![]() |
Cahit Zarifoğlu
Açık Açık Çağırır Aşkını
I. Çabuk akan tez giden ilk geyik avında ölenler çarpıntı başlarıdır insanlığın Uzakta. Ta burada Ünlü bir cansıkıntısını Ufalar bir zümrüt sakal Yeldeğirmeni ve uçuşan leylekler beyaz saçlı atın kar yılğını rüzgar hallerini kahraman atın madalya anına bitişik dört nala koşan sesi oradan uzaktan ta buradan siyah çatık kaşlı gelincik tohumlarına benzer sezişleriyle gelişir yapılı kaygılar II. bir ayıp giyotin çün ağaç sağa dönmez soldan kuşatılır çün ağaç şaşırır ağaç ölür Ama sapına kadar Bilhassa büyük Erkek Tam bir el Yani kolun ucuna kadar gelmiş de Yumruk bile olmuş ve bilhassa bu büyük bir el beynelminel bir sabah seli kutlayıp büküp yapma çelikleri gündelik insanı kaldırıp bir de tanrıya şarkısını söylerse Belirli bir yapısı Belirli bir geçmişi olan nereye değdiğini bilen düğün yapısı fırçasıyla toprak ve topraktan sonrasını aynı çığlığı atan ve karalar için de III. haydi şu kaçar su durur mu gök içimizde bir zenci yaratır zenci zenci bir büyük geniş başlı şikayet mi ne olur açık açık çağırır aşkını burda mı daha mı uzakta bütün bir geceye dayar alnını öyle ki alın mübarek bir şeydir. |
AĞARTI
sevgililer yüzüne karşılık geldim kaygı bağırdı gözevlerimde günlerin yamanan yıldızlar ve üzülen gökkuşaklarıyla doluluğundan söz ediliyor evlerde çocuklar arşınlanıyor ve alkışlanıyor babalar ki tütün başında ekmek başında kabir başında günler yenilenen bir isim merdivenleri büyük ağzıyla çıkan meral haftada üçer gün üçer hafta ince uzun veya kahverengi ve gelinlik sabah çatışmasında yoğunlaşan yorgun artık ben köprü ortasından yarılmış bu ara organın ve güneşin salgınlığı toprağa gelir gibi oldu an başlar ikinci artık beygirler uzağa kayıyorlar bu arada gelinmeler arkadaş yapıtlarına yar koyma yöremdeki çimler bu arada evimin içinde odaların birbirine düşman durduğu ve hastalandıkları çalışan yüreklere uzak bekardan korkan ev sahiplerinin kapılarda kızlık heykelleri bu arada insanın yemeğe oturma çelişmesi yemekten kalkma çelişmesi erkek oluşunuza binaen bu arada özel sıkıntılarımızın kılıç kuşanmış hali durmadan kanlanıp hatırladığımız bunalan kadınlar ben alda'yı bunalıyor görüyorum rüyamda kırbaç gibi insanı saran etrafımızda kelebek kanatları gözler akılda kalan ağızlar hatlar seviyi yoran alkışlar bir şehri paramparça edip ortasından yarıp uykuları evlerin sahanlıklarına misafir odalarına lavabonun altındaki dolaba çocukların hücumluk yataklarına iri erkeklerin şakaklarına kadınların çırpınan dudaklarına ve kızların sancaklarına sığınan ve benim damarlarımda itişen uykulara bir şehrin ortasından tren geçiyor o şehirde büyük rüzgâr vardır bir oyuncakçı vitrininin önünde insanların durdukları ve duruşlarını değiştirmedikleri trenle birlikte şehrin ortasından oyuncak trenlerin cezalandırmış şekilleri kendisini buyruk vitrine yapışık insanların kafalarındaki içlerinden geçerken dönüp bakmadıkları durdurup parçalamadıkları önüne yüzer ellişer yatıp apartman kadar ağır tekerlerini üzerlerinden geçerken öpüp ağızlarını ezdirmedikleri noktanın sonuna kadar bir sinir bir can yanmasıyla bir parçamı bir demir mengeneye koyup sıkmak istiyorum mu nedir dilimi bir acı mı ne gerek öyle uykum var ki öyle istiyorum ki o içinden marşandizler şimşek gibi fırlayan şehirde hemen hat boyunda ilk tahta evde derin yatakta her an çığlıklarıyla uyuyayım kıyametler bir ejder geçsin öyle tanıdığım öyle canımın içinde durup gelmeyince morfin gibi arıyorum direnmeni iğne üzerinde yüzün gelip kuşatmıştı beni ama düşündükçe Korkmak yüzünle geldiğini Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim |
AFGANİSTAN ÇAĞILTISI
Bütün azalarını harbe çağır Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın Saraylar damlar yeniden kurulsun Ağaçlar içinden akan nehre Dalçık günde bin kere ve *******de Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın Kalem yazsın yazsın Küheylan bir aşık ol Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan Başlasın vuslat gününü toprağa Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını Şimdi üzgünüz arkadaş Yolumuza çıkmayın üzgünüz... Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin -Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak -Konuş şimdi daveti duydun mu Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda -Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar -Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar Kalbin zengin davetleriyle oynar Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında Yaslanırlar güzel anaların kollarına Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda Adamlarımız yiğit Kadınlarımız hamarat Çocuklarımız dolu bilinç harmanı Köpeklerse sayılı Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala (Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır) Kırıldı da Şimdi severiz türkmeni peştunu Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta Isın gökyüzü ısın Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe Bunlar gübre insan değil Gömlekler çelik zırh Öyle bir çalgı çaldılar ki Seslerin çağırıp koyunlara bile Koyduğu zehirli gaz rüyaları Analara şaşkın çocukların Üç beş yaştakilerin Yüzleri harp yarası Harp yanığı Ama öpülmekte okşanmakta yanakları Hangisi hangisine mübadil (Dünya bu olamazdı) Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş Yağmur peyderpey kar tane Gamzem oyuyor düşüncemi Kime eşitim nasıl nerdeyim Gamlanmaktayım Hayır bir tereddüttü geçti Füsun bu karadağmağdeni İsyan