www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 12-14-2006, 04:18 PM   #1
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Nov 2005
Konum: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 44
Mesajlar: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Thanked 2,624 Times in 685 Posts
Üye No: 3332
İtibar Gücü: 3949
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Exclamation BOR madeninin gerçek sahibi

SİZ BOŞ BOŞ TARTIŞIRKEN MİLLET MALI GÖTÜRÜYOR...
SONUNA KADAR OKUYUN DA TÜRKİYEDE HER ŞEY BİR TEZGAH OLDUĞUNU GÖRÜN.. ANLAMAYANA DA ( UYUMAYA DEVAM )

TÜRK BORU KARTEL KISKACINDA

Türkiye’deki madenlerin % 80’i devletin elinde. Bu bürokrat-madenciliğin milli gelire katkısı son derece sınırlı. Özel sektör madencilerinin de çoğu, kamu kuruluşlarının taşeron işletmeleri. Yaşayabilmeleri, bürokratlar ile kuracakları “iyi ilişkiler”e bağlı. İşletmelerdeki bürokratlar emekliliklerinde çoğunlukla bu taşeron madencilik şirketlerinde çalışıyor. Bir yandan madenci bürokratlar, bir yandan da taşeron madenciler, birbirini besliyor, tamamlıyor; madencilik bu kısır döngü içinde gelişemiyor.

Bu kısır döngüyü kırmanın yollarından biri bor’dan geçiyor. Bor, madencilik bürokrasisini ve buna bağlı taşeron madenciliği ayakta tutan en önemli kaynak. Bu nedenle bir grup madenci bürokrat, bor’la sağladıkları yaşam alanlarının ellerinden alınmasından korkuyor; bor’u Türkiye’de “stratejik” ilan edip rafa kaldırıyor; Türkiye’nin uluslararası kartel kapanındaki bor’unu değerlendirmesini engelliyor.

Bor sorununun çözümü, sadece madenciliğin önünü açmakla kalmayacak, aynı zamanda toplumun kendine güven duygusunu da arttıracak. Bor gibi bir kaynağını değerlendirememesi, toplumun bilinçaltında “beceriksizlik” olarak baskı yaratıyor, kendine güven duygusunu zedeliyor.

Bor kapanı ve Türkiye’de Bor Sorunu
Türkiye “devletçilik” ile sanayileşmeye çabalarken, bor madenleri uluslararası kapitalist sistemle, Türkiye’deki devletçiliğin etkileşim sürecinde kapana girdi. Bor kapanı, uluslararası kartel ve aracıların Türkiye’nin bor madenlerini esirleştirme sürecidir. “Bor kapanı”na önce madenler, sonra madenciler, ardından sanayiciler, son olarak da EtiMaden’in “bürokrat-tüccar ve sanayicileri” kısıldı...

Bor sorunu, Türkiye’nin dünya “bor ürünleri” piyasasından, “bor madeni” rezervlerine uygun oranda pay alamamasıdır. Türkiye, dünyaya bor madeni satan (% 95), dünyadaki en çok ve en kaliteli rezervlere sahip olmasına rağmen (% 70), bunların kolaylıkla işlenmesiyle elde edilen bor ürünlerinin dünya piyasasından son derece yetersiz (% 7), adeta “sus payı” gibi az bir pay alan, içinde bor bulunan herhangi bir kimyasalı üretemeyen, yılda ancak ortalama toplam 212 milyon dolar bor geliri olan bir ülke!

Bor sorununun çözümü, Türkiye’nin bor ürünleri piyasasından aldığı (% 7) payın arttırılmasıdır. Acaba Türkiye bu kapana nasıl kısıldı, bor sorunu nasıl oluştu?

Dünya bor piyasasının oluşumu
Napolyon savaşları sonrasında Avrupa’da kurulan göreceli barış ortamıyla hızlanan sanayileşme, bor’a olan gereksinimi arttırdı. Önce İtalya’da, ardından da hemen hemen aynı tarihlerde Güney Amerika (1852), Türkiye (1852) ve ABD’de (1856) bor bulundu. Dünya bor piyasasını etkileyen bu madenlerin işletilmesiyle, o güne kadar bor’un tek kaynağı olan Tibet’in pabucu dama atıldı.

İtalya, ABD ve Güney Amerika’daki madenler, kimya gibi madencilik gibi disiplinler yardımıyla, bilinçli aramalar sonunda bulundu. İtalya ve ABD’deki madenlerin bulunmasının ardında ulusal sanayiin, Güney Amerika’daki madenlerin ise emperyalizmin itici gücü vardı. Türkiye’deki bor madeni tümüyle rastlantı sonucu bulundu, ardında itici güç yoktu. Bulunuşları arasındaki bu farklılık, bir bakıma o madenlerin de geleceklerini belirleyen unsur oldu.

