Etek ve Pantolon15 
 
Ne kadar garip değil mi insan? Bundan bir ay öncesi  iki ay öncesi Ali ile değişik yüklemlerle değişik mekanda değişik gündemde  değişik kıyafetlerle iken şimdi her şey ne kadar tepetaklak...Ali mezardaydı  artık. Emel onu yalnız bırakmıyor üç ay olmasına rağmen mezarında zambak  yetiştirmeye devam ediyordu.Artık Ali en ıssız yerde en ıssız ay ışığı altında  zambakları aşk tatmamış bedeniyle besliyordu.Emel Ali'nin köyünde daha fazla  kalmak istemiyordu; zaten akrabaları evi zaptetmek istiyordu.  
Simsiyah bir  yağmur bulutu ve ardından peşinsıra pus...Bulunduğu köyün yamacına yaslandı. Kah  yağmur yağdı kah güneş kendini gösterdi. Bazen derelerden bir uğultu koptu  yağmur dindiğinde.Uğultu su sesine karışıp boğulup gitti. Canlılık adına ortada  hiç birşey kalmadı. Emel şimdi akşamın karanlığına yakalanmamak için daha dikkat  etmekteydi.Ufaklığı son kez görmeye gidiyordu.  
_İşte geldim ufaklık ama bu  akşam son gelişim. Yarın sabah erkenden gidiyorum. Seni yalnız  bırakacağım.Umarım beni dedene şikayet etmezsin. Unutma duam hep yanında olacak.  Çakal Karlos seninle beraber o seni sessizlikten korur. Sen ona emanetsin.O  sevdiğin köpek en büyük dostundur.  
Akşam bavulları elinde bir çift kızıl  saç, yanık ten Trabzon hava alanında uçağa biniyordu; ufaklığı mezarda  bırakarak.  
Üç ay olmuştu İstanbuldan çıkalı, değişen birşey yoktu; artık Ali  de yoktu. Çocuklarıyla da bir türlü kaynaşamıyordu; çocuklarını alıp kaçmak  istiyordu Kurtuluş'tan.Evini satacak(anılarına kadar) sonra da İstanbul'u terk  edecek uzun zamandan beri hayalını kurduğu Turgutreis'te o Kos adasına bakan  siteden beyaz badanalı doksan metre kare bir kooperatif evi alacaktı.  
İlk  günler oralara alıştı.Tşörtlerini hiç çıkarmamıştı oysa kıştı.Şimdi İstanbul  soğuktan tir tir titriyordu.Umurunda değildi.Her gün yaptığı gibi sahil boyunca  yürüyüşe çıkıyor; yaz için açılmış kafelerin lokantaların bahçelerinin önünden  geçiyor; kapalı otellerin camlarına vuran kuru çınar yapraklarını  izliyordu.Rüzgarın sokak köpekleriyle arkadaşlığına şahit oluyor; güneşin  sevecen bir sevgi gibi okşamasını içine çekiyor; arada sırada gözyaşlarından  içine akıttığı cam fanusuna sövüp durmasından başka bir şey  yapmıyordu. 
 
Osman Demircan 
		
	
		
		
		
		
		
	
	 |