Tek Mesajı Görüntüle
Old 12-10-2006, 01:27 AM   #7
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

BÖLÜM 7 - Seçmen Şapka

Kapı hemen açıldı. Zümrüt yeşili bir cüppe giymiş uzun boylu, siyah saçlı bir büyücü kadın duruyordu karşılarında. Çok sert bir yüzü vardı, Harry'nin aklına gelen ilk şey, bu kadınla ters düşülmemesi gerektiği oldu.
"Birinci sınıflar, Profesör McGonagall," dedi Hagrid.
"Teşekkür ederim, Hagrid. Bana bırak artık."
Kapıyı ardına kadar açtı. Giriş Salonu öylesine büyüktü ki, içine Dursley'lerin evi bile sığabilirdi. Taş duvarlar, Gringotts'ta olduğu gibi, meşalelerle aydınlatılıyordu, tavan ise görülemeyecek kadar yüksekti, tam karşılarındaki görkemli mermer merdiven üst katlara çıkıyordu.
Taş döşeli salonda Profesör McGonagall'ı izlediler. Harry sağdaki kapının arkasından yüzlerce sesin oluşturduğu uğultuyu duyabiliyordu - okuldakilerin geri kalanı oradaydı herhalde - ama Profesör McGonagall onları salonun yanındaki küçük, boş bir odaya görürdü.
İçeri girip birbirlerine her zamankinden daha çok sokuldular, çevrelerine baktılar tedirginlikle.
"Hogwarts'a hoş geldiniz," dedi Profesör McGonagall. "Ders yılı başlangıcı şöleni biraz sonra başlayacak, ama Büyük Salon'da yerlerinizi almadan önce seçim yapılacak, hangi binalara verileceğiniz saptanacak. Seçim son derece önemli bir törendir, çünkü burada kaldığınız sürece, binanız Hogwarts'taki aileniz gibi olacak. Derslere kendi binanızdakilerle gireceksiniz, kendi binanızın yatakhanesinde uyuyacaksınız, boş vakitlerinizi binanızın ortak salonunda geçireceksiniz.
"Dört bina var; adlan Gryffindor, Hufflepuff, Ravenclaw ve Slytherin. Her binanın kendi soylu tarihi var, her bina çok önemli cadılar, büyücüler yetiştirmiştir. Hogwarts'ta bulunduğunuz sürece yaptığınız iyi işler bina notlarını yükseltir, kurallara uymamak da bina notlarını düşürür. Yıl sonunda toplam notu en yüksek olan bina, Bina Kupası'yla ödüllendirilir, büyük bir onurdur bu. Dilerim hepiniz kendi binanızın notlarına katkıda bulunursunuz.
"Seçim Töreni biraz sonra bütün öğrencilerin önünde yapılacak. Bu arada beklerken hepiniz kendinize çekidüzen verin."
Gözleri bir an Neville'in sol kulağına doğru kaymış cüppesine, Ron'un kirli burnuna takıldı. Harry saçlarını düzeltmeye çalıştı tedirginlikle.
"Hazırlıklar tamamlanınca döneceğim," dedi Profesör McGonagall. "Lütfen sessizce bekleyin."
Odadan ayrıldı. Harry yutkundu.
"Nasıl bir seçim yapıp da bizi binalara ayıracaklar?" diye sordu Ron'a.
"Bir çeşit sınav herhalde. Fred'e bakılırsa, insanın çok canı yanıyormuş, ama şaka ediyordur."
Harry'nin yüreği gümbür gümbür atmaya başladı. Sınav mı? Bütün okulun önünde? Ama hiç büyü bilmiyordu ki daha - ne yapardı? Daha geldikleri anda böyle bir şey beklemiyordu. Çevresine bakındı merakla, herkesin korku içinde olduğunu gördü. Hermione Granger'dan başka kimsenin pek konuştuğu yoktu, o da öğrendiği büyüleri hızlı hızlı tekrarlıyor, acaba hangisine sığınsam diye düşünüyordu. Harry onun söylediklerini işitmemeye çalışıyordu. Hiç böyle tedirgin olmamıştı, okulda öğretmeninin peruğunu, artık nasıl becerdiyse, maviye çevirdiğini yazan raporu eve, Dursley'lere götürdüğü zaman bile. Gözlerini kapıya dikmişti. Her an Profesör McGonagall içeri girip onu alınyazısının yazdığı yere sürükleyebilirdi.
Derken öyle bir şey oldu ki, Harry yarım metre havaya sıçradı - arkasında duran birkaç kişi çığlık atmıştı.
"Ne oluyor?"
Soluğu kesildi. Çevresindekilerin de. Arka duvardan yirmi kadar hayalet süzülmüştü odaya. İnci beyazıydı hepsi, hafifçe saydamdı, birbirleriyle konuşarak, birinci sınıf öğrencüerine hiç bakmadan, kayarcasına ilerliyorlardı. Bir konu üzerinde tartışıyor gibiydiler. İçlerinden şişman bir keşişe benzeyeni, "Bana kalırsa, bağışla ve unut, ona ikinci bir olanak tanımalıyız -" diyordu.
"Sevgili Keşiş, Peeves'e yeteri kadar olanak tanımadık mı? Hepimizin adını kötüye çıkarıyor, üstelik hayalet bile değil - sahi, siz ne arıyorsunuz burada?"
Daracık pantolonlu, yakalıklı bir hayalet birinci sınıf öğrencilerini fark etmişti ansızın.
Kimse yanıt vermedi.
Çevrelerinde gülümseyerek dolaşan Şişman Keşiş, '"Yeni öğrenciler!" dedi. "Anlaşılan seçme-ayırma işlemi var."
Birkaç kişi sessizce baş salladı.
"Hufflepuffta görüşmek umuduyla!" dedi Keşiş. "Benim eski binam orası."
"Size güle güle," dedi tiz bir ses. "Seçme Töreni başlamak üzere."
Profesör McGonagall dönmüştü. Hayaletler teker teker süzülerek karşı duvardan geçip yok oldular.
Yeni öğrencilere, "Tek sıra olun," dedi Profesör McGonagall, "beni izleyin."
Ayakları kurşun gibi ağırlaşmıştı Harry'nin, kırçıl saçlı bir çocuğun arkasında sıraya girdi, onun arkasında da Ron yerini aldı, odadan çıktılar, salonun sonundaki çift kanatlı kapıdan geçip Büyük Salon'a vardılar.
Harry böyle garip, böyle görkemli bir yeri hayal bile etmemişti. Öteki öğrencilerin oturduğu dört uzun masanın üstünde havada uçuşan binlerce, binlerce mum aydınlatıyordu ortalığı. Masalara pırıl pırıl altın tabaklar, kupalar konulmuştu. Salonun ucunda öğretmenlerin oturduğu bir başka uzun masa vardı. Profesör McGonagall birinci sınıf öğrencilerini oraya götürdü; yeniler, eski öğrencilerin karşısında sıralandılar; öğretmenler arkalarında kalmıştı. Titrek mum ışığında kendilerine bakan yüzlerce surat, solgun fenerlere benziyordu. Öğrencilerin aralarında yer almış hayaletler, puslu gümüşler gibi parlıyorlardı. Harry, kendilerine dikilmiş gözlerden kaçınmak için başını kaldırdı, yıldızlar serpiştirilmiş kadife siyahı bir tavan gördü. Her-mione'nin, "Dışarıdaki gökyüzüne benzemesi için büyülenmiş. Hogwarts Tarihi'nde okumuştum," diye fısıldadığını duydu.
Orada bir tavan olduğuna, Büyük Salon'un gökyüzüne açılmadığına inanmak çok güçtü doğrusu.
Harry başını hemen indirdi; Profesör McGonagall, yeni öğrencilerin önüne dört ayaklı bir tabure yerleştirdi sessizce. Taburenin üstüne de sivri uçlu bir büyücü şapkası koydu. Yamalar içindeydi şapka, eski püsküydü, son derece kirliydi. Petunia Teyze olsa, onu evin kapısından içeri sokmazdı.
Belki de içinden tavşan çıkarmamızı isteyecekler, diye düşündü Harry; buna benzer bir şey yapılacak -salonda kim varsa gözünü şapkaya dikmişti şimdi, o da dikti. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra hafifçe kıpırdadı şapka. Kenarına yakın bir yerlerdeki yırtık, ağız gibi açıldı - şapka bir şarkı tutturdu:
"Bu şapka, dersiniz, çirkin mi çirkin! Ama öyle hemen karar vermeyin. Toz olurum varsa benden güzeli, Eşsizim kendimi bildim bileli.
Ne kasket dinlerim ne de silindir, Şampiyonluk kaçmaz, hep bana gelir. Hogwarts okulunda Seçmen Şapka'yım, Her gün, her ay, her yıl başka başkayım. Karşımda şöyle bir ürperin biraz Dünyada hiçbir şey gözümden kaçmaz. Eğer geçirirsen beni başına Gideceğin yen söylerim sana. Seni Gryffindor'a yollarım belki, Zamanla olursun aslanın teki, Yiğittir orada kalan çocuklar, Hepsinin yüreği, nah, mangal kadar. Belki de düşersin Hufflepuff'a Haksızlığı hemen kaldırıp rafa Adalet uğruna savaş verirsin Her yere mutluluk götürmek için. Ravenclaw kısmetin belki, Oradakilerin hiç çıkmaz sesi, Mantıktır onlarca önemli olan, öyle kurtulurlar tüm sorunlardan. Düşersin belki de Slytherin'e sen, Bir başkadır sanki oraya giden, Amaçları için neler yapmazlar Açıklasam bitmez sabaha kadar. Giy kafana beni! Çekinme sakın! Birinci koşul bu: Korkmayacaksın! Hiç kimseye gelmez kötülük benden, Şapkalar içinde en uysalım ben."
Şarkı sona erince salonda bir alkış koptu. Şapka eğilerek dört masaya da selam verdi, sonra sessizliğe gömüldü yine.
Ron, Harry'ye, "Demek şapkayı geçireceğiz başımıza!" diye fısıldadı. "Fred'i öldüreceğim, ifritlerle güreşmekten söz ediyordu."
Harry belli belirsiz gülümsedi. Evet, şapkayı giymek bir büyü yapmaya kalkışmaktan çok daha iyiydi, ama keşke herkesin gözü önünde giymesek diye düşünüyordu. Şapka bir sürü soru soracaktı anlaşılan, Harry'nin ise ne cesareti üstündeydi, ne de hazırcevaplığı. Yüreği ağzmdaydı. Eğer kendisi gibiler için bir bina olsaydı, her şey ne kadar kolaylaşacaktı.
Profesör McGonagall, elinde uzun bir parşömen kağıdıyla birkaç adım öne çıktı.
"Adınızı söylediğim zaman şapkayı giyip tabureye oturacak, hangi binaya ayrıldığınızı öğreneceksiniz," dedi. "Abbott, Hannah!"
Sarı at kuyruğu saçlı, pembe yüzlü bir kız çıktı ortaya, şapkayı kafasına geçirdi. Şapka gözlerine kadar indi. Kız oturdu. Bir an sessizlik
"HUFFLEPUFF!" diye bağırdı şapka.
Sağdaki masadan bir alkış koptu, Hannah gidip Hufflepuff masasına oturdu. Harry, Şişman Keşiş hayaletinin kıza neşeyle el salladığını gördü.
"Bones, Susan!"
Şapka, " HUFFLEPUFF!" diye bağırdı yine, Susan da seğirtip Hannah'nın yanında yerini aldı.
"Boot, Terry!"
"RAVENCLAVV!"
Bu kere soldan ikinci masadan bir alkış koptu; Ravenclaw'dan birkaç kişi ayağa kalkıp, yanlarına gelen Terry'nin elini sıktı.
"Brocklehurst, Mandy" de Ravenclaw'a katıldı, ama "Brown, Lavender" yeniler arasında ilk Gryffin-dor'lu oldu, en uçtaki sol masa alkıştan inledi; Harry, Ron'un ikiz kardeşlerinin ıslık çaldıklarım gördü.
Derken "Bulstrode, Millicent" Slytherin'li oldu. Belki Harry'ye öyle geliyordu, ama Slytherin için anlatılan onca şeyden sonra, o masadakileri hiç gözü tutmadı.
İçi bulanmaya başlamıştı şimdi. Eski okulundaki spor derslerinde nasıl takımlara ayrıldıkları geldi aklına. En son o seçilirdi, kötü oyuncu olduğu için değil, Dudleye yaranmak için - kimse ondan hoşlandığının sanılmasını istemezdi.
"Finch-Fletchley, Justin!"
" HUFFLEPUFF!"
