Aşmış Üye
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57916
Rep Puanı : 34658
Cinsiyet : Erkek
|
5. Öykü - Kıyamet
Akşam okuldan eve geldiğinde, babası tv başında günün haberlerini takip ediyor, annesi yemek masasını hazırlıyor, kız kardeşi ise duştan yeni çıkmış, üstünde bornozla saçlarını kuruluyordu. Onun ise ne tv seyretmek, ne yemek yemek, ne de duşa girmek umrundaydı. Şuanda tek yapmak istediği şey, biraz uyumak ve sonra kalkıp derslerine çalışmaktı. Bugünkü sınavı da çok şükür atlatmıştı atlatmasına ya, önünde günde iki sınav olmak üzere altı sınav daha vardı.Üst katın anahtarını alıp, kapıyı açtıktan sonra doğruca odasına gitti. Kravatını ve ceketini çıkartıp bir köşeye attıktan sonra, beyaz gömleği ve gri okul pantolonuyla yatağına uzandı.
Planı 3-4 saat kestirip gece kalkıp ders çalışmak olmasına rağmen gözünü açtığında gün ışığı gözüne vuruyordu. Yansıyan ışığa göre havanın bulutlu olduğunu sezdi ve bir yandan geç kalkmasına bir yandan da havanın karanlık olmasına söylene söylene yatağından kalktı.Hava karanlık olduğu zamanlarda içi de kararır, sınavlardan pek hoş not aldığı olmazdı..Adımını sağa attı, yedi sekiz adım atıp biraz sallanır gibi olduktan sonra sola döndü.. On-onbeş adım sonra sağ yapıp tuvalete girdi. Tuvalete girip çıktıktan sonra elini yüzünü yıkadı. Biraz kendine gelir gibi olduktan sonra aynada yüzünü seyretti. Her geçen gün ne kadar geliştiğini ve alnında yer alan parlaklığın ne kadar arttığını hissetti. Bu arada hiç beklenmedik bir şey daha hissetti..
Sanki burnuna, bir binanın yıkımı sonucu oluşan toz kokuları ve çığrışan insan, uluyan köpek ve kedilerin cırtlak sesleri geliyordu.. Korkar adımlarla odasından balkona çıktı. Dışarıya baktığında ise hayretler içinde kaldı. Sağına baktı,soluna baktı,ve çevrede bulunan binaların teker teker yıkıldığını gördü. Tıpkı uzaklarda bulunan dağlar gibi.. Dağlar da yavaş yavaş bir buzdağı gibi erimeye başlamıştı.. Bu sırada aşağıya baktığında annesinin sesini duydu, ona dışarı çıkmasını söylüyordu. Ve bu sesle birlikte içinde bulunduğu şaşkınlıktan bir an olsun kurtulup kendine geldi. Kendi evleri de çökmeden, üstündeki kıvrışmış pantolon ve beyaz gömlekle kendisini apartman dairesinden dışarı attı. Asansöre bakmadan merdivenlerden koşar adım inmeye başladı.
Dışarı çıktığında, binadan çatırdılar duymaya başladı. Arkasına bile bakmadan bulunduğu yerden uzaklaşmaya devam ettiğinde ise kendi evlerinin de harabe hâle geldiğini hissetti ve yüreğinden bir parça koptu. Koşar adım beş altı blok ilerde bulunan deniz kıyısına doğru koşmaya başladı. Orası onun için en güvenli yerdi, etrafında hiçbir yapı yoktu. Ama unuttuğu bir şey varsa, denizin doldurulmasıyla yapılan otobandı..Otobanın üstüne çıktığında derin bir nefes aldı, ve etrafına baktı. Etrafta tek bir canlı varlık göremiyordu, sanki yer yarılıp herkes içine girmişti. Çığıran insanlardan, uluyan köpeklerden ve kedilerin cırtlak sesinden eser yoktu. Ağır adımlarla otobanın üstünde doğuya doğru harekete ettiğinde, denizin üstünde koşan kocaman kocaman boğalar görmeye başladı. Boğaların arasında da yunus balıkları yükselip yükselip alçalıyorlardı. Ve birden ayağının altındaki otobanın kaydığını hissetti. Otoban da yavaş yavaş denizin içine gömülmeye yüz tutmuştu.Bu sırada yönünü tekrar şehre doğru tuttu. Ve birden tekrar içine fenalık düştü. Eriyen dağların üstünden şehre doğru boyu iki-üç karış olan, şu ana kadar görmediği tüylü tüylü canavarlar geliyordu, önlerinde ne varsa içine giriyor ve büyük ihtimalle içinde yer alan leşleri yiyorlardı. Aklına annesi, babası, kardeşi geldiğinde çöktü. Yıkıldı olduğu yere… İşte bu sırada denizden şehre doğru yönelen boğaları fark edemedi. Bu boğaların biri ona sertçe vurduğunda ise iş işten geçmişti…
Kendine geldiğinde, kendisini bir bulutun üstünde buldu. Bulut yavaş yavaş yükseliyordu. Yükseldikçe gökyüzünün daha canlı olduğunu hissetti.Yeryüzüne baktığında ay yüzeyi gibi dümdüz bir yüzeyden büyük bir toz bulutu kalktığını gördü. Başını yerden kaldırdığında ise yukardan bir bulut kümesinin de kendisine doğru yaklaştığını farketti. Ve bu bulut kümesinin üstünde de üç kişinin olduğunu gördü; biri uzun boylu, dalgalı uzun kumral saça sahip, sakallı..Diğeri esmer,
en az diğeri kadar saça ve boya sahip, bastonlu.. Diğeri beyaz kısa saçlı, ve diğerlerinden daha da uzun boyluydu. Bulutlar aynı seviyeye yaklaştığında, onu aralarına çektiler. Beyaz saçlı olan, elindeki tası ona sundu. “İç evlat! ” dedi. İçinde su vardı, ama içtiğinde onun sadece bir su olmadığını anladı. Baldan tatlı bir şeydi bu. Ve onu içtikten sonra tüm bu yorgunluktan, ve stresten bir anda kurtulduğunu hissetti. Ve hepsi birden: “Her zaman su gibi saf ol! ” dedi. Diğeri elindeki bastonu sundu. Bastonu tuttuktan sonra, bedeni gökyüzüne yükselen hür bir ağaç gibi dikildi ve bedenine ve ruhuna güç geldi. Ve hepsi: “İlimden de bu baston gibi destek almayı ihmal etme! ” dedi Kumral olanın yanına yaklaştığında, kendi sırtındaki hırkayı çıkarıp onun üstüne attı. Hırkayı üstüne giydikten sonra, alttan başka bir bulutun yükseldiğini ve bu bulutun üstünde de annesinin, babasının ve kardeşinin ona konuşmadan el salladığını gördü. Acı yerini bir anlık mutluluğa bırakmıştı. Ve yine hepsi birden: “Acıların seni her zaman böyle saracaktır ve zayıflığını yok edecektir! ” dedi.. Bu sırada üstten bir bulut kümesi daha yaklaşıyordu. İçi görülmeyen bir bulut kümesi.. Onların bulutuyla aynı seviyeye geldiğinde, diğerleri onu bulutun önüne çekti. O ise ne olduğunu anlamamış şaşkın şaşkın bakıyordu. Birden bulutun içinden bu zamana kadar duymadığı, şerbet gibi bir ses yükseldi; ve “Suyunu paylaş, bastonunu paylaş, hırkanı paylaş, ama sisini asla paylaşma! ” dedi..
Ve birden kulağına, yatağının yanında çalan telefon sesi geldi.. Arayan annesiydi ve ona artık kahvaltı saatinin geldiğini söylüyordu..
Ahmet Ağdere
|