Forum Kalfası
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3003
Rep Puanı : 16800
Cinsiyet : Erkek
|
A.W.SCHLEGEL
Romantik çevrenin asıl önde gelen temsilcisi A. W. Schlegel'dir (1767- 1845). Ancak onun müziğe ilişkin yazıları hiç de romantik bir coşkunluk ortaya koymaz, tersine soğukkanlı, bilgili, öngörülü bir düşünürün çalışması olarak görünür. Schlegel, kendini duyusal etki öğretisinden henüz uzak tutmuş değildir. O, yaban halkların dillerinin şarkıya ilişkin bir şeye kendi başına sahip olduğuna inanır. Rousseau ve Herder gibi o da tüm şarkının temeli için konuşma seslerinin canlı anlatımlı bükümlerini ve tüm müziğin temeli için şarkıyı varsayar.
Schlegel, müziği, dansı ve şiiri, üç doğal sanat olarak gösterir. O, ritimi algılama yetisini, bedensel örgenleşmeyle bağıntılandırır. O da Schelling gibi, yeni müzikte ritmik olanın tamamen söndürüldüğü veya tabi kılındığı ve onun boşluğunun armonik zenginleşmeyle doldurulduğu kanısındadır. Ona göre müziğin yapıcı öğeleri ritim, modülasyon ve armonidir. Ritim en genel anlamda, tonların zaman dizisine ilişkin olan her şeydir. Modülasyon, yük- seklik ve belirlenebilir bağıntılara göre olan derinlik açısından tonların değişimidir. Armoni tonların birbirleriyle olan bağıntısında onların niteliğine ilişkindir.
Schlegel, tüm müzik estetiğinin en temel güçlüğünü şurada bulur: Müzik bir yandan duyusal etkiyi ve ruh hareketlerini ifade eder; diğer yandan bir dereceye kadar matematiksel hesaplamaya elverişli olan tonların armonik bağıntılarına dayanır, bu nedenle burada matematiksel bir oyalanma- dan başka bir şey olmadığı söylenmiştir. Öyle ki, bu oyalanma, bizim müziği işitmemiz suretiyle ruhumuzu inşa eder: ses veren cisimlerde tınıların meydana gelişinde ilerleyen şeyin (titreşimlerin) gözlemi yoluyla tonların doğası araştırıldı. Bu tarzda konsonans (ses uygunluğu) ve disonans (ses uygunsuzluğu) duygusu, tonlarda ortaya çıkan titreşimlerin sayısal bağıntılarından çıkarılarak açıklanmak istendi, yani kolaylıkla hesap edilen, birbiri ardına gelen titreşimler armonik, hesap edilemeyenler değil. Ama bu varsayım, Rousseau'nun da göstermiş olduğu gibi en az bile tatmin edici değildir. Çünkü sayıların bu orantıları, müzik yapıtının yapıcı öğeleri olan konsonans ve disonansın dereceleriyle asla uyuşmaz. Matematiksel yolda, yalnızca, bu gözlemlerin çok daha büyük yetkinleştirilmesiyle, tonların bizim işitmemiz için olan bağıntılarının açıklanması amacıyla bazı şeyler edinmek istenir. Ama bu şeyler, bu amaca hizmet etmez. Çünkü bu bağıntı canlı bir bağıntıdır ve matematik, görüngülerin yapılandırılmalarını onlardaki canlı olanı çıkarıp attıktan sonra ancak gerçekleştirebilir. Gerçekte matematiksel olarak belirlenebilir bağıntılar, ifadenin veya ideal içeriğin ereğine hizmet eden aracın ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. Bizim duyularımız arasında asıl içsel olanı işitmedir. O, diğer duyular gibi, cisimlerin kalıcı özellikleri konusunda bize aracılık etmez, tersine art arda oluşun bir oyununda gelip geçen olaylarda aracılık eder.