muannit Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak Millet üzgün Hani dengeler kuracaktık batının kızıl ulusları bindokuzyüz seksen kölelik yapmak istemiyorum bu kahveniz yıldızlarınız şapkanız buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz buyrun cep feneriniz Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun Ve semirin Hani dengeler kuracaktık Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık Hayır batının ulusları kızıllarla karışık Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna Cennetlik yapmak istemiyorum Çevir tarihi çevir BindörtyüzBİR Bu kafa ne zaman köreldi Çalınanlar siren besteleri İmdatlarla düşün Bu anne asla merhamet dışında Gözleri nemli olmamıştı Hayır batının ulusları yıl bindokuzyüz seksen değil Bindörtyüz bir Fakat beşyüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil Ne bir karışıklık var Ne bir dev rüya görmüş Değil Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi Tünellere ses basılmış değil Elbette bunlar değil Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil Hiçbir şey değil hiç biri değil Anlatabildik mi arkadaş. Acaba Körebe bitti duvarı kaldır at Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın Dikil yanıma Ellerimizde birer çakıl taşı Onlarla dikilelim karşı karşıya Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa Görürsün berrak içi Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin Bu harp başka Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz Aynı kirli hava Aynı kafa ayağımızın bodrumunda Hayır arkadaş bu hesap bambaşka Ne son aylardayız ne bu son gün Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak Sanma ki harp derdinden geçtim Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar Derimin altında ne belalar baygın Bir devlet taşıyorum başımda Bu ev bana dayanmaz Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın Arkadaş Şimdi yalnız savaş |
ANILAR DEFTERİ
Anılar defterin de gül yaprağı gibi unutuldum kurudum Başıma düşmüş sevda ağı Bir başıma tenhalarda kahroldum Sen kim bilir Rüzgarlı eteklerinle Kimbilir hangi iklimdesin Ben sensiz bu sessizlikle deliler gibiyim sensiz bu sessizlikte Ayrılıkla başım belada Gözlerini çevirme gözlerimden Yoksa sensiz bu sessizlikte Kahrolacağım sensiz bu seslikle |
ANILAR DEFTERİNDE GÜL YAPRAĞI
Anılar Defterinde Gül Yaprağı Gibi Unutuldum Kurudum Başıma Düştü Sevda Ağı Bir Başıma Tenhalarda Kahroldum. Sen Kimbilir Rüzgarlı Eteklerinle Kimbilir Hangi İklimdesin Ben Sensiz Bu Sessizlikle Deliler Gibiyim Sensiz Bu Sessizlikle. Ayrılıkla Başım Belada Gözlerini Çevir Gözlerime Yoksa Ben Sensiz Bu Sessizlikle Deli Gibiyim Sensiz Bu Sensizlikle. |
ANLATILMIŞ GÜNLER
Bulutların yeryüzüne doğru saçaklandığı vakitler Sürüleri doyurmuş Köylere emin bir gece yaymış Serin ve ılık evlerin seccadelerinde Yatsılarla nehrolmuş Helal kadınlarıyla yukarılara bakıp akan Huzurlu gürbüz ve yetişkin adamlar gibi Adamlar gibi duruyorlar silahlarının başlarında Meşakkate Adeta ısrarla Yılmadan Sabretmektedirler Biliyoruz Gördüğümüz resimlerini Aylardır birlikte yattıkları giysileri Çok aşıyorlar Boyları bosları Yaşları başları bakışları renk renk geniş adımları iri solukları sıcak yelpazeler gibi gözüm görmüş gibi onları kardeşim gibi gelir haberleri hele saldırdılar mı bakılsın gerek topuklarıyla devirdikleri tank kütleleri Ne yaman gönülleri Çöl toprağı gibi yayılı kavruk esrarlı Yanaklarına Değer güneş Ve bastıkları dağ şurdaysa Ötekinde kıskançlık nöbeti Hiç kimseden öğrenemezdin Daha kesin Gözünün önünde vurulan kardeşinden Buhara kelimesini Hiç kimse öğretemezdi sana Daha kesin ve böyle emin Ateş altında Azık getiren kızkardeşinden Buhara kelimesini Bir ok işaretidir Buhara Varılırken ve varılınca Gösteren Daha ikibin kilometre ilerisini Ve buhara ki Pirlerin Asırlar önceki kader sürücülerin İşte bugünleri anlatıp Kollarına girip avuttukları şehir |
ARALIK GÜNLERİ İÇİN BİR AŞK DENEMESİ
Aşk bu Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar Ateşin saydam gövdesini kırarak Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga Delip geçecek dalıp yeryüzünü Bak istersen avuçlarıma Küçük parmağın hizasında o derin havzada Göğüs göğüse iken ikimize İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat'i Sesin Sırrım Gözüm palaspandıras çehremde Aşk bu Çölün sarı sofrasında atlılar Hepsinde Gererken parçalanan elimde Çelik yay parçaları Ağızlarımız kum rüzgarlarıyla yanık Yiyip içmezik acıkmazık :Başkanları Uyutmasın vahalar diye Koynuna doldurmuş yılanları: /çocuk Bir tane.Dayanmış yanağını cama Karşı evin balkonuna bakıyor Orada bir çocuk Tutunmuş demirlere../ İki kadeh arasında ufak kara nehrim Beni senden bölen.Suyu yakut de ki kafur Çölün arı çehrenin gamsız ölümün uzakça olduğu bir demde Diz çökeyim söyle Tahtın nerede Bende kaynayan sende kaynak Tıpatıp iki kristal küre Aramızda ceylanımsı bir sıçrama Çalkalanır sonsuzca.Şöyle irice Bir kelime bul ok atsın döş kemiğime Öfkemi iyi belesin öfken Aşk duraksar ve yara alır Uçak çelik rengi göğü sesiyle sokunca Alçalarak yemyeşil ekinlerin arasına Kuru ekmek yiyen üzgün köylüleri bombalamaya İlkin küçük nir göl kan dolu ağzı /hava nasıl da yeşil/ Su mu yoksa o katı ışık mı yanakların taşıdığı Nilüferler isteklerkoca bir dev Aşk bu çiğnenmiş kırbaçlanmış alta laınmış Tanıyıp tutunacak bir insan arayan Gördülçe çelik kazanlarının iç kaynamasını Kaliforniyadaki silah fabrikalarını /Doların egemenliğ halkın refahı: Depolar boşalmalı/ Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın Kurşun kanatları gergin Fosforlu mermiler yine taze Yıldırımlanmış boğalar Havanın katı gövdesini kırarak Yararak hayat dolu sevdanın karnını Pilot ağzı zehirli bir dil Kentelenmiş çeneler arasından Gözler ovaya başını çıkaran insanları Haydi aşk aşk De ki dağları delerim senin için Yıldızlar yakarışlar açık kartlar Ve haydi hoşçakal Kilimin üstünde Bir ampül Bir kırbaç bir ayakkabı |
ARZUHAL
Çiledinmi Dünya tutar inilemen Ne saltanatı dünya pahada Ne saltanatı dünya pahada Ne kalbi altın mezarı şöhret Yer şahit Şahit bizler kardeşlerin Alevli hüzünlerdin mevla için Ne atın yıllar verdin hep Dirilsin diyordun ve yöneliyordu binlerle Kapkara parlak ışıklı ve ışıtan göz Kıvırcık utangaç ve uçurumlardan güvenlere götüren Ve yalın Henüz gelmiş gibi kınından Ne altın yıllar verdiğin hep Ve ağır ağır çeviriyordun O dalgın ve ağır yüzünü devrin Yuya yuya o güzel Elçiye Ne altın yıllar verdiğin hep Biriki bronz kişi konabilseydi önüne Ve ne altın yıllar daha çiledin Artık yalnız değil adımların Şimdi daha iri doğuyor sabahları Horantası bir hayli arttı güneşin Kişinin güzelliği ağa ustalarına göredir senin köylün olayım o uzak iklimleri erişilmez beldeye bakabilemezdik senin götürmen olmasa şu küçücük kalpte (yaman halimiz helal ettiremezsek) nice hakkın yüklü. |
AYLAK GÖZ
Erkenden aşındırır aşkını Odaların köşelerine zamansız oturur Duyarsa bir çocuğun Oyundan çağrıldığını Başının her seferinde döndüğü kumarı Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır Anlarsa yenilen bir kadının Darda kaldığını Kendi kendine ardaşak kaçağı Arada bir bakınır ne yaptığına Süresiz kapılır tablolara yangelir Ve oturdu mu bir masaya Hakkını verir çay içmenin Bu adam kitapların uçlarına Çizilmiş itilmiş resim Korkmadan yaşar tebessüm gösterir Ağır başıyla nöbet alır Dağdan kaçar şehri çevirir Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına Erkenden aşındırır aşkını Anlamaz bir kadının Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara Severek tebessüm attığını Ağır başıyla kopar dağdan Nöbet alır şehri devirir. |
AYNA
Ve gözüm eşyamda değil Yoruldum maddemden Ta ki dünya bitti Köşk kurdum sakin oldum Dehlizsiz ve tabakasız Kör bir hayvan gibi Rızkına etiyle yanaşan Karanlık birevDir gövdem Güneşte asla karanlık yoktur dediler Ve onlar yoluna cihet ettim vatan tuttum Büyük yeni bir hayat bildim Yeni yeni bildim yoksa ölüyordu bir şey Bir insan binası yıkılıyordu durmadan |
AŞKA DAİR
Öyle sofralar gördüm ki İnsan kasları vardı tabaklarda O eğik gövdeler önünde yalnızlık Her şeyi birbirinden uzağa çarpıyordu Bir kadın Bir erkek Gizlice soluyordu Bir erkek av arkadaşından Av durgunluğu gibi gösterip saklayarak Kamışlıktaki sazların arasından Ilık ve yapışkan fısıltıları Ayırarak alarak Urgan gibi bedenine doluyordu Her şeye benzeyebilirken o Hiçbir şey benzemezken ona o ünlü borazan Başlarsa saçlarımızın diplerinden Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan Kimliği yapışır yakamıza Bir erkek mi o Göle yatmış bir güneş demetinde O mor ışında Bir köpek ölüsü gibi yatan Hızla kayan Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi |
BAŞIM EĞİK DİLİM KAPALI GÖZLER
Asrımızın zarif düşünceli gençlerinden biri Kederli elini Temiz alnına koyarken fikretmek için Çocukların susması Kuşların ve kedilerin uzaklaşması Haritaları üzerine bezlerin atılması Lambaların kısılması Kadınların bir vakit konuşmadan Yaşaması gerekebilir Ve açılabilir görüntümüz Sahnemiz perdemiz: Hergün bir miktar kros boksit asit Ve arenamız Dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanabilir Baş efendimiz Görüntümüz Sahnemiz Perdemiz Eğer dualanmasaydı sesimiz Eğer yaradandan o güzel ağız Açık ve seçik Dilemesiydi demeseydi 'Allah Sesinizi Mağrıptan Maşrıka Kadar Duyursun' Düşünmezdim üzerinde Binmezdim deli deli koşan küheylan Bildim Sensin Sen Sen Diri Diri Diri Şahım Diri Şahım Diri Diri Dirilt Alemi Alemi Alemi Alemi Çünkü dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanmıştır Bunların üzerine ezan Ucu sancılar vuran Bir kırbaç olmalıydı Her duyan Bağrını açmalıydı akan kanı da sevdayı da yorumlamaya almalıydı Hayır dokuzyüz Milyon müslüman Tarihin hülyalarından vazgeçmiş olabilir AMA BEN Elim dizlerime Vur Kalk Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk Yumruklar dizlere vur vur AMA BEN Ama ben Ama ben Ama ben Korku gerek tenlere etim kalbur Deşer bakışın kıyar da kıyar Korku gerek reca gerek Yanlış anlaşılmış olabilir Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil Yanlış anlaşılmış da olabilir Aklım başımda mı! Değil Ve sesimi duyuyorum Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden -Kulun korktuk şerrinden Ağzımız yerlerde kaldı gerçek dilimizden akmadı Kuldan korkarken gel zaman git zaman Bir hayat ki haşa korkmadan yaradandan Ama elbet ruhumun vazgeçilmez akışı baş çarptığım kayalıklar Irmaklarımın altından akan ırmak Sandal sefalarım Marmara toprakları Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim Dilediğim en güzel hayat Çöplerin içinde rüya aradım Düştümse eğer sana bakarken düştüm Sen dinç zaman İşte kuluçkan Bereketle taşan yağ küpleri gibi Parmaklardan akan çeşmeler gibi İşte sinem kalabalık ve kendine zinde Kullardan pervasız nesillerden biri Aha Şeyhefendim Aha yüreğim Göz kapanır akıl susar susar akıl İstersen haydi haydi haydi Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır Çehrenden o azgın maskeyi dök O evleri kedere boğ Nasıl olsa her kucaklandığın dalgada Bir gemi kadavrası gibi ikiyüz yıl parçalandın Mahşerinde uyanacaksın Ağzının |
BUSAT
Artist milletizdir. Bizde defaten ölünür ve kalkılır ki sofralardan hamdüsenalarla palalarla el yıkanmadan ağız misvaklanmadan zinhar vurulmaz ha ne dosta ne düşmana |
ÇÖLDE GİZLİ BEZGİNLER
bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yağmur sıcağı gibi öptüm sonsuz gidişinden. Saçlarının seyriyle seni yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran akrepleridir duygunun. Karanlık ordulara güneşsiz sokulan bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek şakakların sıcağında kuytu bir büzülüp ölecek sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında bahar şenlikleriyle. Sürdüren ellerini yangın borularında şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından burda biter düğün. Gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından gemilerimiz saklanır. Ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların saplandık tadına. Durduk alnında yüreğe vuruşların yollar sellere gider. Açılır parklar artık kuşlar dağılır bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağırmak hiç keseye mi kalır çizildi yalnızlar. Senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. Kürek sesleriyle koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından oturur iki bakış ormanından gerilip bir masaya kollar uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle. Yalnızlıkla ben kaldım sevindiniz işte alın koşturun. Aha size son atım |
DELİKANLILAR
gülünç şapkalarını sahipsiz şapkalarıyla bazen mavi yanaklı bir yıldızın, kızdan heykellerini utanç ve yenilgen bir gardrop odasında tanrıya benzer herşeyim dünyada üryan dolaşan bebeğin özgürlüğün ama herşeyin özgüre ödünç verilen geleceğin erişilecek bir üst bir alt kent bir de içine durup demir atılacak bu binek aşkların delikanlılar sofrasında kamçılı bağırışları derken merhem yok merhem derken avuç içlerinin kadın bölmelerine kadının iki havuç hacmindeki kadının en usta hücrelerime en yanıltıcı en dolup en boşalan ve en boşa atılan yıkan hücrelerime bükülen dizlerime ve kasılan karın etlerime kendime gelince ben kim oluyorum cevherim neyse nereden geliyor nereden nereye ne mi duvarların fayans çinko benzerleri kendime gelince gözlerini cihan gözlerini ellerini kollarını parmaklarını göğsüme göğsüme tam yüzüme uzatan eşya beyleri çanak çömlek varlığına vardığım hücre gece her yandan karanlıklar biçilir dikilir üstümüze yolda kamyonlarla süt satanlar düşleri evleri ufalayan ve büyüyen çocuklarından değerli bir yoldaşlıkla ödünç alan ihtiyar babalar ateş yanan sokaktan geçiyorlar delikanlılar baba ve adam delikanlılar ve aşk delikanlılar sevdalı oluşlardan bir yıldız poyrazı isa meryem kadar bir balıkla girince sulara insanlar kelime hücrelerinde isanın denizlere dağılan saçlarında -isa da tam denizlere göre insanlar isaya göre eşyalarıyla ve hayvanlarıyla yaşar akıp giden uslarıyla geliştire geliştire bütün ölmek ve öldürmek sınavlarını anılarda bırakmak için tanrının ve meryemin yavrularını delikanlı bir çağanoz fabrikasında yürekleri devrilir doğum günü bayraklarıyla kentlere çağrılan ve insan biçimleriyle nefret biçilen ve bunları düzenli anneler şeklinde yalnız düşman getiren babanın *******ine delikanlı bir sahnenin perdelerinden sonra katmerli kadife ve kapanan perdelerinden sonra açılıp kapanan karanlık küçük odalarda ve karanlık küçük odalarda |
EVET
Evet hatırladım Küçük basit şeyler Yetiyor kederlenmeye Ya mutluluğa |
GÜNEŞ İNİP SUYA DOKUN
Birara neydi o bulutlar Somurtkan dudakları yere sarkan Arkasında deniz alev alan adam Çehrem sarsılıyor bakmaktan Güneş inip suya dokun Nehre yaslanıp baş aşağı koşan bir yaşlı ağaç ol |
GÜZELCİN
Koşu koşuver nargözlüm Yuvarlak biçimli ayakların Küheylan kolanı gibi kuşağın Gürbüz kalçalarının üzerinde Koştur azaplardan kaçalım Koruklar üzümlenmiş mi bakalım Bir söze iki gülüş bir öpücük İki bedeni birbirine katalım Ruhsatlım sevdamsın berigel Kanın höpürtülü başın dik O seven yuyan bakışınla İçimi yu mermer döşegel Dorukta yeni ay ince işaret Ne kem gözler gezinir karanlığa Ne evin sevincinden korkan bulunur Asmalarda güneş ve çocuklarımız Çardakta ıslak ve ekşi uyur Bacın bazlama yağlasın sahana Mutluyuz tüm dünyaya duyur |
HIZLA AKAN MIZRAK
Sabahtır Alkışlar gecenin Sıcak damları sükûn yapılarıyla Aydınlatır bir ucundan Kahvaltı sofrasında çay tasını Düzgün uysal Işıklı bir de ağız Gizlice götürür hücreyi bütüne Ve akla her gelen telgraf telinde Öpüşür iki güvercin İncelmiş ve yumuşamış gagalarıyla Bu geçen mızrak Kalın kararlı Atanın değer biçilmez atıyla Kuşkusuz yolunda gerek Mızrak geçer ışığı Geçer geceyi dolduran karanlığı da |
KABÜL
Eski şairliklerim gitti gözümden Gayridir başka bir hal kuşanıyorum Azık yoldaş olmaz haydi geç toklukları Az'la doymak yap deş insan zamanlarını At al at bin at kuşan da ciğerin koş Davran bre çocuk doyma ilk sulardan Hehey gözüm hehey gözyaş odsuz kaldın Nice hançer dürdün sabır balyaladın Göğsümde bir küçücük derya buldum Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası De Zarif inle. Ta ki huzra vardın Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın |
KALKLAR
Oturun babamı Ben güvercin saçlı çocuktum Buzlardan başlayıp vurdular Dağların yabani timsahında Sanatın fiziksel geçerliğine kadar Vurdular Babam upuzun yatandı kumda Ölü ve uzaması birden duran saçlarıyla Çünkü öylesine kendi ölümü Başını yastıklardan kaçıran uykulu başını cümle odalardan Hep kumlar vardı çünkü uykuya yaklaşırken Üzülecek ve sevinç duyacak yerlerde Dudakların içinde kulak yollarında Adamın öldürülüş sesi Sofradan sokak kapısından Pencereden kumluğa okyanusa Ahrete olan dostluğumuza yakınlığımıza |
KARTAL ÖLÜSÜ
Tabutunuz Pırıl pırıl çivileri ve talaş kokuyor Demek taze ölülerdensiniz hemşehrim Kan akıtılmadan Kesildi damarlarınızın sıcaklığı Söyleyin kim yokladı Bir ateş salmaya içinizi Şimdi doya doya seyredin gövdenizi Kalabalıklardan eli mızraklılardan Otomobillerden nüfus patlamasından Ve o koca denizlerin kirlenip ağrımasından |
KAYIT
Korku salardı inceliğin acıman tevazuun Dünya ve insan çıkmazlarına yumuşak bakışın Nur sarnıçları ballar koydun çöllere ruh eşiklerine Senden kaynıyordu yine sana kapılıyor ırmakların Yamalı ve tertemiz elbiselerim olunca Her gece mutlak uyanıp adını anınca Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım Sura vardıkça gövdelendim soyundum aşk duasına Atılıyorum sırlarına açılıyor hücrelerim Menzili çoktan geçtim ün saldı kayboluşum Kendi kuytumda çalkıyor şerbetini ağzım |
KORKU VE YAKARIŞ
Yüklenip geliyor gökyüzü evimizden yeryüzümüze Dilimize onur veren kelime Güzel ticaret ettik Çölü okuyabiliyoruz deveyi çözebiliyoruz /Delicesine yalnızlıktan yana reyi Elleri berrak ve dolu Arındı soyu kurudu kinlerin sanki Vuruyordu son bahtsız atılışında Köpeklere yaslanarak bir avluda Ve ayaklarının altında Her kiminse doğranmış saç örgüleri/ Ve şimdi adam ey çocuk Eline bir dudak inziva al göster onlara Belgele sevişebildiğin aklın Kuşların o hızlı oluş adına Çalılardan uçurduğu baharla Uzaktan kur düşleri ve başla binmeye Gemiler gibi gelen günlere Ve özenle seçilen söylenen kulaklara Yeni yeni hecelediğin tattığın /İyice düşün ilk kez kim duyuyordu ayetleri/ Hatta o ısılı ve tamam edilmiş kelimeler yardımıyla Nerdesin ne suçun var anlarsın Gibi dost ettiğin paha gerçek paha Bilinir ki yolluyor yiyeceklerini senin katına Seni çile çektirilen Verdikçe alan kelime Susuzluktan kalma bir sarhoş ağzın Salt ona adımların Yalpa yok elatışında boyuna sürdüğün o Ve hadi artık. Konuş Nasıl buldun yolunu Ki akıyor her gece ruhun bütün gücü Bir fırdönüyü saklıyor eşyalar Sen ıssız tekbaşına ve mağrur Batıyorken yatağında Nasıl da ateş sıcak içova nabzı Zamanlar indirir kaldırır limanları Sanki bir kuş ağzı bir kadın ağzı Su başlarında sel yollarında hayatın Kuğu kanatları beyaz soluk alışları /Derken rahimlere kapandın Dirilik harflerle çalkalandı Boşaldı boş çanaklarına kavganın/ Kaynak yeniden yumulu parmaklarını açıyor Biziz şimdi görünen artık salındayız aşkın Yüz yüze koyulduğumuz sır vakti: Olgun ve hazır Yine uyandım Sabah Yine büyük İsmimle ancak Aynı sarnıçta düş ve gerçek Alıp veren sakınan etim Soluduğum bakış Can levham duvarlarım senin Bana giysi verdin Öyle biliyorum giyinmeyi Beni doyurdun Böyle biliyorum doymayı Ve sayıyorum kimse yok Öyle böyle bir doğa Yalnız beni götürüyor kıyamete Görüyorum ki farkediyor Gülümserken korkuyorum Elime açılıyor yüzün Duyuyorum buzlar gibi Sensin bana Sanki kendimden bana İçimden tüten Sensin doğduğum sabahları Işıklarına uzandığım başları Dünyaya bırakan Sensin güden Kanımın düşüncesini Sen ince şavk toplam zaman saf hayat Tek diri Sensin yüzen geceye Tek diri Sensin yüzen geceye Yeryüzü Sen ayrılmadın hiç Evimizden Uyudum yine Gece Yine geniş |
KUTSAL MAVİ ÇOCUK ŞİİRİ
Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi Tarlada Bakışı gittikçe yer toprağına Çakılan Bu kadar beklerken habersizdi Ve hatta onlar da habersizdiler Sular mı anladı Dağlar mı sezdi Yoksa birdenbire bir çiçek mi Bir gün Herhangi bir an Ama bir çelik an Her şey Ve hepsi başlarını kaldırdılar Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine Karmakarışık belirsiz uzun Geçti ve geçti gölgesi Zerdüştün ayaklarından bir kartalın |
MEÇ
Ağaçlara kılıçlara benzer çocuklar çıkıyor erikleri itiyorlar erikleri onları yırtıyor ellerinde dürtme silâhları plaj yıkıntılarına çarpıyorlar sarsıntıyla akıyor ayaklarını ıslatan yaprakların gergin dallarında yüzücü nehir gerginlik balık kanadı sertlik gözlerine yakın gelmiş suçlu ağızlarında çiğnenmiş bir gemi çocuklar elleriyle dalların uçlarındaki eriklere bir mahzendeki uzaklığa kayar gibi Gerçekler başlarına konan çiçekler yapraklar boğuluyor yorgun bir meyve daha geliyor ağaç kökünden bu sırada tramvay geçiyor ve duruyor fidan küçük ağaç göğüne üç ayak yaklaşmış ilk koçanını ezberine biliyor her an ürperti geçiriyor odaya sokulan yemiş odaya sokulan yemiş göz hapsi evinde durmayı seven kadınlar mermerle sıvıyorlar çocuklarını top uzağa yakına çağırıyor hep bir noktada kalan adam varmaya doğruluyor sulardan sorulmayan ama sulara yatkın anılarına sevgiler koşturan pencereyi parça parça aralayıp denize açılan bir sokak kadını denize açılan çuha kadınını açıktan geçen son sağlığa bağlamak için makine ustası amma da mideli yıkılmadan geliyor ve sırrım sessizliğiyle çalışıyorsa başına ben gittikçe soğuyan ve soğuyan ben ekmek kırıntıları döküyor her zaman yaprak duşları başlıyor serpilen kuşlar çimen düzlerine gelip bir kısrağa yakından bakıyorlar kuruyan ağza kapak göze kapak çölüne atılan zar sulardan serpme balık deniz görününce kargılar atılıyor karlı yamaçlardan kızgın kumlara erenler kaydırak arkalarından aç karınlı sevilen kurtlar iniyor ağaçlar dimdik dallarında gergin su haber gibi bir şey bekliyorlar kökleri toprağı geziyor bir yatağan aşırı gitti mi zındana çıkıyor kök ucu zufa bir cins ağaç Devlet sokağını tek başına bir ayyaş geçiyor Kente verdiği cevap pandomim başı bir gölge altı açıyor hotozlu kadınıyla hovarda adamı yanyana koyunca yatak yaşama simidi şimdi eskimolara bakın kadınları fok balıklarından bunda yataklara girip sımsıcak çoğalıyorlar denizlerini kargılarını köpeklerini yemeklerini kayıklarını ve kaygılarını ayı balıkları bekliyor ve başkentte korsan gülçin dil balığı yelken gelmek üzereyim gelmeye hazır şaramla doldurdum sözleri ağarıncaya bu geceyi hartuç ve hece göğsü kızgın köpüklü tayfası şişti mi kadın kollarını kadın ellerini biçimli gergin tutan insanın su başı rahim kelime yorgun gece soldu çan çan ve çayır suçsuz çocuklara koridor yapraklar balık pulu balıkçılar pul pul yalnızca bakışlarını kırpıyorlar dokununca çatılarda kirişlerde serin dubalarda artık göze bakmak oyunu yok |
MENZİLLER
Sözün ve yolun baş çeşmesi ruhumun Canım içre sevinç verir sözlerin Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım. Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş Yur her birini uykularından sohbetin Dinlen ey Zarif bilatedbir çok söz açtın Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın |
MUNTAZAM
Seni kamçılardan çıkardım Tevbelerle başladı rahmet vuruşları İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun Sesimi işkencelerden alırdın Elimin altına dökerdin etlerini Hızlı varışlara bile hazırım daha Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri Bir geçmiş zaman kalkanı indi Çınar ağaçlarından sahil sularına Kalbim kalkıp indi gemilerden Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda Kapris kamburu çıkardı yıllar Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla Habire vuran rüzgâr Kabirlerde su yollarında Dehlizlerde İç çekmeler Sızlanmalar fısıltılar Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim Götürüp Kelimeleri başka bir semte attılar beni Üzgün melal içre ve âşık Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha Üç parıltısında günün Devlerimi güreştirmek işim Üstüm başım heykel kırıkları |
NEREDE BULABİLSEM SENİ
Yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine Karanlık basmadan dünyayı kapatan karanlık Elimizde kılınç ben ince işler ustası musa kardeşim ya ki heybem değişince kubbeli evim girdabım - tövbem kapımın önünde akan ırmak en zengin denizcisi incilerin - uzak şarklara yollanan elçilerin Kelimeler okyanusla yarenliğe dalıp çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli binlerce yılçün kurulmuş bir zemberek içimizde ağzımıza boşalttı onca sözden Birinin heybeti ve lezzetinden Damağımız çatlamakta ya ani karanlık 'inanana rahmet inançsıza esef' olan (Hiçistanda Bir rüzgâr belirmiş Kulağımıza gelir- Bir ey muhalif rüzgâr ki oyropeiş örneği Hafifçe terli bedenin krondeli Göz dikmiş duyduk ki Meni yataklara bile) /Japonya büyür büyür bir gün Toprağını denize yayarak Peygamber sözüne ordan hizmet olur/ Kucak açanlar kadar geniş istekli Göçüp gelenler kadar hafif az'la doyan yük olmadan Ve başlar Kimin yüreği daha yüce yarışı Musa kardeşim ağlamaktan mı Okumaktan az uyumaktan mı Kan gölü gözlerin Her an karanlığını giyinecek gibisin Ne kadar uzun sürüyor Ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin Karnın ne kadar küçük ve içerde İnce belin- Fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin Biliyorum ancak sen Bu kadarla yetindikçe ve ekmeği Böyle mübarek tutukça doyar karnı çinin hindistanın amerikanın Sen olabilirsin çaresi Su içinde susuzluk hissinden ölen kimselerin Musa kardeşim haya'dan mı boyuna posuna güzelliğine rağmen hafifçe kıvrık omuzların hafifçe eğik başın Hele terazi tutuşun zarif sapasağlam ve artık en insansız çölde tek başına kalsa bile eğilmezken adalen bile yine de Bir nebzesini yutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin İkiye yarılır bir su aygırı Ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından NEREDE BULABİLSEM SENİ Baba bıçağını ağır ağır çekerken YETİŞİP Ana dalgın ve Su dibinde yürür gibi DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE Ana dalgın ve su dibinde yürür gibi üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri 1 Çocuklar Kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan Olmadık anda bırakılırlar Sonra Nice sonra Hatta bazen karanlıklarına uzanırlarken kadar sonra Üzerinde gözyaşı izleri Senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları Mahzun yayılır Ancak görünür güzel dişleri Ve 'kuşlar da kaderle uçar' |
ONUN İÇİN
Dün kalabalıkta Sevmekten yorulmaktayım Yalpalayan bir sarhoş var Şimşek vuruyor onu bir çırpıda Seçip vuruyor Fırtına çevreği de onu buluyor emiyor Yılışık nemli bir şehvete arzulanıyor Bahar ayartıyor onu Köprüde insanlardan yükselen buhar Camların çiğneyip salonlara kustuğu sıcaklık Sevmek yapışkan insan teri İnsan kılı memesi kokarak Kollarını eklemlerini yalıyor senin ve şimdi aşkın evinde iki yabancı insan misina tutmaktan tuzlu sudan birbirini duyamaz olmuş iki parmak gibi yatıyor İstanbulda Suadiye mezarlığında Yorgun uzman bir kalp Kimbilir hangi kanlarda akıyor gövdemiz Kimbilir kimin damarlarında hızlandırıyor sözlerim Bir bohça aranır çağırır üfürür - sıcak ve tüterek Irmak denize boşaltır dağlardan kaçırdıklarını Atın birden nalları dökülür - delice koşarken yine de Bilki şöminenin içinden Yanmış kül olmuş yine de Seni gözlemekteyim Bir kadın bir baş kesiyor gördüklerim Bir kadın kendiyle oynuyor Kendine ve çocuklarına parçalanarak Soğuk sıcak yanıp donarak Dar koridorda yay gibi vınlar Ve duşa varamadan Ufak kırmızı lambadan erlikler yağar Bir göz bir çağırma bir dur akar Geri dön azarlandın Koltuğa otur şöminenin içine bak Şimdi hızlan ve hızlandır |
ORASI NERESİ BURASI BİR ADAM
Korkuyu kapışır taşlar karanlık kendine çekince perdeyi göz hüzünle odayı kapar el uyur ve akvaryumda balık resmi çekilmiş nehir Böyle bir çiçek vardı Rüyadaki geçit büyüyüp büyüyüp Büyüyüp büyüyüp büyüyüp Espası bir tek gecede Ezip el tutan Alnının bütün bir duvara dayayan ve sesleri bir orman büyüklüğünde güneşe yol yapan çocuk güreşip bütün gelişleriyle gecikmiş bir deniz feneri Saati yalvarır hızla Şafağı çoğaltır kan akan damar Adım zorlar kapıya çağrılan En korkulan gerçeği Bir boyun eğişle girilen böyle bir çiçek vardı kılcal kökleri çağın sarsıntı duvarlarından burası bir adam bir aşk çapında bir çeşit hapishane tutulan akıp giden su uyanınca adam suyu geçmek isteyen karınca bir taşın alevinden basarak ellerine kaçınca adam bırakmaz eşyasını da uykuda. |
SAVAŞTIĞIMIZ GÜNLER KENDİMİZLE
Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim Nasıl liman çocukları zalim Nağra atarlar gecenin koynuna Daha başkaları da var Tabiatlarını mayalarını açıklayan Ya sen selvi boylu nesisin Ya ben neyiyim körlüğün Eğil hakkımızla Birlikte bağıralım içine esirliğin Ben hırsız olayım kendi malıma ha! Ben yakalanayım eşkiyama Gardiyanların değişti de n'ooldu Haydi soyun bir kez daha kırbaçlan kendi dallarına Dağ özlemin sarı bir kanarya oldu Ötüşsüz uçtu uçamadı kondu konamadı Akıl ve hikmet emzirirdi mağara Yarasa doldu.Yüz çarpılır göz kayar Güneşin tozu yağmuru ateşleri taşları Gelse gelse elimin vuruşma özlemini alsa Selvi boylu eğil ikiye katlan Bak şairin yarım şiirin köle kaldı. |
SCWAEBİSCCH - HALL 1972
svebiş - hal'de büyük bir park her alman kentinde bulunduğu gibi ve merdiven tiyatrosunda bir adam yaratmak piyesi olmaz dedi berbel tek saf damarı avrupanın gözlerimiz yaşarıyor yanağındaki kırmızılıktan akıp duruyor her şeyimiz tırmanmaya başladı merdivenleri haylbronlu kedi sarışın - ve kara açılımıyla kırbaçlar uzun saçları - ve bindiği atlar sıyırır kayaları genç ve durup direnecek sanki kasları ve o bakışlar kaçıp saklanan ve umulmadık anlarda karşılaşılan arzlar aktörlük yaptığı için kendinden herkeste olduğundan daha emin olmaz dedi berbel şiirlerimi oku derken birden necip fazıl göründü merdivenlerde müthişti. bilin ki berdel jan janin sen de merikalı tom ve seya bütün ecdadınız barındı içimizdeki hoşgörüde bir gün baktıkça değişen ve beni alabilen enginliklerinde bal görünümlü gamzelerinde dudaklarının zümrütten gibi billurluk yansıyan çekişlerinde coşarak ekstazla . zira aklında değil güzelliğinle anlıyordun. işte bütün bunlarda bütün dünyaya üstad necip fazılı anlattım dedim ki O görünüz görünmez Daha ilk sesi ilk kelimeleri İlk mimikleri ve yüzünde İçiçe dönen binlerce daireyle İnsanı alıp gönül hücrelerine salar kanının yapısını bozar yepyeni bir terkiple atar meydanlara çünkü çok gördüm onun yüzündeki ahenge ulaşacağım diye temelinden sallanan yapıları aklım mı köpürüyor ne vakti deniz toprağa kene gibi yapışmış ağaçlar köpek bastırıyor kanı avrupa kadını ne kapılar ışmarlıyor kapanıyor içindeki bütün çengeller insan tarihi kadar eski bir hasretle bakıyor- ve alıyor |
Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle
Uzun bir geçmişimiz var Hiç yorulmadan En azından bir kere Eğlenceli Beşik ha biz varız ha biz maskeli balo saygıya durup üstün bir gecede Bir sır payı katlayıp sade bir kahveden Keyifsiz bir detayın hükmüyle ha biz yokuz ha biz seferde Ya bu kez ölenleri görmeliysek Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle Parka dolalım Park bizi alır önce Seyrimizden bir sabah kazanır Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle Sayısız rampaya katlanır ya güneşten daha zengin sofraya diz çökeriz ya sen kuş olur gidersin bir trenle oysa sergimize kuşlar gelir uzanır. |
SEVMEK DE YORULUR
Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım Bana bunu sessizce anlatıyorlardı Bir yerde onların yönlerinden alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki bulvarların geceye vurdukları çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan bir sürü alışkanlıklar taşıyan insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin başkası sevsin diye en seçkin yerine bir şal gezdirirdi İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla Bir sen varsın hep saçların ağzın Bir merdiven hücresinde uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem seni sonsuz gelişinle saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle davranılmaz üstünde durulmaz hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde durmuş ki bakışın boynun bozgun üstünden bir nehir geçer gibi ya gecedir ondan ya bulanık sudan bir hasta gibi ağrımaktasın Gelişini aldım onu nasıl harcadım Denizden bunalıp okyanusa Selâm çakan vapurun Sevindik adımına birden parka çekildik Ve birden nasıl bayram bıyıklı Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla Eğip başını içlerimden gittiğin zaman Uzağa bir yolcuya çıkar gibi Selini üstüme çektin önce camdan bir mektup dolabının üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın başını duvara değdirmiş bir benzetişle josef ka benzeri bir bakışındı ya da konuşmayı kesip aman sen öyle bir gittin ki benimle Piknik beni sana verdi önce Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze Eski ellerin Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin Ve hançerinle zamana saf durmuş Son gidişindir bu Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle zaten hangisi kavak zürafası değil biri bütün yan odaları bekler kuşkulu geçer camlardan ve bırakır yerini bir koridor bekçisine Haydi sen bütün onlara git benimle Son sigaramdın Gidişin antinikotin Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor Elleri iki çeşit durgun Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların Suya inen sesleri Tam şimdi denizinle bir çakıl taşına yaklaşıyor kuma çok yakın bütün kesitlerinle bakıyor ve bunalıyorsun Tam şimdi ipe koşan beni elleriyle alkışlayan ağrıyan bir gün geliyor |
SORU İŞARETLERİNDEN BİRİ
Zulumdur dinlenen başlarsa eğilmiş Gömleğin üzerine kadar çıkmış kalbteki kara leke Dikilsen dağların ötesini tutar elin Bir iki tank çer çöp olmuş gözüne perde Petrol ya da banker sellerinde boğuluyorsun Külçe külçe dolar ya da sefalet secden olacak yerde O eski kadim iklim kimbilir nerde sürer Perişan birkaç evde kimbilir veliler dilinde Oturup konuşalım şunu. Bulsun kelimem kelimeni Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse Bir deli akıl çırpınıyor aramızda Rızık korkusu can korkusu baş mesele Çıplan dünyadan çıplan ve gövdenden O büyülü çiçekleri yol arın bir kere Başını eğmiş zalimleri dinlersin Dersin 'lokmam ellerinde' Filistin bir sınav kağıdı Her mü'min kulun önünde De gerçeği yaz: Hakikat şehitliğe koşmaktır De isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine |
SU 1
Taşlanan kadınlar yankır Girdap duvarda ve sırları çözük aynalar Bir aynanın civarda hayvan otlağındaki benzeri Yüzler kuyuya inen gözü terkeder Sıcaktır örfe yaklaşır Kavalsız ve çılgınca döner kaderine bir kez daha bakar Açlığa üşümeye kartalın alnında duran yıldıza Bir kere daha daha yalnızlığa Kati ve aşk geçerliğini ortaya koyarak Ulusal ve benci iki çingene arasında Bir kere daha yalnızlığa Atılarak Yerin içinde yüzlerle hücum Bütün özentili yekinmelere doğru karşı Bütün nedensiz gençliklere doğru karşı Bütün ................ doğru karşı Aç olan karın Soylu olan yoksulluk Ve mızrakla gelen alın Yerin gezisinde insan vardır Ağulu bir diş put taşında Doğacak çocukların toplandığı çadır taşında Ava çıkmıştır Aşk tunç çekmiştir bizle olan sırtına Birbirini çaresiz bırakan çehrelerin Yaralı ceylanı bulup tepindiği (Fırat birdenbire kaybolur bir mağarada) sevenin kurbanla alınıp kurbanla ödendiği güneşin aşktan sudan ve topraktan daha hızlı yöneldiği raskolnikof müthiş bir iman ağrısı çekmektedir. Güvercinler toplandı sofralar kuruldu Ağaçlar bahçede kızgın güneşle çatıldı Elma tadları ağır ayrılık tadları Yalnızlıkla toprağa savruldu Katerin açık kollarıyla yaklaştı üç tuzaklı odalarıyla Mükemmel bir karpuza yaslanmak Suya çağrılmak Bir de içindeki ziynetleri hor görmek iyice Oysa güneş ağırlaşsın siyah saçımız uzayan başımızda Alnımızın dibinde kalsın seçkin ve Horasanı kayıran gözlerimiz Hiç akla gelmedi Bereber kırları hüznü atmaya yarayan bir annenin Dallara takılıp ağrıyan yaralarıyla yattığı Gerçekten canlı göğsü boğucu çaylarıyla Akşam suyundan bir sütun mermer içmiş Her erkeğe bir yılan üfürmüş |
SU 2
Ciğerlerde ölüm akar Çeşme İnsan hesapsız çocuk üfürük Kendinde olmayan gürz kapanan ayna Mektep taze ekmek dilimi zeytinin içindeki bağırgan Ölüm Sıkışmış aramıza Sandalyenin dibinde mi Dudak sıcak çay bardağına kapanırken Salıncak onunla içten içe anlaşma Cevizin ipi tutan çocuğu kayıran dallarında Yeşil yaprakta veba Ölüm evin hangi bilinmezinde ya da açıkça Küçük kardeşin avucunda mı Uzak insan sahillerine Kelimeyi dolanan dillere Taşıdılar zeytin Kahvaltı ve zeytin Sofrada üç büyük zeytin üç kanlı bakış Ölünün ağzına zeytin kondu Şiş dudakların arasına Sonra geniş omuz yaralarında Adamlar kırılan camlar taktılar |
SU 3
İnanç yiğit ev sorardı bulup konaklardı Kanlı göz ufuk tarardı Cürümlü başta her geyik akışında Örtülür dudaklar çünkü kalble çarpılırlar El gezer tenhaları dolanır ufak tüyler Ve tüyler ki ateşle diklenirler Kendi namlarına ağemen olarak Üşüme kabarcıkları tad kabarcıkları Ürpermelerle unutkanlık Yerin bir zaferle doğrulması cürme katık olarak Dantel kalb vurması su kapları Islak naylon örtü ve ıslak cimrilikle Ustalıkla yaprağa ilave peçete Yorgun ve evvelden haber Sonra saralar Sıradadırlar Kapılar baskıyla kapalıdır Onlar yontup hamam kapılarını Kulaklara ses kutuları Ormanlar avazlarıyla parke taşlar Kurtlar Yıldırım Avizeler Orada köşelere düşler yerleşir yatakları kollar Uyku canavar kıvrımlı batarlı saldırır Ev tilkiyle sarılır kuşatılır Yorgun bir masal uzakta kaybolur Kulaklarına yosun ve balık biriken çocuklar Toprağın rengine katılan Hızla yorgana atılan Göğsümüze sırtımıza ateş bastıran Örtünen çıldıran çocuklar La onlarla alev açıyor her yanımız Anlaşalım |
SU 4
Denizde büyüyen av hayvanı Suları derin denizleri boyayan mürekkep hayvanı Uzatır gözlerini ince çalgılar içinde savaşlarla Tiz sesli yuvarlak ağızlarıyla Bu kez bu alçıyı donduranla Kapalı denizlere kapılıp açık okyanusta Kayalardan inen hızlı koşan bağırlar Ayakta durlar KALK lar Oturun babamı Ben güvercin saçlı çocuktum Buzlardan başlayıp vurdular Dağların yabani timsahında Sanatın fiziksel geçerliğine kadar Vurdular Babam upuzun yatandı kumda Ölü ve uzaması birden duran saçlarıyla Çünkü öylesine kendi ölümü Başanı yastıklardan kaçıran uykulu başını cümle odalardan Hep kumlar vardı çünkü uykuya yaklaşırken Üzülecek ve sevinç duyacak yerlerde Dudakların içinde kulak yollarında Adamın öldürülüş sesi Sofradan sokak kapısından Pencereden kumluğa okyanusa Ahrete olan dostluğumuza yakınlığımıza |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:28 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.