Harry'nin gözünden kaçmadı, şapka bazen binanın adını hemen bağırıyor, bazen de karar vermek için azıcık düşünüyordu. Sırada Harry'nin yanında duran kırçıl saçlı çocuk, "Finnigan, Seamus", Gryffindor'a ayrıldığını öğrenmek için taburede tam bir dakika oturdu.
"Granger, Hermione!"
Hermione koşarcasına gitti tabureye, şapkayı kafasına telaşla geçirdi.
"GRYFFINDOR!" diye bağırdı şapka. Ron homurdandı.
Korkunç bir düşünce belirdi Harry'nin kafasında,zaten insan tedirgin olmayagörsün, kafasına hep korkunç düşünceler takılır. Ya kendisi hiç seçilmezse ne olacaktı? Ya uzun süre, çok uzun süre, gözlerine kadar inen şapkayla orada öyle oturup kalırsa, sonunda Profesör McGonagall gelip şapkayı çıkarırsa, bir yanlışlık olduğunu söyler de onu yeniden trene götürürlerse?
Boyuna kurbağasını yitiren Neville Longbottom, adı seslenildiğinde, tabureye giderken sendeledi, az kalsın düşecekti. Şapkanın karar vermesi epey vakit aldı. Sonunda "GRYFFINDOR" diye bağırınca, Neville kafasında şapkayla masaya koştu, sonra da kahkahalar arasında dönüp onu "MacDougal, Morag"a uzattı.
Adı söylenince, hemen ileri atıldı Malfoy, şapkayı daha kafasına değdirir değdirmez karar açıklandı: "SLYTHERIN!"
Malfoy, son derece hoşnut, arkadaşları Crabbe ile Goyle'un yanına gitti.
Pek fazla kişi kalmamıştı şimdi.
"Moon"... "Nott"... "Parkinson"... sonra bir çift ikiz kızkardeş, 'Tatil" ile 'Tatil"... sonra "Perks, Sally-An-ne"... derken, sonunda -
"Potter, Harry!"
Harry bir adım atınca, alev hışırtılarını andıran fısıltıların yükseldiğini duydu salonda.
"Potter mı dedi?"
"Şu ünlü Harry Potter mı?"
Şapka gözlerine inmeden önce Harry'nin son gördüğü şey, salondakilerin onu dikkatle süzmeleri oldu. Sonra da şapkanın içindeki karanlığı gördü. Bekledi.
"Hmm," diye incecik bir ses geldi kulağına. "Güç. Çok güç. Bakıyorum, bayağı gözüpek. Kafa da fena değil. Yetenek de var, evet, öyle - kendini kanıtlama tutkusu... bak, bu ilginç... Seni nereye yollasam acaba?"
Harry taburenin kenarlarına sımsıkı yapışıp, "Slytherin olmasın, Slytherin olmasın," diye düşündü.
İnce ses, " Slytherin olmasın, ha?" dedi. "Emin misin? Biliyor musun, büyük usta olabilirsin sen, hepsi kafanın içinde, Slytherin de büyük ustalık yolunda çok şey kazandırabilir sana - hayır mı? Eh, öyle istiyorsun madem - GRYFFINDOR!"
Harry, şapkanın son kelimeyi salona doğru bağırdığını duydu. Şapkayı çıkarıp ağır ağır Gryffindor masasına yürüdü. Seçildiği, üstelik Slytherin'e gönderilmediği için öyle rahatlamıştı ki, en büyük alkışı kendisinin aldığını fark etmedi bile. Sınıf Başkanı Percy ayağa kalkıp elini sıktı coşkuyla, VVeasley ikizleri, "Potter bizde! Potter bizde!" diye bağırdılar, Harry daha önce gördüğü yakalıklı hayaletin karşısına oturdu. Hayalet hafifçe kolum vurdu onun, Harry üstüne bir kova buzlu su dökülmüş gibi ansızın ürperdi.
Yüce Masa'yı daha iyi görebiliyordu şimdi. Kendisine en yakın uçta Hagrid oturuyordu, gözleri karşılaşınca Hagrid başparmağını yukarı kaldırdı. Harry de gülümsedi. Orada, Yüce Masa'nm tam ortasında, kocaman yaldızlı bir koltukta Albus Dumbledore oturuyordu. Harry, trendeki Çikolatalı Kurbağa kartından hemen tanıdı onu. Salonda hayaletler kadar ışıl ışıl parlayan tek şey, Dumbledore'un gümüş rengi saçlarıydı.
