Aşmış Üye
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: ιѕтαηвυℓ
Yaş: 33
Mesajlar: 14,099
Teşekkür Etme: 125
Thanked 197 Times in 120 Posts
Üye No: 44060
İtibar Gücü: 4244
Rep Puanı : 10060
Cinsiyet : Erkek
|
Ölü Taklidi Yapan Böcek
Karınca yuvaları, ABD'nin güney çölleri ve Meksika'da bulunan bir böcek türü için yüksek miktarda besin kaynağı, diğer yırtıcı hayvanlara karşı bir sığınak ve uygun iklim şartları sağlar. Sözkonusu böcekler karınca yuvasına girmeyi bir kere başardıktan sonra, doğruca kuluçka odasına giderek karınca larvalarıyla beslenirler.
Karıncanın yuvasına girmek için farklı yöntemler geliştirmişlerdir: Bazı türler direkt olarak karınca yuvasının girişine yürür, bitkisel saplarla kaplanmış yığınları içeri doğru yararak yuvaya girerler. Bu böceklerin çok iyi korunmalarını sağlayacak kabukları vardır, bu yüzden de karıncalar onları öldüremezler. Sadece hep beraber saldırıp zorla yuvadan dışarı atarlar.
Başarılı olamayan böcekler, asla vazgeçmezler. Bu sefer de ölü taklidi yaparak karıncalara cazip görünürler ve bu sayede karıncalar da yiyecek olarak onları yuvalarına götürürler. Bu böcekler, o kadar iyi ölü taklidi yaparlar ki antenlerini oluklarına geri çekerler ve bacaklarını da kaskatı hale getirerek karıncaları aldatırlar.
Yumurta odalarına ulaştıktan sonra, anlaşılmaz bir şekilde, karıncalar bu böcekleri gözardı ederler. Araştırmalar sözkonusu canlılar karınca kuluçkaları ile beslenirken, tüylerinden salgılanan salgının da karıncaların dikkatini başka yöne çektiğini göstermiştir. Böylece, karıncaların saldırganlıkları azalmakta ve kuluçkalarını korumaları engellenmektedir.
Ayrıca bu "zeki" böcekler, kendi larvalarını da karınca yuvasına bırakırlar. Böcek larvaları burada sebze parçacıklarının yığınları arasında beslenerek gelişirler. Karıncalara karşı hiçbir savunma mekanizmasına sahip olmamalarına rağmen, karıncalar tarafından bir saldırıya uğramazlar. Zamanla da kendilerini karıncalara karşı savunabilecek ve usta manevralarla kaçabilecek hale gelirler.
Karıncaları Tanıyan Sinek Larvaları
Aşağıda, yine son derece etkileyici ve kusursuz bir yaratılış örneği göreceğiz; taklit yeteneğine sahip sinek larvalarını.
Çiçek sineklerinin (Microdon) larvaları karınca yuvasının derinliklerinde kışı geçirirler. Baharda da pupa olmak için yuvanın yüzeyine çıkarlar. Yapılan bir incelemede, larvaların ilk pupa aşamalarında gözden kayboldukları görülmüş ve öldükleri sanılmıştı. Kalan bir larva ise bir karınca kozasının yüzeyine asılmıştı. Büyütülerek bakıldığında larvanın şişerek büyümekte olduğu, derken birdenbire yok olduğu görüldü. Larva karıncanın ipeksi kozasını delmiş ve içine girebileceği kadar bir delik oluşturmuştu. Gözden kaybolan larvalar kozaların içindeydiler ve karınca pupasıyla besleniyorlardı. Daha sonra larvalar uzunlamasına katlanarak kendilerini karınca kozasına benzettiler. İşçi karıncalar da bunların kendi kozaları olduğunu sanıp, onları yuvanın güvenlikli bir yerine yerleştirdiler.
