![]() |
|
|
#191 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Emeğin ve insanlığın bayramı - düz yazı
Şu anda net olarak anımsayamadığım bir toplumsal olay yada bir cinayet sonrasında Çetin Altan çalıştığı gazetedeki günlük köşesine sadece bir başlık atmış ve sütununun tamamını boş bırakmıştı. Başlıkta ise sadece “Bugün canım bir şey yazmak istemiyor” yazıyordu. Elbette ki sadece bu başlık ve bomboş bırakılmış sütunun anlattıkları, onlarca cilt kitabın kekeleyerek söylediklerinden çok daha fazla ve farklı şeyler ifade ediyordu. Bugün geldiğimiz noktada ise; kulaklarımızın duydukları , gözlerimizin gördükleri, aklım ile yüreğim arasındaki çift yönlü otoban üzerinde farklı birikimlerin ördüğü barikatlara ilave dikenli teller çekerek duygusal dünyamın kutupları arasındaki iletişimi engellemekte, gel-git ’ lerimin önüne yüksek setler çekmekte ve istemeden de olsa kendi dünyamın şiir sütunlarını sadece “Bugünlerde canım şiir yazmak istemiyor” başlığı altında boş bırakmama neden olmaktadır. Usta bir yazar kadar, amatör acemiliğini paylaşımcı bir yürekle yaşamaya çalışan bir sözüm ona şaire de bugün bir şeyler yazmak istetmeyen, buna neden olan duyguların beslenme süreci ise yıllardır süregelen ve açıktan, gözler önünde işlenen bir suçun fotoğrafından yada başka bir deyişle seri halde imalatından kaynaklanmaktadır. Bu imalat türünün içinde kullanılan hammaddenin yüzde ne büyük çoğunluğunun yabancı kökenli olmasında değil mesele. İç piyasada da okuduklarımızdan-söylenenlerden algılayabildiğimiz kadar bu ürünlere talep te olmamasına rağmen piyasaya sürülmekte ısrarcı davranılan bu ürünün nerede ve nasıl tüketildiği, midelere, akıllara, yüreklere nasıl zarar verdiği, içten içe bünyeyi kemirmeye nasıl devam ettiği … Bugün 1 Mayıs. Emeğin ve emekçinin bayramı. Ortada “ Bütün dünya işçileri birleşiniz ” sloganı altında soluk verecek, yumruk sıkacak, sınıf bilinci taşıyan öncü ve kudretli bir işçi sınıfı kalmamış ve tüm güdüm buton ları ağır sermaye yönetiminin kontrolü altına geçmişken, göstermelik sendikalar ve başkanları artık hiç çekinmeden sarı eşofmanlarını giyip sabah sporlarında döktükleri terleri ile medya kameraları karşısında poz verirken hangi emekçinin bayramını kutluyoruz. Emeği ile ter dökenler, üretim ve sermaye çarklarının ağır preslemesinden etkilenmeden, korkmadan en yiğit ve (öyle başbakan duruşuna benzemeyen) dik duruşlarını güçleriyle, beyinleriyle ve gerçekten akıttıkları terleri ile koruyan “emekçi bilincine” sahip arkadaşlarımıza yada kendimize sorduğumuz zaman; “Hala bir proleterya iktidarından söz edebiliyor ve umutlanabiliyor musunuz yarınlar için” diye, ne yanıt alabileceğimizi sanıyoruz. Bugün en romantik, duygusal ve yoğun hüzünle beraber gelen bir öz-sorgulama posterinin altındayız. Emekçi’ nin bayramını kutlamaya çalışmıyor sadece anı tazeliyoruz. Ama “1 Mayıs” ta gene meydanlarda kutlanacak ve geçmiş sloganların içinde de kendine yer bulmuş olan bir değer var. Bu değerin adı ise sadece “emek”! İçindeki ihtilalci taşkınlıklardan arınmış, bedavacılığa kaçmadan yaşamı hak edebilmek adına atılan her adımın, her saniyenin gerçek anlamda gösterilen bir emek sonucu değer bulacağı bilinci ile kutlanacak bir “Emek Bayramı”. Yada bir başka karşılığı ile “İnsanlık Bayramı”. Şimdi okuyor ve görüyoruz, İstanbul Valisi beyefendi, elli-altmış kişinin Taksim’deki eylemlerine karşı alınan olağanüstü önlemlerle İstanbul’da içinden çıkılamaz bir gün yaşatılmasına devletin katkısını anlatıyor saatlerdir. Oysa gösterilen başka adreslerde gene yürüyüş kolları ve miting kalabalıkları polis gözetiminde söylemek istediklerini söylüyorlar, yürüyorlar ve bir anlamda da günün mana ve önemini yerine getiriyorlar Hepsi bu işte. Ama Tandoğan’da ve Çağlayan’da da çok çok iyi gördük ki doğru slogan ve amaç milyonlara gerçek bir bayram yaşatabiliyor, alınan tüm önlemlere ve birilerinin yaşadığı tüm korkulara rağmen. Şimdi belki bu yazımın sonucunda bazı arkadaşlarımız ellerine büyüteç yada cımbız alarak satır aralarında yada yazının bütününde oportünist veya teslimiyetçi fikirler arayacaktır. Hiç boşuna uğraşmasınlar, sadece “Bugünlerde canım şiir yazmak istemiyor” o kadar. Yaşasın Emeğin ve İnsanlığın Bayramı ….. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#192 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Emekçinin günlüğü
güneş daha uyanmamış uykudan, hava çok ağır. yaz hiç yaşanmamış, kış için erken bir yudum ekmek ve bir gül için yollara düşerken karavana sırası değil mi bu, adımın karşısına imza. yarısı uyku, yarısı korku gözlerimin nasır diye işkence açıyor avuç içinde ellerimin kulaklarımda makine, çok dişli ve kalın sesli öğüttüğü demir, ateş ve toprak emek sesini bile saklıyor makineden, korkarak. ağır dokulu iniyor üzerime paydos zili, çok ağır. yağ kokulu, ter kokulu, bedava bu saatlerde gelmiyor bile sevdiğimin ismi aklıma. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#193 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
En güzel bayrak - düz yazı
Bir zamanlar; şimdilerde olduğu gibi cici ablalar, okul öncesi çağdaki çocukları evlerinden daha şafak doğmadan toplayıp, gün batmadan geri getirmezlerdi. Yani ana okulları denilen o bol cıvıltılı,okul öncesi eğitim kurumları şimdilerde olduğu gibi her mahallenin bakkalı, kasabı, manavı gibi olmazsa olmazlarından değildi.…. Ankara yada İstanbul radyoları ise, her hangi bir iş için evden çıkma zorunluluğu olmayan ev halkına yönelik özel yayın kuşaklarını program akışları içine almayı akıllarına dahi getirememişlerdi henüz ….. Evdeki okul öncesi çağlarını yaşayan çocuklar; “yalan söylemenin çok kötü bir şey olduğu, eğer bir çocuk yalan söylerse dilinin en kısa zamanda bir eşek arısı tarafından sokulacağı , anne yada babanın sözlerini dinlemeyen çocukların taş heykellere dönüşerek Allah Baba tarafından cezalandırılacağı” ve benzerleri, çocuklarda sadece eşek arılarından korkma ve taş heykellerin içlerinde asi ruhlu parmak çocuk özelliklerini aramak gibi hiçbir işe yaramayan eğitimler (!) dışında bir ön eğitim alamadan, bir sabah “bizim çocuğumuz büyük adam olacak inşallah-maşallah ” avazları ve sevinç gözyaşları arasında anne yada baba yada ikisinin birden eşliğinde siyah önlük, beyaz yakalı üniforma içinde okul hayatı denilen ve ortalama yaşam süresinin neredeyse dörtte birini tahta