Tek Mesajı Görüntüle
Old 09-25-2006, 12:30 PM   #5
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

BİLGİ VE İRADE
İrade, Augustine'in felsefesinde önemli bir rol oynamaktadır. Ruhani yaşamımızda kesin bir etken olarak görülmektedir. Elbette ki, muhakeme ve bilgi, seçim yaparken olduğu gibi, belli bir rol oynamaktadır; ama yine de iradenin muhakeme karşısında önceliği vardır. Augustine'in irade ve duygular üzerine yaptığı vurgu, O'nun, inanca dair entellektüalist bir görüşün tersine, varoluşçu diyebileceğimiz bir kavrayışı benimsediği anlamına gelir: İnanmak sadece bir şeyi doğru kabul etmek değildir; bir şeyin doğru olduğunu şiddetli ve tutkulu biçimde iddia ve ispat etmektir (bkz. Sören Kierkegaard'ın "Öznellik doğrudur"). Aynı zamanda, Augustine'in iradeye vurgusu; iradenin, aklın iyi oluş olarak kavradığı şeye ulaşmak için vaat edilmiş bir kuvvet olarak kabul edildiği yaygın Yunan kavrayışına itirazını dile getirmektedir. Yunanlılar, çoğunlukla, insana dair entellektüalist bir görüşe sahiptirler (aklın irade karşısında önceliği var�*dır). Augustine'in ise iradeye bağlı bir insan görüşü vardır (iradenin aklın karşısında önceliği vardır). İradeye bağlı bu görüş noktasına uygun olarak ve yaygın Hıristiyan düşüncesiyle uyum içinde, Augustine aynı zamanda duyguların da kati bir rol oynadığını iddia eder. Aslında duyguların insan yaşamında çoğu entelektüelin düşündüğünden çok daha geniş rol oynadığını ve ayrıca çoğu duygunun ahlakî açıdan değerli olduğunu düşünür. Bu temelden yola çıkarak, iyi bir insanın (iyi bir Hıristiyan) sevgi ve merhamet, utanç ve pişmanlık hisset�*mesi gerektiğini iddia ederek Stoacıların serinkanlı, hissiz tutumlarına saldır�*mıştır. İyi insan, her şeyin üstünde Tanrı'ya ve diğer insanlara karşı sevgi ile doludur- sadece dostça bir iyi niyet değil, fakat yakıcı ve içten bir sevgi. Augus�*tine'in irade hakkındaki ve ahlakî açıdan doğru bir tercihin ne olduğuna dair soru hakkındaki görüşü, O'nun insanın hür iradesi, ilk günah ve kötü problemi�*ne dair felsefî-teolojik görüşüyle de bağlantılıdır.
Başından beri, Augustine, insana mutlak özgür irade atfedebileceğini düşünmüştür: Davranışlarımız, büyük oranda kendi irademize dayanmaktadır. Tanrı'ya ulaşmayı ve O'nun sözünü izlemeyi arzulayabiliriz veya kasten O'nu izlemeyebiliriz; yani günahı seçebiliriz. Sadece hür seçim yoluyla günah sahibi olabiliriz. Böylelikle kötü olan, insanın hür iradesinden, insanın iradeyi kasten kötü kullanmasından kaynaklanır. Bununla birlikte, Augustine kötünün belli biçimlerinin "Var Oluşun" yani "iyi olanın" Neo-Platoncu anlamda mutlak yokluğunun ifadeleri olduğunu düşünür. Diğer bir ifadeyle, insanlar hürdür ve sade�*ce kötü olanı özgürce seçmek suretiyle günah işleyebilirler. Fakat, insanlar öz�*gürce günah işlemeyi neden seçsinler? Ve Tanrı neden insanları kendi iradele�*rinin bir sonucu olarak günah işlemeye muktedir olarak yarattı?
