Forum Kalfası
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3007
Rep Puanı : 16800
Cinsiyet : Erkek
|
Egemen paradigma: Deneyselcilik ve bazı kişisel deneyimler
1950’ler McCarthy’nin akademik komünistlerin üzerindeki baskısının hakim olduğu yıllardır. Bu yıllardan itibaren bilişsel sosyal psikoloji yavaş yavaş güç kazanmaya başlamış, daha çok insanların kafalarının içindekiler çalışılmaya başlanmıştır. Tutumlarla ilgili çalışmalar, bilişsel çelişki teorisi, denge teorisi, sosyal öğrenme teorisi bu yıllardan sonra serpilmiş ve açıkça Geştalt psikolojisinin ve davranışçılığın izleri bu teorilerde hissedilir olmuştur. Bu yıllarda yükselen bireycilik, büyüyen Amerikan ekonomisi ve anti-komünist histeri buna toplumsal bir altyapı oluşturmuştur.
Türkiye’de bilişsel sosyal psikoloji oldukça güçlü bir şekilde kendini hissettirmektedir. Tamamen kişisel bir not düşmem gerekirse, bütün bu bilişselci birikim halen Türkiye’de sosyal psikoloji lisansüstü programlarında etkili olup, bu programlara katılan öğrencilerin entelektüel bütünlüklerine kanımca pek de belirgin bir artı değer getirmemektedir (bir okuma denemesi için Fiske & Taylor, 1991).
Sosyal bilişsel psikolojinin belki de en önemli hayati sorunu kuramsızlığıdır. Yukarıda verilen gecen yüzyıl içinde çalışılmış ve halen çalışılan mini teoriler ve yüzlerce havada asili kalan makaleden örnekler okunduğunda kişide bütünlüklü bir insan anlayışı bırakmamaktadır. Sosyal biliş literatürü insanin kafasındaki şemalardan, kategorilerden, farklı benlik konseptlerinden, bir sürü çelişki ve tutarsızlıklardan bahseder. Bunların her birini bir araya getirip bir “Geştalt” oluşturmak ise maalesef mümkün görünmemektedir. Yeni yeni gelişen kimi geniş teoriler ise bireyciliği desteklemeye devam etmektedirler, çünkü laboratuar ve “nesnel bilim” meraki yalıtık özne algısını kolayca beslemektedir.
Paralel olarak, bireyi laboratuara sokmanın kendisi ciddi bir yapaylık getirmekte, ve deneylerdeki ölçme ve niceliklendirme sorunu çok fena lisansüstü tezlerin yayınlanmasına ve garip bir takım “data”nın toplanmasına neden olmaktadır. Buna hemen bir örnek vermek isterim: Bir grup arkadaşımla yürüttüğümüz bir deneyde gelen katılımcıya 5 dolar verip, bu paranın dilediği kadar ki kısmini karşıdaki yine 5 doları bulunan bir başka katılımcıya vermesini istemiştik. Kural oydu ki biz onun verdiği parayı üçe katlayıp, karşıdaki katılımcıya veriyorduk. Tabii karşıdaki katılımcının da bir dayanışma içerisine girip elinde bulunan hem kendisine ait hem de gönderen katılımcıdan bizim katlayarak gönderdiğimiz paranın bir kısmını geri yollaması bekleniyordu. Düşünün ki, tam bir güven durumunda gönderen 5 doların tamamını gönderir, biz onu üçe katlarız, 15 eder, karsıdaki katılımcının da bu durumda kendisine ait 5 doları ile birlikte toplam 20 doları olurdu. Eğer bu ikinci katılımcı tam bir dayanışma içerisinde girerse 10 doları geri yollar ve ilk para gönderen katılımcının güvenine tam bir “dayanışma” ile karşılık vermiş olur. Bu esnada deneyde insanlara kimlik kategorilerini, ve karsı tarafın kimlik kategorisinin ne olduğunu da hatırlattık. Şimdi bu deneysel kurguyla sunu açıklamaya çalışıyorduk: İnsanlar kendi kimlik grubundan insanlara daha fazla “güvenirler” (çok para gönderirler) ve onlarla daha fazla “dayanışma” içerisine girerler (geriye çok para gönderirler). Hepsi bu. “Significant” sonuçlarımız oldu[7][ii]. Deney esnasında hesap makinesi kullananları gördük, herhalde Habermas’ın “hesapçı zihniyet” dediği rasyonaliste biçimine tanık olduk. Simdi asıl soru su: Ne gerek vardı?[8]
Başka toplantılarda başka deneylerin de sonuçlarını izleme şansım oldu. örneğin pişmanlık gibi olguyu deneysel düzleme getiren ve üniversiteye is başvurusu yapan bir arkadaşa, niçin bu olguyu on dakikalık karikatür gibi bir deneye sıkıştırdığını; pişmanlığın iki kişinin arasında bir olay olmasına rağmen, iki kişinin arasında bunun devinen ve değişen bir hikayesinin de olduğunu; iki kişinin ifadelerine eğilen niteliksel bir çalışmanın daha uygun olabileceğini ifade etmeye çalıştım. Cevabi basitti: “Niteliksel bir çalışmayla mezun olmak zor” dedi[9]… Kuzey Amerika psikolog doktorları su gibi mezun ediyor, buna araç olan şey ise Newtoncu mantıkla çalışılan, rakamlara dökülen, istatistiğe boğulmuş bir “bilgi” toplama sureci. Son bir örneği de yine bir is başvurunda bulunan arkadaşın sunusundan verelim. Bu arkadaş hızlı master-doktora bitişik programların birinden yeni çıkmış birisiydi ve çalıştığı konunun baslığı suydu: “Medya imajları kadınların yeme davranışını etkiliyor mu?” Doğal olarak kafamızda bir “evet” ile gittik sunuşa. Tahmin edileceği gibi, deneysel kontrolün ve kimi hoş istatistik analizlerin dışında çok bir şey yoktu sunuşta, zaman geçirdik, geldik (bu hususlara dair, kimilerinin 2004 Türk Psikoloji Kongresi’nden hatırlayacağı müstehcen bir hikayeyi ve onun düşündürdüklerini de yazının sonundaki notlarda bulabilirsiniz[iii]).
Deneysel sosyal psikolojinin sıkıntılarını tartıştıkları bir makalede, Stam, Radtke ve Lubek (2000) bu paradigmanın kendi kendine asmaya çalıştığı dört temel sorundan bahsederler. Bunların arasında örneğin deneyi yapan kişinin bilimsel olmak adına oldukça rasyonel olması gerektiği düşüncesiyle sezgisel ve “artistik” olması gerektiği düşüncesi kimi tartışmalara yol açmıştır. çünkü deneyi yapan kişinin gerekli olan “artistik” becerilerini ya da manipulasyonlarını makalelerin “yöntem” bölümlerinde rapor etmek oldukça zor bir is. Diğer bir sıkıntı örneğin bilimsel olmak adına deney yapmak durumunda olmakla bu durumun getirdiği yapaylıktan dolayı özür dilemek durumunda olmak. Bir başka sıkıntı da araştırmalara katılan “deneklerin” uyumlu ama el altından araştırmacıya yalan yanlış bilgiler veren kişiler olma ihtimali üzerine: Örneğin “denek” deneyi anlamamış olabilir ama anlamış gibi yapabilir; gerçekten deney hakkında ne hissettiklerini saklayabilir; anketleri hızla cevaplayabilir vs. Son olarak deney yaparken araştırmacı dengeli ve olculu bir kişi olmak zorundadır ama deney çoğu zaman içinde bir “oyun” düzeneği barındırmaktadır bu da “komik” bir hava yarattığından ortaya bir ciddiyet sorunu çıkarmaktadır. İşte bütün bu sıkıntılar deneysel sosyal psikolojinin yöntem kitaplarında ve el kitaplarının yöntem bölümlerinde tartışılmıştır. Deneysel sosyal psikolojinin bu o kadar da bilinmeyen bu mini iç “krizi”nin en çok da Aronson ve Carlsmith’in 1968’deki metninde kendini gösterdiği belirtiliyor (Stam, Radtke ve Lubek, 2000).
Sosyal psikolojinin bilimselliği tartışılır (p<.05) 1970’lerin basında “post-McCarthy-doğru” sosyal psikoloji (Lubek & Apfelbaum, 2000) bunalıma girer. Aslında Amerika da bu süreçte bunalıma girmektedir. Vietnam savaşının acı sonuçları, 60’larin sonundan itibaren yükselen savaş karşıtı hareketlenmeler, Ortadoğu'daki gelişmeler, petrol krizi ve ekonomik büyümenin ilelebet süremeyeceğine dair düşüncelerin yaygınlaşması ve Watergate skandalı siyasal atmosferi 70’ler boyunca germiştir. Buna paralel olarak sosyal alanda “kendini gerçekleştirme” kültürünün insanlarda yarattığı narsistik sorunlar, self-help kitaplarının ortaya çıkması, ve giderek artan bütün bir topluluk olma ihtiyacı kendini bu donemde gösterdi. Bütün ekonomik-politik-kültürel-insansal sarsıntılar sosyal psikolojinin de kendini sorgulaması için önemli bir bağlam oluşturdu. Bu bağlamda bunalımı başlatan kişi Kenneth Gergen (1973), tarihselci bir tezle bilimsellik düşüncesinin karsına bir makale ile çıkar[10]. Bu kriz esnasında deneysel paradigmanın yukarıdaki sorunlarının yanında, etik sorunlar ve sosyal psikolojinin yaşamla ne derece ilişkili olduğu sorununu, alternatif olarak diyalektik ve etnik yöntemleri, ampirik gözlemin doğası üzerine tartışmaları, ideolojik yönelimin deşifrasyonunu ve de bilimsellik tartışmasını getirir.
Gergen (1973) derginin sonuna yerleştirilmiş yazısında sosyal psikolojinin fizik bilimlerinde olduğu gibi evrensel ve genel yasalar pesinde koşmasını; matematiksel yöntemlerle tahminde bulunmasını; ve tarihsel göreliliğin ihmal edilmesini; tarih ustu bir sosyal psikolojik araştırma çabasını eleştirir. Sosyal psikolojik bilginin değer yöneliminin kaçınılmaz olması bilimsellik tezinin sarsmakta, bu da “değerlerden bağımsızlık” iddiasında olan Festinger’in aslında tam da belirli bir değer yönelimine (bireyciliğe) girdiğini ve nesnellik iddiasının sadece yüz maskesi olduğunu göstermektedir örneğin. Bunun yanında sosyal psikoloji bize reçeteler sunmakta, kendimize güvenmemizi, geniş fikirli olmamızı, başkalarının onayından bağımsız yaşamamız gerektiğini, anal bağımlılıklarımızdan kaçınmamızı, otoriteryan olmamamız gerektiğini öğütlemektedir. Bu yönelimlerin bir çoğu Hitler zamanında olumlu ve gerekli nitelikler idi. Dolayısıyla ortadaki evrensel birey algısı aslında tarihsel bir algi. Dolayısıyla sosyal psikolojideki bir çok olgu tarihsel değişime çok duyarlı, fakat bazı fizyolojik olgular ise doğal olarak tarihsel değişimden etkilenmeyebilirler Gergen’e göre.
Bütün bunlara karşılık Barry Schlenker 1974’te ayni dergide giriş yazısı olarak bir cevap yazar ama genel ideolojik yönelimiyle beni alerjik reaksiyona sokan bu yazı bilimsellik tezini kimi ölçülerde önemli olabilecek şekilde savunurken, sosyal bilimlerdeki ve felsefedeki inanılmaz potansiyelin yanından gedmez. Disiplinin varlık zeminini korumak üzere gösterdiği bir reaksiyondur bu. Fakat Alan Elms (1975) yine içerden ama sosyal psikolojinin hastalığının tedavisi için çok daha uygun bir bütünlük ortaya koyar. Elms kuramsal bütünlüğün önemini ve hatta kişilik psikolojisinde daha fazla hissedilen kuramsal emperyalizm tehlikesini (uzun bir suredir 5 faktör kuramı), yöntemsel çoğulculuğu, kültürel bağlamın değerini, en sonunda da sosyal psikologların öz-güven sorunlarını asmaları için kendilerine düsen sorumlulukları not eder. Bunları yaparken çok hakli olarak Serge Moscovici, Henry Murray, Brewester Smith gibi sosyal ve kişilik psikolojisinin en değerli isimlerine göndermelerde bulunur. Bu yazı Amerikan Psikologlar Birliği’nin merkezi yayın organında yayınlanır.
Kısaca burada bilimsellik tartışmasına bir yer açıp sosyal psikoloji sosyal bir bilim olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. Sosyal psikolojinin bilimsel olup olmadığı sorusunun sosyolojinin ya da sosyal antropolojinin bilimsel olup olmadığı sorusundan daha farklı olduğunu düşünmek biraz zor. Ancak yazının gelişinden de anlaşılacağı gibi Kuzey Amerika bazlı, İkinci dünya Savaşı sonrasında anti-komünist histeriyle ve bireyci bir bağlamda gelişen, kişinin kafasının içinden dış dünyaya doğru “nedensel” zincirler kurmaya çalışan, ilişkilere ve süreçlere odaklanmayan, sıkı bir şekilde ampirik, deneysel, pozitivist, “data” üretmeye meraklı bu “sosyal psikoloji”yi sosyal bilimin bir parçası olarak görmek de çok mümkün değil.
Ancak bunu burada bırakmak istemiyorum çünkü bu sosyal psikolojinin kendi içinde ciddi farklılaşmaları var. Genel olarak psikolojinin bütün açılımlarıyla bilimsel olmadığı tezinin ise savunulması son derece güç bir tez olduğunu, çünkü beden-zihin bütünlüğü düşüncesinin analitik-bilimsel-ampirik gözlemleri gerekli kıldığı kanaatindeyim. Bu sosyal psikoloji için de geçerli. Bunun yanında pozitif bilimlerindeki gelişmelerinde tarihsel bağlamda ciddi dönüşümler geçirdiğini (Elms, 1975), sosyal psikolojinin de geçirdiği dönüşümlerin tarihsel bir değeri ve önemi olduğu düşünülebilir.
Sosyal psikolojinin tarihsel sorunları ve ideolojik yönelimlerini en açık şekilde deşifre eden psikologlar sosyal psikolojinin bir sosyal bilim olma özelliğini anlayabildiğim kadarıyla tartışmamaktadırlar (örnekler için Samelson, 1974, 1986; Sampson, 1977, 1981; Sarason, 1981; Tolman, 1998). Örneğin Franz Samelson (1974, 1986) son derece yetkin bir şekilde sosyal psikolojinin “orijin mitini” tartışırken; ve Compteçu pozitivizmin bir siyasal doktrin olduğunu ortaya koyarken; Compte’un toplumsal devrimlerin olmaması ve isçi sınıfının devrimci fikirlerini bırakması için Pozitivizm’i önerdiğini yazarken; ve Allport’un Compte’u kutlayarak liberalist (whiggish) bir tarih yazımına giriştiğini ileri sürerken; sosyal psikolojinin sosyal bilimsel değerini tartışmaması önemlidir. Ya da tarih tezinin en büyük savunucusu Gergen (2001) “postmodern bir bağlamda psikoloji bilimi” derken ve artık anaakımla bir uzlaşma arayışına girerken, sadece kendisinin postmodernist olmasından kaynaklanan kimi tutarsızlıklarla mi malul? Açıkça, bunlar bir gösterge sayılmayabilir ve sosyal bilimin ne olup olmadığı sorunu gündemimizi işgal etmesi gerekebilir. Öyle görünüyor ki bilimsellik sorunu mutlaka bütünlüklü bir bilim felsefesi tartışması içinde yer almalı ve sosyal psikolojinin bilimselliği diğer sosyal alanlarla beraber değerlendirilmelidir. Örneğin sağlık ile psikoloji arasındaki bağlar psikolojinin ve sosyal psikolojinin kimi yönlerinin ampirik-analitik düşünceye ne derece açık olması gerektiğini göstermektedir. Fakat diğer yandan da insanin organizmik bir varlık olmasına yapılan aşırı vurgunun da günümüzde ideolojik bir değeri olduğunu teslim etmek gerekir. Bilim felsefesinin bu anlamda genel olarak psikolojiyi masaya yatırması gerekmektedir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...
Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
|