sıralar-kara tahtalar önünde silip süpürecek yada çok farklı bereket tarlalarının hasat öncesi dönemine ilk adımı atmak için evden çıkılırdı. Hepsi aynı boyda, aynı yaşta ve aynı siyah-beyaz görüntüdeki kızlı-erkekli çocuk kalabalığı; okul hademesinin elindeki zili sallayarak çıkardığı çıngıltılı sesin müjdelediği 5-10 dakikalık aralar dışında hep “ben bu heceleri nasıl yan yana getiririm- ben bu rakamları nasıl doğru toplarım, çarparım endişesinin küçücük yüreklerini sürekli sıkıştırması ile yaşamaya başlarlar eğitim yaşamlarının özellikle ilk günlerini. Giderek hava koşullarının değişmeye başlaması ile de sınıfın orta yerine kurulu kocaman boylu kömür sobası isli duman olup tıkalı baca yerine minik soluk borularında kendine yol bulmaya başladığı günlere gelindiği zaman ise heceleri birleştirme, toplamalarda, çarpmalarda doğruyu yakalama formülleri öğretmenlerin olağanüstü çabaları ile yerini bulmaya başlamış olurdu. Ve işte tam bu sıralarda ilk kez kimden çıktığı, nereden geldiği belli olmayan bir haber dalgalanarak bütün sınıflar içinde yayılmaya başlardı. “Duydunuz mu, dünya bayrakları arasında yapılan yarışmada bizim bayrağımız birinci olmuş. ” Sorgulama düğmesi, masamız üstündeki milyonlarca düğme arasında yanıp-sönerek hadi bas komutumuza yardımcı olmadığından, öncelerin hafif şaşkınlığının arkasından giderek belki o ana kadar yaşamımızda ilk kez gururlanma duygusunun küçük kıvılcımlarının içimizde bir yerlerde yangına döndüğünü hissetmeye başlardık. Ve yangının ısıtmasıyla da önce sağımıza–solumuza bakınır, yeni bir duygunun, bir parça böbürlenme-tepeden bakma zevkinin oyun arkadaşını aramaya başlardık. Ama ne tahta sıralarda o an bizimle aynı duyguları yaşayan ve nede ısıtmaktan çok is dağıtmaya yarayan kocaman sobamızın etrafında küçücük ellerini ovuşturarak ısınmaya çalışan diğerlerimiz arasında aradığımız kişi yada kişileri bulamazdık. Mahallemizin tozlu sokaklarında da tepeden bakabilme zevkini dağıtacağımız kimsenin olma ihtimali düşük, o arkadaşlarımızın da aynı duygularla şişmiş olma ihtimalleri ise hayli yüksekti. “dünya bayrak yarışmasında birinci olan” bir bayrağın gölgesinde yaşayan çocuklar olmak gene de çok farklı ve çok güzel bir duyguyla bir parça çocuksu uçarılık damarlarımızı daraltan bir ağırbaşlılığı anında oturtuverirdi sıkletimizin üzerine. Belki müfredat; minicik yüreklere bayrak sevgisi aşılamak için böylesine basit ama çok etkili bir yöntem içeriyordu. Belki de gerçekten böyle bir yarışma yapılmış ve bayrağımız birinci oluvermişti. Yakışmaz mıydı böyle bir unvanı taşımaya. Fazlası ile yakışırdı elbette. Bugün bile hala düşünürüm böyle bir yarışma gerçekten yapıldı mı diye. Cevabını bulamam, belki de ısrarla aramaktan korkar “yok canım öyle bir yarışma, kim uyduruyor böyle şeyleri” yanıtı ile karşılaşmaktan korkarım. Ama gerçek şu ki, o haberi duyduğum ilk andaki heyecan ve gurur, kendi gökyüzümde “ay-yıldızlı al bayrağım” tutkusu ile dalgalanıp durmaktadır hızını kesmeden. Fakat zaman; masamızın üzerindeki milyonlarca düğme içinden kimilerini yakıp söndürmeye de başlamıştır bu arada. İlk zamanlar “siyah saçlı güreş ilahları” söylemleri ile sırtı minder tadını bilmeyen ünlü güreş efsanelerimiz, ay-yıldızlı mayoları ile uluslararası platformlarda tek başlarına eserlerken çok güzeldi ama hemen yanı başlarında konuklarından yada konuk oldukları ülke ekiplerinden üç, beş hatta sekiz gol yiyerek başı önde sahayı terk eden ay-yıldızlı formalı delikanlılarda kendini göstermeye başlamıştı. Şerefli yenilgiler kılıfı hiçbir şekilde uymuyordu üstlerine. Bundan da anlıyorduk ki, bayrağımıza ve onunla özdeş kimliğimize kesinlikle bizim gösterdiğimiz saygıyı, sevgiyi göstermeyen hatta onu kıskanan birilerinin oyunlarına bu bahaneler ile sıkça düşüyor ve başımız bu konularda bunun için yerden kalkmıyordu. Ne yapmalıydı? O zaman iki dudak arasında çalınacak bir düdüğün sinsi sesinden uzak başka konular, başka yarış alanları ve daha kalıcı kürsülerin arkasına asmamız gerekmez miydi bayrağımızı. Kişisel becerilerle at üstünde takla atmak dönemlerini çağın gerisinde kalmış mahsuller olarak bir tarafa bırakıp mesela bilimde, sanatta, teknik konularda bayrağımızı dalgalandıracak direkler bulunamaz mıydı. Bu direkler vardı esasında, yeryüzünün çeşitli noktalarında bayrağı o direklere çekmek için yapılan yarışlar başkaları tarafından olanca hızıyla ve günden güne yeni rekorlar kırılarak da yapılıyordu. Biz ise bugün; zamanındaki şerefli yenilgilerimizi bize tattıranları nihayet yakalamış olmanın yellendirdiği gurur yelpazesi ile avuntu havuzlarında ya birbirimizi başından tutup suya bastırmakla yada elimizdeki bayrağı “hayır o sadece benim” diyerek karşımızdakine ama esasında bizden olanlara kaptırmamanın anlamsız mücadelesi içinde ter dökmekle uğraşıp duruyoruz. Ve bu durum bu koşullarda ve bu düzeyde sürüp gitmekten vazgeçecekmiş gibi görünmüyor. Ben bayrağımdan gene gurur duyuyorum ama gönlümden de onu başka direklerde dalgalanırken görmek arzusu geçiyor çok şiddetli bir biçimde. Mesela ülkenin farklı köşelerinde farklı konularla binlerce bilim insanının katılımı, binlerce bildirinin sunumu ile aynı anda yapılan toplantıların yapıldığı mekanın önlerindeki en uzun boylu ev sahibi direğinde. Mesela saygın uluslar arası festivallerin ödül törenlerinin yapıldığı festival sarayları önündeki direklerde, mesela yeni bir teknolojik mucizeyi gerçekleştiren ikili-üçlü “konsorsiyum” birimlerinin yer aldığı merkezlerdeki, mesela çok uzak ve açık denizlerde birbirine selam vererek geçen milyonlarca grostonluk armadaların, limanı; İstanbul, İzmir, İskenderun yazılı tankerlerinin, yüzen saraylar kadar görkemli yolcu gemilerinin direklerinde. Mesela …, mesela …, mesela …., O zaman kimse Boğaz köprülerindeki bayraklarımıza yönelik:”kan renkli ve rüzgar değirmeni kadar çirkin ” benzetmesini yapmaya cesaret edemez, bizlerde çocukluk günlerimizin aşısını tartışmasız bir bağışıklık karakteri ile tepeden bakacak gururla taşımaya ve yaşamaya devam ederiz. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#194 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
En korkak sizlersiniz
suratı olmayan bin ölünün arasında kaldım, hiç yaşamamış bir ölümün taklidini yaptım. kuşlar hür ve çok mağrur gözüküyorlardı çırparlarken kanatlarını bir beyaz mendile benziyorlardı. oysa uğurladıkları, yoksulluklar değil döl yatağı yürekli canlardı. ben kürekleri suya düşmüş sandal gibiydim. sabıkam saklanıyordu sazlıkların arasında. oysa ne sular akıyordu ve ne bir göl vardı yakınımda. suratı olmayan bin ölünün arasında kaldım. siz binbirinci idiniz ve benden bin beterdiniz. ama bir çığlık kalmıştı ki boğazımda kördüğüm, her ölünün acısına için için ağlayıp içime döküldüğüm. günü beynimde patlayan bir önlenemez öfkeye ve tapınmadan bir ibadete böyle dönüştürdüm. hangi eşkıya saklandıysa içimde suskun ağıllara hapsederek beni bende olduğu kadar yoktur yüreği. saatlerin üzerime dökülüp ve dakikaların parçalanıp saniyelere döndüğü meçhul düşmanlıklar… şimdi söyleyin bana, hangi namluya sığar beş yaşında bir çocuğun gözleri elinde dağlardan topladığı kır çiçekleri. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#195 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Erken başlamayın güne
bu kadar erken başlamamalısınız güne yüzünüz suya biraz daha hasret kalmalı yastığa düşmüş saçınızın üç-beş telinde yalnızlık bu kadar erken yaşanmamalı güne bu kadar erken başlamamalısınız kapıyı arkadan hiçbiriniz kapatmamalı ve gözleriniz geliş saatine hiç takılmamalı siz en güzel düşlerinizde kendi oyununuzu daima el ele tutuşarak oynamalısınız güne bu kadar erken başlamamalısınız sevdayı toplamayın sofradan hiçbir zaman yaşam bildiğini okusun siz lafa karışmayın ağacın dalından düşmüş ise yere bir elma mevsimi gelir açar çiçeği bunu unutmayın güne bu kadar erken başlamayın Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#196 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Erken saatlerin güvercini
“zemberek boşalmış, kadran dağılmış koş merdiven koş saat tamircisi uyuya kalmış.” bak hala açılmadı günaydının kepenkleri yanmaya devam ediyor sokak lambaları meydandaki çiçekçiler almadı daha yerini rengarenk sevgi açmış çiçek tezgahlarını. bir güvercin dolaşıyor ayaklarım dibinde çöküyorum hemen, ürkmesinden korkarak yumuşak bakışlarımla dizlerimin üstüne halini hatırını soruyorum başını okşayarak. bir tas su ona, bir nefes daha sigaramdan izlerken beraber, uçuşan son yaprakları bir adım daha iniyorum saat kadranından güvercinin bir tüy daha ağlıyor kanatları. “zemberek boşalmış, kadran dağılmış akrep bir yana, yelkovan sonsuza kaçmış saat tamircisi uyuya kalmış kimin umurunda” Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#197 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Eski bahçelerde
göbeğinde ateş çiçekleri açmış bir bahçedeyim daha yazılmamış bir şiirin son dizesindeyim yaşamımın göğüs düğmelerini çözüyorum çırılçıplak bir güneşin doğuşunu ağlayarak izliyorum. biliyorum, senin gözlerin bu renk değildi eskiden. belki ondandır şimdi pusulamdaki ibremin parçalaması gözlerimi, ben vazgeçerken güneyden, bütün yönlerimden bir garip fırtına kopar. son damla su, nasılda çekiliyor havuzun içinden demek soğuklar bu kış erken bastıracak gene can sıkıntım saklanıyor ıhlamur ağacının gölgesine dilinden anlamadığım bir şarkı söylüyorum açmamış çiçekler oluyorum. biliyorum, saçlarını böyle taramazdın sen hiçbir zaman. belki ondandır dallarımdaki yaprakların dökülüvermesi avuçlarıma, ben vazgeçerken bahardan, baharlarımdan bir kuru dal kırılır. şimdi korku, ahtapot misali sarıyor dört yanımdan yanlış yeşile boyanmışsın artık ne gelir elden ne kadar ölüm varsa o kadar karanlıksın anahtarı nereye koydum bulamıyorum bahçeden dışarı çıkamıyorum. biliyorum, senin yolun geçmezdi bu kapının önünden. belki ondandır unutmam yaşadığım günleri ve çekilmesi düşlerimin ben vazgeçerken geceden, *******imden bir deli çığlık yükselir. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#198 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Eski bir geminin güvertesinde
eski bir geminin güvertesinde bir ağır ezgiyim gözyaşlarımda. Ses çok, çok uzaklardan geliyor, sanki elinden çıkmış gibi gül kokuyor, tam içime işliyor…. eski bir geminin güvertesinde yakamoza boyanmış dalgalarla küreklerin dansını seyrediyorum. başım dönüyor. karanlıklar dibe batıyor, mavilikleri sana veriyorum. eski bir geminin güvertesinde sağa koşsam olmuyor, sola başımı vuruyorum ve gül bahçesinin dikenlerini tek tek ellerimle topluyor çiçeklerini sana veriyorum…… eski bir geminin güvertesinde kürekçi ile göz göze geliyorum, susup kalıyorum. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#199 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Evet! ben seni seviyorum
evet ! ben seni seviyorum, saçlarını elinle rüzgara karşı dağıtmanı rüzgara karşı, fırtına olup savurmanı . ateş gibi yakarak gözümün içine bakmanı güneşe kafa tutmanı evet! ben seni seviyorum. bahar gibi yüreğimin içinde yediveren açmanı yıllara benim adıma yiğitçe meydan okumanı evet! ben seni seviyorum. bir hasret sabahı gibi turna kanadına türküler bağlamanı ağıt olup türküleri yağmur gibi ağlatmanı başına gökkuşağı renkli kuşaklar bağlamanı benim için yakılmanı, yakmanı evet! ben seni seviyorum. cennetimin adını, adın koymanı ve ölüm olup giderken ardımdan bakmanı sonra bir sabah, çocuklarının saçlarını okşamanı beni onlara, beni sevdiğin gibi anlatmanı. evet! ben seni seviyorum. Cevat Çeştepe |
|
|
|
|
|
#200 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57932
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Faili meçhul bir ölümün ardından
suya sabuna dokunmayacak bu yazdıklarım. hiç kimse çekmesin ayaklarını, uzattığı yerden. nereden görünüyorsa en güzel doğuşu güneşin, oradan izlesin. ben şimdi üstüme karanlık bulutlardan yorgan yapıp gün batımının hayallere daldığı saatler olacağım. rüzgarın sesini birazdan bir daha açmamak üzere kapatacağım. hiç kimse hiçbir şey almasın üzerine, sizleri üşütmeyeceğim. eksik kalan çok şeydir, bitmemiş inşaatlarda demir filizleridir. yolun bitmediği yerde, köprünün kenara çekilmesidir. hiç kimse üzerine almasın, koklanmamış kömür karası saçlar değil. ve avuçların içine alınıp bir kere bile öpülmemiş alınlar. bir başka nedeni vardır elbet, kendimden bile sakladığım. kabzasında parmak izi taşımayan bir hançer gibi yüreğime saplanan faili meçhul bir ölümdür işte o nedenledir bütün bu yazdıklarım. Cevat Çeştepe |
|
|
|
![]() ![]() |
| Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 2 (0 üye ve 2 misafir) | |
| Konu Araçları | |
| Görünüm Modları | |
|
|