Fakat, Augustine yaşamının ileriki yıllarında neredeyse tamamen karşıt bir öğretiyi ileri sürer: İrade hürriyeti sadece ilk insana, Adem'e atfedilir. Adem günah işlemek ve işlememek arasından özgürce seçim yapabilirdi. Fakat günahı seçmiş olduğundan, insanlığın tümünü kapsayacak biçimde insan doğası da derinden bozulmuş oldu. Hiçbir insan günahtan kaçınamaz. Artık seçim ve özgürlük mevcutmuş gibi görünmemektedir. Bütün insanlar, günah işlemek zorunda I oldukları ve gerçekte de işler oldukları için, Augustine hepsinin ebedi cehennem mahkumiyeti hakkettiğini düşünmüştür. Fakat Tanrı, merhametiyle yine de belli bir azınlığın cehennem mahkumiyetinden kurtulmasına izin verir. Herkes günahkar olduğuna göre, kurtarılacak olanların seçimi onların kendi erdemine bağlı değildir. Her birimiz özde eşit derecede günahkâr olduğumuza göre bu seçim keyfidir. Büyük bir çoğunluk mahkum olacak, keyfi olarak seçilmiş bir azınlık ise sonsuza değin kutsanacaktır. Bütün bunların ötesinde, Augustine tüm bu işleyişin Tanrı tarafından önceden planlanmış olduğu fikrindedir. Bu Augustine'in kader öğretisinin özünü oluşturur. Olmuş ve olacak olan her şey Tanrı tarafından önceden takdir edilmiştir.
Bir yanda, Tanrı her şeyi önceden bilmekte; diğer yanda ise, insanlar özgürce hareket etmektedir. Bu bir çelişki değil midir? Augustine der ki, Tanrı insan davranışlarını önceden bilir; ama onlar davranışlarında yine de özgürdür. Ve iki türlü zaman perspektifi olduğunu öne sürer. Bizler "dünyevi" zamanda yaşıyoruz. Fakat, diğer yanda Tanrı, zamanı da evrenle birlikte yarattığı için bu zaman telakkisini aşar. Bu bakış açısından, Tanrı; dünyevi zaman bağlamında za�*manda geçmiş bir noktadan, gelecekteki bir davranışı algılamak anlamında insan davranışını önceden bilmez. Tanrı kendisi dünyevi zamanın ötesinde olduğu ve böylece zamanla aynı anda varolduğu için insan davranışını önceden bilmektedir. Şu halde, Tanrı'nın önceden bilişi insan davranışını önceden belirlemez- tıpkı geçmişten bir davranışı hatırladığımız zaman, bu davranışı önceden belirlediğimizin söylenemeyeceği gibi. Kendisi bütün zamanın ötesinde olduğu için Tanrı, olan her şeyi görmek suretiyle her şeyi önceden bilir. Fakat, böylece, biz geçmişteki bir davranışı hatırlamış olmakla onu ne kadar belirlemiş olu�*yorsak; Tanrı da olanları o kadar belirlemektedir.
Bunlar zor kavramlardır. Bazıları bunların, Augustine'in hür iradeye dair başka yerlerde söyledikleriyle çeliştiğini düşünecektir. Belirtmek gerekir ki, Augustine bu fikirleri, Mani dininden olanlar ile yaptığı dîni bir tartışma sırasında ileri sürmüştür. Belki de bu tartışmanın hararetinde Augustine nor�*malde yapacağından daha ileri gitmiştir. Fakat, bu kavramlar Augustine'in insa�*nın günahına karşı Tanrı'nın merhametinin tek ümit olduğu, umutsuz mücadelesiyle ilgili kendi deneyimleriyle genel olarak bağlantılı görülebilir.
Hıristiyan bakış açısından bakıldığında, kader fikri hala problematik görünüyor olmalıdır. Eğer kimin kurtarılacağına ve kimin mahkum edileceğine önceden karar verilmişse, Tanrı kendi kelamını neden tarihsel İsa'nın Vücut bulmasında göstermiştir? O halde, İsa kimi kurtarmaya gelmiştir? O zaman, Vücut buluşu, İsa'nın tüm yaptıkları ve çektiği acılar ki bunlar Hıristiyanlığın özüdür-temelde lüzumsuz değil midir? Ya da bütün bunlar açıkça, dünyevî bilgeliğin Hıristiyan inancına ait gerçekleri kavrayamadığını mı gösteriyor? Yahut olası�*dır ki, eğer aklımızla Tanrı'nın işlerini anlayabilseydik, vahiy ve Hıristiyanlık bizim için gereksiz olurdu. Augustine'in, inancın ele alındığı Hıristiyan gerçekleri ile dünyevi bilgi arasındaki ilişkiye dair görüşü şöyledir: Vahyedilmiş belli gerçekler akıl tarafından kavranabilirken, diğerleri bizim anlayışımızı aşarlar; aynı zamanda akıl doğru olarak anlaşıldığında, inancın ele alındığı hiçbir ger�*çek nihayetinde akıl ile çelişemez. Vahyedilmiş gerçekler arasından, Augustine'in bizim anlayabileceğimizi düşündükleri; Tanrının varlığı ve insan ruhunun ölümsüzlüğüne dair olanlardır
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla