www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 10-17-2007, 11:10 PM   #1
KoJiRo
Aşmış Üye
 
KoJiRo Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Konum: KoCaELi
Yaş: 40
Mesajlar: 34,356
Teşekkür Etme: 21
Thanked 162 Times in 97 Posts
Üye No: 23848
İtibar Gücü: 8780
Rep Puanı : 54700
Rep Derecesi : KoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond reputeKoJiRo has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan Amenerrasulu Ayetlerinin Tefsiri Seyyid Kutub

Rahmân ve Rahîm olan Allah'in ismiyle.
Fatiha Suresi 1



Amenerrasulu Ayetlerinin Tefsiri - Seyyid Kutub -

285- Peygamber kendisine Rabbi tarafindan indirilen gerçeklere inandi, müminler de. Hepsi birlikte Allah'a, O'nun meleklerine, O'nun kitaplarina ve O'nun peygamberlerine inandilar. `Onun peygamberlerinden hiçbirini digerlerinden ayirmayiz. Duyduk ve uyduk. Günahlarimizi bagislamani dileriz, ey Rabbimiz, dönüsümüz sanadir' dediler."


Bu, müminlerin içinde iman gerçeginin pratik olarak temsil edildigi seçkin cemaatin ve bu ulu gerçegi temsil eden her toplulugun tablosudur. Bu yüzden yüce Allah, üstün iman gerçegi konusunda onlarla peygamberleri birlikte zikretmek suretiyle onlari onurlandirmistir. Bunu, yüce Resul gerçegini idrak eden mümin cemaat anlayabilir. Yüce Allah'in onlarla peygamberi bir sifat altinda Kur'an'in bir ayetinde birlikte zikretmekle ne kadar yüce bir makama yükselttigini bilirler.


"Peygamber, kendisine Rabbi tarafindan indirilen gerçeklere inandi, müminler de..."


Peygamberlerin, kendisine Rabbi tarafindan indirilenlere iman etmesi, dogrudan algilanan bir imandir. Tertemiz kalbinin yüce vahyi almasidir. Hiçbir çabada, hiçbir girisimde bulunmaksizin, bizzat varliginda, somutlasan gerçege aletsiz, araçsiz, dogrudan baglanmasindan kaynaklanir bu iman. Bu, vasfetmeye imkan bulunmadigi gibi tadina varandan baskasinin tavsif edemedigi bir iman derecesidir. Gerçek anlamda tadina varamayandan baskasi da bu tavsiften birsey anlayamaz zaten. Bu imani, -peygamberin imani- yüce Allah mümin kullarina bahsetmis ve onlari peygamberiyle ayni sifat altinda birlestirmistir. Ancak peygamberin yapisi ile bu gerçegi dogrudan mevlasindan almayan baskalarinin yapisinin bu imanin zevkine varmasi farkli olacaktir, haliyle. Bu imanin tabiat ve siniri nedir?


"Hepsi birlikte Allah'a, meleklerine, kitaplarina ve peygamberlerine inandilar. `O'nun peygamberlerinden hiçbirini digerlerinden ayirmayiz. Duyduk ve uyduk. Günahlarimizi bagislamani dileriz ey Rabbimiz! Dönüsümüz sanadir' dediler."


Bu, Islâm'in getirdigi kapsamli imandir. Bu iman, Allah dininin varisi, Kiyamete kadar yeryüzünde davet görevini yürüten, kökleri zamanin derinliklerine inen, beser tarihi boyunca uzanan davet, Resul ve iman kervaninda yol alan bu ümmete yakisir bir imandir. Bu iman baslangiçtan sona kadar bütün insanligi iki gruba ayirir; müminler ve kâfirler... Allah'in taraftarlari (hizbi), Seytanin taraftarlari (hizbi)... çaglar boyu, bunlarin disinda bir üçüncü durumun varligi sözkonusu olmamistir.


"Hepsi birlikte Allah'a... inandilar."


Islâm'a göre Allah'a iman; düsüncenin, hayata egemen olan metodun, ahlâkin, ekonominin, orada-burada müminlerin yaptigi her hareketin temelidir.


Allah'a iman, O'nun uluhiyet, rububiyet ve kulluk kilinma hususunda birlenmesi, dolayisiyla insanin vicdanina ve hayatla ilgili herhangi bir konudaki tavrina tek basina O'nun egemen olmasi-anlamina gelmektedir.


