Forum Kalfası
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3005
Rep Puanı : 16800
Cinsiyet : Erkek
|
2. Gelişimle İlgili Temel Sorunlar
Gelişim psikologlarının sık sık tartıştıkları birtakım önemli sorunlar
vardır. Bunlardan birincisi, gelişimi sağlayan etkenlerin kaynağı
sorunudur. Bu sorun kalıtım-çevre, doğa-kazanım ya da başka adlarla
yapılan tartışmalarda ortaya konmaktadır. Bugün artık "hangisi?"
ve "ne kadar?" sorularının sorunu çözmedeki yararsızlığı anlaşılmıştır.
Bunların yerine, davranışta biyolojik ve toplumsal etkilerin "nasıl?"
birleştiği sorusu sorulmaktadır.
Gelişim psikologları kendi alanlarında veri toplamak için üç dizi
ilkeye dayanırlar: 1) Fiziksel büyüme ilkeleri, 2) Olgunlaşma ilkeleri,
3) Öğrenme ilkeleri. Fiziksel büyüme ilkeleri fiziksel yapı ve organlardaki
değişimleri dikkate alır. "Olgunlaşma" terimi -gelişimcilerin
kullandığı biçimiyle- reflekslerin, içgüdülerin ve diğer öğrenilmemiş
davranışların gelişimiyle ilgidir. Fiziksel büyüme ve olgunlaşma biyolojiktir.
"Öğrenme" ilkeleri ise, geniş anlamda, sadece geleneksel koşullanmayla
değil, aynı zamanda okuldaki öğrenimle ve diğer çevre
etkileriyle birlikte tanımlanır. Öğrenme ve kalıtımın gelişime katkıları
konusunda bugün kabul edilen görüş, gelişimin ortaya çıkmasında iki
etkenin birleştiğini kabul eden "etkileşimci" görüştür. Her ikisi de
zorunludur, hiçbiri tek başına yeterli değildir. Kalıtım gizil sınırları
saptar, çevre de bu sınırlara ne kadar yaklaşılacağını belirler.
Gelişim üzerindeki biyolojik etkiler iki çeşittir. Birincisi, bir türün
bütün üyelerince paylaşılan türe özgü etkilerdir (bebeğin beslenme
ve bakım için başkalarına gereksinme duyması gibi). İkincisi, her kişiye
özgü olan genetik özelliklerdir (bireyler arasındaki farklılıklar
gibi). İşte, gelişim psikologları doğanın insanlar arasındaki benzerliklerin
ve farklılıkların oluşumuna nasıl katkıda bulunduğunu araştırmaktadırlar.
Öte yandan, gelişim üzerindeki çevresel etkiler de iki çeşittir.
Birincisi fiziksel çevredir (doğum öncesi dönemde ana rahmi,
kent ya da kır gibi). İkincisi toplumsal çevredir (diğer insanlar, toplumsal
kurumlar gibi). Bazı çevresel belirleyiciler bizi başkalarından
farklı kılan etkenlerdir (özel bir okulda okumak, trafik kazasına uğramak,
işini yitirmek, piyangoda kazanmak gibi). Başka bazı çevresel
belirleyiciler de bizi başkalarına benzer kılan etkenlerdir (içinde
doğduğumuz kültür ya da tarihsel zaman gibi). Önemli tarihsel olaylar gelişim
üzerinde derin etkilerde bulunur, ama bu etkinin niteliği kişinin
o zamanki yaşına bağlıdır. Bu konu gelişimle ilgili temel kavramlar
bölümünde "bölük" kavramı çerçevesinde yeniden ele alınacaktır.
İkinci sorun, davranış değişikliğinin sürekliliği ya da süreksizliği
sorunudur. Gelişim derece derece ve düzgün bir biçimde mi ilerler,
yoksa kendine özgü nitelikler gösteren birtakım evrelerden mi geçer?
Evre kuramcıları evrensel biyolojik temelli etkenlerin gelişimde egemen
bir rol oynadığını savunurlar; psikolojik süreçlerde hep aynı yapısal
deeişimlerin ortaya çıktığını ve davranış değişimlerine göreli bir
süreksizlik verdiğini ileri sürerler. Buna karşılık, sürekliliği savunan
kuramcılar toplumsal ve yaşantısal etkenlerin gelişimdeki değişmelerin
temelini oluşturduğunu savunurlar; öğrenme, dereceli bir süreçtir.
Ancak bu görüş ayrılığına karşın, bütün kuramcılar gelişimde hem süreklilik
hem de süreksizlik olduğu konusunda birleşmektedirler. Özellikle
kişilik psikolojisi alanında varılan sonuç, kişiliğin karmaşık ve
çok yönlü bir yapısı olduğu, bazı ögelerinin süreklilik bazılarının da
süreksizlik gösterdiği biçimindedir. Genellikle en büyük sabitlik çeşitli
zihinsel ve bilişsel boyutlarda (ZB, bilişsel üslup, benlik kavramı
gibi) ve en düşük değişmezlik kişilerarası davranış ve tutumlarda ortaya
çıkmaktadır.
Gelişim psikolojisinde temel tartışmalardan biri de bunalım (crisis)
kavramı çevresinde toplanır. Diyalektik bakış açısından psikolojinin
görevi, değişen dünyada değişen bireyi anlamaya çalışmaktır. İnsan
yaşamı karşıtlıklar ve çatışmalarla belirlenir. Her değişim karşıtlar
arasındaki sürekli bir çatışmanın ürünüdür. Gelişim, varolan karşıtlıkların
çözümü ve sonunda yeni karşıtlıkların ortaya çıkışı ile ilerler. Bireyin
yaşamındaki karşıt güçler arasındaki çarpışmanın sonucu bir uzlaşma
değil, tümüyle yeni bir üründür. Riegel'e (1975) göre, insan
gelişimi en azından dört boyutta eşzamanlı bir harekettir: 1) İçsel-
biyolojik, 2) Bireysel-psikolojik, 3) Kültürel-sosyolojik, 4) Dışsal-
fiziksel. Gelişim, bu boyutların dengesi bozulduğu zaman ortaya çıkar.
