Tek Mesajı Görüntüle
Old 12-10-2006, 01:28 AM   #9
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

BÖLÜM 9 - Gece Yansı Düellosu

Harry, Dudley'den daha çok nefret edeceği biriyle karşılaşacağını hiç sanmazdı, ama bu, Draco Malfoy'u tanımadan önceydi. Birinci sınıf Gryffindor'lar sadece İksir dersine giriyorlardı Slytherin'lerle, bu yüzden Malfoy'a pek aldırdıkları yoktu. Daha doğrusu, Gryffindor salonuna bir yazı asılmadan önce. Yazıyı okuyunca homurdanmaya başladılar. Perşembe günü uçma dersleri başlıyordu - Gryffindor'larla Slytherin' ler birlikte çalışacaklardı.
Harry, "Tamam," dedi sıkıntıyla. "Bir bu eksikti. Şimdi Malfoy'un önünde süpürgeye binip kendimi rezil edeceğim."
Uçmayı her şeyden çok istiyor, dört gözle derslerin başlamasını bekliyordu.
Ron, mantığını konuşturdu: "Rezil olup olmayacağını bilemezsin ki. Malfoy'un böbürlendiğini ben de duydum, Quidditch'te onun üstüne yokmuş. Bana sorarsan, düpedüz palavra."
Malfoy uçma konusunda gerçekten de susmak bilmiyordu. Yüksek sesle, birinci sınıf öğrencilerinin Quidditch takımlarına alınmadıklarından yakınıyor, heli-kopterli Muggle'lardan son anda nasıl kurtulduğuna dair uyduruk masallar anlatarak böbürleniyordu. Tek başına değildi bu konuda. Seamus Finnigan, anlattığına bakılırsa, çocukluğunu kırlarda, bir süpürge üstünde uçarak geçirmişti. Ron bile, kendim dinleyen çıkarsa, Charlie'nin eski süpürgesiyle bir planöre çarpmaktan son anda nasıl sıyırdığım anlatıyordu. Büyücü ailelerden gelenlerin hepsi Quidditch'ten söz ediyordu boyuna. Ron, kendileriyle aynı yatakhanede kalan Dean Thomas'la futbol konusunda tartışmıştı bir ara. Ron, tek topla oynanan, üstelik kimsenin uçmasına izin verilmeyen bir oyunun nasıl heyecanlı olabileceğine akıl erdiremiyordu. Harry bir keresinde Ron'u, Dean'in West Ham futbol takımı posterini dürtükleyerek oyuncuları hareket ettirmeye çalışırken yakalamıştı.
Neville hiç süpürgeye binmemişti ömründe, büyükannesi onu süpürgenin yanına bile yaklaştırmamıştı. Harry'ye bakılırsa, akıllılık etmişti kadın, Neville yerde iki ayağının üstünde dururken bile inanılmaz derecede sakardı.
Hermione Granger da uçmaktan Neville kadar korkuyordu. Kitaplardan ezberlenecek bir şey değildi bu -gerçi bunu denememiş değildi. Perşembe sabahı kahvaltıda, kitaplıktan aldığı Çağlar Boyunca Qııidditch ta. uçmakla ilgili püf noktalarını tek tek sayarak herkesin canına okumuştu. Sadece Neville, ilerde süpürgeden düşmemek için kulaklarını dört açmıştı, ama ötekiler Hermione'nin söylevinin postanın gelişiyle kesilmesine bayağı sevinmişlerdi.
Hagrid'in notundan beri hiç mektup almamıştı Harry, bu da Malfoy'un gözünden kaçmamıştı. Malfoy'un puhukuşu hep şeker kutuları getiriyordu evinden, o da kutuları Slytherin masasında kurum kurum kurularak açıyordu.
Neville'in peçelibaykuşu ona küçük bir paket getirdi büyükannesinden. Neville heyecanla açtı paketi, içinden çıkan büyük bir misket iriliğindeki cam küreyi gösterdi arkadaşlarına, küre beyaz dumanla doluydu sanki.
"Buna Hatırlatmaca denir," diye açıkladı. "Büyükannem her şeyi unuttuğumu bilir bu küre, yapmayı unuttuğun bir şey varsa sana hemen hatırlatır. Bakın, şöyle sımsıkı tutacaksınız, eğer kızarırsa - ah.." Süklüm püklüm oluverdi birdenbire, çünkü Hatırlatmaca kıpkızıl kesilmişti. "... unuttuğunuz bir şey var demektir..."
Neville ne unuttuğunu hatırlamaya çalışırken, Gryffindor masasının yanından geçen Draco Malfoy, elinden Hatırlatmaca'yı kapıverdi.
Harry'yle Ron ayağa fırladılar. Malfoy'la kavga etmek için bahane anyorlardı zaten, ama sorunları fark etmekte öteki öğretmenlerden çok daha usta olan Profesör McGonagall yanlarında bitiverdi.
"Ne oluyor?"
"Malfoy Hatırlatmaca'mı aldı, Profesör."
Malfoy, kaşlarını çatarak Hatırlatmaca'yı masaya bıraktı hemen.
"Sadece bakıyordum," dedi; arkasında Crabbe ile Goyle, oradan uzaklaştı.
O gün öğleden sonra üç buçukta Harry, Ron ve öteki Gryffindor'lar ilk uçma dersi için merdivenlerden koşarak inip bahçeye çıktılar. Açık, esintili bir gündü, yemyeşil yamaçtan düz alana inerken ayaklarının altındaki çimenler hışırdıyordu, karşı yandaki Yasak Orman'ın ağaçlan uzakta kara gölgeler içinde ağır ağır sallanıyordu.
Slytherin'ler gelmişlerdi bile, yirmi tane saplı süpürge düzenli bir biçimde yere sıralanmıştı. Harry daha önce Fred'le George VVeasley'nin okul süpürgelerinden yakındıklarını duymuştu, söylediklerine bakılırsa, çok havalanırsan bazıları titremeye başlıyor, bazıları da hafifçe sola çekiyormuş.
Öğretmenleri Madam Hooch da geldi. Kısacık kır saçları, atmaca gibi sarı gözleri vardı.
"Ne bekliyorsunuz öyle?" diye haykırdı. "Herkes bir süpürgenin yanına geçsin. Hadi, çabuk olsanıza!"
Harry süpürgesine bir göz attı. Pek eskiydi doğrusu, ucundaki süpürge çalıları aynı yöne uzanmıyor da değişik yönlere fışkınyordu sanki.
Madam Hooch önlerine geçip, "Sağ ellerinizi süpürgelerinizin üstüne uzatın, 'Yukarı!' diye bağırın," dedi.
"YUKARI!" diye bağırdı herkes.
Harry'nin süpürgesi hemen fırlayıp eline yapıştı onun, ama bütün süpürgeler beceremedi bunu. Hermione Granger'ın süpürgesi yerlerde yuvarlanıyordu, Ne-ville'inki ise kılını bile kıpırdatmamıştı. Harry, belki süpürgeler de, atlar gibi, insanın korkup korkmadığını anlıyor diye düşündü; Neville'in sesi titremişti bağırırken, yerde, ayaklarının üstünde durmak istediği apaçık ortadaydı.
Madam Hooch, ucundan kayıp düşmeden süpürgelere nasıl oturulacağını gösterdi, bir yukarı bir aşağı dolaşarak saplara nasıl tutunduklarım inceledi, yanlışlarını düzeltti. Malfoy'a bu işi tepeden tırnağa yanlış yaptığını söyleyince, Harry'yle Ron pek keyiflendiler.
Madam Hooch, "Şimdi, düdük çaldığımda, ayaklarınızı yere vurup havalanacaksınız," dedi. "Süpürgelerinizi düz tutun, bir metre kadar yükselin, sonra uçlarını hafifçe öne eğerek aşağı inin. Düdük çalınca - bir - 'ki -"
Ama heyecandan zangır zangır titreyen Neville, yerde kalmanın da korkusuyla, Madam Hooch daha düdüğünü dudaklarına götürmeden, ayaklarını yere pat diye vurup havalanıverdi.
"Gel buraya, çocuk!" diye bağırdı Madam Hooch, ama Neville patlayan şişe mantarı gibi yükseliyordu -dört metre - yedi metre. Harry onun korkudan bembeyaz kesilmiş yüzünü, kendisinden gittikçe uzaklaşan yere bakışını görebiliyordu; Neville birkaç kere yutkundu, süpürgenin kenarından kaydı, sonra da -
KÜÜT - çimenlere yüzükoyun çuval gibi yığılıverdi Neville. Süpürgesi yükseldikçe yükseliyordu, birdenbire Yasak Orman'a yöneldi, oraya doğru sürüklenerek gözden yok oldu.
Madam Hooch, Neville'in üstüne eğildi, onun da beti benzi atmıştı.
Harry, onun, "Bileği kırılmış," diye mırıldandığını duydu. "Hadi, çocuk - bir şeyin yok, kalk ayağa."
Öteki öğrencilere döndü.
"Ben bu çocuğu hastane kanadına götürüyorum, kimse yerinden kımıldamasın! Süpürgelere dokunmayın, yoksa Hogwarts'tan sepetlenir, Quidditch'i de düşünüzde görürsünüz. Gel, yavrum."
Kolunu Neville'in omzuna doladı. Neville, yanaklarından yaşlar süzülerek, eli bileğinde, Madam Hooch'la uzaklaştı. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz da Malfoy kahkahayı bastı.
"Salak şişkonun suratını gördünüz mü?"
Öteki Slytherin'ler de gülmeye başladılar.
"Kapa çeneni, Malfoy!" dedi Parvati Patil.
