![]() |
Şükrü Erbaş
?
yüzünü uzak tut biraz dünya geçiyor olanca görkemiyle göremiyorum yüzünü yakın tut biraz dünya geçiyor olanca görkemiyle tad alamıyorum |
Ağaran Bir Suyum
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı Kadınlar gittikçe daha güzel Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü Sular daha soğuk rüzgâr daha serin Eskiden her konuda konuşurdum istekle Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor İçimden geçenleri söyledim sanıyorum Birisi bir şarkı söylemesin kederle Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu Kısa söz basit eşya kedi sevgisi Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak |
Akılla Yürek Gibi
ben olmasaydım -dedi- gülüşümün güzelliğini yaşayamazdın biliyorum verdiğim mutluluğun değerini ne anlama geldiğini senin için günlerinin güze dönen hayal çizgisinden iki güneş ırmağı gibi akan gözlerimin... elbette biliyorum senin değerini de ben içime bir ince sağnak gibi yağan öpüşten yumuşak yakınlığı ile insana ömürler veren sözlerinin yıkayıp yüreğimin acemi erlerini bulutsuz bir gök gibi dingin ve derin daha da güzelleştiriyorum gülüşümü. akılla yürek gibi oluyoruz böylece birbirini bütünleyen, degeleyen dünyayı iki ayrı tende bir can, birbi |
Anlıyor musun…
Zaman buldukça uğra Tek neşem bu benim Beklemek ve bulmakla yaşadığım Dili tutulmuş bu şaşkın sevinç. Eşyalar geri çekiliyor sen gelince Bir ayrıntı gibi içinde kaybolduğum Sığ ilişkileri günlerin Geri çekiliyor, dudaklarıma kadar Yükselen sıkıntı suları Tutunup kirpiklerinin ışığına Mavi bir kıyıya çıkıyorum Kurtuluyorum boğulmaktan. Aldığım soluğu duyuyorum, varlığımı Dünyanın benim için de var olduğunu. Gülümseyen ve bağışlayan Bir genişliğe dönüyor içimdeki keder Dumanı kalkmış karlı bir dağ gibi Açılıp aydınlanıyorum güneşinle İnanıyorum yeniden sevgiye ve güzelliğe. Aralarından ilgisiz geçtiğim insanlar -Telaşlı, dalgın, uzak- Daha bir dost görünüyor, daha bir sıcak İçlerinden biri olduğumu duyuyorum İyi gözle bakabiliyorum herşeye Gelişin hayata bağlıyor beni Anlıyor musun Zaman yarat ve uğra.. |
Avlu Genişliği
Avlu Genişliği Sizin evleriniz var, büyük. Sıkıntı diye soyunduğunuz dünya, eşiklerde. Çocuğunuz odalarda bir gün kapalı kalmadı. Habersiz girmedi kapınızdan kimse. o masal hâlâ uyumanız için. Gittiğiniz hiçbir toplantı suç sayılmadı. Başkası için itiraz etmediniz kimseye. Üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz. Emekten, yalnız kendinizi anladınız. Susup kaldığınız olmadı hiç. Arkanızı döndüğünüz, yoktu. Bir coğrafya bilgisiydi ülkeniz, sıkıcı mı sıkıcı. Birinci erdeminiz görmemekse, ikincisi unutmaktı. Ara sokaklara gitmediniz hiç. Anneniz ne karakol, ne hapishane bilir. Bir kadını topuklarından öpmediniz bir kez. Akşam kötü bir duygu, bir türlü çözemediğiniz. Kimsenin yalnızlığı düşmedi eşiğinize. En büyük dil sizin konuştuğunuzdu. Babanızı bir gün üzmediniz. Gülmüyordunuz, küçümseme düğün ediyordu. Turnalar uçmadı sesinizde bir kanat. Utanan biz olduk uzaklığınızdan. Bir kara leke halk, her adımda üstünüze sıçrayan. Gençlik, büyüyen tehlike siz yaşlandıkça. Sayılar ve sayılardı en büyük okumanız. Sevinciniz öyle tenha ki üç kişi olamıyor. Bir namludan içeriye bakmadınız hiç. Hep bir şenlikti çarşılardan dönüşünüz. Vurulmuş kimse yok aile fotoğrafınızda. Biz çoktuk ama çıkan sizin sesinizdi. Ve biz sizden bir avlu genişliği bekledik... Size kim, neyi, nasıl Aynı dilde mi kederlendik sahi Aynı yüzyıl mıydı şu yaşadığımız... |
Aykırı Yaşamak
Geriye dönerek yanıltıyoruz birbirimizi Bir destek aranır bir güç alırcasına Dönerek ikide bir anıların ülkesine.. Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu -O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer Ortak yaşadığımız sızım sızım- Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz -Böyle belirlenmiş sınırlar içinde Bir iç denetimle, bir dış denetimle Konuşmakta eski tadını yitirdi- Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara -Ah, o insane yüreğinin değişmeyen tutkusu- Bir güncel sesle sonar, çirkin ve çiğ Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama: “Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir Hiç yoktan var olmak” adına Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini. Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbimizde Anılar inançlar incelikler düşler.. |
Aynı Yürek Lekesi
