Yağmur (Rapa Nui)
Hayır, bırakma ki tanısın Kraliçe
senin yüzünü yeniden, böyle daha tatlı
işte, ey sevgilim, uzağında putların, ellerimdeki saçının
süsünün ağırlığıyla; anımsar mısın
Mangareva ağacının senin saçlarına düşen
çiçeklerini? Bu parmaklar benzemiyor
o beyaz taçyapraklarına: gözlemle bunları, kökler gibiler
kertenkelenin kaçtığı taştan bir sap gibiler.
Korkma, biz bekliyoruz, çıplak, ki düşsün
diye yağmur,
Manu Tara’nın üzerine düşen aynı tarz bir yağmur.
Fakat suyun izlerini taşta pekiştirmesi gibi
akıyor üzerimizden ve götürüyor bizi uysalca
karanlığın içine, Ranu Raraku’nun krater ağzından
daha da derine. Bu yüzden
görmüyor seni ne balıkçı ne de çömlek.
Göm göğüslerinin ikiz korlarını ağzıma
ve saçının süsü sunsun kısa bir geceyi üzerime
nemli kokusu beni örterek gizleyen bir karanlığı.
*******i düşlüyorum ki kökleri birlikte örülmüş
ve aynı anda fışkıran iki bitkiyiz sen ve ben,
ve ağzım gibi tanıyorsun toprağı ve yağmuru,
değil mi ki topraktan ve yağmurdan yaratıldık. Ara sıra
düşünüyorum ölümün içinde uyuyacağımızı aşağıda,
uçurumun ayakları yanındaki o derin toprakta, ve gözlemleyeceğiz
inşa etmek ve sevmek için bizi buraya getiren Okyanus’u.
Ellerim demirden değil seni tanıdı tanıyalı,
başka bir denizin suyu bir ağın arasından akar gibi akıyor,
fakat şimdi barındırıyor su ve taş tohumla gizleri.
Sev beni, ey uyuyan, ey çıplak, kıyılarda
bu adaya benzeyen: senin sersemleşmiş sevdan, senin
ölçümsüz sevdan, saklanmış düşlerin mağarasında,
bizi kuşatan denizin devinimi gibi.
Ve ben bir zaman uyuduğumda
senin sevdanda, çıplak,
bırak elim bulsun huzuru göğüslerinin arasında
titresin diye
yağmurla ıslanmış meme uçlarınla uyumlu olarak.
|