Farklı ve/veya yeni yönelimlerin sorunları ve sınırları
Bütün bunlara rağmen sosyal psikolojide ihmal edilemeyecek derecede önemli bir potansiyel bulunmaktadır. Bu potansiyel parçalara ayrılmış ampirik araştırmalardan ziyade kuramsal yönelimlerin, geniş teorilerin varlığından ileri gelmektedir. İyi bir kuramsal çerçeve değişik alanlardaki farklı odakları olan çalışmaları bir araya getirip ortaya bir “Geştalt” çıkarabilir. Odak noktası Amerika olduğu için, Avrupa’daki çalışmaları, örneğin sosyal temsiller kuramını dışarıda bırakıyorum.
Bütünlüklü-kapsayıcı anaakım kuramlar
Bu yaklaşımlardan en önemli gördüğüm Kuzey Amerika bazlı iki tanesini örnek vermek istiyorum. Bunlar bağlanma teorisi (Hazan & Shaver, 1994) ve deneysel varoluşçuluk (Pyszczynski, Greenberg, & Solomon, 1997). Bağlanma teorisi temel olarak psikanalitik gelenekten İngiliz John Bowlby’nin bağlanma ve nesne ilişkileri kuramına dayanmaktadır. Bağlanma teorisi anne-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisine ve bununla ilişkili olarak genellikle çiftler arasındaki ilişkilerin doğasına eğilir. Örneğin, evrimsel adaptasyon açısından tartışılmaz bir önemi olan çocukluktaki bağlanma sisteminin temel özelliklerinin yetişkin ilişkilerinde de sürdüğünü gösteren çalışmalar bulunmaktadır (Hazan & Shaver, 1987). Bunun yanında “bağlanma stili” kavramı ile yürütülen araştırmalar insanların duygularını nasıl düzenlediklerine, stresle nasıl basa çıktıklarına, ilişki tatminine ve depresyona kadar bu çok konuda anlamlı mesajlar vermektedir (ör: Lopez & Brennan, 2000). En önemlisi bu teori içerisinde kişi ya da birey diğer kişilerle beraber ilişki bağlamı içerisinde değerlendirilmektedir (ör: Pietromonaco & Barett, 2000). Her ne kadar bu ilişki bağlamı içerisindeki kişi algısı dilsel bağlama oturmasa da, çok daha uygun bir özne algısı sunmaktadır. Bu konuda ayrıca Amerika bazlı sosyal psikolojinin Bolwby’nin teorisini iğdiş ettiğini yazan Avrupalı araştırmacılar da bulunmaktadır[11].
Diğer kuram, bağlanma teorisiyle karşılaştırıldığında daha zayıf olduğunu düşündüğüm ama “felsefi” bir zemine oturduğu için ilgi çeken, deneysel varoluşçuluk (Terror Management Theory). Bu kuramın üzerine oturduğu temel varsayım şudur ki, insanlar olumlu birer varlık olmalarının bilgisiyle yasamaya çalıştıkları su çaresiz hayatlarını anlamlandırmak zorundadırlar. Dolayısıyla bu teori içerisinde anlam ihtiyacı ve anlamlılık duygusunun verdiği güven hissi önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlamlılığa ve güven hissine olan ihtiyaç kendini en çok olum tehdidi altında hissettirmektedir. Dolayısıyla olumlu oldukları hatırlatıldığında insanlar kendi sembolik varlık zeminlerini ya da dünya görüşlerini aktive etmekte ve kendilerine güven veren ne varsa harekete geçirmektedirler. Bu siyasal davranış ta olabilir, sevgilinin yanında olmasını istemek te olabilir, bedenini süslemek te, bir şeyler satın almak ta…(toplu sonuçlar için, Pyszczynski, Greenberg, & Goldenberg, 2004). Bu kuram deneysel olarak göstermeyi başarmıştır ki Bush’un tekrar seçilmesinin altında biraz da bu korku ve güvenlik ihtiyacı bulunmaktadır (Landau ve ark, 2004). Kuramın malum sıkıntılı yani deneysel olmak durumunda olması, hipotez bazlı araştırma surecinin içine sıkışmış olması ve tabii bir de en kötüsü, içsel nitelikleri itibariyle 90’ların başında gelişen neo-liberal bir tez olması. Yani ortada Sartre’ın siyasallığından, hatta varoluşçuluk bir Humanizmadir adli denemesinden (1948) kalıntı yok. Sadece varoluculuktaki birey vurgusunun kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yorumlanmış bir sekli var. O haliyle bile ilgi çekici olabilen, çünkü gücünü Amerika’nın (Bati’nin) inkar ettiği “ölümden” alan bir kuram[12]. Bu çerçeveye uygun şekilde Türkiye’de de örneğin Victor Frankl’ın bazı kitapları çevrilmiş, geçtiğimiz yüzyılın en büyük sorunlarından birisi olan varoluşsal anlam sosyal psikolojik literatüre kazandırılmıştır.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...
Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
|