![]() |
Gürbüz Öztürk
......Mış-Mişler
seyrediyoruz bu ülkeyi kültür erozyonuna sevkeden ciğersizleri seyrediyoruz provalardan ve çalışmalarından fırsat bulup eğlenmeye gelmişler miş ....miş! aman ne de çok çalışmışlar ne de çok üretmişler miş .... miş! bir siyasinin söylemiyle söylemek geliyor aklıma sizi gidi burjuvazi artıkları burjuvazinin yamacındaki ufacık-tefecik belli -belirsiz ayrık otları üzüntüm siz değilsiniz tabi bu kentin binlerce küçük sokağında binlerce gecekondusunda yaşamak zorunda olan ve sizi seyretmeye mahkum edilmiş milyonlarca insanlarım var duyuyorum; benim gibi söyleyenler onların üzerinden rant sağlıyor reklam yapıyormuşuk it ürür-kervan yürürmüş bu halk doğruyu bilirmiş bak nerdeymiş yerinden belliymiş başı arşa değermiş eğer it'lik halkıma doğruları havlamaksa ben it'im duyuyor musunuz ...mış-mişler |
Adaletin papatyalısı
ne kadar uzak olursak o kadar iyi diyemiyorum yüreğimden sarkıp bileklerimi sımsıkı bağlayan zincirdir vicdanım ne elim-ne kolum kallkar mecburen inziva nöbetindedirler nede dilim söyleyebilir ayrılık türküsünü aklım terbiye ve tenbih etmiştir zavallı dilime devamlı surette mahkumiyet türküsünü söylemeyi pelesenk vurmuşum çivilemişim damaklarıma dilimi bülbül gibi şakıyabileceğim konuşkan yanım artık mahpus yalnızlığında ve sessizliğindedir duvarlarında zar-zor okunabilecek silik yazılardan oluşan dileklerim üşümektedir; en keskin bir sabah ayazında. ne kadar eziyet edersen et boynum kıldan ince şimdi seyircinin protesto çığlıkları arasında rolü ezberinden düşmüş dizlerinin üzerinde celladını bekleyen zavallı bir oyuncuyum ve adaletine şaşarım beni kendine mahkum eden sen nasıl bir hâkimsin ki elinde papatya ile kaderime hükmedersin 'adaletin papatyalısı' diye yazılı yasa kitabının üzerine yemin edersin |
Alfabenin yorgunluğu
girdabın giriş kapısıdır kömür karası gözlerin bu esnadaki yokoluşu kaybolup gidişi diyarımı terkedişimi anlatabilecek dünyadaki bir sürü alfabelerin toplamından oluşacak olağanüstü bir dilin kazandıracağı anlatı yeteneğide yetersiz kalacaktır ve bu işin adı bu safhadan sonra oluşturulan bu alfabe ancak anlatı yetersizliğinin sembolü olacaktır yine ancak senin insafına kalacaktır kaderim geride sadece oluşturulan alfabenin yorgunluğu kalacaktır |
Anadolu kültürü torpilli keman
derinlerden,çok derinlerden sızılar şeklinde geliyor kemanın sesi. ne tanımsız duygudur bu: hem acılarıma kabuk bağlıyor, hem de delik deşik ediyor kalbura çeviriyor, dağlıyor ve yanık izleri bırakıyor, yüreğim göğsüme sığmıyor yüreğim sanki celladım 'hadi son şiirlerini söylede çıkalım artık şu idam sehpasına' diyor ve ekliyor; 'gladyatörleri kızdırmayalım bu kocaman şehrin sokaklarında dolaşan gladyatörleri' sus yüreğim kemanı dinle diyorum anadolunun sesi yüzyıllardan beri yakılan ağıtların özü damıtılmış hali. nasıl asil ve insancıl nasılda son vuruş ustası nasıl da bir hayat öpücüğü. ................ keman denilen asil çalgı nasıl mutlu dünyanın uyku saatinde ışıl ışıl ayışığı telleri. loş vadilerden geliyor insanı hayrete düşüren tınıları; böyle yüksek bir kültürün yüksek motivasyonu sayesinde, tarihindeki en büyük performansı yakalıyor bu keman denilen asil çalgı; anadolu kültürü torpilli çalgı; tınılarının altyapısını oluşturan medeniyetin verdiği barışçıl mesajlarla birleşince kemanın evrensel sesi ne gladyatörler kalıyor ortada ne de idam sehpaları. ..................... yüreğim rahatlıyor. |
Aracısız zafer