SIytherinli bir kız, karakuru suratlı Pansy Parkin-son, "Longbottom'dan yanaşın, ha?" dedi. "Şişko ödleklerden hoşlanacağın da hiç aklıma gelmezdi, Parvati."
Malfoy, ileri atılıp yerden bir şey alarak, "Bakın!" dedi. "Longbottom'ın büyükannesinin yolladığı o saç-masapan şey!"
Güneşte parıldayan Hatırlatmaca'yı havaya kaldırdı.
Harry, "Ver onu, Malfoy," dedi usulca. Herkes ne olacağını görmek için konuşmayı kesti.
Malfoy pis pis gülümsedi.
"Bir yere bırakayım da, Longbottom sonra gelip alsın - nereye bıraksam - bir ağacın tepesine mi bıraksam?"
"Ver şunu!" diye bağırdı Harry, ama Malfoy süpürgesine atlayıp havalanmıştı bile. Yalan söylememişti demek, bayağı uçabiliyordu - bir meşenin en üst dallarına kadar yükseldi, "Gel de al bakalım, Potter!" diye seslendi.
Harry süpürgesine yapıştı.
"Hayır!" diye haykırdı Hermione Granger. "Madam Hooch kımıldamayın dedi - hepimizin başını derde sokacaksın."
Harry aldırmadı ona. Kanı beynine çıkmıştı. Süpürgeye binip ayaklarını hızla yere vurdu, vurur vurmaz da havalandı; saçları, cüppesi dalgalanırken, hiç kimse öğretmeden de uçabildiğini anladı, inanılmaz bir sevinç duydu - kolay bir şeydi bu, harikaydı. Süpürgesinin başını birazcık yukarı kaldırınca daha yükseklere çıktı; aşağıda kızların korkuyla bağırdıklarını duydu, Ron da hayranlıkla çığlıklar atıyordu.
Harry, havada Malfoyla yüz yüze gelebilmek için süpürgesini yana çevirdi hızla. Malfoy şaşkınlıktan do-nakalmışh sanki.
"Ver şunu," diye seslendi Harry, "yoksa o süpürgeden atarım seni!"
"Yok canım?" dedi Malfoy, sırıtmaya çalışıyordu, ama pek de tedirgin görünüyordu.
Artık nereden içine doğduysa, Harry ne yapması gerektiğini hemen kavradı, iki eliyle süpürgenin sopasına yapışıp cirit gibi fırladı Malfoy'un üstüne. Malfoy tam zamanında yana çekilerek kurtuldu; Harry hızla dönüp süpürgeyi dizginledi. Aşağıdan birkaç kişinin alkışlan geliyordu.
Harry, "Burada ne Crabbe kurtarabilir seni, ne de Goyle," diye bağırdı.
Galiba Malfoy da aynı şeyi düşünüyordu.
"Tut tutabilirsen!" diye bağırdı, cam küreyi havaya fırlatıp yere süzüldü.
Harry, filmlerdeki ağır çekimlerde olduğu gibi, kürenin havalandığını, sonra düşmeye başladığını gördü. Öne eğilip süpürgesinin başını indirdi - pike yaparak alçalıyordu şimdi, sanki küreyle yanşıyordu - kulaklarında rüzgârın sesiyle aşağıda kendisini seyredenlerin çığlıkları çınlıyordu - elini uzattı - yere bir adım kala yakaladı küreyi, süpürgesini tam zamanında düzeltti, avucunda Hatırlatmaca'yla çimenlere yumuşacık bir iniş yaptı.
"HARRY POTTER!"
Yere inerken duyduğu korku, bunun yanında hiç kalırdı şimdi. Profesör McGonagall koşarak geliyordu. Harry titreyerek ayağa kalktı.
"Daha önce - Hogwarts'ta hiç böyle bir şey -"
Şaşkınlıktan sanki dili tutulmuştu Profesör McGonagall'ın, gözlüğü öfkeyle parlıyordu "- nasıl yaparsın bunu - boynun kırılabilirdi -"
"Suç onda değil, Profesör -"
"Siz susun, Miss Patil -"
"Ama Malfoy -"
"Yeter, Mr Weasley. Potter, gel benimle."
Harry oradan ayrılırken Malfoy'un, Crabbe'nin, Goyle'un zaferle ışıyan yüzlerini gördü; Profesör McGonagall'ın peşine takılıp şatoya yürüdü. Okuldan kovulacağından adı gibi emindi. Kendini savunmak için bir şeyler söylemek istiyordu, ama sesi yok olmuştu sanki. Profesör McGonagall Harry'ye bakmadan hızlı hızlı yürüyordu, Harry ona yetişebilmek için koşar adım gidiyordu. Olanlar olmuştu. İki hafta bile dayanamamıştı. On dakika sonra eşyalarını topluyor olacaktı. Kapıda belirdiği zaman Dursley'ler ne diyeceklerdi acaba?
Şatonun önündeki merdiveni, sonra da içerideki mermer basamakları çıktılar; Profesör McGonagall hâlâ ağzını bile açmamıştı. Harry arkasından süklüm püklüm koşarken kapıları açtı, koridorları arşınladı. Belki de Dumbledore'a götürüyordu onu. Hagrid'i düşündü Harry; o da okuldan kovulmuş, ama bekçi olarak kalmasına izin verilmişti. Belki de yardımcısı olurdu Hagrid'in. Bunu düşününce yüreği burkuldu, Ron'la ötekiler büyücü olarak yetişirken, o bahçede Hagrid'in çantasını taşıyacaktı.
Profesör McGonagall bir sınıfın önünde durdu. Kapıyı açıp başını uzattı.
"Özür dilerim, Profesör Flitwick, bir saniye Wood'u alabilir miyim?"
Wood da neyin nesiydi acaba?
Beşinci sınıftan iri yapılı bir çocuktu VYood, Flitwick'in sınıfından çıktığında kafası karmakarışık görünüyordu.
"İkiniz de gelin benimle," dedi Profesör McGonagall, koridorda yürümeye başladılar; Wood merakla Harry'ye bakıyordu.
"Girin."
Peeves'den başka kimsenin olmadığı boş bir sınıfa girdiler; o da karatahtaya hiç de hoş olmayan şeyler yazmaktaydı.
"Dışarı, Peeves!" diye bağırdı Profesör McGonagall. Peeves elindeki tebeşiri çat diye çöp tenekesine attı, sonra da söylene söylene çıktı. Profesör McGonagall onun arkasından kapıyı çarparak kapattı, iki çocuğun karşısına geçti.
"Potter, bu Oliver Wood. Wood - sana bir Arayıcı buldum."
Wood'un yüzündeki şaşkınlığın yerini sevinç aldı.
"Ciddi misiniz, Profesör?"
"Kesinlikle," dedi Profesör McGonagall. "Doğuştan yetenekli bu çocuk. Ben böyle bir şey görmedim. Bu senin süpürgeye ilk binişin miydi, Potter?"
Harry sessizce baş salladı. Ne olup bittiğine dair hiç fikri yoktu, ama anladığı kadarıyla, okuldan kovulmayacaktı, bacaklarının gücü yavaş yavaş yerine geliyordu.
Profesör McGonagall, "Şunu on beş metre pike yaparak yakaladı," dedi Wood'a. "Burnu bile kanamadı. Charlie Weasley bile yapamazdı bunu."
Wood, bütün düşleri bir anda gerçekleşmiş gibi bakıyordu şimdi.
Heyecanla, "Hiç Quidditch maçı gördün mü, Potter?" diye sordu.
Profesör McGonagall, açıklama yapmak gereğini duydu: "Wood, Gryffindor takımının kaptanıdır."
Wood, Harry'nin çevresinde dönüp onu inceleyerek, "Yapısı da Arayıcı olmaya uygun," dedi. "Zayıf -hızlı - ona doğru dürüst bir süpürge bulalım, Profesör - ya Nimbus İki Bin ya da Tertemiz Yedi."
"Profesör Dumbledore'la bir konuşayım, bakalım birinci sınıf kuralını yeni baştan yorumlayabilir miyiz. Takımın geçen yıldan daha iyi olması gerek. Son maçta Slytherin perişan ermişti bizi, Severus Snape'in yüzüne haftalarca bakamamıştım..."
Profesör McGonagall, gözlüğünün üstünden sert sert baktı Harry'ye.
"Sıkı çalışman gerekiyor, Potter, yoksa seni cezalandırma konusunda düşüncemi değiştirebilirim."
Sonra birdenbire gülümsedi.
"Baban bunu görse gurur duyardı," dedi. "Eşsiz bir Ouidditch oyuncusuydu o."
"Dalga geçiyorsun."
Akşam yemeğindeydiler. Harry, Profesör McGona-gall'la bahçeden ayrıldıktan sonra neler olduğunu anlatmayı yeni bitirmişti. Ron ağzına bir dilim biftekli-böbrekli börek götürüyordu ki, yemeği filan unutuverdi.
"Arayıcı ha?" dedi. "Ama birinci sınıftakiler hiç takımda senin kadar küçük biri oynamayalı kim bilir kaç yıl olmuştur -?"
Ağzına bir parça börek atarak, "Yüz yıl olmuş," dedi Harry. O günün heyecanından sonra bayağı acıkmıştı. "Wood söyledi."
Ron öyle şaşırmış, öyle etkilenmişti ki, oturduğu yerde Harry'ye bakmaktan-başka bir şey yapamıyordu.
"Haftaya antrenmanlara başlıyorum," dedi Harry. "Ama kimseye söyleme. Wood sır olarak saklamak istiyor bunu."
Fred ile George Weasley salona girdiler o anda, Harry'yi görünce yanına seğirttiler.
