Tek Mesajı Görüntüle
Old 03-16-2006, 01:09 PM   #3
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3044
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet
bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48
tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa
Kemal'dir. İyi ki de yazmış eşkenar üçgen demek için "müselleseyi bilmemne
bilmemne..." demek gerekir. İnanın bu kadar şeyi aklımda tutuyorum, bir
onu tutamadım. İyi ki yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK her sektöre el
attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir gazete çıkarıyor. Adı
"Mimber", 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu
Mustafa Kemal'in gazetesi dedim. "Sansür" kelimesi ilk defa bu gazetede
yer almıştır. Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri
okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı çünkü.

Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu
dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de
aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış, sinema
senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece gününün
problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece gününü mü kurtarmış
acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz?

İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir
itirafta bulunmak istiyorum, diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7
Şubat 2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün
kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak
bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider.
Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk örneğimiz;
dedinizki demin Türkiye'deki sorunları sorduğumda size, dediniz ki önemli
olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki Amerika'nın en ünlü
ekonomistlerinden birisi olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki
"ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın yeter Türkiye".

ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun
üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde
ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk
parasının değerini korumak. Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin
karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. Ha bir savaş
yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938'de kaç kuruş biliyor
musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna gerçekten
inanmaya imkan yok. Peki dedim ki herhalde yanlış okudum banknot artış
hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919'dan 1938 son dört ayına kadar,
son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19
sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son dört ayda ne oldu diye
baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8. Bari ölümünü
bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde sanıyorum.

Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralık
1927 tarih. 5 Aralık 1927'de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar
alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık size
karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu götürecektiniz, karşılığında 40
milyon dolar alacaktınız bizim nesil vazifesini yapaydı. Ama diyorum ki
lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan
olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve
ekonomiye yön vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz
sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK'ü mutlaka
incelemenizi tavsiye ediyorum.

Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey
var. Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz. Peki
soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye tabîi ki. Peki
1929'da bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi
etkilenmedin de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2
artıyor. Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize.
Enflasyon ne kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar.

Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngiltere'de bir seçim
yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce 13, seçimden
sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Leslie Abdela
diye bir hanımefendi. Leslie Abdela'yı tüm ülkeler çağırır, "ya bize de
öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise" derler. Leslie
Abdela'yı Türkiye de çağırır. Şile'ye gelir, dolar alır anlatmak için. Ve
işte sözlerinin özeti "İngiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK'e danıştı". Yani
ben Türkiye ye tereciye tere satmaya geldim. Peki Leslie Abdela'nın
uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? "Mutfak Projesi" peki şöyle
yazıyor şurada; "1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRK'ün peşindeyiz
merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim peşimde niye acaba" diye
de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız
Türkiye'de sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye
arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna.

Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki bunlardan
bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda,
bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş Savaşında rütbe alan kadın
askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen
Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek
43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat ATATÜRK tarafından
atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın
ünvanını taşır Kara Fatma. Ben geçenlerde Erzurum'a davetliyim, Erzurum
Üniversitesi rektörümüz davet etti uçakla gittim. İndim uçaktan "off
ayağım belim melim" dedim, bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma
Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa'ya
kadar geliyor, Bursa'nın Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor
gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının
yaptığı! Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum
demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı.

Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım
zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu arada Kara
Fatma'nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa'ya kadar gelmiş, üç oğlunu
şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece
savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma'nın. Ama Tamim
gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla yapılmış bir
röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyorki; "çok fakirsin çok
çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana bağlanan maaşı
kızılaya bağışladın" diyor. Verdiği cevap tarihi bir cevap aynen şöyle:

"Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar
karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak
maşımı Kızılay'a bağışlıyorum" diyecektir. Bu bana neyi hatırlattı biliyor
musunuz? ATATÜRK'e bir gazeteci sorar; "neden mal ve mülkünüzü milletinize
bağışladınız" diye. ATATÜRK'ün verdiği cevabı aynen aktarıyorum:

"Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan
milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl
zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır." diye cevaplayacaktır. Ne
güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar
hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ
olsunlar, varolsunlar.

Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil,
Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar. Tabi Kara Fatma'nın örnek
olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda hiç olmazsa bir okuma parçası
olarak Kara Fatma'nın olması lazım ki örnek alabilesiniz. Bu arada
ATATÜRK'ün şu sözü çok hoşuma gider diyorki; "Geçmişi ne kadar çok
unutursak geleceği korumak o kadar zor olur." Biz Kara Fatmaları mutlaka
hatırlamalıyız sanıyorum.

Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım. Haçin
katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir.
Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? Şair Melek
hanım diye anılırmış Haçin'de. Şahadetinden sonra kolunun altından bir
bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış. O anda
gördüklerini kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü,
komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir
destan. Başına ne demiş biliyormusunuz "inşallah okuna". Ben 45 yaşımda
bunu okuyabildim en sonuna da "bizden sonrakiler neler çektiğimizi bileler
diye yazıyorum" demiş son iki kıt'ayı sizlere okuyorum

Meydan kazanı kurdular

Tüm bebeklerimizi kaynattılar

Gün görmedik anaları

Süngü ile oynattılar

Kundakları verdiler

Kanlı kundak yu dediler

Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar

Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler

Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay
oturmuyoruz. Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz ama liderlik
dedik biraz da gülümseyelim mi?

Lider dedik, ATATÜRK'ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı
hepsi ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç
mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya'ya gidelim. Antalya
yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir "Ya bu türküyü çok sevdim
bulun getirin bu türküyü söyleyeni" der. küçücük bir çoban gelir. Derki
"Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun". Başlar çoban "demirciler
demir döver tunç olur" diye. bitince ATATÜRK dalmıştır "bis bis" der.
Çoban böyle bakar. "Oğlum der bis" der "Çok beğendik tekrarla anlamına
gelir". Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü
bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı,
kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK'e "bis bis" der. Bu espri ATATÜRK'ün
çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.

ATATÜRK'ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek
masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK'e "sen Türklerin
şahısın şususun bususun...", feci dalkavuk. Yoğurt kasesi adamın
önündeymiş diyorki Atatürk;"Şu yoğurt kasesini bana uzatır mısınız". Adam
yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam
yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor. "Ah..." diyorlar
"...adama taktı ATATÜRK, bir de zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok
titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak". adam perişan, ah paşam vah
paşam derken "Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi
cacık yemiş olurum". Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRK'ün müthiş
espritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın konusu ne
biliyormusunuz? "ESPİRİLERİYLE ATATÜRK". Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay
sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz
ama inanın çok da düşüneceğiz.

Bir gazetecide Atatürk'e sorar "size de diktatör diyorlar ne
dersiniz". Atatürk şöyle bir bakar, "Eğer ben diktatör olsaydım
hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız "
diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.

İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket
edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı
çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri
"ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der. "Ya
çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık
yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım" der.
Yaveri; "aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla
battaniye getirirdik" der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor
bunları tarihi bir cevap derki "Geç farkettim hepiniz en az benim kadar
yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil
milletimin rahat uyuması". Var mı böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye
kimin dili varabilir. Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak
bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin
inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan
kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.

Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen
arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım.
İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta
iskemleler, ortaya ATATÜRK'ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem
bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir
koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; "Sizlerden
öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere
layıktır" diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta
iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak etmediği
hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal'i görüyoruz orada. Dünya lideri
olmak sanıyorum bu evet .

Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının
verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul'a ATATÜRK
diyorduk ya Ankara'ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları
söylüyor ;"Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına
gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet'i
hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların
tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine
yazarak anılmak isterim" diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul
etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin adı
bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet,
galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha
kadar buradayız. En iyisi son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla
programıma son vermek istiyorum;


İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor,
Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. "Yıl 1923. İstanbul
Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan
görüyorum. Avrupa'ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık
dökük yıl 1923 Avrupa'ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı
denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin
yanına ATATÜRK "Berlin Üniversitesine gitsin" diye yazmış. Zaman geldi.
Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda
beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir
an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı
"Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var" telgrafı açtım aynen şunlar
yazıyordu "sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri
dönmelisiniz". Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne
düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne
olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir
huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11
öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi
devam ediyor "gel de şimdi gitme, git de orda çalışma, dönde bu ülke için
canını verme".diyor.

Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? Beyin göçü. En iyi
beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka
gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha o gün 11
öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar
var. Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan
bir liderleri olsun.

İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır "O
zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim
tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai'ye baş yönetmen
olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği
ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan
oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu
durumda Muhsin Ertuğrul'unda düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçe'den
ATATÜRK'ün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi. Ben de karşılamak
için hazırdım. Fakat Paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden
perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı. ATATÜRK 4 dakika geç
kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL'un onu
beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK
"Yaaa öyle mi Muhsin Ertuğrul'la Görüşürüz" dedi. Herkes Muhsin
ERTUĞRUL'un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür
olacaksın kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin
ERTUĞRUL'u ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları
söyledi. "Sizi tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin
gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi
yaptınız eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu
dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkesin her sahada
işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler
efendiler " demez mi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o
sırada". Ama işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi
bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra
artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük
lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.

Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafı deniz
yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim. Yabancı ülkelere gittim.
Portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle
yiyorlar, biz kelek çıktı mı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle
bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı
konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana "Türklerin özel
bir günü herhalde bu gün". "Neden" dedim? Eee baktı kadın naylon torba
naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede. Bir
tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor
musunuz? "Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun". "Ne" dedim.
"Türkiye'yi isterim de isterim diye tutturacağım" dedi. Bir espriydi ama
bir gerçek payı da olduğu su götürmez.

Peki yerin altına geçelim. Krom, brom , toryum, bor. Tamam güzel
ama petrolün zekasına hayranım. Neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor,
burda çıkıyor ama Türkiye'nin sınırını ezberletmişler petrole, bir
kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol
dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre
bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki,
Türkiye'de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz
dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama
Türkiye'nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan
çekilen fotoğraflara göre.

Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar,
üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle
bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var
altımızda.

Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni
termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum'a gittim
kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor, Bursa'ya gittim kaynıyor, İzmir
kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde.

Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni davet etti
rektörlük, oraya gittim. Beni Davraz diye bir kayak merkezine götürdüler.
Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davraz'ta. Birbuçuk saat sonra,
Antalya Akdeniz üniversitesinde vereceğim konferans için Antalya'ya indim.
Millet denizde yüzüyordu. Var mı böyle bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk
saatlik mesafede. Bursa, Uludağ'a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20
dakikada Mudanya'ya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle
bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke
söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya karı var ya denizi var ya
dağı var birinden biri mutlaka.

Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız
dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha
çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki! Galiba bir
tek bizim gözümüz yok şu ülkede.

Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır
uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın
dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler, kapışın
dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan, laik
olan-olmayan, ATATÜRK'çü olan-olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün
dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir
alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu
değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye
de asla niyetimiz yok.

Yeni ATATÜRK'ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe
budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek
gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle
ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm
ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman
vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman.
Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de
taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman. Onunla
yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman
vereceğimiz inancıyla. sizlerden Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal
gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu
hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma
son veriyorum.



ATATÜRK de et artı kemik artı kandı,

İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,

ATATÜRK de herkes gibi kusurları olan,

Küçük büyük ve çirkinde olabilirdi,

Ama güzeldi

ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,

Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı,

Yemeklerden fasulye pilakisini seven,

Miri kelam bir İstanbul efendisi.

Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,

Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı,

Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,

Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.

Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.

İnsan üstü değildi ATATÜRK,

Tam insandı
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla