Akibet
Ağlıyor bir çocuk
hayatın sillelerine dayanamayarak,
ağlıyor hıçkırıklara boğulurcasına.
Salya, sümük, gözyaşı
harman olmuş yüzünde;
üzüntünün derin izlerinde
akıyor ırmak gibi.
Pes etmiş belli,
bir şeyler gelmiş başına
ve gücü yetmemiş onu alt etmeye.
Ağlıyor işte böyle çaresizlik içinde,
ağlıyor deprem bölgesinde bir çocuk.
Deprem bölgesi dışındakilerden
duyan var mı acaba onun yüreğinin sesini?
gören var mı acaba onun yüreğinden akan kanı?
hisseden var mı acaba
onun acısını kendi yüreğinde?
Hayır hayır,
dış halini gören yok ki
içini gören, anlayan olsun.
Olsaydı böyle mi olurdu bu çocuğun hali.
Herkes mum yakıp kendi derdine yanıyor artık.
Ya mumu da olmayan ne yapsın?
Bu çocuk gibi.
Bari bir mum verin diyor hıçkırıkları,
duyan yok ki.
Ne kadar da kopmuşuz biri birimizden,
ne kadar da kopmuşuz kendimizden.
Deprem ve deprem bölgesi örneği gibi,
kimsenin kimseye hayrının
olmadığı bir yerde,
herkesin kendi derdine
düştüğü bir yerde,
herkesin kendisiyle
başbaşa kaldığı bir yerde,
yani kısacası mahşerde,
her halde bu çocuk gibi olacak halimiz,
eğer duyarsızlığımız
böyle devam ederse.
24. 4. 2000
Abdurrahman Özdemir
|