![]() |
Şiir Arşivi...[creamng]
Elâ Gözlüm Ben Bu İlden Gideyim
Elâ gözlüm ben bu ilden gideyim Zülfü perişanım kal melil melil Kerem et aklından çıkarma beni Ağla göz yaşını sil melil melil Yekin ey sevdiğim sen seni düzelt Karayı bağla da beyazı çöz at Doldur ver bâdeyi bir dahi uzat Ayrılık şerbetin ver melil melil Elvan çiçeklerden sokma başına Kudret kalemini çekme kaşına Beni unutursan doyma yaşına Gez benim aşkımla yâr melil melil Karac'oğlan der ki ölüp ölünce Ben de güzel sevdim kendi halimce Varıp gurbet ile vâsıl olunca Dostlardan haberim al melil melil |
A Benim Kardaşlarım
Dostum yok ya dostum, düşman arama! Sağolası kardaşlarım var ya benim... Melhem diye tuz ekerler yarama Sağolası kardaşlarım var ya benim... Menfaat, çıkar olunca şu konu Kimi kep'i attı kimi şifonu Ali Cengiz olur oynar oyunu Sağolası kardaşlarım var ya benim... Dursun desen de duramaz yerinde Kırk tilki var her birinin cebinde Hesap günü gelir çatar birinde Sağolası kardaşlarım var ya benim... Huri melek sandığım masum yüzler Kimi kuyum kazar, kimisi düzler Ayışığı kadar kâr etmez hiç sözler Sağolası kardaşlarım var ya benim... Böbürlenme Çağlari beş kardeşinle Ne desen boş, ne desen boş nafile Sağlığında tükürürler leşine Sağolası kardaşlarım var ya benim... |
MEÇHUL Mahalledeki çocukların piç diye kızdırdığıayakkabı boyacısıbabasının özlemiyleönüne kurar sandığınımeçhul askeranıtının!...
|
ÖLÜ ASKER Nasıl da istemiştimsavaşa gitmedensevgilimle evlenmeyiama nereden bilebilirdimki silahın demirine çarpıpsaklandığım yeri belli edeceğiniparmağımdaki yüzüğün...
|
ŞEHİTİstanbul' da bir şehirhatları vapurunaverildi adımiki kıyı arasındausanmadan dolaşırher iskeledeseni ararım
|
CEPHEDE
Aslında ben daha güzel ölürdümarka bahçede askercilik oynarken tahta tüfeğimle toprağa uzanırannemin sesiyle doğrulurdum hemen-Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır! Yerdeyim yine bak anneciğimn'olur kızma adımı çağır |
BOLİVYALI KÜÇÜK ASKER Bolivyalı küçük asker, Bolivyalı küçük asker, sırtında tüfeğin, gidiyorsun tüfeğin Amerikan malı tüfeğin Amerikan malı Bolivyalı küçük asker tüfeğin Amerikan malı. Sinyor Barrientos verdi onu sana Bolivyalı küçük asker Mister Johnson' un armağanı kardeşini vurman için kardeşini vurman için Bolivyalı küçük asker kardeşini vurman için. Kim bu ölü, bilmiyor musun Bolivyalı küçük asker? Bu ölü Che Guevara, Arjantinliydi Kübalıydı Arjantinliydi Kübalıydı Bolivyalı küçük asker, Arjantinliydi Kübalıydı. En iyi dostundu senin, Bolivyalı küçük asker, yoksulların dostuydu doğudan dağlara kadar doğudan dağlara kadar Bolivyalı küçük asker doğudan dağlara kadar. Gitarım tepeden tırnağa Bolivyalı küçük asker yas tutuyor, ağlamıyor ağlamak insan işi ağlamak insan işi Bolivyalı küçük asker ağlamak insan işi. Sırası değil ağlamanın Bolivyalı küçük asker ele mendil yakışmaz şimdi ele tırpan yaraşır ele tırpan yaraşır Bolivyalı küçük asker ele tırpan yaraşır. Para veriyorlar