Tek Mesajı Görüntüle
Old 12-10-2006, 01:21 AM   #5
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

BÖLÜM 5- Diagon Yolu

Harry ertesi sabah erkenden uyandı. Ortalığın aydınlandığını biliyordu, ama yine de gözlerini sımsıkı kapalı tuttu.
Kendi kendine, kesin bir biçimde, "Bir düştü bu," dedi. "Hagrid adında bir dev gördüm düşümde, geldi, büyücülük okuluna gideceğimi söyledi. Gözlerimi açınca kendimi evdeki dolapta bulacağım."
Bir şeye hızlı hızlı vurulduğunu duydu ansızın. Yüreği daralarak, "İşte Petunia Teyze, kapıya vuru-v ör," diye duşundu, yüreği sıkıştı. Ama gözlerini açmadı yine. Düş öyle güzeldi ki. Tak. Tak. Tak.
“Peki” diye mırıldandı. "Kalkıyorum." Doğruldu, doğrulur doğrulmaz da Hagrid'in ağır ÎMJÎO^U duştu u-.runden. Kulübe güneş içindeydi, fırtına dinmişti, Hagrid kırık kanepede uyumaktaydı, pencerede de bir baykuş vardı, gagasına bir gazete sıkıştırmış, pençesiyle cama vuruyordu.
Ayağa fırladı Harry, öylesine mutluydu ki, sanki içinde kocaman bir balon şişiyordu. Dosdoğru pencereye gidip camı açtı. Baykuş içeri süzüldü, gazeteyi hâlâ uyumakta olan Hagrid'in üstüne bıraktı. Yere kondu sonra, Hagrid'in paltosuna saldırdı.
"Yapma."
Baykuşu kovalamaya çalıştı Harry, ama baykuş öfkeyle gagasını gösterdi ona, paltoyu didiklemeyi sürdürdü.
Harry, yüksek sesle, "Hagrid!" dedi. "Bir baykuş var -"
Kanepeye doğru, "Parasını ver," diye homurdandı Hagrid.
"Ne?"
"Gazete getirdi ya, para istiyor. Ceplerime bak."
Hagrid'in paltosu ceplerden oluşmuştu sanki -anahtar desteleri, tüfek saçmaları, iplik yumakları, nane şekerleri, çay poşetleri... sonunda bir avuç garip görünümlü bozukluk çıkardı Harry.
Hagrid, uykulu uykulu, "Beş Knut ver ona," dedi.
"Knut mu?"
"O küçük bronzlardan."
Harry küçük bronz paralardan beş tane saydı, parayı koyabilsin diye, küçük deri bir kese bağlı bacağını uzattı baykuş. Sonra açık pencereden uçup gitti.
Hagrid yüksek sesle esnedi, doğrulup gerindi.
"En iyisi, biz yola düşelim, Harry, yapılacak çok iş var bugün, daha Londra'ya gidip okul malzemesi alacağız"
Harry büyücü paralarım evirip çeviriyor, onlara bakıyordu. Bir şey gelmişti aklına, gelir gelmez de içindeki balon püf diye sönüvermişti.
"Şey-Hagrid..."
Koca çizmelerini giymekte olan Hagrid, "Ha?" dedi.
"Hiç param yok - dün gece Vernon Enişteyi de duydun - okula gidip büyü öğrenmem için para vermeyecek."
Ayağa kalkıp kafasını kaşıyarak, "Merak etme," dedi Hagrid. "Ana baban sana bir şey bırakmadılar mı sanıyorsun?"
"Ama evleri yerle bir olduysa -"
"Altınlarını evde tutmuyorlardı ki, yavrum! İlk durağımız Gringotts, Büyücüler Bankası. Bir sosis alsana, daha soğuyup kaskatı olmamış - eh, ben de senin doğum günü pastandan bir lokma yiyeyim bari."
"Büyücülerin bankaları mı var?"
"Bir tek Gringotts. Cincüceler işletiyor."
Harry elindeki sosis parçasını yere düşürdü.
"Cincüceler mi?"
"Haa - benden söylemesi, soymaya heveslenmek için adamın fıttırması gerek. Cincücelere bulaşılmaz, Harry. Bir şeyi emanet etmek istiyorsan, Gringotts dünyanın en güvenli yeri - Hogwarts'ı saymazsak. Zaten Gringotts'a gidecektim. Dumbledore dediydi. Hogwarts'ın bir işi için." Şöyle bir kabardı Hagrid. "Önemli işleri bana yükler hep. Seni götürmek - Gringotts'tan birtakım şeyler almak - anlıyorsun ya, bana güvenir.
"Her şey hazır mı? Hadi öyleyse."
Harry kayaya kadar Hagrid’i izledi. Hava oldukça açıktı şimdi, deniz güneş ışığıyla parlıyordu. Vernon Enişte'nin tuttuğu kayık hâlâ oradaydı, fırtına yüzünden suyla dolmuştu.
Harry, çevrede bir başka kayık aranarak, "Nasıl geldin buraya?" diye sordu.
"Uçtum," dedi Hagrid.
"Uçtun mu?"
"Haa - sonra konuşuruz bunu. Şimdi yanımda sen varken büyü yapmama izin yok."
Kayığa bindiler, Harry Hagrid'e bakıyordu hâlâ, onun nasıl uçtuğunu gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
Hagrid, çoğu zaman yaptığı gibi, Harry'ye yan gözle bakarak, "Şimdi kürek çekmek de ayıp olacak yani," dedi. "Ben tutup da - şey - işleri azıcık hızlandırsam, bundan Hogwarts'ta söz etmezsin, değil mi?"
Biraz daha büyü görme hevesine kapılan Harry, "Elbette etmem," dedi. Hagrid pembe şemsiyeyi çıkardı yine, ucayla kayığın kenarına iki kere vurdu, karaya doğru hızla ilerlemeye başladılar.
Harry, "Gringotts'u soymaya kalkışmak için adamın niye fıttırması gerek?" diye sordu.
"Büyüler - tılsımlar," dedi Hagrid, konuşurken gazetesini açtı. "Kasaları ejderhalar koruyormuş. Üstelik bir de yolu bulacaksın - Gringotts Londra'nın yüzlerce kilometre altında. Metronun taa altında. Orayı soyup malı götürsen bile çıkıncaya kadar açlıktan olursun."
Hagrid gazetesini, Gelecek Postası'nı okurken, Harry oturmuş düşünüyordu. Vernon Enişte insanların bu işi yaparken rahat bırakılmalarını söylerdi hep, ama hiç de kolay değildi bu, kendim bildi bileli, Harry'nin kafasında hiç bu kadar çok soru doğmamıştı.
Hagrid, sayfayı çevirerek, "Sihir Bakanlığı her zamanki gibi işleri karman çorman ediyor," dedi.
Harry kendini tutamadı artık, "Sihir Bakanlığı da mı var?" diye sordu.
"Elbet," dedi Hagrid. "Dumbledore'un Bakan olmasını istedilerdi, ama Hogwarts'ı bırakmak istemediği için, Bakanlık ihtiyar Cornelius Fudge'a kaldı. Gelmiş geçmiş en büyük beceriksiz. Her sabah baykuşlar salıyor Dumbledore'a, Öğüt istiyor."
"Peki ama Sihir Bakanlığı'nın görevi ne?" "Asıl görevi, ülkede cadıların, büyücülerin olduğunu Muggle'lardan gizlemek." "Neden?"
"Neden mi? Neden olacak, Harry, herkes sorunlarını çözmek için büyü peşinde koşar da ondan. Yok yok, biz bize kalalım, daha iyi."
O sırada usulca rıhtıma çarptı kayık. Hagrid gazetesini katladı, taş basamakları tırmanıp sokağa çıktılar.
Küçük kentte istasyona doğru yürürlerken, gelip geçenler gözlerini Hagrid'e dikiyorlardı. Harry suçlayamıyordu onları. Herkesten en az iki kat uzun olması bir yana, parkmetre gibi sıradan şeyleri göstererek, yüksek sesle, "Gördün mü şunu, Harry?" diyordu. "Muggle'lar da kafalarını nelere çalıştırıyor!"
Ona ayak uydurmak için koşmak zorunda kalan Harry, soluk soluğa, "Hagrid," dedi, "Gringotts'ta ejderhalar olduğunu mu söylemiştin?"
"Eee, rivayet öyle," dedi Hagrid. "Off, bir ejderham olmasını amma da isterdim."
"Ejderhan olmasını mı isterdin?"
"Çocukluğumdan beri - geldik işte."
İstasyona varmışlardı. Beş dakika sonra bir tren kalkacaktı Londra'ya. "Muggle parası" dediği şeye akıl erdiremeyen Hagrid, biletleri alsın diye banknotları Harry'ye verdi.
Herkes trende daha çok baktı onlara. Hagrid iki koltuk kaplıyordu; oturduğu yerde kanarya sarısı sirk çadırına benzer bir şey örmeye koyuldu.
İlmekleri sayarak, "Mektubun yanında mı?" diye sordu Harry'ye.
Harry cebinden parşömen zarfı çıkardı.
"İyi," dedi Hagrid. "Sana gereken şeylerin bir de listesi olacak."
Harry bir gece önce gözünden kaçmış ikinci bir kâğıdı açarak okudu:
HOGWARTS CADILIK VE BÜYÜCÜLÜK OKULU
Forma
Birinci sınıf öğrencileri için gerekli eşyalar:
ı. Üç takım düz iş cüppesi (siyah)
2. Sivri uçlu düz bir gündelik şapka (siyah)
3. Bir çift koruyucu eldiven (ejderha der isi ya da benzeri)
4. Kışlık bir pelerin (siyah, gümüş tokalı)

Bütün öğrencilerin elbiselerinde adlan yazılı künyeler alacaktır.
Ders Kitapları
Bütün öğrenciler aşağıda belirlileri kitaplardan birer
tane edinecektir:
ı. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı (Miranda Goshavvk)
Sihir Tarihi (Bathilda Bagshot)
Sihir Kuramı (Adalbert VVaffling)
Biçim Değiştirme için İlk Adım (Emerle Switch)
Bin Bir Büyülü Ot ve Mantar (Phyllida Spore)
Sihirli Yiyecek ve içecekler (Arsenius Jigger)
Olağandışı Yaratıklar ve Yaşadıkları Yerler (Newt
Scamander)
Karanlık Güçler: Kendini Savunma El Kitabı (Quentin Trimble)
Öteki Gereçler
1 asa
1 kazan (kalaylı, orta boy)
1 takım cam ya da kristal şişe
1 teleskop
1 takım pirinç ölçek
Öğrenciler bir baykuş YA DA bir kedi YA DA bir kurbağa getirebilirler.
VELÎLERİN DİKKATİNE. BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN SÜPÜRGELERİNİ KULLANMALARI YASAKTIR.
Harry, şaşkınlıkla, "Bütün bunları Londra'da bulabilir miyiz?" diye sordu.
"Gideceğin yeri biliyorsan, elbet," dedi Hagrid.
Harry Londra'ya hiç gitmemişti. Hagrid yolu biliyor gibiydi, ama daha önce hep alışılmadık biçimlerde yolculuk ettiği de apaçık ortadaydı. Metroda turnikeye sıkıştı, trene binince de koltukların küçüklüğünden, çok ağır gittiklerinden yakındı.
Kırık dökük bir yürüyen merdivenden çıkıp da kendilerini iki yanı mağazalar sıralı cıvıl cıvıl bir yola attıklarında, "Muggle'lar büyüsüz nasıl beceriyorlar, aklım ermiyor," dedi.
Öylesine iriydi ki Hagrid, kalabalığı kolayca yarıyordu; Harry'nin bütün yaptığı, onun hemen arkasından yürümekti. Kitapçıların, müzik mağazalarının, hamburger büfelerinin, sinemaların önünden geçtiler, ama hiçbir yerde büyülü asalar satıldığına dair bir belirti yoktu. Sıradan insanlarla dolu sıradan bir sokaktı bu. Kilometrelerce aşağıda büyücülerin altın yığınları gömülü müydü gerçekten? Büyü kitapları, süpürgeler satan dükkânlar var mıydı? Yoksa bütün bunlar Dursley'lerin başlarının altından çıkan koca bir şaka mıydı? Harry, Dursley'lerin gülmekle uzaktan yakından ilgileri olmadığını bilmeseydi öyle düşünürdü belki, yine de Hagrid'in anlattıkları da pek inanılacak gibi değildi. Ama Harry ister istemez ona güveniyordu.
Hagrid, durarak, "İşte," dedi. "Çatlak Kazan. Ünlü bir yerdir."
Ufacık, köhne bir meyhaneydi burası. Hagrid eliyle göstermeseydi, Harry farkına bile varmayacaktı onun. Hızla gelip geçenler meyhaneye bakmıyorlardı bile. Bir yanındaki büyük kitapçıdan öteki yanındaki plakçıya kayıyordu gözleri, Çatlak Kazan'ı sanki hiç görmüyorlardı. Garip bir duygu uyandı Harry n u içinde, sanki meyhaneyi sadece Hagrid'le kendisi görmekteydi. Daha bu duygusunu dile getiremeden, Harıid onu içeriye sürükledi.
Ünlü bir yer için çok karanlıktı Çatlak Kazan, dökülüyordu. Bir köşede üç beş yaşlı kadın oturmuş, beyazşarap içiyordu. İçlerinden biri upuzun tir pipo tüttürmekteydi. Silindir şapkalı ufak tefek bir adam, saçları iyice dökülmüş, yapış yapış bir cevize benzeyen yaşlı barmenle konuşuyordu. İçeri girdiklerinde mırıltılar durdu. Herkes Hagrid'i tanıyor gibiydi; el sallayıp gülümsediler ona; barmen, bir kadehe uzanarak. “Her zamankinden mi, Hagrid?" dedi.
Hagrid, koca elini Harry'nin sırtına vurup onu sendeleterek, "İçemem, Tom," dedi. "Hogwarts görevi başındayım."
Gözlerini Harry'ye dikerek, "Yoksa," dedi barmen, "sakın bu-bu-?"
Çatlak Kazan derin bir sessizliğe gömüldü birden-bire.
Yaşlı barmen, "Vay canına!" diye fısıldadı. "Harry Potter... ne büyük bir onur."
Tezgâhın arkasından fırladı, gözleri yaşlı, Harry'nin yanma koşup elini yakaladı.
"Hoş döndünüz, M- Potter, hoş döndünüz."
Harry ne diyeceğini bilemedi. Herkes ona bakıyordu. Pipolu kadın, söndüğünün farkında bile olmadan, piposunu püfleyip duruyordu. Işıl ışıldı Hagrid.
Derken, iskemle gıcırtıları yükseldi, Harry kendini Çatlak Kazan'da herkesle tokalaşırken buldu.
"Ben Doris Crockford, Mr Potter, sonunda sizi gördüğüme inanamıyorum.'
"Öyle mutluyum ki, Mr Potter, öyle mutluyum ki!"
"Hep elinizi sıkmak istemişimdir - kalbim duracak!"
"Nasıl sevindim, anlatamam, Mr Potter. Adım Diggle. Dedalus Diggle."
"Sizi daha önce görmüştüm!" dedi Harry; Dedalus Diggle heyecandan silindir şapkasını düşürdü. "Bir mağazada bana selam vermiştiniz."
Çevresindekilere bakarak, "Hatırlıyor!" diye bağırdı Dedalus Diggle. "Duydunuz mu? Beni hatırlıyor!"
Harry herkesle tokalaştı da tokalaştı - Doris Crockford tokalaştıktan sonra hep sıraya giriyordu yine.
Soluk yüzlü bir delikanlı, tedirgin, yaklaştı. Gözlerinden biri seğiriyordu.
"Profesör Quirreil!" dedi Hagrid. "Harry Profesör Quirrell Hogvvarts'taki öğretmenlerinden biri."
Harry'nin eline yapışarak, "P-P-Potter," diye kekeledi Profesör Quirrell, "si-sizi ta-tanıdığıma ne kadar se-sevindim, anlatamam."
"Ne tür büyü öğretiyorsunuz, Profesör Quirrell?
"Ka-Ka-Karanlık Sanatlara Karşı Sa-Savunma," diye mırıldandı Profesör Quirrell, şimdi bu konu üstünde durmak istemiyordu sanki. "Si-sizin için ge-gerekmez, ha, P-P-Potter?" Tedirgin tedirgin güldü. "Ma-malze-menizi alacaksınız herhalde? Be-ben de vampirler üs-üstüne bir ki-kitap almaya geldim." Vampir sözünden bile tüyleri ürpermişe benziyordu.
Ötekiler, Profesör Quirrei'nin Harry'yi esir almasına izin vermediler. Hepsinden kurtulmak ise yaklaşık on dakika sürdü. Sonunda, Hagrid bütün o gürültüde sesini duyurabildi.
"Gitmemiz gerek - alacak çok şey var. Hadi, Harry."
Doris Crockford Harry'nin elini son kere sıktı, öne düştü Hagrid, tezgâhın arkasından geçip, içinde bir çöp tenekesiyle ayrık otlarından başka bir şey olmayan, duvarlarla çevrili küçük bir avluya çıktılar.
Hagrid, Harry'ye sırıttı.
"Söylemedim miydi sana? Nasıl ünlü olduğunu söyledimdi. Seni görünce Profesör Quirrell'm bile eli ayağı tutuldu - laf aramızda, hep zangır zangır titrer."
"Hep tedirgin midir böyle?"
"Haa, elbet. Zavallıcık. Parlak zekâ. Kitaplardan çalışıp öğrenirken iyiydi, bir şeyi yoktu, ne zaman ki bir yıl izin alıp uygulamaya geçti... Kara Orman'da vampirlerle karşılaşmış, öyle diyorlar, cadalozun tekiyle de başı derde girmiş - ondan sonra eskisi gibi olamadı artık. Öğrencilerinden korkar, kendi öğrettiği dersten bile korkar - haydaa, nerede benim şemsiyem?"
Vampirler? Cadalozlar? Kafası karmakarışık olmuştu Harry'nin, o arada Hagrid çöp tenekesinin yanındaki duvarda tuğlaları saymaya koyulmuştu.
"Üç yukarı... iki sağa... " diye mırıldandı. "Tamam, çekil biraz, Harry."
Şemsiyesinin ucuyla duvara üç kere vurdu.
Dokunduğu tuğla şöyle bir titredi - oynadı - küçük bir delik belirdi ortasında - delik büyüdü, büyüdü - bir saniye sonra Hagrid'in bile geçebileceği kemerli bir geçitteydiler. Geçit, kıvrıla kıvrıla uzayıp gözden yok olan taş döşeli bir sokağa açılıyordu.
"Diagon Yolu'na hoş geldin," dedi Hagrid.
Harry'nin şaşkınlığı karşısında sırıttı. Kemerin altından geçtiler. Harry kafasını çevirip arkasına baktı hemen, delik bir anda kapanmış, kemer yine sapasağlam bir duvar oluvermişti.
En yakın dükkânın önündeki kazanlar gün ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Üstlerindeki tabelada Kazanlar -Her Boy - Bakır, Pirinç, Kalay, Gümüş - Otomatik Karıştırmak - Katlanır yazılıydı.
"Bir tane alacağız sana," dedi Hagrid. "Ama önce parayı almamız gerek."
Keşke sekiz gözüm daha olsaydı diye düşünüyordu Harry. Sokakta yürürken başını her yana çeviriyor, bir anda her şeyi görmeye çalışıyordu: dükkânları, önlerindeki eşyaları, alışveriş eden insanları. Tombul bir kadının yanından geçtiler; kadın aktarın önünde başını iki yana sallayarak söyleniyordu: "Ejderha ciğeri, gramı on yedi Sickle, çıldırmış bunlar..."
Üstünde Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkânı - Yırtıcı, Uysal, Boz, Kahverengi, Karbeyazı Baykuşlar yazan karanlık bir dükkândan belli belirsiz baykuş ötüşleri geliyordu. Harry'nin yaşıtı birkaç çocuk, burunlarını süpürgelerin sergilendiği bir vitrine yapıştırmışlardı. Harry, içlerinden birinin, "Bak," dediğini duydu, "yeni Nimbus İki Bin - bundan hızlısı yok -" Cübbe satılan, teleskop satılan, Harry'nin daha önce hiç görmediği garip gümüş gereçler satılan dükkânlar, yarasa dalaklarıyla, yılanbalığı gözleriyle dolu fıçıların, cilt cilt kitap yığınlarının, tüy kalemlerin, parşömen rulolarının, iksir şişelerinin, ay kürelerinin sergilendiği vitrinler...
"Gringotts," dedi Hagrid.
Öteki küçük dükkânların tepesinde yükselen karbe-yazı bir binaya gelmişlerdi. Pırıl pırıl tunç kapıların önünde, sırmalı kız üniformasıyla bir -
"Evet, bir ciddice bu," dedi Hagrid; beyaz taş merdiveni çıktılar sessizce. Cincüce, Harry'den bir kanş daha kısaydı. Esmer bir yüzü, zeki bakışları, sivri bir sakalı vardı; parmaklarıyla ayaklarının çok uzun olduğunu fark etti Harry. İçeri girerlerken, cincüce eğilerek selam verdi, ikinci bir kapının önündeydiler şimdi, bu kapı gümüştendi, üstünde şunlar yazılıydı:
Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın Kendini koyverip de hırsa kapılmayasın, Alın teri dökmeden köşe dönme hevesi Canına okur sonra, bak bizden söylemesi, Senin olmayan bir şey yürüteceksen unut Aklını başına al, sonra da kendini tut, Hırsızlığa kalkarsan, bir daha düşün yine, Başka şeyler bulursun çil altınlar yerine.
"Söylediğim gibi, burayı soymaya kalkanın fıttır-ması gerek," dedi Hagrid.
Gümüş kapının önünde bir çift cincüce eğilerek selamladı onları; uçsuz bucaksız mermer bir salona girdiler. Yüz kadar cincüce daha uzun mu uzun bir bankın arkasındaki yüksek taburelere oturmuş, kocaman hesap defterlerine bir şeyler yazıyor, pirinç terazilerde para tartıyor, merceklerle değerli taşlar inceliyordu. Salondan dışarı açılan sayılamayacak kadar çok kapı vardı daha, başka cincüceler de o kapılardan insani, "a yol gösteriyordu. Hagrid'le Harry banka yaklaştılar.
Hagrid, o anda iş yapmayan bir cincüceye, "Günaydın," dedi. "Mr Harry Potter'ın kasasından biraz para almaya geldik."
"Anahtarı yanınızda mı, efendim?"
"Buralarda bir yerde olacak," dedi Hagrid, ceplerini bankın üstüne boşaltmaya başladı, cincücenin hesap defterinin üstüne bir avuç yapış yapış köpek bisküvisi yayıldı. Burnunu kırıştırdı cincüce. Harry, sağlarındaki cincücenin herbiri kor büyüklüğünde bir yığın yakutu tartmasını seyrediyordu.
Sonunda, "Buldum," dedi Hagrid, küçücük bir altın anahtar gösterdi.
Cincüce anahtarı inceledi.
"Tamam görünüyor."
Hagrid, göğsünü şişirip böbürlenerek, "Profesör Dumbledore'dan da bir mektup getirdim," dedi. "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le ilgili."
Cincüce mektubu dikkatle okudu.
Sonra onu Hagrid'e uzatarak, "Peki," dedi. "Biri sizi iki kasaya da götürecek. Griphook!"
Griphook bir başka cincüceydi. Hagrid köpek bisküvilerini ceplerine doldurdu yine, Griphook'un arkasında, salondan dışarı açılan kapılardan birine yöneldiler.
Harry, "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen nedir?" diye sordu.
Hagrid, gizemli bir biçimde, "Söyleyemem," dedi. "Çok gizli. Hogwarts işi. Dumbledore bana güvendi. Söylersem görevimi kötüye kullanmış olurum."
Griphook onlara kapıyı açtı. Yine mermerle karşılaşacağını sanıyordu Harry, şaşırdı. Meşalelerin aydınlattığı daracık taş bir koridordaydılar. Dimdik aşağı iniyordu koridor, yerde incecik raylar vardı. Islık çaldı Griphook, raylar üstünde gıcırdayarak küçük bir araba geldi hemen. Arabaya bindiler -Hagrid biraz zorluk çekti gerçi- ve yola koyuldular.
Önce bulmacaya benzeyen dönemeçli geçitlerden ilerlediler. Harry unutmamaya çalıştı, sol, sağ, sağ, sol, orta çatal, sağ, sol, ama olanaksızdı bu. Zangırdayan araba yolu biliyor gibiydi, çünkü Griphook onu yönetmiyordu.
Harry'nin gözleri, çarpan soğuk hava yüzünden sızlıyordu; ama faltaşı gibi açık tuttu onları. Bir keresinde geçidin sonunda alevlerin yükseldiğini gördü sanki, bunun bir ejderha olup olmadığım anlamak için hemen arkasına döndü, ama geç kalmıştı - yerde ve tavanda kocaman sarkıtlar, dikitler bulunan bir yeraltı gölünden geçerek daha da derinlere daldılar.
Arabanın gürültüsünde sesini duyurmaya çalışarak, "Aklım ermiyor," dedi, "sarkıtla dikit arasındaki fark ne?"
"Sarkıtta 's' harfi var ya," dedi Hagrid. "Şimdi soru sorma bana. Galiba kusacağım."
Sahiden de yemyeşil olmuştu, araba sonunda geçit duvarındaki bir kapının yanında durduğunda, hemen fırladı Hagrid, dizlerinin titremesini önlemek için duvara yaslandı.
Griphook kapının kilidini açtı. İçeriden çıkan yeşil bir duman sardı ortalığı; dağılınca şaşkınlıktan yutkundu Harry. İçeride altın para kümeleri vardı. Gümüş tepecikleri. Küçük bronz Knutlardan oluşmuş tepecikler.
"Hepsi senin," diye gülümsedi Hagrid.
Hepsi Harry'nin - inanılacak gibi değildi. Durs-ley'ler bunu bilmiyorlardı anlaşılan, bilselerdi, göz açıp kapayıncaya kadar hepsine el koyarlardı. Boyuna yakınmazlar mıydı, Harry kendilerine ne kadar tuzluya patlıyor diye? Demek bu arada, Londra'nın taa derinlerine gömülü küçük bir servetin de sahibiydi.
Hagrid, Harry'nin torbaya biraz para koymasına yardımcı oldu.
"Altınlar Galleon," diye açıkladı. "On yedi gümüş Sickle bir Galleon eder, yirmi dokuz Knut da bir Sickle eder, o kadar basit. Tamam, o kadarı birkaç döneme yeter, gerisi burada kalsın, güven içinde." Griphook'a döndü. "Şimdi de yedi yüz on üç numaralı kasa, lütfen, biraz daha ağır gidebilir miyiz?"
Griphook, "Sadece tek hız var," dedi.
Gittikçe hızlanarak daha da derinlere iniyorlardı şimdi. Keskin dönemeçlerden geçtikçe hava söğüdü da söğüdü. Tangır tungur bir yeraltı çukurunu aştılar, Harry kenardan eğilip aşağıdaki karanlık çukurda ne olduğunu anlamaya çalıştı, ama Hagrid homurdanarak ensesine yapıştığı gibi çekti onu.
Yedi yüz on üçüncü kasanın anahtar deliği yoktu.
Griphook, kasılarak, "Geri durun," dedi. Uzun parmaklarından biriyle kapıyı okşadı; kapı eriyip gitti.
"Bunu Gringotts cincücelerinin dışında biri yapmaya kalkarsa, kapı onu emerek içeri çeker," dedi Griphook. "Oradan çıkamaz artık."
Harry, "İçeride biri var mı yok mu diye sık sık bakıyor musunuz?" diye sordu.
Griphook, pis sayılabilecek bir sırıtmayla, "Yaklaşık on yılda bir," dedi.
Harry, en sıkı önlemlerle korunan bu kasanın içinde olağanüstü bir şey olduğuna inanıyordu, eşsiz mücevherleri görmek için merakla eğildi - kasa, ilk bakışta boşmuş gibi geldi ona. Sonra kahverengi kâğıda sarılmış pis bir paket gördü yerde. Hagrid paketi alıp paltosunun içine koydu. Onun ne olduğunu öğrenmeye can atıyordu Harry, ama sormayı göze alamadı.
"Hadi bakalım," dedi Hagrid, "doğru cehennem arabasına - yolda da bir şey sorma bana, ağzımı açma-sam iyi olacak."
Çılgınca bir araba yolculuğundan sonra Grin-gotts'un önündeydiler yine, gün ışığından gözleri kamaşıyordu. Harry'nin bir torba parası vardı şimdi. Sevinçten nerelere koşacağını bilmiyordu. Kaç Galleon kaç para eder, bilmesi gerekmiyordu, hiç bu kadar parası olmamıştı - Dudley'nin bile ömür boyu kazandığından daha çoktu bu.
Hagrid, başıyla Madam Malkin'in Her Duruma Göre Cüppeleri’ni göstererek, "Şimdi bir forma alalım sana," dedi. "Bak, Harry, ben Çatlak Kazan'da bir tek atmaya tüysem kızmazsın ya? Şu Gringotts arabaları perişan ediyor beni." Hâlâ keyifsiz görünüyordu, Harry de Madam Malkin'in dükkânına tek başına girdi, tedirgindi.
Madam Malkin eflatunlar içinde, kısa boylu, güler yüzlü bir cadıydı.
Harry daha ağzını açarken, "Hogvvarts mı, güzelim?" dedi. "Her boydan var burada - şu anda bir delikanlıya da veriyoruz."
Dükkânın arkasında, bir taburenin üstünde solgun, sivri yüzlü bir çocuk duruyordu, bir başka cadı da onun uzun siyah cüppesini iğneliyordu. Madam Mal-kin onun yanındaki bir başka tabureye çıkardı Harry'yi, kafasından bir cüppe geçirip etek boyunu ayarlamak için iğnelemeye koyuldu.
"Merhaba," dedi çocuk, "sen de mi Hogwarts'a?"
"Evet," dedi Harry.
Çocuk, "Babam yanda kitap alıyor, annem de sokağın başındaki asalara bakıyor," dedi. Kelimeleri uzatarak bezgin bezgin konuşuyordu. "Sonra onları yarış süpürgeleri bakmaya götüreceğim. Birinci sınıftakilerin neden kendi süpürgeleri olmasın, anlamıyorum. Bir tane alsın diye babamı zorlarım, sonra da bir yolunu bulur, onu gizlice sokarım okula."
Harry hemen Dudleyi hatırladı.
Çocuk, "Senin kendi süpürgen var mı?" diye devam etti.
"Hayır," dedi Harry.
"Hiç Quidditch oynadın mı?"
Harry, "Hayır," dedi yine, Quidditch de neyin nesiydi acaba?
"Ben oynadım - Babam takıma seçilmezsem bunun düpedüz cinayet olacağını söylüyor. Bence de öyle. Hangi binada kalacağını biliyor musun?"
Her dakika daha da afallayan Harry, "Hayır," dedi.
"Zaten oraya gidinceye kadar kimse bilemez bunu, öyle değil mi, ama ben Slytherin'de kalacağımı biliyorum, bütün ailem orada kalmış - bir de Hufflepuff ta kaldığım düşünsene - tek dakika durmaz, hemen ayrılırdım. Sen olsan ayrılmaz miydin?"
"Hmm," dedi Harry, keşke daha ilginç bir şey söyleyebilseydim diye düşündü.
Çocuk, vitrini işaret ederek, "Hey, şu adama bak!" dedi ansızın. Hagrid duruyordu orada, Harry'ye sırıtıyor, içeri neden giremediğini belirtmek için de elindeki iki kocaman dondurma külahını gösteriyordu.
"O, Hagrid," dedi Harry, çocuğun bilmediği bir şeyi bildiğine seviniyordu. "Hogwarts'ta çalışıyor."
"Haa," dedi çocuk, "adını duymuştum. Bir çeşit uşak, değil mi?"
"Bekçi," dedi Harry. Her saniye daha az hoşlanıyordu çocuktan.
"Evet, öyle. Yabani biriymiş - okul bahçesinde bir kulübede yaşıyormuş, arada bir sarhoş olur, büyü yapmaya kalkar, yatağını ateşe verirmiş."
Harry, "Bence pırıl pırıl biri," dedi soğukça.
Çocuk, burun kıvırarak, "Öyle mi?" dedi. "Neden seninle birlikte? Annen baban nerede?"
Harry, "Öldüler," dedi kısaca. Çocukla bu konulara girmek istemiyordu.
"Özür dilerim," dedi çocuk, sesi pek de özür diler gibi çıkmıyordu. "Ama onlar da bizdendiler, değil mi?"
"Büyücüydüler, bunu soruyorsan eğer."
"Ötekileri aramıza almamalılar, öyle değil mi? Aynı değiliz, bizim gibi yetiştirilmemiş onlar. Düşünsene sen, bazıları mektup alıncaya kadar Hogvvarts'ın adını bile duymamış. Köklü büyücü ailelerin çocuklarını almalılar sadece. Sahi, senin soyadın ne?"
Harrynin yanıt vermesine fırsat kalmadan, "Tamam, güzelim," dedi Madam Malkin; Harry de, konuşmayı yarıda kestiği için özür dilemeye bile gerek görmeden tabureden atladı.
"Eh," dedi suratsız çocuk, "Hogwarts'ta görüşürüz herhalde."
Harry, Hagrid'in aldığı dondurmayı (çikolatalı, böğürtlenli, üstü fındıklı) yerken pek konuşmadı.
"Nen var?" dedi Hagrid.
Harry düpedüz yalan söyledi: "Yok bir şey." Parşömenle tüy kalem almak için durdular. Harry, yazdıkça rengi değişen bir şişe mürekkep bulduğu için keyiflenir gibi oldu. Dükkândan çıkarlarken, "Hagrid, Quidditch nedir?" diye sordu.
"Vay canına, Harry, ne kadar az şey bildiğini boyuna unutuyorum - daha Quidditch'ten bile haberin yok!"
"Keyfimi iyice kaçırma," dedi Harry. Madam Malkin'de rastladığı solgun yüzlü çocuğu anlattı Hagrid'e.
"- Muggle ailelerin çocukları okula alınmamalıymış -"
"Sen Muggle bir aileden gelmiyorsun ki. Senin kim olduğunu bileydi - ana babası büyücüyse eğer, senin adını ezber ederek büyümüştür - Çatlak Kazan'da da gördün. Her neyse, aklı mı erer onun, benim bildiğim büyücülerin en esaslılarından bazıları bile Muggle ailelerden gelme - ananı düşün! Bir de ananın kardeşine bak!"
" Quidditch nedir peki?"
"Spor. Büyücü sporu. Şey gibi - Muggle'lar dünyasının futbolu gibi bir şey - herkes bayılır Quidditch'e -havada oynanır, uçan süpürgeler üstünde, dört top vardır - kuralları anlatmak uzun iş şimdi."
"Peki, Slytherin'le Hufflepuff nedir?"
"Okul binaları. Dört tane var. Herkes Hufflepuff m beş para etmediğini söyler, ama -"
Harry, üzüntüyle, "Ben herhalde Hufflepuff tayım," dedi.
Hagrid, sır verir gibi, "Slytherin olacağına Hufflepuff olsun," dedi. "Sapıtan cadılar, büyücüler içinde Slytherin'de bulunmamış tek kimse yok. Biri de Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen' di."
"Vol- özür dilerim - Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Hogwarts'ta mıydı?"
"Yıllar yıllar önce," dedi Hagrid.
Flourish ve Blotts adlı bir dükkâna girip Harry'nin ders kitaplarını aldılar, raflar tavana kadar kitaplarla doluydu, deri ciltli, kaldırım taşı büyüklüğünde kitaplarla, ipek kapaklı, posta pulu kadar minik kitaplarla, garip simgelerle dolu kitaplarla, bazı kitapların içi ise bomboştu. Hiçbir şey okumayan Dudley bile bayılırdı bunlara. Hagrid, Harry'yi sürükleyerek, Profesör Vindictus Viridian'ın Lanetler ve Karşı-Lanetler (Arkadaşlarınızı Büyüleyin, Düşmanlarınızı En Yeni Öç Yöntemleriyle Çatlaan: Saç Dökülmesi, Bacak Titremesi, Dil Tutulması, daha neler neler) kitabından zorla uzaklaştırdı.
"Dudley'yi nasıl çatlatabilirim, onu bulmaya çalışıyordum."
"Fena fikir değil, ama özel durumlar dışında Mugg-le'lar dünyasında büyü kullanmak yasaktır," dedi Hag-rid. "Hem zaten daha beceremezsin, o düzeye gelinceye kadar çok çalışman, çok şey öğrenmen gerek."
Hagrid, Harry'nin altın bir kazan almasına da izin vermedi ("Listede kalaylı diyor"), ama güzel bir takım iksir ölçeğiyle açılır kapanır pirinç bir teleskop aldılar. Aktara gittiler sonra, dükkân o kadar etkileyiciydi ki, insan o berbat çürük yumurta ve lahana kokusunu bile duymuyordu. Yerde yapış yapış fıçılar vardı; duvarlara otlarla, kurutulmuş köklerle, parlak tozlarla dolu kavanozlar sıralanmıştı; tavandan hayvan dişleriyle kıvrık pençeler dizili ipler sarkıyordu. Hagrid tezgâhın arkasındaki adamdan Harry için bazı temel iksir malzemeleri isterken, Harry de tanesi yirmi bir Galleon'a satılan gümüş tek boynuzlu at boynuzlarını, minicik, parlak siyah böcek gözlerini (kepçesi beş Knut) inceliyordu.
Aktardan çıkınca Harry'nin listesine bir daha baktı
Hagrid.
"Bir tek asa kaldı - haa, sahi, daha doğum günü armağanını almadım.'"'
Harry kıpkırmızı kesildiğini fark etti.
"Bir şey alman gerekmez -"
"Ben de biliyorum, gerekmez. Bak, ne diyeceğim. Hayvanını ben alayım. Kurbağa olmaz, kurbağaların modası geceli yıllar oldu, herkes makaraya alır seni - kediler desen, hoşuma gitmez, beni aksırtırlar. Bir baykuş alayım sana. Bütün çocuklar baykuş ister, çok da işe yararlar, postacılıktın tut da her bir işi yaparlar."
Yirmi dakika sonra, hışırtılarla, kanat çırpışlarıyla, mücevher parlaklığında gözlerle dolu o karanlık Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkâr.ı'ndan çıkıyorlardı. Harry'nin elinde büyük bir kafes, kafesin içinde de başını kanadının altına sokmuş, uyuklayan çok güzel kar beyazı bir baykuş vardı. Tıpkı Profesör Quirrell gibi kekeleyerek teşekkür üstüne teşekkür etti Hagrid'e.
Hagrid, "Teşekküre değmez," dedi boğuk bir sesle. "Dursley'ler herhalde pek bir şey vermemişlerdir sana. Sadece Ollivander'ler kaldı şimdi - asa satılan tek yer orası, sana da en iyi asayı almalıyız."
Büyülü asa... Harry en çok bunu istiyordu.
Son dükkân daracıktı, külüstür mü külüstürdü. Kapının üstünde yaldızlı harflerle Ollivander'ler: Kusursuz Asa Yapımcıları - Kuruluşu: Î.Ö< 382 yazılıydı. Tozlu vitrindeki solmuş mor yastıkta bir tek asa duruyordu.
İçeri girerlerken dükkânın derinliklerinde bir çıngırak çaldı. Ufacık bir yerdi burası; bomboştu, ince bacaklı bir iskemleden başka bir şey yoktu. Hagrid de ona oturup beklemeye koyuldu. Harry, çok katı kuralları olan bir kitaplığa girmiş gibi bir duyguya kapıldı; aklına yeni gelen bazı soruları sormak yerine tavana kadar dizilmiş dar kutulara bakmayı yeğledi. Her nedense, ensesi kaşınıyordu. Buradaki toz ve sessizlik gizli bir büyüye karışmış gibiydi.
"İyi günler," dedi yumuşak bir ses. Harry sıçradı.
Hagrid de sıçramıştı herhalde, büyük bir çatırtı kopmuştu çünkü, o da ince bacaklı iskemleden hemen kalkmıştı.
Dükkânın loşluğunda ay gibi parıldayan kocaman, soluk gözleriyle yaşlı bir adam duruyordu karşılarında. Harry, çekinerek, "Merhaba," dedi. "Evet," dedi adam. "evet, evet. Sizi yakında göreceğimi biliyordum. Harry Potter." Soru değildi bu. "Gözleriniz annenizin gözlerine çekmiş. Daha dün gibi geliyor, o da buradaydı, ilk asasını almaya gelmişti. Yirmi altı santim uzunluğunda, incecik, söğütten yapılmış. Tılsım için çok uygun bir asa."
Mr Ollivander daha da yaklaştı Harry'ye. Keşke gözlerini kırpsa diye düşündü Harry. O gümüş rengi gözler insanı ürpertiyordu.
"Ama babanız maun bir asa beğenmişti. Yirmi dokuz santim. Esnek. Biraz daha güçlü, biçim değiştirmek için birebir. Evet, babanız onu seçmişti - aslına bakarsanız, asa büyücüyü seçer tabii."
Mr Ollivander o kadar yaklaşmıştı ki, Harry'yle burun buruna gelmişlerdi neredeyse. Harry, o sisli gözlerde kendi yansımasını görüyordu. "Demek burası..." Mr Ollivander, uzun, beyaz parmağıyla Harry'nin
alnındaki şimşek izine dokundu.
"Yazık," dedi usulca, "bunu yapan asayı da ben satmıştım. Otuz dört santim. Porsuk. Güçlü bir asa, çok güçlü, yanlış ellere geçerse... Eğer o asanın dünyada ne gibi işlerde kullanılacağını kestirebilseydim..."
Başını iki yana salladı, derken Hagrid'i gördü, Harry de bir oh çekti.
"Rubeus! Rubeus Hagrid! Seni yeniden görmek ne güzel... Meşe, kırk buçuk santim, oldukça esnek, öyle değil miydi?"
"Evet, efendim, öyleydi," dedi Hagrid.
"Güzel asaydı doğrusu. Ama seni kovduklarında ortasından kırdılar, değil mi?" dedi Mr Ollivander, birdenbire sertleşmişti.
Ayaklannı sallayarak, "Şey - evet, kırdılar," dedi Hagrid. Sonra coşkuyla, "Ama parçaları hâlâ bende," diye ekledi.
Mr Ollivander, azarlarcasına, "Kullanmıyorsun ya?" dedi.
Hagrid, "Hayır, efendim," dedi hemen. Harry, onun konuşurken pembe şemsiyesine sımsıkı yapıştığını fark ermişti.
Mr Ollivander, Hagrid'e dik dik bakarak, "Hmmm," dedi. "Eh - Mr Potter. Bir bakalım." Üstü gümüş çizgili uzun bir mezura çıkardı cebinden. "Asa kolunuz hangisi?"
"Şey - ben sağ elimi kullanırım," dedi Harry.
"Uzatın kolunuzu. Tamam." Harr^nin omuzundan parmağına, bileğinden dirseğine, omuzundan ayak ucuna, dizinden koltuk altına ölçüsünü aldı. Sonra da kafasının çevresini ölçtü. Ölçü alırken, "Her Ollivander asasında güçlü bir büyü özü vardır, Mr Potter," dedi. "Biz tek boynuzlu at kulan, anka telekleri, ejderha yü-reği tellerini kullanırız. Ollivander asaları hiç birbirine benzemez, tek boynuzlu atların, ejderhaların, ankalarm birbirlerine benzemedikleri gibi. Tebii başka büyücü asalarından aynı sonucu alamazsınız '
Harry birdenbire fark etti: Burun deliklerinin arasını ölçen mezura bu işi kendi kendine yapıyordu. Mr Ollivander rafları karıştırıyor, kutular indiriyordu.
"Yeter," dedi, mezura da gevşeyerek yere yığılıver-di. “Peki öyleyse, Mr Potter. Şunu deneyin. Kayınağacı ve ejderha yüreği tellerinden. Yirmi üç santim. Güzel ve esnek. Tutup şöyle bir sallayın.”
Harry asayı aldı ve (bu işi aptalca bularak) havada salladı, ama Mr Ollivander hemen kaptı.
"Akçaağaç ve anka teleği. On sekiz santim. Vızıldar. Deneyin-"
Harry denemeye kalktı - ama daha havaya kaldırırın Mr Ollivander asayı çekti aldı.
(avı, ha ı - bunu alın, abanoz ve tek boynuzlu a,. Yirmibeş DU v * ^ santim esnek. Hadi, hadi, dene.”
Harry dene un u . . .j uv Mr Ollivander'in ne beklediğini Harry rru hıx" b* ~n ordu Oe.ıediği asalar yığını ince bacaklı ıskeou -i > oûvudükre Duyuyordu Mr Ollivander asa çıkardıkça artıyordu.
' Tr müşteri ha"* Merak , Mr Ollivander erdr en bulaca - oak^-n şjino -eve. ned^r ol--' ^ • jı bı* kar-^u. - dikeri, defno ve parmaklarında. Başının üstüne kaldırdı onu, tozlu havada vınlatarak indirdi; asanın ucundan hava fişekleri gibi kırmızı, altın rengi kıvılcımlar fışkırdı, duvarlarda oynaşan ışıklar belirdi. Hagrid sevinç çığlıkları atarak el çırptı; Mr Ollivander, "Ah, bravo!" diye bağırdı. "Evet, tamam, ah, çok güzel. Vay, vay, vay... ne tuhaf... ne kadar tuhaf..."
Harry'nin asasını kutusuna koydu yine, kahverengi kâğıda sardı; bir yandan da, 'Tuhaf... tuhaf..." diye mırıldanıyordu.
"Özür dilerim," dedi Harry, "nedir tuhaf olan?"
Mr Ollivander soluk bakışlarım Harry'ye dikti.
"Sattığım her asayı hatırlarım, Mr Potter. Tek tek hepsini. Teleği asanızda olan anka, bir başka telek daha vermişti - bir tek telek. Kaderinize bu asanın düşmesi çok tuhaf, çünkü sizde o izi bırakan bunun kardeşiydi."
Harry yutkundu.
"Evet, otuz dört santim. Porsuk. Böyle şeylerin olması gerçekten tuhaf. Unutmayın, asa büyücüyü seçer... Sizden büyük işler beklememiz gerektiğini düşünüyorum, Mr Potter... Ne de olsa, Adı Anılmaması Gereken Kişi büyük işler başarmıştı - korkunç, evet, ama büyük işler."
Harry ürperdi. Mr Ollivander'den pek de hoşlandığını sanmıyordu. Asa için yedi altın Galleon verdi, Mr Ollivander de yerlere kadar eğilerek onları geçirdi.
Akşam güneşi iyice alçalmıştı gökte, Harry ile Hagrid Diagon Yolu'ndan indiler; duvardan, sonra da artık boşalmış Çatlak Kazan'dan geçtiler. Yolda yürürlerken hiç konuşmadı Harry; metroda herkesin kendilerine nasıl şaşkınlıkla baktıklarını bile fark etmedi; elleri garip paketlerle doluydu, üstüne üstlük bir de uyuklayan baykuş vardı Harry'nin kucağında. Yürüyen merdivenden Paddington İstasyonu'na çıktılar; Harry, ancak Hagrid omzuna vurduğunda anladı nerede olduklarını.
“Tren kalkmadan iki lokma bir şey yemeye vaktimiz var” dedi Hagrid.
Harry'ye bir hamburger aldı, yemek için plastik koltuklara oturdular. Harry boyuna çevresine bakıyordu. Her şey nedense garip görünmeye başlamıştı.
"iyisin ya, Harry? Pek sessiz duruyorsun," dedi Hagrid.
Harry anlatabileceğini pek sanmıyordu. Yaşamının en güzel doğum gününü geçirmişti - yine de - hamburgerini kemirerek uygun sözleri bulmaya çalıştı.
"Herkes özel biri olduğumu düşünüyor," dedi sonunda. "Çatlak Kazan'dakiler, Profesör Quirrell, Mr Ollivander... ama büyü konusunda hiçbir şey bilmiyorum. Nasıl büyük şeyler bekleyebilirler benden? Ünlüyüm, neden ünlü olduğumu da bilmiyorum. Vol - özür dilerim - annemle babamın öldüğü gece neler oldu, hiç hatırlamıyorum."
Hagrid masadan eğildi. O yabani saçlarının, kaşlarının arkasında sımsıcak bir gülümseme vardı.
"Merak etme, Harry. Kısa zamanda öğrenirsin. Herkes Hogwarts'ta işe sıfırdan başlar, takma kafanı. Kendin ol, yeter. Biliyorum, kolay değil bu. Öne çıkarıldın, çetin iş. Ama Hogvvarts'ta çok güzel vakit geçireceksin - ben geçirdim - aslına bakarsan, hâlâ geçiriyorum."
Hagrid, Harry'yi trene bindirdi. Tren Dursley'lere götürecekti onu. Eline de bir zarf tutuşturdu.
"Hogwarts'a biletin," dedi. "Eylülün ilk günü -King's Cross - hepsi bilette yazılı. Dursley'lerle bir sorunun olursa, baykuşunla hemen bir mektup yolla, beni nerede bulacağını bilir... Yakında görüşürüz, Harry."
Tren istasyondan ayrıldı. Harry, gözden yok oluncaya kadar bakmak istedi Hagrid'e; koltuğundan kalkıp burnunu pencereye dayadı, gözlerini kırpıştırdı, Hagrid gitmişti.

BÖLÜM 5- Diagon Yolu

Harry ertesi sabah erkenden uyandı. Ortalığın aydınlandığını biliyordu, ama yine de gözlerini sımsıkı kapalı tuttu.
Kendi kendine, kesin bir biçimde, "Bir düştü bu," dedi. "Hagrid adında bir dev gördüm düşümde, geldi, büyücülük okuluna gideceğimi söyledi. Gözlerimi açınca kendimi evdeki dolapta bulacağım."
Bir şeye hızlı hızlı vurulduğunu duydu ansızın. Yüreği daralarak, "İşte Petunia Teyze, kapıya vuru-v ör," diye duşundu, yüreği sıkıştı. Ama gözlerini açmadı yine. Düş öyle güzeldi ki. Tak. Tak. Tak.
“Peki” diye mırıldandı. "Kalkıyorum." Doğruldu, doğrulur doğrulmaz da Hagrid'in ağır ÎMJÎO^U duştu u-.runden. Kulübe güneş içindeydi, fırtına dinmişti, Hagrid kırık kanepede uyumaktaydı, pencerede de bir baykuş vardı, gagasına bir gazete sıkıştırmış, pençesiyle cama vuruyordu.
Ayağa fırladı Harry, öylesine mutluydu ki, sanki içinde kocaman bir balon şişiyordu. Dosdoğru pencereye gidip camı açtı. Baykuş içeri süzüldü, gazeteyi hâlâ uyumakta olan Hagrid'in üstüne bıraktı. Yere kondu sonra, Hagrid'in paltosuna saldırdı.
"Yapma."
Baykuşu kovalamaya çalıştı Harry, ama baykuş öfkeyle gagasını gösterdi ona, paltoyu didiklemeyi sürdürdü.
Harry, yüksek sesle, "Hagrid!" dedi. "Bir baykuş var -"
Kanepeye doğru, "Parasını ver," diye homurdandı Hagrid.
"Ne?"
"Gazete getirdi ya, para istiyor. Ceplerime bak."
Hagrid'in paltosu ceplerden oluşmuştu sanki -anahtar desteleri, tüfek saçmaları, iplik yumakları, nane şekerleri, çay poşetleri... sonunda bir avuç garip görünümlü bozukluk çıkardı Harry.
Hagrid, uykulu uykulu, "Beş Knut ver ona," dedi.
"Knut mu?"
"O küçük bronzlardan."
Harry küçük bronz paralardan beş tane saydı, parayı koyabilsin diye, küçük deri bir kese bağlı bacağını uzattı baykuş. Sonra açık pencereden uçup gitti.
Hagrid yüksek sesle esnedi, doğrulup gerindi.
"En iyisi, biz yola düşelim, Harry, yapılacak çok iş var bugün, daha Londra'ya gidip okul malzemesi alacağız"
Harry büyücü paralarım evirip çeviriyor, onlara bakıyordu. Bir şey gelmişti aklına, gelir gelmez de içindeki balon püf diye sönüvermişti.
"Şey-Hagrid..."
Koca çizmelerini giymekte olan Hagrid, "Ha?" dedi.
"Hiç param yok - dün gece Vernon Enişteyi de duydun - okula gidip büyü öğrenmem için para vermeyecek."
Ayağa kalkıp kafasını kaşıyarak, "Merak etme," dedi Hagrid. "Ana baban sana bir şey bırakmadılar mı sanıyorsun?"
"Ama evleri yerle bir olduysa -"
"Altınlarını evde tutmuyorlardı ki, yavrum! İlk durağımız Gringotts, Büyücüler Bankası. Bir sosis alsana, daha soğuyup kaskatı olmamış - eh, ben de senin doğum günü pastandan bir lokma yiyeyim bari."
"Büyücülerin bankaları mı var?"
"Bir tek Gringotts. Cincüceler işletiyor."
Harry elindeki sosis parçasını yere düşürdü.
"Cincüceler mi?"
"Haa - benden söylemesi, soymaya heveslenmek için adamın fıttırması gerek. Cincücelere bulaşılmaz, Harry. Bir şeyi emanet etmek istiyorsan, Gringotts dünyanın en güvenli yeri - Hogwarts'ı saymazsak. Zaten Gringotts'a gidecektim. Dumbledore dediydi. Hogwarts'ın bir işi için." Şöyle bir kabardı Hagrid. "Önemli işleri bana yükler hep. Seni götürmek - Gringotts'tan birtakım şeyler almak - anlıyorsun ya, bana güvenir.
"Her şey hazır mı? Hadi öyleyse."
Harry kayaya kadar Hagrid’i izledi. Hava oldukça açıktı şimdi, deniz güneş ışığıyla parlıyordu. Vernon Enişte'nin tuttuğu kayık hâlâ oradaydı, fırtına yüzünden suyla dolmuştu.
Harry, çevrede bir başka kayık aranarak, "Nasıl geldin buraya?" diye sordu.
"Uçtum," dedi Hagrid.
"Uçtun mu?"
"Haa - sonra konuşuruz bunu. Şimdi yanımda sen varken büyü yapmama izin yok."
Kayığa bindiler, Harry Hagrid'e bakıyordu hâlâ, onun nasıl uçtuğunu gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
Hagrid, çoğu zaman yaptığı gibi, Harry'ye yan gözle bakarak, "Şimdi kürek çekmek de ayıp olacak yani," dedi. "Ben tutup da - şey - işleri azıcık hızlandırsam, bundan Hogwarts'ta söz etmezsin, değil mi?"
Biraz daha büyü görme hevesine kapılan Harry, "Elbette etmem," dedi. Hagrid pembe şemsiyeyi çıkardı yine, ucayla kayığın kenarına iki kere vurdu, karaya doğru hızla ilerlemeye başladılar.
Harry, "Gringotts'u soymaya kalkışmak için adamın niye fıttırması gerek?" diye sordu.
"Büyüler - tılsımlar," dedi Hagrid, konuşurken gazetesini açtı. "Kasaları ejderhalar koruyormuş. Üstelik bir de yolu bulacaksın - Gringotts Londra'nın yüzlerce kilometre altında. Metronun taa altında. Orayı soyup malı götürsen bile çıkıncaya kadar açlıktan olursun."
Hagrid gazetesini, Gelecek Postası'nı okurken, Harry oturmuş düşünüyordu. Vernon Enişte insanların bu işi yaparken rahat bırakılmalarını söylerdi hep, ama hiç de kolay değildi bu, kendim bildi bileli, Harry'nin kafasında hiç bu kadar çok soru doğmamıştı.
Hagrid, sayfayı çevirerek, "Sihir Bakanlığı her zamanki gibi işleri karman çorman ediyor," dedi.
Harry kendini tutamadı artık, "Sihir Bakanlığı da mı var?" diye sordu.
"Elbet," dedi Hagrid. "Dumbledore'un Bakan olmasını istedilerdi, ama Hogwarts'ı bırakmak istemediği için, Bakanlık ihtiyar Cornelius Fudge'a kaldı. Gelmiş geçmiş en büyük beceriksiz. Her sabah baykuşlar salıyor Dumbledore'a, Öğüt istiyor."
"Peki ama Sihir Bakanlığı'nın görevi ne?" "Asıl görevi, ülkede cadıların, büyücülerin olduğunu Muggle'lardan gizlemek." "Neden?"
"Neden mi? Neden olacak, Harry, herkes sorunlarını çözmek için büyü peşinde koşar da ondan. Yok yok, biz bize kalalım, daha iyi."
O sırada usulca rıhtıma çarptı kayık. Hagrid gazetesini katladı, taş basamakları tırmanıp sokağa çıktılar.
Küçük kentte istasyona doğru yürürlerken, gelip geçenler gözlerini Hagrid'e dikiyorlardı. Harry suçlayamıyordu onları. Herkesten en az iki kat uzun olması bir yana, parkmetre gibi sıradan şeyleri göstererek, yüksek sesle, "Gördün mü şunu, Harry?" diyordu. "Muggle'lar da kafalarını nelere çalıştırıyor!"
Ona ayak uydurmak için koşmak zorunda kalan Harry, soluk soluğa, "Hagrid," dedi, "Gringotts'ta ejderhalar olduğunu mu söylemiştin?"
"Eee, rivayet öyle," dedi Hagrid. "Off, bir ejderham olmasını amma da isterdim."
"Ejderhan olmasını mı isterdin?"
"Çocukluğumdan beri - geldik işte."
İstasyona varmışlardı. Beş dakika sonra bir tren kalkacaktı Londra'ya. "Muggle parası" dediği şeye akıl erdiremeyen Hagrid, biletleri alsın diye banknotları Harry'ye verdi.
Herkes trende daha çok baktı onlara. Hagrid iki koltuk kaplıyordu; oturduğu yerde kanarya sarısı sirk çadırına benzer bir şey örmeye koyuldu.
İlmekleri sayarak, "Mektubun yanında mı?" diye sordu Harry'ye.
Harry cebinden parşömen zarfı çıkardı.
"İyi," dedi Hagrid. "Sana gereken şeylerin bir de listesi olacak."
Harry bir gece önce gözünden kaçmış ikinci bir kâğıdı açarak okudu:
HOGWARTS CADILIK VE BÜYÜCÜLÜK OKULU
Forma
Birinci sınıf öğrencileri için gerekli eşyalar:
ı. Üç takım düz iş cüppesi (siyah)
2. Sivri uçlu düz bir gündelik şapka (siyah)
3. Bir çift koruyucu eldiven (ejderha der isi ya da benzeri)
4. Kışlık bir pelerin (siyah, gümüş tokalı)

Bütün öğrencilerin elbiselerinde adlan yazılı künyeler alacaktır.
Ders Kitapları
Bütün öğrenciler aşağıda belirlileri kitaplardan birer
tane edinecektir:
ı. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı (Miranda Goshavvk)
Sihir Tarihi (Bathilda Bagshot)
Sihir Kuramı (Adalbert VVaffling)
Biçim Değiştirme için İlk Adım (Emerle Switch)
Bin Bir Büyülü Ot ve Mantar (Phyllida Spore)
Sihirli Yiyecek ve içecekler (Arsenius Jigger)
Olağandışı Yaratıklar ve Yaşadıkları Yerler (Newt
Scamander)
Karanlık Güçler: Kendini Savunma El Kitabı (Quentin Trimble)
Öteki Gereçler
1 asa
1 kazan (kalaylı, orta boy)
1 takım cam ya da kristal şişe
1 teleskop
1 takım pirinç ölçek
Öğrenciler bir baykuş YA DA bir kedi YA DA bir kurbağa getirebilirler.
VELÎLERİN DİKKATİNE. BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN SÜPÜRGELERİNİ KULLANMALARI YASAKTIR.
Harry, şaşkınlıkla, "Bütün bunları Londra'da bulabilir miyiz?" diye sordu.
"Gideceğin yeri biliyorsan, elbet," dedi Hagrid.
Harry Londra'ya hiç gitmemişti. Hagrid yolu biliyor gibiydi, ama daha önce hep alışılmadık biçimlerde yolculuk ettiği de apaçık ortadaydı. Metroda turnikeye sıkıştı, trene binince de koltukların küçüklüğünden, çok ağır gittiklerinden yakındı.
Kırık dökük bir yürüyen merdivenden çıkıp da kendilerini iki yanı mağazalar sıralı cıvıl cıvıl bir yola attıklarında, "Muggle'lar büyüsüz nasıl beceriyorlar, aklım ermiyor," dedi.
Öylesine iriydi ki Hagrid, kalabalığı kolayca yarıyordu; Harry'nin bütün yaptığı, onun hemen arkasından yürümekti. Kitapçıların, müzik mağazalarının, hamburger büfelerinin, sinemaların önünden geçtiler, ama hiçbir yerde büyülü asalar satıldığına dair bir belirti yoktu. Sıradan insanlarla dolu sıradan bir sokaktı bu. Kilometrelerce aşağıda büyücülerin altın yığınları gömülü müydü gerçekten? Büyü kitapları, süpürgeler satan dükkânlar var mıydı? Yoksa bütün bunlar Dursley'lerin başlarının altından çıkan koca bir şaka mıydı? Harry, Dursley'lerin gülmekle uzaktan yakından ilgileri olmadığını bilmeseydi öyle düşünürdü belki, yine de Hagrid'in anlattıkları da pek inanılacak gibi değildi. Ama Harry ister istemez ona güveniyordu.
Hagrid, durarak, "İşte," dedi. "Çatlak Kazan. Ünlü bir yerdir."
Ufacık, köhne bir meyhaneydi burası. Hagrid eliyle göstermeseydi, Harry farkına bile varmayacaktı onun. Hızla gelip geçenler meyhaneye bakmıyorlardı bile. Bir yanındaki büyük kitapçıdan öteki yanındaki plakçıya kayıyordu gözleri, Çatlak Kazan'ı sanki hiç görmüyorlardı. Garip bir duygu uyandı Harry n u içinde, sanki meyhaneyi sadece Hagrid'le kendisi görmekteydi. Daha bu duygusunu dile getiremeden, Harıid onu içeriye sürükledi.
Ünlü bir yer için çok karanlıktı Çatlak Kazan, dökülüyordu. Bir köşede üç beş yaşlı kadın oturmuş, beyazşarap içiyordu. İçlerinden biri upuzun tir pipo tüttürmekteydi. Silindir şapkalı ufak tefek bir adam, saçları iyice dökülmüş, yapış yapış bir cevize benzeyen yaşlı barmenle konuşuyordu. İçeri girdiklerinde mırıltılar durdu. Herkes Hagrid'i tanıyor gibiydi; el sallayıp gülümsediler ona; barmen, bir kadehe uzanarak. “Her zamankinden mi, Hagrid?" dedi.
Hagrid, koca elini Harry'nin sırtına vurup onu sendeleterek, "İçemem, Tom," dedi. "Hogwarts görevi başındayım."
Gözlerini Harry'ye dikerek, "Yoksa," dedi barmen, "sakın bu-bu-?"
Çatlak Kazan derin bir sessizliğe gömüldü birden-bire.
Yaşlı barmen, "Vay canına!" diye fısıldadı. "Harry Potter... ne büyük bir onur."
Tezgâhın arkasından fırladı, gözleri yaşlı, Harry'nin yanma koşup elini yakaladı.
"Hoş döndünüz, M- Potter, hoş döndünüz."
Harry ne diyeceğini bilemedi. Herkes ona bakıyordu. Pipolu kadın, söndüğünün farkında bile olmadan, piposunu püfleyip duruyordu. Işıl ışıldı Hagrid.
Derken, iskemle gıcırtıları yükseldi, Harry kendini Çatlak Kazan'da herkesle tokalaşırken buldu.
"Ben Doris Crockford, Mr Potter, sonunda sizi gördüğüme inanamıyorum.'
"Öyle mutluyum ki, Mr Potter, öyle mutluyum ki!"
"Hep elinizi sıkmak istemişimdir - kalbim duracak!"
"Nasıl sevindim, anlatamam, Mr Potter. Adım Diggle. Dedalus Diggle."
"Sizi daha önce görmüştüm!" dedi Harry; Dedalus Diggle heyecandan silindir şapkasını düşürdü. "Bir mağazada bana selam vermiştiniz."
Çevresindekilere bakarak, "Hatırlıyor!" diye bağırdı Dedalus Diggle. "Duydunuz mu? Beni hatırlıyor!"
Harry herkesle tokalaştı da tokalaştı - Doris Crockford tokalaştıktan sonra hep sıraya giriyordu yine.
Soluk yüzlü bir delikanlı, tedirgin, yaklaştı. Gözlerinden biri seğiriyordu.
"Profesör Quirreil!" dedi Hagrid. "Harry Profesör Quirrell Hogvvarts'taki öğretmenlerinden biri."
Harry'nin eline yapışarak, "P-P-Potter," diye kekeledi Profesör Quirrell, "si-sizi ta-tanıdığıma ne kadar se-sevindim, anlatamam."
"Ne tür büyü öğretiyorsunuz, Profesör Quirrell?
"Ka-Ka-Karanlık Sanatlara Karşı Sa-Savunma," diye mırıldandı Profesör Quirrell, şimdi bu konu üstünde durmak istemiyordu sanki. "Si-sizin için ge-gerekmez, ha, P-P-Potter?" Tedirgin tedirgin güldü. "Ma-malze-menizi alacaksınız herhalde? Be-ben de vampirler üs-üstüne bir ki-kitap almaya geldim." Vampir sözünden bile tüyleri ürpermişe benziyordu.
Ötekiler, Profesör Quirrei'nin Harry'yi esir almasına izin vermediler. Hepsinden kurtulmak ise yaklaşık on dakika sürdü. Sonunda, Hagrid bütün o gürültüde sesini duyurabildi.
"Gitmemiz gerek - alacak çok şey var. Hadi, Harry."
Doris Crockford Harry'nin elini son kere sıktı, öne düştü Hagrid, tezgâhın arkasından geçip, içinde bir çöp tenekesiyle ayrık otlarından başka bir şey olmayan, duvarlarla çevrili küçük bir avluya çıktılar.
Hagrid, Harry'ye sırıttı.
"Söylemedim miydi sana? Nasıl ünlü olduğunu söyledimdi. Seni görünce Profesör Quirrell'm bile eli ayağı tutuldu - laf aramızda, hep zangır zangır titrer."
"Hep tedirgin midir böyle?"
"Haa, elbet. Zavallıcık. Parlak zekâ. Kitaplardan çalışıp öğrenirken iyiydi, bir şeyi yoktu, ne zaman ki bir yıl izin alıp uygulamaya geçti... Kara Orman'da vampirlerle karşılaşmış, öyle diyorlar, cadalozun tekiyle de başı derde girmiş - ondan sonra eskisi gibi olamadı artık. Öğrencilerinden korkar, kendi öğrettiği dersten bile korkar - haydaa, nerede benim şemsiyem?"
Vampirler? Cadalozlar? Kafası karmakarışık olmuştu Harry'nin, o arada Hagrid çöp tenekesinin yanındaki duvarda tuğlaları saymaya koyulmuştu.
"Üç yukarı... iki sağa... " diye mırıldandı. "Tamam, çekil biraz, Harry."
Şemsiyesinin ucuyla duvara üç kere vurdu.
Dokunduğu tuğla şöyle bir titredi - oynadı - küçük bir delik belirdi ortasında - delik büyüdü, büyüdü - bir saniye sonra Hagrid'in bile geçebileceği kemerli bir geçitteydiler. Geçit, kıvrıla kıvrıla uzayıp gözden yok olan taş döşeli bir sokağa açılıyordu.
"Diagon Yolu'na hoş geldin," dedi Hagrid.
Harry'nin şaşkınlığı karşısında sırıttı. Kemerin altından geçtiler. Harry kafasını çevirip arkasına baktı hemen, delik bir anda kapanmış, kemer yine sapasağlam bir duvar oluvermişti.
En yakın dükkânın önündeki kazanlar gün ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Üstlerindeki tabelada Kazanlar -Her Boy - Bakır, Pirinç, Kalay, Gümüş - Otomatik Karıştırmak - Katlanır yazılıydı.
"Bir tane alacağız sana," dedi Hagrid. "Ama önce parayı almamız gerek."
Keşke sekiz gözüm daha olsaydı diye düşünüyordu Harry. Sokakta yürürken başını her yana çeviriyor, bir anda her şeyi görmeye çalışıyordu: dükkânları, önlerindeki eşyaları, alışveriş eden insanları. Tombul bir kadının yanından geçtiler; kadın aktarın önünde başını iki yana sallayarak söyleniyordu: "Ejderha ciğeri, gramı on yedi Sickle, çıldırmış bunlar..."
Üstünde Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkânı - Yırtıcı, Uysal, Boz, Kahverengi, Karbeyazı Baykuşlar yazan karanlık bir dükkândan belli belirsiz baykuş ötüşleri geliyordu. Harry'nin yaşıtı birkaç çocuk, burunlarını süpürgelerin sergilendiği bir vitrine yapıştırmışlardı. Harry, içlerinden birinin, "Bak," dediğini duydu, "yeni Nimbus İki Bin - bundan hızlısı yok -" Cübbe satılan, teleskop satılan, Harry'nin daha önce hiç görmediği garip gümüş gereçler satılan dükkânlar, yarasa dalaklarıyla, yılanbalığı gözleriyle dolu fıçıların, cilt cilt kitap yığınlarının, tüy kalemlerin, parşömen rulolarının, iksir şişelerinin, ay kürelerinin sergilendiği vitrinler...
"Gringotts," dedi Hagrid.
Öteki küçük dükkânların tepesinde yükselen karbe-yazı bir binaya gelmişlerdi. Pırıl pırıl tunç kapıların önünde, sırmalı kız üniformasıyla bir -
"Evet, bir ciddice bu," dedi Hagrid; beyaz taş merdiveni çıktılar sessizce. Cincüce, Harry'den bir kanş daha kısaydı. Esmer bir yüzü, zeki bakışları, sivri bir sakalı vardı; parmaklarıyla ayaklarının çok uzun olduğunu fark etti Harry. İçeri girerlerken, cincüce eğilerek selam verdi, ikinci bir kapının önündeydiler şimdi, bu kapı gümüştendi, üstünde şunlar yazılıydı:
Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın Kendini koyverip de hırsa kapılmayasın, Alın teri dökmeden köşe dönme hevesi Canına okur sonra, bak bizden söylemesi, Senin olmayan bir şey yürüteceksen unut Aklını başına al, sonra da kendini tut, Hırsızlığa kalkarsan, bir daha düşün yine, Başka şeyler bulursun çil altınlar yerine.
"Söylediğim gibi, burayı soymaya kalkanın fıttır-ması gerek," dedi Hagrid.
Gümüş kapının önünde bir çift cincüce eğilerek selamladı onları; uçsuz bucaksız mermer bir salona girdiler. Yüz kadar cincüce daha uzun mu uzun bir bankın arkasındaki yüksek taburelere oturmuş, kocaman hesap defterlerine bir şeyler yazıyor, pirinç terazilerde para tartıyor, merceklerle değerli taşlar inceliyordu. Salondan dışarı açılan sayılamayacak kadar çok kapı vardı daha, başka cincüceler de o kapılardan insani, "a yol gösteriyordu. Hagrid'le Harry banka yaklaştılar.
Hagrid, o anda iş yapmayan bir cincüceye, "Günaydın," dedi. "Mr Harry Potter'ın kasasından biraz para almaya geldik."
"Anahtarı yanınızda mı, efendim?"
"Buralarda bir yerde olacak," dedi Hagrid, ceplerini bankın üstüne boşaltmaya başladı, cincücenin hesap defterinin üstüne bir avuç yapış yapış köpek bisküvisi yayıldı. Burnunu kırıştırdı cincüce. Harry, sağlarındaki cincücenin herbiri kor büyüklüğünde bir yığın yakutu tartmasını seyrediyordu.
Sonunda, "Buldum," dedi Hagrid, küçücük bir altın anahtar gösterdi.
Cincüce anahtarı inceledi.
"Tamam görünüyor."
Hagrid, göğsünü şişirip böbürlenerek, "Profesör Dumbledore'dan da bir mektup getirdim," dedi. "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le ilgili."
Cincüce mektubu dikkatle okudu.
Sonra onu Hagrid'e uzatarak, "Peki," dedi. "Biri sizi iki kasaya da götürecek. Griphook!"
Griphook bir başka cincüceydi. Hagrid köpek bisküvilerini ceplerine doldurdu yine, Griphook'un arkasında, salondan dışarı açılan kapılardan birine yöneldiler.
Harry, "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen nedir?" diye sordu.
Hagrid, gizemli bir biçimde, "Söyleyemem," dedi. "Çok gizli. Hogwarts işi. Dumbledore bana güvendi. Söylersem görevimi kötüye kullanmış olurum."
Griphook onlara kapıyı açtı. Yine mermerle karşılaşacağını sanıyordu Harry, şaşırdı. Meşalelerin aydınlattığı daracık taş bir koridordaydılar. Dimdik aşağı iniyordu koridor, yerde incecik raylar vardı. Islık çaldı Griphook, raylar üstünde gıcırdayarak küçük bir araba geldi hemen. Arabaya bindiler -Hagrid biraz zorluk çekti gerçi- ve yola koyuldular.
Önce bulmacaya benzeyen dönemeçli geçitlerden ilerlediler. Harry unutmamaya çalıştı, sol, sağ, sağ, sol, orta çatal, sağ, sol, ama olanaksızdı bu. Zangırdayan araba yolu biliyor gibiydi, çünkü Griphook onu yönetmiyordu.
Harry'nin gözleri, çarpan soğuk hava yüzünden sızlıyordu; ama faltaşı gibi açık tuttu onları. Bir keresinde geçidin sonunda alevlerin yükseldiğini gördü sanki, bunun bir ejderha olup olmadığım anlamak için hemen arkasına döndü, ama geç kalmıştı - yerde ve tavanda kocaman sarkıtlar, dikitler bulunan bir yeraltı gölünden geçerek daha da derinlere daldılar.
Arabanın gürültüsünde sesini duyurmaya çalışarak, "Aklım ermiyor," dedi, "sarkıtla dikit arasındaki fark ne?"
"Sarkıtta 's' harfi var ya," dedi Hagrid. "Şimdi soru sorma bana. Galiba kusacağım."
Sahiden de yemyeşil olmuştu, araba sonunda geçit duvarındaki bir kapının yanında durduğunda, hemen fırladı Hagrid, dizlerinin titremesini önlemek için duvara yaslandı.
Griphook kapının kilidini açtı. İçeriden çıkan yeşil bir duman sardı ortalığı; dağılınca şaşkınlıktan yutkundu Harry. İçeride altın para kümeleri vardı. Gümüş tepecikleri. Küçük bronz Knutlardan oluşmuş tepecikler.
"Hepsi senin," diye gülümsedi Hagrid.
Hepsi Harry'nin - inanılacak gibi değildi. Durs-ley'ler bunu bilmiyorlardı anlaşılan, bilselerdi, göz açıp kapayıncaya kadar hepsine el koyarlardı. Boyuna yakınmazlar mıydı, Harry kendilerine ne kadar tuzluya patlıyor diye? Demek bu arada, Londra'nın taa derinlerine gömülü küçük bir servetin de sahibiydi.
Hagrid, Harry'nin torbaya biraz para koymasına yardımcı oldu.
"Altınlar Galleon," diye açıkladı. "On yedi gümüş Sickle bir Galleon eder, yirmi dokuz Knut da bir Sickle eder, o kadar basit. Tamam, o kadarı birkaç döneme yeter, gerisi burada kalsın, güven içinde." Griphook'a döndü. "Şimdi de yedi yüz on üç numaralı kasa, lütfen, biraz daha ağır gidebilir miyiz?"
Griphook, "Sadece tek hız var," dedi.
Gittikçe hızlanarak daha da derinlere iniyorlardı şimdi. Keskin dönemeçlerden geçtikçe hava söğüdü da söğüdü. Tangır tungur bir yeraltı çukurunu aştılar, Harry kenardan eğilip aşağıdaki karanlık çukurda ne olduğunu anlamaya çalıştı, ama Hagrid homurdanarak ensesine yapıştığı gibi çekti onu.
Yedi yüz on üçüncü kasanın anahtar deliği yoktu.
Griphook, kasılarak, "Geri durun," dedi. Uzun parmaklarından biriyle kapıyı okşadı; kapı eriyip gitti.
"Bunu Gringotts cincücelerinin dışında biri yapmaya kalkarsa, kapı onu emerek içeri çeker," dedi Griphook. "Oradan çıkamaz artık."
Harry, "İçeride biri var mı yok mu diye sık sık bakıyor musunuz?" diye sordu.
Griphook, pis sayılabilecek bir sırıtmayla, "Yaklaşık on yılda bir," dedi.
Harry, en sıkı önlemlerle korunan bu kasanın içinde olağanüstü bir şey olduğuna inanıyordu, eşsiz mücevherleri görmek için merakla eğildi - kasa, ilk bakışta boşmuş gibi geldi ona. Sonra kahverengi kâğıda sarılmış pis bir paket gördü yerde. Hagrid paketi alıp paltosunun içine koydu. Onun ne olduğunu öğrenmeye can atıyordu Harry, ama sormayı göze alamadı.
"Hadi bakalım," dedi Hagrid, "doğru cehennem arabasına - yolda da bir şey sorma bana, ağzımı açma-sam iyi olacak."
Çılgınca bir araba yolculuğundan sonra Grin-gotts'un önündeydiler yine, gün ışığından gözleri kamaşıyordu. Harry'nin bir torba parası vardı şimdi. Sevinçten nerelere koşacağını bilmiyordu. Kaç Galleon kaç para eder, bilmesi gerekmiyordu, hiç bu kadar parası olmamıştı - Dudley'nin bile ömür boyu kazandığından daha çoktu bu.
Hagrid, başıyla Madam Malkin'in Her Duruma Göre Cüppeleri’ni göstererek, "Şimdi bir forma alalım sana," dedi. "Bak, Harry, ben Çatlak Kazan'da bir tek atmaya tüysem kızmazsın ya? Şu Gringotts arabaları perişan ediyor beni." Hâlâ keyifsiz görünüyordu, Harry de Madam Malkin'in dükkânına tek başına girdi, tedirgindi.
Madam Malkin eflatunlar içinde, kısa boylu, güler yüzlü bir cadıydı.
Harry daha ağzını açarken, "Hogvvarts mı, güzelim?" dedi. "Her boydan var burada - şu anda bir delikanlıya da veriyoruz."
Dükkânın arkasında, bir taburenin üstünde solgun, sivri yüzlü bir çocuk duruyordu, bir başka cadı da onun uzun siyah cüppesini iğneliyordu. Madam Mal-kin onun yanındaki bir başka tabureye çıkardı Harry'yi, kafasından bir cüppe geçirip etek boyunu ayarlamak için iğnelemeye koyuldu.
"Merhaba," dedi çocuk, "sen de mi Hogwarts'a?"
"Evet," dedi Harry.
Çocuk, "Babam yanda kitap alıyor, annem de sokağın başındaki asalara bakıyor," dedi. Kelimeleri uzatarak bezgin bezgin konuşuyordu. "Sonra onları yarış süpürgeleri bakmaya götüreceğim. Birinci sınıftakilerin neden kendi süpürgeleri olmasın, anlamıyorum. Bir tane alsın diye babamı zorlarım, sonra da bir yolunu bulur, onu gizlice sokarım okula."
Harry hemen Dudleyi hatırladı.
Çocuk, "Senin kendi süpürgen var mı?" diye devam etti.
"Hayır," dedi Harry.
"Hiç Quidditch oynadın mı?"
Harry, "Hayır," dedi yine, Quidditch de neyin nesiydi acaba?
"Ben oynadım - Babam takıma seçilmezsem bunun düpedüz cinayet olacağını söylüyor. Bence de öyle. Hangi binada kalacağını biliyor musun?"
Her dakika daha da afallayan Harry, "Hayır," dedi.
"Zaten oraya gidinceye kadar kimse bilemez bunu, öyle değil mi, ama ben Slytherin'de kalacağımı biliyorum, bütün ailem orada kalmış - bir de Hufflepuff ta kaldığım düşünsene - tek dakika durmaz, hemen ayrılırdım. Sen olsan ayrılmaz miydin?"
"Hmm," dedi Harry, keşke daha ilginç bir şey söyleyebilseydim diye düşündü.
Çocuk, vitrini işaret ederek, "Hey, şu adama bak!" dedi ansızın. Hagrid duruyordu orada, Harry'ye sırıtıyor, içeri neden giremediğini belirtmek için de elindeki iki kocaman dondurma külahını gösteriyordu.
"O, Hagrid," dedi Harry, çocuğun bilmediği bir şeyi bildiğine seviniyordu. "Hogwarts'ta çalışıyor."
"Haa," dedi çocuk, "adını duymuştum. Bir çeşit uşak, değil mi?"
"Bekçi," dedi Harry. Her saniye daha az hoşlanıyordu çocuktan.
"Evet, öyle. Yabani biriymiş - okul bahçesinde bir kulübede yaşıyormuş, arada bir sarhoş olur, büyü yapmaya kalkar, yatağını ateşe verirmiş."
Harry, "Bence pırıl pırıl biri," dedi soğukça.
Çocuk, burun kıvırarak, "Öyle mi?" dedi. "Neden seninle birlikte? Annen baban nerede?"
Harry, "Öldüler," dedi kısaca. Çocukla bu konulara girmek istemiyordu.
"Özür dilerim," dedi çocuk, sesi pek de özür diler gibi çıkmıyordu. "Ama onlar da bizdendiler, değil mi?"
"Büyücüydüler, bunu soruyorsan eğer."
"Ötekileri aramıza almamalılar, öyle değil mi? Aynı değiliz, bizim gibi yetiştirilmemiş onlar. Düşünsene sen, bazıları mektup alıncaya kadar Hogvvarts'ın adını bile duymamış. Köklü büyücü ailelerin çocuklarını almalılar sadece. Sahi, senin soyadın ne?"
Harrynin yanıt vermesine fırsat kalmadan, "Tamam, güzelim," dedi Madam Malkin; Harry de, konuşmayı yarıda kestiği için özür dilemeye bile gerek görmeden tabureden atladı.
"Eh," dedi suratsız çocuk, "Hogwarts'ta görüşürüz herhalde."
Harry, Hagrid'in aldığı dondurmayı (çikolatalı, böğürtlenli, üstü fındıklı) yerken pek konuşmadı.
"Nen var?" dedi Hagrid.
Harry düpedüz yalan söyledi: "Yok bir şey." Parşömenle tüy kalem almak için durdular. Harry, yazdıkça rengi değişen bir şişe mürekkep bulduğu için keyiflenir gibi oldu. Dükkândan çıkarlarken, "Hagrid, Quidditch nedir?" diye sordu.
"Vay canına, Harry, ne kadar az şey bildiğini boyuna unutuyorum - daha Quidditch'ten bile haberin yok!"
"Keyfimi iyice kaçırma," dedi Harry. Madam Malkin'de rastladığı solgun yüzlü çocuğu anlattı Hagrid'e.
"- Muggle ailelerin çocukları okula alınmamalıymış -"
"Sen Muggle bir aileden gelmiyorsun ki. Senin kim olduğunu bileydi - ana babası büyücüyse eğer, senin adını ezber ederek büyümüştür - Çatlak Kazan'da da gördün. Her neyse, aklı mı erer onun, benim bildiğim büyücülerin en esaslılarından bazıları bile Muggle ailelerden gelme - ananı düşün! Bir de ananın kardeşine bak!"
" Quidditch nedir peki?"
"Spor. Büyücü sporu. Şey gibi - Muggle'lar dünyasının futbolu gibi bir şey - herkes bayılır Quidditch'e -havada oynanır, uçan süpürgeler üstünde, dört top vardır - kuralları anlatmak uzun iş şimdi."
"Peki, Slytherin'le Hufflepuff nedir?"
"Okul binaları. Dört tane var. Herkes Hufflepuff m beş para etmediğini söyler, ama -"
Harry, üzüntüyle, "Ben herhalde Hufflepuff tayım," dedi.
Hagrid, sır verir gibi, "Slytherin olacağına Hufflepuff olsun," dedi. "Sapıtan cadılar, büyücüler içinde Slytherin'de bulunmamış tek kimse yok. Biri de Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen' di."
"Vol- özür dilerim - Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Hogwarts'ta mıydı?"
"Yıllar yıllar önce," dedi Hagrid.
Flourish ve Blotts adlı bir dükkâna girip Harry'nin ders kitaplarını aldılar, raflar tavana kadar kitaplarla doluydu, deri ciltli, kaldırım taşı büyüklüğünde kitaplarla, ipek kapaklı, posta pulu kadar minik kitaplarla, garip simgelerle dolu kitaplarla, bazı kitapların içi ise bomboştu. Hiçbir şey okumayan Dudley bile bayılırdı bunlara. Hagrid, Harry'yi sürükleyerek, Profesör Vindictus Viridian'ın Lanetler ve Karşı-Lanetler (Arkadaşlarınızı Büyüleyin, Düşmanlarınızı En Yeni Öç Yöntemleriyle Çatlaan: Saç Dökülmesi, Bacak Titremesi, Dil Tutulması, daha neler neler) kitabından zorla uzaklaştırdı.
"Dudley'yi nasıl çatlatabilirim, onu bulmaya çalışıyordum."
"Fena fikir değil, ama özel durumlar dışında Mugg-le'lar dünyasında büyü kullanmak yasaktır," dedi Hag-rid. "Hem zaten daha beceremezsin, o düzeye gelinceye kadar çok çalışman, çok şey öğrenmen gerek."
Hagrid, Harry'nin altın bir kazan almasına da izin vermedi ("Listede kalaylı diyor"), ama güzel bir takım iksir ölçeğiyle açılır kapanır pirinç bir teleskop aldılar. Aktara gittiler sonra, dükkân o kadar etkileyiciydi ki, insan o berbat çürük yumurta ve lahana kokusunu bile duymuyordu. Yerde yapış yapış fıçılar vardı; duvarlara otlarla, kurutulmuş köklerle, parlak tozlarla dolu kavanozlar sıralanmıştı; tavandan hayvan dişleriyle kıvrık pençeler dizili ipler sarkıyordu. Hagrid tezgâhın arkasındaki adamdan Harry için bazı temel iksir malzemeleri isterken, Harry de tanesi yirmi bir Galleon'a satılan gümüş tek boynuzlu at boynuzlarını, minicik, parlak siyah böcek gözlerini (kepçesi beş Knut) inceliyordu.
