ve bütün gücü ile Milli Direnişi batırmağa çalışmaktadır. Reddi İlhak Cemiyeti Tahrirat Müdürü Alaaddin Çelebi'yi görevlen-direrek, mutasarrıfın hareketlerini kontrol altına aldılar. Alaaddin Çelebi bütün gizli yazışmaları Kuva-i Milliye-cilere bildirmekteydi.
Posta Telgraf Müdürü Hadi bey'de Milli Teşkilat emrinde canla başla çalışmaktadır. Mahmut Mahir iyice zararlı olmaya başlayınca Arif bey hemen harekete geçerek Mutasarrıfın Mecidiye Mahallesindeki konağına bir baskın düzenledi.

Erkmen Kestaneliğinde gece
Cıbır kalmış ağaçların arasında ay dökülüyor
Binlerce çentik açarcasına binlerce bıçağıyla
Çentiyor bedenleri insafsız ayaz
Bir zemheri soluğu üfleyen poyraz
yaprakları sürüklüyor...
Oturmuş kayanın kuytusuna
Olanca heybetiyle Yarbay Arif Bey
Deminden beri cigara tüttürüyor
Toprak kadar kıpırtısız taş kadar suskun
Ve her an her şeye hazır çığsilah donanmış
Karakeçili Askerleri

Aralarında ak köyneği - gecelik takkesiyle
Yalın ayak / kıllı bacakları çıplak
Sakalları titreyerek yalvaran bir zavallı hortlak
Afyon Mutasarrıfı Mahmut Mahir

Ben ettim sen eyleme Yüce Yarbayım
Biliyorum sabit cümle suçlarım
Çoluğuma çocuğuma bağışlayın
beni asmayın
Bir yol bağlıyım devlete
Döneklik etseydim asarlardı

Gürleyiverdi Arif Bey
Konuşma ulan soytarı
Malumumuz/ senin canın bizden tatlı
Konağın – hizmetkarların - saltanatın
yağcıların ve dahi kıç yıkayıcıların
Oysa binlercesi can verdi
aç yetimler bırakarak
nice vatan evlatları
Binlerce Mahmut Mahir eder
bıyığının tek kılları
Malumumuz
senin canın bizden tatlı
Ki kapısında it olduğun Padişah
Sayısız insanıyla
dağıyla- ovasıyla
koca memleketi sattı
Şimdi sen
gavur uşaklarının çanak yalayıcısı
Söyle kırk katır mı dilersin
kırk satır mı....

Amanın Beyim diye inledi
Mahmut Mahir
Kurbanınız olam ağalar dedi
Ak köyneğinin içinde
zavallı bir hortlak gibi
titredi
Arif Bey daha bir gürledi

Tövbeye gelsen tövben nafile
Şahadet eylesen
hak kabul etmez
Ölümlerden ölüm beğen
ya kâfir dedi
Arka sıralardan birkaç asker
dudaklarını ısırarak
saklı saklı gülümsedi....

Ertesi gün Afyon'da
Mahmut Mahir imzasıyla
Kuva-i Milliyeci İkaz gazetesinde
iri- kara puntolarla bir başlık
İSTİĞFAR-I ZÜNUN
Altında
hata ettiğini anlatıyordu
Yalvar- yakar olarak dosta- düşmana
Ve Kuva-i Milliye aleyhine
çalışmayacağını/ asla
yeminle şartla*

Mahmut Mahir Bey: 1334 Ekim (M.1918 Ekim) ayında atanan Mahmut Mahir Bey, bir sene kadar mutasarrıflık etmiştir. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar İzmir'e çıkmış ve kurtuluş savaşımız başlamıştır. Milli Kurtuluş çalışmalarını padişaha sadakati yönünden engellemek istemiş ve bu konuda jurnaller yazmaya başlamış ise de mektubcu (tahrirat müdürü) Alaaddin Çelebi Bey tarafından aldatılarak yazışmaları kontrol altına alınmıştır. Sonunda Fransız kuryesinden faydalanmaya başlayınca bir gece evinden alınarak Antalya yolu ile İstanbul'a gönderilmiş ve böylece Osmanlı yönetimi son bulmuştur (1919 yılı son günlerinde) .
Günçer, Süleyman, Afyon ili Tarihi-2, Afyon, 99
* Mutasarrıf işgâl yıllarında Yunanlıların tarafını tutmuş, onlarla birlikte hareket etmişti.
Aygen, Mehmet S.(Dr): Sarılık, Ahmet; Tunca, A. Büyük Zafere Doğru, Türkeli Yayınları Afyon 1984, sf.7

Şimdi o yerlerde anlatılır ki
Bin beş yüz kişilik müfreze
Çapak Çayı kıyısında talim eden
İngiliz askerini görmezden gelip
Baştan aşağı silahlı
Atlarının üzerinden heykel azametiyle
Boş bir şehre girer gibi Afyon'a girdi

En öndeki Arif Bey'di
Ve askerin yanı sıra
Birer dönüm aralıkla at süren
Arif Bey'in haber salıp getirttiği
büyük kavgaların kahramanları
namlı subaylar idi
Şerif Bey
Götü Kayışlı Osman ve diğerleri
Duruşları- bakışları insanı ürperten
örfi adamlar idi
hey gidi / hey hey gidi

Afyon sokaklarını inleterek at nallarıyla
vardılar Vali Konağına
Arif Bey’in elinden ruhunu teslim etti
dört İngiliz askeri
Göndere Türk Bayrağı çekildi
Ertesi gün İngilizler şehri terk etti...

Şimdi o yerlerde anlatılır ki
Bayat'taki Eğrili Tepe'nin adı
Şimdi Arif Bey kayasıdır
Adamın yiğidine deli derler
Deli Arif yiğitlerin hasıdır
Bazan Yapıldak’tan yaya geçmiştir
Bazan altında bir at talakasıdır
Bağ yeri dağıtmış Bayat'ın yoksuluna
Hay avına çıkar olmadık zamanlarda
Hacı Musa Oğullarından
zebellah bir kişi/ öyle gür
Say ki gürgen yarmasıdır

Afyon Merkez Karakolu karşısında
Arif Bey'in köşkü vardır
Burada ehl-i iyali barınır
Çanakkale Harbinden malul kardeşi
Ve Ömer Lütfi Paşa'nın Ferik Hatun ilk zevcesi
İkinci Hatunu Diyarbekir'li Zeynep
derler ki Ermeni kırmasıdır
Bir bakarsın bindirmiş avratları atlara
Kendi savunmalarını yapsınlar diye

Ilgar etmişler dağlara mermi yakarlar
Hedefi bağrından vuran hatunlar
sanki doğuştan talimli
Hey gidi / hey hey gidi...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:46 PM

Ateş Çiçeği-17

Hava sancılı mavi
Poyraz ağudan acı
Erkmen Kayalarına duldalanmış
Bir grup yoldaş tütün içiyor
Hey gidi diyor / hey gidi
Bayat Köyünden Amancı
Şu ayazın derdine bak
Ya o Arap Çölleri
Hey gidi Şam günleri

Bizim asker esir idi
Dört kat telin ötesinde
Biz bir avuç Türk Askeri
açlıktan ölmek üzere
Ben hastayım
ağzım - yüzüm bir avuç
Elimizden gelse biz de kaçardık
Ama kum İngiliz'den daha kafir
sam yelinde dalga dalga
Böylesine Cehennem çöl

Arif Bey dedi ki
kahraman arkadaşlar
şimdi biz
İngiliz askeriyle harp edeceğiz
Ya bu telleri deleceğiz
Ve yahut öleceğiz

Çok işler başardınız
Cehennemler yaşadınız
dağlandınız bilirim
Bilirim kalmadı dermanınız
Yalnız tel örgü ardında kalanlar
kan bir kardaşlarınız
Şimdi gelmek istemeyene
Hasta- sökele yok diyecek lafımız
Çünkü siz yapacak her yiğitliği yaptınız
Gelenler gelsin
Şu İngiliz gavuruna ders verek
Gönülsüz kavga olmaz
bize gönüllü gerek
Hastaya- sökele
gücü yetmeyene ne diyek dedi
İlkin bir sessizlik çöktü
Asker birbirini heyikledi
Bazısı ayrıldı çekildi bazısı kaldı
Ölümün hududu teller
Azıcık asker
Biliyorduk aşılmazdı

Ben ki tanırım Arif Bey'i
Öleceğimi bile bile kavgada
gitmedim ayrılanların yanına

Ardından
bize gerek / size ne gerek deyip
Aldı gidenlerin silahlarını
Sonra da bize dönüp dedi ki
Çölün ortasında- kafir elinde
Silah arkadaşını esir bırakan
zinhar vatan haini
Şu ayrılanların katli vaciptir
Günahı- vebali benim boynuma
paklayın hepsini

Yine bir ölümden dönmenin
şaşırtan korkusuyla yüreklerimizi yokladı
Sonra omuzlayıp utandırmazı ayrılanları pakladık

Yüzde yüz öleceğimize inanıp
Saldırdık İngilizin üstüne
Gün mü geçti- ay mı- yıl mı
Kavga bittiğinde kan içindeydik
Yerde kafir ölüleri / vakit ne idi unuttum
Ve içerden esir asker üstümüze sökün etti
Aylarca yıkanmamaktan bitten- uyuzdan kurumuş
Dayanılmaz korkulara sarıldılar boynumuza
Orda duydum şu insan ne kadar pis kokuyor ki
Leşten- boktan milyon beter
hey gidi oğlu - hey gidi

Hava sancılı mavi / Poyraz ağudan acı
Erkmen Kayalıklarında
Bir grup Kuva-i Milliyeci
bir zamanlar tütün içti
hey gidi...

……………………………………………………………………………….






Bozkır'ın içinde toplar atıldı
Şiddetinden aylar günler tutuldu

Arif Bey'i anlatan bir türkünün Geynik Köyünde bulunmuş iki dizesi..




