Tek Mesajı Görüntüle
Old 12-18-2006, 01:24 PM   #4
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2560
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Akıl-nakil ilişkilerinde akla öncelik veren Mutezile ekolünün Halife Memun döneminde devletin resmi din yorumu olarak benimsenmesi, diğer dinî yorumların dışlanması ve baskı altında tutulması İslam düşünce geleneğinde "fikir özgürlüğü" bağlamında değerlendirildiğinde büyük bir talihsizliktir. İslam düşüncesinin bu en özgürlükçü ekolünün iktidar serüveninde düşünce ve fikir özgürlüğünü hiçe sayarak muarızlarına karşı siyasetin sopasını eline alması, Hz. Peygamber sonrası müslümanlar arasında ortaya çıkan dinî karakterli hareketlerin büyük oranda iktidara gelmek isteyen siyasî oluşumlar olduğunu göstermektedir. Bu dönemde ortaya çıkan dinî karakterli siyasî oluşumlar, kendilerini "büyük günah işleyen bir kişinin durumunun ne olacağı" şeklinde formüle edilen Kelamın bu kadim sorunu üzerinden birbirleriyle kozlarını paylaşıyorlardı. Bu oluşumları Haricîler, Mutezile ve Mürcie olarak sınıflandırmak mümkündür. Haricî tutum; büyük günah işleyen kimsenin kafir olduğunu, Muaviye ile olan siyasal mücadelede tahkim olayını kabul ettiği için Hz. Ali’yi de tekfir etmekten çekinmiyordu. Mürciî tutum ise; amelin imandan bir cüz olmadığı, dolayısıyla büyük günah işlemenin imana zarar vermeyeceğini dile getiriyordu. Mutezile de bu görüşlerin her ikisine de karşı çıkarak üçüncü bir yol geliştirerek büyük günah işleyen bir kimsenin ne mümin ne de kafir olduğunu, iman ile küfür arasında bir durumda (el-menziletu beyne’l-menzileteyn) bulunduğu şeklindeki yaklaşımını ortaya koymuştur. Din üzerinden yürütülen bu siyasî tartışmanın tüm taraftarları kendi görüşlerini ayet ve hadislere dayandırarak din diliyle yürütülen siyasi bir mücadelenin içerisinde bulunmuşlardır. İşte bu üç akımın temel yaklaşımları kendilerinden sonraki tüm fikir ve düşünce akımları üzerinde farklı tonlarla etkisini sürdürmüştür.



Nakli (ayet ve hadisler) esas alarak dinî konuların yorumunda akla yer vermeyen Ehl-i hadis- Selefiyye doktrini ile aklı esas alan Mutezile arasında orta bir yolu benimseyen yeni bir yaklaşımın ve akımın ortaya çıkması kaçınılmazdı. Aslında bu yeni akım daha önceleri çerçevesi ve fikriyatı, Ebu Hanife tarafından belirlenen Ehl-i rey (naklin yorumunda aklı kullanan, ictihad eden) ekolünün fikir dünyasındaki yerini alması anlamına geliyordu. İşte Kelam terminolojisinde Ehl-ü’s-Sünnet olarak isimlendirilen bu akımın iki büyük imamı vardır. İkisi de birbirinin çağdaşıydı ve her ikisi de siyasallaşan mutezile ve şia gibi akımlarla fikri mücadeleye girişti. Bu imamlardan biri olan Maturidi, mutezilenin özellikle Bağdat ekolüyle mücadele ediyordu. Bağdat, Abbasi hilafetinin merkeziydi ve Ehl-i rey taraftarlarının yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. Maturidi’nin memleketi olan Maveraünnehir ile Bağdat arasında siyasi bir çekişme vardı. Samaniler, bu coğrafyanın İslam dünyasının merkezi olan Bağdat’a olan mensubiyetine son vererek bağımsız bir devletin üssü haline getirmişlerdi. Siyasi çekişmenin fikri plana taşınması mukadderdir ve Maturidi ile Mutezile’nin Bağdat ekolü arasındaki fikir kavgası da siyasetin gölgesi altında yürütülmüştür.