Babam gelirdi ve akşam olurdu. Bahçedeki akasya ağacı günboyu biriktirdiği kuşları birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza. Siyah-beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam. Kamyonlar hep *******i, hep uzaklara giderdi. Ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım. Yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam. Kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı. Tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç. Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya. Ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım. Ne kadar susarsa o kadar terlerdi. Boncuk bocuk döktüğü ter, hep uzağından geçen kadınların içinde göveren gözleri miydi? Babam en çok kışa yakışırdı. Bütün oyunlarımız başkalarının evlerine bir güzellemeydi. Annem babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ. Ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler... Babam neden yalnızca içince güzeldi. Şimdi beş ayrı evde aynı yürek lekesi süt kokularına yayılıp duruyor. |
Beni Dönecek Bütün Tekerlekler
Ağaçlar dursun, ben gideceğim Ne kadar savrulursa savrulsun Gölgesi hep dibine düşen Rüzgarsız saçlar, akşam sokakları Kimselerin bir yerlere gitmediği Oyuğuna sızdığı sadece Koltuklar dursun, ışıksız uykular Balkon demirlerinin büyüttüğü uzaklık Şimdi hepsi birer zaman ölüsü Duvarlara yük fotoğraflar Yoksul pencerelerde gönül zenginlikleri Çiçekler dursun, yapıştırma resimler gibi İnsanı içinden yıkan Öncesiz incelikler, sonrasız gülüşler Ben gideceğim, Kalbime dek soyunarak giyindiğim her şeyi... Ah ey aynasından ırmaklar akmayanlar Beni dönecek bütün tekerlekler Ömrümü yollara yayarak seveceğim |
Bir Bilen
Umduğun inceliğe inmiyorsa söz, Çekil suskunluğun tüneklerine; Ucuz etme anlamı... Böyle zamanlarda insan Çokluk yalnız kalmalı... Sevgisiz seslerle çevren çiğ, Uysan uzaklaşırsın kendi özünden, Dirensen günün karanlık... Bu yüzdendir *******in güzelliği, ******* aydınlık Al getir kendi derinliklerine, Ufuksuz sularda duran gemini... Getir ki sabaha çok var... Hem bakarsın *******in koynundan Bir bilen çıkar... |
Bir Özlemin İzdüşümü
Eğri çizgiler dalgın İki kaşım üzerinde İki kaşım üzerinde bir ağrı Gözlerim yanıyor günlerdir Gözlerimde bir yangın. Bir yanım gündelik şeyler Evdir ekmektir Yaşadığım kaskatı; Bir yanım olmadık türküler söyler Yoldur özlemdir Benim en güzel düşlerim İçimde kaldı. Biryerlerim eksiliyor günlerdir Biryerlerim eriyor Günlerdir başımda bir esrik bulut Ben süt mavilerde umarken günü Aykırı sularda akşam oluyor. |
Biz Neden Başkalarını Sevemiyoruz
Gümüşün ustalarını bitirdik Ahşap konakların oymalı dolapların Üzümün camın kesme taşın ustalarını... Akik kehribar yakut ve lal İşleyip incecik dünyayı parmaklarıyla Hantal düzlüğümüze köpük köpük Pencereler açan ustalarını Işığın, sevginin ve iyiliğin Bitirdik bir bir hünerleriyle boğarak... Uçurumların türküsünde şimdi sıra Dorukların karında, çimenlerin sütünde... Fırat ı yasaklayıp Dicle yi susturarak Tütün peynir yün ve pirinci Gömerek ağır toplarla toprağa; Kıl cecim savatlı düş rüzgârlı poşu Bin yıldır kendi yurdunda konuk Bin yıldır göçer iki zulüm arasında Akıl almaz bir yaşama ustası Koca bir halkta şimdi sıra... Narcissusun aynasında yalnız kendi suretimiz Biz neden başkalarını sevemiyoruz. |
Çocukları Öldürdüler
Bu yüzden yumuşaklık nedir bilmezler Bir gülün tenine değmedi hiç elleri Çiçeksiz büyüttüler çocukları Oyunlarda durmadan yenmeyi öğrettiler Bir büyük oyunda sonra yenildi çokları Sevgisiz büyüttüler çocukları Dal sürmedi hiçbiri kaldılar yoz kıraçta Çiğ yalan bencillik biraz da kindi suları Gölgesiz büyüttüler çocukları Konmadı hiçbirinin sesine yumusacık Bir yüreğin dalından uçan sevi kuşları Türküsüz büyüttüler çocukları El vermek nedir dosta dostluk nedir ki Hep bir oyuna gelmekti korkuları Güvensiz büyüttüler çocukları. |
Çok Değil Ki
Yüreğimde büyüttüğüm gül güneşe çıkamaz Yüreğim o gülü büyütmezse ışıyamaz. Günüm seninle başlasın istemiştim Çok değil ki... Bir içten gülüşünle ışısın gecem Uzun suskunlukların dilsiziydim Sesin aksın istemiştim dupduru Dağ suları gibi serin Yüreğimin ölü topraklarına. Kirpiklerin gölgelesin yüzümü Gözlerin ömrümün göğü olsun Demiştim, çok değil ki... |
Döktü Rengini Sessizce
Eflatun esintiler içinde titredi incecik Aynı içten kokuyla iki ayrı erguvan Birisi bir küçük evin içedönük bahçesinde Süsledi sevgisini iki pembe avucun Öbürü bir mezar başında öksüz döktü rengini sessizce... |
Edip e Yanıtı Bilinen Sorular
Yıldızların ülkesi var mıdır Edip Dicle aktığı toprakları seçer mi? Kasrik boğazından esen kanlı zemheri Yalnız Kasrik te mi üşütür insanı? Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler İnsanın dili boynuna kement olur mu? Öldürmeğe ekinlerden başlayan adamlar Eşiklere nasıl bir zulümle gelirler? Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde Önce Vatan yazısı bir hüzün değil midir? |
Eksilmesin İmgen
Bana verdiğin mutluluğu Paylaşacak kimsem yok Sevincimi içime Ve yalnız taşıyorum (Biliyorsun ya Susarak yaşamak zorundayım seni) Bu yüzden *******e ve sözcüklere Bölüyorum ağırlığını Yüzünü gözbebeklerime çiziyorum Kırık kalemleriyle kirpiklerimin Baktığım her yerde seni göreyim Ve eksilmesin diye imgen Uykularımda bile Ömrümün evinden Sır vermez derininden kalbimin. |
******* Aydınlık
Umduğun inceliğe inmiyorsa söz Çekil suskunluğun tüneklerine Ucuz etme anlamı Böyle zamanlarda insan Çokluk yalnız kalmalı Sevgisiz seslerde çevren çiğ Uysan uzaklaşırsın kendi özünden Dirensen günün karanlık Bu yüzdendir gecenin güzelliği ******* aydınlık. Al getir kendi derinliklerine Ufuksuz sularda duran gemini Getir ki sabaha çok var. Hem bakarsın gecenin koynundan Bir binen çıkar. |
Genelev Mektupları
I. Tenime yabancılaştım, etime Göğsüme kollarıma kalçalarıma Bacaklarıma yabancılaştım. Saçlarım o eski güzelliğini Çoktan yitirdi Şimdi yalnız bilmem neden Zaman zaman yüzüme vuran Bir utancı perdeliyor sadece. Oysa önceleri oysa eskiden Salınca tarkları tel tel Düşle ülkesinden sevgiler ülkesinden Yağmur serinliğinde, incecik Yumuşacık bir el Bulutlardan yüreğime kayardı. Gözlerim kaçamak bakışlarda Kirpiklerim kırık Boynum bir çocuğun pembe ağzında Ürperdikçe uzardı. Dudaklarım dersen, dudaklarım Öptüğüm aynalarda kaldı. Tenime yabancılaştım, etime Acıma sevincime insan yanıma Kendime yabancılaştım. II. Giysiler alırım nedense Nerelerde ne zaman giyeceksem Bir eski alışkanlık işte İlk gençlikten kalma. Oysa bir dantel külot bir gecelik Çok bile. (Şimdilerde sütyeni de çıkardık) Giysiler alırım giyilmez Çıplaklığıma. Arada bir çarşı pazar Doktor dönüşleri daha çok Eser de aklıma; Çocuğuna çeşit çeşit Kazaklar örecek Evcimemn bir ev kadını gibi Yün alırım şiş alırım tığ alırım Nasıl sevinirim bir bilsen Nasıl mutlanırım. III. Bu insan başları sıra sıra Bu kalabalık Camlardaki bu sürekli kalabalık Bana bakkal dükkanlarını Anımsatır hep. Içerde boy boy konserve kutuları Sabun kalıpları yağ paketleri Sıralı bakkal dükkanlarını. Kararsız bir müşteri Etiketi görememiş Korkarak alacağı malın ederinden Girer içeri. Kimi gün bir yaşlı yaşına güvenerek Hoyrat davranışlarda rahat Kimi gün bir çocuk ürkek mi ürkek Ayva sarı terlerini silerek Düşer üstüme. IV. Yüreğimde yüz gurbeti taşısam da Kalçalarımda bir erkeği taşımasam. Yıldım demenin de bir anlamı yok Saçlarıma sinmiş bu çiğ kolonya Tenimdeki bu vazelin kokularından. Penceresiz perdesiz bu çift yataklı Bu karanlık yatak odalarından Yıldım demeninde bir anlamı yok. Gün ışığı bir gün olsun Geniş odalarda mavi Çalmadı kapımı. Ay süzülmüş yataklarda sıcacık Yumuşacık öpüşlerle düşlere gebe Uykulara varmadım hiç. Bir gün olsun pembe uykularımdan Mavi bir erkek Uğrun uğrun öperek Kaldırmadı beni. Yıllar yılı bir acıyı Sırtımda karnımda kalçalarımda Büyüttüm durdum. Harlı soluklarıyla düştüler üstüme Harlı soluklarıyla dondu yüzüm. Yıllar yılı binlerce Binlerce erkeğin gizli gerilimini En gizli yerlerimde erittim. Iğneucu acıları gözbebeklerimde Taşısam taşısam da Yüzümde bir erkek yüzü taşımasam. V. Akşam…desem ve sussam Yetmez mi? Ya da yorgun bir gövdeyi Cam kırıklarında uyutsam… Akşamı anlatmaz mı? VI. Uykular benim zehirli sularımdır. Geçip giden onca erkek Onca erkek tüm yükünü Üstüme yıkmış gibi Gövdem tonlarca ağırlığında Bir batık gemi; Sularım dipsiz denizim kıyısız Yatarım bir ten çölüdür yatağom En yorgun *******im bile uykusuz Uykular benim en rezil korkularımdır. VII. Bıçkın bıyıklarıyla külhan Islak saçlarıyla gülendi O. Gün ışır ışımaz usulca Sıyrılıp dağınık uykularımdan Yarı *******de karanlığıma Yıldız yıldız dökülendi O. (Bilmem ki ne buldu örseli tenimde Belki açlığını giderdi bir zaman Belki de sevgiyi öğrendi bilmeden) Hayata yenildikçe gelendi O. Düşümü gerçeğe gerçeğimi düşe Acımı kuşkulu bir sevince Çevirendi O. Bir o gülüşü kaldı Şimdi duvarlarımda Görmeye ömrümü adak sunduğum Bir o gülüşü…çın çın Sesi yüreğimin kıyılarını döven Üşüdükçe anısıyla ısındığım. VIII. Gülmek mi? Gülerim, güldüğüm çok olmuştur. Gülüşüm hoyrat taşlarda Incecik kırılan cam, Kendi kıyılarını döven su sesi Bir ağacın ilkyaz eşiğinde Leyli leylim yaprak dökmesi. Bilene ağıt gibi oturur Burda bir kadının gamsız gülmesi… Gülerim, güldüğüm çok olmuştur. IX. Evlerde sabahlar nasıldı Unuttum Evlerde akşamlar nasıldı. X. Çocukluğum olmadı benim Gençliğim olmadı. Babam karanlık bir adamdı Korkularla besledi bizi Annem zayıf mı zayıf Sevgisini göstermeye korkardı. Bir küçücük kumru kuşu büyüttüm Göğsümün gizlisinde Yumuşaklık adına, sevgi adına. Konduğu tüm dalları Aykırı bir rüzgar aldı. Baskılar safra gibi attı dışarı Korkular safra gibi attı. Evimden uzak evler üstüne Gerçeğini şimdi bile bilmediğim Ne olmadık düşler kurdum. İnce içlenmelerle her akşam Dalgın baktığım camlardan Bir gizli mutluluk sızardı Işık yerine… XI. Garipsi huylar edindim nicedir Garipsi duygular edindim. Artık iyice tükenen Bir ölü umuttan mıdır Gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı Bu yılgın yalnızlıktan mı? Yoksa eşiklerden sızan Şu rezil ölüm kokusundan mı? Söndürüp her gece ışıklarımı -Yalancı bir aydınlığı siler gibi- İncecik bir mum yakıyorum. Ömrüme benzetip sonra alevini -Karanlığı ağır basan o titrek O gölgesi korkular saçan ışığını- Ömrüme benzetip inceden inceye Eriyen mumu Bakıyorum…Bakıyorum… Bir ölüm düşlüyorum, başımda Başımda o mavi erkeğim Bir ölüm…geniş odalarda pembe Devinirken mutluluk Uykulara varır gibi usul usul Usul usul susuyor yüreğim. Sol yanımda kızım benim Benim eski benim çocuk güzelliğim. Sağ yanımda gülüşü bir ilkyaz yeli -Öyle hafif, öyle serin- Yiğit oğlum, yağız oğlum… Kırıp camları bağırsam Bağırsam diyorum avaz avaz: Bir ölüm düşlüyorum ey insanlar Bir ölüm… Ölümüm evlere yas. Eriyip bitiyor mum Bitiyor birden bütün düşlerim Acımasız gerçeğime çıplak Çırılçıplak dönüyorum. İnsan düşüncesinden Hızlı araç yoktur diyen Öğretmenim…öğretmenim… Garipsi huylar edindim nicedir Garipsi duygular edindim. Sonsöz Yerine XII. Ürkek adımlarıyla uğrun usul Gelip sıralı sırasız Karanlık kıyılarımda duran çocuk… Örseli duyarlığımdan kalın örtüleri -Kaba örtüleri, kara örtüleri- Kaldıran çocuk…kaldıran çocuk… Herkesin gerçeği kendine biricik Bir beni söyletip de böyle kısacık Bu yağma yürek, bu talan sevgi Bu ucuz ten pazarını Yazdığını sanan çocuk. Herkesin gerçeği kendine acı Herkesin acısı kendine biricik |
Gözlerin Düşer Aklıma
Üşüyüp yorgun düştükçe yüreğim Kendime görünmez sıkıntılar büyütürüm. Ne senin o dilsiz uzaklığın Ne benim bu rezil gerçeğim Bir çift kanat kesilir gövdem Çıkar gelirim; esmerliğine senin Günışığı giyinmiş o sıcacık tenine. Akşam yüzüme yüzüm sulara Bir korku gölgesi gibi vurdukça Düşerine sığınırım senin, aydınlık Anılarına.. Gözlerin düşer aklıma, kirpiklerin Saçların, avuçlarıma Alırım, tel tel sarınır Isınır avunurum... |
Kan Ter İçinde
Ağzın ömrüm. Ağzın öptükçe derin Konuşuyorsun, kanatlı bir karanfil dudakların. Gözlerin iki dağ suyu güldükçe köpüklenen İndiriyorsun kirpiğini upuzun bir güz. Bir kapı önündeyim, girsem suç gitsem ayaz Titriyor tüm geçmişim parmaklarının ucunda. İstekle esrik biri, biri bir korkuyu emziriyor İnip inip kalkıyor göğüslerin ufkumda. Oturuyorum dizlerinin dibinde kan ter içinde Bu alçak dünyada ne kadar yükseksen o kadar mutluyum Çocuğum benim, çocuğum benim, çocuğum Her zaman sözden gidilmez ki sevginin ülkesine Gövdeden söze gelerek de büyür insan dingin bir hazla. |
Kar Yağışı
Yalnızlığın sesinden bir resim yaptım Karanlık kalabalıklardan süzdüm ışığını. Akşamüstleriyle boyadım vazgeçen ağzını Parmaklarını uzattım gece suları gibi ıssız Salkımsöğütlerden bir beden çizdim usul Hiçbir rüzgarın duruşunu bozamadığı Bütün yağmurları topladım yapraklarına. Sonra tüm yolcuların silindiği bir ufuk Örttüm kakülleriyle alnının üşümesini. Puhu kuşlarının avazını yerleştirdim dudaklarına Uzanıp uzanıp öptüm sonra acıyla. Gözlerini kapalı çizdim görmesinler diye kimseyi Madem görmeyecekler bundan sonra beni. Astım saçlarından odamın boşluğuna... Uzun sustum, ey durmadan konuşanlar Geçmedi üşümem Ben bir aşkın kar yağışından geliyorum... |
Kimliksiz Değişim - 4
Çift kanatlı cam kapıyı ardına kadar açtı Bütün düğmelerini ilikleyerek odacı Hamdi. Davudi sesiyle adımlarının kasıla kasıla Teşrif ettiler başkan beyler bakırdan bir yüzle. Bedeninin her teli bilinmez bir gizli emirle gergin Selam vermenin sıkıntısı ve lütfu içinde İterek gözleriyle günaydın diyen herkesi Zoraki ve karmakarışık gülümsedi sekreterine. Toparlandı birden masalar, memurlar, dosyalar El çırptı dosyalardan gizli bir sevinçle İmza cetvelleri, sigara talimatı, kıyafet genelgesi Ne varsa iş dışında, değerlendirmeye esas olan Saygı duruşları, iğreti gülüşler, ilikli düğmeler Varlık buldular birer birer başkan beyle Yazılı yazısız bütün yasak hükümler.. Bilmeden yönetmenin o büyük boşluğu mudur Kuşkulu güvensiz tedirgin bir kadın gibi Yitirmek korkusuyla elindekilerini Eğildikçe yukarıya karşı yetersiz yerlerinden Daha büyük bir hızla eziyor altındakileri.. Yükseliyor kendi cesedi üstünde başkan bey Düştükçe odalara sesinin buzdan tınısı Gittikçe artan bir merak konusu memurlar arasında Karısını severken ki sözleri ve yüzü.. Başkan bey türküsünü düşürdü koltuğunun altına Dalsız gölgesiz güneşsiz Bir çalı dikeni üç yıldır ağzının boşluğunda.. Özünde olmayan bir önemi kazanmak için Üç yıldır kapaklana kapaklana makam kapısında Aşındı alnının ve dizlerinin derisi. Kolay olmuyor bedeli hakkedilmemiş şeylerin Bir oda için başkan bey koca bir gökyüzünü verdi... |
Kimse Temizm Demesin
Sonra onlar çılgınlık bitip Sürü dağılınca, yapayalnız *******inde Durgun ve dilsiz, yastıklara çivili Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı Asaf ın ateşlere karşı çaldığı ?.. Bir otel odasında gencecik çocuklar Çırpındıkça bir yudum soluk için Üzerine benzin döküp oynayanlar Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını Dudaklarında duman ve yanık et kokusu Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını ?.. Sevgisiz bir tanrının kinle büyüttüğü Ölüme tapınan o siyah adamlar Onlar birgün yağmurlardan sonra Güneş salkım salkım dallarda yanarken Rüzgardan utanıp sudan korkmazlar mı ?.. Ayrılık herkesin kapısını çalar birgün Dağlar kararırken ya da günün eşiğinde Onlar, saz kırıp şiir yakanlar İçlerinde gezinen kederi bir türküyle Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz Çalmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini ?.. Kimse temizim demesin, kimse Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet in yangınına... Onlar, secdesi küf kıblesi korku olanlar Onlar birgün ölüm menevişlenince içlerinde Tütmez mi kirpiklerinde dumanı lekesiz biri ?.. |
Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
Sen bende eleri öpüyorsun bir bilsen Herkesin perde perde çekildiği bir akşam Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun. Ağzında eriklerin aceleci tadı Elleri bulut,gözleri ot bürümüş ekin tarlası Bir çocugun düşlerine inen tokadı öpüyorsun. Yağmur her zaman gökkuşagını getirmiyor Aralık kapılarda bekleyişin çırpıntısı Bir kadın eksildikçe ömrüme eklenen Uzun *******ini,solgun gövdesini öpüyorsun. Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa Ne suların ibrişimi,ne gökyüzü ne rüzgar Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun. Sakarya Caddesi nde sarhoşlar Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin Yüksek sesle birşeyler çiziyorlar. Yalnızlık har koşulda bir sığınak bulur,diyorum Uzanıp dudağimdaki titremeyi öpüyorsun. Örseler acıyla düştüğü yeri Susarak büyüyen adamların sevgisi. Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek Bir gülünç içtenliktir,gecikmiş ve ezik Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun. İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını. Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam Yıldızlarla yedi renk gökyüzünü öpüyorsun. Sen bende,gözlerinin anne ışığıyla Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun. |
Koşaradım
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; Toprağı rüzgârı denizi göğü O her zaman bir insanla anlamlı Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların Ve ucuz korkuların kör kuyularına Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz. Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan. Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize. Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz Unuttunuz başkalarının acısını duymayı Küçük çıkarların büyük kurnazları Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst Dışa vurmayı duygularınızı Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış. Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim -Ki bu en büyük kötülüktür size- Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz. Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim Koşaradım Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde... |
Kum ile Su
Ben, duvar diplerini giyineceğim Kimseye kapısından yakın olmayacağım Ağzımı kuyulara vereceğim Beni kim beklemiyorsa ona gideceğim Otların ıssız mevsimini seveceğim Bir yağmur hükmü olacağım Mutluluğu pişmanlığı bir bileceğim Sitemlerinizden eksileceğim Kum sahiplerine suları göstereceğim Kimin uzağı varsa kalbi var diyeceğim Kirpilerin sevgisini soracağım size Kılavuzum yalnızlık olacak Ömrümü hiçbir yakınlıkla örtmeyeceğim Babamı bende yaşatmayacağım Güven duygunuzdan tiksineceğim Çocuklarımdan çekileceğim Hayalden başka gerçeğim olmayacak Sevginizle yatışmayacağım Bir tek alın çizgisine eğileceğim Zaman hep sizi çoğaltacak Bir harf bile etmeyecek kalbimden geçenler Beni sevmeyeceksiniz bileceğim Işıkları tarif edeceksiniz durmadan Düzgün cümlelerinize yenileceğim Sevincin yoksulluğunu göstereceğim size Ayrılığın özgürlüğünü öğreteceğim Aralık kapılarda fotoğrafınızı alacağım... Kirpiklerimden çırpıp kalabalığın zamanını Ey buğusuz taşlar Size geleceğim... |
Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağırkanlı adamlardır Değişen bir dünyaya karşı Kerpiç duvarlar gibi katı Çakır dikenleri gibi susuz Kayıtsızca direnerek yaşarlar. Aptal, kaba ve kurnazdırlar. İnanarak ve kolayca yalan söylerler. Paraları olsa da Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır. Herşeyi hafife alır ve herkese söverler. Yağmuru, rüzgarı ve güneşi Birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden Düşünmezler... Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek Topraklarını büyütmeye çalışırlar. Köylüleri niçin öldürmeliyiz ? Çünkü onlar karılarını döverler Seslerinin tonu yumuşak değildir Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler. Gazete okumaz ve haksızlığa Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar. Adım başı pınar olsa da köylerinde Temiz giyinmez ve her zaman Bir karış sakalla gezerler. Çocuklarını iyi yetiştiremezler Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur. Birgün olsun dişlerini fırçalamaz Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar. Köylüleri niçin öldürmeliyiz ? Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler. Birbirlerinin evlerine ancak Ölümlerde ve düğünlerde giderler. Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar. Binlerce yılın kalın kabuğu altında Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır. Aldanmak korkusu içinde Sürekli birbirlerini aldatırlar. Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse Karılarından en az on adım önde yürürler Ve bir erkeklik işareti olarak Onları herkesin ortasında azarlarlar. Köylüleri niçin öldürmeliyiz ? Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler Kendilerinden olanlarla alay edip Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar. Devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar. Yiğittirler askerde subay dövecek kadar Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır- Ezim ezim ezilirler. Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler. Dindardırlar ahret korkusu içinde Ama bir kadının topuklarından Memelerini görecek kadar bıçkındırlar Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez Şehre giderler !.. Köylüleri niçin öldürmeliyiz ? Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden Kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar. Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde Bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar. Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki Zengin bir akrabalarından söz ederler. Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar Ama sokağa çıkar çıkmaz sünküre sünküre Yollara tükürürler... Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar. Köylüleri niçin öldürmeliyiz ? Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar. Yarı *******de yıldızlara bakarak Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur. Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler. Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe -Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa- Sonuçlarını görmeden inanmazlar. Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur. Mülk düşkünüdürler amansız derecede Bir ülkenin geleceği Küçücük topraklarının ipoteği altındadır. Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden Zamanın derin ırmakları önünde... |
Rüzgarını Özlüyorum
Bırakıp gittiğin zaman beni Dünya terkediyor beni Bir garip duyguyla öyle Yapayalnız kalıyorum Kısa sürüyor verdiğin esenlik Kuşkular ikircikler içinde Başlıyor bekleyişin işkencesi Hiçbir yere sığamıyorum Hele bir de uzadı mıarayışın Unutulmak korkusuyla tedirgin Tükeniyor kalbimin direnci Aykırı sularda bungun Bir çürük tekne gibi Rüzgarını özlüyorum. |
Senin Korkularını Benim İnceliğimi
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte. İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık! İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, hüznün arması ayrılık. O küçük ölüm! Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan. Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. Ben bulutları gösterirken, “bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, “Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, “bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan. Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını, bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında.... Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. Şiir yazmayacağım bir süre, Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. Falcı kadınlara inanmayacağım artık. Trafik polislerine adres sormayacağım, Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye.... Ne yapacağımı sanıyorsun ki? Tenin tenime bu kadar sinmişken, ömrüm azala azala önümden akarken, gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım. |
Sinema Kapılarında
XI. Benim dünyayı sevmem için Dünya beni sevmeli. Tertemiz giysilerim olmalı Ütülü, ince yakışan. Bir kızı sevmeliyim dupduru Yağmur mavisi, bulut buğusu Gökyüzü gibi sakin Gülmeli gözlerinin içi En acılı günlerimde bile Tutup yalnızlığımdan Bana güvenmeli; Kaşlarını yıkmadan sevmeli beni. Benim dünyayı sevmem için Dünya beni sevmeli. Çocuk düşlerimi ezen evler değil Sevgiler olmalı oda oda Mutluluğu gülüşlerle köpüren. Babam utanmamalı benden Annem ezik durmamalı Ufacık bir isteğimle buruk. Bir işim olmalı, bir güvencem El ellerinde hoyrat/ Ev içlerinde Kanayıp gitmemeli çocuk ömrüm. Benim dünyayı sevmem için Dünya beni sevmeli Dünya beni sevmeli. |
Sitem
Ben ona sıkıntılı güz günlerinde Yedi renkli yaz yağmurları dilemiştim Kırmak istememiştim duygu filizlerini Büyük bir ustalıkla susturup içimdeki uğultuyu Rüzgarımı olanca yumuşaklığıyla salmıştım üzerine İncinmesin diye tek Acıyı bile ters yüz eden İncelikli bir gülümsemeyle yüzümde Ben ona gittikçe soğuyan zamanlarda Sıcacık bir sığınak olayım istemiştim İnsanlar içinde üşüdükçe Güvenle gelebileceği Kuşların kanatları neden vardır? Bir insan neden ağlar yarı yaşına gelince? Bulutlar gökyüzünün yükü müdür, süsü müdür? Tutsağı mıdır rüzgarın, sevgilisi midir? Konuşayım istemiştim bir yüreğin dilince Yanıtı olmayan sorularda boğmak istememiştim Ben ona sabah olamasam da Dingin bir ikindi olayım istemişimdir Herşeyin usul usul durulduğu saatlerde gelsin Yüzünde uçuk bir gülümsemeyle Yaslasın yorgunluğunu gövdemin yaşlı çınarına Serip üzerine yapraklarımın ağırlıksız yorganını Dinlendireyim istemiştim Üşütmek istememiştim. Ben ona ne istemişsem bu yalnızlık aylarında Gecikmiş... İnce... Güzel ve uzak... Biraz da kendime istemiştim Sevgi adına |
Sonrasını Biliriz
Siz geçip gidersiniz; Açık yaralar gibi Kalır kıyılarımızda Ayak iziniz. Biz bir darlığı Tam düze çıkardık... Derken kapılarda siz. Bir uzak yakınlığı Eğreti ve güvensiz, Kuşanıp gelirsiniz. Sunmak elde avuçta Ne varsa, Bari işe yarasa; Sonrasını biz biliriz. |
Suyum, Unum, Buğdayım
Ben bir iyiliğim, diyorum yitiklik duygusundan doğan. Çoğalmak istedikçe azalmaktan alırım güzelliğimi. Seçilmiş bir yalnızlığın içinden seslenirim mahcup ve özgür; sevdiği herkesi bir kedere dönüştüren kalbimle. -Karlı bir boşluğa inen gece çocuk kalır odamın yanında.- Kalabalığı kanıt gösteririm kalabalığın kendine: Hiçbir yakınlık hiçbir hayale su taşımaz buğday olmaz un vermez... Kendini sevmeni süsleme diyor, kitaba bakan dostum; bencil bir acısın sen. Kimseye sezdirmeden gülümsüyorum kalbimdeki kalabalığa. Öyleyse neden odama düşüyor Çekilen her perdenin yalnızlığı. Ağzının pasını topuklarından aldığım çocuk... -Suyum, unum, buğdayım- Herkesin başkasını konuştuğu bu aynalar pazarında seni kimselere söylemeden öleceğim. |
Sığ Sularda
Siz hiç duyarsız insanlara Şiirler sundunuz mu? Bir kıraçta kuru dala ‘Belki’ sularını salıp, Yeşerirde al yemişler Verir diye umdunuz mu? Ardı sırsız aynalara Yalnızlığı silmek için, Bakıp bakıp karşınızda Karanlığı buldunuz mu? Aykırı isteklerde Seslerin, sessizliği Silip süpürdüğü Odalarda oldunuz mu? Siz hiç sığ sularda Boğuldunuz mu? |
Tanıdım Seni
Seni yalnızlığından tanıdım Kirpikleri kırık çocuk Çiğneyip durduğun dudaklarından. Gözlerin küllenmiş yangın yeriydi Bir eylül göğünün bulut kümeleri Donuk bakışlarında; Hüznün nasıl da benziyordu Benim ilkgençliğime Ellerinden tanıdım seni Yüreğinin yansısı tedirgin ellerinden. Bir uzak boşloğa yağmur yağıyordu -Anılardan anılara ince çizikler…- Yüzün bir türkü sonrasının Kederli dalgınlığında; Güldün mü, ben mi yanıldım, bilemiyorum Ağıt gibi bir alay dudak uçlarında Gücenik duruşundan tanıdım seni. Seni kendimden tanıdım çocuk; Yüreği sürekli çiğnenen bir yol Gövdesi acılardan acılara köprü… Biraz öfke, biraz umut, çokça onur Olan kendimden. Eğildim öptüm yıkık alnından Uzaktın, kıyamadım sessizliğine Biraz daha dedim içimden, biraz daha; Gün olur, onuru güzel çocuk Acı da yakışır insanın yüreğine. |
Tutuşmak Üzere Yeniden
Sızıyor sessizce kendi derinine Çıkışını bulamayan sular. İnsan aynı türküyü aynı içtenlikle Söyleyemiyor ki uzun zaman Böyle karşılıksız yankısız Değişiyor usul usul eski duygular. Biliyor musun kalbim artık Bir kuş gibi çırpınarak pencere önlerinde Titrek kanatlarıyla umudun Düşmüyor bekleyişin hayal camlarına Gelmene yakın saatlerde. Hayat dolduruyor hey boşluğu kendince Bir başka başlangıçla Tutuşmak üzere yeniden Pembe üflemeleriyle bir ince soluğun Soğuyor acılar bile.. |
Ve Güz Geldi Ömür Hanım
Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. Böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre Yitikleri nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür Hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür Hanım, ******* boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü ******* örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz. Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak... Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım? |
Üç Nokta
Büyük konuşanlar Alınlarında eğri olmayanlar Yalnız yükseği görenler Herkesin ortasında yürüyenler Bütün ışıkları yananlar Sesi menevişsizler Güzü küçümseyenler Gözyaşına arkasını dönenler Kendini mutluluk bilenler Sessizlikten korkanlar Yalnız eşyalarına gülümseyenler Öyküsünde öteki olmayanlar Kederle kirlenenler Aynası buğusuzlar Kışa yolu düşmeyenler Kalbi ölüm mühürlüler Penceresi dışa açılmayanlar Aşktan utananlar Güzelliği kimsesizler Dili şiddet olanlar Gövdesi sözünden önce gelenler Dünyaya dokunmayanlar Unutanlar, unutanlar Ey tek heceli darlık... O mevsimim ki herkesten yapılmış Üç noktayla biten bir cümleyim artık... |
Yenilgi
Bir kadın iki çocukla Çiviliyim odalara Söylesem de söylemesem de bu böyle Çıksam çıksam Zincirim kadar özgürlüğüm Yaşamak hep ötelerde Dili kopmuş bir hayal çanı yüreğim Sesini yalnız benim duyduğum Vurur durur çığlık çığlık içimde Dönüşü olmayan biricik şeymiş zaman Yaşamak meğer ne büyük bir kazançmış Kavradım acılar içinde kaybede kaybede Şimdi hangi güzelliğe dönsem yüzümü Tomurcuklara yakışmayan bir akşam güneşi Parçalar kendini karşı tepelerde Kimsem yok yüzünü sularıma düşüren Buğulanmıyor bedenim kaç bin yıldır Bir kadının ılık ince bedeniyle Geçmişim batık geleceğim çoktan belli Herkes gibiyim kanı içine akan Yarasını diliyle yalayan bir hayvan evlerin ininde Değişti tutkuların rengi ve nesnesi Bir eşyalar imparatorluğunda yaşıyorum nicedir Binlerce gerekçe içinde Otuzbeşimdeyim, çabuk sinirleniyorum, tansiyonum var Geçtiğim patikalarda kaldı büyük düşüncelerim Bu yüzden hüzünle bakıyorum gençlere... |
Yitik Seviler
Nice dostu yarım ilişkilerde Bırakır da gideriz. Yaşamak bir uzun yolculuk ki Bitirmeden biteriz. Bir zamanlar bir yerlerde Nasıl da içtendi... Bir yarım yüz şimdi sislerde silik Dalar gideriz, kimdi. Kalır belki tek-tük İzleri canlı bir yüz. Esen hoyrat rüzgarıdır yaşamın Siler onu da çok sürmez. Kıl-ince kurallarda nice yürek Ezilir örselenir Nerde başlar bir sevi nasıl biter, Kim bilir? ... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:20 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.