G.W.F. HEGEL
G. W. F. Hegel ( 1770-1831 ), sanatlar sıralamasında "romantik sanatlar" başlığı altında, resimden sonra ikinci sırayı müziğe, sonuncusunu söz sanatlarına (şiire) verir. Bu sıralama, aynı zamanda Tin'in (Geist) kendine dönüş, kendini açma ve bilme sürecinin evrelerini gösterir. Hegel, müziği izlenimin (duygunun) ve ruhun sanatı olarak anlar. Etki bakımından müzik, "doğrudan doğruya ruha yönelen sanat"tır. O, içsel değişimleri, kalbi ve ruhu hare kete getirir. Müziğin gereci, titreşimin sonucu olan tondur. Bu açıdan müzik, plastik sanatlarla şöyle karşılaştırılır: "Ton plastik sanatların gereci karşısında tamamen soyuttur. Kütle ve renk, nesnelerin geniş, çok biçimli bir dünyasının biçimlerini alır ve onu kendi gerçek varlığı bakımından ortaya koyar; tonlar bunu yapamaz. Bundan dolayı da müzik ifadesi için ancak tamamen nesnesiz içsel olan şey, böyle bir şey olarak soyut öznellik uygun düşer. Bu, bizim tamamen boş ben'imizdir, daha başka içeriği olmayan öznedir. (.:.) Tonlar, yalnızca en derin ruhta, kendi ideal öznelliğinde kavranan ve hareket eden ruhta yankılanır."35 Müziğin şiir sanatıyla karşılaştırılmasında, plastik sanatla olanın tersine, ayrım üzerinde değil, benzerlik üzerinde durulur. Hegel'e göre müzik, en çok akrabalığa şiir sanatıyla sahiptir. Bunun nedeni, her ikisinin de aynı gerece, yani tona bağlı olmasıdır.
Hegel, müziksel ifade araçlarını da şöyle belirler: a. Mezür (zaman ölçüsü), usul, ritim. Bunlar müziksel tonların salt zamansal yanı ile ilgilidir. Bu müzik için ilk temeldir. b. Armoni, müziğin daha esaslı olan şeyidir. c. Melodi: Armoninin yalnızca ton dünyası için olan zorunluluk yasasını kapsa- masına karşın, melodi müziğin poetik olan şeyidir, ruhun dilidir. Müziğin poetik yanı, onun son alanıdır.3
Hegel için müzikçi yapıtında doğrudan doğruya real duyguları değil, ter- sine kendi real ben'inden çözüp yalnızca kendi hayal gücünde yaşayan ve yeniden ancak dinleyicinin hayal gücünde oluşan ideal görüntü-duyguları koyar. Bu, onun önemli bir görüşüdür. Ona göre, müziğin en içsel olan şeyi duygular değil; biçimlerdir, sonsuz olanın sonlu olanın algısallığındaki bi- çimleri. Bu anlayışında Hegel, Schelling'e yaklaşır. Ama onun daha çok Herder'le ilgi içinde olduğu görünür.
Herder'de dehaca sanatlı sezgi (intuition) olarak görünen şeyi Hegel, mantıksal bireşimde ton görüngüsünden çıkarımlar. Herder için seste -cismin maddeselliğinin tüm parçalarının titreşiminde- öz biçim, içsellik veya ses veren şeyin ruhu olarak ortaya çıkar. Hegel'de ise içselliğin mantıksal ide'si, tek olan, kendine özgü olan şeydir. Bu ide, ses veren cisimde kendini gerçek olarak biçimlendirir. Sesin kendisi, içselliğin gerçekleşmesi olunca, tonların sanatı haklı olarak içselliğin, ruhun sanatı olur. Böylece sanat, ide'yi duyusal algının maddesindeki tüm cürufundan arındırarak, artıksız, bilinçli olarak ifade etme olanağına ve ödevine sahip olur.
A.SCHOPENHAUER
A. Schopenhauer (1788-1860), "İstenç ve Tasarım Olarak Dünya" adlı ana yapıtının ilk cildinde müzik görüşünü tamamlanmış olarak vermiştir. Daha sonraki yazılarında ilkece yeni bir şey yoktur. Hegel ve Schopenhauer'in müzik estetikleri kısa zaman arayla art arda gelir. Schopenhauer, bili- nen Hegel düşmanlığıyla "sefil Hegelcilik"ten ve bunun "şarlatanlığı"ndan söz etmesine karşın, bu iki fılozofun müzik üstüne olan düşüncelerinde temelde yakın akrabalık vardır.
Hegel gibi o da müziği, duygunun sanatı olarak anlar. Karamsar felsefe- sinde sanatı bir kurtuluş yolu olarak gören Schopenhauer için müzik, ger- çeklikteki görünüşü kendi edimlerinin dizisi olan istencin tarihini aydınla- tır. Ama müzik, daha fazlasını söyler, kendi en gizemli tarihini anlatır, isten- cin her kımıldanışını, her çabasını, geniş anlamıyla aklın duygu diye içerdiği her şeyi boyar, resmeder. Bundan dolayı sözcüklerin aklın dili olması gibi, müziğin duygunun ve tutkunun dili olduğu her zaman söylenmiştir. Yine Hegel'le uyumlu olarak Schopenhauer, müziğe özgü belirsizliği de kabul eder: O, bu veya şu tek ve belirli sevinci veya hüznü veya acıyı veya dehşeti veya sevinç taşkınlığını veya ruh dinginliğini değil, fakat sevincin, hüznün ve diğerlerinin kendisini, onların özel olan şeyini, hiçbir eklenti ve motif olmaksızın ifade eder. Müzik, bu veya şu tek olaydaki belirlilikle, bu veya şu belirli nesne ve duyguyla ilgili olamaz. Schopenhauer, daha önce Schelling'de bulduğumuz, müziksel yaratmanın bilinçsizliği ve buna uygun olarak da müziksel anlamanın bilinçsizliği düşüncesini benimser ve kendi görüşünün tüm derinliğinde ortaya koyar.
Schopenhauer söylüyor: "Müziğin ifade edilemez içsel olan şeyi şuraya dayanır: Müzik bizim en içsel özümüzün tüm kımıldanışlarını yeniden verir, ama hiçbir gerçeklik olmaksızın ve kendi ıstırabından uzakta."41 Bu bağ- lamda o, alıntıladığı, Leibniz'in "Müzik metafizikte bilinçsiz bir alıştırmadır; bu metafizikte ruh, felsefe yaptığını bilmiyor." sözünü şöyle sürdürür: "Çünkü bilmek, her yerde, soyut kavramlara oturtmak demektir."42 Müzik, belli açıdan kavramlara karşıt konulmuş kavramdır: "Bilginin asıl karşıtı duygudur. (...) Duygu sözcüğünün gösterdiği kavram, tamamen negatif bir içeriğe sahiptir; yani bilinçte şimdi olan bir şey, kavram değildir, aklın soyut bilgisi değildir. "43 "[Hangi türden olursa olsun] sanat için kavram, daima verimsiz; kalır. Onun alanı bilimdir. (...) Tüm halis sanat algısal bilgiden çıkar, kav-j ramdan değil." Kavramlar, yalnızca algıdan soyutlanmış biçimleri, sanki; nesnelerin onlardan çekip çıkarılmış kabuklarını içerir. Buna karşın müzik, tüm biçimlemenin (oluşumun) öncesindeki en iç çekirdeği veya şeylerin kah bini verir. Bu bağıntı, skolastik dille şöyle deyimlenebilir: Kavramlar, universalia post rem'dir (nesnelerden sonraki tümeller); ama müzik universali ante rem'i (şeyden önceki tümelleri) ve gerçekliği, universalia in re'yi (şeyde ki tümelleri) verir. Müzik, dünyanın tüm psişik olanı için metafizik olan şe yi, tüm görünüş için kendinde olan şeyi ortaya koyar. Buna göre dünyaya cisimleşmiş istenç olduğu kadar, aynı şekilde cisimleşmiş müzik de denile- bilir. Müzik, sanki drama'nın ruhudur. Müzik için tutkular, istenç hareketleri düpedüz vardırlar ve o, Tanrı gibi yalnızca kalpleri görür. Müziğin genel diline tabi olan, insan yaşamının tek tek görünüşleri, genel zorunlulukla asla müzikle bağlı değildir veya müziğe tekabül etmez; tersine onlar, müzik için yalnızca herhangi bir örnek bağıntısında genel bir kavram için bulunurlar: Onlar, düpedüz biçimin genelliğinde müziğin ifade ettiği şeyi, gerçeklik belirleniminde ortaya koyarlar.