Aktardan çıkınca Harry'nin listesine bir daha baktı
Hagrid.
"Bir tek asa kaldı - haa, sahi, daha doğum günü armağanını almadım.'"'
Harry kıpkırmızı kesildiğini fark etti.
"Bir şey alman gerekmez -"
"Ben de biliyorum, gerekmez. Bak, ne diyeceğim. Hayvanını ben alayım. Kurbağa olmaz, kurbağaların modası geceli yıllar oldu, herkes makaraya alır seni - kediler desen, hoşuma gitmez, beni aksırtırlar. Bir baykuş alayım sana. Bütün çocuklar baykuş ister, çok da işe yararlar, postacılıktın tut da her bir işi yaparlar."
Yirmi dakika sonra, hışırtılarla, kanat çırpışlarıyla, mücevher parlaklığında gözlerle dolu o karanlık Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkâr.ı'ndan çıkıyorlardı. Harry'nin elinde büyük bir kafes, kafesin içinde de başını kanadının altına sokmuş, uyuklayan çok güzel kar beyazı bir baykuş vardı. Tıpkı Profesör Quirrell gibi kekeleyerek teşekkür üstüne teşekkür etti Hagrid'e.
Hagrid, "Teşekküre değmez," dedi boğuk bir sesle. "Dursley'ler herhalde pek bir şey vermemişlerdir sana. Sadece Ollivander'ler kaldı şimdi - asa satılan tek yer orası, sana da en iyi asayı almalıyız."
Büyülü asa... Harry en çok bunu istiyordu.
Son dükkân daracıktı, külüstür mü külüstürdü. Kapının üstünde yaldızlı harflerle Ollivander'ler: Kusursuz Asa Yapımcıları - Kuruluşu: Î.Ö< 382 yazılıydı. Tozlu vitrindeki solmuş mor yastıkta bir tek asa duruyordu.
İçeri girerlerken dükkânın derinliklerinde bir çıngırak çaldı. Ufacık bir yerdi burası; bomboştu, ince bacaklı bir iskemleden başka bir şey yoktu. Hagrid de ona oturup beklemeye koyuldu. Harry, çok katı kuralları olan bir kitaplığa girmiş gibi bir duyguya kapıldı; aklına yeni gelen bazı soruları sormak yerine tavana kadar dizilmiş dar kutulara bakmayı yeğledi. Her nedense, ensesi kaşınıyordu. Buradaki toz ve sessizlik gizli bir büyüye karışmış gibiydi.
"İyi günler," dedi yumuşak bir ses. Harry sıçradı.
Hagrid de sıçramıştı herhalde, büyük bir çatırtı kopmuştu çünkü, o da ince bacaklı iskemleden hemen kalkmıştı.
Dükkânın loşluğunda ay gibi parıldayan kocaman, soluk gözleriyle yaşlı bir adam duruyordu karşılarında. Harry, çekinerek, "Merhaba," dedi. "Evet," dedi adam. "evet, evet. Sizi yakında göreceğimi biliyordum. Harry Potter." Soru değildi bu. "Gözleriniz annenizin gözlerine çekmiş. Daha dün gibi geliyor, o da buradaydı, ilk asasını almaya gelmişti. Yirmi altı santim uzunluğunda, incecik, söğütten yapılmış. Tılsım için çok uygun bir asa."
Mr Ollivander daha da yaklaştı Harry'ye. Keşke gözlerini kırpsa diye düşündü Harry. O gümüş rengi gözler insanı ürpertiyordu.
"Ama babanız maun bir asa beğenmişti. Yirmi dokuz santim. Esnek. Biraz daha güçlü, biçim değiştirmek için birebir. Evet, babanız onu seçmişti - aslına bakarsanız, asa büyücüyü seçer tabii."
Mr Ollivander o kadar yaklaşmıştı ki, Harry'yle burun buruna gelmişlerdi neredeyse. Harry, o sisli gözlerde kendi yansımasını görüyordu. "Demek burası..." Mr Ollivander, uzun, beyaz parmağıyla Harry'nin
alnındaki şimşek izine dokundu.
"Yazık," dedi usulca, "bunu yapan asayı da ben satmıştım. Otuz dört santim. Porsuk. Güçlü bir asa, çok güçlü, yanlış ellere geçerse... Eğer o asanın dünyada ne gibi işlerde kullanılacağını kestirebilseydim..."
Başını iki yana salladı, derken Hagrid'i gördü, Harry de bir oh çekti.
"Rubeus! Rubeus Hagrid! Seni yeniden görmek ne güzel... Meşe, kırk buçuk santim, oldukça esnek, öyle değil miydi?"
"Evet, efendim, öyleydi," dedi Hagrid.
"Güzel asaydı doğrusu. Ama seni kovduklarında ortasından kırdılar, değil mi?" dedi Mr Ollivander, birdenbire sertleşmişti.
Ayaklannı sallayarak, "Şey - evet, kırdılar," dedi Hagrid. Sonra coşkuyla, "Ama parçaları hâlâ bende," diye ekledi.
Mr Ollivander, azarlarcasına, "Kullanmıyorsun ya?" dedi.
Hagrid, "Hayır, efendim," dedi hemen. Harry, onun konuşurken pembe şemsiyesine sımsıkı yapıştığını fark ermişti.
Mr Ollivander, Hagrid'e dik dik bakarak, "Hmmm," dedi. "Eh - Mr Potter. Bir bakalım." Üstü gümüş çizgili uzun bir mezura çıkardı cebinden. "Asa kolunuz hangisi?"
"Şey - ben sağ elimi kullanırım," dedi Harry.
"Uzatın kolunuzu. Tamam." Harr^nin omuzundan parmağına, bileğinden dirseğine, omuzundan ayak ucuna, dizinden koltuk altına ölçüsünü aldı. Sonra da kafasının çevresini ölçtü. Ölçü alırken, "Her Ollivander asasında güçlü bir büyü özü vardır, Mr Potter," dedi. "Biz tek boynuzlu at kulan, anka telekleri, ejderha yü-reği tellerini kullanırız. Ollivander asaları hiç birbirine benzemez, tek boynuzlu atların, ejderhaların, ankalarm birbirlerine benzemedikleri gibi. Tebii başka büyücü asalarından aynı sonucu alamazsınız '
Harry birdenbire fark etti: Burun deliklerinin arasını ölçen mezura bu işi kendi kendine yapıyordu. Mr Ollivander rafları karıştırıyor, kutular indiriyordu.
"Yeter," dedi, mezura da gevşeyerek yere yığılıver-di. “Peki öyleyse, Mr Potter. Şunu deneyin. Kayınağacı ve ejderha yüreği tellerinden. Yirmi üç santim. Güzel ve esnek. Tutup şöyle bir sallayın.”
Harry asayı aldı ve (bu işi aptalca bularak) havada salladı, ama Mr Ollivander hemen kaptı.
"Akçaağaç ve anka teleği. On sekiz santim. Vızıldar. Deneyin-"
Harry denemeye kalktı - ama daha havaya kaldırırın Mr Ollivander asayı çekti aldı.
(avı, ha ı - bunu alın, abanoz ve tek boynuzlu a,. Yirmibeş DU v * ^ santim esnek. Hadi, hadi, dene.”
Harry dene un u . . .j uv Mr Ollivander'in ne beklediğini Harry rru hıx" b* ~n ordu Oe.ıediği asalar yığını ince bacaklı ıskeou -i > oûvudükre Duyuyordu Mr Ollivander asa çıkardıkça artıyordu.
' Tr müşteri ha"* Merak , Mr Ollivander erdr en bulaca - oak^-n şjino -eve. ned^r ol--' ^ • jı bı* kar-^u. - dikeri, defno ve parmaklarında. Başının üstüne kaldırdı onu, tozlu havada vınlatarak indirdi; asanın ucundan hava fişekleri gibi kırmızı, altın rengi kıvılcımlar fışkırdı, duvarlarda oynaşan ışıklar belirdi. Hagrid sevinç çığlıkları atarak el çırptı; Mr Ollivander, "Ah, bravo!" diye bağırdı. "Evet, tamam, ah, çok güzel. Vay, vay, vay... ne tuhaf... ne kadar tuhaf..."
Harry'nin asasını kutusuna koydu yine, kahverengi kâğıda sardı; bir yandan da, 'Tuhaf... tuhaf..." diye mırıldanıyordu.
"Özür dilerim," dedi Harry, "nedir tuhaf olan?"
Mr Ollivander soluk bakışlarım Harry'ye dikti.
"Sattığım her asayı hatırlarım, Mr Potter. Tek tek hepsini. Teleği asanızda olan anka, bir başka telek daha vermişti - bir tek telek. Kaderinize bu asanın düşmesi çok tuhaf, çünkü sizde o izi bırakan bunun kardeşiydi."
Harry yutkundu.
"Evet, otuz dört santim. Porsuk. Böyle şeylerin olması gerçekten tuhaf. Unutmayın, asa büyücüyü seçer... Sizden büyük işler beklememiz gerektiğini düşünüyorum, Mr Potter... Ne de olsa, Adı Anılmaması Gereken Kişi büyük işler başarmıştı - korkunç, evet, ama büyük işler."
Harry ürperdi. Mr Ollivander'den pek de hoşlandığını sanmıyordu. Asa için yedi altın Galleon verdi, Mr Ollivander de yerlere kadar eğilerek onları geçirdi.
Akşam güneşi iyice alçalmıştı gökte, Harry ile Hagrid Diagon Yolu'ndan indiler; duvardan, sonra da artık boşalmış Çatlak Kazan'dan geçtiler. Yolda yürürlerken hiç konuşmadı Harry; metroda herkesin kendilerine nasıl şaşkınlıkla baktıklarını bile fark etmedi; elleri garip paketlerle doluydu, üstüne üstlük bir de uyuklayan baykuş vardı Harry'nin kucağında. Yürüyen merdivenden Paddington İstasyonu'na çıktılar; Harry, ancak Hagrid omzuna vurduğunda anladı nerede olduklarını.
“Tren kalkmadan iki lokma bir şey yemeye vaktimiz var” dedi Hagrid.
Harry'ye bir hamburger aldı, yemek için plastik koltuklara oturdular. Harry boyuna çevresine bakıyordu. Her şey nedense garip görünmeye başlamıştı.
"iyisin ya, Harry? Pek sessiz duruyorsun," dedi Hagrid.
Harry anlatabileceğini pek sanmıyordu. Yaşamının en güzel doğum gününü geçirmişti - yine de - hamburgerini kemirerek uygun sözleri bulmaya çalıştı.
"Herkes özel biri olduğumu düşünüyor," dedi sonunda. "Çatlak Kazan'dakiler, Profesör Quirrell, Mr Ollivander... ama büyü konusunda hiçbir şey bilmiyorum. Nasıl büyük şeyler bekleyebilirler benden? Ünlüyüm, neden ünlü olduğumu da bilmiyorum. Vol - özür dilerim - annemle babamın öldüğü gece neler oldu, hiç hatırlamıyorum."
Hagrid masadan eğildi. O yabani saçlarının, kaşlarının arkasında sımsıcak bir gülümseme vardı.
"Merak etme, Harry. Kısa zamanda öğrenirsin. Herkes Hogwarts'ta işe sıfırdan başlar, takma kafanı. Kendin ol, yeter. Biliyorum, kolay değil bu. Öne çıkarıldın, çetin iş. Ama Hogvvarts'ta çok güzel vakit geçireceksin - ben geçirdim - aslına bakarsan, hâlâ geçiriyorum."
Hagrid, Harry'yi trene bindirdi. Tren Dursley'lere götürecekti onu. Eline de bir zarf tutuşturdu.
"Hogwarts'a biletin," dedi. "Eylülün ilk günü -King's Cross - hepsi bilette yazılı. Dursley'lerle bir sorunun olursa, baykuşunla hemen bir mektup yolla, beni nerede bulacağını bilir... Yakında görüşürüz, Harry."
Tren istasyondan ayrıldı. Harry, gözden yok oluncaya kadar bakmak istedi Hagrid'e; koltuğundan kalkıp burnunu pencereye dayadı, gözlerini kırpıştırdı, Hagrid gitmişti.

  Alıntı ile Cevapla