![]() |
![]() |
#1 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57913
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() derin kuyuların sessizliğiyle,
yarım kalmış türküler ve bir acı söylence bırakıp geride tanık oldu Şehr-i Manisa; bir yoksul köy hikayesine. ve gözyaşlarını uçurdu Niobe ışığını mum ateşlerinde saklayan bulutlara, hoyrat,geceyarısı sağırlığıyla, sessiz ağıtların yağmurlarıyla kondu Kybele; Kırkağaç'a, Akhisar'a, Soma'ya... nice sancılara gebelenmiş zamanın dışında, yıldız aydınlığında düşler konan sofraya musallattı yokluk / musallattı oğula,geline ve karasabanın bıçak suretiyle buluştuğu tarla ne ilaça yetiyordu ne de aşa ekmeğe. mevsimler yağdı Spil'in üstünden, ağaçların özü saklandı çekirdeklerin içine ve aşk saçtı / yoksulluğa dönüşümünden, kışkırtan bir bahar aktı damarlardan, sorular geçti buz yanığı yaşamın alazından; neden bu kardelen ölümü, bu kırlangıç göçleri de ne? bu kanayan zaman, bu çocukluk anıları, bölünen uykusu annenin? yeter miydi sarıkız'ın ağıtlı sütü çeyize, fırfırlı eteğe, yün yatağa, beşibirliğe? ipekliye, atlasa, kadifeye, yalnızca gözleri dokundu kızların ve ışığın parlamasıyla dansa başlayan satene. bir büyük telaşla yapıldı hesabı patiskanın, ketenin, amerikanın. kurşun yarası acısıyla, kök boyası vurdu çevrelerin yüzüne. ve naylon ip düştü floş yerine kanaviçelere. yaşlılıklarına taşıyacakları anıydı, gelinlik kızların ''çeyiz bakması'' dışarda cıvıl cıvıl bir hayat, ve yitik gelinlerin öyküsü belki de hiç hatırlanmayacaktı. güneş gelmiş dayanmıştı üstlerine, fısıldamıştı / dağda anemonlar kavruk acılarını, ve gülüşlerine hüzün düşürüyordu boy aynaları... evli kadınların imecesiyle, ve imdada yetişen Bohçacı Rukiye'yle ''çeyiz toplamaya '' uyandı köy birikirken takvimler bin dokuz yüz kırk yedi'ye. Emine; köyün en genç gelini, öksüz şarkıların nihavent dinletisi; doğurgan sevgisini gezdiriyordu yüreğiyle. o'da evlenmişti bir kimliksiz fırtınada yorgun çeyiz imecesiyle. fırsattı bu aşina düşmana, halden bilmeze, söz anlamaza; bu kurşuni direniş, bu karşı çıkış / boş sandık enkazına. ve yürüdü kudurmuş hiçliğin içinden, minnet borcunu ödemeye, yürüdü evine iki göz oda güvercin ürkekliğiyle Emine. önce; dede yadigarı el yazmasını indirdi duvardan. gülüşü çarptı çerçevenin eskiyen boyasına, ve gölgeler geçti tozlu, beyaz camlardan. ''ey misafir! kıl namazı, kıble bu caniptedir. işte leğen,işte ibrik, işte peşkir; iptedir...'' masa örtüsü, yatak örtüsü, ve süpürge örtüsü birer birer çıktı naftalinli yalnızlığından. biraz zahire, gül desenli gaz lambası, açlığı sorgulayan genç ömür türküsü, ve buz ışığı bir kömür ütüsü aktı çiçekli entariye kınalı parmaklarından. bir serçe telaşıyla, nazlı nazlı uçup gitti Emine. ve bir tutam sevgi sıcaklığıyla yamalı bohçasına sardığı yarım elmayı sabah güneşiyle sundu gelin evine. demez miydi eskiler, ve koynunda bir kutsal kitap gibi taşıdığı sözler; ''paylaştıkça büyütürsün mutluluğu'' ve o'da anlatmalıydı kocasına sürgülenmiş kapıları aşan İshak kuşunu. uçurduğu kuşların takılarak peşine koşarcasına evine döndü Emine. zaman öğlendi; bir kurşun zehirinde biriken, ve ardaların gölgesinde gizlenen. ve oğul kaybetmiş annelerin ağıtındaydı zaman. toprak işçisiydi kocası Emine'nin, güçlü kuvvetli / karayağız bir adam. ispirto ocağının bir dipsiz boşlukta ışıyan ateşinde kaynadı tarhana, ağır ağır tıkırdadı fasulye, yarılan ekmeğin buğusunda kayboldu kaşığın tabakla buluşma sesi. iyi aşçıydı Emine, uzak çağlardan gelmiş kan ter içinde bir kısrak, canı dişinde halayık, sesinin yankılandığı zamanlarda fısıltı, ve iyi avrattı Emine. bir yandan yedi yemeğini, bir yandan Emine'nin çocuksu sevinciyle anlattıklarını dinledi. anlaşılmaz bir suskunluk yürüdü dev adımlarla, ateşe kesmiş dağların kuşatılmış burcuna. şimdi,yoksul odadaki bir sağır sessizlikti. gizlemediği öfkesiyle kalktı sofradan; bahçede kanat yaralı kuşlar çiçeğe zorluyordu kan güllerini. bir azgın boğa soluğu süzüldü bıyıklarından. kapı ardındaki baltayı kaptı hışımla. ve bileğinden tutarak zayıf bedenini; bir çuval gibi sürdü bayıra. gözyaşlarıyla ezildi toprak, yağmur koktu çayır çimen. yıkıldı birer birer ardından geçtiği her sokak, ve kendini anlatırken bir çiçeğe biten bir rüyada açtı son yaprak. ateşle dans eden kelebekler, üzüm şehrinin sıcağında yitmişti. ..yoktu artık kaybettiği düşlerin kenti. bağrında çöreklenen yumruk acısı, ve nedamet, ve yarım kalan kelebek yumuşaklığındaki tınıların şiiri. ..ve anlamıştı ki; Emine, kendini ihbar etmişti... bir dere kenarında durdular. zeytinler maviye çatılanıyordu. ve infaza, ve diyete. kaç çobanın yalnızlığını örten sızısı, sevincinin bittiği yerde başlıyordu. ''-hangi elinle verdin çeyizi!'' diye gürledi kocası. ve sağ eline nişangah oldu bir ağacın omçası. ..oysa,günün en çok bu saatlerini seviyordu... bir çığ koptu güneşten, bir çift kumru karıştı üç cemre ürküsüne. maviyi bir ıslık sesiyle parçalayarak indi balta, kütüğün üzerinde titreyen serçe yüreğine. kulağı sağır eden kan çağıltısıyla, yere düşen eline baktı Emine. acıyla karnında sakladı kollarını, çığlığı yankılandı Hasanyaran tepesinde. ve suçüstünde yakalanmışçasına yakardı: ''-birini kestin,ötekini kesme!'' elinin kınası artık görünmüyordu. keklik kanadına emanet bakırın rengi, hayalindeki renklerin kıyısına vuruyordu. ve önünde diz çöktüğü söğüdün gölgesi, bir türkü rüzgarıyla avucunda salınıyordu. ''değirmen başında vurdular beni kilimli çarşafa oğul, sardılar beni. vurma zalım vurma nar danesiyem anamın babamın oğul, bir danesiyem...'' bir kelepçe yangısıyla, çöktü kocası diğer bileğine. bu eller değil miydi yoksulluğunu deşifre eden; ve saldıran mahremiyetine. ve bir daha kalktı balta... ve yağmalandı düşleri, bu üzüm kentinin bağbozumunda. çeliğin ışıltısı, çığlığıyla buluştu ormancı artığı bir kütüğün yarasında. Kızılçam'dan Karaçam'a bir acı ıssızlık çöktü bütün ağaçlara. yarım kaldı karacaların yunması, çiçekler yabancılaştı renklerine ve son kez baktı ellerine, hıçkırık libasında bir duman sızdı ciğerine; ..gözlerini kapadı Emine. başındaki yazmaya kefenledi ellerini burnundan soluyan kocası. ve attı derenin çağlayan sularına. parçalandı suda köpük, havada bulut bıçaklandı. bir soluk alımında, çınladı kırların ve göklerin feryadı. tütün, tuz, kül, acının izdüşümlerini dağladı, saçları savruldu rüzgarda Emine'nin; tırnağında kalmıştı eskiyen kınası. Simav, Bakırçay, Eynes, Gördevs, bir fukara destanı taşıdılar Gediz'e. türbede ''Yedi kızlar'' kucak açtılar gelinlere, ve '' kesik elli Emine'' söylencelerine. artık karanlığı yutan parmakları olmayacaktı. ve uzanan dost eli bir daha tutamayacaktı. avuçlarından su içiremeyecekti kuzulara, bir daha yüzük takamayacaktı, saksıda kuruyacaktı menekşe, ardından el salladığı trenler, sac ekmeği, el falı, ve parmaklarının keşfettiği bütün ülkeler, bir daha olmayacaktı. artık,bir yangın artığı küldü. ve boyun eğmişti yoksulluğuna, kimsesizliğe, ve boyun eğmişti bu anlamsız yenilgiye. son defa baktı ellerini alan dereye. ve sessiz bir kahkaha ile güldü Emine... ..güldü Emine... artık,boş bir anı defterinin arasında kurumaya terkedilmiş gül'dü Emine...
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|