Konu: METAFİZİK
Tek Mesajı Görüntüle
Old 10-04-2005, 05:52 PM   #5
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: METAFİZİK

1.2.5 Sosyal Metafizik

Bazı insanlar; hiçbir kişisel kimliğe sahip olamadıklarından; başka insanların tasvibini kazanmayı veya onların takbihinden kurtulmayı hayatlarının tek endişesi sayarlar. Bunlar; herhangi bir mesele ile karşılaştıklarında veya herhangi bir konuda yargıda bulunmaları istendiğinde; ilk impuls olarak "Doğru olan nedir?" diye sormak yerine, "Başkaları, neyin doğru olduğunu söylüyor?" diye sorarlar. Yani; bunlar, başkalarının inançlarından, başkalarının fikirlerinden, başkalarının hislerinden bağımsız olarak; bir "mevcudiyet" kavramına veya bir "hakikat" kavramına veya bir "olgu" kavramına sahip değillerdir.
Bu fenomenin tabiatı ve sebepleri anlaşıldığında; mesela, her yenilikçinin tipik kaderinin, neden, yaşadığı dönemdeki toplum tarafından, saldırılmak olduğu, muhalefet edilmek olduğu, suçlanmak olduğu; veya insanların, neden, kendilerini tahribe götüren öğretilere ve emirlere körü körüne uyduğu anlaşılabilir.
İnsan tabiatıyla ilgili temel üç olgu vardır:
1. İnsan akli bir varlıktır.
2. Akıl, hayatta kalması için temel araçtır.
3. İnsan aklı, duyular ve algılar gibi otomatik değil, iradidir; yani, akıl yürütme süreçleri, insanın kendisi tarafından başlatılıp, kendisi tarafından sürdürülüp yönetilmelidir.
Bu olgular; insana ağır bir sorumluluk yükler: insan akıl yürütme süreçlerini başlatmayı seçmelidir; bu süreçlerle vardığı sonuçları, sürekli olarak yapacağı gözlemlerle ve dakik bir mantıkla kontrol etmeyi ve sağlamayı seçmelidir; ve kendi rasyonel yargısıyla yönlendirilmeyi seçmelidir. İnsan bilinci yanılmaz olmadığından; hayatının her adımında hata yapabilir; eğer hatalarını düzeltmez ve hatalar üzerinde davranırsa; realiteye karşı davranıyor demektir; realiteye karşı davranıldığında doğacak olan sonuç, ıstırap çekmek ve kendini-imhadır.
Bu olgular ve bu olguların kabulünün gerektirdiği sorumluluklar karşısında, takınılabilecek iki esas tavır vardır: 1. bu olguların kabul edilmesi ve hoş karşılanması; 2. bu olgulara içerlenmesi ve onlardan korkulması, kaçılması. Birinci tavır, kendine-saygı-ve-güven'in elde edilmesini mümkün kılar; ikinci tavır, nevroza götürür.
Kendine-saygı-ve-güven, insanın realiteyle alışverişte bulunma yeteneğinden emin olmasıdır.
Kendine-saygı-ve-güven kazanmamış insan, realite karşısında çaresiz hisseder.
Realitenin olgularından kaçmak mümkün değildir. Bir realite olgusu olan insan tabiatından veya bu tabiatça belirlenen insana-özgü hayatta kalma tarzından da hiçbir kaçış mümkün değildir. Haberdarlık yeteneği olan her canlı varlık, sadece bilincinin rehberliğinde hayatta kalabilir; canlı bir varlıkta, bilincin rolü ve fonksiyonu, budur. Bir insan, insanın sahip olduğu özel tip bilincin şeklini kabul etmezse; mesela, düşünmenin, aşırı gayret gerektirdiğine karar verirse; mesela, faaliyetlerini yönlendirecek değerlerin seçiminin çok ürkütücü bir sorumluluk olduğuna karar verirse; o zaman, eğer hala hayatta kalmak istiyorsa, bu işi, ancak başkalarının bilinci aracıyla yapabilir: başkalarının anlayışları, başkalarının yargıları, başkalarının değerleri; yani, bu insan, kendinin değil başkalarının algılamakta olduğu bir dünyada yaşar.
Böylece; ruhunu, başka hiçbir canlı türü için düşünülemeyecek bir parazit haline getirir: bir beden paraziti değil, bir bilinç paraziti. Kendine-saygı-ve-güvenli ve hükümran bilinçli bir insan; realiteyle, tabiatla, olgulardan oluşmuş objektif bir evrenle alışverişte bulunur; zihninin, hayatta kalma aracı olduğunu bilir ve düşünme yeteneğini geliştirir. Fakat, zihnini terkeden bir insan; bir olgular evreninde değil, bir insanlar evreninde yaşar; olgular değil, insanlar onun realitesidir. akıl değil, insanlar onun hayatta kalma aracıdır. Alışverişte bulunacağı evren, onlardır; bilinci, onlar üzerinde odaklanır.
Nasıl ki, rasyonel bir insan, kendine-saygı-ve-güvenini, objektif realiteyle alışveriş yeteneğine dayandırırsa; benzer şekilde, irrasyonel olan bu insan, kendi-değerini, başkalarıyla alışveriş yeteneğiyle tayin eder.
Filozof-psikolog Nathaniel Branden'ın teşhis ettiği bu nevroz'un adı, Sosyal Metafiziktir.
Sosyal metafizik: objektif realiteyi değil,başkalarının bilincini, kendi nihai psiko-epistemolojik referans çerçevesi olarak kabul eden bir bireyi karakterize eden psikolojik sendromdur. (Psiko-epistemoloji, insanın öğrenme süreçlerinin, bilinçli zihin ile bilinç-altının otomatik fonksiyonları arasındaki etkileşim açısından incelenmesidir.)
Konvansiyonel bir "konformist" sosyal metafizikçiler arasında en kaba ve en aşikar olan tiptir. Sosyal metafizikçilik sınırsız biçimlerde ortaya çıkabilir. Fakat, bu konudaki temel prensipler anlaşılırsa; insanlık tarihindeki irrasyonellik nöbetlerinin neden bu kadar çok taraftar bulduğu olgusu üzerinde düşünmek, daha az ürkütücü hale gelir.
İnsan yönetmeye hırslı, iktidar şehvetli sosyal metafizikçi; insanlardan korktuğu için onlardan nefret eder; ve "sistem" içinde konvansiyonel bir sosyal-metafizikçi başarısı elde etme ümidi hiç olmadığından; realite karşısında bir "güven" hissi elde etmek için, başka bilinçleri zorlamaktan, başkalarını kendine itaata, kendini tasvibe, kendini "sevme"ye icbar etmekten başka hiçbir yol bulamaz.
"İsyankar" sosyal metafizikçi; içinden çıktığı çevrenin geleneksel değer-sistemini, hakaretlerle ve yüksek sesle iftiharla mahkum eder; ama, kölece bir teslimiyetle girip sığındığı yer, bir alt-kültür Bohem'inin yontulmamış değer-sistemi olur.
"Bağımsız" sosyal metafizikçi, "sahte bireycidir"; bütün değerlere muhaliftir; kendini-ifade etmek için kullandığı tek nosyon, kaprisleridir; objektif realite kavramına sahip olmadığından, mevcudiyeti, kendi kaprisleriyle, başkalarının kaprisleri arasındaki bir müsademe olarak görür; başkalarınca hoşlanılmamak veya sevilmemek ihtimali onu o kadar ürkütür ki; önce davranarak onlara hakaret etmeğe kendini mecbur hisseder.
Bazı yaygın fikirlerin, sosyal metafizikçiye neden cazip geldiğini anlamak zor değildir.
Mesela; çağdaş bir felsefe ekolü tarafından, insanın bilgisel kesinlik sağlamasının mümkün olmadığını ilan edildiğini duyunca; duyguları, o felsefeyle hemfikir olduğunu adeta bağırır: kronik sıkıntı ve belirsizlik içindeki kendi iç durumunun, bir nevroz işareti değil, (sözde) üstün bir entellektüel sofistikasyon işareti olduğunu öğrenmiştir.
Sosyal metafizikçinin bütün kıvranmalarının, komplekslerinin, kaçışlarının ve nevrotik araçlarının kökünde; iradi bir bilince sahip oluşun ve objektif bir realitede yaşanıyor oluşun dayattığı sorumluluklardan kaçma arzusu -akıldan ve insan tabiatından kaçma arzusu- yatar. Ve bugünün dünyasına egemen olan çoğu kültürel ses; onu, bu kaçışa teşebbüse teşvik etmektedir.