Çeşitli boyutlardaki değişimler her zaman eşzamanlı olmadığı
için, aralarında çatışma gelişir ve bir bunalıma yol açar. Bunalım,
bireylerin davranışlarını yeni koşullara ayarlamalarını gerektiren son
derece zorlayıcı bir durumdur. Ancak diyalektik psikoloji açısından
bunalımların mutlaka olumsuz olaylar olması gerekmez. Bu psikoloji,
Piaget'in bilişsel gelişim konusundaki görüşlerinin yeterli olmadığını
ileri sürer. Piaget gelişimin dengenin oluştuğu anda ortaya çıktığını
vurgulamaktadır. Oysa Riegel'e göre gelişimsel ilerlemenin temeli
karşıt koşullardır ve gelişim süreci hiçbir zaman sona ermez. Piaget
gelişimi denge ve uyumun periyodik düzeylere ulaşması olarak gördüğü
halde, Riegel bu gelişim düzeyinin ancak kısa süreli olduğunu kabul
eder. Riegel'e göre Erikson, bunalımların içsel-biyolojik ve
kültürel-sosyolojik güçlerle birlikte belirlenmesini vurgulayan ilk
modern yazarlardan biridir, ancak Erikson da organizmanın neden evreden
evreye geçerek geliştiğini açıklamakta yeterince başarılı olamamıştır.
Riegel bunalım kavramına farklı bir açıklama getirmektedir:
"Bunalım (crisis) kavramı çelişik biçimde denge (equilibrium),
kararlılık (stability), uygunluk (consonance) ve
denge (balance) kavramlarıyla bağlantılıdır. Denge (equilibrium)
kavramı arzu edilir bir amaç olarak davranış ve toplum
bilimcilerin düşüncesine tam anlamıyla girmiştir ve bunalımı
olumsuz yönde tanımlar. Böylece, bunalım kavramı,
ancak uzun vadeli bir durum olarak ya da bir sakinlik durumunun
kesilmesi eylemi olarak gördüğümüz zaman dengesizlik
(disequilibrium) anlamını kazanır. Fakat, karşıt durumlar
ya da olaylar birbirine sıkıca bağımlı olduğuna göre,
denge kavramı dengesizlik kavramı olmadan ve kararlılık
kavramı bunalım kavramı olmadan anlaşılamaz. Bizim
araştırmamız gereken nokta, bu koşulların her birini tek
başlarına kavramak değil, birbiri içine girişlerini kavramaktadır.
Kararlılık ve bunalımı olumlu ve olumsuz değil, birbirine
karşılıklı bağımlı olarak görmemiz, yalnızca diyalektik
bağlantılarında gelişimi olanaklı kılan çelişik koşulları düşünmemiz
gerekmektedir" (K. F. Riegel, 1975).
Gelişim psikolojisinin bir başka temel sorunu, davranış'ın mı
yoksa zihinsel süreçlerin mi vurgulanacağıdır. Katı davranışçı yaklaşım
doğrudan gözlemlenemeyeceği gerekçesiyle zihinsel süreçleri
araştırmak istemez; buna karşılık, çağdaş psikologlar nesnel yöntemler
kullanarak zihin süreçlerini de araştırma alanına katmışlardır. İç zihinsel
süreçlerin psikolojik gelişimdeki yeri ve rolü artık kabul edilmekte
ve araştırılmaktadır. Aynı bağlamda bir başka sorun da, "normatif"
gelişimin mi yoksa idiyografik gelişimin mi vurgulanacağı konusudur.
Kimi psikologlar bütün çocuklarda varolan ortak yönler anlamına
gelen normatif (normative) gelişimle ilgilenirler; kimi psikologlar
da çocuklar arasındaki bireysel farklılıkları anlamayı amaçlayan
idiyografik (idiographic) gelişimi vurgularlar. Normatif araştırmalar
genellikle gelişimin biyolojik temellerine dayanırlar. Gesell ve bir
ölçüde de Piaget gibi kuramcılar gelişimi, içsel biyolojik süreçlerin
yönlendirdiği, çevresel etkenlerden pek etkilenmeyen, önceden kestirilebilir
bir olgu olarak görürler. Bu bakış açısı "ortalama" çocuk üzerinde
yoğunlaşmakta ve "normal" gelişimin aşama aşama nasıl ilerlediğini
belirleme amacını gütmektedir. İdiyografik araştırmalar ise
çocuğu birey olarak almakta ve onu diğerlerinden farklılaştıran etkenleri
incelemektedir. Vasta ve arkadaşlarına (1992) göre, dil gelişimi
konusundaki çağdaş araştırmalar bu iki yaklaşımı sergileyen örneklerdir.
Kimi kuramcılar dil yeteneğinin bütün çocuklarda benzer biçimde
ortaya çıktığını, çünkü büyük ölçüde beyindeki mekanizmalar
tarafından denetlendiğini kabul etmektedirler. Dolayısıyla bu araştırmalar
belirli bir dildeki çocukların ortak dil gelişimi örüntülerini, aynı
zamanda binlerce dil için evrensel olan özellikleri araştırmaktadırlar.
Buna karşılık başka kuramcılar da konuşma gelişimindeki bireysel
farklılıklarla ve dilin kazanılmasındaki çevresel etkilerle, yani dilin
farklı çocuklarda farklı gelişmesine yol açan nedenlerle ilgilenmektedirler.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...
Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
|