b. İleri çocukluk ve ergenlik
İlk çalışmalar (1940'larda) ölüm kavramlarının yetişkin düzeyine
ulaşmadan iki ön evreden geçtiğini ortaya koymaktadır. Okul
öncesi yıllarda çocuklar ölümü, yaşamın durmasını değil azalmasını
içeren geçici bir durum olarak algılarlar ("Ölü insanlar acıkmazlar,
belki biraz..."). Bunu izleyen ara evrede çocuk ölümü bir son olarak
algılar, ama ölümü yine de evrensel ve kaçınılmaz olarak görmez. On
yaş dolaylarında çocuk, yalnızca ölümün bir son olduğunu anlamakla
kalmaz, kendisi de içinde olmak üzere her canlı yaratığın değişmez
yazgısı olduğunu kavrar. Ölümü kavramlaştırma düzeyinin yaştan çok
genel zihinsel olgunlaşma düzeyine sıkıca bağlı olduğu ortaya konmuştur.
Sürekli hastalığı olan çocukların gözlemlenmesi, yaşam deneyimlerinin
yaş ve gelişim düzeyinden daha etkili olduğunu göstermiştir.
Kimi hasta çocuklarda ölüm kavramı daha sistemli bir biçimde
gelişmektedir. Genel olarak zihin gelişimi ve özel olarak ölüm kavramı
gelişimi araştırmaları dikkate alındığında, ölümün son, kaçınılmaz
ve tamamlayıcı olduğu gerçeğinin bunları anlamayacak kadar
küçük olanlar tarafından bile kavrandığı görülmektedir. Bu çocuklar,
kendi durumlarının değişiminden, anababa, doktor ve hemşirelerin
tepkilerinden ve tepkisizliklerinden öğreniyorlar her şeyi. Ama en
önemlisi, kötü durumunu gözlemledikleri diğer hasta çocukların
yaşantılarından öğrendikleridir. Yaşa bakılmaksızın bu çocuklar için
ölüm ve ölme, yoksun bırakan, ayrılma ve kimlik yitimi getiren yaşantılardır.
Ölüm bu çocuklar için hastalık ve yaşam döngüsünün bir parçasıdır.
Sürekli hasta çocukların zaman akışı onların kaçınılmaz ölüm bilgilerini
de yansıtır. Hastalık ilerledikçe gelecek konusunda konuşma
da belirgin biçimde azalır. Gelecek yakın bir tatil ya da yakın bir olayla
sınırlıdır; çocuk bu olayları hızlandırmak için çaba harcar. Daha
önceki uzun vadeli plan ve amaçlardan. örneğin büyüyünce ne olacağından
hiç söz edilmez. Yetişkinler zamana bakıştaki bu gerçekçi
değişim karşısında zor duruma düşerler. Geleceğin bir biçimi olarak
ölümden sonraki yaşam umutsuz hasta çocukların konuşmalarında yer
almaz. Yaşlı ve hasta yetişkinlerde görülen "ödünleme ilkesi"ne çocuklarla
yapılan araştırmalarda rastlanmamıştır; çocuklar her türlü
mutluluğun ya da doyumun çabuk gelmesi gerektiği düşüncesini ortaya
koymuşlardır.
Ölüm olasılığı ile bir bireyin gelecek görüşü arasında algılanan
ilişki, çoğu zaman, yaşlılar açısından ya da hiç olmazsa yaşamı
gözden geçirmesi ve ölümlüğünü kabul edebilmesi için yeterince ömrü
olanlar açısından tartışılmıştır. Yaşamsüresi boyunca zaman kavramı
konusunda bilinenler, gelecek kavramı ile ölüm kavramının en
azından orta çocukluk yıllarından itibaren birbirini etkilediğini ortaya
koymaktadır (Kastenbaum, 1983). Her bireyin, ileri yaşa ulaşmadan
ya da ölüm olasılığıyla karşılaşmadan önce, gelecek ve ölüm kavramlarını
oluşturduğu kişisel bir geçmişi vardır.
Çocuklar ölüme ilişkin düşünce ve duygularını kısmen kişilerarası
ilişkileri içinde oluşturmaktadırlar. Masters'in gözden geçirdiği
yeni araştırmalar, bilişselliğin kişisel olgunlaşma bağlamında olduğu
kadar toplumsal bağlamda da geliştiğini ortaya koymuştur. Bilişsel ve
toplumsal gelişim konusundaki genel bilgilerimiz ölüme ilişkin düşüncelerin
rolü dikkate alınmadıkça tamamlanmış olmayacaktır: aynı
şekilde, ölüm düşüncesinin yaşam süresince gelişimine ilişkin bilgimiz
daha geniş psikososyal olgunlaşma bağlamına yerleştirilmedikçe
eksik kalacaktır. Yetişkinlikteki ve yaşlılıktaki ölüm düşüncelerinin
anlaşılması bireyin kişilerarası bağlamı dikkate alınırsa kolaylaşabilir
ve zenginleşebilir. Örneğin, ölümle ilgili yaşantılar kiminle paylaşılıyor,
birey başkalarının tepkisinden ya da tepkisizliğinden nasıl etkileniyor
sorularının yanıtları aranmalıdır.
Ergenlik araştırmaları ergenlik dönemini pek çok boyutlarıyla ele
aldığı halde, ergenlikteki ölüm kavramını genellikle ihmal etmiştir.
Ergenlik psikolojisi alanında otorite sayılan yazarlar "ölüm", "ölmek",
"ölümlülük" konusuna hiç yer vermemişlerdir. Ölümün yaşlılığa özgü
olduğu kalıpyargısı ergenlik araştırmalarını da etkilemiş görünmektedir.
Araştırmalar ölüm korkusunun ergenlikte en üst düzeyde olduğu
görüşünü doğrulamamaktadır. Ölüm korkusunun, toplumsal destek,
zihinsel olgunluk, bireysel deneyimler gibi başka değişkenlerden etkilendiği
söylenebilir. Ayrıca, ergenlikte gerçek ölüm, ölüm duygusundan
ve düşüncesinden çok daha belirgindir. Amerika Birleşik Devletleri'nde
bütün nedenlerle ölme oranı ergenler ve genç yetişkinler arasında
gitgide artmaktadır. İntihar ve kendini mahvetmenin dolaylı biçimleri
gitgide daha fazla sorun olmaktadır. İntiharı yaşam süresi boyunca
inceleyen Maris (1981), insanların ergenlik gibi geçiş dönemlerinde
daha duyarlı ve yaralanabilir olduklarını belirtmektedir. Henüz
bu savı destekleyen yeterli veri olmamakla birlikte, Maris, yetişkinlik
eşiğindeki ergenin ve yaşlılık eşiğindeki yetişkinin intihar potansiyeline
dikkati çekmektedir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...
Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
|