www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 03-10-2008, 07:21 PM   #1
KoJiRo
Aşmış Üye
 
KoJiRo Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Konum: KoCaELi
Yaş: 40
Mesajlar: 34,356
Teşekkür Etme: 21
Thanked 162 Times in 97 Posts
Üye No: 23848
İtibar Gücü: 8778
Rep Puanı : 54700
Rep Derecesi : KoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan Şöhret Halkın Zannıdır

"— "Politikacıların ahlâklı olmaları gerekmez, ahlâklı görünmeleri kâfidir."
İçerdiği yargıyı doğrulamasak bile, bu önermenin, "ahlâklı olmak"la "ahlâklı görünmek" arasındaki ayrımı belirginleştirdiğini kabul etmeliyiz.




Bu sütunu takip edenler, bendenizin, 'ahlâk' ile 'âdab terimlerinin arasını dikkat ve özenle ayırdığını, ilkini bireylere, ikincisini ise toplum ve topluluklara tahsisen kullandığını hatırlayacaklardır.
Ahlâk bireyseldir, âdab ise toplumsal. İlki hulk'dan, ikincisi ise edeb'den türer. Kısaca hulk (ahlâk) bireyin davranışlarının, edeb (âdab) ise bir topluluğun davranışlarının ilkesi ve kökenidir.

Bu nedenledir ki "basın ahlâkı" olmaz, ama "basın âdabı" olur. Nitekim filan gazeteci, (kişisel davranışları itibariyle) ahlâklı olmasa bile, (meslekî davranışları itibariyle) edepli olmak zorundadır. Mensub olduğu meslek grubunun davranış kuralları, o meslek üyesinin âdabını, benimsemiş olduğu inanç ve düşünce çerçevesine özgü davranış kuralları ise o kişinin ahlâkını belirler. Bu tanım politikacılar için de, diğer meslek gruplarına mensup kimseler için de geçerlidir.

Bu durumda âdab'ı tanımlamak kolay. Daha güç görüneni ise ahlâk.

Ahlâk'ı nasıl tanımlayabiliriz?

Şöyle: Bir davranışı hiç düşünmeksizin ve kolaylıkla yapabiliyorsak, o davranış bizim ahlâkımız (hâline gelmiş) demektir.

Düşünerek veya zorlanarak yalan söyleyen biri gerçekte yalancı değildir; yalan söylemiş olsa da yalancı değildir; yani böyle biri yalanı ahlâk hâline getirmiş sayılmaz. Eylemi tekrarlaması, alışkanlık hâline getirmiş olması gerekir.

Düşünerek veya zorlanarak hesapları ödeyen biri de cömert değildir; yani henüz cömertlik onun ahlâkı hâline gelmemiştir. Kezâ nazik olmak başka, nazenin olmak daha başkadır. Nazik, en nihayet sözde naziktir; nazenin ise gerçekten nazik olan; nezaketi ahlâk hâline getirendir. Hani deriz ya, "ruhunda var" diye, işte aynen öyle. Olumlu ya da olumsuz bir davranış, her defasında da kişinin içinden geliyorsa, yani öyle davranmak onun ruhunda varsa, pekâlâ o davranışın o kişinin ahlâkından olduğunu söyleyebiliriz.

* * *

Ahlâk ile âdab arasında yaptığımız bu ayrıma dayanarak 'haysiyet', 'itibar' ve 'şöhret' terimleri arasında da benzer bir ayrım yapabiliriz.

Haysiyet, kişinin kendisine verdiği değerden ibarettir.

İtibar, bir kişinin değerli/seçkin kimseler veya çevreler (=havass) nezdindeki değeridir. Her itibar, bir itibar edeni (mutebir) gerektirir. "İtibar eden" yoksa, itibar da yoktur, muteber de. Yani muteber olanın itibarı sadece kendisine değil, başkalarına da bağlıdır. Başkalarının sağladığı itibar azalabilir de, çoğalabilir de. Kaybedilebilir de, tekrar kazanılabilir de.

Şöhret'e gelince, o, bir kişinin geniş kitleler (=avâm) nezdindeki değeridir. İtibar gibi şöhretin de varlığı başkalarını gerektirir. Şöhrette genişlik vardır, itibarda derinlik. Muteber, görüşlerine değer verilenler nezdinde değerlidir; yani sayıca az olan seçkinler nezdinde. Meşhur ise, şöhretini neredeyse adına 'herkes' denilebilecek denli geniş bir kitleye borçludur.

İtibar ile şöhret bir terazinin iki kefesi gibidir. Biri yükselirken, diğeri alçalır. Muteber kişinin şöhreti arttıkça itibarı azalır. İtibarı arttıkça da şöhreti...

Ortak yönleri, şöhretin de itibarın da her hâlukârda başkalarının bağışladığı bir vasıf olmasıdır. Meşhursan başkalarının sayesinde, sayıları çok (avâm) da olsa mutlaka başkalarının nezdinde değerlisin demektir. Mutebersen, yine başkalarının sayesinde, sayıları az (havass) da olsa muhakkak başkalarının nezdinde... Lâkin haysiyetliysen, haysiyet sahibiysen, sadece kendin sayesinde ve tabii ki sadece kendi nezdinde...

* * *

Ey talib, unutma ki itibar da, şöhret de başkalarına borçlanmak demektir. Şöhrete ve meşhura değer verme! Şöhret değersizlerin değersizler nezdindeki değeridir. Riayet edilecek bir ahlâkı da, âdabı da yoktur. Kolay gelir, kolay gider. (Yunanca 'doxa', episteme'nin –kesin bilgi'nin– zıddı olup hem zan, hem de şöhret anlamına gelir.)

Şöhret halkın zannıdır. Zannın ise gerçek bir değeri yoktur!

İtibar ise öyle değildir; hiç değilse o, değerlilerin değerliler nezdindeki değeridir. İtibarı şöhrete tercih et. Edebli olan (=kurallara riayet eden) kazanır. Çünkü adâbı vardır. Bu yüzden zor gelir, kolay gider. ('İtibar'ın iş hayatındaki karşılığı 'marka'dır.)

Sen 'sen' ol ey talib, şöhret için de, itibar için de haysiyetini terketme! Başkalarının sana vereceği değeri gözeterek, kendi nezdindeki değerinden vazgeçme! Haysiyet sahibi olmak, ahlâk sahibi olmak demektir. Çünkü herkes haysiyeti kadarıyla ahlâk sahibidir. Bu yüzden o zor gelir, zor gider.

Halkın zannını boşver, sen de ehlinin görüşüne değer ver! Lâkin 'Adem' isen, 'âdem' olacaksan, değerini kendine önce kendin ver!

Dücane Cündioğlu
"
__________________
KoJiRo çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:01 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.