Bukağı
Bir kış, bir yaz değmeden birbirine geçiyor, ömürler.
Aynalarda çekilen sürmeler yorgun, ayna yorgun…
Şehir yorgun, şehirli yorgun…
Gün kavuşurken geceye; hayat yorgun,
yalnızlık yorgun…
İnsan yorgun! …
Kimseden kalmıyor, kimseye hatıraların başucu kandili misali, ışığı ve sıcaklığı…
Kalmıyor, sevdalara adanan rüyalar, sabahlara…
Unuttuk…Unutulduk! ...
Güneşi doğuda unuttuk! Güneşe yürüyecektik oysa…
Öz yanacaktı göğsümüzde köz, Anadolu…
Yediverenlerin gölgesinde, kınalı elleriyle toprağı yoğuran anamızı, unuttuk!
Oyalı yemenisine kar düşen gelinin içli türkülerini, unuttuk!
Ker*** duvarlarında demlenen tarhana kokusunu,
Saman doldurulan sedirde o tatlı huzuru…
Ceylan gözlü eşeklere yükleyip bereketi,
Kasaba yolunda inceden sarıp da tütünü dinlenirken, umut etmeyi unuttuk! ...
Dağlarda kardelenleri, su başında serinlemeyi kuşluk vakti
Omuzunda sazıyla, ozanları..
Dökülüp giderken Kızılırmak boyu
Dönüp de gelmeyi gurbetten, unuttuk!
En çok!
En çok da “Adiloş bebe” seni unuttuk!
Ceylan derili koltuklara, devlet babaya emanet ettik! Seni…
Dön yüzünü “adiloş bebe” dön
Biz, unuttuk yüzümüzü…
Gelmiyoruz göz göze
Dokunmuyor gölgelerimiz birbirine
Duymuyoruz seslerimizi!
Çerkezliğimizi, Lazlığımızı, Boşnaklığımızı, Dadaşlığımızı, Kürtlüğümüzü,
Türklüğümüzü, insanlığımızı, unuttuk!
Bukağı vuruldu bize!
“Adiloş bebe”
Dön yüzünü, yüzüne
Dön yüzünü, toprağın yüzüne
Dön! ...
|