Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
“Dudağında son bir türkü gül pembe Hala hep seni çağırır hala hep seni söyler”...
“Dudağında son bir türkü gül pembe
Hala hep seni çağırır hala hep seni söyler”...
Bu parçayı ne zaman dinlesem, uzun uzun dalarım gökyüzünün mavisi boşluğuna. Yıldızların kaygan ellerine dokunmak isterim acı çekerek, inleyerek, ayrılığı hissederek. Dudaklarım titreyerek mırıldanırım radyo ile beraber parçanın sözlerini. Sonra birden susar sazlar başka bir havayı çalarlar, sanatçı değişir, ses değişir, ritim ahenk eksenimden sapıp bir başka açıdan çalar duyguların kapısını. Aşka, sevgiye, mutluluğa çağırır birilerini, birilerini yalnızlıklara, susuşlara, yalvarışlara terk eder. Birilerini kıpır kıpır oynatır, birilerini içten içe ağlatır. Ama ben bozuk antika plak gibi aynı nakaratı tekrar edip dururum ağız boşluğumda “Dudağımda son bir türkü gül pembe / Hala hep seni çağırır hala hep seni söyler”. Bu parçanın yüzünden ayrılığı yazıyorum bu yazının yokuş yerlerinde, istemeyerek.“Sana söyledim, biliyorsun seni çok seviyorum ama...” Böyle biter günlerce, aylarca, yıllarca yaşanan unutulmaz aşklar. Bitmesine hiçbir zaman inanmak istemediğimiz mutluluklar. Zamanın yüreğinden çalıp bir köşede paylaştığımız paylaşımlar, sıcak yaklaşımlar, prangasız duygular.“Ama” dan sonrasını söylemek çok zordur işte. Yutkunur kalırız, susarız bir zaman. Bir gazoz kapağı takılır ayağımıza, bir tekme vururuz yuvarlanır bir kaldırım taşının dibine. Saatin dakikalarını, saniyelerini hatta saliselerini durdurmak imkansızlaşır. Bir kurşun gibi acımasızca, insafa danışmadan, sormadan merhamete ve bir daha geri dönüşü olmadan mıhlarız son cümlemizi aşkın yüzüne sokağın boşluğuna, tutkunun eteğine, “Ayrılmalıyız “ “Ayrılmalıyız” derken devrilir bir dağ bir dağın sırtına, rüzgar eğer başını yol boyu uzanan kavakların, yaprağın yeşil tonuna sarılık düşer bir an, kırılır dalı gül fidanın. Toprak kulak kabartır üzerinde söylenenlere...Ayrılık girince satırların arasına değişir harflerin bakışları. Cümleler devrilir, karışır özne, yüklem, nesne birbirine. Virgüller aksileşir direnir noktalar, sorular kalır, neden? Paragraflar çekemez birbirini, sayfalar yarım kalır. Kelimeler yuvarlanır kaybeder anlamını Ayrılık girince soğuk bir rüzgar gibi araya, unutulmaya terk edilir birer birer, verilen sözler, afaki vaatler, aşka dair yazılan şiirler, duygu yüklü çiçeklerle süslenmiş mektuplar, verilen hediyeler...Ayrılık düşün çe çıkılması zor bir hendeğe anlamını yitirir; rıhtımdaki adam, bardaktaki su, denizdeki fener, dağdaki uçurma, gecedeki mehtap, kaldırımdaki gölge, ufuktaki ilk ışık, yosun tutmuş kayaya vuran dalga, sinemadaki filim, vazodaki çiçek, yanaktaki gamze, sigaradaki duman, parmaktaki yüzük...Ayrılık çeker deniz girdabı gibi döne döne içine; dantel vari gülüşleri, hararetli dokunuşları, yürekten tutuşları, kaptı kaçtı bakışları. Sonra vurur sahilin orta yerine öylesine çırıl çıplak Ve ayrılık alır götürür kalabalıklar içinden, yalnızlığın coğrafyasına, bir bedevi çadırında türküler yarım yamalak söylenir Şehrin bir ara sokağına gizlenmiş bir kaldırım taşı, mağazanın ışıklı tabelası, çiçek satan çingene kızı, sayfaların arasına sıkışmış bir gül yaprağı, otobüs durağında elinde kitaplarla okula gitmeye çalışan liseli bir kız, merdivendeki kırık basamak ve radyoda çalan “dudağında son bir türkü gül pembe / hala hep seni çağırır hala hep seni söyler” parçası hep onu hatırlatır.Yordu beni bu yazı, dinlememeliydim bu parçayı, kapatmalıydım radyoyu, çağırmamalıydım ayrılık rüzgarlarını gözlerimin koylarına. İnmemeliydi sabah çisesi çölün kuraklığına, yazmamalıydım bu yazıyı
Belki de sevmemeliydim işte..
|