Schopenhauer, müziğe diğer sanatlara göre varlıkbilimsel bakımdan daha öncelikli bir yer verir: "O [müzik], diğerlerinden büsbütün ayrılmış olarak durur. Biz onda dünyadaki varlıkların herhangi bir ide'sinin taklidi- ni, yinelemesini bulmayız: Buna rağmen o, çok büyük ve olağanüstü yetkin bir sanattır ve insanın en içsel varlığını çok güçlü olarak etkiler." "İstencin upuygun nesneleşimi (Platon anlamda) ideler'dir; tek tek nesnelerin tasviri yoluyla bu ide'lerin bilgisinin uyandırılması, tüm diğer sanatların ereğidir. Onların hepsi, demek ki istenci yalnızca dolaylı olarak nesneleştirirler, yani ide'ler aracılığıyla: Ve bizim dünyamız ide'lerin çoklukta görünüşün- den başka bir şey olmadığı için, müzik ide'leri aştığı, görünüş dünyasından tamamen bağımsız olarak da onu kesinlikle bilmezden geldiği için, dünya hiç olmasaydı bile müzik var olurdu. Bu diğer sanatlar hakkında asla söylenemez. Müzik, demek ki böyle dolaysız bir nesneleşmedir ve tüm istencin ' bir kopyasıdır. (...) O halde müzik, diğer sanatlar gibi, asla ide'lerin kopyası ~ değildir, tersine istencin kendisinin kopyasıdır; onun nesneleşimi de ide'ler dir: bundan dolayı müziğin etkisi, diğer sanatların etkisinden çok çok güçlü ve içe işleyicidir: çünkü ötekiler, yalnızca gölgelerden, ama müzik özden söz eder."
Schopenhauer, genel felsefesinde, tüm varlığı istencin ide'ler aracılığıyla basamaklı bir nesneleşimi diye görür. Müzik de varlığın bu basamaklı yapısında yol alır, ama ide'ler aracılığı olmaksızın doğrudan doğruya istençten çıkarak. Armoninin kaba temeli ilkin kaba cansız maddede, sonra armoninin orta sesleri canlı dünyada ve ilk olarak kendi başına anlamlı üst-sesler melodisi istencin, düşünen insansal yaşamın ve çabanın en yüksek nesneleşiminin resminde bulunur. İstencin en gizemli tarihini anlatan melodi, genellikle müzik, kendi tarzında her şeyi boyar. Böylece müzik, görünüş üze- rinde dolambaçlar yaparak ondan vazgeçen istencin kendi başına alanını kopyalamayı üstlenen, başlıca metafizik sanat olur.48
Schopenhauer estetiği üstüne yapılan yeni bir çalışmada, müzik estetiğinin özel konumunu, müziğe en güzel ve en güçlü sanat olmakla Schopenhauer'in verdiği belirtilir. Çünkü o, müziği daha yüksek varlıkbilimsel bir düzeye yerleştirmiştir. Müzik "tüm yaşamın ve varoluşun en iç özünü" dolaysız anlaşılır olarak ifade eder.
Gerçi Hegel için müzik sanatlar sıralamasında önemli bir basamakta bulunuyordu. Ama onun için Poesfe (şür sanatı-söz sanatları) daha yüksek bir yere sahipti. Müziği Schelling sanat dünyasının temeline, Schopenhauer ise tüm varoluştan da önce bir konuma koymakla, her ikisi de müziğe sanatlar arasında en büyük yeri vermişti. Müziğin Alman İdealizminin sistemlerinde niçin bu denli önemli bir yer aldığı sorusunun yanıtını, onun görünüşler dünyası ile olan ilgisizliğinde aramalıdır. 19. yüzyılın bu idealistleri, 18. yüz- yılın duyusal-etki öğretisinin egemenliği altındaki taklit (mimesis) düşüncesini müzik için ilkece geride bıraktılar. Burada romantik düşünürlerin gizemli sevgisi de tonların sanatında temellenir. Bu sanatın görünüşün arkasında kendi başına varolanın ülkesinde yayıldığı görülür.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...
Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
|