İşgâlci çizmeleri çiğnerken
Çobanların kaval kanattığı dağları
Başka ordular yürürken
kendi şarkılarıyla kuşatıp
türküler vatanı bozkırları
yeşiline yas üşümüş ovaları
Viran hanelerde un uçar- kepek kaçar iken
Analar gözyaşı pınarı / gelinler dul
Ölüm pusuya düşürmüş
iskeleti kalmış çocukları
Koca ülke naçar iken
Ve öldü sanılan
Ağır ağır yerinden kalkar iken

Kara sakallarını kana bulayıp
Kuduz yobazlar uludu
kardeş kanına susamış
Din elden gidiyor

İşbirliği yapıp Yunanla- İngilizle
Cihat eylediler Kuva-i Milliye'ye

Ve dağlarda dolaşan asker kaçaklarından
toplayıp en azmanlarını
Kin şarabı içirdiler kan ile katıp
Din- iman renklerine boyandılar / ayaklandılar

Karakeçili Milli Alayı neferleri
Başlarında Yarbay Arif Bey
Konya Yangınına at sür ettiler
Namları ulaştı onlardan önce
Bir kez daha ateşlerde yürüdüler
Alaaddin Camii’nin duvarlarında
o zamandan kaldı kurşun izleri
Söylenir ki
Hürriyet ve İtilaf Fıkra Başkanı
sözüm ona din adamı Zeynel Abidin Hoca
İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla
çekerek başı boş güruhun başını
Cehenneme çevirdiler
Konya'nın - Bozkır'ın sokaklarını
Fırtınalı- boralı günlerde Sait Molla
İngiliz Ajanı Rahip Frev'e
mektuplar gönderip yardım dilendi
Sonra çıkıp ortalığa din elden gidiyor- dedi

Kürtoğlu Musa
Bademli'li Hacı Halil ve Güzel Çavuş
Namlarıyla bilinen birkaç çapulcubaşı
Yalan ve hiyle ile yallanarak
Bin kadar köylüyü ayaklandırarak
bastılar Bozkır Askerlik Şubesini
cephaneye el koydular
Seydişehir üzerinden gelen askeri
pusulayıp bozguna uğrattılar
Ayaklanmanın başlaması 1919'un 26 Eylül'ü idi
Ve bağışlanma sözü alıp
4 Ekim'de hareketten vazgeçildi
Gene de ortalık kıvılcım bekleyen barut fıçısı gibiydi
Yeni bir ayaklanmaya önlem olarak
Sivas’taki Heyet-i Temsiliyeden bazı birlikler
Ve Karakeçili Müfrezesi Mahal'e gönderildi
Ve telaşa düşen Zeynel Abidin
Yeniden ayaklanıp adamlarıyla bastı Bozkır'ı
Tarih 20 Ekim 1919 idi
Kuva-i Milliyeye meydan okuyup
askeri birliklerin çekilmesini istedi
İlk birlikler yenildi
Zeynel Abidin güçlerine
Ve sardı ortalığı Yarbay Arif'in dehşeti
İsyanı kanla bastırdı
Nice yangınlardan yanmadan geçmiş
Karakeçili Müfrezesi
Söylenir ki
Karınca ocağını çiğnercesine
ezerek yürüdüler önlerine geleni
Arif Bey açınca zindanın kapısını
Korkudan titrer buldu Bozkır Kaymakamı’nı

Tevatür yağma yapıldı derler
Nerede kasalak köşkler
Bordo kapılı ev varsa
Altını - ziyneti toplandı...

Tellallar bağırtıp sokaklarda
isyancı başıların kelleri istendi

Bir çuvala sarılı getirip koydular
elebaşılarının kellelerini
Sonra da kurşun dizildiler ödül beklerken
Hep biri bir ölümdü boşalan
Arif Bey'in mavzerinden...

Derler ki
isyancılara zayıf davranan
zavallı Kaymakam
Cevap veremeyip Yarbay'ın
çetrefil sorularına
yeyiverdi kurşunu alnı çatına
Sokaklarda kan yürüdü sel gibi
Bundan yüzyıllar önce buralarda ayaklanan
dağlar delisi Süleyman
Yeniden dirildi fakat
vatanını satanların uşağı olarak
Ve kanı kanla yudular
Mezbaha gibiydi sokaklar
An oldu kesildi kıpırtılar
Başı kesilecek gibi
ürpererek esti rüzgâr...
Arif Beyin adamlarından biri
girdi varsıl bir haneden içeri
Gördü ki ödü kopmuş bir yaşlı kadın
ve tir tir titreyen gelini

Yükte hafif pahada ağır
Altın- ziynet devşirildi
Sonra di içeri girdi
Bağırmağa bile korkan gelinin
soydu giysilerini / Pervasızca ilişti

Derler ki
Kocakarı ağlayı ağlayı Arif Bey'in
karargâhına geldi
Hem ağladı - hem söyledi
Arif Bey'in başı düştü önüne
Olanları kıpkırmızı kızararak dinledi
Sonra azametle kalktı yerinden
Topladı askeri - sıraya dizdi
Döndü Kocakarıya
ebe anlattığın kim ise göster dedi
Kadın dolaştı kalabalıkta
Irz düşmanını gösterdi

Arif Bey atının sırtında sular gibi akardı
Sular gibi akar iken tek kurşunla av avlardı
Vuracağı adama bir tek kurşun sıkardı
Kadının gösterdiği adam ayrıldı
Arif Bey elini beline saldı
Yalvarıp yakarmağa kalmadan
kalbine nişan aldı çekti tetiği

Sekti kurşun sol döşünün üstünden
Bet - beniz kalmamış adama
bir şeycikler olmadı
İkinci kurşunu sıkmaz bilerek
Yüzünde suçukmuş deli bir ifadeyle
gülmeğe başladı
Komutanım / yetmemiş vadem dedi
Arif Bey alevlendi
Çıkar ulan sırtındaki cepkeni
Gördüler ki tek kurşun tabakasından sekmişti

Çabuk defol aramızdan
Anan cumaakşamı gün doğurmuş dedi

Mütecaviz yüz adım kadar gidince
Arif Bey Çingenoğlu'na işaret etti
Yaradana sığındı Çingenoğlu
elini beline saldı
Denkleyip tetiği çaldı
Kurşun bir ölüm kuşu
Uçtu malum sesiyle burgulanarak
Adamın beynini parçaladı
İşte böyle bastırıldı Bozkır Ayaklanması

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:46 PM

Ateş Çiçeği-18

Arif Bey ve Alayı asayişi berkemal edip
Aziziye üzerinden Ankara'ya at ılgarlardı

Soğukkuyu Köyünden Kar' Ahmet Efe
Heybe heybe altın getirmiş derler
Ve diğer askerlerin hiç birine
tek penez bile vermemiş
Şimdi o yerlerde eskiler
Arif Bey Ankara'da askeri tören ummuştu derler
umduğunu bulamadı

Güya orda söylemiş ünlü sözünü
Şu Bolu işi hallolsun
Mustafa Kemal' le de hesabımız var

Sokakta dörtnal koşan bahar
dindiremez yaralı askerin sancısını
Dallarda ürkek rüzgâr
Bir fayton geçiyor eşkin
endişe ümit arası çınlayan nallar
Ufukta sapsarı esneyen gün
Uzaklardan yankılanan
bir örge hırsla inen çekiç sesleri
Ankara bekleyiş kesilmiş tepeden tırnağa
Gelinlik kıza dönmüş ağaçlar
Pervazların arkasında sabırla ağlayanlar
Cami kapılarında
cephelerden konuşan birkaç ihtiyar...

Pencereden dolan kuş seslerini duymuyordu
İnce yorgun yüzünde endişe - ümit
gözlerinde panter hırsı
Ceviz masaya yayılmış kağıtlar
Dolmuş sigara tablası
20. Kolordu Kumandan Vekili
Albay İsmet Bey
Bakışları çıra gibi / süzdü karşısındaki askeri
İnce- uzun- yay gibi
Ziraat Mektebinde Muhafız Komutanı

Gitmeniz gerekiyor ayaklanma mahaline
Sabaha hazır olun Şerif Bey
Katılın Yarbay Arif'in müfrezesine
Bir ateş yaladı yüzünü Şerif Bey'in
Emriniz baş üstüne Albayım
Lâkin
Yarbay Arif Bey'i iyi bilirim
Bayılır subayları aşağılamaya
Emredin tek başıma gideyim
Ya o beni öldürür ya da ben onu
Belki birbirine girer müfrezeler de
Bir felaket olur böyle zamanda
Ya Arif bey gitsin ya ben gideyim

Bir an düşündü İsmet Bey
Uzunca bir filmi izliyor gibi
içine çekildi / gülümsedi

Peki Şerif
Yalnız
desteklensin Arif
Senin ağır makinalı takımıyla

Baş üstüne Albayım
En doğru kararı verdiniz dedi
Ölümden kurtulmuş gibi sevindi

O sıra açıldı kapı
İçeri giren adam
Rütbesiz / İri yarı / Pala bıyıklı
Yalım saçılıyor bakışlarından
son derece yakışıklı
Yarbay Deli Arif'ti bu
Eldesiz ürküyor insan
İsmet Bey tanıştırdı
Ve Üsteğmen Şerif
bir kez daha sevindi kurtulduğuna
Arif Bey belasından
Yıl 1920 / 24 Nisan...
Geçti dev bir ordu gibi üç yüz atlısıyla
Ezdiler sessizliği nallarının altında
Görkemleri çınladı Ankara kaldırımlarında
Bir umut bıraktılar
Gören gözde - duyan kulakta
bir zaman yankılanacak olan
İstikamet Bolu
Tarih / 25 Nisan

Bolu'dan Beypazarı’na kadar
uzanmış ayaklanıcılar
Ankara'dan oralara
korkunun soluğunu estirdi rüzgâr
Alafranga at nallarının
yankısı varmadan daha
Beypazarı ahalisi tabanları yağladılar

Nallıhan yollarında
Varmada Beypazarı’na
sinek sinilemez oldu korkudan

Bir grup çocuk görüldü
Sefil – cılız - ödürgülü
At sürdüler üstlerine
Çığlık çığlığa kaçtılar / yakalandılar
Arif Bey'in karşısında durdular
Anaları - babaları kaçmaktan cayıp
korka korka yanlarına vardılar

Hepsi dokuz- on yaşında
salya- sümük ağlaştılar
Yerlere kapandı ahali
Arif Bey öfkeli
Vurun ulan dedi
topunun kellesini
İşte bu kalabalık
Namussuz / vatan haini
Çocukların tümü casus

Ağladı kalabalık
Bunlar çobandır beyim
Ne bilsinler casusluğu bu yaşta
Hainler dedi Arif Bey
Kullandınız çoluk - çocuk demeden
Kendi kanınıza karşı açtığınız savaşta
Ki madem çoban bunlar / sürüleri nerede
Ne dolanıp dururlar çevremizde
Yalvarması kalıyor böyle vaziyetlerde
çelikten gücümüze boyun eğen herkesin
Hey askerler
Unutmasın bu günü Beypazarlılar
kulaklarını kesin

Aldırmayıp çığlıkların acısına
Kulak asmayıp
başından kaynar sular dökülmüş
yalvaran ahaliye
Kesildi çocukların kulakları verildi ellerine*

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:46 PM

Ateş Çiçeği-19

Bozkırda at koşturan ateş sağnağıydılar
Bir öfke seliydiler dalarken Nallıhan'a
Şarapneller gibi çakıldı duvarlara mavzer sesleri
Çapulcular çil yavrusu / Çarşamba yönüne kaçtılar

Korkudan kesilmiş gibi nisan yağmuru
Yukarda berrak bir mavi
Islak yapraklarda endişe
Kuşku pusulanmış her köşe
Arif Bey atlılarının gözü tetikte
Her an bir hain silahı
ölüm kusabilir üzerlerine
Ama Arif Bey dediğin bilir bunları
Herkesten kuşkulanma vaktidir
Kuşku / yağlı urganlarla astırılmalı
Böyle bir günde ne demek ayaklanma
kanla bastırılmalı
Arif Bey bilir bunları

Çağırın dedi jandarma komutanını
Buradayım komutanım
Daha evvelden de tanırdım seni
Evet komutanım
Sen burada kimin temsilcisin
Devletin komutanım
Hangi devletin
Kuva-i Milliyenin
Neden çapulcular barınır mıntıkanda
Ve neden direnmedin halkı örgütleyerek
Biz azdık komutanım
Düşmandan da azız biz
Fransızdan- İngilizden
Fakat herkese malum
Bir karış toprak vermeyiz

Sustu bir an / Bağırdı sonra
bir yanardağ ağzından fışkıran
mağma gibi

Vatan hainine sustuğu için
Asın ulan şu herifi
Susarak yataklık etmekten
Muhtemelen teamüden

Yalvardı Genç Teğmen
Daha bir muraz görmedim / Yeni evliyim
Kimseye yataklık etmedim
...................efendim...
Yaşlar indi yanağına kurşun taneleri gibi
Yanağından damladılar toprağa
Yalvarır oldu ahali
Kıyma yarbayım
Gencecik karısını dul koyma

Asın dedi Arif Bey
Oracıkta bir ağaca astılar
Ağlaya ağlaya sallandı Teğmen
Kalabalık / kalakaldı ağlayarak
Arif Bey askerleri düşündü
Kadınları dul kalan / vatan uğruna düşmüş
atını ılgarlarken şehrin dışına
Çarşamba sokakları kum
Ellerinde padişah fermanları
Gericiler bağrışıyor
Mustafa Kemal ve Kuva-i Milliyeciler
Vatan hayını / cümlesi katlolunmalı

Salyalar akıyor ağızlarından
Çarşamba Sokaklarında ölüm fetvaları

Bolu Askerlik Şube Müdürü
meşhur Sekili’li Ahmet Bey
ve müfrezesi
Çarşamba'da malum
Sadık Hoca Efendi ve Hacı Abbas

Din - iman uğruna
Nutuklar döşediler öfkeden ağlayarak
Sonra teslim olmuş ahaliden
Bin üç yüz altı doğumlulardan
bir müfreze kurdular
Nallıhan'dan ateş saçarak gelen
Arif bey kasırgasının karşısına sürdüler

Çarşamba önünde sipere yattı
gencecik elli can
Çoğu ne bir daha yerinden kalktı
ne kurşun attı
Can verdiler Arif Bey'in at nallarında
Kim varsa canını kurtaran Bolu'ya kaçtı
Muhalif bir silah gibi
korkuyu da yüreğinde taşıdı
Hacı Abbas ile Hoca Sadık Efendi
Bas bas bağırdılar
Bolu sokaklarında
kum gibi kaynayan asilere

Amanın ağalar - amanın beyler
Düzenli asker gerekmiş
düzenli askere
gördük dediler

Sesleri yitti aklı gitmiş kalabalıkta
Dinletemediler
Bolu Elebaşılarından Hamdi
Hadiyin oradan dedi
Madem ki öyleydi
neden
Kızdırdınız Çarşamba'da kuvvacılara
bunu akıl edemeden
on beşinde çocukları
Gitti gayri dönmez giden
Hadiyin Ümmet-i Muhammet
Din - iman uğruna

Kimisi yetmişlik eli bastonlu
Kimi yeni değmiş on beş yaşına
Kalabalık sinek gibi kürnedi
Düzce'de yendikleri
Yarbay Mehmet Bey'in tümeninden yağmalanan
yedi buçukluk dağ topunun toplaştılar başına
Lokantacı Kalenderoğlu Ahmet elebaşıları
Aldılar dağ topunu vurdular yola
Bir hay-ı huy ile inledi yer - gök
Haykırmaktan hırslarını alamadılar
Çarşamba'nın Seçiçiler Köyü'nde
üç Tepeler'e vardılar
Çok görüp - çok geçirmiş dağ topu
gitti nere çekerlerse
Tepenin başına çıkardılar

Ayrıca namı malum Hacı Hamdi Efendi
bir hışımla geldi kendi kuvvetleriyle
Bir de eşkiyabaşı Çerkes Yar
sökün etti çetesiyle
Pusu pusuya yattılar
Arif Bey'i beklemeye durdular

Beklemek / Karanlıkta işgilli
Sıyrılıp sürü ruhundan
kendisiyle baş başa
Bir yerlerden gelecek
bir kurşunla ölmeyi
Kalarak başı derdinde
Geride bir ananın gözleri
binbir kırışık içinde
dehşetle acı
Boyunları armut sapı bebeleriyle
Bir omzu düşük baş yoldaşı

Beklemek
Sıyrılıp sürü ruhundan
korku sağnağı geceyi
Ve Azrailin Nefesi
Yarbay Deli Arif Bey'i beklemek
Sabah / Bir Mayıs 1920
Deli sağnaklar gibi yağdı ölüm
Kurşun aktı mavilikten sel gibi
Tutar eller tutmaz oldu
Yirmi dördüncü tümenden ganimetlenen
tutsak tutulmuş dağ topu
tek üç mermi atabildi
Öldü başındaki on beş gerici
Bozuldular / tevatür patladı panik

Topçu Çavuşu Ahmet
köylü kurnazlığını elinden bırakmadı
Yaramasın diye kuvvacılara
Yozgat Köy'ünden yana
topun kamasını aldı da kaçtı

Arif Bey'in atlıları
Tepeleyip geçti vadileri
Pırna pırna dağıldılar korkudan
Taşoluk / Gürcüler
Köprücüler köyleri
Sağnak kurşunlar gibi vardılar
Bolu varoşlarına
Sanayi Mektebi'nin orada
Yağladı tabanları toplayıp çetesini
eşkıya başı namlı Çerkes Yar
Avcı kollarına ayrıldı
Arif Bey Milisleri
Bolu'yu kurşunla elediler
Arif Bey buralara gelmeden önce
Salınmıştı asilerin üzerine başka askerler

32. Kafkas Alayı
Çaycuma ve Devrek Taburu Komutanı
Lakin Hazret tek mermi yakmadan girmişti şehre
Ve başına toplanan gericilere
Ben de sizle beraberim demişti
Halifeden- padişahtan yanayım
Şimdi yandaş olmak varmış kaderde

Askerlerinin başından kaynar sular döküldü
Rezil bir suskuda kalakaldılar

Aradan günler geçti
duyulunca Arif Bey'in kurşun sesleri
Deli korku/sıkboğaz edince gericileri
Vardılar askerlerini satıp
onlara katılan komutana

Madem ki bizdensin komutan
Var git Arif Bey'i durdur dediler

Dağları bekliyor denilen korku
kuduz köpekler gibi beynini kemiriyordu
Bir böcekmiş gibi duydu kendini
Tiksindi
Korkular elinde bir garip kukla sırtı terledi
Çıktılar şehir dışına
başsız gövde gibiydi şaşkın askerler

Komutan konuştu titrek titrek
Ağzı - dili kupkuru / tümceleri kesilerek

Amanın asker kardeşler
ben neler ettim
Netsem - neylesem şimdi
Yolumu ölüm bekler
Firar eylemekten gayrı çarem kesildi

Durdu
Kızıl bozul olmuş yüzünde aşağılık bir ifade
Terini sildi
Ben hata eyledim / kardeşler
Hakkınızı helal edin
Amanın asker arkadaşlar
Arif Bey'in ordusuna kurşun atmayın
Teslim olun varın gidin

Şimdi ben nereye gitsem
iki ucu boklu deynek
Geri dönsem padişahçılar öldürecek
Teslim olsam derimi davul yaptırır Arif Bey
Sonra da çaldırır Bolu'dan Ankara'ya kadar
Adam delinin teki Vallahi yapar mı yapar

Bir an sessizlik oldu
Askerler birden bire kahkahayı bastılar
Komutan dalıverdi sık ağaçlı ormana
Bir anda kahkahalar dönüştü şaşkınlığa
Bakakaldılar ardından
Birisi bağırdı / niye paklamadık ulan!

Bilinir ki sonradan
Düzce'de hilafetçilere yakalandı
İlin Adapazarı'na
Sonra İstanbul'a salındı
Ne yaptı - ne söyledi / öldürmediler
Kovdular askerlikten
Farkında olmadan verdiler
ona en katmerli cezayı
şerefsizce yaşamayı...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:47 PM

Ateş Çiçeği-20

Avcı kollarına ayrılmış Arif Bey taburları
Bolu'ya yaylım ederken katıldı aralarına
komutanı firar eden askerler
Kitaplar böyle söyler

Gitgide yaklaşan hengame
sanki ölümün sesiydi
Ürkmüş davarlar gibiydi ahali
kürnedi
Saklananlar / tek başına korkuya yenik düştü
yeniden sokaklara döküldü
Kaçanlar / kaçacak yer bulamayıp geriye döndü
Yürekler patlamış balonlar gibi söndü
Arif Bey bu saklanmak kâr eylemez
Onun için aşikâr yerin yedi kat altı
ve iğnenin deliği

Arif Bey bu / azrailin gölgesi
Hiç kimse elle gelen düğün bayram diyemedi

Elleri sırıklılar / Başları sarıklılar
Korkuya teslim oldular
Kesik kesik / Ürkek ürkek
Gâh susup gâh konuştular

Sustukça sur kesildi
Azmanlaştı konuştukça
korku denilen canavar
Bolu sokaklarında alınan
tedirginlik nefesiydi

Birlikte padişahçıları suçladılar
Bağırıp çağırdılar sövüp saydılar
Ufak ufak Kuva-i Milliyeci oldular
Kimisi dam başına kimisi minareye çıktı
Hışım gibi yaklaşan atlılara baktılar

Bindi yaylasına Hoca Süreyya
aklı selim umur görmüş bir adam
Yanında kasaba eşrafı
Arkasında ak bayraklar taşıyan halk
Yürüdüler....

Bu gelen yedi kardeşten ileri
atının üzerine
Bir kıyamet gibi Yarbay Arif Bey
Bir orman yangını silip süpüren
Canalıcı gibi bir şey
Durdu bütün haşmetiyle
Baktı küçümseyerek
Titreyen ak sakalları sırılsıklam yaş
Süreyya Efendi'ye

Bütün suçlu Mutasarrıf Haydar Bey
Ahali arada kaldı başsız - devletsiz
Eski mebus Aptilvahap
Boyacıoğlu Hamdi
Kardeşi kardeşe kırdıran / güruhu kandıran
İrvanlı Emin - Çubukçu Sabri
Mengeneden Avukat Nuri
ve Müftü Ahmet Efendi
Şimdi kalem kırdılar
kardeş elinden katline
bu yoksul ahalinin
Öz canları baldan tatlı
Tuttular yolunu Düzce'nin

Saflarında ölmedikçe
Bütün orduların çiğnediği
Koyunlardan daha mazlum işte bu ahali
Korkunun önünde yürüyen sürü...

Ve ahali paçavralar içinde hayaletler gibiydi
Avurtları çökük
Gözleri kurban gözleriydi
Yalın ayaklarında bin yılların yoksulluğu
Arif Bey'in çevresinde tavafa geldi
Yalvardı bükük boyunlar
ince bilekler - korku yalağı gözler
O sustu / Ölümdü sanki susan
Ve sanki ölüm insafa geldi...
Sessizce şehre girdi bir bölüm asker
Binbaşı İhsan'ı
Merkez Komutanı atadı Arif Bey
Son derece muzaffer
at sürdü kaplıcalara

Düşündü
Dinlemesi elzemdir beden denilen şey...

Bolu Merkez Komutanı Binbaşı İhsan
dahi Mutasarrıf Vekili
Dışarıda yıldız yüklü bir gece
Uyku uyumamış akşamdan beri
Dağıtmış mıntıkaya nöbetçileri
Pencereden karanlığa bakıyor
Karanlık işkilli / Böcekler cikiliyor
Gece akıyor
Uzaktan uzağa şafak
Birazdan saracak sokakları kuş sesleri

Hükümet Konağı'nın penceresinde
Binbaşı İhsan Bey'in yorgun ela gözleri...

Ansızın bir silah sesi uykuda deldi geceyi
Sonra bir daha - bir daha
Havada kurşun selleri

Atlıya yaya bir ahali
Aç kurtlar gibi dehşet hayvani
Sökün etmiş geliyordu Düzce'den
Sürüleyip yedlerinde artan kalabalığın
çoğaldıkça azalmıştı korkusu
Baltalı- silahlı- eli değnekli
Ayak yalın- perperişan bir garip haçlı ordusu
Aktılar Bolu üstüne boz bulanık bir deli su...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:47 PM

Ateş Çiçeği-21

Bütün bu olanlar olmadan önce
Arif bey bolu'ya gelmeden önce
Kitaplarda söylenir ki
bir başka zaman
bir başka yerde:




Akşam alacasında orman
çekmiş üzerine bin bir renkli örtüyü
binbir renkli bir Türkmen kilimi gibi
Işıklar oynaşıyor yapraklarda
Oysa kaval sesleri yok
sönmüş çoban ateşleri dağlarda

Kedere kâr etmiyor
böcek cikiltilerinden yıldızlara dek
geceyi saran büyü

Dağların yamacında - yaprakların arasında
Barış günü kadar şirin bir Doğandere Köyü

Kandil alevinde dalgın suratlar
ateşten yontulmuş gibi keskin
Pencereden ay dökülmüş içeri
Uzakta köpekler ürüyor
Dışarıda yumuşacık bir rüzgâr
ormanı getiriyor
Dışarıda bir çift katır
gevişliyor otlarını keyifle
Yanlarında iki adam çığsilah
sessizce tütün içmekte
Ve bir başka insan gibi duran ağır makinalı
Mermiler / Ve sair erzak...

İçeride beş kişi
Yüzleri ateşten yontulmuş gibi
Birisi konuşuyor
Yedik içtik sağolun
Ama insan tanımalı insanı
Adım Kuşçubaşılı Eşref
Adapazarı ve Bolu'nun
Şimdi de siz söyleyin / kimsiniz
Ne taraftan gelip - nereye gidersiniz
Elleriniz münevver eli - ince

Köylüce değil gözlükleriniz
Dilleriniz şehirlice
Doğandere Köyü'nde ne gezersiniz

Kıpırdandı adamlar hayretlerini gizleyemeden
Gözlerinde şaşkınlık birbirine baktılar
tek kelam edemeden

Konuştu içlerinden birisi

Adım Binbaşı Şevki
Yıllar yılı savaştan
ve silah bırakışmadan sonra
Yüzbaşı Hilmi’yle beraber
Kalakaldık bir hain karmaşada
yüzüstü bir yalnızlıkta
Şehirlerde kör dövüşü
kısır partileşmeler
ve
bir
anı
var
insanın
Ümitlerinin
bittiği
yer...

Bir sınırı dayanmanın....
Çekilip geldik buraya
Ormanların ortasında
kuşlar gibi yaşamaya
Arkadaşlar sonradan katıldı aramıza
Yalnız...
içimizde bir yer...
kırılmış - yıkılmış şeyler...
...bir yara...
şifasız o sinsi keder...

Aldı Yüzbaşı Hilmi
Sesi heyecan içinde yüreği ürpertili

Demek siz
Meşhur Teşkilat-ı Mahsusacı
eski subay Eşref Bey'siniz
Çok işittik ününüzü...

Aldı Binbaşı Şevki
Espirili

Siz de mi şehirlere
ters döndünüz yönünüzü
Lâtif bir huzur mu aradığınız bizim gibi...

Aniden patladı Kuşçubaşı Eşref Bey

Hey / galiba anlamadınız
Ben İstanbul - Ankara hattında
insanları toparlayıp
hainleri tepelerken
Karar verdi Koca Mustafa Kemal
Dedi
Kuva-i Milliye Komutanı olarak
Adapazarı ve Bolu üzere
avdet et derhal..
Şöyle iyicene bakın simama
Benziyor mu bir yerlerim
ormanlığa saklanacak adama...

Müthiş bir sessizlik oldu
Kanatıcı ve derinden
Eşref Bey sakinleşti
kızdı kendine
Saf değiştirdi

Biliyorum lâtife yaptınız
kusura bakmayın beyler
İnsanda sinir koymuyor
şu yaşadığımız günler
...aslında sizleri anladım
buraya gelmeniz korkudan değil
Evvel zaman o derin karmaşaları
ben de yaşadım hem de pek çok
Anlaşılan o büyük kurtuluştan
Kuva-i Milliyeden falan haberiniz yok

Ben önce sizlere hikayemi anlatayım

Adapazarı- Bolu bölgesinde
ne büyük bir kahraman
Kuşçalı Köyünde Kuşçu Ali

Belki tarih onun adını yazmayacak
Ama kahraman olunmaz tevekkili
Şimdi merkezindedir gizli telgrafhânenin
İstanbul'dan- Ankara'ya
Ankara'dan- İstanbul'a
En önemli can damarı bizimkilerin
Şimdi ben bırakıp Adapazarı’ndan- Bolu'ya
Yenibahçeli Şükrü Bey'e
Yanımda iki Kuva-i Milliyeciyle
Yükleyip katıra ağır makinalıyı / kendimiz yaya
Varalım dedik
Hürriyet ve İtilafçı hainlerin fink attığı
Adapazarı- Düzce hattında
bir dayanak aramaya...

Size sözüm Koca Mustafa Kemal
yedinde temsil kuruluyla
intikal eyledi Ankara'ya
Duydunuz mu
Erzurum- Sivas Kongreleri
oralarda alınan kararlar
Yazıldı kağıtlara dağıtıldı bütün yurda

Öyle şaşırmayın ağalar
Hele alın okuyun
Çıkardı çantasından broşürleri
uzattı subaylara
Okudular / kutsal bir kitabı ezberler gibi
kongre kararlarını
İçlerinde duydular başka ateşlerin harını
yalımları azametli
Utandılar okudukça geç kaldıklarına
Dağıldı ruhlarına tüneyen karamsarlık
Dirildiler / Kuva-i Milliyedendiler artık
Kandil alevinde yüzleri
ateşten yontulmuş gibiydi
Birlikte karar verildi
İçlerinden birisi buralarda kalacak
Asker toplayacak / çete kuracak
Topladığı askerleri
Eşref Bey'e salacak

(Kendisinin adı meçhul kalacak)
Ötekiler Eşref Bey'le gidecek
Şafak ışımadan düşüldü yola
Geride bırakıp düşsel cennetlerini
Kuşçubaşılı Eşref - Teğmen Muharrem
Yüzbaşı Hilmi vardılar Mudurnu'ya
Kuva-i Milliye'yi kurdular
Mudurnu’yla İstanbul'un ilgisini kestiler
Asayiş berkemâl
Ankara'ya haber saldılar

Parti - din ayrımı gözetmeksizin
vatanını seven herkesi
müdafayı Hukuka çağırdılar

Ve fakat
onların gelişini beklercesine
Kara yılan başını kaldırdı
İttihatçı- itilafçı fırkalar
kara yürekler ayrıldı

Mudurnu'yu bir yayığa koydular
Hınç ve öfke mayalayıp çalkaladılar

Düzce'den Mudurnu'ya kara eller uzandı
Elebaşıları Sefer Bey diye biri
casus saldı sokaklara / fitne dağıttı

Dediler
Müdafayı Hukukçular zinhar yalan
Ne Padişah'ımız esir
Ne İstanbul Hükümeti satılmış
Ne de işgalde vatan
Bolu'dan Aptilvahap Efendi
gidip gördü padişahı / dediler

Devletlü Efendimiz buyurmuşlar ki
Ankara Hükümeti vatan haini
Külliyen katli vacip
Dağıtmak caizdir hain inini
kanları şer'an helâl
Elebaşıları Mustafa Kemal
Ey ümmeti Muhammet
Rabbül Alemin aşkına cihada

Düzce'den Mudurnu'ya kara eller uzandı
İstanbul ve İngiliz Hükümeti ajanları
el birliği ile dernek kurdular
Adını Hilafet koydular...

Cümle köylere dağıldı softalar
Salyalar saçıldı ağızlarından
Ceplerinde kor gibi İngiliz altınları
Osmanlı paraları
Dediler
Din elden gidiyor ey Muhammet Ümmeti
Bastılar yaygarayı

Kırk kuruşa çıkarmış sayım vergisini
Ankara Hükümeti

İşte tam da orada
Laf paraya gelince
Lav gibi patlayıverdi köylünün nefreti
Boşaldı cümle köyler bu nefret cinnetinde
Toplandı bir araya yüzyılların öfkesi
Mudurnu bir sel gibi basıldı
Yakalanan Müdafayı Hukukçu
sorgusuz yargısız asıldı
Canını kurtaran ölümden kaçtı...

Kuşçubaşı Eşref Bey'e gelince
O çoktan
Müdafayı Hukuk'u kurduktan sonra
Örgütse örgüt işte
Benim burda bitti işim
Gerisi sizin demiş
Başka yerlere gitmişti..

Doğandere Köyünden gelenler
Kavgasız bir dünyanın düşçüleri
Binbaşı Şevki - Yüzbaşı Hilmi
Teğmen Muharrem - Öteki meçhul asker
(adı kitaplarda geçmeyen biri)
Yirmi beş silahlı milisle beraber
kaçtılar Mudurnu'dan
Geçerek ıssız dağ yollarından
saklanarak vadilere Nallıhan'a vardılar

Adı kitaplarda geçmeyen asker
Mudurnu Boğazında pusuya yattı
Yanında on beş can
Günlerce hain beklediler gözlerini kırpmadan

Bir öğle üzeri
bir haber ulaştı Binbaşı Şevki Bey'den

Çarşamba ve Çayırhan'dan sökün eden
çok kalabalık bir hain güruhu
sardı Nallıhan'ı arkadan
Çekildi Kuva-i Milliyeciler
Eskişehir'e doğru
Sen de çek milisini çok geç olmadan

Çekilemedi / Düştü arasına on beş adamıyla
saldırganların

Öldü on beş can
Son kalan iki kişiyle
Canını zor attı
Binbaşı Şevki'nin kafilesine...

Binbaşı Şevki'nin kafilesi
Uçurumlu dağ yolları boyunca
yenik ve umutsuz
Ne ağacın yeşili
Ne kuşun sesi
Hava dehşetle huzursuz
Korku bekliyordu bütün yarlarda
Nallıhan Kaymakamı İmdat
Eşraftan Molla Tevfik ve Ahmet
Vodinalı Halit Bey de aralarında
Binbaşı Şevki'nin kafilesi tedirgindi

Dört bir yana haber salmış hainler
Yakalayanlara ödül adanmış
Meyil Köyüne varmadan pusulandılar
Uğruna savaştıkları halk cahil ve korkak
Ellerini urganlara bağlayarak götürdüler

Balcı Köyündeki asi karargâhında
Çarşamba'lı yedek subay
Ağzından tükürükler saçarak haykırdı

Demek kırk kuruş yaptınız sayım vergisini
Sizi it oğlu itler / ümmet - vatan hainleri
Elinde sopasıyla saldırdı
Vurdu kime denk gelirse
Alamadı öfkesini
Ağzından salyalar saçarak bağırdı

Vurun ulan dedi çevresindekiler
Ve ağladı kahrından Yüzbaşı Hilmi
tek söz etmedi...
Düşündü Binbaşı Şevki
Ellerine araba zinciri saran halk
korkak - cahil ve ahmak
Sürüklercesine götürdüler
Vardılar Mudurnu'ya

Orada
Sırçalılı Mustafa Çavuş adında biri
Düzce Hilafet Orduları Komutanı'nın
okudu telgraf emrini

Kumandan kuvvacıları istiyordu
Çok şey vardı öğrenecek
İyice sorgulamak gerekiyordu

Dediler
Kalabalık giderlerse kaçarlar
Parça parça taşıyalım Düzce'ye
Birazı şimdi gitsin
Kalanını götürürüz geceye

Binbaşı Şevki'nin kafilesi
Acıkmış – uykusuz - yorgun
Kendi toprağında tutsak
Başları düşüvermiş omuzlarına / kırgın...

Bir ara açıldı kapılar / Doluştu silahlı adamlar
Başlarında Sarıyerli Hafız
Gezindi aralarında süzerek
Tek tek baktı yüzlerine
Tanıdı doğandere düşçülerini
Yüzünde bir gülüş dolaştı belli belirsiz
çekilip gitti...
Çözdüler ellerini düşçülerin
Gece karanlığında yürüttüler
Fısıltılar oldu aralarında

Hakkınızı helâl edin
Her halde öldürecekler
Öldürmediler
Tahta bir kapı açıldı gıcırtıyla / Girdiler...

İçerden gelen
Kahkahalar ve zafer şarkılarıydı
sarhoş hilafetçilerin
Ve geceye yayılan mis gibi anason kokusu

İçerde nakışı kırık dal
bin bir al bir kilimin üstünde
Kocaman döşekler sermişler
Yastıklara köskenmişler
Şakir – Mahmut - Çarşambalı Asaf Bey
Ve Sarıyer'li Hafız
Ortada yer sofrası
Nar gibi kızarmış tavuk butları
boğma rakı

Hey gidi Hafız
hey ulan hey
Bakın hele gelen kimler
Kadim yoldaşlarımız
yeni Kuvvayiciler
Oturun-oturun hele
Kırk yıl hatırı vardır
bir fincan kahvenin derler

Oturdular

Ula teresler size mi kaldı
Azınlıkla bir olup baş kaldırmak padişaha
İyi ki tanıdım sizleri / şart olsun asarlardı

Hele yeyin bakalım
Karınınız aç olmalı
Şakir uyuma len
çuval ağzı aç hergele
Hadi bade koy beylere

Binbaşı Şevki kafilesinden iki subay
İçlerindeki sızıyı bastırmak istercesine
rakıya vurdu

Sohbetler koyulaştı / açıldılar
Son sözü Hafız söyledi

Ben şimdi Nallıhan'a gidiyorum
Hilafet Ordusunun başına geçmeğe
Sonra da hiç durmadan
Beypazarı'nda bulunan
Deli Arif'i yenmeğe
Size gelince besbelli yorgunsunuz
Tosun Beyzade Âsâf
-Zatı Hilafet Kurulu Başkanı-
sizleri ağırlasın ben gelesiye

Kalktılar / Tokalaşıp ayrıldılar
Gece ölüm kadar sessiz
Saatler kaplumbağa adımlarında
İki genç subay Âsâf Bey'in konağında
onunla birlikteler

Neler geçiyor dedi birisi
insan olanın başından
Ve daha neler geçecek

Her an nerden geleceği belirsiz
sinsi bir ölüm korkusu havada
Kahve ve tütün içerek beklediler
Sessizlik tekinsizdi
Ve her ses sanki bir panik birikintisi
Herkes beklediği yazgıdan uzak
Memleketin ahvalini konuştular
tartışmaktan kaçınarak
Acıdılar akıp giden kardeş kanına
Cepheden haber bekleyen Âsâf Bey
mani olamıyordu korkusuna

Zafer buradakiyle bitmiyordu
Biliyordu / bir yerlerde
Kuva-i Milliyeciler ilerliyordu

Ve sabaha karşı geldi
beklediği kara haber

Arif Bey kuvvetleri
ele geçirmişler Beypazarı'nı
Şimdi Nallıhan'a yürümekteler

Düştü parmaklarından okuduğu telgraf
Gözleri birer korku girdabı

Amanın ağalar dedi
Amanın beyler / El insaf

İşte ben bu neticeyi ta başından düşünmüştüm
Amanın ki amanın beyler
amanı bilir misiniz
ocağınıza düşmüşüm
Ben de size el gölgeliği ettim
Siz de bana şefaat eylen
Amanın imanım beyler...

Beyler sevindiler
Sevinç ve keder yan yana düştü
Hay hay / ne demek Asaf Bey dediler
Acı kahve hatırını biliriz
Hepimiz Türk kanındanız elbette
Tabii size çok şefaat ederiz
Hay hay ki hay hay
çiğ süt emmedik herhalde
Can borcumuzu öderiz

Gün büyüdü korku gibi
Öğle namazını kıldı Âsâf Bey
Konuklar bi afiyet öğün yediler / o yiyemedi
Korkusundan ödü koptu döşünde
Korkuyorum diyemedi

Akşam karanlığı
Çılgın bir atlı durdu konağın önünde
köpük köpüğe
atlının gözleri cacık yeşili - saçları kula sarı
dedi ki / amanın beyim
yer ile yeksan etti çiftliğinizi
Deli Arif'in adamları

Hemen atlar çekildi ahırdan
İvedi eğer vurdular
Âsâf Bey ve malûm şefaatçileri
Karaçayır yönüne ılgarladılar

Kitaplarda söylenir ki
Karaçayır'a vardılar
Orada doğandere sergüzeşti bir subay
ayrıldı kafileden
at sürdü Mudurnu'dan yana
Gecede muhtemelen ay
bir yavuklu yanağı gibiydi

Canını da bağışlasa
düşmana şefaatçilikten kurtarmış kendini
Yüreğinde kafesinden kaçan kuşun sevinci
Yarıp gitti geceyi

Abaza nöbetçilerin gözleri keskin
Çevirip kıskıvrak yakalayarak
Götürdüler Mudurnu'ya / ihtimamla koruyarak
Hilafet Kurulu'nun huzuruna çıkardılar
Umulmaz bir saygı ile ağırladılar
Atını bağladılar - yeygilediler
İstirahatgâh diye bir ev verdiler
ve emrine emirberler

Mudurnu Hilafet Kurulu
Taşıyordu yüreklerin sırtında
dağlara dar gelen Arif Bey korkusunu

Kulaklar kirişte
Arif Bey'den gelecek hey'et bekleniyordu
Abaza nöbetçilerin yakaladığı
evvel zaman Doğandere düşçüsü
Kaçarken şefaatçilikten
şefaatçiliğe düştü

Kitaplarda söylenir ki
Arif Bey'in adamları geldiler
Belli muharip adamlardı tepeden tırnağa
Bir başkaydı gözleri - elleri - ayakları
Hilafetçileri dinlediler
Ve kabul etmeyip şartlarını çekip gittiler

Yakalanan Doğandere düşçüsü ne oldu
kitaplar yazmıyor bunu

Arif Bey'in adamları gittiler
Ve hilafetçilerin başka bir kabusu
Yarbay Çolak İbrahim
Bir deli sel gibi bastı Mudurnu'yu


Söylenir ki
Arif bey bolu'ya gelmeden önce
Binbaşı ihsan bey
bolu merkez komutanı olmadan önce
Bir başka yerde başladı
mudurnu'da son bulan bu serüven
Gericiler bolu'ya akın ederken.....

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:47 PM

Ateş Çiçeği-22

Gericiler Bolu'ya akın ederken
Yedi derde derman kaplıcalarda
Arif Bey yorgunluk atarken
Merkez Komutanı Binbaşı İhsan
Uyku uyumamış sabaha kadar
Yerleştirmiş makinalıları
Uğurlu Nesip Mezarlığına
Fakat bir sel gibi sökün eden
Mudurnu köylerinden
Gökçesu'dan - Sazak'tan gelen
kudurmuş çapulcular
Doluverdi Bolu'nun sokaklarına

İhsan Bey atladı atına
Yorgun bir şahan
Topukladı makinalılardan yana
Sokaklar barut kokusu / toz duman
Kimliği belirsiz koşturanlar
Bir hain nişan aldı İhsan Bey'in başına
şehir halkından
Kurşun bir ölüm kuşu
çarptı hınçla şakağına
Müthiş bir yanma
Avuçlarında kan
Fırlayıp indi atından

Bir peşkir çıkardı torbasından
Kenarı dantelalı
Belki anasından yadigâr
belki yavuklusundan
Sardı sımsıkı yarasını
Bindi
Böyle yakışırdı böyle zamanlara
Kuva-i Milliye'nin Merkez Komutanına

Ama ortalık hain kaynıyor kıyamet gibi
Çarşamba'lı Kara Ali
Namı gelmiş - namı gitmiş civara
uçanı kaçanı vurmakta meşhur
İzledi İhsan Bey'i
tüfeğini yerleştirdi omzuna
Bastı tetiği
Gövdesini deldi geçti kör kurşun

Kanı diğdirdi bir pınar gibi
Ve kuduz çapulcular
İhsan Bey'in üzerine çullandılar

Kimi parasın kaptı kimisi dürbününü
beylik tabancasını - kol saatini
Yağmaladılar
İhsan bey verirken son nefesini
Soydular kanlı giysilerini paylaştılar
İnsan değilmiş gibi
Yarı çıplak cesedini ortalıkta sürüdüler

Arif Bey'in güçlerinden
Birkaç mekkareci asker kaçırmağa kalktılar
Karmaşanın arasından
mermi yüklü katırları
Yakalandılar
Hepisi de gencecikti
Aynı dilden konuşan
Aynı toprağın çocuklarına yalvardılar
Hatipoğlu Hüsnü diye birisi
isyancıbaşlarından
Çekip vurdu hepsini yüreği acımadan

Bolu Sokaklarında insan avına çıkmıştı
kum gibi insan...

Ne temiz bir yüzü vardı
Ne mazlum gözleri vardı
Pek gencecik bir subaydı Aptil Kadir

Kıstırıp bir köşede yakaladılar
Soydular sırtını çıplak koydular
Ellerini arkasına bağlayıp
sokak sokak dolaştırdılar
Mahşeri bir kalabalık
hiç insan görmemiş gibi
Gözleri can atıyor parçalamağa
Dudakları kan içmeye susamış
Bir tükürük yağmuruna tuttular

Aptil Kadir bilincini yitirmiş
unutmuş kendini bir kin selinde
Beyaz köpüklü tükürük
Ve irin sarısı balgam sağnağı
Çırılçıplak gövdesi tükrüklere bulandı

Sümüksü bir hayvan gibi iğrençliğe boyayıp
İğrendiler

Bir taş değdi sırtına
Sonra bir taş başına
Ardından taş sağnağı
Hırslı sopalar savruldu havada
Her yanını kan içinde koydular
Hınçlarını alamadılar
Öfkeden cinnet geçiren birisi
Gövdesine kamasını sapladı Aptil Kadir'in
Hızını alamadı / Sonra bir daha / bir daha
Ve bütün yaralarından kan foşurdadı
Anam dedi Aptil Kadir / Anam ölüyom
Sonra düştü yere / öldü dediler
Alıp sokak sokak sürüklediler
Birbirine karıştı çamur - kan - tükrük
Belediye binasının önünde balçığa terk ettiler

Çamurlar içinde Aptil Kadir yatar
Memleket Hastanesi'nin lojmanı
Kapalı perdelerin aralığından
Kuva-i Milliyeci Subay'a bakar
O akşam yakılmadı ışıklar
Çıkamadı dışarıya mektepli doktor korkusundan

Genç bir kadın ağladı perdelerin gerisinde
hiç uyumadan
Ve şafak sökmeden önce
Kan sarhoşu kalabalık çekilince
açtı pencereyi baktı dışarı
Önce iniltisi geldi Aptil Kadir'in
Sonra da kıpırdandı
Kadın uyandırdı kocasını
yalvardı - yardım diledi

Kimseler görmeden hastaneye kaldırdılar
Yatırıp iğne yaptılar
Silmeye çalıştılar pisliklerini
Kimseler görmeden geri gittiler
Ve Subay Aptil Kadir başardı imkansızı
Açtı yeni bir yaşam gibi o mazlum gözlerini
Su istedi

Müstahdem kadının büyüdü gözleri
Bakın hele hâlâ gebermemiş dedi
Koştu hilâfetçilerin karargâhına durumu muhbirledi
Ve çılgına dönmüş birkaç çapulcu
Hışım gibi bastılar hastaneyi
Bir ip bağladılar boynundan
sürüdüler Aptil Kadir'i

Kitaplarda söylenir ki
Yeniden kan yürüdü yaralarından
Nöbetleşe tutuşup ipin ucundan
Sürüdüler cesedini sokak sokak
kan saçarak
Sevinç naraları attılar
sanki vampir çığlığıydı sesleri
Bilinir
Dünya haritasının her noktasında
bin yıllardan beri akan kan nehirleri
Onların eserleri
Bütün savaşları onlar çıkardı
Ve bütün katliamların altını imzaladılar
İlk insandan bu yana
Yedikleri can içtikleri kandı
Ve barışı kanla yazan kitaplar
onlara insan demeğe utandı

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:47 PM

Ateş Çiçeği-23

Aç çekirge orduları gibiydi
Gözleri cinnetli sarı
Sürü sürü saldırdılar
Cinayet kızarmış duyargaları
Yeşil başak bir tarlayı talanlar gibi
afat ettiler Bolu'yu
Bir ölüm kokusu sardı rüzgârı
Belki de bin yıllardır canlarından koparılan
has – zeamet - timar
Öşürlenmiş ana sütü ve göz yaşı aşkına
biriken kinleriyle
Kime ve neden saldırdığını bilemeden
Saldırdılar
aç - yoksul ve yalın ayak
Saldırdılar Arif Bey'in üstüne
Sardılar dört bir yanından
Ak çekerge orduları gibiydiler
Ellerinde ne taktik ne plan
Arif Bey tecrübeli kumandan
Alışık olmasa da çekilmeğe kavgadan
Çekildi vuruşa vuruşa
Eski karargahı Kızılcahamam’a
Dövüşe dövüşe yürümek
kan kıvılcımlanan zamanda
Göğüsler köpük köpüğe yarmak zalim hattını
Mazlumun ateşten yumruğu olmak
Yalımlar arasında ölümü çiğneyerek ilerlemek
En büyük sarhoşluğu Arif Bey'in bu
Kavga alanı derler adına
orada yenik düşer insana
ölüm korkusu
O ne müthiş bir aşk öyle
Nasıl bir yürek coşkusu anlatılamaz

Arif Bey'in yüreği çekilmeyi kaldıramaz
Dar geliyor öfkesine bedeni
Çapulcu önünden kaçmak
ölümden beter ama zaruri

Mıntıka tek tük çalılık - tek tük taşlıktı
Hava alaca karanlık
Geride hilafet çapulcuları
Kurşunlar gelip gitmekte
Arif Bey'in Sevisi ürkek - tedbirli
Sanki kurşun sıkar iken
arkadaşlarını mevziler gibi

Bir kurşun saldı salgaraya
O sıra şaha kalktı Arif Bey'in atı
kurşun sağrısına saplandı
kişnedi acı acı
Arif Bey'in gözleri ateş kesildi
kanı beynine sıçradı
Doğrulttu silahını çekti tetiği

Eller yüzlere kapandı / dizleri dövdü
Yürekler alazlandı / kollar koptu
Diller tek söz diyemedi

Geride gericiler / sesleri kesilmişti
Bir ses- Allahım dedi
Garip anam / kadın anam / has anam
Öldük bilinmedik boz topraklarda
Cesedimiz garip düştü
ak bağrına bas anam
Bir bıçak gibi sustu
Gözlerden yürek suları boşandı yaşın yaşın

Geride gericiler takipten vazgeçmişti
Havada yıldızlara varan felaket
uğursuz bir suskunluk ulumakta
mutlaka kötüye delalet
Tutmayan elleriyle cesedi yokladılar
Yüzlerinde bağışlanmaz derinlikte bir küslük

Gözler yaş içinde
Bir ağacın altına defnettiler
Bir felaket olur diye Arif Bey'e katılmayan
Şerif Bey'in taburundan
bir garip oğlan idi rahmetli
Bir küçük kardeşi vardı aynı taburda asker
Elleriyle koymuş kara toprağa
Bir atı yaralamak suçundan öldürülen ağasını
Yasını hangi söz teselli eder
Kim dindirir yaşını
Garip anam / yetim anam / al anam
Canımın çatalı koptu dalından
düştü kara topraklara çabuk gel anam

Kızıl kan kesti gözleri
Kızılcahamam’a doğru at sürerken
Kâr etmedi askerlerin söyledikleri

Hain değil - düşman değil
Köle değil ki bu / asker
Öz kardeş yarası ölünce geçer...
Vardılar yatsıdan önce Kızılcahamam’a
Sessizce kuruldu çadırlar
Derin bir yas içinde atları suladılar
Yeygi verip tımarladılar
Genç askere yasaldıya vardılar
konuşamadılar
Havada müthiş bir hüzün kokusu
çığsilah uykuya vardılar

Arif Bey'in çadırında emir subayı
dimdik ayakta duruyor
ateşe hazır silahı
Arif Bey yorgun mu yorgun uyuyor
Çadırının çevresinde dört asker
sessizce nöbet tutuyor

Söylenir ki
kimsecikler görmeden
Bir karartı yaklaştı Arif Bey'in çadırına
Bir bıçak kesti brandasını
Bir namlu uzandı içeri
Vardı Arif Bey'in başına ateşlendi
Kan ve beyin fışkırdı patlayan kafa tasından
Sıvandı kan ve beyin çadırın her yerine
Ve kayboldu karanlıkta silahı sıkan

Fırlayıp çığ silah geldi askerler
Ne yapacaklarını bilemediler
Her kafadan bir ses kapladı ortalığı
İçimize casus sızdı dediler
Gidip bulalım / Varıp kaçalım

Kimse kumandan olamadı Arif Bey'in yerine
Milisler ayrılıp at sürdü sabahı beklemeden
Nizamiye erleri ve subaylar
sabahleyin Ankara'nın yolunu tuttu
Ve son kalan çeteler bindiler atlarına
Mahmuzladılar Afyon dolaylarına

Dediler ki
devrim'in en büyükleri
Yarbay Arif Bey ve benzerleri
Belki zaman zaman zalim ve deliydiler
Kan ve ateş günlerinde böyle şeylerin nedir değeri

Yüz binlerce can verilip varılan
ulusal kurtuluşun
demirden pençesiydiler
Zararından bin fazladır iyilikleri....


Söylenir ki
Kızılcahamam'ın Şıhlar Köy'ünden
Hafız Halil diye biri
yüreği yas içinde
ağlayarak yıkadı Arif Bey'in cenazesini

Evvel zaman Yarbay Arif atlılarıyla
Kızılcahamam'a gelmişti kış çıkarmağa
Milisleri sıkıştırdı köyleri
Atlara arpa almağa
Her köy payına düşeni getirdi
Tek Şıhlar Köyü
çıkıp Arif Bey'in huzuruna
Arpa veremeyiz dedi

Arif Bey kükredi
Vereceksiniz

Ve köy kurulundan Hakkı
Arazimiz taşlık dedi
Gücümüz yoktur vermeye
ne arpa ne de saman
Amanı bilin mi Yarbayım / el aman
Arif Bey gazaba geldi kalktı yerinden
Köylüler tir tir titredi
Ve tir tir titreyerek
İki adım öne çıktı birisi içlerinden
Koynundan bir Kur'an çıkardı
Okumağa başladı derinden
Arif Bey kalakaldı
Yumşadı yüzünün demirindeki öfke
Okudu Hafız Halil / sesi yanık / kıraatı tam

Ve yaşlar süzüldü siğim siğim
Arif Bey'in yanaklarından
Kur'an bitti
Söylenir ki Arif Bey defolun ulan dedi
Bir daha çıkmayın karşıma
Yalnızca bu adam kalsın Kur'an okuyacak bana

Hafız Halil anlatır ki
Kızılcahamam Karargâhında kaldım bir hafta
Arif Bey rakı içti her gün
Her gün Kur'an okuttu bana
İki nöbetçi dikti kaymakamın kapısına
Koskoca kaymakam izinsiz çıkamadı dışarıya

En iyi arkadaşı Kızılcahamam Malmüdürü
Gezip söyleşirlerdi Soğuksu boylarında

Hey gidi Arif Bey Nasıl teslim olurdu Kur'an sesine
Bir keder sarardı yüzünü
Ben okurdum / Ve o ters oturup sandalyesine
önüne eğip başını ağlardı her seferinde

Hem deli - hem akıllıydı diyene eyvallah / tamam
Hem iyi - hem kötü diyene
bir şey diyemem
Ama sapına kadar yiğit
Katıksız vatanperverdi vesselam

Lâkin
bir Kur'an dinleme faslından sonra
Her nedense öfkelenip
bağırdı orada bulunanlara
Mustafa Kemal de kim oluyor be
Memleketin başka adamı yok mu
Hepsine göstereceğim
Bahara çıkalım hele...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:48 PM

Ateş Çiçeği-24

Belki bir alaşafakta bir hain kurşunundan
Belki yazı masasının başında bombalanarak

Çoğu zaman bir kavganın tam ortasında vurularak
Bazan yargısız infazla
insanlara sevdası suç sayılarak
Kahramanlar da ölür


Kimi zaman
uğruna bir ömür zindan yattığı
güzel günlere varamadan
Ama inanarak sonuna kadar
Kahramanlar da ölür

Ve onlar
İnsanlığın yüreğine gömülür
……………………………………………………………………………

Demek ki suçsuz yere öldürülen makinalı tüfek erinin kardeşi Yarbay Arif Bey'i öldürmeyi kafasına koymuş, bunu hemen o gece karanlıktan yararlanarak yapıvermişti.
Hasan İzzetin Dinamo,
Kutsal İsyan 4. Cilt. Sf.380

Olayla ilgili tahkikat sırasında suikastın vukua geldiği saatlerdeki iki nöbetçi ile Arif Bey'in çadırının yanındaki çadırda yatan yaveri Üsteğmen İhsan ve Karakeçili Müfrezesindeki erlerin ısrarı üzerine de Kızılcahamam Müfreze Komutanı Binbaşı Rüştü'yü tevkif ettiler. Yarbay Arif Gerede'ye asilerin üzerine gönderilen ve müfrezeyi iyi idare edemeyen Binbaşı Rüştü'yü asmak istemişti. Araya giren bazı zatlar Yarbayı bu fikirden vazgeçirmişti.
Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi yayınları,
Türk İstiklal Harbi Serisi, 4. Cilt
Arif Bey son derece haşin ve geçimsizdi. Bu yüzden herkes kendisinden çekinirdi. Arif, müfrezesi ile beraber Bolu'ya gitmek için ayrıldığı sıralarda, Rafet Paşa Afyon'a geldi. Ankara'dan Nazilli'ye Nazilli'den Ankara'ya sık sık gidip gelirdi. Her seferinde de Afyon'a uğrar ve bizimle görüşürdü. Bu defaki gelişinde Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey, Müdafaa-i Hukukçulardan Reşit Bey, ben ve Rafet Paşa akşam oturup konuştuk. Reşit Bey, Arif Bey’den şikayet etti 'kendisinin Afyon'dan uzaklaştırılmasının iyi olacağını, aksi takdirde müessif olaylar çıkacağını' söyledi. Tümen Komutanı da bu mütalaaya iştirak etti. Bunun üzerine Rafet Paşa- Merak etmeyin Arif Bey bir daha Afyon'a gelmeyecek dedi. Arif Bey'in Kızılcahamam da çadırında öldürülmesi, faili meçhul kalmakla beraber, kuvvetli bir ihtimalle Rafet Paşa tarafından hazırlanmış bir hareket olması gerekir. Maiyetindekiler Afyon'a geldikle-rinde, atını, silahını, parasını, eşyasını Müdafaa-i Hukuka teslim ederlerken Arif Bey'in en yakını Ali Çavuş'a bazı sorular sordum, 'Ben öldürdüm' demedi amma, yüzün-den onun öldürdüğü anlaşılıyordu. Nitekim Arif Bey'in bazı adamları da, Onu, Ali Çavuş'un öldürdüğünü daha sonra açıkça söylediler..
Sabahattin Selek,
Milli Mücadele, 2. Cilt sf.76.




……………………………………………………………………………












Gecenin en kör vakti
Oturup fısıltıyla konuşmağa durdular
İlk kimin aklına geldi içerdeki altınların hayali
Şeytan ilk kimi dürttü

Bozkır'dan yağmalanan altınlardan
bir tek penez bile düşmemişti onlara
Açlık çalıp - kıtlık oynar zamanda
Çoğu dağlardan derlenmiş hırsız- eşkıya

İlk kimin beynine düştü ihanet kurdu
Halil Çavuş / Tatar Hasan / Abiloğlu / Püsküllü
Esen yelden de gizli
Gecenin en kör vakti fısıldaştılar

Belki Rafet Paşa
gizli emir vermiş idi Halil Çavuş'a
O da onları düşürdü altın aşkına
Bilinmez
Bilinen
Altınlar büyüdükçe büyüdü karanlıkta
Gecenin kör zamanında
Dört nöbetçi kavil etti
Abiloğlu açtı çadırın düğmesini
Silahını doğrultup Arif Bey'in başına
Duyurmadan uyuklayan emir subayına
Tetiğe basıverdi

Derler ki
Altınları aldılar / Sakladılar karmaşada
Geriye dönerlerken eşkıyaya soyuldular
İt gibi pişman oldular

Yoksul sokaklarda yayıldı kara haber
Bayat'tan Afyon'a ağlayıp söylediler
Acı yüreğe döküldü / Dost ağladı düşman güldü
Kuva-i Milliye'nin Çelik Pençesi
para için öldürüldü




……………………………………………………………………………


Hanı dediğimiz, beğ erenler
Dünya menim diyenler, ecel aldı
Yer gizledi, fani dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya, ahır sonu
ölümlü dünya

Şamil Cemsidov
Kitab-ı Dede Korkud,Kültür Bakanlığı yayınları,




Gel zaman git zaman oldu
Çanakkale Savaş'ında gözünden vurulan
Baba bir ana ayrı kardeşi Arif Bey'in
Emekliye sevk edilmiş Yüzbaşı Mazhar
Evlendi Zeynep Hanım'la..

Gel zaman git zaman oldu
Ölümün korkusu duyuldu Bayat'ta
Dediler ki o zamanın büyükleri
Arif Bey dediğin ne vatanperver
Öldürmüşse eğer bizim köylüler
Hem de para için / hem de haince
Sonları mutlak kötüdür
Yaşayan görür dediler
Gel zaman git zaman oldu
Tatar Hasan yorgan dide dide öldü
Püsküllü Kör oldu
sokaklarda yede yede öldü
Abiloğlu delirdi
kesmeye yatırdı avradını
Ölürken bar bar bağırdı

Arif Bey'i ben öldürdüm
Arif Bey'i ben öldürdüm
öldürdüm! ...



……………………………………………………………………………


Çok güvenilir dört nöbetçinin beklediği bir çadıra, onlara görünmeden gelip, çadırın bir kıyısından silahını içeri sokarak, Arif Bey'i öldürüp sonra nöbetçilere görünmeden bir insanın, ortadan yok olması, insan mantığı açısından mümkün görünmüyor.
(Yazarın notu)
……………………………………………………………………………



Dedi ki 'o çok uzak denizlere varsak
orada gemilerimiz olsa..'
Sustu hiç deniz görmemiş gözleriyle
bir an bin yılmış gibi sarsak
Dedi 'Nerede olursak olsak
yüreğimizin demiri
zehirli acıların örsünde narlanmış bizim
zincirimiz yangınlara bağlanmış bir yol
çileden çileye köprüler kursak
gene de
o çok uzak denizlere varsak

Nice acılar var ki
Nice insanı çökerten
Yürek kızartan gönül karartan
Çok gülüp geçmişiz onlara

Direnmek kimliğimizdir
Tarihimiz acının da tarihi
Sevda bitmeyen yenilgimizdir...'

Dedi ki 'Suyun hiç varmadığı çöller var
Bir yanda gazel dökümü / Bir yanda çiçek sağnağı
Bakma dudaklarımızın çöl olduğuna
gün doğmadan neler doğar

Ve yağmur
bir yerlerde
hep yağar...'

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:48 PM

Ateş Kuşu

Saat gece iki
Ateşe verilmiş haziran
Dili koparılmış cumartesi
Saatleri ökçelerle ezilmiş kent
Benim lanetim
Günahkar çocuğu Arşpel'in
Utancını saklamış *******e
Kanayan akışımın tanığı *******e
Şarkım
Orman yangınlarından arta kalan
Ateş çığlığı
Bir yel eser seni düşündüğümde
Bir sevda kuryesi soluğu serin
Savrulur küllerim kanar giderim...
Engerek ağusu değil yüreğimden gövdeme yayılan
Akrep ağusu değil
Acın senin-eldesizliğin dayanılmaz yokluğun
Birikir de ciğerimi parçalar
İçin için yanarım...

Yaşamı yemyeşil gülen yapraklar
Dökülmüş toprağa gazele dönmüş
Susmuş derin akışlı sularda çağlayan coşku
Yitirmiş sonsuzunu maviler
Yokluğuna ölüm demem
Acının dişleri geçmez ölüme
Sana giden yolları kan bürümüşse
Uçurumlar kesmişse bütün gelişlerini
Neye yarar aşktır demek yaşamanın anlamı

Saat gece iki buçuk
Şimdi umutsuzluğun dünyanın tüm çölleri
Yüreğim yokluğunun kum saati zamanda
Ve her kum tanesi eldesizliğin
Boşluğunda çırpınan sözcükler neye yarar
Karanlıkta uyuyan acımın tanığı kent
Varsın yıkılsın utancından...
Kavgalar yaşadım-nice kavgalar
Demiri hamur eden ateşleri dağladım
Akkor oldu yüreğim ayrılığın örsünde
Dudağımda yalanlanan türküler yarım kaldı
Yarım kaldı yaşadığım onca kent
Katliam alanlarında kurbanlık koyun gibi
Vurulan arkadaşların acısına dayandım
Kanla yarım kalmış sevdalardan sonra
Bilek damarlarımı kesecek kadar
Korkak biri değilim...

Kanlı bir çeteleye dönse de yürek
Çekmedim fitilini coşkusuz, kavgalarda
Fırtınasız sevdalara hiç inancım olmadı
Ondandır yangınlarda aradım seni ateş kuşu
Seni okyanus kasırgalarında
Ve bulduğum zaman kanlar içinde
Yaralı bir kayıktın çırpınan dalgalarda
Umut umut türküler yoldaş ettim yalnızlığına
Ve yeniden doğmanın ömre bedelligini
Tam yaşıyoruz derken
Yarım kaldı dudağımda öpüşün
Ellerin yarım kaldı avuçlarımda...
Güneşin türküsünü karaya boyadılar
Yüce dağın sümbülünü yoldular
Zulüm dendi adına
Yağan kar-buz tutan su
Gün gelir de erir gider sel olur
Yüreğe çarpan buz dağları
Erimek bilmez
Bu da zulüm değil mi...

Coşkulara vatan olan bir yürek
Nasıl dağı kesilir acının
Küllenmeyen ateşlerin cehennmeden geldiğini
Kim inkâr edebilir! .

Ey sert kayanın bağrına
Zamanı çizen rüzgâr
Türküm
Yanmış ormanlardan kalan
Küllerin çığlığı
Savur sevdamı kanatlarınla ona
Yaralarına bassın beni
Ateşimle acısını dağlasın
Ve ona sevdamı anlatsın acı çığlığım
Anlasın sevdiğim
Hep onu sevdiğimi
Ve artık ağlamasın
Ve artık ağlamasın...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:48 PM

