Shwerta’nın Yabancı Efendileri:
Ugha Mongulala’nın ilk prensi Ina’nın geçmişleri ile ilgili her şeyi yazıya dökmeye karar vermesi ile “Akakor Kronikleri” ortaya çıktı.
Ataların efsanelerine göre, “Sıfırıncı Saat”ten 3000 yıl önce, beyaz barbarların takvimine göre M.Ö. 13.000’de göklerde altın gibi parlayan ve ışıklar saçan gemileri ile ortaya çıkan güçlü yabancılar, dünyaya inerek buraya yerleştiler. Onlar evrenin derinliklerindeki bir dünyadan, Shwerta’dan geliyorlardı. Ataları orada yaşıyorlardı. Onlar, oralardan diğer dünyalara bilgi getirmek için gelmişlerdi. Mongulala rahipleri, onların birçok gezegenden oluşmuş güçlü bir imparatorluk olduğunu söylüyorlardı. Rahiplerin söylediklerine göre, bizim dünyamızla onların dünyası her 6000 yılda bir karşılaşıyor ve o zaman tanrılar geri dönüyorlardı.
Yabancı ziyaretçilerin gelmesiyle dünyada “Altın Çağ” başladı. İnsanlığı karanlıktan kurtarmak için 130 uzaylı aile dünyaya geldi.
En ünlü el sanatı ustaları onların resim ve kabartmalarını yaptıkları için, ilk efendilerin neye benzedikleri bugün bile bilinmektedir.
“Schwerta”nın Yabancıları” insanlardan ilk bakışta pek farklı görünmüyorlardı. Siyah saçlı, asil görünümlü, beyaz tenli, uzun boylu insanlardı. Eski ataları diğer insanlardan ayıran en önemli özellik, onların el ve ayak parmaklarının 6’şar adet oluşu idi. Altı parmak onların tanrısal kökenini göstermekteydi.
Seçilmiş yerli aileleri ile evlenen tanrılar, yeni bir kabile oluşturdular ve buna “Ugha Mongulala” adını verdiler. Bu, beyaz barbarların lisanında “Seçkin Soyun Müttefiki” anlamına geliyordu. Bu sebepten Ugha Mongulala kabilesi üyeleri tanrısal atalarına benzerler. Onlar ataları gibi uzun boylu, beyaz tenli ve badem gözlüdürler. Tanrılarla tek farkları beş el ve ayak parmağına sahip olmalarıdır. İddialara göre, kıtadaki tek beyaz yerli kabilesi Ugha Mongulala’dır.
“Schwerta’lı Yabancılar” güçlü bir imparatorluk kurdular. Bilgileri, üstün bilgelikleri ve “esrarengiz aletleri” ile dünyayı kendi tasavvurlarına göre değiştirmeleri kolay oldu. Onlar insanların tanımadığı yeni bitkiler yerleştirdiler. Yerlilerin atalarına avlanmayı ve açlıktan korunmayı öğrettiler. Onlara doğanın sırlarını açıklayan yeni bilgiler verdiler. Bu bilgilerle donanan Ugha Mongulala kabilesi, korkunç felaketlere ve savaşlara rağmen binlerce yıl hayatta kalabildi.
U. Mongulala imparatorluğunun başkenti Akakor ilk efendilerin önderliğinde 14.000 yıl önce kurulmnuştu. Aka=Kale, Kor=İki, Akakor; İkinci Kale anlamına geliyordu. Akahim denilen 3. kalenin kroniklerde 7315 yılında kurulduğu belirtiliyordu. Bunun tarihi de Akakor ile bağlantılıydı. Başkent Akakor, Peru ve Brezilya arasındaki sınırda, dağların eteğindeki bir ovada yer şehir yüksek taş duvarlarla çevriliydi. Şehre bu duvarlardaki 13 kapıdan girilebiliyordu.
Akakor’un merkezinde büyük bir güneş tapınağı ve yekpare bloktan bir taşı kapı bulunuyordu. Duvarda yalnız rahiplerin okuyabileceği yabancı lisanda yazılmış yazılar bulunmaktaydı. Bu yazılarda şehrin kuruluş tarihçesi anlatılmaktaydı.
Eski atalar başka yerlerde de tapınaklar inşa etmişlerdi. Bunlar; büyük nehrin yukarı kısmındaki Salazere, büyük göldeki Tihuanaco ve güneydeki yüksek yaylalardaki Manoa. Bu tapınaklar, U. Mongulala ve ilk efendilere bağlı olan dünya yüzeyindeki şehirlerdi. Bu şehirlerin merkezinde basamaklı devasa piramitler bulunuyordu.
|