![]() |
Abdülkadir Budak
AĞIR ÇEKİM
Maskeli yüzleriyle Eş dost hısım akraba Gelirler arada bir Söz döner dolaşır yine Kurda kaptırınca kuzu Ekşidir hep gülüşleri Dilleriyse kaya tuzu Artık yeller ateşlere Doğru eser ve kuyu Dibindeki Yusufların Sayısı artar hızla Akrep gibi kendini Sokan aşklarımızla En sıcak günlerde dağ Çığ salar üstümüze Sulak ovalarda susuz Kalmış bitkiler gibi Yüzümüze korkuların Yerleşir soluk rengi Örter alev damlası kum Develerin de üstünü Kaç ay oldu gelmediler Giderek büyür fırtına Bu yüzden kervanımız Kaldı çöl ortasında Ne erken ölümü yeğle Ne bir kurtarıcı um Gibi çelişkilerde Bir ses: Boğuluyorum |
Ağrı
Dağından söz edecektim, bu beni aşar Ağrımdan söz edeyim, kapalı anlamımdan Geniş görünen evdeki odanın darlığından Ben burada sahiciyim, büyük hayaller Kurmayı unutalı yüzyıllar oldu Evin oğlu yama gibi duran balkondur Evin kızı bir merdiven boşluğu Bu evin toplamı dört kişiden ibaret Değildir işte, size öyle geliyor Bu evin toplamı ıssızlıklardan Yazmak bana düşüyor, okumak bir yaprağa Bir kez daha kopuyorken dalından Yüksek sesle düşünmeye çekiniyoruz Kemandan tel koptuğunu ah birimiz söylese Kaya gibi görünen kum tanesinin Acıklı durumuna son vermeyi denese Sürekli yağmur yağmasa gökyüzü görünecek Sürekli rüzgâr esmese dalında duracak yaprak Bu evin toplamı odalardan oluşmuyor Bu evin toplamı dört otobüs, dört durak Durgun bir göl gibi duruyor karım Kurumuş kuyular gibi duruyor bakışları Değişen şeyler var da konuşmuyoruz Biten bir şeyler var, ekler gibiyiz Ev dediğin artık büyükçe tabut Dört omuz taşıyor, evet bildiniz Akrabalar, komşular, saçaktaki kuşlar için Öldürücü bir rolü oynayan biziz Evin içi kabukla gizlenmiş yara çay içmeye bile çıkamıyoruz Düşeceğiz korkusuyla balkona |
AHŞAP RUHA TEN GİYİNMEK
Hiç bu kadar boğulmadım içimdeki bir gölde Sunu yazısı başlığı olacaktı kitabında Yaprak bir ormanı algılıyorken Parkla insan yüzlerini karıştırdı her zaman Ferit çünkü benziyordu parklara Bir parti marşının sözlerini yazmayı İsteyen bir adamdan kara bir cümle daha İçeriği boşaltılan bir anlamda yaşıyoruz Ten giyinmek zorundayız bu ahşap ruha Hepimiz Yesenin'dik yani şehrin kır kokusu Yanlış yerlerde gezerdik polis götürürdü bizi Başımız derde girerdi Haydar açıklayınca İçimizdeki ıssızlıktan başlardı Haydar - Bırak ulan felsefeyi! dedirtirdi sonunda Ah Ferit neden öldün park değildir mezarlık Dördümüzü bine böldün ve böylece azaldık |
AŞK BENİ GEÇER
Çünkü bacakları uzun, mesafe tanımıyor Çünkü rüzgârın atında, büyük deneyiminde Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş Dağları iyi biliyor, nehirleri de Bir ateşin koynunda uyuyorken bile geçer Serin su başlarında dinleniyorken bile Ve ben onun peşinden kurşun olsam yetişemem Okyanusa vardığında göle gelmiş olur muyum O çınar olduğunda yaprak olur muyum ben? Bir dille yetinirim, bütün dilleri öğrenmiş Dumana tanım ararım, yangınlardan geçmiş o Ben merdiven arıyorken çoktan çıkmıştır göğe Bir kadının saçlarına takılıp kalmış iken Ruhunu ele geçirmiş binlerce sevgilinin Bende bir esimlik yel, onda her zaman deprem Elbet aşk beni geçer Tren rayların üstünden Aşk şiiri yazdığımı sanırım, ne hafiflik Destanı bitirmiş olur ben çıkarken ilk dizeden Uçup gitmiştir evet dünyayı kanat eyleyip Ben iki teleği yanyana getirmişken Aşk beni bir daha geçer Tren rayların üstünden |
Aşk Var
Yıkandım, bütün sular tenime değdi Atlasıma yeni dağlar ekledim Yeniden tasarladım kitabımın kapağını Seni sevdim, yazdıklarım aşka ilişkin Bana yeni incelikler kazandıran sevdanın Sularında yüzüyorum, ruhuma değiyor sular Evet seni sevince öyle oldu, şaşırdım Dallarımda zerdali, yelkenimdeyse rüzgâr Kırgınlığa uyaklı şiirler yazıyorum En az kırk yerinden yırtıktı kalbim Gör yarışa kalktım büyük akan nehirle Aşk var, köprü aramam karşıya geçmek için |
Aşkım ve Ülke
Ülkem kötüye gidiyor bendeki aşk iyiye Bir yanda aymazlığım çılgınlığım bir yanda Çölde çiçek açıyorken kopuyor dalından yaprak Aynı anda yaşıyorum iki değişik duyguyu Aşk bahsinde cesurum Ülke bahsinde korkak Ülke diyorum uçurum, aşk deyince köprüler Birine düşüyorken tutuyor beni öteki Dengelemek konusunda yetersiz kalıyorum Aşkımı ve ülkemi Kolay mıdır suları ateşlerle söndürmek Elinde harita yoksa yol gostermek kolay mı Dağların arasında rastladığın bir nehre Ülkeysen yavaş yavaş Aşıksan birdenbire Ülkem de aşkım kadar iyi olsun isterdim Kuğuyu özlemiyor havuzu çekilmiş de Üstesinden gelirdi yangınların, depremin Aşkım kadar güçlü olabilseydi ülke |
BABAM VE GÜZ
Başlık yanıltmasın sizi, babam yaza benzerdi Ama her zaman için güzden yaprak alacaklı Babam yaza benzerdi, kendine susamam için Gözlerine bakardım, kurumuş kuyu ağzı Yaza benzerdi babam, balkonda çay içmeye Ya bana öyle gelirdi ya bardaklar kanardı Babam bana benzerdi, bir göl manzarasına Aniden fırtına çıkar kayık dediğin batardı |
Babam ve Mehtap
Şimdilerde yitirilmiş esin yeriydi mehtap Günümüzün şairlerinin küçümsediği Hiç unutmam ben bir kadın görmüştüm Saçların, bacakların mehtaba değdiğini Olsun varsın, gecikmiş bir oğulu Azarlasın babası, dövsün belki de Mehtap dördü katlanmış kağıt olarak Şiir biçiminde dönerdi eve Günümüzün şairlerine benzemiyorum Bu yüzden uzun sürüyor bendeki akşam Mayınlı babadan geçerek kağıtlara Yine o kadını, mehtabı yazsam. |
BABAM VE ORMAN
Bir kibrit çöpünün gücüne şaşılır hep Kavla buluştuğunda yok olur orman Baba ormansa eğer oğul kibrit çöpüyse Külün raporu istenir Abdülkadir Budak'tan |
BAĞIŞLA BANA ADINI
- Leyla'yı anlat bana Ey şiir, sesin çığlık Uyağın vaha Leyla'yı anlat bana Yeldirmesi aşk oyalı Etekleri yangın yeri Kays adlı ağacın dalı Bir sevdanın son depremi Olan o güzel Leyla'yı Anlat bana çölün dili Kana benzeyen sahrayı Anlat bana, hangi deli Yıkmış gönül sarayını Gül kanatan mezar yeri Çağrıştırıyor Leyla'yı - Bağışla bana adını |
Buradan Bir Şiir Çıkar
Kürekler çekiyorsa acemi kayıkçıyı Taşı annesi sanıp sarılıyorsa yosun Şehirli desen peşine düşmüşse köylü kilim Bir kapı ötekine buyrun efendim diyorsa Bir pencere ötekine açılıyorsa örneğin Burdan bir şiir çıkar ve ben onu yazarım Irmağın altından geçiyorsa bir köprü Aşk ağacın gövdesini sallıyor Yaprak ondan fazla ürperiyorsa Çivi zannediyorsa çarmıh İsa’yı Çıraktan el alıyorsa bir usta Rujun belirlediği bir kadın dudağından Şu sözler çıkıyorsa yapma çiçekler çağında “Gözlerim rimelliydi ağlayamadım” Bir yenilgi daha almış olur gül Ve ben bunun şiirini yezarım Kuş sınıfında yer almış olmalarından Bir şiir çıkabilir serçe ile kartalın Koca dünya bir hamalı taşımaz Koca dünya sırtındadır hamalın Şiir deneylerle değil acemilikle yazılır Otelin yolcuda dinlediği vakitler Ateş üşüyorken dergiden kitaplardan Nice Abdülkadir Budak’lar geçer |
Çağ
Geçen bayramlardan kalma Boydan çekmiş giysileri Giyiyordu iyi kötü Kim yırtıp atmış kenara Kim ve neden Taş mı kesildin ey yürek Neyden çok inliyor neyzen |
CEVAP ANAHTARI
Suyu özetleyen bendim bir bardağın içinde Taşa sarılan yosun taşı bitirir, anladım Parmaklar dile dönüştü ellerinde dilsizin Ve balkon demirleri inceldi tanrım! Gömleğimden birkaç düğme açtığım zaman Çarpar rüzgar kadın olur titrerdi Yanlış anlaşılmasın çaptan düşmüş değilim Makasa son kez bakan kumaş beni etkiledi Kırlarla şehirleri karıştırdığım oldu Atımın ayakları asfalt kokar bu yüzden Bir çift metal kanatla uçmaların sonunda Yorgun otelim artık, yolcusunda dinlenen Teneke sözcüklerin altındanmış anlamları Benzedim mühürlenmiş sarraf terazisine Ama şunu öğrendim: kaç boğulmuş çocuk eder Nil ile Kızılırmak arasındaki mesafe Ayın yansısı ancak kuyunun ağzı kadar Kuyunun içi tanrım ne kadar karanlık, derin Ben ölünce sanırım dünya yalınlaşacak Gözlerim Âşık Veysel, bileklerim Yesenin! |
ÇIĞLIK
Çığlık şimdi en sevdiği kelime Onu bir yankıyla birleştirmesi iyi Ellerini ateşe sokmadan biraz önce Çığlıkla denize sürdü tekneyi Giydiği çığlığıdır ipekten gömlek gibi Kendi hacminden fazla yer buluyor dünyada Gülde bir çiğ tanesi oluyor kimi zaman Kimi zaman kırk kapılı bir oda Çığlıktır dinlenme yeri yorulduğu vakitler Ciğerlerinin ise sağlıklı denemesi Dipsiz kuyuları andıran *******de Ürpertilerle yüklü ılık kadın nefesi Bulunan adresidir yitirilen dostların Bir öpüşten arta kalan kırmızı ruj lekesi Saksıdaki çiçeğin kokusu çığlık Ağır hasta bir çocuğun annesi Çığlığı yazmasa çıldıracaktı Kimi uyaklar ile düştü bu şiirine Sesine kelepçeler takılan arkadaşın Çığlık şimdi en sevdiği kelime |
DERE BÖYLE NEREYE
(Doğanın Yüzüne Dilin Aynası'ndan) Hani bahar aylarında kıyılarında açan Papatyalar söylesin senin özgeçmişini Üstüne kurulan ahşap tahta köprüler Su içmeye sokulan ürkek ceylan anlatsın İri memeleriyle eğilip doğrularak Tokaçlarla çamaşır yıkayan kadınların Ey dere ne şanslısın doğa öyle söylüyor Ağaç büyür ot biter geçtiğin yerde senin Sana uzatır kızlar beyaz bacaklarını Herkes seni çağırır bahçesine bağına Ay buluta girende el ayak çekilende Sen sokuluverirsin bir gölün yatağına Nice vadiler tanırsın akıp giden ovalar Nice çakıl taşlarını okşar dalgacıkların Bazen genişlersin sen kıvrılır incelirsin Üstüne söğüt dalları abanır esintide Ekili topraklara uğramayı seversin Katkın var sofralara uzanan berekete |
DÜŞMANIMIN SAYISI ÜÇ
Tabutuma ilk çiviyi kim çakar Doğrusu bunu merak etmiyorum da İlk kim merak eder ayakkabı numaramı Üstelik dünyayı yürümelerden Kurtulduğum sırada Ayakkabı numaram kalacak, biliyorum Ayaklarım değil de İlk kim anar adımı yas günlerinden Çıktıktan hemen sonra ve de lanetle Üçten fazla düşmanım olmadı benim Uğraştım, indiremedim sayıyı bire Düştüğüm kalacak, bunu da biliyorum Yürüdüklerim değil de |
EV ZAMANI
1. Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için Trenler uzun bekler güzel bir gelenektir Büyük istasyona benziyor artık bu ev Tren bir yolcu daha edinecek demektir Bulunduğum ruh halinden şöyle bir bakıyorum Şu odanın biçimini alan ben değilim sanki Şu mutfağın çeşmesinden akmamışım su yerine Sofrayı donatmamış oturmamışım balkonda Özellikle çocuklara sarılıp baktığım zaman Olduğumdan daha güzel göstermemiş beni ayna Bir kartal karıştırmış kayalıklarla bu evi Parsın homurtuları pençeleri bu evde Evler baykuş olunca sözler saptırılıyor Yırtıcı hayvanlara benziyorum bu yüzden Kırılanın sayısı her geçen gün artıyor Gülümseyen fotoğraflar eksiliyor albümden Eşyalar beni tanırdı yer verirdi bir koltuk Sandalye benim için yanaşırdı masaya Ördüğü dantellere benzerdi karım Çocuklar avcı görmüş ceylanın gözlerine Bir kez daha ben bu eve benzerdim Ölmüş anne resminin çerçevesine Köprüsüz ırmaklar aramızdan geçiyor Ev odayı ısıtmıyor oda yalnızlığımı Bir kuyuya düşer gibi düşüyorum şiirlere Evim büyük istasyona benziyor sanki Ama yolcu binemiyor bir kez daha trene |
GENÇ OZAN
- Bu Mecnun Leylâ'sını değişmedi çöl kumuna Önce Leylâ'nın Adıyla Leylâ dedim, yanıt verdi yol tozu Gurbeti sınayan yolcunun yakasında Hancı tütün sardı, çorba ısıttı Leylâ dedim, taş dönüştü yastığa Leylâ dedim, ateş güle dönüştü Konuklar büyücü sandılar beni Çok uzakta yırttı ağı bir balık Leylâ dedim, şerbet ettim zehiri Leylâ dedim, oturdu sol yanıma Avcıyı atlatan bir ürkek ceylan Barut gül tozuydu, mermi oyuncak Leylâ dedim, damarlarda kaldı kan Leylâ dedim, dere indi denize Kuş öğrendi kanadıyla uçmayı Acının mürekkebine divit bandırıp Leylâ dedim, bildim şiir yazmayı |
Gizli Cam Parçaları
Şehrin ortasındaki kır çiçekleri Usulca çekildiler geldikleri yerlere Kapatsak da olur artık camlarımızı Balkonumuza serçeler beklemesek de Şehrin ortasındaki kır çiçekleri Çekildiler diyorum Metin Abi örneği Ah hepimiz oluyoruz giderek İntiharların çünkü biçimleri değişti Büyük kalabalıklardaki yalnızlık intihardır Görkemli caddelerin açılması uçuruma Yapma çiçekler götürmek sevdiğimize Yazmamak intihardır duyumsayıp da Kesen bıçak değildir insanın bileğini Yüreğimin kıyısındaki "gizli cam parçaları" İntihardır bu çağda ağlamayı bilmemek (*) Nilgün Marmara'yı sevmek, Beşir Fuat'ı Ecza dükkanının önünde Metin Abi olsaydı! |
GÖSTERGE
Yalazı çıngıdan ayıran nedir Sevdayı bağbozumundan Çiğdemi nergisi ballı inciri Ayıran ne bir küpeli kirazdan Öğrenmem gereken çok şey var daha Ortanca çiçeği nerede açar Bir kuşun adıymış yalıçapkını Nasıl öter hangi ilde konaklar Karanlığa açılmakta bilirim Şaşı günün penceresi Neyle çizer gökyüzünü kırlangıç Nasıl solar bilmem çuha çiçeği Nerden bulur okurum Sözcükleri firengili bir ozan Erkenci kuşlarla yola çıkar mı İçimizi ferahlatan sabahtan Emeğin gülleri burcu burcu kokmalı Her nakışta niye kan izleri var Peçeli yüzlerin esrarlı ağızları Buyurdukça niye kurur kurnalar Öğrenmem gereken çok şey var daha Ufku gösterirken maviliğin ibresi Saçaktaki güvercin işkillenirken Nasıl şişmez anlamam susanın dili Hangi duyguları taşır Savaş gemisindeki hekim yamağı Ne görürler düşlerinde örneğin İşveli zengin kızları Zencefil kokusunu duysam tanımam Öğrenmem gereken çok şey var daha Islat bilgisiz dudaklarımı Ey deneyim denen gümüş maşrapa |
Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim
Can Yücel'e nazire Ona göre baştan beri iflâh olmaz biriydim Babam korkuydu bana, annem yürek serinliği En sevdiği oğluydum -bana hep öyle gelirdi- Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim Hayatta ben en çok annemi sevdim Sözümona büyümüştüm, ekmek getirirdim eve Annem öldü, düşüyorum, koptu salıncağın ipi Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi Saçlarına tırmanırdım tutunup yıldızlara Kokusu kalmıştır diye kapandım odalara Kıyamazdı bilirdim şiirler yazan oğluna Sevgilim terkedince benden fazla ağlardı İstiridyeydi annem, içinden inci çıkardı Hergün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık Annemi anılarda bile bulamıyorum artık Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden O gün bugündür bana gülden önce gelir diken Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim Hayatta ben en çok annemi sevdim |
Kadın ve Nehir
İkisi de sürükleyip götürüyor ne varsa Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum Buluşuyor bir anlam iki ayrı sözcükte Saçları omuzundan akıyor birisinin Ötekinin mızrağı saplanıyor denize Biri ihanet istemez, köprü istemez öteki Kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir Biri geyik barındırır sularına eğilen Öbürü bir avcıyı koynunda geliştirir Maraton koşusuna benziyor ikisi de Düş çalarken suçüstü yakalanmış çocuklara Benim kadınım bir nehrin profilden fotoğrafı Senin nehrin benziyor ateş emziren kadına Bir halk ezgisi sanki, öfkeli ve tedirgin Belki kalp çarpıntısı, yanardağ ve infilak Nehir mi desem kadın mı, ikisi de olabilir Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi Bir nehre ve kadına ancak böyle girilir İkisi arasında bir fark göremiyorum Erkeğinin yanında gözden geçirir kendini Kadın sunar ruhunu gövde ambalajıyla Dibindeki yosunun susuzluğunu bilir Nehir ustadır artık köprüsüz buluşmada Söğüt dalı olsaydım öper miydim bir nehri Taçlandırırdı kadın aşkını haketseydim İlle bir fark olmalı aralarında denirse Biri denizi çağrıştırır öbürü uçurumu Sal olduğumu bilirdim nehre düşseydim eğer Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu Nehir: Doğada bir yatak bulmamaktır kendine Kadın: Aramak değildir yatakta kendisini Buradaki ayrıntı elbette önemlidir Yine de diyorum ki, öyle büyük bir fark yok Nehir eşittir kadın, kadın eşittir nehir |
Kadın ve Şehir
Kara'ya bir denizden 1. O şehre bir daha gitsen Susuz kurbağa gidip göl olup dönsen Açık şehir, kapalı bir kadına Otobüsle değil coşkun ırmakla O şehre bir daha gitsen Mola gidip yolcu dönsen Çekirdek gidip de elma Kilit gidip anahtarlar O şehre bir daha gitsen Taş gidip sarmaşık dönsen Paramparça bir kadın Seni toplamaya kalksa Yola kuyu çıksan da Zirve dönsen buraya Uyku gidip rüya dönsen Hastane gidip lunapark Karmaşık gidip de yalın Teneke gidip de altın Sesin bunca güzelken Tel gidip keman dönsen Kara'ya bir deniz'den |
KAYSERİ KAYSERİ
Bana bir Kayseri bulun, kırık dalın ucundan Yere düşüp ezilmiş bir çiçeğe benzesin Su içen ata benzesin, kanat tazeleyen kuşa Ayna olup göstersin en yaralı dönemimi Zaten kan kaybetmeye alışkın bir adamım Bana bir Kayseri bulun, o yitik hançerimi Bir dergiden söz açın, kitap çıkarmalardan Yarışır gibi şiirler yazdığımız günlerden O şehir o yanda kaldı burada bırakıp beni Çivisini arıyor, yüreğime asılacak Erciyes'in önünde çekilen hatıra resmi Bana bir Kayseri bulun, akşam üstü çay içerken Elimden düşürdüğüm bir bardağa benzesin Yıkanmış ütülenmiş masa örtülerine Bana bir Kayseri bulun, burada çok üşüyorum Yorgan niyetine atıverin üstüme Adımı şaire çıkaran bir Kayseri bulun bana Şiir yazmayı bırakmış dostlar da olsun içinde Bana bir Kayseri bulun, gecikmeniz halinde... |
Kazı
Koklanmayan gül üşür Ayak sesi duyulmayan oda dar sevgisizliği dene Kar kar İn derinlere korkma Sürsün kazı Bir zaman sonra göreceksin Acının köklerinde sevincin ağzı |
KIRGIN, ARKANA BAKMA
O şehrin salıncakları düşürdü çocukları İtfaiyecileri sözleştiler yangınla Irmağının kıyısına çadır kuramam artık Elimi uzatamam kapı tokmaklarına Çarşafları kirli artık, yatamam otelinde Çaylarını içemem bildik park kahvesinin Irmağının kıyısına çadır kuramam artık Halam beni bir daha o şehre beklemesin O gün düşürdüm cebimden, getirmesin bulanlar O şehirde çektirdiğim son hatıra resmini Artık her yerim üşüyor, o şehir benim için Avcı duvarında asılı ceylan derisi Bastırılmış duyguların şiirini yazmalıyım Mezun verdi güz okulu bu yıl da Kelebek kanatlarını kopardığı doğrudur Bahçelerini kuşatan dikenli çit tellerinin Sabun arıyor şehir, ellerini yıkayacak Benim içimden gelmiyor başkası versin Bilmiyorum ne kadar sürecek kırgınlığım Yama tutar mı bilemem yüreğimdeki yırtık Arada bir giderdim çocukluğumu bulmaya Gitmek gelmiyor içimden büyüdüm artık |
KIRMIZI KAZAĞI GÜLTEN ABLANIN
Evet öyle, alevden bir çıkıntı Uzun bir alıntı belki destandan Belki derin kuyulara salınan çıkrık Göle okyanus dersleri, fidana çınar Yorulmuş yolcuya yürümek önerisi Kırmızı kazağı Gülten Ablanın Esin kaynağım oldu, yazdıracak şiiri Bu söğüt dalını öpen su var ya Bu dağ macerası, imgesi uçurumun Avcısı bol ceylan, bu gerili yay Kırmızı kazaklı Gülten Abla bu Öte yanda bir umuda kıvılcım Beri yanda bıçağa pas korkusu Amazon olabilir, Kızılırmak, Nil belki Köprütanımazın biri, isyan belki de Kırmızı kazağı Gülten Ablanın Kuşa uçma duygusu, esin şiire Öyle olsun, yalnızca bir fotoğraf Sözgelimi söğüt dalı öpen su Kırmızı kazağı Gülten Ablanın Sana giysi, bana sınav sorusu Tam burada kalem düştü elimden Sözlüğüm daraldı nefesimle birlikte Gücüm yetmeyecek bitirmeye şiiri Kırmızı kazağı Gülten Ablanın Bir başlık olarak kalacak belki Tutuşur muydu saçların kestirmeseydin Nedir sahi sımsıkı sarmış olan bedenini Ateşi kıskandıran kırmızı bir kazağın İçinde Gülten varsa yazılamaz şiiri |
MUHTEŞEM AYIPLAR
Göğsümün yelkenini şişirecek bir rüzgar Suratıma çarpılacak bir kapı bulmalıyım Dışlanmak nasıl bir şey, öğrenmek için Ruh halini metale yenik düşen ahşabın Katliamdan kıl payı kurtulan günün sonunda Payımdan çoğunu almak muhteşen ayıplardan Öpen dudaklar ahşap, okşanan metal ise *******yi ayıp saymak mümkündür kaptan Tekne şizofren öyle mi, kayalara yöneliyor İlk celsede berrat ettiriliyor deniz Soru metal, yanıt ahşap; asılan bir sokağa Cadde adını verecek kadar incelikliyiz Midye çıkarma konusunda usta olsam ne çıkar İnci bulamadıktan, inci bulamadıktan... Zıtların birliği çok can yakıcı tanrım! Gövdem metal, ruhum ise ahşaptan Ağaç ile dar sözcüğü yer değişmiş, aldanma Sallanan bedenlere bakınca göreceksin Yoruldum, uykum geldi, sözlerim kapanıyor Terzi ahşap, kumaş metal; kırılmış bir iğneyim Tanrım! Bu orantısızlık beni çok korkutuyor Şehrin elleri ne büyük, ne kadar küçük başı Kanın sızdığını gördüm bir çivinin sesinden Karıştırmak zorundayım metal ile ahşabı |