sana Bolivyalı küçük asker alıp satıyorlar seni bu iş zalimin işi bu iş zalimin işi Bolivyalı küçük asker bu iş zalimin işi. Vakti geldi uyanmanın Bolivyalı küçük asker dünya ayağa kalktı erkenden doğdu güneş erkenden doğdu güneş Bolivyalı küçük asker erkenden doğdu güneş. Doğru yolu tutmaya bak Bolivyalı küçük asker kolay bir yol değil bu kolay değil, düzgün değil kolay değil, düzgün değil Bolivyalı küçük asker kolay değil, düzgün değil. Şunu öğrenmen gerek Bolivyalı küçük asker kardeş dediğin vurulmaz kardeşini vurmaz insan kardeşini vurmaz insan Bolivyalı küçük asker kardeşini vurmaz insan. |
KURŞUNA DİZİLMEKurşuna dizeceklerelleri bağlı bir adamı,ateş etmek için sıralanmışlar,dört asker.Dört asker,sessiz,dört asker elleri bağlı,öldürecekleri adam gibielleri bağlı. "Bir kaçabilseydin!""Koşamam ki!""Tetiği çekecekler neredeyse!""Ne yapsak dersin?""Belki boştur tüfekleri...""Zalim kurşunlar var tüfeklerinde!""Kimbilir, ateş etmezler belki.""Az salak değilsin sende!" Ateş edecekler(Nasıl edebildiler?)Öldürecekler.(Nasıl öldürebililer)Dört askerdiler,sessiz,Bir subay kılıcıyla komut verdi;dört askerdiler,bağlı,öldürdükleri adam gibielleri bağlı. |
NERDEN ÇIKARIYORSUN, ASKER
Nerden çıkarıyorsun, asker seni sevmediğimi, aynı değil miyiz ikimiz de, sen de, ben de. Sen yoksulsan ben de yoksulum işte; sen halktansan ben de halktan gelmeyim; nerden çıkarıyorsun öyleyse, asker, seni sevmediğimi? Ama unutuyorsun bazen, benim kim olduğumu; sen değil miyim ben, söylesene, sen nasıl bensen, ben de senim. Kin tutacak değilim ya bu yüzden sana, asker; aynı kişiysek ikimiz eğer sen de, ben de, nerden çıkarıyorsun, asker, seni sevmediğimi öyleyse. Karşılaşıyoruz birbirimizle aynı sokakta, aynı yolda, omuz omuza, seninle ben! Aramızda kin yok, düşmanlık yok, biliyoruz nereye gittiğimizi, ikimiz de, sen de ben de... Nerden çıkarıyorsun asker, seni sevmediğimi öyleyse! |
ÖLÜ ASKER- Kimin kurşunu öldürmüş onu?- Bilen yok.- Nereliymiş?- Jovellanos' lu diyorlar.- Nerede bulmuşlar?- Yolun yanında yatıyormuş,öteki askerler görmüş.- Kimin kurşunu öldürmüş onu? Gelip öpüyor onu nişanlısı;anası geliyor sonra ağlıyor.Sonra da yüzbaşı çıkageliyor.bağırıyor: - Gömün onu! Dan! Dan! Dan!GİDİYOR ÖLÜ ASKER. Dan! Dan! Dan!YOLUN YANINDA BULMUŞLAR ONU. Dan! Dan! Dan!BİR ASKERDEN NE ÇIKAR. Dan! Dan! Dan!DAHA NE ASKERLER VAR BİZDE.
|
SAVAŞA GİTMEMİZ BUYRULDU - Bir Asker Türküsü Savaşa gitmemiz buyruldu“Toprak için aslanlar gibi dövüşün” diyerekToprak için! Ama kimin toprağı? Söylenmedi bu- Dere beyinin toprağı olsa gerek! Savaşa gitmemiz buyruldu“Özgürlük adına” diyerekÖzgürlük adına! Ama kimin özgürlüğü? Söylenmedi buHalkın özgürlüğü olmasa gerek! Savaşa gitmemiz buyruldu“Bizden” dendi “yardım bekliyor müttefik uluslar”Ama en önemli şey unutuldu:Kimin cebine girecek banknotlar? Savaş kimisi için hayatla ödenen bir faturaMilyonluk kazançtır kimisine Çoçuklar, daha ne kadar - Katlanacağız bu ağır işkenceye?
|
ÇOCUKLARINIZ İÇİN
Savaş sonrası sayımlarda Şu kadar ölü, şu kadar yaralı Kadın, erkek sayısız kayıp� Elden ayaktan düşmüş Geride bir o kadar da sakat, O kara günleri anımsayalım diye� Zorumuz ne insan kardeşlerim, Amacınız kökümüzü kurutmaksa, Yetmiyor mu tayfunlar, taşkınlar, Bunca aç, bunca sayrı, kırım, kıyım, Sayısız işkence kurbanları� En kötüsü, Güngünden başımıza inen bu gökyüzü! Bu toplanıp dağılmalar ne oluyor Yüksek düzeylerde? Neden alçakgönüllü değilsiniz, Sözünüz mü geçmiyor birbirinize, Hangi dilden konuşuyorsunuz? Barışsa eğer istediğiniz Uçaklardan başlayın işe Önce çirkinleşen savaş uçaklarından� Ya insanları bir yana bırakıp Sivrisineklerin kökünü kurutun Ya da bataklıkları! Sonra geçin karasineklere! Ne kadar da çoğaldılar son sıcaklarda Yer gök tüm karasinek, Yaşamımızı karartmak için. Bir güç denemesi yapsanız da, Onların yaşamını siz karartsanız! Yoksa siz de mi barıştan yanasınız, Onların özgürlüğünden yana? Kolay değil, barıştan yana olmak Özveri gerek yüksek düzeylerde. Gene de bir nedeni olmalı, diyorum. Bu toplanıp toplanıp dağılmaların. Phantom'ların pazarlanması değilse Denizaltıların sığınmasıdır Dost limanlara Ya sağcı gerillaların barındırılması� Ah uzak görüşlü yetkililer, Bıraksanız da büyük sorunları bir yana, Biraz da ulusunuz için, Halkınız için konuşsanız� Çocuklarınız için� Kökleri kuruyup gitmeden! |
TOPRAĞA DÜŞEN Ona "Haydi
Savaşa dediler Başkaca birşey Söylemediler Aldılar köyünden Davulla zurnayla Geride üç çocuk Bir eş ve bir ana Eline bir silah Tutuşturdular Ve karşılaştı Düşman ordular Vurulup düştü İlk çatışmada Göğsünde bir oyuk Üç delik alnında "Ey bu topraklar için Toprağa düşen" Bir karış toprağın Var mıydı yaşarken? |
BİR AMERİKAN ASKERİ İÇİN KİTABE-İ SENGİ-İ MEZAR Kasap olarak gönderildi
Kasaplık hayvan olarak Sona erdi |
ÇAĞCIL SÖYLEN Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti Telgraf tellerinin tınıları Haberi uzaklara taşıdı Dünyanın bir ucunda için için yandı Bir haykırış, gökkubbede parçalanarak Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan Ve esrik göğü aşan. Bin dudak ilençle soldu Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı. Dünyanın bir başka ucunda Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık Rahat bir soluklanma, gerinme Bin dudak eski bir duayı söyledi Bin el inançla birleşti. Gecenin geç saatlerinde Sayıyordu telgraf telleri Savaş alanında kalan ölüleri- O zaman dost ve düşman sessizleşti. Yalnız analar ağladı Her iki yanda. |
DUVARA TEBEŞİRLE YAZILAN
"Savaş istiyoruz!"En önce vuruldubunu yazan |
HİTLER SAVAŞININ TARİHİNİ TAŞIYAN BİR MEZAR TAŞI
Hoş gördün, baba, askere gitmemi, anne, beni saklamadın, kötü öğütler verdin bana, ağabey, ablacığım, uyarmadın beni! |
KARDEŞİM BİR PİLOTTU Bir pilottu kardeşim.
Güzel bir günde emri geldi. Hazır etti çantasını, güneye doğru koyuldu yola. Bir fatihti kardeşim. Yerimiz yoktu yaşamaya. Topraklar ele geçirmekti öteden beri hayalimiz. Kardeşimin fethettiği yer şimdi Guadarama dağlarında. Boyu tam bir seksen, derinliği bir elli. |
BİR ALMAN ANASININ AĞITI
Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum,bu haki gömleği bendim sana giy diyen.Nerden bilecektim bu kara günleri göreceğimi,bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem,asın beni, derdim, daha iyi. Elini görürdüm hani ben senin, oğlum,"Hayl Hitler!" diyerek kaldırdığın elini,Hitler' i selamladın diye, nerden bilecektim,kuruyacağını bir gün elinin. Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin üstün bir ırktan.Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerdencelladıymışsın meğer sen kendinin. Gittiğini görürdüm senin, oğlum,uygun adımla Hitler' in ardından.Nerden bilecektim, onu izleyeninartık bir daha geri dönmeyeceğini. Bana derdin ki, oğlum, derdin ki:Almanyagelecek bir gün atnınmaz hale.Nerden bilecektim, oğlum, bu yerin nerden bilecektim,küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle. Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin.Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum.Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım,sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum. |
ALMANCA YAKARIŞ Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize: -Dazig ile Varşova' yı alacağız! Uçaklarımız ve tanklarımızla saldırdık Polonya' ya, yirmi günde ulaştık hedefimize: Tanrı korusun bizi! Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize: Alacağız Oslo ile Paris' i! Norveç'i, Paris'i işgal ettik, ulaştık altı hafta geçmeden hedefimize. Tanrı korusun bizi! Ulu önderlerimiz mutlu bir gün buyurdular bize: -Sırbistan' ı, Yunanistan' ı, Rusya' yı alacağız! İşgal ettik Sırbıstan'ı, Yunanistan'ı, Rusya'yı, Ve... İki yıl var kurtarmaya çalışırız kıçımızı. Tanrı korusun bizi! Bir gün gelecek ulu önderlerimiz buyuracaklar bize: -Ayı da alacağız, Okyonusu' u da! İyi ama, çok zor şu Rusya' da dayanmak, karşı durmak düşmana, kara, kışa, ne zaman döneceğini bilmeden. Tanrı korusun bizi, döndürsün evimize! |
BİR BARIŞ ŞARKISI
Dedenin başka dedelerden çaldığıo çiçekli California' nın portakal ağaçları altındadüşlemiştin belki bir zamanlarbaşkanı olmayı ulusunun,onurlu bir yurttaş olmayı ya da.Dedenin dedesi İtalya' danbir düş yüzünden kaçmıştı belki,bir ev, bir yuva ve yeni umutlar kurmuştuyeni bir ülkede, Kuzey Amerika' da. (Varsayım olabilir bunlar,ama sayfalarını okumaya çalışıyorum tarihinin,düşlerin gerçekleşmeyecek,o ülke mezarını kazdı çünküportakal ağaçlarının çok uzaklarında.) Bilmiyordun belki denerede olduğunu Vietnam' ın,şimdi her öldüğün yerin,yarıda kalmış çocukluğun orada yitirdisağduyu adına ne varsa,-bilmiyorum neden, sen de bilmiyorsun-orada sarıldın sahici bir silaha,gölgelerle, ağaçlarla savaşıyorsun,yollar, kayalar, taşlar ve rüzgarve tüten dumanı kendi ateşininve senin olmayan bir ormanın sessizliği,su, sıcak, yağmur ve kurşunlar,kendi getirdiğin kurşunlar senin karşında şimdi. Olamaz sanmıştın bütün bunlar,düş görmüyordun oysa,içinde bir şeyler kırılmıştıbir şeyler kırmıştı dallarını dedenin diktiği portakal ağaçlarının,orada olmak isterdin, uzaklarda,bir barış şarkısının gölgesinde,ama o şarkı kesildi şimdi,gelip yıktılar evlerini, yuvalarını, yeni umutlarınıVietnam adı verilen ülkenin,bu adı hiç duymamıştın belkiseni yolladıkları o acı güne kadardostlarında birlikte, hiç bir şey söylemeden,açıklamadan nedenlerini;yolladığın o topraklardasın yineölüyorsun, ölüyorsun, her gün ölüyorsunkendi getirdiğin silahların altında. |
KARDA AYAK İZLERİ VAR Karda ayak izleri var Vurulup düştükleri yere kadar Yüzleri tanınmayacak bir halde Öldüğü yerde kalmış cesetleri Onlar için hatıra yok Saat durmuş Onlar için değil Yıldızlar ve bu gece Onlar için değil gelen güneş Artık onların yok Uzak şehirlerde Sevdikleri Artık hepsi bitti Açlık, susuzluk ve kin Ne matara ne ekmek torbası lâzım Ne silâh Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz Artık üşümezler ki En güzel ocak ateşleri Artık ısıtamaz ellerini İsimlerini en yakın tanıdık Söylese işitmezler Kurt mu, dost mu, düşman mı? Bilmeyecekler baş uçlarına geleni Artık ne tren, ne gemi Onları getiremez bir daha |
MUHAREBE GÖRMÜŞ BİR ADAM ANLATIYOR Muharebede ne ölüm korkusu gelir İnsanın aklına Ne, evi barkı düşünürsün Gezin üst kenarın ortasından Arpacığın tepesinden Beğendiğin yerini seçersin hedefin Tetiği elin titremeden çekersin Artık karşındaki sana benzemez O da küçük bir dükkân işletir memleketinde O da karısını sever Onun da senin gibi Küçük bir çocuğu var Aklına bile gelmez Artık senin yaşaman için Onun ölmesi lâzımdır. |
ASKER Uykusuz ******* bunlar
dağ başlarında, nöbette. Uzakta, çok uzakta, tek tük ışıklarını seçtiğin şehir sokaklarında kısık sesle şarkılar söylediğin. |
TİBERİUS’UN BÜSTÜ 1.
Selamlıyorum seni, iki bin yıl sonra. Sen de bir fahişe ile yaşadın. Çok şey birleştiriyor bizi. Ve kentin dışı da senin: alarmlar, soğuk kapı girişlerindeki uyuşturucu çeteleri, yıkıntılar, arabalar. Ben sıradan bir gezgin, boş galerideki tozlu büstünü selamlıyorum senin. Ah, Tiberius, sen otuzunda bile değilsin burada. Yüzünün gücü kaslarının dinginliğinde yatıyor onların toplamının geleceğinden daha çok.Yontucunun yaşamı boyunca biçtiği baş geleceğin gücünün temelini oluşturuyor. Aşağıda uzanan herşey – Roma : hukukçular, döküntü mahalleler ve Romalı askerler, ayrıca binlerce bebek senin kaba cinsine şapırdatıyor dudaklarını – bir zevk dişi bir kurda yaraşan, Romus ve Romulus’u emziren. (Aynı dudaklar! dilin kıvrımlarında şaşkın ve şefkâtle mırıldanan.) Sonuç: bir büst, vücudun yaşamında beynin bağımsızlığının ve imparatorluğun sembolü. Boyadığın kendi portren beyninin kıvrımları oldu, ana kıvrımları. 2. Otuzunda bile değilsin. Sendeki hiç bir şey an’ı kalıcı kılamaz. Nesnelerin karşısında kendini durdurmak isteyen sabit bakışın kadar az: ne bir yüz ne de klasik bir manzarada. Ah, Tiberius! İzin ver Suetonius ve Tacitus senin kan dökücülüğünün nedenleri üzerine konuşsun! Nedenler yoktur, yalnız sonuçlar. Ve insanlar sonuçlara katlanır. Özellikle karanlık hücrelerde, orada, herkes suçunu kabul eder – bir çocuğun günah çıkarışı kadar monoton işkence altında. En güzel alınyazısı gerçeğin hiçbir parçasına ortak olmamaktır. Fakat bu, kimseyi onurlandırmaz. Çarları bile. Sen kendi çöplüğünde, derin bir düşünceden bile daha çok, şaşırtılamayacak kadar bilgilisin. Belki de yalnız kanalıcılık değildir nesnenin alınyazısını hızlandıran? Basit bir vücudun özgürce düşüşü boşlukta? Orada insan düşüş anına yakalanır hep. 3. Ocak. Bulutlar kış kentinin üzerinde toplanmış bir mermer parçası gibi. Tiber nehri gerçekten kaçışta. Fıskiyeler kimsenin bakmadığı yöne fışkırıyor – ne parmakların arasından ne de kısık gözlerle görülebilen. Bir başka zaman! Ve kızgın kurdu kulaklarından tutarak durdurmak olanaksız artık. Ah, Tiberius! Biz kimiz seni mahkûm edecek? Sen bir canavardın, duygusuz bir canavar. Fakat işte bu canavar – kurban değildi hiç – doğanın kendi benzerini yaratması gibi. Daha da önemlisi – seçeceksek – bir deli tarafından değil de, şeytanın yavrusu tarafından yokedilmek. Senin henüz otuz yaşını doldurmamış ikibin yıllık taş yüzün doğal bir tahrip makinasına benziyor, acıların kölesi, düşüncenin ateşli ruhu ya da başka şeylere değil. Seni savunmak tüm efsanelere karşı, bir ağacı yapraklarına – onların ilişkisiz açık hışırtılı çoğunluğuna – karşı savunmak demek. 4. Boş bir galeri. Öğle sonrası. Güneş batmakta, pencere kış aydınlığıyla örtülü. Sokağın alarmı. Odanın yapısına hiç tepki göstermeyen bir büst… Beni işitmediğini düşünmek olanaksız! Ben de kaçtım başıma gelenlerden sonra yıkıntılar ve seraplarla dolu bir ada’ya dönüştüm. Bir lambanın yardımıyla doğradım profilimi. Söylediklerim ise, benim tarafımdan söylenen değer taşımayan şeylerdir – sonradan değil, şimdi. Bu tarihin hızının ifadesi değil mi? Sonuçlar ah ne başarılı deneyler, nedenlerden önce gelmek için? Ve boşluk, ayrıca – ciddi bir şekilde oyalanmak için bir güvence değil. Pişmanlık? Alın yazısında çalkalanım yaratmak? Yeni bir kart açmak? Fakat değer mi? Senin tarihçinin sana çarptığı kadar, sert, radyoaktivite bize çarpacak. Kim kalacak arkamızda küfredecek bize? Bir yıldız? Ay? Yanlış kromozom karışımlarıyla, sarkık gövdesiyle şeytanımsı o korkunç dev böcek? Belki? Fakat o, çarparsa içimizdeki sert bir şeye şaşırır mutlak bir parça son verir delişine. “Büst” – diyor o, yıkıntıların ve kasılmış kasların dili – “büst, büst.” |
GAZİ
Gövdesi çelik, yüzü çocuksu yiğitlik ve sevinç doluydu aç kurtlar gibi saldıran düşmanı öldürmek için yola koyuldu. Altı azizler gibi parladı askerde alçakgönüllü her yana koştu birinci atıldı savaşa sonuncu bıraktı. Arkadaşları yaydı ününü dört yana dağlar, ovalar hep onu alkışladı. Karanlık ve korku diyarında yıllarca bir hayvan gibi yaşayan bir kahraman şimdi bir insan paçavrası, Yüzü sapsarı saçları omuzlarında baktım sanki bir zafer anıtı. Çakılıp kalmış yolun ortasında sağ eli koltuk değneğine dayalı. İncil' den barış ve sevgi üstüne bir söylev dinliyordu sırıtarak el yerine ceketinin boş kolunu sallayarak. |
YENİ ER
Savaş çıkmıştı Orduya aldılar onu Tüfek verdiler Mermi verdiler Süngü verdiler Bomba verdiler Gaz maskesi verdiler Tanımadığı adını bilmediği Bütün gereçleri verdiler Dağ başında gözcüydü o Aşağıda ırmak sanki bir gelin- Sanki bir kuş - yeryüzünde akan bir kuş Orman koyu yeşil - yeşil - açık yeşil Sanki bilgeler arası çağsal toplantı Ki mavi söylencelere benzemektedir Yarısı görünen göl İşte başaklar sallana sallana Sürezi yenilemekte evrensel bir devinim Hepsi bir severlik içinde sessiz Ötelere ulaşmaktadırlar kendi varlıklarından Baktı yeni er üstüne başına mırıldandı: Peki niye Bunca güzelliklere karşı Böylesine çirkin giyinmek |
SAVAŞTA ÖLENLER Her yer tıklım tıklım ölü Acı boğacak beni boğacak beni Otlar yalnızlıktan kupkuru Ama suçlu ben değilim ben değilim Katillerle bir olmadım olmayacağım da Özgür kalacağım işte böyle bir başıma Ve insanoğluna bundan sonra da Ne ölüm dokuncak ne dirim. |
HARP ÇOCUĞU Devran değişti çocuğum! Son savaşta oldu bu kötü işler: Kiminin göğsü kabardı, kudurdu: Çoğunun gözü doldu. Devran değişti çocuğum! Baba, batan bir gemide öldü: Bir esir kampında kardeşleri, Anasını zaten bilmiyordu. Devran değişti çocuğum! Ekmek kokulu sevgi nerde? Masal dünyamız bu mu? İki gözü iki çeşme. |
SAVAŞA HAYIR Halk, dört duvar cenderede, Düşünür mü özgürlüğü, karın zil Gözlerinde güvercin kanadı, Uzatır düşsü duyargalarını; Kendi kendilerini görürler. Işıklanıverir yollar bir gün: Birden, yıkılır kara duvarlar. Her varlık yerini alır, Çalışan bilekler isteyince: Hele de sevi dolu yürekler, Barış yazılır gökyüzüne; Barış içinde olmalı evren. Doğmak da, ölmek de, dostlukla. Var olmanın soylu yasası: Barış, Sevi. Barış, Sevi. Barış... |
HÜCUMDAN ÖNCEÖlüme giderken şarkı söylenir,Ama önce ağlayabilirsiniz gönlünüzce,Çünkü hücumdan önce o bekleyişen korkunç olayıdır savaşın.Ve siyah bir tozla kirlenenBir maden gibidir karPatlayış! ve bir dost öldü işte.İşte beni görmeden geçti ölüm.Ama şimdi sıra bende.Benim, avcıların önündeki tek av parçası şimdi.
