| 
			
			
			
			 Aşmış Üye 
			
		
			
				
			
			
			
				 
				Üyelik Tarihi: Aug 2007 
				Konum: İstanbul 
				
				
					Mesajlar: 281,268
 
Teşekkür Etme: 98
 
Thanked 355 Times in 320 Posts
				 
				
				
Üye No: 44033
 
				İtibar Gücü: 57931  
Rep Puanı : 34658  
 
Cinsiyet : Erkek 
				     
			 					
		
	 | 
	
	
	
	
		
			
			
				 
				
			 
			 
			
		
		
		
		Acı 
 
on dördün de  
silgiyi bıraktım  
 
dostların yaşarken  
yaşadıklarını  
anı defterime yazdırdım  
 
sayfalar dolusu  
içinde dünyam  
 
öğrendim ki  
küçüktü yaşım  
 
öylesine uzatmadım  
sayıya sayfa katmak için  
 
on beşinde kilit taktım  
 
Bir şeyler oluyordu küçücük dünyalarımızda, ezberletiyorlardı her şeyi, kerrat cetvellerini, formülleri, tarihleri, şiirleri o kadar yer vardı ki belleklerimizde doldurmaya güçleri yetmedi, yaşam öğrenilmiyordu başkalarının yaşadıklarından, çekilmiyordu fotokopisi…  
Büyüklerin her söylediğini doğru biliyorduk, şanla taşıdıkları unvanlarını meydanlarda aldıklarını, küçüktük açtık bilgiye…Savunmasızdık büyüklerimizin yalanlarına…  
 
bir kumrunun  
düştüğünü gördüm telden  
 
serseri bir kurşun  
gelip çarpar gibi döşüme  
 
kovanın uğultusu  
doldu düşüncelerime  
 
on beşinde çok şeyler gördüm  
canım acırdı bilmediğim yerlerde  
 
On beşinde acımaya başladı canım, ilk felsefe kitaplarını okumaya o çağların eşiğinde başladım, düşünmek neyse de, düşündüğünü algılamak ne zor şeymiş, tartmak şöyle enini boyunu, arşınını tonunu, ne zor şeymiş, şartlanmalardan uzak…  
On beşinde çok şey gördüm, çok şeylere gebe…  
 
sonsuzluğa  
kanat çırpar gibi  
zaman dururdu belleğimde  
kanat sesleri  
vururdu sessizliğe  
 
gömülürdüm yalnızlığıma  
kırılmasa da kolum  
çekilmese de dişim  
kesilmese de etim  
 
ey bitmeyi bilmeyen acı  
seni derinlerde hissederdim  
 
sayfalar ağırlığını  
süslediğinde dip notlarla  
 
Ağırdı sevmek küçüktü yaşlarımız, tam olsa da kaldırmaya inancımız, bir filin ayakları altın da, başak sapları gibi kırıldı omurgalarımız, tohumları gömerken toprağa, umut eker gibi bağırtılarımız karıştı bulutlara, rüzgarlar çetin esti…  
 
sen  
sen ki olmasaydın eğer  
nasıl bilebilirdim  
emeğimin varlığını  
donarken iliklerim  
nasıl bilebilirdim  
ezberlerden uzak  
öğrenmenin zevkini  
 
Ekmek için tohumu, önce bir çukur kazarsın, yumuşatarak toprağı, bir tohum atarsın çukura, kapatırsın okşayarak toprağı, hissedersin sevgilinin saçlarında dolaşır gibi elini, benim o yaşlarda hiç sevgilim olmadı …Yinede bilirdim, ne derin olmalıdır çukur boğacak kadar tohumu ne de kurda kuşa yem yapacak kadar sığ, hava, su, emek biraz zamanla beklemek, birleştikçe doğar, büyür bir şeyler, olgunlaşır…  
Doğar, doğar sürekli, bir şeyler doğar ölümlerde bile, emek verdikçe…  
Seni hep satır aralarında gördüm…  
 
sen ki  
her gelişinde  
yeni başlangıçlara  
götürdün beni  
sevmek istemesem de seni  
sen emeğimin mahsulüsün  
 
On dördünde bıraktım silgiyi, on beşinde sevdim her şeyi, silmeden hiçbir şeyi, dalarak satırların arasına esinti oldum zamana karışarak, öylesine dalmadım nostaljilere, her yeni günü daha bilgili yaşayarak baktım gelecek günlere…  
Bilgi acıdır, bilgi öğrenmektir eksik bilgileri, bırakmaktır bir bir, o güzelim zaafları, Bazen itmektir sarılacağın şeyleri…  
 
ey acı  
bilirim seni  
sen akıttığım alın teri  
sen kurduğum dostluk seli  
sen babamın sesi  
sen çocukluğumun özlemi  
mutluluğun öteki yüzüsün  
silemem seni  
dip notlar düşsem de  
anı defterlerine  
bıraktım  
on dördünde  
silgimi 
		
	
		
		
		
		
		
	
	 |