Bu çok sıradışı bir taklitçilik örneğiydi. Karıncalar sinek larvalarını karınca kozası sanmışlardı. Yapılan araştırmada larva sineklerin ve larva karıncaların dıştaki katı kabuklarının kimyasının birbirine uymakta olduğu farkedildi. Bir başka deyişle, sinek larvaları karınca kozalarını kimyasal olarak da taklit edebiliyorlardı.
Yapılan kimyasal analizler sonucu bunun gerçek bir kimyasal taklit vakası olduğu ortaya çıktı. Peki Microdon larvaları bu taklidi nasıl yapıyorlardı?
Larvaların bedenlerinin alt kısmındaki bölgede karıncanın kimyasallarını taklit edebildikleri bezler vardı.
Peki böylesine detaylı bir taklidi, "kimya" kelimesinin anlamını bile bilmeyen bir varlık nasıl yapabilmektedir? Üstelik Microdon sineklerinin sadece larvaları böyle bir savunma sistemine sahiptirler. Yetişkinleri için böyle bir olay söz konusu değildir. Bu taklitçilik yetişkin sinekler tarafından bilinmediğine göre öğretilemez de. O halde larvalar, bahsedilen taklit yeteneğine doğuştan sahiptirler.
Hiç bir tesadüf, bir larvanın bedenine karınca taklidi yapmasını sağlayacak bir kimyasal düzenek yerleştiremez. Bu olaydan çıkarılabilecek tek sonuç larvaların, yaratıcıları tarafından bu özellikle donatılarak dünyaya geldikleridir.
Oduncu Karıncalar ve Yaprak Bitleri (Apidler)
Şu ana kadar karıncalar hakkında okuduklarınız size, "karınca dünyası" hakkında genel bir fikir vermiştir. Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Çünkü karıncaların dünyasında bilmediğimiz özelliklerle donatılmış çok sayıda farklı cins bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, oduncu karınca olarak da bilinen "sütçü karıncalar"dır.
Sözkonusu oduncu karınca cinsi, apidler (yaprak bitleri) vasıtasıyla yapraklardan süt elde eder. Karıncalarla yaprak bitleri arasındaki bu birlik, bütün böcek dünyasındaki en ilginç ilişkilerden bir tanesidir.
Karıncalar tarafından bitkilere yerleştirilen apidler, bitki kökündeki öz suyu alırlar. Apidin vücuduna giren bitki özsuları, "bal özü" denen maddeye dönüştürülür. Bu bal özünden hoşlanan karıncalar, apidlerin besini kendilerine vermesi için bir yol bulmuşlardır. Aç bir karınca yaprak bitine yaklaşır, duyarga ve antenleriyle onu okşamaya başlar. Apid bundan çok hoşlanır ve küçük bir damla "bal özü" salgılar ve karıncaya sunar. Karıncalar da buna karşılık olarak, apidlerine çok iyi bakarlar.
"Hayvan Yetiştiren" Karıncalar
Karıncalar, tüm ilginç yeteneklerinin yanısıra "hayvan yetiştiriciliği" de yaparlar. Buradaki ve yan resimde görüldüğü gibi karıncalar kendilerine yaprak bitlerinden adeta bir "sürü" oluşturur ve bu "sürü" yü besin elde etmek için kullanırlar. Ama bunun karşılığında da "sürü" lerine çok iyi bakar, onları yanlarından hiç ayırmaz, düşmanlarına karşı korurlar.
Kuşkusuz karıncaların "hayvan yetiştiriciliği" böcekler dünyasındaki ilginç sembiyoz örneklerindendir.
Karıncalar sonbaharda apid yumurtalarını alır ve yumurtadan çıkıncaya kadar yuvalarında tutarlar. Daha sonra genç apidleri çeşitli bitkilerin köklerine yerleştirirler. Böylece apidler buradan özsu emecekler ve sütçü karıncalara süt sağlayacaklardır.
Bu noktada sormak gerekir: Yeryüzünde binlerce canlı varken, "sütçü" karıncalar, apidlerin bu özelliğini nereden bilirler, tüm canlılar arasından nasıl onları tanıyıp seçerler?
Karıncanın, apidin hoşuna giden hareketi bilmesi ve alacağı besin karşılığında onu okşaması ya da salgılanan sıvının tam karıncanın ihtiyacına göre olmasını, bir raslantılar zinciri olarak değerlendirmek elbette ki imkansızdır. Bir kez daha, ortada planlı bir eşleşme, büyük bir uyum ve dolayısıyla açık bir yaratılış vardır.
Karıncalarla Ortak Yaşayan Bitkiler
Doğu Hindistan'ın sürahi bitkisi Nepenthes bicalcarata, kendi ağaç gövdesi içinde karınca kolonilerini barındırmaktadır. Bu bitki tıpkı bir sürahi şeklindedir ve üzerine konan böcekleri yakalayarak içine alıp sindirir. Ama karıncalar bu etobur bitki üzerinde, böcekleri ve diğer yiyecek maddelerini toplayarak gezmekte serbesttirler.
Çünkü karıncalar ve bitki, ortak faydaları için bir alışverişte bulunmaktadırlar. Karıncalar, bitki tarafından yenme tehlikesi altındadırlar ama buna karşılık bir ev kazanmışlardır. Bitkiler ise, karıncalara bazı doku ve böcek kalıntılarını bırakırlar ve buna karşılık kendi düşmanlarına karşı karıncalardan koruma elde ederler.
Bu örnek, bitkiler ve karıncalar arasındaki ortak yaşamın ana hatlarını tarif etmektedir. Karıncalar ve bunların ev sahipliğini yapan bitkilerin anatomileri ve fizyolojik yapıları, aralarındaki karşılıklı ilişkiyi sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Her ne kadar Evrim savunucuları bu topluluklar arasındaki ilişkilerin milyonlarca yıl içinde yavaş yavaş yaygınlaştığını söyleseler de, zeka sahibi olmayan bu iki yaratığın birbirleriyle anlaşarak böyle bir "karşılıklı fayda" sistemi düzenleyebilmiş olduklarını iddia etmenin mantıksızlığı ortadadır.
Peki karıncaları bitkiler üzerinde yaşamaya yönelten nedir?
Üstte bir nevi "böcek tuzağı" olan bir sürahi bitkisi görülüyor. Ancak bu sürahi bitkisi bazı böcekler için "tuzak" işlevini görmüyor. Örneğin yan sayfada görülen karınca sürahi bitkisi ile rahatça beraber yaşayabilmektedir. Bitki, anlaşılmaz şekilde karıncanın varlığını gözardı etmektedir.
Karıncaların bitkilere yerleşme eğilimi, bitkiler tarafından salgılanan ve "artık nektar" diye isimlendirilen bir sıvı sayesinde oluşur. Artık nektar sıvısı, adeta karıncaları bitkiye çağıran bir davetiye görevi görmektedir. Bitkilerin bu sıvıları belli zamanlara göre ayarladığına dair deliller vardır. Örneğin, kara kiraz ağacı yılın sadece üç haftasında çok aktif bir halde bu sıvıyı salgılar. Bu zamanlamanın tesadüfen olmadığı kesindir, çünkü bu üç haftalık zaman otağ tırtılının kara kiraza zarar verdiği tek dönemdir ve karıncalar bu tırtılları çok rahat öldürerek bitkiyi koruyabilirler.
Bunun ne denli açık bir yaratılış delili olduğunu görmek içinse, normal bir sağduyudan başka hiç bir şeye ihtiyaç yoktur. Ağacın en çok zarar gördüğü dönemi hesapladığını, bu dönemde korunmanın yolunun karıncaları cezbetmek olduğuna karar verdiğini, buna göre kendi kimyasında yapısal bir değişiklik meydana getirdiğini kabul etmek elbette mümkün değildir. Ağacın bir beyni yoktur ve dolayısıyla düşünemez, hesaplayamaz ve kendi kimyasını ayarlayamaz. Yaptığı akılcı işin bir tesadüf sonucunda kazanılmış bir özellik olduğunu-ki evrimin mantığı budur-kabul etmek de tamamen saçma bir düşüncedir. Ağaç, çok açık bir biçimde, bir akıl ve bilinç ürünü olan bir iş yapmaktadır.
Dolayısıyla bundan çıkarılabilecek tek sonuç, ağacın bu özelliğinin, ağacı yaratan irade tarafından oluşturulduğudur. Bu iradenin sadece ağacı yarattığını düşünmek de anlamsızdır, çünkü yaptığı düzenlemelerden yalnızca ağaca değil, karıncalara ve tırtıllara da
vakıf ve hakim olduğu anlaşılmaktadır. İnceleme biraz daha genişletilirse, aslında tüm doğaya hakim olduğu, doğanın her parçasını ayrı ayrı ama birbirine uygun ve uyumlu bir biçimde düzenlediği, "ekolojik denge" dediğimiz kusursuz sistemi kurduğu anlaşılır. İlerlemeyi daha da genişletip jeolojinin, astronominin alanlarına da girebiliriz; her yerde karşılaşacağımız tablo aynıdır. Kusursuz bir düzen içinde birbirleriyle uyum içinde işleyen sistemler vardır. Bu sistemlerin hepsi bir düzenleyicinin varlğına işaret ederler, ama hiçbiri birer düzenleyici değildirler.
Akasya Ağacı ve Karıncalar
Akasya ağaçları tropikal ve subtropikal bölgelerde yetişirler ve dikenli çalılar tarafından korunurlar. Afrika türü akasyada yaşayan bir karınca cinsi, dikenleri kemirerek kendisine bir giriş deliği açar ve sürekli akasya ağacında yaşar. Her karınca kolonisi bir veya birkaç ağacın üzerinde yaşar ve akasyanın yapraklarındaki nektarlarla beslenir. Ayrıca bu koloniler, ağacın üzerinde buldukları tırtılları ve diğer organizmaları yerler.
Akasyanın gövdesinde yer alan nektar, yağ ve protein yönünden çok zengindir. Bu gövdeleri ilk tanımlayan Thomas Belt, bunların bilinen tek işlevlerinin karıncaları beslemek olduğunu açıklamıştı. Karıncalar bu ağaçlarda yaşarlar, gövdelerinden salgılanan nektardaki şekeri alırlar ve larvalarını beslemek için kullanırlar.
Peki bu üretimin karşılığında, ağacın karıncalardan beklediği nedir?
İşçi karıncalar bitkinin yüzeyinde yaşarlar; diğer böceklere hatta ne büyüklükte olursa olsun diğer canlılara karşı oldukça saldırgandırlar. Bitkiye yönelik herhangi bir saldırı durumunda ağaçtan iner ve karşı tarafa bir saldırıda bulunarak, acı verecek şekilde ısırırlar. Daha da ötesi, akasyaya bir metre yakınlıkta filiz veren diğer tüm bitkileri çiğner ve hırpalarlar. Karınca kolonisinin yerleştiği bir akasyaya dokunan diğer ağaçların dalları da aynı şekilde bozulmaya uğrar.
Nitekim karıncasız akasya ağaçlarının, karınca kolonilerine barınaklık eden diğerlerine göre böcekler tarafından daha fazla saldırı ve zarara uğradıkları görülmüştür. Yapılan bir deneyde, 40 metre çapındaki istila edilmiş, akasya gövdesinden fışkıran yabani bitkiler, karıncalar tarafından tamamen yok olana kadar çiğnenmiş ve ezilmişlerdir. Ayrıca karıncalar akasyanın gölgeliğine değen diğer bitki dal ve yapraklarına da saldırmışlardır. Bütün karınca topluluğu, bitkiyi temizleyerek ve üzerinde devriye gezerek aktif haldedirler. Araştırmacıların vardıkları sonuç şudur: Karıncalar akasya tarafından kiralanmış bir "özel ordu" gibi çalışmaktadırlar. Böyle bir pazarlığı gerçekleştirecek bilinç her iki tarafta da bulunmadığına göre de, bu dengenin her iki tarafı da yaratan irade tarafından kurulduğunu kabul etmek gerekir.