|
KANDAN ADAM Komutanların şarkı söyledikleri
Ancak içki masalarında görülür Ama en güzel şarkı Nöbetinde korkmuş bir askerin İki dudağı arasından Dökülür Anadolu yüzlüdür kızları yurdumun Yürekleri devlet eli değmemiş Birer dağ köyleridir Emrini beklemeden komutanımın Aşık oldum ve yaktım gizlice Bir köyünü Anadolu'nun Askerliğimiz ilk gününde dinlemiştim Arkadaşlarımdan Bir kış akşamı Nasıl korkupta kurşunladıklarını Kürt çocuklarının yaptığı Kardan adamı |
RÜZGARLARIM KONUŞUYOR
VII Ben bir harp esiriydim Bulutları seviyordum, hürriyeti seviyordum İnsanları seviyordum, yaşamayı seviyordum Bulutları gözlerimden boşalttılar bir gece. Yalan söylemeyen bir dünyada. Ben de yalan söyleyemem. Ve ben şeffaf, tertemiz Pırıl pırıl bağırıyorum: Yetişir oltaya yem Dile küfür olduğumuz, Yetişir bozuk para gibi savrulduğumuz. Gözlerim var, görüyorum: Yarı çıplak, çırılçıplak Ölülerle dolu toprak Ölüler sarmaş dolaş Ölüler sivil, asker, ihtiyar Ölüler buram buram Nefret kokuyor Ve dilim var, söylüyorum: Benim de altçenemi Gözlerimi alacaklar belki de Yaşamak ve hürriyet istedim diye Ve belki de bir sabah Gün doğmadan az önce Heykelim dikilecek Bir darağacına. |
BEDAVA
Dağ başında karaçalı, Çaput bağlamak bedava. Felek gözün kör olsun, Oturup ağlamak bedava. Kısmet vermiş aşktan yanı, Seven kim, sevilen hani? Sözün kısacası yani, Gönül eğlemek bedava. Üzülmesi yoğa vara, Zaten talihçeğiz kara, Kuru kuru bulutlara, Umut bağlamak bedava. Emreyliyor ayak başa, Söz getirme göze kaşa, Müjde olsun dağa taşa, Derdin söylemek bedava... |
BİZİM ŞİİR
Bir cefa toprağı olduk, Her yağmurun seli bizim. Bahar vakti bahçelerin, Kuru kalmış dalı bizim. Dünya kaldı berbatlara, Çıktılar hep üst katlara, Bu kavganın feryatlara, Terkedilmiş teli bizim. Sonu yok dünya yasının, Kuluyuz nân kavgasının, Sofra erkan başkasının, Eşiklerin çulu bizim. Peşinde hayat göçünün, Mestiyiz dünya hiçinin, Şu dağdaki kel keçinin, Uzayacak kılı bizim... |
GÖRÜNMEDİN
Gözüm boşluk, dünya nokta, Görünmedin, görünmedin. Olmuşumda, olacakta, Görünmedin, görünmedin. Kuru taşa renk yürüdü, İpek kurdunu arıdı, Denizde sular çürüdü, Görünmedin, görünmedin. Geceyi dal dal ışıttım, Camda güneşi üşüttüm, Bir ses ki senin, işittim, Görünmedin, görünmedin. Yel yel esen nefesimdi, Boşlukta gezen isimdi, Gel diyen benim sesimdi, Görünmedin görünmedin. Çabam, gücüm kul hükmünde, Boş boş geçti bugün, dün de, Herkes gibi göründün de, Görünmedin, görünmedin... |
KİLİTLERİ KIRILMIŞ KAPILAR
Üşüyorum, Çevir sıcak bakışlarını üstüme Erisin boşluktaki beyazlık. Bu yalnızlık üşütüyor içimi, Oynuyor yerinden köşe taşlarım, Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi, Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım. Hiçbir düşünüşe dur diyemiyorum, Ben benim olmaktan çoktan çıkmışım, Kapalı bir kapı sanıyordum kendimi, Meğer ardına kadar açıkmışım. İçimde iki başlı bir adam var, Biri beni, biri seni düşünüyor, Üstelik ben de seni, ben de seni anıyorum, Üç dünya birbiri peşinde dönüyor. Üşüyorum, Hasret ağır bastı üstüme, Oynuyor yerinden köşe taşlarım, Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi, Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım... |
RUBAİ
Ocaklar yansın her dem, bacada is olmasın. Gökyüzü mavi kalsın, ufukta sis olmasın. Kötülük yansın yıkılsın, lale gül kesilsin dünya Herşeyde terhis olsun, aşkta terhis olmasın... |
AÇILIR KAPILAR
- Cansel' e - Alır seni korum damla damla suyuma, ekmeğime, aşıma, kaygıma, sevincime, acıma, umuduma, sabrıma, gücüme.. Alır seni bölerim parça parça, dağıtırım topraklara, denizlere, geceye. Açılır her sabah kapılar gözlerinde, girerim ışıltılı, yemyeşil bir bahçeye... |
BİR KAYISI AĞACI
Ben bir kayısı ağacıyım Kırşehir'in Dinekbağı'ndan. Küçücük bir ev önünde yaşarım yapyanlız. Yılda bir çiçek açar, yılda bir kayısı veririm, avuç içi kadar. Yaz olur, bir kadın silkeler dallarımı, bir çocuk yerde bağırır, güler, bense hoşnut olurum. Hem zaten benim ne söğütler gibi nezaketim vardır, ne kavaklar gibi gururum. Ben bir kayısı ağacıyım Kırşehir'in Dinekbağı'ndan. Dinekbağı'nda üç insan severim, bir çocuk, bir genç kadın, bir genç adam, benim kadar sessiz sedasız, benim kadar halim selim. En güzel ay nisan ayı, toprak yumuşak yumuşak, en güzel ay nisan ayı. Yamur yağdı, çiçek açtı, bir hoş oldu içerim, en güzel ay nisan ayı. Kavaklar uzakta upuzun, bir sağa, bir sola, başı döner kavakların. Ben bir kayısı ağacı, başımda çiçeklerim. Ben bir kayısı ağacı, üç insan severim: bir çocuk, bir genç kadın, bir genç adam. Çocuğun adı Ahmet, kadının adı Fatma, adamın adı İbrahim. Ahmet küçük ve sarı, Fatma tombul ve beyaz, İbrahim uzun ve narin. Bir tek toprak odaları var üçünün, toprak odanın bir tek penceresi. Ben bir kayısı ağacı, bazan eğilir bakarım odaya, yerde bir eski yatakla yorgan görürüm, duvarda bir eski kırık ayna, yerde bir eski kilim, bir eski hasır. Bir kayısı ağacı, bazan eğilir bakar odaya, çiçeklerinden utanır. Dün gece gaz yakamadılar, ayışığında gördüm üçünü. Üçünün suratı asık. Önce oturup zeytin ekmek, taze soğan yediler, sonra baktılar birbirlerinin gözüne, sonra esnediler. Gökyüzü bembeyazdı. Gökyüzü çiçeklerimin renginde. Gökyüzünde kavaklar.. Fatma uzandı İbrahim'in yanına, sağa döndü. Tombul,beyaz yüzü pencerede, gözleri açık durdu sabaha kadar. Çiçeği en önce kayısı döker. Ben bir kayısı ağacıyım, döküyorum çiçeklerimi. Yer beyaz beyaz, başım yeşil yeşil, kayısılarım memede. Haziran gelecek, güneş yakacaktır tepemi, kayısılarım balla, şekerle dolacaktır. Ben bir kayısı ağacıyım, haziran gelecek, avuç içi kadar kayısılarım Ahmet'in ekmeğine katık olacaktır. Ben bir kayısı ağacıyım. Kötü bir düşüncedir almış beni. Geçti bağları budama zamanı, dedim, dedim, çarşıda dört döner İbrahim, dedim ekmek parası, zeytin parası, gaz parası. Dedim, insanlar neden yaşatılmıyor ağaçlar kadar olsun. Ben bir kayısı ağacı. Fatma'nın, İbrahim'in, Ahmet'in yumurtası, şekeri, eti. Gittikçe artmakta kederim. Günlerden pazartesi. Gene geldi, elinde çanta, o şişman adam. Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder, ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim. Durmuş İbrahim kapıda, yüzü dalgın ve sinirli, bakıyor eli çantalı şişman adama. Şişman adam uzattı gövdeme elini, pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet, büktü boynunu kuzular gibi. Ben bir kayısı ağacı. Gövdemde sarı kağıt. Yol parasını verememiş İbrahim, verilmiş haciz kararı. Yapmayın, dedim. yılda bir çiçek açarım, dedim. Etmeyin, dedim. ekmeğe katık oluyor kayısılarım, dedim. Bir öğle vakti baktım, kavaklar uzakta upuzun, bir sağa,bir sola. Ben kışlık odun, altı lira... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:02 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.