nasıl hırsla sıkarsın demir parmaklıklardan teşekkül demir damarlı kapıyı adalete olan inancını yitirmemiş olsan koparıp atacaksın onları ve tarih kayıt altına alacak kan-et ve kemiğin bu sert madene karşı aracısız zaferini özgürlük soluyacaksın özgürlük mavi gökyüzünün altında birazda gözlerin kamaşacak ardı arkası kesilmeyen solumalarını bir sen duyacaksın |
Avrasya vaktinde ezilmek
henüz betonlaşmamış süt kemiklerimle pirinç tarlalarında sabahın saat beşinde geceyle-gündüzün avrasya vaktinde ezilirdim buz gibi ergene suyunda kıpkırmızı olurdu baldırlarım ve tam anlamıyla oyun çağımda tanışmıştım emekçi bir hayatın hiç hazır olmadığım halde en hazır niyeti en belli en engebeli soğuk yüzüyle hem çalışırdım hem sorgulardım süt kemiklerim ve omurgam yasal olmayan yıkıcı eğrilik ve bükülmeleri yaşarken kanbağı ve kanbağsızlığı kategorilerinde ki guruplardan hangisi kurtaracaktı beni bu kaderimden |
Ay kahrından öldü
ay tuttu bizi kan gibi genlerimizde saklıydı uluyan kurdun tohumları kaşıntı halinde varlığını hissettirdi yanan ateşin etrafında hepimiz biribirimizin gözlerine baktık belliydi kötü rüyalar görmüştük ama anlatmamaya karar verdik rüyalarımızı ateş tutmamalıydı ..................... ay tuttu bizi kan gibi ateş tutmamalıydı rüyalarımızı hepimiz belli belirsiz orta asya ayinlerinden artakalan; bizim payımıza düşen kutsal söylemler ve belli belirsiz mırıldanmalarla ateşin üzerine abandık duymamalıydı ve anlamamalıydı yaş bedenlerimizle sonunu hazırladık duman olduk koyu-göz gözü görmez bir duman kimsenin kanını içmeden öldük ..................... ay kahrından öldü. |
Balıkça yaşasam
bir balık olsam berrak bir gölde yağmur yağsa ıslansam güneşte kurulansam akşam olsa uyusam yosunlara kurulu bir hamakta yalnız-yapayalnız oltaya takılma korkusu olmadan balıkça yaşasam |
Bir tek yanım
Sen velhasılkiram denecek kadar ve kesip atılacak ve hemen bitecek ve hemencecik ve oncacık kadar gayriihtiyarı değilsin Her ne olursa olsun noktalanıp bitecek bir cümle değilsin Sen harbi-harbi yaşanmış bir hadisesin Kusurlu şiirlerimi paylaştığım çilekeş yanımsın Ve sürekli olmayan sürekliliği ve istikrarı hiç bir zaman yakalamayan bir sürü zayıf yanımın dışında devamlılığı olan bir tek yanımsın |
Bronz heykel
Nasıl sevdim seni ne sen ne başkası bilebilir nasıl sevdiğimi bir tütünsüz zamanlarımın adı azaptı bir de sensiz zamanlarımın adı şehirlerarası insan dolusu otobüs yolculuklarında bomboştu koltuklar sen yoktun çünkü ve bana göre yalnızlık oturuyordu her bir koltukta yalnızlık öylesine kalabalıktı ki bir yolcu daha almaya takati yoktu otobüsün yaşadığım şehirde öyleydi şehrin uyku saatlerinde çok kalabalık olurdu sokakları kalabalıkları sevdiğim pek nadir vakitlerdi bunlar öylesine kalabalıktı ki şehir her metrakaresinde sen vardın ben diyeyim milyon kere sen de sonsuz kere ve ben kalabalıkları okşardım varlığın bazan tekil yalnızlıklara varlığın bazan tekil kalabalıklara zemin hazırlardı ve bol bol mırıldanırdım kimse anlamazdı ennihayetinde küfrederdim tonlarca ben,sen ve hayat arasındaki kurulamayan orantıya ve çok bilinmeyenli bir sürü denkleme ve bizim için denklemenin kuş pislemesi gibi bir şey olduğuna. Ağırdı laflarım kantarlar çekemezdi. Saçak saçaktı sararmış ve sarkmıştı dudaklarımı perdeleyen süpürge telleri. Kimileri de konuşmadığımı sanırdı başımda dolanırdı çingene kuşları şeylerini şey ederlerdi kafama onlara göre de 'Bronz bir heykeldim'ben kuşları seviyordum adetlerine sadıktı onlar. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:41 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.