Harry, Çatlak Kazan'daki tedirgin delikanlıyı, Profesör Quirrell'ı da tanıdı. Kafasındaki kocaman mor sarıkla pek tuhaf görünüyordu.
Ayrılacak üç kişi kalmıştı sadece. "Turpin, Lisa" Ravenclaw'a düştü. Sıra Ron'a geldi. Ron'un suratı yemyeşil olmuştu şimdi. Harry gözlerini sımsıkı yumdu heyecanla, bir saniye sonra da şapkanın "GRYFFINDOR!" diye bağırdığını duydu.
Ron, yanındaki iskemleye çökerken, ötekiler gibi Harry de onu uzun uzun alkışladı.
Harry'nin karşısında oturan Percy VVeasley, "Bravo, Ron, harika!" dedi; bu arada "Zabini, Blaise" de Slytherin'e seçildi. Profesör McGonagall kâğıdını katladı, Seçmen Şapka'yı alıp çıktı.
Harry önündeki boş altın tabağa baktı. Ne kadar acıktığını şimdi fark etmişti. Balkabağı poğaçaları çoktan sindirilip gitmişti.
Albus Dumbledore ayağa kalktı. Kendisini hiçbir şey bundan daha çok mutlu edemezmiş gibi, kollarını iki yana açıp öğrencilere gülümsedi.
"Hoş geldiniz!" dedi. "Hogwarts'ta yeni bir yıla hoş geldiniz! Şölen başlamadan önce bir şeyler söylemek istiyorum. Söylüyorum işte: Zırla! Tırla! İncik!
Boncuk!
“Teşekkür ederim!"
Yerine oturdu yine. Herkes çığlıklar atarak alkışladı. Harry gülsün mü gülmesin mi, bilemiyordu.
Çekinerek, Percye, "Azıcık - deli midir?" diye sordu.
Percy, "Ne delisi?" dedi. "Dâhidir o! Dünyanın en iyi büyücüsü! Ama orası öyle, hafifçe kafadan çatlaktır. Patates ister misin, Harry?"
Harry'nin ağzı bir kanş açıldı. Önlerindeki tabaklar yiyeceklerle doluydu şimdi. Sofrada, yemek isteyeceği hiç bu kadar çok şey görmemişti o güne kadar: kızarmış et, kızarmış piliç, pirzola, sosis, sucuk, biftek, haşlanmış patates, kızarmış patates, cips, mayonez, bezelye, havuç, salça, ketçap, bir de, her nedense, nane şekeri.
Dursley'ler Harry'yi aç bırakmazlardı doğrusu, ama Harry de hiçbir zaman canı istediği kadar yemek yiyemezdi. Neye uzansa Dudley kapardı hemen, kusacak kadar çok yemiş olsa bile. Harry, nane şekeri dışında, her şeyden biraz biraz aldı, başladı yemeye. Hepsi çok lezzetliydi.
Harry'nin bifteğini kesmesine bakan yakalıklı hayalet, 'Tek de güzel görünüyor," dedi üzüntüyle.
"Yoksa sen -?"
"Aşağı yukarı dört yüz yıldır ağzıma lokma koymadım," dedi hayalet. "Bir şey yemem gerekmiyor tabii, ama insan özlüyor. Kendimi tanıtmadım, değil mi? Sir Nicholas de Mimsy-Porpington hizmetinizdedir. Gryffindor Kulesi'nin yerleşik hayaleti."
Ron, "Kim olduğunu biliyorum!" dedi ansızın. "Kardeşlerim anlatmışlardı - sen Neredeyse Kafasız Nick'sin!"
Hayalet, "Bana Sir Nicholas de Mimsy denilmesi daha çok hoşuma gider -" diye söze başladı, ama kırçıl saçlı Seamus Finnigan atıldı.
"Neredeyse Kafasız mı? İnsan nasıl neredeyse kafasız olur?"
Sir Nicholas'm bütün keyfi kaçmıştı; bu küçük sohbet istediği gibi yürümüyordu anlaşılan.
"Böyle olur," dedi tedirginlikle. Sol kulağını tutup çekti. Kafası yana düşüp sanki menteşeyle tutturulmuş gibi boynundan sallanmaya başladı. Anlaşılan biri kafasını uçurmaya kalkmıştı onun, ama kökünden keseme-mişti. Neredeyse Kafasız Nick, çocukların şaşkın bakışlarından hoşlanmışa benziyordu, kafasını yerine taktı yine, öksürdü, sonra, "Demek sizler de - Gryffindor'lu oldunuz!" dedi. "Bu yıl şampiyon olmamızı sağlarsınız belki. Şampiyon olmayalı hiç bu kadar uzun zaman geçmemişti. Slytherin kupayı altı yıl üst üste kazandı! Kanlı Baron'un yanına varılmıyor - Slytherin'in hayaletidir o."
Slytherin masasına baktı Harry, orada korkunç bir hayaletin oturduğunu gördü; gözleri bomboş bakıyordu hayaletin, çökük bir yüzü, gümüş rengi kan lekeleriyle dolu bir cüppesi vardı. Malfoy'un sağına oturmuştu, Harry, Malfoy'un bundan hoşnut olmadığını görünce keyiflendi.
Büyük bir ilgiyle, "O kan lekeleri neden olmuş?"
diye sordu Seamus.
Neredeyse Kafasız Nick, tatlı bir sesle, "Hiç sormadım " dedi.
Herkes yiyebildiği kadar yiyince, yemekler uçup gitti sanki, tabaklar yine eskisi gibi pırıl pırıl oldu. Bir an sonra da tatlılar belirdi. İnsanın aklına gelebilecek her çeşit dondurma, elmalı pasta, meyveli pasta, çikolatalı pasta, marmelattı çörek, kek, çilek, jöle, sütlaç...
Harry meyveli pastasını atıştırırken, söz döndü dolaştı, ailelerine geldi.
"Ben yarı yarıyayım," dedi Seamus. "Babam bir Muggle. Annem büyücü olduğunu evleninceye kadar söylememiş ona. Babam bunu öğrenince şok geçirmiş."
Güldüler.
"Ya sen, Neville?" dedi Ron.
"Beni büyükannem büyüttü, kendisi cadıdır," dedi NeVille, "ama ailem uzun süre Muggle olduğumu sandı. Büyük amcam Algie boyuna beni hazırlıksız yakalayıp içimdeki büyüyü ortaya çıkarmaya çalışıyordu -bir keresinde Blackpool rıhtımının ucundan itmişti beni, az kalsın boğuluyordum- ama sekiz yaşıma kadar bir şey olmadı. Büyük amcam Algie çaya gelmişti bize, beni üst kat penceresinden sallandırdı, ayak bileklerimden bağlayarak, büyük teyzem Enid pasta verince de ipi bırakıverdi. Yere düşünce zıpladım durdum - top gibi zıplayarak bahçeyi geçtim, yola çıktım. Hepsinin hoşuna gitti bu. Büyükannem sevinçten ağlamaya başladı. Hele ben buraya çağrılınca yüzlerini görecektiniz - belki yeteri kadar büyü gücüm yoktur diye korkuyorlardı. Büyük amcam Algie öyle sevindi ki, kurbağamı o satın aldı."
Harry'nin öteki yanında, Percy VVeasley ile Hermonie derslerden söz ediyorlardı ("Keşke derslere hemen başlasalar, öğrenecek o kadar çok şey var ki, Biçim Değiştirme özellikle ilgimi çekiyor, bilirsin tabii, bir şeyi bir başka şeye çevirme, herhalde çok güç bir şey bu -"; "Küçük şeylerle başlarsın, kibritleri ianelere çevirmekle filan-".
Harry'nin içi ısınmış, uykusu gelmişti, Yüce Masa'ya baktı yine. Hagrid kupayı başını dikiyordu. Profesör McGonagall, Profesör Dumbledore'a bir şeyler anlatıyordu. Profesör Quirrell, o gülünç sarığıyla, yağlı siyah saçlı, kemer burunlu, soluk tenli bir. öğretmenle konuşuyordu.
Olanlar birdenbire oldu. Kemer burmlu öğretmen, Ouirrell'ın sangının ardından Harry'nin gözlerine dikti gözlerini - Harry'nin alnındaki ize keskin, sıcak bir sancı saplandı.
"Ahh!" Harry başına götürdü elini.
"Ne oldu?" diye sordu Percy.
"Y-yokbirşey."