Karınca Otelleri
Bazı bitkilerde biyoloji dilinde "domatia" adı verilen derin oyuklar vardır. Bunlar, karınca kolonilerine sığınak oluşturmaktan başka pek bir amaca hizmet etmezler. Karıncaların kolayca içerlerine girip çıkmalarını sağlayan delikleri ya da dokulardan oluşan ince perdeleri vardır. Bu bölmelerde "yiyecek formları" (karıncalar tarafından toplanıp yenmesi için bitkinin özel olarak ürettiği besin) da oluşmaktadır. "Yiyecek formları"nın bilinen tek fonksiyonu da yine karıncaları beslemektir. Bitkinin kendisi için görünen bir faydası yoktur.
Üstte kendisi için son derece elverişli bir barınma yeri olan bitki üzerinde bir karınca görülüyor. Bitkinin üzerindeki delikler karıncalar için "kapı" görevi yapıyor.
Kısacası "domatia"lar karıncaların yaşamlarını sürdürebilmesi için meydana gelmiş çok özel yapılardır. Isı ve nem miktarı dengesi, karıncaların istediği ideal ortamı hazırlamaktadır. Karıncalar, kendileri için hazırlanmış bu özenli yer içerisinde, neredeyse insanların kaliteli otellerde rahat edebileceği kadar rahat ederler. Bu yapıların tesadüfen meydana geldiklerini, tesadüfen karıncalara uygun yiyecekler ürettikleri ve onlara uygun şekiller aldıklarını iddia etmek ise mümkün değildir.
Karınca-bitki ilişkileri, yeryüzünde tek bir Yaratıcı tarafından yaratılan olağanüstü dengenin delillerinden sadece biridir. Ayrıca bu ilişki karşılıklıdır. Bitkilerin bu hizmetlerine karşılık karıncaların sunduğu hizmetler, dünyadaki bitkilerin bu denli verimli olmasında son derece önemli bir faktördür. Karıncalar toprağı karıştırarak onun karbon açısından zenginleşmesini sağlar, dışkı ve artıklarla ona besin ekler, etraftaki ısıyı ve nemi uygun bir seviyede tutarlar. Bu nedenle büyük karınca yuvalarının etraflarındaki bitki türleri, diğer arazilerdekine göre daha zengin olur.
Kimyacı Bitki ve Nitrojen Kaynağı Karınca
Bir karınca çeşidi (Philidris) ve bunun ev sahibi bitki (Dischidia major), tüm yaşamları boyunca oldukça karmaşık bir "kimyasal üretim" yaparlar.
Sözkonusu bitkinin toprağa işleyen kökleri yoktur ve bu nedenle diğer bitkilere dolanarak destek alır. Bitki, karbon ve nitrojen kazancını artırmak içinse çok ilginç bir metoda sahiptir.
Karıncaların bu bitkinin içinde, yavrularını yetiştirdikleri ve organik kırıntıları (ölü karıncalar, böcek parçaları vs.) sakladıkları "karınca yaprağı" denen bir depoları vardır. Bitki, bu kırıntıları bir nitrojen kaynağı olarak kullanır. Ayrıca yaprak boşluklarının iç yüzeyleri de karınca tarafından solunan karbondioksidi emmekte ve böylece gözeneklerden çıkan su kaybını azaltmaktadır. Bu bitki tropikal iklimde yetişmesine rağmen, su kaybını önlemek onun için çok önemlidir. Çünkü, kimyacı bitkilerin kökleri olmadığından topraktaki suya hiçbir zaman ulaşamazlar. Böylece karıncalar, kendilerine barınak sunmasına karşılık olarak, bitkinin iki önemli ihtiyacını karşılamış olurlar.
|