Ebu Mansur’un doğum yeri olan Maturid, bugün Özbekistan Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki Semerkant’a bağlı bir mahalledir. Özbekistan Cumhuriyeti, 2000 yılında Maturidi’nin 1130. doğum yılı vesilesiyle bazı resmi etkinlikler düzenlemiş, onun anısına yapılan bir türbenin açılışını gerçekleştirmiştir. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bağımsızlığını ilan eden çiçeği burnunda bir devlet olan Özbekistan’ın kimlik ve aidiyet arayışında kendi iç dinamiklerini tesis edici kültürel değerleri adına topraklarından çıkmış bir büyüğü anması, gündeme taşıması aynen Türkiye’de Hacı Bektaş ve Mevlana anısına düzenlenen resmi etkinlikler gibi önemli olduğu kadar anlamlıdır.



Maturidilik de Eşarilik, Mutezile, Haricilik ve Selefiyye gibi İslam düşüncesinin kendi içinde önemli bir zenginliğidir. Meselâ Mutezilenin akıl merkezli doktrinleri ve yaklaşımları, Haricilerin müslümanların siyasi kaderini "kureyş" soyuna mahkum eden ve hatta daha sonraları hem Maturidiler hem de Eşariler tarafından farklı yorumlarla benimsenen siyaset anlayışını reddetmeleri, Selefiyye’nin inanç esaslarını her türlü hurafe ve şirkten arındırma konusundaki hassasiyetleri bugünün İslam dünyasının birer kazanımıdır.



Tarih boyunca İslam dünyasındaki siyasi otorite, kendisini İslam düşünce ekollerinden herhangi biri üzerinden meşrulaştırmaya çalışmıştır. Cumhuriyete geçiş sürecinde yeni Türkiye için Maturidî-Hanefî ekseninde bir dini yorum öngörülmüş olacak ki M. Kemal, kendi tahsisatından pay ayırarak Hamdi Yazır’a sipariş ettiği Kur’an tefsirinin sözleşme şartları arasına "bu tefsir, Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadı üzerine kaleme alınacaktır" hususunun yer almasını istemiştir. Diyanet İşleri başkanlarının da bu dini yorumu benimseyenler arasından atanması, sadece belirli bir mezhebin fıkhından derlenerek kaleme alınan ilmihal türü eserlerin başına İslam kelimesinin getirilerek genelleştirilmesi Hanefi-Maturidi yorumun günümüze kadar öncelenerek geldiğini göstermektedir. Cumhuriyet dönemi din eğitiminde de Hanefilik ve Maturidilik çizgisi hakim unsur olmaya devam etmiş ve hatta bu çizginin kaynak eserlerinin Türkçe’ye çevrilmesiyle beraber Osmanlı döneminden daha fazla yaygınlaşması sağlanmıştır. Dolayısıyla toplumun kahir ekseriyeti fıkıhta Hanefi, itikadda Maturididir yani Cumhuriyetin özgür bireyinin teolojisi Maturidiliktir.



Eğer bugün din-toplum ve devlet arasında bir ilişki bunalımından söz ediliyorsa bu bunalımın, toplumunun sahip olduğu dini inanış ve yaşayış biçimleriyle veya Maturidilik-Eşarilik gibi bir teolojiyle bir ilgisi yoktur. Bunalımın temellerini ekonomi-politik gibi rasyonel sebepler yerine teolojik yorumların dünyasında aramak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ayrıca etnik bir temele indirgenen veya etnik bir temelle anlamlandırılmaya çalışılan herhangi bir dini yorum siyasallaştırılmış bir yorumdur ve sözü edilen sorunları çözmekten uzaktır. Sebepleri veya sonuçları, tamamen teolojik yorum dünyasında aramak cebri-kaderci ideolojinin bir başka versiyonudur ve böylesi bir bakış açısı da sebepleri veya sonuçları, siyasal ve ekonomik gibi rasyonel bir temelle anlamaya çalışmanın önündeki en önemli engeldir.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla