| 
				  
 Dünyanın Merdivenlerine Tırmanırken
 Dünyanın merdivenlerine tırmanırken,
 ta yitik ormanın acımasız ıssızlığına dek,
 ta yukarı sana doğru Macchu Picchu.
 Dikleşen kayalardaki yüce kent,
 dünyasal olanın uyuyan giyitleri altında
 saklayamadığı en son mesken.
 Sende sallanır iki paralel çizgi gibi
 şimşeğin ve insanın beşiği
 ısırgan bir rüzgârda.
 
 Taşın anası, kondor'un köpüğü.
 
 İnsan-şafağının yüksek pırıltısı.
 
 İlk kumda yitik bahçıvan-beli.
 
 Meskendi bu, mekândı bu:
 burda yükseldi kudretli mısırbitkisi
 ve toprağa düştü yeniden kızıl bir dolu tanesi gibi.
 Burda büyüdü lama'nın altın yünü
 süslemek için sevdalıları, mezartaşlarını, anaları,
 kralı, yakarıcıları ve savaşçıları.
 
 Burda dinlendi insanayakları *******i
 yabanıl hayvan oyuklarındaki kartal pençelerinde,
 ve şafağın gölgesinde
 mühürledi yıldırım ayaklarla incelmiş pusu
 ve dokundu yerle taşa,
 gecede ve ölümde tekrar tanınıncaya dek.
 
 Giysileri ve elleri görüyorum,
 çınlayan boşluktaki suyun akışında,
 bir çehrenin uysal dokunaklılığından yumuşadı duvarlar,
 ki gözlerimle izledim dünyasal lambaları,
 ki ellerimle vaftiz ettim yokolmuş aşiretleri:
 çünkü giyitler, deri, kap,
 söz, şarap ve ekmek,
 her şey yitti, düştü toprağa.
 Ve portakal çiçeği parmaklarıyla çekildi hava
 bütün uyuyanların üzerinden:
 hava ve aylardan bin yıldan, havadan haftalardan,
 mavi rüzgârdan, demir grisi sıradağlardan,
 cilâlı adımların hafif fırtınasından,
 taşın ıssız arazisinden.
 |