ABD’de bor piyasasının doğuşu
ABD piyasasındaki oluşumlar, günümüz bor dünyasını belirleyen dinamikleri şekillendirdi. ABD bor piyasası 1850 – 1900 yılları arasında biçimlendi. ABD’de bor bulunmadan önce dünyadaki tek bor üreticisi İtalya’ydı. Bu nedenle, bor oldukça pahalıydı. ABD’de Teels Marsh’taki bataklıklarda bor bulunmuştu ama üretim için madencilerin ithalata karşı korunmaları gerekiyordu. Bor’daki gümrük vergi oranı 1867 yılında yükseltildi. İthalat pahalılaşınca, ABD’de de bor işletmeciliği başlamış oldu. Bir süre sonra, gümrük duvarının ardında oluşan ithalat rantıyla, çok sayıda üretici ortaya çıktı. 1872 yılında gümrükler indirildi. İthalat rantıyla oluşmuş verimsiz işletmelerin çoğu piyasadan silindi. Kapanan işletmeleri Coleman ile birlikte J.M. Smith satın aldı.

1883 yılında gümrük duvarları tekrar yükseldi. Aynı şeyler gene tekrarlandı. Artan üretim bu kez de, fiyatları düşürmüştü. Buna önlem olarak, fiyat ve miktar kısıtlaması için J.M.Smith ve Coleman’ın öncülüğünde 5 bor üreticisi “San Francisco Boraks Karteli”ni oluşturdu. Kartel bir yıl sonra sadece J.M.Smith’in teklif ettiği fiyatlarla Smith’e boraks ve borik asit satar duruma dönüştü (!). 1890 yılında Coleman iflas edince, ortağı J.M. Smith New York’lu bankerlerin desteğiyle, Coleman’ın bor’la ilgili şirketlerini ve işletilebilir madenlerinin tümünü satın aldı.

Bu süreç içinde boraks fiyatları düştüğünde, satışları arttırmak için kullanılan reklâm yöntemleri, bugünkü “borsever”lere parmak ısırtacak türdendi: Örneğin 1878 yılındaki fiyat düşüşünde J.M. Smith boraksı, “Banyo suyuna katılırsa, köpüklerde oluşan difteri mikrobunu yok eder.... Ciğerlerinden, böbreklerinden şikâyeti olanlara... Bayanlar! Cilt yumuşaklığınız için... Baş ağrısı çekenler... Sinirlerini yatıştırmak isteyenler... Çocuklarınıza zihin açıklığı... Yapmanız gereken tek şey, haftada bir saçlarınızı borakslı suyla yıkamak...” vs. söylemleriyle pazarlıyordu.

US Borax: Hem kapitalist, hem şövalye...

1894 yılında inen gümrük vergileri, ABD’nin özellikle doğu kıyılarındaki bor fiyatlarını düşürmüştü. Doğu’daki fabrikalar Avrupa’dan ithalata başladı. US Borax’ın kurucusu Smith’in bu sorunu kaynağında, Avrupa’da çözmesi gerekiyordu.

O yıllarda Avrupa ülkeleri; İtalya, Türkiye ve Güney Amerika’daki madenlere bağlı olarak boraks ve borik asit üretiyordu. Avrupa’daki 38 fabrika arasında kartel anlaşması vardı. Kartel, ABD’de olduğu gibi fabrikaların kullanacağı hammaddenin miktar ve fiyatını belirliyordu.

“Öğrendik ki, Amerika’daki piyasadan aslan payını alan, özellikle de tükenmez bor yataklarına sahip olan Mr. Smith, ABD’de gümrüklerin indirilmesiyle, Türkiye’deki hammaddeye dayalı üretimin rekabetinden oldukça rahatsız olmuş... Londra’yı ziyaretinin temel nedeni, Avrupa piyasasını güven altına alarak, piyasa payını daha da arttırmakmış...”[1] Ortaklık kurduğu İngiliz Redwood şirketinin yöneticisi, o sıradaki J.M. Smith’in Londra ziyaretini böyle değerlendirmişti. 1896 yılında Pacific Borax ile Redwood Chemical Works Ltd ortaklığıyla bugünün US Borax’ı kurulmuş oldu. Şirketin kuruluşunu sağlayan anlaşmayı, İngiliz Sir A. Wilson “şövalye” (knight), ABD’li J.M. Smith ise “kapitalist” unvanıyla imzaladı.

Ascotan Karteli: 1950’lere kadar süren bor dengesi.

Artık, ABD dışındaki hammadde kaynakları “zapt-u rapt” altına alınabilirdi. “US Borax’ın çıkarlarını koruyabilmek için, ilk on yıl içindeki temel sorununun öncelikle Türkiye ve özellikle Güney Amerika’daki madenlerle uğraşmak olduğu anlaşılıyordu.”[2]

Türkiye ve Güney Amerika ülkelerinin ortak noktası, Avrupa ve ABD’deki gibi bağımsız ve ulusal ekonomilerin oluşumundan yoksun oluşlarıydı. Osmanlı İmparatorluğu dağılıyor, Güney Amerika’daki bağımsız devletler yeni yeni oluşuyor, hammadde kaynakları Avrupa ve ABD’li sanayileşmiş ülkelerin ilgi odağını oluşturuyordu.

US Borax’ın Türk bor’unu satın alması

19’uncu yüzyılın sonlarında, Türkiye’deki bor madenlerini yabancılar işletiyordu. Ulusal bilinç yoksunu Osmanlı (Ermeni ve Türk) bürokratları, Ermeni madenci Şirinyan’a da, Türk madenci Asmaaltı Tüccarı Asım’a da “Eflatun gibi evrenin tüm sırlarına vakıf Ulu Hakan”ın iradesine ve her iki Osmanlı vatandaşının da madeni işletmek için yabancılara göre daha fazla bedel önermesine rağmen, ruhsat vermiyordu.

US Borax, 1899’da Türkiye’de iki bor madeniyle birlikte bu madenleri işleten şirketlerin Lyon, Paris ve Viyana’daki üç rafinerisini de satın aldı. Böylece, Türkiye’deki madenlerle birlikte fabrika, depo ve satış ağı bağlantılarını da ele geçirmiş oldu.

Madenleri satın aldıktan sonra, US Borax’ın Türkiye’deki işlerini nasıl yürüttüğünü anlamak, gene o günkü toplum yapımızı ve Osmanlı bürokrasisinden bugüne neleri miras aldığımızı gösteriyor. US Borax’ın o günkü raporları, bir bakıma oyunun günümüzde neden bu kadar kolay oynandığını aydınlatıyor: “Sultançayırı ve Aziziye’deki madenleri çalıştırmak, bu madenleri elde tutmak için alınmış çevredeki işletme haklarını yönetmek için saray paşalarının kontrolündeki oldukça karmaşık ve yolsuzluk içindeki bürokrasi ile çalışmayı gerektiriyordu. İstenileni elde etmek için doğru tarafta olan, Ernest Whithall ya da Edward Pears gibi, sarayın resmi olmayan bir sürü yan kapısını kullanmayı bilen levanten aracılara ve bunların son derece yetenekli ve güvenilirlerinden biri olan US Borax’ın İstanbul’daki (yazar ‘Constantinople’ diyor) temsilcisi Aristide Tubuni ile çalışmayı gerektiriyordu.”[3] “Ofisin çalışması, bugünün Türkiye’sinde bile hoş karşılanmayabilir ama ellerinden kaçırdıklarını öğrendiklerinde küplere binecek olan aç saray paşalarını kuşkulandırmadan, US Borax’ın maden işletme hakkını alabilmesi mümkün olmayacaktı...”[4]

İşte US Borax’ın kendi kaleminden, o günün Osmanlısı üzerine yapılan birkaç değerlendirme ve kurulan ilişkiler...

US Borax’ın Güney Amerika’daki madenleri satın alması
US Borax, Türkiye’deki madenlerin ardından Şili’deki Ascotan bor madenini satın aldı. Maden, o sıralarda Deutsche Bank tarafından finanse edilen “Alman Birliği” karteli tarafından işletiliyor, Avrupalı üreticiler Türkiye’nin yanında Güney Amerika’dan da ithal ettikleri bor madenini işleyerek, ABD pazarına satıyorlardı. Ascotan bor madenini satın almakla, US Borax rakiplerinin en önemli hammadde kaynaklarından birini daha ele geçirmiş oldu. Sonra kartelinin kapsamı genişletildi. Türkiye’deki bor madenlerini kullanan boraks ve borik asit fabrikaları da Ascotan karteline katıldı. Böylece US Borax, Ascotan kartel anlaşmasıyla, Türkiye ve Güney Amerika’daki, bir bakıma dünyadaki tüm bor madenlerini denetimi altına almış oldu.

US Borax ve ABD piyasası
1925 yılında Kaliforniya’nın Kramer bölgesinde yeni bor madenlerinin bulunmasının ardından, US Borax’ın ABD’deki başlıca uğraşı bu bölgedeki diğer sahaları da ele geçirmek oldu. Kramer’deki sahalar US Borax için öylesine önemliydi ki, bölgeye ‘boraksa hücum’un önlenmesi için, buluşun gizli tutulması hayati önem taşıyordu... “Sahalar sanki kolemanit ve uleksit sahasıymış gibi tescil edildi”. Sondajlar doğru dürüst İngilizce bilmeyen İtalyanlarla sürdürüldü.

Kramer’deki tinkal yataklarının bulunması, trona üretirken yan ürün olarak boraks da üretip, fiyatları düşüren Searles gölündeki üreticilerin rekabetini etkisiz duruma getirdi. Göl sularının pabucu dama atıldı. Artık, Eskişehir – Kırka’daki tinkal yatakları bulunana kadar (1959), Kramer’deki rezervlerden ve US Borax’tan “başka büyük yok”tu.