REÇETE
Aklımı askıya aldım ne yapsam duygudandır Ah akıl senin yüzünden kaçırdım yaşamayı Aynı gemi aynı liman aynı yük Güverteden denize iteklemek geliyor Tayfa olup içimdeki kaptanı Hayatın çırağı olduğum günler güzeldi Ah kendine zincir olan ustalık! Diyerek aklımı duygularımla tartıp Dünya son sözünü söylemeden ölümle Önce evdekileri, komşuyu, şehri sonra İnandırmak isterdim delirdiğime Yolcu olmaktan çıktım otele alışınca Ok yayla buluşunca bulacak kimliğini Bütün ara istasyonlardan beni alsın bir tren Gidilecek yerler vardır, geç kalınmış değildir Acıkmış patlamaya bir avcının tüfeği Kısmetse kaçırdığım av olur gelir Duygu aklın önüne geçerse böyle olur Yüksek duvarı atlayıp bir bahçeye girilir Evin kızı öpülür, daha ileri gidilir Ay omuz başında doğar kasıklarda batarsa İnsan kendini burda şair zannedebilir Hayatın çırağı olduğum günler güzeldi Ustalık disiplindir, nefes alamıyorum Çıraklık provası yani aslıma dönmenin Sessiz sakin yanımı ayartma girişimi Toprağım işgal altında artık şunu öğrendim Akıl beyaz adamdır, duygu Kızılderili |
SAĞLAMA
Yalnızlık sessizlikte yapıyor sağlamasını Zehir sağlamasını yılanın çatal dilinde Bisiklet rüyasında çocukları görüyor Bisikletin sağlaması çocuk sevinçleriyle Giyotinin sağlaması kestiği boyunlarda Yokluğunun sağlaması eli bıçaklı gece Kumsalda sağlamasını yapan garip tekneyim Bir denize bakarak ve büyük gemilere Düğünden cenaze törenine geçilir hani Yokluğun öyle bir şey, ölüm tetikte Boş konserve kutusunun tekme yemiş haliyim Çok ağır kokuyorum yalnızlık çöplüğünde Sevgiliye özlem bir bisiklettir Öte yandan yoksul çocuk düşünde O kadar özledim ki sevgilim seni Bütün yoksul çocuklar bisikletlerde |
Sana Bakmak
Göğe bakmak gibi bir şeydi anlaşılan Açık mavi bir göğe, gündüz yıldızları olan Sana bakmak gölde kayık olmaktı Kış günü köy evinde soba olmaktı bir de Yaz günü bir ağacın gölgesinde uyumak Elma soymak gibiydi, kavun kokusu İçimdeki hastaneden taburcu olmak Sana bakmak bana hep iyi geldi Sanki saç örgüsüydün salkım söğütte Sana bakmak güzel olan her şeydi Sokak kedisine şefkat, baltalara merhamet Sana bakmak ağaçlardan yana olmak demekti Bahçe mahkemesinde nergisin tanıklığı Yoksul öğrencilere defterlerdi, kalemdi Heyecanını yitirmiş istasyondum belki de Gelen hiçbir tren beklediğim değildi Yalnızlığa sarılmaktan kurtuldum Çünkü yüzüne baktım çünkü yüzün ay Işıtıverdi birden içimdeki geceyi Sana bakmak yastan çıkıp dörtnala Lunapark şenliğine geçmekti bir bakıma Teneffüs zili kadar sevimli derslerdi yüzün Çiçekten karneyle eve dönmekti Bitmiş gibi konuştum, şaşkınlıktandır Sana bakmak iyi değil, pekiyi |
Sayfalar
Bir sonraki sayfada tayfanın biri Kırmızı şaraplı masada çekiyor kürekleri Bir sayfa daha çevirsem tay yerine geçecek Bir kadının aşka koşan ince ayak bilekleri7 Her şeyim vardı da mataram yoktu Neler ögretti hayat; kevgirden su içmeyi Bir sayfa daha lütfen, dükkanıma bir mühür Bir sayfa daha lütfen, ben hatalı terazi Buğday olup çıkardım yanık tarlanın birinde Un olmaya hevesliyim bulurdum değirmeni Hangi sayfada kalmıştık? Gecenin yetim yerinde Bendim gündüz aydınlığına yenilmiş el feneri Baltayım, birkaç ağaç gövdesi bulun bana Ustam şiirin bir yerinde şaşırt dediydi Sayfa dediğin biter, koynunda bir kadının Bencileyin bir erkek ve sonsuzken elleri... |
Seçim Sonuçları
Ahırlar içinden kır kokulu bir atlı Adı gül olanını çiçeklerin içinden Edebi sanatlardan şiiri seçiyorum Sesim seçiyorum kör kuyulardan Ressamlardan arasından Nuri İyem’i Neyden hıçkırıklar ağaçtan orman Ağrı adlı bir dağı ağrıyan yerlerime Kadın adlarını içinden beş harfli olanını En mahzun duruşumu fotoğraflar içinden Kanatsız kuş resmiyle süslenmiş mektubumu Postacıların greve gittiği günden Kayığını kaldırma bağlamış biri Yerine geçiyorum şu sıra Ankara’da Dev konseri kaçırmış bir kemanın Hüznüyle dönüyorum uzun provalara Raylara bağımlı trenler hep Kaybolmuş çocuklardan bir cumartesi Annemi seçiyorum annemlerin içinden Babalar içinden en genç öleni |
SENİ BEKLEMEK
Yaralı Bağdat'ım, Amerika'nın Şefkatli kollarında; bakar mısın sen? İşte böyle bir şeyim seni beklerken Kaç askerin ansızın kan dolar matarası? İntihar saldırısı; kaç ölü, kaç yalnızlık? Demeç, demeç, demeç ve başsağlığı Soluduğum hava mayınlanmıştır Gelsen de savaş bitse; en azından içimdeki Ormanı bir kibritle dolaşıyorum Bu benim yaptığım normal değil ki 'Yalın gece', karmaşık hal, nefesin Ateş nehir ve ben salkım söğütsem Bunda senin payın büyük arzulu geyik Pars olmuşsam ve bu kadar gerginsem Seni beklemek var ya, iki kol iki ayakla Gidip en az birini bırakarak dönmektir Seni beklemek var ya, bir tavan arasında Ölmüş annemin gelinliğini bulmak gibidir Tutkunun haritası birazdan yırtılacak Gece çekip gidecek, beklemekten yoruldu Seni beklemek diyorum, havuzda balinayı Yüzdürmeye kalkmak; anladığım bu Gerginim, aç parsın yerine geçtim Sirenli Bağdat gecesi *******im |
Sevdanın Son Kerem'i
Yanlış düşler içinde dalgın dalgın yürüyen Başını çarpıp kanatan arasıra gerceğe İki de bir karıştıran ağaçta Bir dal mı olduğunu yoksa yaprak mı Yoksamaya çalışan alaycı bir ormanı Sensin toz kumaşlı giysiyi seven İnce bir uğultunun küçük kardeşi Sevdanın son Kerem'ine benzeyen Seni bir yerlerden ısırıyor gözleri Antika eşya gibisin aşkın seri salonunda Görkemli gösterilerin yapay oyuncuları Tükrük üretmeye alışkın ağızlarca Bilgiç laflar ediyorlar karşında Konuşsun susmayı beceremeyen Sen dinle üstünü kül örtmüş ateş Sevdanın son Kerem'ine benzeyen Eskimiş öykülerde kimlik arıyor değilim Yazıyorum acıyla, yanlış yorumluyorlar Yaralı hayvan gibi soluyup iç çekerek Pazarlığa giriştiğini söylüyorum aşkların Geçmişi özlediğimi sanıp aldanıyorlar Anımsat onlara n'olur gömleğinin deseni Yazdığımın aynası, ikiz kardeşim benim Göster yaz sıcağında üşüyen yüreğimi Üstüme yorgan getir, koklamaya bir çiçek Otur şöyle yanıma duygularıma benzeyen Yenik düşmüş gibiyim aşkın tartışmasında Yeniden onar beni ve beni haklı çıkar Taşlanmayı göze alan antika Süte su katanları kargışlama işini Unutursam anımsat, dalgın bir adamım ben Ey yüksek yapıların alçakgönüllü temeli Sevdanın son Kerem'ine benzeyen |
Sincan'da Ölmek
"Bir şair İstanbul'da doğmamışsa İstanbul'da ölmelidir" Bu cümleyi kurduğumda Kuğulu Park'ta mıydım? Yanımda Yücel mi vardı -milattan önceki Yücel - Hayati mi geçiyordu, Hüseyin Atabaş mı? Hangisine seslendim, duymayan hangisiydi? Ama şundan eminim ben bu sözü ederken Havuz dediğin deniz, kuğuı dediğin martıydı İnsan kendi yazdığını tırnak içine alır mı? "Kayığını kaldırıma bağlamış biri Yerine geçiyorum şu sıra Ankara'da" İstanbul düşleriyle yaşlanıyorum Yarım Kayseri geride, çeyrek Malatya Teselli ustasıyım; Ankara fena değil Mülkiyeliler bahçesi Mehmet Taner'le Çay içimi Ahmet Telli; öteki Adnan Beriki Salih Bolat, karınca kararınca Gizli şair Hasan Ali, yakın olan uzaklık Şükrü bir türkünün su boylarında Ve benim burada ikilemlerim Kravatlı şehirde yakası açık gezmeler Hep şapkalı görmek Ahmet Özer'i Tavla oynar gibi sakalla oynar Engürü Kahvesi'nde Nihat Genç keyfi Şimdi Ahmet Erhan İstanbul'da ya Yaşadığı "daüssıla" Ben daha buradayım, kuğular parkta Giderim belki bir gün, çocuklar uçar Ve Zerrin saçlarını sarıya boyatırsa (Üç kitabı burda yazdım, bu evde Çekiç ve çivilerle) Bir gün mezarlığına gömülürüm de Sincan'da bir sokağa adım verilmez Olur ya, belediye başkanlarından biri Adımı değil de Yalnızlığımı belki |
Soğuma
Dudakta bir öpüşün soğurken sıcaklığı Yalnızlık odadan çıkar ve sığmaz alanlara Orman çok uzakta ama dal burada kırılır Nehir çok uzak ama burada yıkılır köprü- Her tabut yanlışlıkla bu eve getirilir Omuzlayacak olanlar ölüden daha ölü Anılara ne oldu? Madenden çabuk soğuyor Yaş elli mi olüyor, ki bakon çiçekleri Bahçe düşlerine nokta koyuyor. Bir arkadaş sesi gibi sıcaktım düne kadar Her kilidin üzerinde anahtar vardı Nehir demiştim dördüncü dizede Düşen köprümü sulara, zaman mı? Dudakta bir öpüşün soğurken sıcaklığı Yaş elli mi oluyor, öyle mi geliyor bana? Ölüm dediğin nedir, kendinden uzaklaşmak Caddelerin kapanması içindeki sokağa Ev dediğin bana göre odalardan ibaret Yani ötekilere kapalı odalardan Elli yaş nedir peki? Yalnızlık yürüyüşü Bir otele ulaşmak ıslak kaldırımlardan İzmarit kadar hükmüm yok tiryaki dudağında İçim sanki otelin yolcudan yoksunluğu Jokeyini bir daha mahçup eden at. Farkım yok sararmış pencere perdesinden Yanmış kömür soba için ne anlama gelirse Elli yaşın sınırında o anlamı buldum ben |
SİNCAN'DA BİR SOKAĞIN BALKONDAN GÖRÜNÜŞÜ
Kendine bile açılmayan bahçenin kapısından Çocukluğumun yitik lale çalma girişimleri Korkuları görünüyor sokak adlı bu aynada Düşük ölçekli depremi andıran bir ihtiyar Son kez dokunuyor sanki gecenin saçlarına Yüz metre kadar ilerde nasırlı el öpülüyor Yeni evli olduğunu sandığım iki insanca Üç-beş omzun üzerinde beliriyor bir tabut Çiçek düşüyor saksıdan, yılan akıyor balkona Başka neler görünüyor, Sincan'da bir sokağın Gözlerine büyüteçle baktığım zaman Gözyaşı deseniyle süslenmiş bir mendilin Takıldığı netleşiyor sokağın yakasına Acelesi varmış gibi söz ettiğim ölünün Ulaştığını görüyorum bir camii avlusuna Yerde pankart yırtıkları, güz resminin üstünden Koşarak geçtiğini görüyorum gençlerin Birisi bana benziyor, lise sonda olmalı İzmaritli günlerimi, ilk içkimi andırıyor Çantasında şiir vardır, yüreğinde leylâ'sı Yürüyüşüm değişirdi aşık olduğum zamanlar Kimse beni tutamazdı dördüncü kat balkonunda Bütün sokak duyardı, yirmi beş yıl öncesi Sesim fena sayılmazdı elbet aşk şarkısında Annemin öldüğünü hiç kimse farketmemiş Saçı sarmaşık ablamın, sesi kuş çığlıkları Balkonumdan bakıyorum, kendi içine çıkıyor Parka teğet geçmiyor, sokak değil içkanama Şiirini yazmalıyım bana benziyor çünkü Akrabalar arasındaki müthiş yalnızlığıma Bol gelirken gündüze gecenin elbisesi Ankara'da başladım yeni bir gurbet faslına Ben gelince gitmiş herkes, çiğdemler, çiçeklerle Hiçbir şey görünmüyor, Sincan'da bir sokağa Ya bir perde çekilmiş ya da perde gözlerimde |
TRAVMA
Karlı sularda açan köksüz bir nilüferdim Suları temiz gösterdim, köklerim var sanıldı Bunca şaraptan sonra kusma vakti gelmiştir Kırılmalı bin yerinden yaldızlı sandık Sıradanlaştı birden gülün çığlığı bile "Efsane-i Leylâ vü Mecnun'dan usandık" Göl bile olmamışken okyanustan konuşmak Yanılsama ustasının harcı olsa gerektir Oğlundan öç alırmış babasına yenilen Şaraba dönüşmek ise üzümün ilkesidir Psikologdan önce fark etmiştim, sakladım Karanlığı yedim de sanki ışık geğirdim Parçalanmış kişilik babadan miras kaldı Meşale elimi yaktı, oğluma verdim Baba! En az senin kadar şiddetli seviyorum Ve en az senin kadar kırıyorum sevdiğimi Ortasını bulmak için durgun rüzgara bindim O bile savuruverdi acemi biniciyi Sahte cümleler içerir kurda yazılan mektup Kuzu diliyle kaleme alınmışsa değil mi? Kaç kişi bilebilir bir serçenin içinde Diyelim ki üç-beş tane kartal bulunduğunu Değirmenin varlığı öğütmeye bağlıdır Buğdayın yönelişi akla getirir unu Suyun yüzüne baba, gözlerinle bakmıştım Ve görmüştüm dipteki çakıl yalnızlığını Yenilecek kadar güçlüyüm artık Bir tekneyim, gösterin bana kayalıkları! |
TUTSAK YOLCU DİLEĞİ
1/ Perdeleri çekmeyelim çıkarken Bizi bekleme duygusuyla bırakalım bu evi Bu evi öyle sevdik, bir ölünün tabutu Kirpinin dikenlerini sevdiği gibi Eşyalara bakmaktan birbirimize Bakamaz olmuşuz fark etmedin mi? Ev önce sığınak, bir tuzak sonra Yolculuk birbirimizi görmek için bir fırsat Ayna da eşyadır, valize koma! 2/ "eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır" En büyük cakaları karşı komşuya karşı çay içme bahanesiyle balkona çıkmalardır Böyledir evlilikler, evlerden çıkmayınca Evimizden çıkalım, özleriz belki Otobüse binelim kuşların durağından |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:44 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.