Ateş Şarkısı

Dizeler dile dökemez
Oğulları öldürülmüş anaların yasını
Cellat çizmeleri altında şafak gül gibi sökmez
Ay paklamaz zulümden gecenin karasını
Irzına geçilen çocukların
Yakılmış cesetlerin yüzüne akşam düş gibi çökmez
Hangi söz anlatabilir
Kolları kopmuş askerin yürek yarasını
Ve tam vardiya ölüm fabrikaları
Silah simsarları haykırdı
İnsan hakları hayvan hakları!
Vay anasını be!
Vay anasını!...
Ey Bosna
Yaşamın anlamı kalmayan zaman
Zaman zaman
Yalnızca ölüm anlamlı olan Bosna
Boğazlandın bir dağ gibi
Dünyanın tam ortasında
Ve barış tellalları-uygarlık vampirler
Bu insan kıyımına utançsızca baktı da
Göremedi be!
Göremedi be!
Göremedi!...
Akşamların coşkuyla karşılandığı evleri yaktılar
Evlerin ne suçu vardı
Kahvaltı masalarınıDuvardaki resimleri
Oyuncak bebekleri yaktılar
Oyuncak bebeklerin ne suçu vardı
Anaları çocuklarına hasret
Gençkızları düşlerinde yaktılar
Onların da anaları yok muydu
Bebekleri yok muydu- bağırlarına basıp adına mutluluk dedikleri
Ve ağıtlar yükseldi
Tüm yoksul sokakalarında yer yüzünün
Ruhuna kadar sömürülmüş milyonlar
Su ve ekmek sundular gözyaşlarından
Bosna yaşasın diye
Bağdaki üzümünü gözleyen
Topraktaki petrolü izleyen uydular
Ne ayyuka çıkan ceset kokularını
Ne dünyayı sarsan kıyım çığlıklarını
Bir onlar duymadı be!
Duymadı be!
Duymadı!...
Mostar köprüsünün üstünde
Aşıklar dolaşırdı akşamları
Gök lacivert bir şarkıydı
Bir peri masalında ay akardı tüller içinde
Masmavi bir coşkuydu aşk
Yıldızlar bir pembe bir sarı
Akardı Mostar güller içinde
Mostar köprüsü’ nün üstünde
Kaçıncı yakılışıdır Roma’ nın
Kudüs’ ün kaçıncı işgâli
Kaçıncı cehennemdir Srebrenica
Sen kaçıncı Hitlersin Sloban Miloseviç
İnsan kasabı, piç oğlu piç
Orada ırzına geçildi
Gözyaşlarının bile
Yeniden çarmıhlandı Spartaküs
Nesimi’ nin derisini yüzdüler
Bedreddin’ im bir ağaca asıldı
Kaçıncı kez kirlendi
Barış simsarlarının kof sözleri orada
Masallardaki iyiler
Yıldızlı göğün sırları
Yorulmuş yaşamların çiçeklenen kırları
Yamaçlarda dinlenen
Eski zaman yatırları
Katledildi orada
Annelerin parçalanmış memelerinden
Sütleri toprağa damlıyor
Öldürülmüş çocukların oyulmuş gözlerinden
Anneleri kanıyor
Artık ellerimi tutamazsın anne ellerim yok
Bir daha sevinci koşamam sokaklarda
Bacaklarım kopuk
Sokaklar yıkık
Bir sesim vardı
Gülüşüme şarapneller düştüğü anda
Bütün çocuk sesleriyle birlikte
İnsanlığın suratına haykırdı
Misketime benziyordu öldüğüm kurşun
Yağarken gökyüzünden yanık et-kopuk bacak
İnsanlık kördü anne
İnsanlık sağırdı
Bir çığlığım kaldı benden
Tarihin vicdanında yargılanacak
Gayrı gözyaşlarını biriktirirsin
Dünyanın dört yanında yalnızca ağlayanlar
Sonra da oturup içsin
Senin yazdığın yaldızlı dizeler
Öfkeye- kınamaya- yasa dair
Artık durdurmaya yetmez
Bitmiş bir soykırımı ey şair
İsyana kesmedikçe kederin
Kalemin yüreğine saplanıp
Ateşle yazılmadıkça dizelerin daha çok
Vampirler sokaklard uluyacak
Başka bosnalar kanayacak
İnsanlık zulüm soluyacak
Çocuklar soracak ey insanlık
Çocuklar sizden soracak
Sevinçler ne kadar az
Azrail ne kadar çok
Artık ellerimi tutamazsın anne
Ellerim yok!...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:48 PM

Ay Sancısı

yorgunum
uçurum diplerinde zirvelerinde
yıldızlar dökülür bir yanıma
bir yanım çığlık çığlık girdaplardında
söyle cılız gülüşün mü
hoyrat uysallıkların mı girdi kanıma

bu gecedir
karanlık şüpheyle dolaşır ayrıntılarda
an olur
ruhunu neşterlersin kanlar içinde
sönmüş bir küçük ateşin küllerinden
türküler yakasın delice

bu gecedir
yıldız basar- bulut sarar yarana
kısır bozkırlar acır gözbebeklerinde
ananın kavruk yazgısı
bir de nafile zamanlar
saplanır yüreğine isyanla
gecedir bu...

yorgunsun
karaya boyanmış kentlere gidip gelmekten
kirli bakışlardan
kör dostluklardan
bazan kar da kara yağar karanlık sokaklara
nasıl tükürük gibiyse gülüş
namussuzun suratında


gecedir
parmak uçlarım diken kesilir bir an
dokunsam tenin acır
gövdemden dörtnal geçen
bir deli tay olursun bazan
yangınlar ertesinde
baharlar ucundasın...

değmeyin yüreğim acılı
anlatamam
kollarımda ay sancılı...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:48 PM

Ay Yiyen Yalnızlık

yalnızlığım benim
gemisiz korsanım
bir sal yap düşlerini
bütün denizlerde yurdunu ara
yalnızlığım benim
sevgilim ve celladım
sal beni denizlerin en derinine

şimdi yarasalar barınan yürek
hiçlik uğuldayan dipsiz mağara
özlemin iğne geçmez gecesi yırtık
dalgaların kitabında mor menevişler
yalnızlığım benim
çöllere atılmış teknem
bekleyişin yelkenleri rüzgarsız
ayın gülüşü yara
öyle bir çöl denizi zaman
ölümden sonrası-candan öncesi

çırıl çıplak teninden kalan yankılar
çınlar kum
ve rüzgar
gitmiş şahbaz atlar köpük köpüğe
kendini bu taştan boşluğa çarpar
başka zamanlardan haykıran sesim

gitme
beni bekle
gitme

ünledim ay da gördü
ün ettim ünümü yetiremedim

yalnızlığım benim
geç kalmış yağmurum
soldu sabırlarım bekleyişlerim
şimdi sen yağ beni kurak sulara
kumlarda yankılanan gövdenin şarkısına
kıyıda boncuk satan boncuk gözlü çocuklara
deniz masalları anlatan ihtiyara
evine mutlu dönen balıkçının gülümseyişine
liman işçilerinin kalabalık sesine
yıldızlara yağ beni
sabırsız kumlara
ve ille dalgalara
beni yağ ey yalnızlık
belki sular karışmıştır yarin terine

çapulcular ayartmış ay düşlerini
çünki ben gelmeden eksikti mavi
yırtıktı bulut
kırıktı ayın kalbi
uzak adalarda kösnül bir gece
şehvet ateşleri yakmış ayyaş tayfalar
oynatmışlar deniz perilerini

zaman
ölü martılar gibi
sularda
kusmuk bulutlara küskün sabah

gözlerinde yıldızları saymadan
yatağına sularımı yaymadan
bir bergüzar telek bile koymadan
gitmiş mor balaban benden öncesi

yalnızlığım benim
yurtsuz albatrosum
yolsuz belsiz gökyüzünde bulutun buhar olmuş
yankısız çığlığımın yarası
sesin bulutta mı suda mı saklı
özlemin yolları beladan büklü
sensizim sırtımda zamanlar yüklü
gayri buradan öte götüremedim

bekleyişin ışık sızmaz gecesi
yelkenler paramparça
direklere ağ kurmuş örümcekler
güvertede tüm ufuklar kapalı
birkaç günahkar tanrı
gemi ambarında kafayı çeker
seslenmişim

gitme
bekle beni
geri dön

ellerimde hiçlik

küskün
gözlerinden mi
başlar
insan

gücendiren
nedir
insan
yüzünü

sonunda kustum kalbimi suların suratına
yukarda ay
uzattım elimi
aldım
ısırdım
ağzım yüzüm ışık kesti

işte tam da orada
beni sapkın ilan etti bütün ahali
gül
düm
gecenin sonunda-günden öncesi

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:48 PM

Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-1

gece demlenirken uykularda
beton yığınlarında ay bedirlenirken
yıldızlar ürperirken sularda
yalnızlık nemlenirken
yaslanıp yalnızlığa beni anımsayacaksın
ıssız dehlizlerinde gecenin
acının ayak sesleri
soluğundan bile sakladığın giz
dipsiz kuyularda açılacak
yüzün hüzünler mezrası
ıssızında biz
kanayacaksın...

esip esip giden yaşamın dallarında
taze güller gibi solarken her gün
içindeki kadın saçlarını yolacak
düşlerini yağmalayan kan rengi sonbahara
orada yalnızlıklar delirir
en olmadık zamanlarda beni soracak
- o şimdi kim bilir...

ıslanmış akşamların kıyısında
saçak altlarında kederin
sancılanmış yüzümde gözlerim köz
bazan pastacı geçerken
bazan telefon zilinde
zamanın çaldığı o kırık lir
ansızın gülüşünün yakasına yapışıp
soracak içindeki hummalı kadın
- o şimdi kim bilir...

kim bilir hangi kentte hangi yangınlardadır
belki dalgın gözleri ürperir dalgalarda
küskündür-yaralıdır-yapa yalnız kuytularda
kıvranır bin yerinden bıçaklanmış uykularda
sızlar her dakika seni düşünüp
belki de kollarında bir kadın
ona şiirler okur-dizeleri kan
gözleri her yerin acemisidir
kırık kanatlı coşkular ne zaman kapaklansa
seni isyanla anardır
- o şimdi kim bilir...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:49 PM

Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-2

kavgalarımız gelecek aklına
akılalmaz basitlikte küsüşme nedenlerimiz
gülden- buluttan- yumuşamış taştan
kaç kez tuz-buz ettik yüreklerimizi
fakat tek bir sözcükle kaç kez
kaç kez bir bakışın taşıdığı öpüşle
dirilttik yeni baştan...

anlaşılmamış insanların küskünlüğüyle
yalnızlık kandilleri gibi yanan
yaralı kuş bakışlarım düşecek aklına
bazan sancılı susuşlarım
insanların acısında susuz balıklar gibi
çırpınan...
ve sağanaklarca sevişmeler
sevgide kanatlanıp uçtuğumuz sonsuzluk
el ele- soluk soluğa
tüketemediğimiz güzel hasret
örtündüğümüz keder
ve ansızın coşkuların kanadına saplanan hançer
aşkları tomurcukta koparan nefret...

savaş alanlarına da ilkyaz yeniden gelir
acıların üstüne de güneş doğacak
ama zamanın yüzünde aşkların izi kalır
ayrıldıktan sonra anlayacaksın nasıl sevdiğini
işten geçmiş olacak...

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:49 PM

Ayrılığa Gazel

o yırtıcı sessizlik ki acının sesidir
aslında her ayrılık ölüm denemesidir

yarılır yürekler yerle bir olur her şey
o bir felaket kuşu azrail kuryesidir

kendini terkedersen çürürsün her şey gibi
sırtın hüzün abası altın yalnızlık şiltesidir

her candaki ölüm gibi büyür aşklarla birlikte
gülde diken “ayrılık ümitlerin ötesinde bir şehir”

kemirirse insanlar birbirinin yüreğini
ayrılık ertelenmiş bir ömrün mavisidir

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:49 PM

Ayrılıklar Adresin

Müstezat



bir yangın soluğu uykusuzluklarda nefesin
gecenin neresindesin
bir ayrılık mevsiminde durmadan gazel dökersin
ağlarsın duyulmaz sesin
kaç insan geldi geçti- kaç ayrılık- kaç hasret
sevginin arkası nefret
şimdi yaşanmadan yakılmış şiirler ertesindesin
kederlerdesin
terkedilmek durmaksızın- çarpılmak duvarlara
bir yürek dolusu yara
yağmalanmış bir yaşamın biıinmezliklerindesin
ayrılıklar adresin

F.S.Mehmet1453 08-16-2007 12:49 PM

Ayrılıklar Yürek Söker

giderim
öksüz kalırsın
ararsın beni bir gün
ağlarsın bu hüzün akşamlarda

bir deniz kalır
keder kanar dalgalarda
yüreği köpük içinde
şarkıları haşarı
her gün başka bir yol keser
bu kentte gök akşamları
imbatı hicrandan eser
bir başka hüzzam
sapsarı

gün olur
bir yaprak gibi kurur yüzüm zamanda
aşkyeşil hâreli gözlerinden dökülür
incecik bir an olur gülüşüne yağarım
kuytu limanın olurum
sığınırsın
dalgınlıklarında
bakışından silindikçe ışığım
benden bir şeyler ölür sende
adımı söylersin bazan
duyarım bir yerlerde
ve kanarsın ıssızımda
ayrılık bu
yürek dağ olsa sökülür
giderim
ak bir lale gibi
boynun öksüz bükülür


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:42 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.