Fakat, bu teşebbüs akim kalmaya mahkumdur. Ve sosyal metafizikçi bunu bilir. Kavramsal bilgiyle olmasa da, içinde hep hissettiği bir terör duygusuyla bunu bilir. Bu terör duygusunun kaynağı, insan olma görevini reddettiğinde; kendisine kalan tek seçeneğin, kimliksizliğin, acı veren durgunluğu içinde yaşamak olduğundan haberdar oluşudur. İster hiçkimsenin tasvibini kazanamamış olsun, isterse büyük bir popülariteye erişmiş olsun; bunu bilir. Dipteki sosyal metafizikçi, tepedeki sosyal metafizikçiye gıpta eder; çünkü, tepedekinin yardım isteyen sessiz çığlığını ışitememektedir. Ama, tepedeki sosyal metafizikçi, hepsini işitmektedir.


1.2.6 Zihin-Beden Sahte Zıtlığı

"Zihin-Beden" sahte zıtlığı, irrasyonel felsefelerin temel öğretisidir ve çeşitli isimlerle ortaya çıkar: "ruh-madde," "bilinç-madde," "zihin-dünya," "duygu-mantık," "düşünce-eylem," "akıl-beden," "arzu-realite," "ahlak-pratik," "teori-pratik," "akıl-kalp," "idealizm-materyalizm," "spiritüelizm-materyalizm" vs.
Bu sahte zıtlığın kaynağı, mevcudiyet (realite) ve bilinç arasında bir zıtlık görmektir. Rasyonel bir felsefe, mevcudiyet ve bilinç arasındaki doğru ilişki üzerinde bina olur: insanın maddesi ve bilinci arasında hiçbir zıtlık yoktur; insan, bu ikisinin bölünmez bütünlüğüdür. Mevcudiyet mevcuttur; bilinç, mevcut olandan haberdar olma yeteneğidir. Dolayısiyle, mevcut herhangi bir şeyle ilgili olmayan bir bilinç olmaz; bilinç olmaksızın, mevcut olan bir şeyden haberdar olunmaz.
İrrasyonel felsefeler; insanı, madde ve bilinç olarak ikiye böler ve bu iki parçayı birbirine hasım tayin eder; insana, bedeninin ve zihninin ölümcül bir kavgaya girişmiş iki düşman olduğunu; beden ve zihnin, zıt tabiatlara, çelişen taleplere, uyuşmaz ihtiyaçlara sahip olduğunu; birine faydalı olan şeyin diğerine zararlı olduğunu; ruhunun "tabiat-üstü" bir boyuta ait olduğunu; bedeninin, ruhunu bu dünyaya zincirlemiş bir hapishane olduğunu; iyiliğin, yıllar süren sabırlı bir çabayla, beden denen bu zindanı yıkıp mezarın özgürlüğüne kavuşmaktan ibaret olduğunu öğretir.
İrrasyonel felsefeler, insanın, -her ikisi de ölümün sembolü olan bu iki elementin meydana getirdiği- zavallı bir uygunsuzluk olduğunu öğretir. Oysa; ruhsuz bir beden, hiçbir şeye muktedir olamayacak bir cesettir; bedensiz bir ruh, hayalet denen kurgudur; fakat, onların insan tabiatı olarak bildikleri tek şey: kötülük yapmaya muktedir bir cesetle, insanın bildiği şeylerin varolmadığını, sadece bilinemeyenlerin varolduğunu zanneden bir hayaletin kavgasının muharebe sahasıdır.
Zihin-beden zıtlığı doktrinini ortaya atanlar; insanı zayıflatarak esaret altına almak isteyenlerdir. Spiritüelist olanları, insan bedeninin hiç olduğunu; materyalist olanları, insan bedeninin herşey olduğunu; fakat, her ikisi de, aklın reddedilmesi gerektiğini öğretir. Aklını teslim eden insan, anlayamayacağı ve kontrol edemeyeceği iki canavarın insafına kalır: sebebi belirsiz reflekslerin davrandırdığı bir beden ve mistik ilham ve vahiylerin davrandırdığı bir ruh. Bilincini reddeden bir insan, zorbadır; bedenini reddeden bir insan, şizofrenik bir hastadır. Entellektüel alanı reddeden bir insan, programsız bir robottur. Maddi dünyayı reddeden bir insan, onu kötülüğe teslim eden bir korkaktır.
Rasyonel bir insan, bu sahte zıtlığın bütün türlerini reddeder; o, bütün bir insandır: eylem adamı olan bir düşünürdür. Arkadan gelecek eylemlerle bağlantısız fikirlerin sahte olduğunu, fikirlerle bağlantısız eylemlerin ise, intihar olduğunu bilir.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla