| 
				  
 Dünyasal Şiirler
 İşte güneş soğudu
 ve yeryüzü nimetleri yok oldu
 ve tepelerde soldu otlar
 ve sonra
 sığmadı toprağa ölüler.
 
 Ve gece birleşmişti topluluk ve başkaldırıyla
 bir ayna görüntüsü gibi bulanık
 bütün renksiz pencerelerde
 ve yollar bırakmıştı karanlığa doğrultularını.
 
 Gayrı düşünmedi kimse sevdayı
 gayrı düşünmedi kimse utkuyu
 ve düşündüğü de yoktu kimsenin artık.
 
 Yalnızlığın kovuklarında
 doğdu boşluk
 afyon ve ban-otu kokuyordu kan
 gebe kadınlar başsız çocuklar doğurdu
 ve beşikler utanç içinde gömütlere gizlendi.
 
 Karanlık ve buruk zamanlardı.
 Ekmek yok etti
 yalvaçsı tansıkların gücünü
 aç ve umutsuzca
 göçtü peygamberler
 adanmış topraklardan
 ve yitik kuzular
 duyamadı artık çoban seslenişlerini.
 
 Devinim, renk ve biçim
 dönüyordu sanki aynaların gözlerinde
 yukarı ve aşağı doğru
 ve ışıtan kutsal bir hâle
 yandı ateşler içindeki bir şemsiye gibi
 kaba soytarıların kafaları
 ve utanmaz fahişelerin yüzleri etrafında.
 
 Acı ve zehirli buharıyla
 çekti alkolün bataklığı
 etkisiz entelektüel yığınını
 dibe
 ve iğrenç fareler
 kemirdi eski dolaplardaki
 altın yapraklı kitap sayfalarını.
 
 Güneş ölüydü.
 Ölüydü güneş
 ve yitirmişti anlamını yarın sözcüğü
 çocuk anlaklarında.
 Bu tuhaf eski sözcüğü çizdiler
 defterlerindeki kara bir mürekkep lekesi gibi.
 
 İnsanlar
 yığınla başarısız insan
 geldi gitti bir sürgünden bir sürgüne
 ürkerek, felç içinde ve şaşkınca
 kendi cesetlerinin çirkin yükü altında
 ve acı yüklü öldürme isteği
 büyüyordu ellerinde.
 
 Bazen bir kıvılcım
 miniminnacık bir kıvılcım bu sessiz ve cansız
 topluluğu infilâk ettiriyordu-
 Atılarak üzerlerine
 kestilerdi erkekler birbirlerinin boğazını
 ve ırzına geçtilerdi küçük kızların
 kanlı bir yatakta.
 
 Kendi zalimliklerinde boğuldular
 ve müthiş bir suçluluk duygusu
 felç etti kör ve miskin ruhlarını.
 
 Törensel idamlarda
 fırlatırken darağacının ipi
 ölünün gözlerini yuvalarından
 çekilirdi onlar kendi kabuklarına
 ve yaşlı yorgun sinirleri
 titrerdi
 şehvetle.
 
 Ama bulvarlarda görürdün
 her zaman bu küçük canileri
 durmuş bakarken
 fıskiyelerin sonsuz devinimlerine.
 
 Belki de hâlâ
 donmuş derinliklerindeki
 ezilmiş gözleri ardında
 yaşayan, yarı canlı
 bir şey var
 en sonunda inanmak isteyen
 suyun temiz türküsüne.
 
 Belki
 ama ne de sonsuz bir boşluk bu.
 Güneş ölüydü
 ve bilmiyordu kimse
 yüreklerimizden uçan
 üzgün güvercinin
 inanç olduğunu.
 
 Ah - tutuklu ses
 senin umutsuz ihtişâmın asla
 kazamayacak nefretli geceden
 ışığa doğru uzanan bir tünel
 ah - seslerin son sesi...
 |