ABD’deki boraks piyasasını, US Borax, American Potash, Stauffer, West End, Dr. Sucov ve diğerleri arasındaki işbirliği ve rekabet ortamı belirliyordu. Bu şirketler hakkında, 1944 yılında, tekel karşıtı “Sherman Yasası” çerçevesinde 7 şirket ve 11 kişi hakkında soruşturma açıldı: “Ham, rafine boraks ve borik asit piyasasında, madencilik, madenlerden bor ürünü elde edilmesi ve işlenmesi, satışı ve dağıtımında, rekabeti engelleyici ticari uygulama ve işbirliği içinde bulundukları, yurtiçi ve yurtdışı piyasaları bölüştükleri, belirledikleri satış ve dağıtım yöntemleriyle, satış şartlarını, miktarını ve satış fiyatlarını belirledikleri...”[5]

İşte İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya bor piyasasının görünümü böyleydi...

Bor’un Uzun Mehmet’i Çamköylü Çoban İbrahim, Ascotan bor kartelini sarsıyor
US Borax bu ortam içinde 1950’li yıllara kadar yaşadı. 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’nin çok geniş bor madeni yataklarına sahip olduğu anlaşıldı. “Her yerde bor var”dı. Ascotan ile oluşturulan denge sarsılıyordu.

EtiMaden’in ve Maden Tetkik Arama’nın kuruluşunun üzerinden 12 yıl geçmişti. Ancak 1947 yılında bor madenini bulmak bu kuruluşlara değil, Çamköylü bir çobana, bulunan madenleri işletmek de bir kimya doktoruna kalmıştı...[6]

Çamköylü çoban İbrahim’in kolemaniti (bor madenini) bulması, Uzun Mehmet’in kömürü bulmasını andırıyordu. İbrahim bulduğu kristal örneklerini Faraşköy’lü Muharrem Girgin’e gösterdi. Girgin de o sırada Aleaddin Yakal Paşa’nın yanında askerlik yapan oğlu Selami’ye… Yakal Paşa da, İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi’ndeki kardeşi Dr. Hüsamettin Yakal’a... Analiz sonuçları, gönderilen kristalin kolemanit olduğunu gösterdi. Böylece Bigadiçlilerin tüm yaşamları değişti. Kolemanitle yatıp kolemanitle kalkar oldular. Derken ardından 1956’da Emet’te, 1959 yılında da Kırka’da bor bulundu.

Türk bor’u dünya fiyatlarını düşürüyor, US Borax’ın tezgâhı bozuluyor
Türkiye’de bor madenciliğinin başlamasıyla birlikte, US Borax dünya bor piyasasında zorlanmaya başladı. Türk bor’larının Avrupa piyasasına yakınlığı ve kalitesi, US Borax’ın oluşturduğu fiyatları düşürüyor, ABD’deki madenciliği baltalıyordu. Türkiye’de o kadar çok madenci vardı ki, US Borax bu madencileri denetleyemiyor, yıllar önce Ascotan karteliyle oluşturduğu, yüksek satış fiyatlarına dayalı dengeler altüst oluyordu.

US Borax’ın buna ilk tepkisi fiyatları daha da düşürerek, Türkiye’deki madenciliği daha doğarken yok etmek şeklinde oldu. O dönemdeki gelişmeleri, EtiMaden eski Genel Müdürlerinden Tahsin Yalabık’tan dinleyelim:

“Fiyatlar düşmeye başlayınca her memlekette rafineri kurulmaya başladı. Çünkü küçük çaptaki rafineriler dahi rantabl olmaya başladı bu düşük fiyatlar karşısında. Fakat bizim cevherlerimiz o kadar temiz ve çıkarılmaları o kadar kolay ki, 21, 22, 23 dolara satışta dahi kârlı oluyordu. Neticede (US Borax’ın) bu fiyat düşürme politikası tersine tepen bir silah oldu. Onların maksadı Türkiye’den cevher çıkartmamaktı. Çünkü Türkiye’den her çıkan ton Kaliforniya’dan gelecek cevherin yerine kullanılıyordu. Bu defa geldiler. ‘Fiyatları arttıralım’ teklifinde bulundular... Tabii böyle bir anlaşma olmadı.”[7]

Bir süre sonra, US Borax yerine ABD’nin kendisi bor’cuların önüne önemli bir engel olarak ortaya çıktı. Hem de NATO şapkasıyla.

NATO: “Bor stratejik maden” (!)

“Yoksa Sovyetlerin uzaydaki uydusu Sputnik, bor yakıtı ile mi çalışıyor”du? Böylece bor, ABD’ye göre “stratejik bir maden” oldu. Dünya ticareti de ABD’nin denetiminde yapılmaya başladı.

1957 Yılında Yakal Borasit AŞ’den Yunanistan’a kolemanit ***üren gemi, “Yunanistan’da boraks fabrikası yok, o halde bu bor madeni olsa olsa Doğu Bloku ülkelerine satılacak” şüphesiyle, Amerikan donanmasına bağlı gemiler tarafından Çanakkale’de durduruldu. Başlangıçta sadece Güney Amerika’daki madencileri içine alan “stratejik maden” kararı, bu olay öne sürülerek, aynı yıl NATO yoluyla Türkiye’yi ve Avrupa ülkelerini de içine alacak şekilde genişletildi. Yalabık’a göre Sputnik işin bahanesiydi. “Çünkü uzaya atılan bu uyduların tümü bor minerali olsa kaç ton tutar? Seneler boyunca, ‘stratejiktir’ bahanesiyle ‘yasaklayalım’ın altında daha ziyade iktisadi bir konu yatıyor”du.

US Borax Kırka’da tinkal bulduğunu kimseye söylemedi!

Türkiye’de tinkalin bulunması (1959) ve sonrasında gelişen olaylar, US Borax’ın Kramer’de yaptıklarını akla getiriyordu. O sırada Kırka bölgesinde, Mortaş grubu (Yır-calı), Türk Boraks (US Borax) ve Maden Tetkik Arama (MTA) bir söylentiye göre bor, bir söylentiye göre de kömür arıyordu.

EtiMaden’e ait sahalarda araştırma yapan MTA’da görevli mühendis Sefer Demircan, tinkali ilk bulan kişi oldu. Bulduğu yeni rezervi MTA’ya bildirmek yerine, bir şekilde Sırrı Yırcalı ile temas kurdu. O seneler DP milletvekili olan Sırrı Yırcalı’nın parti ilçe, ocak, bucak teşkilatlarındaki tanıdıkları vasıtasıyla… Ardından Yırcalı Kırka’da çok sayıda sahayı kapattı, US Borax’la ortaklık ilişkisini geliştirdi. Bu ortaklık, ünlü meslek dergisi ‘Metal Bulletin’de ilan edildi. İşte bundan sonra kıyamet koptu.

Ardından Mecliste soruşturma açıldı. Soruşturma sırasında Tabii Senatör Haydar Tunçkanat o günleri şu sözlerle özetliyordu : ”Sayın Senatörler, biliyorsunuz Türkiye’de tekelini kurmuş olan şirket (US Borax) Türkiye’de borasit yoktur diye faaliyetini tatil etmiş ve Türkiye’deki yatakları kapatmıştı. Daha sonra Türkiye’de Türklerin ve Etibank’ın elindeki ocakların işletilerek dışarıya satıldığını görünce, bu firma Amerika nezdinde teşebbüse geçerek borasit madenini stratejik maddeler listesine aldırmaya muvaffak olmuş ve Türkiye’nin Avrupa ve Demirperde gerisine borasit ihracını önlemeyi başarmıştır. Diğer taraftan kendi ellerinde mevcut Güney Amerika’daki madenlerinden cevher çıkarıp rahatça satmaya devam etmişlerdir.”[8]

Devletleştirme ve sonrası
Bu ortam içinde bor madenlerinin ulusal çıkarlarımız yönünde değerlendirilmesinin çözümü devletleştirmede görüldü. 1968’de başlayan devletleştirme dalgası, 1978’de bor’la birlikte başka madenlerin de devletleştirilmesiyle sonuçlandı.

1960 sonrasındaki politik ortamın belirleyici unsurlarından biri, olan 68’lilerin ulusal kaynaklara sahiplenme söylemi bor madenlerinde şekillendi. Ne var ki, 12 Mart 1971 darbesiyle “ulusal kaynaklara sahiplenen kadroların canına okununca”[9], bor madenleri, içi boşaltılmış “devletçilik” söylemine sarılan, “sosyalist mühendisler”in[10] yönetimine kaldı.

Sonraki dönem, elinde bor tutan bürokrasinin madenciler üzerindeki şüpheleri kamuoyunda daha da kurumsallaştırdığı yıllar oldu. Özel sektör madenciliğine karşı bor’la başlayan tepki, 1978 yılında tüm demir ve kömür madenlerini içine alacak şekilde genişledi.

Devletleştirmeden iki yıl sonra 12 Eylül 1980 darbesi yaşandı. Ulusal kaynaklara sahiplenen kadroların “canına okunma” süreci 12 Mart’ı aratacak şiddetle sürdürüldü. Bu süreçte içi iyice boşaltılan “devletçilik”, “Aleaddin’in Sihirli Lambası” gibi kim iktidardaysa onun hizmetine girdi. Bir zamanlar bor’un özelleştirilmesine karşı olan “sağ” kadrolar, “devletleştirmenin fazileti”ni kavradı. Bor, solun ideolojik şemsiyesi altında, sağ kadrolarca yönetilir oldu.

1970’li yılların başlarında, bor’un ardındaki ekonomik dinamikler doğru değerlendirilemedi. Geliştirilen “devletleştirme” politikası, şark bezirgânlığı denizinde boğulup gitti. Devletleştirmenin felsefesi, “karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğumuz bir kaynağı ulusal bilinçle değerlendirmek” olması gerekirken, “bor madenlerimiz ucuza satılıyor, daha pahalıya satmalıyız” gibi bezirgân bir anlayışa indirgendi.


Bu tam da US Borax’ın istediği şeydi.

ABD’deki bor madenlerinin işletilmesi, Türkiye’nin dünya bor fiyatlarını arttırması ile mümkün oldu. Türkiye’nin fiyatları düşürmesiyle, bor’u Türkiye’den almaya başlayan Avrupa ülkeleri, artan fiyatlarla birlikte, tekrar US Borax’tan bor almaya başladı. Böylece, ABD’deki madenler kapanmaktan kurtuldu, ABD’deki ve Güney Amerika’daki madenlerin işletilmesi ekonomik oldu. Türkiye tarihsel önemdeki bir fırsatı değerlendiremedi, bor’unu US Borax’a kaptırdı.

Eti Maden’in yurt dışı ilişkileri, US Borax ve Türk sanayii
US Borax sonraki yıllarda, Türk sanayicisine verilmeyen fiyatlardan EtiMaden’den bor madeni almaya devam etti. Bir süre sonra 1987 yılında İngiltere ve İspanya’daki fabrikalarını da kapattı. Avrupa’ya kendi hammaddesiyle, kendi ülkesinde ürettiği borik asiti ve boraksı satmaya başladı.

EtiMaden’in bor’larını yurtdışındaki pazarlamak için 1982 yılında kurulan Etimine, kısa sürede US Borax’ın Türk borları içindeki Truva Atı’na dönüştü. Etimine’nin ortaklarından Minerais, US Borax’ın denetimindeydi. Etimine, Minerais şirketi’nin bürolarından yönetiliyor, hesapları Minerais tarafından tutuluyordu. Etimine’nin bir başka ortağı, EtiMaden’in eski pazarlama Müdürü Turhan Ardalı’nın ortak olduğu Ultracrest’ti. Görünürde çok az iş yapmış olan Ultracrest’in nereden para bulup da Etimine’ye ortak olduğunu merak ediyordu. Kısaca, EtiMaden’in bor’larını US Borax ve eski pazarlama müdürü Turhan Ardalı pazarlıyordu… EtiMaden’in kendisinin bile ortak olmadığı bir şirkete, pazarlama eski müdürü ortaktı! [11] Bu ilişkileri 1986 yılında Nokta kamuoyuna duyurmuştu.

Bu ilişkiler, Türk bor’larının yabancı birkaç şirket için kullandırılması sonucunu doğurdu. Devletleştirme sonrasında, Avrupa’daki diğer bor ürünü fabrikalarıyla birlikte US Borax’ın Fransa, İngiltere, İspanya’daki fabrikaları, EtiMaden’den hammadde almaya devam etti. Bu sırada Türk sanayicisi bor’dan uzak tutuldu, yerli işletmeler kapanmaya zorlandı, kamuoyunun bu ilişkileri duyması engellendi. Sonunda bor madenleri, devletleştirildiği sıradaki fiyatların da altında ihraç edilir oldu.

Örneğin, EtiMaden’in bor madenlerinden tinkali Solvay’e (Belçika) 140, yurt içine 240 dolar fiyata satması sonucu, perborat Türkiye yerine Avrupa’da üretildi. Türkiye her yıl bor geliri kadar bir gelirden yoksun kaldı; Türkiye, kendi madeninden yapılan perboratı ithal etmek zorunda kaldı. Bu ilişikler sonunda, Türk bor madenleri bir avuç yabancı şirketin hammadde deposuna dönüştü: Tinkal’in % 80’inin Solvay’e, uleksit’in % 90’ının OCF ve PPG’ye, kolemanitin % 80’inin de 5–6 grup şirkete satıldığı, ama Türk sanayicisine satılmadığı bir tablo ortaya çıktı.

Güncel bor muhabbetleri
Dün, tarihsel süreç içinde kendi kaynaklarını değerlendirebilecek yurtiçi dinamiklerin yoksunluğu içinde bor’unu yabancı sömürüye kaptıran Türkiye, bugün de ulusal bilinç yoksunluğu içinde, bor’unu ulusal bir kaynağa dönüştüremiyor, değerlendiremiyor. Dün sanayi devrimini ıskalayarak kaptırdığımız bor, bugün de globalleşme gürültüsü içinde uluslararası kapitalist sistemin esiri olmaya devam ediyor.

Yıllar içinde EtiMaden’in çevresinde oluşmuş bilim adamı, bürokrat, mühendis ve politikacıdan oluşan bir “borsever”ler grubu, verdikleri “fetva”larla, kamuoyunun doğru yönde bilgilendirilmesini engelliyor, dipsiz bor tartışmalarına neden oluyor.

Bor yakıtı, bor arabası ve US Borax

Bor sorununu gizlemeyi üstlenen borseverlerin, geliştirdiği en gözde söylemler bor’la teknolojiyi iç içe gösterenler : ABD’de borla çalışan araba yapılmamış mıydı? Öyleyse daha ne bekliyorduk! Dünyanın bor’u bizdeydi, üstelik bor’u ham olarak satıyorduk! Bunu özel sektör yapmadığına göre, devlet hemen Türk Aynştayn’larını desteklemeli, biran önce bor yakıtı üretmeliydik!

Bu söylemlerde milyonlarca ton bor, tartılamayan teknolojik bilgi birikiminin yerine geçiriliyor. Kamuoyunda hünerin teknolojide değil, bor’da olduğu kanısı yaygınlaşıyor.

“Bor’u ham olarak satmayalım, uç ürün üretelim, bor pili yapalım, bor’la çalışan araba üretelim” hayalleri bir yandan IMF kıskacındaki toplumun da kulağına hoş geliyor, bir yandan da, politikacılara “ülke sorunlarıyla yakından ilgilendiriyoruz” işgüzarlığının kapısını aralıyor.

Bor yakıtı
US Borax için giderek pahalılaşan madenciliğini sürdürebilmenin yolu, uzun dönemde bor’un deterjan ve cam üretiminden daha ileri teknoloji gerektiren malların yapımında kullanılmasından, bor’a ek talep yaratılmasından geçiyor.

US Borax yelkenlerini şişirecek rüzgârı, 20’inci yüzyılın sonunda petrol yerine kullanılabilecek, yakıt pili projeleriyle yakaladı. Böylece, kendi müşterilerinden biri olan borhidrür üreticisi Rohm & Haas, dünyanın önemli yakıt pili üreticilerinden Ballard Power Systems ve bu pilleri arabalarında kullanacak olan Chrysler'le birlikte Millennium Cell’i kurdu, borhidrürle çalışan yakıt pilini geliştirip patent aldı.

ABD de US Borax’ın Millennium Cell projesini canla başla destekliyor. Bunun nedeni ABD’de bol bol bor madeni bulunmasında. ABD, Türkiye’den sonra en fazla bor madeni olan ülke. Böylece enerji yönünden dışa bağımlılıktan kurtulmayı düşünüyor. Kimseye bağlı kalmadan kendi boruyla kendi enerjisini üretebileceği için bor yakıtı projesini destekliyor, bor yakıtına umut bağlıyor. Yani ABD, geleceğin yakıtı bor olacağı için bor yakıtına yatırım yapmıyor. Tersine, ABD kendisinde tükenmez bor kaynağı bulunduğu için, bor yakıtını geleceğin yakıtı yapmak istiyor.

Scientific American’a göre ‘Amerika’da tüm otomobiller gele SHAPE \* MERGEFORMAT SHAPE \* MERGEFORMAT cek 20 yıl boyunca boraksla çalışsa bile, rezervlerin sadece yüzde 5’i tüketilmiş olacak’. Kaldı ki ABD’nin boru bitmez. Günümüzde ABD’deki bor, hemen tümüyle cam ve temizlik maddesi üretiminde kullanılıyor. Bu tüketim yelpazesinin değişmeden devam etmesi durumunda bile, ABD’deki rezervler dünyaya (sadece ABD’ye değil) 53 yıl yetiyor. Bu nedenle ABD’nin Türkiye’yi işgal etmesine de gerek yok... Türkiye’den ihraç edilen bor madenlerinin %40-50’sini ABD’li şirketler alıyor. EtiMaden, Türk sanayicisine bor madeni satMıyor.

“Yakıt pillerinin yaygınlaşmasıyla, Türkiye de bor minerallerini değerlendirme olanağı bulacak” görüşü yanlış. Yakıt pilleri kullanılmaya başlandığında, bor madenine olan talep artışı “devede kulak” kadar olacak. Kimse Türkiye’ye bağlı kalmayacak. Hidrojen enerjisini yaşama geçirmeye yetecek kadar bor, hemen her yerde var. Japonya daha şimdiden deniz suyundan bor elde etmek için kolları sıvadı.

Bor reaktörü
“Hâlâ uyuyacak, uyutulacak mıyız? İşte bor tuzu madenlerimizin bugünü ve geleceği açısından vazgeçilemez önemini ortaya koyan gelişme” diye kamuoyuna sanki gerçekmiş gibi sunulan 200 gram bordan 100 bin kişilik şehri aydınlatan Bor füzyon reaktörünün henüz uygulaması yok. Bu nedenle resimleri yerine ancak karakalem çizimleri yayınlanabiliyor. Ama kamuoyuna öylesine yakın bir hedef olarak gösteriyor ki, bor’dan (Eti Maden) sorumlu eski bakanlardan Şükrü Sina Gürel de, Teoman Riza Güneri de, konuyu hem meclis hem de basına “bor’un önemi”ni anlatırken bunu örnek gösteriyor. Oysa 200 gramından 100 bin kişiyi aydınlatan reaktör kullanılmaya başlandığında, bor’un hiç önemi kalmayacak.

NE YAPMALI?
Bor sorunu kişisel değil, siyasal ve yönetsel bir yozlaşmadır. “Benim adamım iyidir, bor’u onunla çözerim” görüşü yanlıştır. Bor, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in “yönetsel ve ekonomik yolsuzluk” tanımı çerçevesinde ele alınmalıdır: “Toplumun etik ve hukuksal kurallarını ihlal eden yolsuzluk yanında, dar bir çevreye büyük çıkarlar sağlanmasına olanak veren, kamu kaynaklarını belirli çevrelerin çıkarlarına dönüştüren, kıt kaynakların kamu yararına eşitlik ve adalet ilkelerine uygun, akılcı kullanımına engel olan tüm siyasal ve yönetsel yozlaşmaları da yolsuzluk kapsamında ele alıp değerlendirmek zorunlu duruma gelmiştir...” [12]

Bor politikası “karşılaştırmalı üstünlük”e sahip olduğumuz bor madenlerinin ulusal bilinçle değerlendirilmesini amaçlamalıdır. Belirlenecek bor politikası, dünyanın diğer yörelerindeki bor madenlerinin kapatılmasını, Türkiye dışındaki tüm bor ürünü fabrikalarının Türkiye’ye taşınmalarını sağlamayı hedeflemelidir. Çok abartılı bir beklenti olsa da bu hedef, hedef olarak benimsenmeli, kararlılıkla sürdürülmelidir.

Bor madenleri devlet tarafından işletilmelidir. EtiMaden ve Türkiye’deki bor ürünü üreticileri hep birlikte bir “Bor Kurulu” oluşturmalıdır. Bor madenlerinin Türkiye’deki satış fiyatı, Türkiye dışındaki bor madeni işletmelerinin ekonomik değerini ortadan kaldıracak seviyeye kadar düşürülmelidir.

Amacın gerçekleştirilmesi için Türk sanayicisine güvenilmelidir. US Borax’ın karşısına EtiMaden’in devletçiliği değil, özel sektörün dinamizmi çıkarılmalıdır. Halen, Türk sanayicisinin bor madenini işleyememesinin önünde yasal değil, EtiMaden’in sudan gerekçelere dayandırdığı bir engel var. EtiMaden’in eski Genel Müdürlerinden Ziya Gözler’in yasayı yorumuna göre “bor madenleri Yunanistan’a satılabilir ama Türk sanayicisine satılamaz”mış.[13] Oysa “Hiçbir ülke... Ulusal kaynaklarını, büyük devletlerin güdümünde ve onların menfaatleri doğrultusunda faaliyet gösteren uluslararası kuruluşların politikalarına ve onların yönlendirdiği çokuluslu yabancı şirketlere bırakamaz.”[14]

Bor madenleri millileştirilmelidir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] The Tincal Trail, A History of Borax - 1984 - Travis Sh.74

[2] Travis Sh.87

[3] Travis Sh.90

[4] Travis Sh.261

[5] Travis Sh.218

[6] Werner Bühler, Borasit The Story of The Turkish Boron Mines and Their Impact on the Boron Industry, Mayıs 1996, Vebier, İsviçre

[7] Abdi İpekçi’nin Etibank Genel Müdürü Tahsin Yalabık ile yaptığı görüşme: 11 Mayıs 1970 Milliyet

[8] 3 Şubat 1967 tarihli Senato konuşmasından.

[9] İlhan Selçuk, 12 Şubat 2002 Cumhuriyet

[10] Bühler sh.164

[11] Bühler Sh 93 vs.

[12] 2000 yılı TBMM’yi açış konuşması.

[13] 21 Ocak 2001 Ekonomist

[14] İsmail Hakkı Arslan Eti Holding Eski Genel Müdürü
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ada Sahibi ya da Ada Olmak GhencThurk Eskiler (Arşiv) 0 05-05-2008 11:56 PM
Ada Sahibi Ya da Ada Olmak... KoJiRo Eskiler (Arşiv) 0 10-19-2007 08:57 PM
Ada Sahibi ya da Ada Olmak вσυя∂¢αη Eskiler (Arşiv) 0 09-04-2007 10:07 AM
Elmas madeninin ilginç görüntüsü.. CaKaLBoT Eskiler (Arşiv) 18 10-28-2006 11:22 PM
Kalbimin sahibi kardelen18 Eskiler (Arşiv) 1 10-08-2006 03:50 PM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:34 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.