Alçak sesle, "Tebrikler," dedi George. "Wood söyledi. Biz de takımdayız - Vurucu oynuyoruz."
"Söylemedi demeyin, Quiddilch Kupası'nı bu yıl biz alacağız," diye fısıldadı Fred. "Charlie ayrıldı ayrılalı alamıyoruz, ama bu yıl takım harika. İyi oynuyor olmalısın, Harry. Anlatırken, Wood'un içi içine sığmıyordu."
"Neyse, gitmemiz gerek. Lee Jordan okul dışına açılan gizli bir geçit daha bulmuş, öyle diyor."
"İlk hafta bulduğumuz geçittir, Yaltak Gregory heykelinin arkasındaki. Görüşürüz."
Fred'le George ayrılır ayrılmaz hiç hoşlanmadıkları biri bitiverdi tepelerinde: Malfoy. Arkasında Crabbe'yle Goyle vardı yine.
"Son yemeğini mi yiyorsun, Potter? Seni Muggle'lar arasına döndürecek trene ne zaman biniyorsun?"
Harry, soğukkanlılıkla, "Bakıyorum ayakların yerdeyken, yanında da minik arkadaşların varken daha cesur oluyorsun," dedi. Crabbe'yle Göyle pek de minik sayılmazlardı doğrusu, ama Yüce Masa öğretmenlerle dolu olduğu için, dişlerini gıcırdatıp yumruklarım sıkmaktan başka bir şey gelmezdi ellerinden.
"İstediğin zaman teke tek karşılaşabilirim seninle," dedi Malfoy. "İstersen bu gece. Büyücü düellosu. Sadece asalarla dokunma yok. Ne oldu? Daha önce büyücü düellosu diye bir şey duymadın mı yoksa?"
Yerinde dönerek, "Duymaz olur mu," dedi Ron. "Ben onun yedeğiyim; senin yedeğin kim?"
Malfoy, Crabbe'yle Goyle'a bakarak onları şöyle bir tarttı.
"Crabbe," dedi. "Gece yarısı olur mu? Kupa salonunda buluşuruz, orası hiç kilitlenmiyor."
Malfoy gidince, Ron'la Harry birbirlerine baktılar.
"Büyücü düellosu da nedir?" dedi Harry. "Yedeğim olacağını söyledin, yedek ne işe yarar?"
Soğumuş böreği ağzına atarak, pek sıradan bir şey söylüyormuş gibi, "Ölecek olursan yerini alır," dedi Ron. Harry'nin bakışını fark etti sonra, hemen ekledi: "Ama insanlar gerçek büyücülerin düellolarında ölür. Sen de, Malfoy da, olsa olsa birkaç kıvılcım gönderirsiniz birbirinize, o kadar. Önemli bir zarar verecek kadar büyü bilmiyorsunuz. Zaten senin düellodan kaçacağını sanıyordu."
"Ya ben asamı sallayınca bir şey olmazsa?"
Ron akıl verdi: "O zaman asanı fırlatır atar, burnuna bir tane patlatırsın."
"Özür dilerim."
Başlarını kaldırdılar. Hermione Granger'dı.
"İnsan burada ağız tadıyla bir şey yiyemez mi?" dedi Ron.
Hermione aldırmadı ona, Harry'ye döndü.
"Malfoy'la konuşmanıza kulak misafiri oldum."
"Sende bu kulak varken," diye mırıldandı Ron.
"- geceleri okulda dolaşmaman gerek, yakalanırsan Gryffindor'un puanları silinir. Zaten yakalanırsın. Çok bencillik ediyorsun."
"Bu seni ilgilendirmez," dedi Harry.
"Güle güle," dedi Ron.
Gün pek de güzel bitmiş sayılmazdı doğrusu, Harry yatağına uzanmış, Dean'le Seamus'ın uykuya dalışlarını kollarken öyle düşünüyordu (Neville hastane kanadından dönmemişti daha). Ron akşam boyunca, "Eğer sana lanet yağdınrsa eğilirsin, çünkü nasıl karşılanacağını bilmiyorum," gibisinden öğütler vermişti. Filch ya da Mrs Norris tarafından yakalanmaları olasılığı da büyüktü, Harry aynı gün içinde bir kere daha okul kuralları dışına çıkmakla şansını zorladığı duygusuna kapıldı. Öte yandan, boyuna Malfoyun sırıtan yüzü beliriyordu karanlıkta Malfoyu yere sermek için karşısına eşsiz bir olanak çıkmıştı. Bu olanağı kaçıramazdı.
Sonunda, "On bir buçuk," diye mırıldandı Ron. "Gitme vakti."
Sırtlarına sabahlıklarını geçirip asalarını aldılar, kuledeki odalarından ayrılıp kıvrımlı merdivenden indiler, Gryffindor salonuna girdiler. Şöminede birkaç kor parıldıyordu hâlâ, bütün koltuklar kambur siyah gölgelere dönüşmüştü. Tam resimdeki deliğe varmışlardı ki, yanlarındaki koltuktan bir ses geldi: "Bunu yapacağına inanamıyorum, Harry."
Bir lambanın titrek ışığı belirdi. Hermione Granger'dı bu, pembe bir sabahlık geçirmişti sırtına, kaşlarını çatmıştı.
Öfkeyle, "Sen!" dedi Ron. "Gidip yatsana sen!"
"Az kalsın kardeşine söyleyecektim," diye atıldı Hermione. "Percy'ye - Sınıf Başkanı o. Bunu durdururdu."
Harry bir başkasının kendi işlerine bu kadar burnunu sokmasına inanamıyordu.
"Hadi," dedi Ron'a. Şişman Kadın resmini iterek açtı, delikten geçti.
Hermione kolay kolay pes etmeyecekti anlaşılan. Ron'dan sonra o da geçti resimdeki delikten, bir yandan da öfkeli kazlar gibi tıslıyordu onlara.
"Siz hiç Gryffindor'u düşünmez misiniz, hep kendinizi mi düşünürsünüz? Kupayı Slytherin alacak, Büyü Değiştirme'yi bildiğim için Profesör McGonagall'dan topladığım bütün puanlar sizin yüzünüzden silinecek."
"Gitsene sen."
"Peki, ama uyardım sizi, yarın eve dönerken trende hatırlarsınız, siz nasıl insanlarsınız, biliyor musunuz? Siz -"
Nasıl insanlar olduklarını öğrenemediler. Hermione içeri dönmek için Şişman Kadın'ın resmini çevirince bomboş bir tabloyla karşılaşmıştı. Bir gece ziyaretine gitmişti Şişman Kadın, Hermione de Gryffindor Kulesi'ne giremiyordu.
Cırtlak bir sesle, "Ben şimdi ne yapacağım?" diye sordu.
"Senin sorunun o," dedi Ron. "Bizim gitmemiz gerek, geç kalıyoruz."
Koridorun sonuna varmamışlardı ki, arkalarından Hermione yetişti.
"Ben de sizinle geliyorum," dedi.
"Gelmiyorsun."
Ne yani, burada böyle dikilip Filch'in beni yakalamasını mı bekleyeceğim? Bizi bulursa doğrusunu söylerim, sizi durdurmaya çalıştığımı anlatırım, siz de beni desteklersiniz."
Ron, "Sen de amma yüzsüzsün -" dedi yüksek sesle.
Birdenbire, "Susun, ikiniz de!" dedi Harry. "Bir ses duydum."
Ron, karanlıkta görmeye çalışarak, "Mrs Norris mi?" diye fısıldadı.
Mrs Norris değildi. Neville'di. Yere kıvrılmış, mışıl mışıl uyumaktayken onların yaklaştığını sezip sıçramıştı.
"Neyse ki buldunuz beni! Saatlerdir buradayım, yatakhaneye gitmek için yeni parolayı unutmuşum."
"Alçak sesle konuş, Neville. Parola 'Domuz burnu', ama işine yaramaz, çünkü Şişman Kadın yerinde değil."
"Kolun nasıl?" diye sordu Harry.
Bileğini göstererek, "İyi," dedi Neville. "Madam Pomfrey bir dakikada iyileştirdi."
"Güzel - bak, Neville, bizim bir yere yetişmemiz gerek, sonra görüşürüz -"
Neville, ayağa kalkarak, "Beni bırakmayın!" dedi. "Yalnız kalmak istemiyorum burada, Kanlı Baron zaten iki kere geçti."
Ron saatine bir göz attı, sonra da Hermione'yle Ne-ville'e baktı öfkeyle.
"Sizin yüzünüzden yakalanacak olursak, ne yapar eder, Quirrell'ın anlattığı Hortlak Laneti'ni öğrenir, ikinizi de lanetlerim."
Hermione ağzını açtı, belki de Hortlak Laneti'nin nasıl kullanılacağını öğretecekti ona, ama Harry susmalarını işaret etti, birlikte yürümeye koyuldular.
Yüksek pencerelerin demir çubukları arasından süzülen ay ışığının aydınlattığı koridorlarda ilerlediler. Her dönemeçte, Filch ya da Mrs Norris'le karşılaşırız diye, Harry'nin yüreği ağzına geliyordu. Ama şanslıydılar. Merdivenlerden üçüncü kata çıkıp parmaklarının ucuna basa basa kupa salonuna yöneldiler,
Malfoy'la Crabbe gelmemişlerde daha. Ay ışığının düştüğü yerlerde kristal kupa kutuları parlıyordu. Altın ve gümüş kupalar, kalkanlar, şiltler, heykeller karan lıkta ışıldıyordu. Gözlerini salonun iki yanındaki kapılardan ayırmadan, duvar boyunca ilerlediler. Malfoy belki ansızın belirip de saldırır diye, Harry asasını çıkardı. Dakikalar ağır ağır geçti.
Ron, "Gecikti," diye fısıldadı, "belki de korkudan ödü patlamıştır."
O sırada yan odadan gelen bir sesle sıçradılar. Harry tam asasını kaldırmıştı ki, birinin konuştuğunu duydular - Malfoy değildi bu.
"Kokla etrafı, tatlım, bir köşeye sinmiş olmalılar."
Konuşan Filch'ti, Mrs Norris'e bir şeyler söylüyordu. Harry, dehşet içinde arkadaşlarına döndü, kendisini hemen izlemeleri için çılgıncasına el salladı; Filch'in sesinin geldiği yerin karşısındaki kapıya yöneldiler usulca. Neville cüppesinin eteğini çeker çekmez, Filch'in kupa salonuna girdiğini duydular.
"Burada bir yerdeler," diye homurdanıyordu Filch, "herhalde saklanıyorlar."
Harry, arkadaşlarına, "Buradan!" diye işaret etti; hepsi korkudan taş kesilmişti sanki, iki yanına zırhlar sıralanmış uzun bir koridorda usul usul ilerlediler. Filch'in yaklaştığım duyuyorlardı. Ansızın korkuyla inledi Neville, koşmaya başladı - derken sendeledi, Ron'un beline yapıştı, ikisi birden bir zırha tosladılar.
Öyle bir şangırtı koptu ki, bütün şato ayağa kalkabilirdi.
"KOŞUN!" diye bağı-dı Harry, dördü birden koridorda tabanları yağladılar, Filch geliyor mu diye arkalarına bile bakmıyorlardı - bir koridordan bir başkasına geçtiler, Harry öndeydi, nereye gittiklerini bile bilmeden koşuyordu. Kendilerini bir duvar halısının arkasına atınca, gizli bir geçitte olduklarını fark ettiler, koşmayı sürdürünce Tılsım sınıfının yanına çıktılar, kupa salonunun çok uzaklarındaydılar şimdi.
Harry, soğuk duvara yaslanıp alnını silerek, "Galiba sıyırdık," dedi soluk soluğa. Neville iki büklüm olmuş, aksırıp tıksırıyordu.
Hermione de soluk soluğaydı; ellerini göğsüne bastırarak, "Söylemiştim - söylemiştim - size," dedi. "Söylemiştim - size."
Ron, "Gryffindor Kulesi'ne dönmeliyiz," dedi. "Hemen. Hiç vakit geçirmeden."
Hermione, "Malfoy seni kandırdı," dedi Harry'ye. "Farkındasın, değil mi? Karşına çıkmayı düşünmedi bile - Filch kupa salonuna birinin geleceğini biliyordu. Malfoy kulağına fısıldamıştır mutlaka."
Harry, Hermione'nin haklı olabileceğini düşündü, ama bu düşüncesini ona söylememeyi uygun buldu.
"Gidelim."
Okadar kolay olmayacaktı bu. Daha on-on iki adım ancak atmışlardı ki, bir kapı tokmağının takırtısını duydular, önlerindeki sınıftan yıldırım hızıyla biri fırladı.
Peeves'di bu. Onları görünce keyiften kıkırdamaya başladı.
"Sus, Peeves - lütfen - kovulmamıza neden olacaksın."
Peeves gıdaklar gibi güldü.
"Gece yarısı dolaşmaya çıktınız ha? Sizi bastıbacaklar! Çık, ak, çık. Yaramazlar böyle enselenir işte."
"Bizi ele vermezsen enselenmeyiz, Peeves, lütfen."
Peeves, yumuşacık bir sesle, "Filch'e söylemem gerek bunu. Evet, ona söylemeliyim," dedi; ama gözleri hain hain parlıyordu. "Sizin kendi iyiliğiniz için."
"Çekil yolumuzdan," diye diklendi Ron, Peeves'i hızla itti - büyük bir hataydı bu.
"ÖĞRENCİLER YATAKLARINDAN KAÇMIŞ!" diye haykırdı Peeves. "ÖĞRENCİLER KAÇMIŞ! TILSIM KORIDORUNDALAR!"
Peves'den sıyrılarak can havliyle kaçtılar, koridorun sonuna kadar koştular, bir kapı çıktı karşılarına -kilitliydi.
Çaresizlik içinde kapıyı iterlerken, "Tamam!" diye inledi Ron. "İşimiz bitti! Sonumuz geldi!"
Ayak sesleri geldi kulaklarına; Filen, Peeves'in çığlıklarını duymuş, koşarak yaklaşıyordu.
"Çekilin şöyle," diye homurdandı Hermione. Harry'nin asasını kaptı, onu kilide vurarak fısıldadı: "Alohomora!"
Bir tıkırtı oldu kilitte, kapı ardına kadar açıldı - itişe kakışa geçip kapıyı kapattılar, öteki yanda konuşulanlara kulak kabarttılar.