Buna göre uluhiyet ya da rububiyette ortagi olmadigi gibi yaratma ve düzenlemede, tasarrufunda da ortagi yoktur. Varlik alemi ve hayat üzerindeki tasarrufuna kimse müdahale edemez. Insanlara onunla birlikte rizik veren biri yoktur. O'nun disinda kimse zarar ya da yarar dokunduramaz kimseye. O'nun izni ve rizasi olmadan varlik aleminde küçük-büyük hiçbir sey meydana gelemez.


Gerek sembolik kulluk davranislari seklinde olsun gerekse boyun egme ve itaat etme seklinde olsun insanlarin kullukta yönelecekleri ortaklar yoktur. Allah'tan baskasina kulluk sözkonusu olamayacagi gibi O'na ve O'nun emri ve seriati uyarinca hareket etmek suretiyle gücünü kendisinden baska otorite bulunmayan kaynaktan alan baskasina itaat de sözkonusu olamaz. Bu imana göre, insanlarin vicdanlari ve davranislari üzerindeki egemenlik tek basina Allah'a aittir. Buna göre seriat, ahlâk kurallari, toplumsal ve ekonomik düzen tek basina egemenlik sahibi olan yüce Allah'tan alinmalidir.


Iste Allah'a imanin anlami budur. Artik insan; Allah'in disinda herkesin yaninda özgür, Allah'in koydugu seriatten kaynaklanmayan sinirlamalarin bagindan serbest ve otoritesini Allah'tan almayan her gücün karsisinda son derece güçlü olur.


"...ve meleklerine... inandilar."


Allah'in meleklerine iman, surenin basinda -birinci cüzde de- insan hayatindaki öneminden sözettigimiz gaybe iman etmenin bir yönünü olusturmaktadir. Bu inanç insani, hayvanlara özgü duygular noktasindan alip bu hayvani çerçevenin ötesindeki bilgiyi algilayacak asamaya getirir bununla da belirgin özellikleriyle "insanligini" (Bakiniz Fatiha suresinin açiklamalarina) ilan eder. Ayni zamanda bu inanç, insanin, fitrati geregi varligini hissettigi ancak duygulariyla kavrayamadigi, bilinmez seylere olan fitri tutkusuna da cevap teskil etmektedir. Sayet bu fitri tutkusunu yüce Allah'in kendisine bahsettigi gibi gayp gerçegi ile tatmin etmezse, bu açligini gidermek için ya efsanelerin, hurafelerin ardina düsecek ya da insan varligi sarsinti ve bunalimlara maruz kalacaktir.


Meleklere iman; insan idrakinin kendisi için hazirlanan duygu ve akli araçlarla bizzat ögrenmeye imkan bulamadigi gayp gerçegine inanmaktir. Insan varligi, gaybi gerçeklerden herhangi birseyi bilme arzusuna sahip bir özellikte yaratilmistir. Bunun için, insani yoktan vareden, bünyesini, arzularini, kendisi için yararli olan seyleri ve kendisini islah edecek seyleri hakkiyla bilen yüce Allah, insana gaybi gerçeklerden bir kismini göstermeyi ve her ne kadar kisisel yetenekleri buna ulasmaya yetmese de görüsünde somutlasmasi için yardim etmeyi dilemistir. Bununla yüce Allah, bilmedikçe bünyesinin ve fitratinin düzenlemeyecegi, elde etmedigi sürece gönlünün tatmin olmayip istikrar bulamayacagi bu gerçeklere ulasmak ugruna enerjisini dagitip yorulmaktan kurtarmistir. Fitratina baski yapip, gayp gerçeklerini hayatlarindan silmek isteyenlerin bazisinin gülünç, hurafe ve saplantilarin tahakkümüne girmesi ya da akillari ve sinirleri sürekli bunalim içinde bir yigin kompleks ve sapikliklarla dolup tasmasi bunun kanitidir.


Bütün bunlara ek olarak meleklerin gerçekligine iman etmek -Allah'in katindan gelen kesin gaybi gerçeklere iman etmek gibidir- insanin varlik hakkindaki bilincinin ufuklarini genisletir, böylece varlik manzarasi küçülerek müminin düsüncesinde duyularla kavranan bir duruma indirgenmez. Sonra mümin, kalbi çerçevesindeki mümin ruhlarla yakinlik kurar, Rabblerine iman noktasinda onlara katilir, Rabbinden bagislanma diler ve Allah'in izniyle O'nun yardimiyla birlikte olur.


Bu, son derece latif, sevimli ve cana yakin bir bilinçtir kuskusuz... Sonra ortada bir bilgi vardir; bu gerçegi bilme... Bu da yüce Allah'in müminlere onunla ve melekleriyle bahsettigi bir lütuftur.


"...0'nun kitaplarina ve O'nun peygamberlerine... inandilar, `O'nun peygamberlerinden hiçbirini digerlerinden ayirmayiz' dediler."


Allah'in kitaplarina ve hiçbirini digerinden ayirmadan peygamberlere iman, Islâm'in belirttigi tarzda Allah'a iman etmenin tabii sonucudur. Allah'a iman, O'nun katindan gelen seylerin sihhatine, gönderdigi tüm Resullerin dogruluguna, mesajlarinin dayandigi temelin birligine ve kendilerine indirilen kitaplarin bu temeli içerdigine inanmayi gerektirir. Bu yüzden, müslümanin vicdaninda peygamberlerin arasina fark koymak gibi bir düsünce yer etmez. Çünkü bir tek dinin son sekliyle bütün insanligi Kiyamete kadar Allah'in dinine davet etmek için gelen son peygamber Muhammed'e kadar gelen tüm peygamberler, gönderildikleri kavmin durumuna uygun bir sekliyle Allah katindan Islâm ile gönderilmislerdir.


Böylece müslüman ümmet, bütün Risalet mirasini bu sekilde karsilayip yeryüzündeki hayatini varisi oldugu Allah'in dini uyarinca düzenler... Bu yüzden müslümanlar, yeryüzünde Kiyamete kadar üstlendikleri önemli rolün bilincinde olurlar. Onlar, insanligin uzun tarihi boyunca tanidigi en degerli hazinenin bekçisidirler. Onlar; kavmiyet, milliyetçilik, uyrukçuluk, irkçilik, siyonizm, haçli, sömürgecilik ve dinsizlik gibi degisik çaglarda ve degisik yerlerde farkli isim ve kavramlar altinda yeryüzünde cahiliye mensuplarinin kaldirdigi birçok cahiliye sancagina karsi Allah'in -tek basina Allah'in- sancagini tasimak üzere seçilmislerdir.


.Müslüman ümmetin, yeryüzünde bekçisi bulundugu ve en eski Risaletlerden beri varisi oldugu iman hazinesi, insan hayatinin en serefli ve en saglam hazinesidir. Bu hazine; hidayet, nur, baglilik, güven, hosnutluk, bilgi ve yakin'den ibarettir. Insan kalbi bu hazineden bos oldugu oranda, sikinti ve karanliga gömülür ve vesvese ve kuskulara gark olur, üzüntü ve bedbahtligin istilasina ugrar. Bu tehlikeli bataklikta ayaklarini nereye koyacagini bilmeden, zifiri bir karanlikta yol almaya çalisir.


Bu gidadan, bu yakinliktan ve bu nurdan yoksun kalplerin feryatlari her çagda duyula gelen canhiras feryatlardir. (Ömer Hayyam söyle der:


Ruhumda yoklugun izdirabini hisseder gibiyim Hayatta bedbahtliktan baska birseyle karsilasmadim. Ne aci! ya bir de zamanim gelmisse


Oysa henüz kaza ve kader bulmacasini çözemedim. Günlerim, geri gelmeden geçip gidiyor.
Çöllerde esen rüzgarlar gibi. Ruhun bütün yasadigi iki gündür, Geçen, dün ve gelecek, yarin Yarin gaybin arkasindadir, bugünse benim, Gelecek hakkinda nice zanlar bosa çikar.
Bu kadar gafil degilim, gördügüm halde, Dünyanin güzelligine, zevkine bakmayayim.
Rüyamda dogru bir ses isittim;

Uykunun gençlik kozasini açtigi görülmemistir, Uyan, çünkü uyku ölümün ikizidir.
Iç, zaten son konagin topraktan bir dösek olacaktir.
Çabucak gelen ölümü gözlüyorum.
Birgün ismim varlik defterinden silinecektir.
Getir, sarap sun ey sevgili?
Çünkü günlerin amaci uzun bir uykudur.