Sancı, geldiği gibi bir anda yok oldu. Ama Harry o bakışın yarattığı duyguyu silkip atamadı - öğretmenin kendisinden hiç mi hiç hoşlanmadığı duygusuna kapılmıştı.
Percy'ye, "Profesör Quirrell'la konuşan o öğretmen kim?" diye sordu.
"Bakıyorum, Quirrell'ı tanımışsın bile. Tedirginliği boşuna değil, Profesör Snape'le konuşuyor çünkü. İksirleri öğretir, ama gönülsüzce yapar bu işi - gözü Quirelli’nin işinde, bunu bilmeyen yok. Karanlık Sanatlar konusunda çok bilgilidir Snape."
Harry, Snape'e baktı bir süre, ama Snape ona bir daha bakmadı.
Sonunda tatlılar da yok oldu, Profesör Dumbledore ayağa kalktı yine. Salon sessizliğe gömüldü.
"Öhö - hepimiz yedik içtik, sadece birkaç kelime daha... Ders yılının başlaması dolayısıyla bazı söyleyeceklerim var.
"Birinci sınıf öğrencileri, okul alanındaki ormanın bütün öğrencilere yasak olduğunu unutmasınlar. Öteki öğrencilerimizden bazlarına da bunu hatırlatmakta yarar görüyorum."
Dumbledore'un ışıl ışıl gözleri VVeasley ikizlerinin oturduğu yöne çevrildi.
"Hadememiz Mr Fiich de ders aralarında koridorlarda büyü yapmanın yasak olduğunu sizlere hatırlatmamı istedi.
"Ouidditch seçmeleri ders yılının ikinci haftasında yapılacaktır. Kendi binalarının takımlarında yer almak isteyenlerin Madam Hooch'a başvurmaları gerekmektedir. "Son olarak söylemek istediğim bir şey var. Sağdaki üçüncü kat koridoru, çok büyük acılar çekerek ölmek istemeyen herkese kapalıdır."
Harry güldü; gülen bir avuç öğrenciden biriydi sadece.
Percy'ye, "Şaka ediyor, değil mi?" diye fısıldadı. Kaşlarını çatarak, "Hiç de şakaya benzemiyor," dedi Percy. "Garip doğrusu, çünkü bir yere gitmemizi yasaklayınca nedenini de söyler genellikle - orman tehlikeli hayvanlarla dolu, herkes bilir bunu. Hiç olmazsa bize, Sınıf Başkanlarına söyleseydi."
"Şimdi yataklarımıza gitmeden okul şarkısını söyleyelim!" diye bağırdı Dumbledore. Harry, öteki öğretmenlerin dudaklarına yerleşmiş gülümsemelerin hiç değişmediğini fark etti.
Dumbledore, sanki ucundaki bir sineği kovuyor-muş gibi, asasını hafifçe salladı; altın sarısı, uzun bir kurdele fırladı asadan; kurdele masaların üstünde yükseldi, yılan gibi kıvrılarak sözcüklere dönüştü.
"Herkes en sevdiği havayı seçsin," dedi Dumbledore, "hadi, başlıyoruz!"
Bütün okul haykırmaya başladı:
"Hogwarts, Hogwarts, geldik sana, Bizi de al kollarına, Kafamızın içi bomboş, Söyle, bunun neresi hoş? Saçlı olsun, saçsız olsun Başlarımız bilgi dolsun. İlginç şeyler öğrenelim Gelişelim milim milim. "Yılmadan hep çalışırız Büyülere alışırız. Kırılmasın hiç umutlar, Gün doğmadan neler doğar,"
Şarkıyı herkes değişik zamanlarda bitirdi. Weasley ikizleri ise şarkıyı bir cenaze marşı havasında uzattıkça uzatıyordu. Dumbledore son birkaç dizenin söylenişini asasıyla yönetti, şarkı bitince de en çok alkışlayanlardan biri o oldu.
Gözlerini silerek, "Ah, müzik!" dedi. "Burada yaptıklarımızın ötesinde bir büyü! Hadi artık, yatma vakti. Doğru yataklarınıza!"
Birinci sınıf Gryffindor öğrencileri, uğultulu kalabalık arasından geçerek Percy'yi izlediler, Büyük Salondan çıkıp mermer merdivene yöneldiler. Harry'nin bacakları, yorgunluktan, tıka basa yemekten, kurşun gibi olmuştu yine. Öylesine uykusu gelmişti ki, koridorlardan geçerken, iki yana sıralanmış tablolardaki yüzlerin kendilerini göstererek fısıldaştıklarını bile fark etmedi; Percy'yi izlerken, kayan panolar, sarkan halılar arkasın daki gizli kapılardan geçtiklerini de fark etmedi. Esneyerek, ayaklarını sürüyerek başka merdivenlerden çıktılar, Harry daha ne kadar gideceklerim düşünüyordu ki, ansızın durdular.
Tam önlerinde, havada bir yığın baston uçuşuyordu, Percy onlara doğru bir adım atınca, bastonlar da kendilerini Percy'ye fırlatmaya başladılar.
Percy, "Peeves," diye fısıldadı birinci sınıf öğrencilerine. "Bir hortlak." Sesini yükseltti. "Peeves - göster kendini."
Şişmiş bir balondan çıkan havayı andıran kaba, yüksek bir ses yanıt verdi.
"Kanlı Baron'a mı gideyim istiyorsun?"
Pıt diye bir ses duyuldu, kapkara, fıldır fıldır gözlü, koca ağızlı bir adam belirdi; bastonlara yapışmış, havada bağdaş kurarak oturuyordu.
Alayla kıkırdayarak, "Ooooooo!" dedi. "Bastıbacak yeniler! Amma eğlenceli!"
Ansızın onlara doğru süzüldü hızla. Hepsi eğildiler.
Percy, "Çekil git, Peeves, yoksa Baron'a söylerim, şaka etmiyorum!" diye haykırdı.
Peeves dilini çıkardı, sonra bastonlan Neville'in kafasına düşürerek ortadan yok oldu. Zırh tangırtıları arasında hızla uzaklaştığını anladılar.
Yine yola koyulduklarında, "Peeves'e dikkat edin," dedi Percy. "Ona söz geçiren tek kişi Kanlı Baron'dur, bize, Sınıf Başkanlarına bile kulak asmaz. İşte geldik."
Koridorun sonunda pembe ipek elbiseli çok şişman bir kadının portresi asılıydı.
"Parola?" dedi.
"Caput Draconis," dedi Percy, portre öne doğru açıldı, arkasında, duvarda yuvarlak bir delik belirdi. Sırayla geçtiler - Nevüle'e azıcık el vermek gerekti - kendilerini Gryffindor salonunda, yumuşacık koltuklarla dolu, sevimli, yuvarlak bir odada buldular.
Percy kızları yatakhanelerinin kapısına götürdü, oğlanları da bir başka kapıdan geçirdi. Sonunda, kıvrılarak .döne döne çıkan bir merdivenin tepesinde -besbelli, kulelerden birindeydiler şimdi- yataklarını buldular: dört yanına koyu kırmızı kadifeden perdeler asılı beş karyola. Eşyaları getirilmişti bile. Konuşamayacak kadar yorgundular, hemen pijamalarını giyip yataklarına yattılar.
Ron, perdeler arasından, "Yemek harikaydı, değil mi?" diye fısıldadı Harry'ye. "Yapma, Scabbers! Çarşafı kemiriyor."
Harry meyveli pasta yiyip yemediğini soracaktı Ron'a, ama uykudan gözleri kapanıverdi.

Belki de yemeği fazla kaçırmıştı Harry, çok garip bir düş gördü. Profesör Quirrelli’nin sarığı vardı kafasında; sarık konuşup duruyordu, hemen Slytherin'e geçmesi gerektiğini söylüyordu, alınyazısı öyleydi çünkü. Harry, Slytherin'e gitmek istemediğini söyledi sarığa; sarık ağırlaştıkça ağırlaştı, onu çekip çıkarmak istedi Harry, ama sarık gittikçe daralıp kafasını sıkıyor, canım yakıyordu - sarıkla boğuşurken, Malfoy da karşıdan gülerek onlara bakıyordu - derken kemer burunlu öğretmen Snape oluverdi Malfoy, alaycı, soğuk kahkahaları daha da yükseldi - yemyeşil bir ışık patladı, Harry kan ter içinde titreyerek uyandı.
Yatağında dönüp uykuya daldı yine; ertesi gün uyandığında düşü hiç mi hiç hatırlamıyordu.

  Alıntı ile Cevapla