"Nereye gittiler, Peeves?" diyordu Filch. "Çabuk, söyle bana."
"Lütfen' diyeceksin."
"Benimle dalga geçme, Peeves, söylesene, nereye gittiler?"
Peeves'in o sinir bozucu sesi, şarkı söyler gibi, çınladı: "Lütfen diyeceksin. Hiçbir şey öğrenemezsin."
"Peki-lütfen."
"HİÇBİR ŞEY! Ha haaa! Söyledim ya, lütfen diyeceksin, hiçbir şey öğrenemezsin diye. Lütfen dedin, hiçbir şey öğrenemeyeceksin! Ha ha! Haaaaaa!" Peeves'in bir hışırtıyla uzaklaştığını, Filch'in de öfkeyle küfrettiğini duydular.
"Kapı kilitli sanıyor," diye fısıldadı Harry. "Sıyıracağız - çek elini, Neville!" Neville bir dakikadır Harry'nin sabahlığının kolunu çekiştirip duruyordu. "Ne var?"
Harry arkasına döndü - döner dönmez de görüverdi. Neyi mi? Bir karabasanın içinde sandı kendini - bu kadarı da olmazdı artık, başlarına gelen bütün o belalardan sonra.
Sandığı gibi, bir odada değillerdi. Bir koridordaydılar. Üçüncü kattaki yasak koridorda. Neden yasak olduğunu da hemen anlamışlardı.
Yerden tavana kadar yükselen boyuyla dev bir köpeğin gözlerinin içine bakıyorlardı şimdi. Üç başlı bir köpekti bu. Üç çift fıldır fıldır, çılgınca bakan göz; kendilerine doğru uzanmış, titıeyip duran üç burun; sarımsı dişlerinden kaygan sicimler gibi sarkan salyalarıyla üç de korkunç ağız.
Hareket etmeden duruyordu; altı gözünü de onlara dikmişti; Harry, "Eğer ansızın çıkagelmemiz onu bu kadar şaşırtmasaydı, şimdiye kadar çoktan ölmüştük," diye düşündü; ama şaşkınlığı geçiyordu köpeğin, gökgürülrüsünü andıran o hırlamaların başka ne anlamı olabilirdi?
Kapının tokmağına yapıştı Harry - Filch'le ölüm arasında bir seçim yapması gerekiyorsa, Filch'i seçerdi elbet.
Dışarı fırladılar - Harry çarparak kapadı kapıyı, koridor boyunca koştular, daha doğrusu uçtular. Filch herhalde başka bir yerlerde aramaktaydı kendilerim, çünkü onunla karşılaşmadılar; karşılaşıp karşılaşmamaları da pek önemli değildi zaten o anda tek düşündükleri, canavardan olabildiğince uzaklaşmaktı. Yedinci katta Şişman Kadın'ın portresine varıncaya kadar koştular.
Şişman Kadın, omuzlarından sıyrılmış sabahlıklarına, kan ter içindeki kıpkırmızı yüzlerine bakarak, "Nerelerdeydiniz?" diye sordu.
"Boş ver şimdi - domuz burnu, domuz burnu," diye soludu Harry, tablo öne doğru açıldı. Salona girip koltuklara yığıldılar; zangır zangır titriyorlardı.
Bir süre hiçbiri ağzını açmadı. Neville sanki ömrü boyunca bir daha konuşmayacakmış gibi duruyordu.
Sonunda, "Bunlar ne yaptıklarını sanıyorlar?" dedi Ron. "Böyle bir şey okulda kapalı tutulur mu? Köpek dediğin azıcık gezdirilmek, dolaştırılmak ister. Hele bu..."
Hermione hem soluğuna hem de o kötü huyuna yemden kavuşmuştu.
"Siz hiçbiriniz bakmayı bilmiyorsunuz," diye atıldı. "Köpek neyin üstünde duruyordu, dikkat ettiniz mi?"
"Yerde mi?" dedi Harry. "Ayaklarına bakmıyordum ki, kafalarına bakıyordum."
"Yerde değil. Bir kapağın üstünde duruyordu. Bir şeyi koruduğu apaçık ortada."
Ayağa kalkarak patladı.
"Yaptığınız işten memnunsunuz herhalde. Hepimiz ölebilirdik - daha kötüsü, kovulabilirdik. Şimdi, izin verirseniz, ben yatmaya gidiyorum."
Ron, ağzı bir karış açık, Hermione'nin arkasından bakakaldı.
"İzin senin," dedi. "Sanki zorla sürüklediydik onu."
Harry yatağına uzanırken Hermione'nin söylediklerini düşünüyordu. Bir şeyi koruyordu köpek... Ne demişti Hagrid? Dünyada bir şey saklamak istersen, en güvenli yer Gringotts'tur - Hogwarts dışında.
Harry, yedi yüz on üç numaralı kasadaki küçük paketin nerede olduğunu anlamıştı galiba.
  Alıntı ile Cevapla