Kitab-i Mukaddes'in "Eski Ahid" bölümünde söyle denir:

"Boslarin bosu. Hersey bos. Günes altinda insanin çektigi bunca yorgunluklarin yarari ne? Bir dönem geçerken bir baska dönem geliyor. Yeryüzü ise, sonsuza kadar kalicidir. Günes doguyor, günes batiyor. Yine dogdugu yere kosuyor. Rüzgar güneye gidiyor, kuzeye dönüyor. Döne döne gidiyor. Dönüslerini tekrar ediyor. Bütün nehirler denize akar ancak deniz dolmaz. Nehirler akittiklari yere, tekrar oraya akiyorlar. Bütün sözler eksik kaliyor. Insan herseyden haber veremiyor. Göz, bakmaya doymuyor. Kulak da isitmekle dolmuyor. Olan oluyor. Yapilan neyse o, yapiliyor. Günesin altinda yeni birsey yoktur. Bak bu yenidir, denilecek birsey bulunsa o da bizden önceki zamanlardan kalmadir. Öncekiler hatirlanmiyor, sonrakiler de kendilerinden sonra gelenler nezdinde hatirlanmayacaklardir,) Bu da o kalplerde, hassasiyet, canlilik, ögrenmeye karsi bir arzu ve yakin'e karsi bir istek sözkonusuysa... Ahmak, ölü, donuk ve kati kalpler ise bu üzüntüyü hissetmedikleri gibi bilgiye duyulan siddetli arzu da onlari huzursuz etmez. Bu yüzden onlar, yeryüzünde dolasan hayvanlar gibi yerler ve zevk alirlar, tipki onlar gibi toslasip tekmelesirler veya vahsi hayvanlar gibi parçalayip esinirler. Böylece yeryüzünde, azginlik, despotluk, zorbalik, saldirganlik ve bozgunculuk yayarlar. Sonuçta Allah'in ve insanlarin lanetini hakederler.


Bu nimetten yoksun toplumlar, maddi konfor içinde yüzseler de açtirlar, ne kadar fazla üretim yapsalar da bosturlar, genis bir özgürlük, güven ve dis baris ortami saglasalar da kaygilidirlar. Bunun kanitlarini günümüz toplumlarin-da açikça görebiliriz. Elle tutulup gözle görülen gerçekleri inkâr eden hakikat düsmanlarindan baskasi bu gerçegi görmezlikten gelemez.


Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarina ve peygamberlerine inananlar, itaat ve teslimiyetle Rabblerine yönelirler. O'na döneceklerini bilir, kusurlarinin bagislanmasini O'ndan dilerler.


"...Duyduk ve uyduk, günahlarimizi bagislamani dileriz ey Rabbimiz, dönüsümüz sanadir, derler."


Bu sözlerde, Allah'a, O'nun meleklerine kitaplarina ve peygamberlerine imanin etkisi ortaya çikmaktadir. Duyup itaat etmek, Allah'tan gelen herseyi dinlemek ve O'nun emrettigi herseye itaat etmek seklinde ortaya çikmaktadir bu etki. Bu da daha önce de söyledigimiz gibi yüce Allah'i egemenlikte birlemek ve her iste O'na basvurmak demektir. Çünkü Allah'in emrine itaat edip O'nun metodunu hayatta uygulamadikça Islâm sözkonusu olamaz. Ayni zamanda, insanlar, büyük-küçük, hayatla ilgili herhangi bir konuda Allah'in emrinden yüz çevirdikleri ya da ahlâk, hayat tarzi, toplum, ekonomi ve siyasetle ilgili düsüncelerini O'nun disindaki bir kaynaktan aldiklari sürece imanin varligindan sözedilemez. Çünkü iman; kalbe yerlesip pratik hayatin dogruladigi bir olgudur.


Isitip, itaat etmekle beraber, Allah'in nimetlerine hakkiyla sükretmekte ve O'nun farzlarini geregi gibi eda etmekte eksiklik ve acizlik yeralmakta ve hosgörüsüyle bu eksiklik ve acizligi telafi etmesi için yüce Allah'a siginmaktadir, mümin.


"...Bagislamani dileriz, ey Rabbimiz!.."


Bagislama dilegi, öncelikle teslimiyetin sunulmasi, karsi çikma ve inkâr sözkonusu olmadan isitip-itaat etmenin bildirilmesinden sonra gelmektedir. Bunun da arkasindan dönüsün yüce Allah'a olacagina iliskin kesin inanç yeralmaktadir. Dünya ve Ahiretteki dönüsün... Her is ve her davranisin dönüsü... Allah'tan, ancak Allah'a siginilir. Çünkü O'nun kaderinden insani koruyacak hiç kimse bulunmadigi gibi O'ndan gelecek kazayi da kimse defedemez. Rahmeti ve bagislamasi disinda azabindan kurtulus mümkün degildir.


"...Dönüsümüz sanadir."


Bu söz daha önce gördügümüz gibi Ahirete imani içermektedir. Ahirete iman; Islâm düsüncesine uygun bir sekilde Allah'a iman etmenin gereklerindendir. Bu düsünce, insanin Allah tarafindan koydugu sartlar ve ahidler dogrultusunda yeryüzünde büyük-küçük tüm faaliyetlerini kapsayacak hilafet için yani dünya hayatinda denenmek ve deneme sonrasinda karsiligini almak için yasatilip halife tayin edildigi esasina dayanmaktadir.


Ahiret ve oradaki mükafat ve azap, Islâm düsüncesine uygun, iman etmenin kesin kurallarindandir. Bu sekilde iman etmek; müslümanin vicdanini, hayat tarzini, deger ölçülerini ve dünyada elde ettigi sonuçlari sekillendirmektedir. Bundan sonra müslüman, itaat yolunda, hayri gerçeklestirmek, hakka dayanmak ve yeryüzündeki meyvesi, rahat ya da yorgunluk, kâr veya zarar, zafer veya yenilgi, zenginlik yahut yoksulluk, yasamak ya da sehadet de olsa iyilige yönelmek seklindeki hayatini sürdürür. Onun mükafati, imtihandan basariyla çiktiktan sonra Ahiret yurdunda verilecektir. Bütün dünya, karsi çikmak, iskence etmek, kötülük yapmak ve savasmak seklinde karsisina dikilse de onu, Allah'a itaat, hakk, hayir ve iyilik yolundan alikoyamaz. Çünkü o, Allah'la beraber hareket etmekte, O'.nun sözünü ve sartini uygulamakta ve mükafatini da O'ndan beklemektedir. Allah'a ve meleklerine iman, tüm kitaplarina ve aralarini ayirmadan Resulleriné iman, isitip-itaat etmek, Allah'a tevbe etmek ve hesap gününe kesin inanmak, su kisacik ayetin çizdigi ve Islâm akidesine tabi büyük bir birliktir. Bu, akidenin sonu ve Risaletlerin sonuncusu olmaya yakisan Islâm'in ta kendisidir. Islâm, yaratilisin baslangicindan sonuna kadar sürekli olan iman kervanini tasvir eden akide ve Islâm gelip, varliga egemen, mükemmel kanunun birligini ilan ederek insan aklina ayrintilari ve uygulamalari birakana kadar beseriyeti yükselis asamalarinda yükseltmek ve gücü oraninda varliga hakim, biricik kanunu ortaya çikarmasini saglamak için, Allah tarafindan gönderilen bütün Resullerin elleriyle ulastirilan kesintisiz hidayet çizgisidir.


Sonra Islâm, insani insan olarak kabul eden bir dindir. Hayvan ya da tas, melek veya seytan degil. Onu oldugu gibi, zaaf ve güç noktalariyla birlikte ele almaktadir. Onu, özlemleri olan bir beden, degerlendirme yetenegine sahip bir akil ve birtakim arzulari olan bir ruhtan olusan kapsamli bir birlik olarak görür. Gücünün yetebilecegi sorumluluklari yükler, zorluk ve mesakkate kosmaksizin sorumluluk ve güç arasindaki uyumu gözetir. Ayrica, fitratin temsil ettigi sekilde beden, akil ve ruh arasindaki uyumu saglayarak ihtiyaçlarina cevap verir. Bundan sonra, insana seçtigi yolun sorumlulugunu yükler.


286/a- Allah hiç kimseye kapasitesini asacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandigi iyilik kendi yararina ve isledigi kötülük de kendi zararinadir.


"...Allah hiç kimseye kapasitesini asacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandigi iyilik kendi yararina ve isledigi kötülük de kendi zararinadir." Ey Rabbimiz, eger unutacak ya da yanilacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemis oldugun gibi bize de agir yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyecegi yükü tasitma, bizi affet, günahlarimizi bagisla, bize merhamet eyle, sen mevlamizsin bizim. Kâfirlere karsi yardim et bize.


Böylece müslüman, yeryüzündeki hilafetinde, yüklendigi sorumluluklarda, hilafet esnasinda karsilastigi imtihanlarda ve sonuçta amelinin karsiligi olarak aldigi mükafatta Rabbinin rahmetini ve adaletini düsünür. Bütün bunlarda Rabbinin rahmetine ve adaletine güvenir. Bu yüzden, yükümlülüklerinden bikmaz, bunlarin karsisinda gögsü daralmaz ve bunlari agir kabul etmez. Çünkü O, bunlari yükleyen Allah'in kendi gücünü çok iyi bildigine inanir. Sayet gücü yetmeseydi bu sorumluluklari yüklemezdi. Bu düsüncenin bir diger özelligi de kalplere akittigi huzur, güven ve yakinliga ilaveten müminde yükümlülükleri yerine getirme azmini harekete geçirmesidir. O, bilir ki, bunlar gücü dahilindedir. Sayet böyle olmamis olsaydi Allah böyle takdir etmezdi. Bir defa zayiflik gösterdiyse ya da yorulduysa veyahut sorumluluk agir geldiyse bunun kendi zaafindan kaynaklandigini kavrar, yoksa sorumlulugunun agirligindan degil. Böylece azmi tekrar harekete geçer, zaafini giderir, sorumlulugunu yerine getirmeye yeniden karar verir. Tabii ki gücü oraninda. Bu, uzun yol boyunca zaaf bas gösterdikçe gayretini harekete geçirmek için son derece üstün etkileri bulunan bir duygudur. Bu bilinç yüce Allah'in kendisine yükledigi herseydeki iradesinin hakikati hakkindaki düsüncesini arttirdigi gibi mümin ruhu, himmeti ve iradesi için de bir egitimdir. Sonra, bu düsüncenin ikinci kismi gelmektedir.


"...Herkesin kazandigi iyilik kendi yararina ve isledigi kötülük de kendi zararinadir."


Sorumluluk bireyseldir. Dolayisiyla hiçbir nefis kazandigindan baskasini alamaz, islediginden baskasini da tasimaz. Sorumluluk bireyseldir; ve her insan özel hayatiyla, lehinde ya da aleyhinde içinde kaydedilenlerle birlikte Rabbine dönecektir. Orada hiç kimseye hile yapilmayacagi gibi kimseden yardim da beklenmez. Bütün insanlarin fert fert Rabblerine dönecek olmasi -kalp yakinen inanirsa tüm fertlerin birlikte, O'nun kullarindan hiçbiri için Allah'in hakkindan feragat etmemelerini, her zorbalik, azginlik, sapiklik ve bozgunculuk karsisinda Allah'in hakkini savunmalari için durmalarini gerektirir. O, kendi nefsinden ve Allah'in hakkindan sorumludur -Allah'in hakki, tüm emrettikleri, nehyettikleri konusunda itaat etmek; inanç ve hayat tarzi olarak yalnizca O'na kulluk yapmaktir- zorbalik, sapiklik, zulüm ve azginlik altinda -kalbi iman ile mutmain oldugu haldeki zorlama müstesna- herhangi bir kul için Allah'in bu hakkindan vazgeçerse Kiyamet günü bu kullardan hiçbiri onu savunamaz ve sefaat edemez. Bu kullardan hiçbiri onun günahini tasiyamaz ve Ahiret günü Allah'a karsi ona yardim edemez. Bu yüzden herkes cezasini tek basina çekecegine göre hem kendi hukukunu hem de Allah'in hakkini koruma hususunda arslan kesilir. Bu ferdi sorumluluktan -bu asamada- korkulacak birsey yoktur. Çünkü her ferdin Allah'in üzerindeki hakki olarak toplum içinde toplumun hakkini korumasi imaninin geregidir. O, mali, kazanci, çabasi ve ögütleriyle toplumda dayanisma içinde olmali, toplumda hakkin gerçeklesmesi ve batilin yok edilmesi, hayir ve iyiligin saglamlastirilmasi, ser ve inkârin uzaklastirilmasi için toplumla birlikte hareket etmelidir. Tek basina Allah'la karsilasacagi ve cezasini görecegi günde tüm bunlar, defterinde lehinde veya aleyhinde hesaplanacaktir.


Sanki müminler bu gerçegi duyup kavramislardi... Iste bak, kalplerinden, Kur'an ayetinin Kur'an'a özgü tasvir yöntemiyle zikrettigi gibi titrek ve coskulu bir dua yükselmektedir. Sanki biz, sorumluluk ve ceza gerçeginin duyurulmasindan sonra mümin saflarin tekrarladigi bir dua sahnesinin önündeyiz.


286/b- Ey Rabbimiz, eger unutacak ya da yanilacak olursak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemis oldugun gibi bize de agir yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyecegi yükü tasitma, bizi affet, günahlarimizi bagisla, bize merhamet eyle, sen mevlamizsin bizim. Kâfirlere karsi yardim et bize.


MÜMINLERIN DUASI ve SURENIN SONU


Bu dua; müminlerin Rabbleriyle olan durumlarini, zaaf ve acizliklerini idrak etmelerini, rahmetine, affina, medet ve yardimina olan ihtiyaçlarini, arkalarini O'nun destegine dayamalarini, himayesine siginmalarini, O'na intisap edip O'nun disinda herkesten soyutlanmalarini, O'nun yolunda cihada hazirlanmalarini ve zaferi O'ndan beklemelerini tasvir etmektedir. Bunlarin tümü, ahengiyle kalplerin ürpertisini ve ruhlarin süzülüsünü tasvir eden ürpertici ve tatli bir nagme seklinde sunulmaktadir. "Ey Rabbimiz, eger unutacak ya da yanilacak olursak bizi sorumlu tutma..."


Hata ve unutkanlik, hiçbir ard niyet olmadan beseri zaaflarin sonucu, müslümanin tasarruflarina egemen olabilir. Bu durumda hemen Rabbine yönelir, affini ve hosgörüsünü talep eder. Ancak bu, hatalari övmek veya emredilen seylerden yüz çevirmeye bir baslangiç ya da yüce Allah'a itaat edip teslim olmaktan kaçinma yahut kasden ve bilerek sapikliga dalmak anlamina gelmemelidir. Müminin Rabbiyle beraber oldugu durumda bunlardan hiçbirinden eser bulunmaz. O'ndan af ve hosgörü dilerken bu duygulardan birine meyletmez. Onun tek amaci, tevbe edip yüce Allah'a dönmek ve itaat etmektir. Bu durumda yüce Allah, mümin kullarinin duasini kabul eder. Resulullah söyle buyuruyor: "Hata, unutmak ve zorda yaptirilan seyden ötürü ümmetimden sorumluluk kaldirilmistir." (Taberani ve baskalari rivayet etmistir.)


"...Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemis oldugun gibi bize de agir yük yükleme..."


Bu dua, bütün Risalet mirasina varis müslüman ümmetten yükselmekte, bu Kur'an da yüce Rabblerinin ögrettigi gibi önceki Risaletlerin muhatabi olan ümmetlerin hayat tarzini ve içlerinde bulunan bazi kimseler yüzünden yüce Allah'in onlara yükledigi agir yükleri bilmelerinden kaynaklanmaktadir. Bilindigi gibi Israilogullari'na, amellerinden dolayi bazi seyler haram kilinmisti: "Yahudilere bütün tirnakli olanlari haram kildik. Sigir ve koyunun iç yaglarini da haram kildik. Bunlarin sirtlarina veya bagirsaklarina yapisan ya da kemige karisani müstesna." (En'am Suresi, 146) Bu surenin basinda deginildigi gibi buzagiya tapinmalarinin keffareti olarak kendilerini öldürmeleri emredilmis ve "cumartesi" günü ticaret veya avlanmalari yasaklanmisti. Böylece müminler, kendilerinden öncekilere Allah'in yükledigi agirliklari yüklememesi için Rabblerine dua etmektedirler. Kuskusuz yüce Allah, ümmi peygamberini, müminlerden ve bütün insanlardan "agirliklarini ve üzerlerindeki zincirleri" (A'raf Suresi, 157) kaldirmak için göndermistir. Kuskusuz bu, hosgörülü, kolay ve yumusak din, fitrattan kaynaklanip onun çizgisini takip etmek için gelmistir. Bu yüzden "Sana kolayina geleni kolaylastiririz." (A'la Suresi, 7) seklinde bir sesleniste bulunulmustur peygambere.


Yüce Allah'in müslüman ümmetin omuzlarindan kaldirdigi ve kendisinden önceki ümmetlerin boynuna yükledigi, böylece hilafet ahdini bozup hadlerini asmalarina neden olan en agir yük, beseriyete kulluktur. Kulun kula kanun koymasi ve kulun sahsina, sinifina veya irkina boyun egmesi seklinde somutlasan kulun kula kullugudur. Yüce Allah'in mümin kullarini yalnizca kendisine kulluk etmeye, yalnizca kendisine itaat etmeye ve hayatin düzeni konusunda sadece ve sadece kendisine basvurmaya yönelterek kurtardigi en büyük yük budur. Böylece müslümanlar, yalniz ve yalniz Allah'a kul olmakla, ruhlarini, akillarini ve hayatlarini kula kulluktan kurtarmislardir.


Kuskusuz, hüküm, kanun, deger ve ölçüleri sirf O'ndan almak seklinde somutlasan tek basina Allah'a kulluk, beseriyetin serbestlik ve özgürlük noktasidir... Zorbalarin, tagutlarin, mabed bekçilerinin, kâhinlerin, evham ve hurafelerin, örf ve adetlerin, heva ve sehvetin, kisaca insanligin boynunu büken ve alinlarini bir ve güçlü olan Allah'tan baskasinin önünde egen agirliklarin temsil ettigi tüm sahte otoritelerden kurtulus ve özgürlük bildirisidir.


Müminlerin su duasi, "...Bizden öncekilere yüklemis oldugun gibi bize de agir yük yükleme..." Bu onlarin kula kulluk etme zilletinden kurtulup özgür olma nimetinin bilincinde olduklarim gösterdigi gibi o igrenç duruma dönmekten korktuklarini göstermektedir.


"...Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyecegi yükü tasitma."


Bu, kayitsiz sartsiz teslimiyetin ruhuna uygun bir duadir. Çünkü ne olursa olsun müminler Allah'in yükledigi birseyden kaçinmayi düsünmezler. Ancak sadece O'na yönelerek, zayifliklarina acimasini ve güçlerinin yetmeyecegi sorumlulugu yüklememesini böylece, acizlik gösterip kusur islememeleri için O'na yalvarirlar. Yoksa kayitsiz sartsiz itaat ve kesin teslimiyettir niyetleri. Bu, büyük merhametten küçük bir beklentidir. Zayif olan kulun, herseyin maliki ve mutlak egemenlik sahibi Allah'in hosgörüsüne ümit baglamasidir. Yüce Allah'in kullariyla iliskisine hakim; ikram, iyilik, sevgi ve kolaylik atmosferine uygun bir istektir.


Sonra etkisini Allah'in fazli, affi ve bagislamasindan baska birseyin gideremedigi zayifligi kabullenme ve kusuru hissetme duygusu yeralmaktadir:


"...Bizi affet, günahlarimizi bagisla, bize merhamet eyle..."


Iste imtihanda basariya ulasmanin ve Allah'in hosnutluguna nail olmanin gerçek güvencesi. Çünkü kul her ne kadar sorumluluklarini yerine getirmeye çalissa da kusur isler. Ona af, merhamet ve bagislama ile muamele etmek de Allah'in merhametine yakisir.


Hz. Aise, Resulullah'tan söyle rivayet eder: "Resulullah `sizden hiçbiriniz kendi ameliyle Cennet'e giremez' buyurdu. Orada bulunanlar: `Sen de mi ya Resulullah?' dediler. Resulullah da: `Sayet Allah beni rahmetine gark etmese ben bile' buyurdu." (Buhari)


Müminin duygusunda sorunun özü sudur; bütün gücüyle çalismak, ancak her zaman eksikliginin bilincinde olmak, bundan sonra da Allah hakkinda kesin ümit sahibi olmak ve affini, bagislamasini ve hosgörüsünü beklemektir.


En sonunda müminler, Allah'in diledigi hakki gerçeklestirmek "fitne kalmayincaya ve din yalniz Allah için oluncaya kadar.." (Bakara Suresi, 193) Allah'in dinini ve hayat metodunu yeryüzüne yerlestirmek için Allah yolunda cihad görevini yerine getirirlerken de arkalarini Allah'in destegine dayarlar. Müminler arkalarini Allah'in sarsilmaz destegine dayayip O'nun sancagini yükseltirler, cahiliye, çesitli armalar ve isimlere intisap ederken, onlar sadece Allah'a intisap ederler.


Allah'in dininden çikmis kâfirlerle savasirken, dostlarina va'dettigi zaferini, talep ederler. Çünkü onlarin yegane dostu Allah'tir.


"...Sen mevlamizsin bizim, kâfirlere karsi yardim et bize.."


Bu sonuç, sureyi özetledigi kadar, müminlerin akidelerini, düsüncelerini ve Rabbleriyle olan her zamanki hallerini de özetlemektedir.
__________________
KoJiRo çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:31 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.