www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #1
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

B. Meslek seçimi

Meslek seçimi süreci bireyin gerçek işini seçiminden çok önce
başlar. Meslek seçimi, sadece varolan işler arasında en uygununa karar
vermekten ibaret değildir. Bireyin geçmişi ve temelleri, rol modelleri,
deneyimleri, ilgileri ve kişiliği meslek seçimini etkileyen en
önemli etkenlerdir.

1) Bireysel temeller: Toplumsal sınıf, etnik köken, cinsiyet,
zeka gibi karmaşık etkenler bireyin meslek seçimini etkilerler. Bu etkenlerin
etkileşimi, bireyin evlenmesinde olduğu gibi, iş seçimini ve
şansını etkiler. Söz gelimi, kadınların mesleğe yönelmesinde cinsiyetin,
zencilerin iş bulmasında ırkın engelleyici bir etken olduğu, buna
karşılık yüksek sosyoekonomik düzeyin, yaratıcı zekanın olumlu bir
rol oynadığı bilinmektedir.

Tablo 15

Sanayide Ücret Eşitsizliği

Düz Sanayi İşçilerinin Brüt Ortalama Saat Ücretleri

(Endeks: Erkekler = 100)

Ülkeler Yıllar

Almanya Fed. Cumhuriyeti 1972 (69,65), 1975 (72,55), 1977 (72,81),
1978 (73,02), 1979 (72,69), 1980 (72,63), 1981 (72,78)

Fransa 1972 (78,67), 1975 (78,47), 1977 (77,43), 1978 (78,32),
1979 (78,29), 1980 (78,28), 1981 (79,48)

İtalya 1972 (76,29), 1975 (79,71), 1977 (84,64), 1978 (83,06),
1979 (84,12), 1980 (84,13), 1981 (84,87)

Hollanda 1972 (64,64), 1975 (72,41), 1977 (73,48), 1978 (73,49),
1979 (72,29), 1980 (73,27), 1981 (72,64)

Belçika 1972 (68,42), 1975 (71,52), 1977 (70,98), 1978 (70,73),
1979 (70,27), 1980 (70,25), 1981 (71,59)

Lüksemburg 1972 (62,50), 1975 (63,19), 1977 (65,02), 1978 (63,55),
1979 (61,88), 1980 (64,71), 1981 (63,35)

İngiltere 1972 (60,26), 1975 (67,91), 1977 (71,60), 1978 (69,89),
1979 (70,83), 1980 (69,65), 1981 (69,96)

İrlanda 1972 (-), 1975 (60,94), 1977 (62,13), 1978 (64,10),
1979 (66,96), 1980 (68,70), 1981 (67,20)

Danimarka 1972 (-), 1975 (84,31), 1977 (86,50), 1978 (86,14),
1979 (86,36), 1980 (86,05), 1981 (85,76)

Yunanistan 1972 (-), 1975 (69,86), 1977 (68,36), 1978 (68,00),
1979 (68,00), 1980 (67,38), 1981 (66,65)

Kaynak:Avrupa Dergisi, No: 93, 1984.

2) Rol modelleri: İnsanlar mesleklerini çoğunlukla o meslekten
birisiyle özdeşleşerek seçerler. Rol modeli olan kişi geleneksel
toplumlarda baba ya da amcadır. Ancak, günümüzde kitle iletişim
araçları bireye yakın çevresinde bulunmayan rol modellerini de iletmektedir;
böylece bir gencin kendi temel özelliklerinin dışında olan
birini model alması da olanaklı olmaktadır.

3) Deneyim: Bir insan mesleğini daha önce yaşadıklarına göre
de seçebilir. Ağabeyi öldürülen birinin polis olmayı, büyükbabasının
evi yanan birinin itfaiyeci olmayı istemesi gibi. Burada da
yaşıtlarınınkinden farklı bir mesleği özel bir deneyim sonucu seçmek
sözkonusudur.

4) İlgiler: Gerçekten seçme şansı varsa, bireyin ilgileri, tercihleri
ve değerleri meslek seçiminde önemli bir rol oynar. Örneğin psikologlar
ya da özel eğitimciler insanları anlamaya ve onlara yardım etmeye
ilgi duyan kişilerdir. Ancak bu ilgi bireysel farklılıklara göre
değişik mesleklerde de anlatım yolunu bulabilir. Genel olarak bir insanın
ilgileri kısmen deneyimlerini, kısmen de rol modellerini yansıtır;
aynı zamanda, geçmişteki başarılarını ve yeteneklerinin ne olduğuna
ilişkin kanısını da dile getirir.

5) Kişilik: Meslek seçimi birey ile işi arasındaki uygunluğu da
yansıtır. Yetişkinlerde kişilik özellikleri ile çeşitli işlerin özellikleri
arasındaki ilişkiyi soruşturan pek çok araştırma yapılmıştır. J. L.
Holland'ın iş ve meslek seçimi kuramında kişilik farklılıkları en önemli
yeri tutmaktadır; bu kuramda altı temel kişilik boyutu uygun meslek
seçimleriyle ilişki içindedir. Temel boyutlara sahip (gerçekçi, araştırıcı,
sanatsal, toplumsal, geleneksel, girişimci) kişiler bunlarla bağdaşan
mesleklere yönelirler. Örneğin, bir çiftçi hem gerçekçi (güçlü ve pratik),
hem de gelenekseldir (yapılanmış etkinlikleri yeğler). Meslek ile kişilik
uyuştuğunda insan doyum bulur, işini sürdürür ve mesleğinde ilerler.

Sonuç olarak, meslek seçiminin çok karmaşık birtakım etkenlerin
etkileşimine bağlı olduğu söylenebilir. Meslek seçiminin ergenlik sonlarında
ya da genç yetişkinlikte tek bir karar sonucu yapıldığı yolundaki
geleneksel görüş, bugün yerini meslek seçimi ve gelişiminin yetişkinlik
boyunca sürdüğü görüşüne bırakmıştır.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #2
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

C. Meslek Örüntüleri

Meslekler arasında büyük farklılıklar oIduğu gibi, meslek örüntüleri
arasında da önemli farklılıklar vardır. Söz gelimi, belirli ilerleme
basamakları olan ve bireyin başarısı ölçüsünde bu basamakları tırmandığı
bir iş düşünelim. Bu örüntü, düzenli bir ilerleyişle statü merdiveninde
dikey bir tırmanmayı belirler, çoğunlukla da aynı yerde
uzun yıllar çalışmayı gerektirir. Şimdi de, bireyin yaptığı işlerin sırasal
bir örüntüsünün olmadığı düzensiz bir iş geçmişini düşünelim.
Bu durumda, işlevsel olarak birbirine benzeyen işlerde statü sağlayan
ne dikey ne de yatay bir ilerleme vardır. Wilensky, bu ölçütleri iş
geçmişlerini çözümlemede kullanmıştır. Wilensky, meslek yaşamında
(kariyer) düzenli grubun düzensiz gruba oranla işte ve iş dışında daha
çok toplumsal etkileşim gerektirdiğini söylemektedir. Sonuç olarak,
insanın çalıştığı iş kategorisinin düzenli ya da düzensiz olması onun
toplumsal yaşamını da büyük ölçüde etkilemektedir. Öte yandan, insanla
meslek arasındaki etkileşimi belirleyen başka etkenler de vardır.
Bu etkenler, güdülenme, (para, statü, hizmet, yaratıcılık vb.) ve doyum
kaynaklar (para, statü, başarı, ün, vb.)dır. Böylece, doktorluk,
mühendislik gibi potansiyel olarak düzenli meslekler, güdüleri ve doyumları
gibi değişik etkenlerle diğer düzenli mesleklerden ayrılırlar;
bu özel düzenli mesleklerin farklılıkları benzerliklerinden önemlidir.

Meslekte ilerlemenin diğer bir türü de, düzenli mesleklerde bireyin
oldukça ani ve önemli iş değişikliği yapmasıdır. Bu değişikliğin
nedeni, iş sıkıntısından daha doyurucu bir işle kurtulma çabası ya da
başarı sonucu yeni olanaklar yaratma isteği olabilir. Bu ani değişiklik
düzensiz iş örüntüsünden farklıdır, çünkü düzenli bir sistem içindedir
ve en fazla iki değişikliği içerir (başarılı yöneticinin şirket değiştirmesi
gibi). Bu tür değişiklik yapan kişiler, yalnızca düzenli işlerde
çalışanlardan, daha çok risk alma yeteneği, güvensizliğe karşı koyma gücü
ve zorluklarla başa çıkabilme kapasitesi ile ayrılırlar. Öte yandan,
bu değişiklik bireyin meslek (kariyer) gelişiminde bir bunalımı da ortaya
koyabilir. Aile yaşamı döngüsünde olduğu gibi meslek yaşamı
döngüsünde de bunalım noktaları önemli bir rol oynarlar.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #3
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

D. Meslekte Dönüm Noktaları

Gelişimsel açıdan meslek yaşamında bunalım noktaları ya da dönüm
noktaları vardır. Bu noktalar düzenli mesleklerde daha belirgindir;
düzensiz mesleklerde ise her işten ayrılma ve yeni işe girme bir
bunalım noktası sayılır. Düzensiz mesleklerde her yeni iş yeni bir
uyum ve yeni bir toplumsallaşma süreci demektir. Üstelik, düzensiz
mesleklerde birey ya yaşı ilerlediği ya da artık yaptığı iş otomatikleştiği
için, aynı türden iş bulamazsa, düzenli işte zorunlu emekliliğin
neden olacağı türden bir bunalımla karşılaşır.

İş döngüsünde ilk dönüm noktalarından biri, bir işe girme'dir. Bu
süreç, meslek seçimi sürecinin sonu, aynı zamanda yetişkinlik yaşamının
başlangıç noktasıdır. Birey işin gerektirdiği rolleri tanıyarak şimdi
gerçek işe girer, artık işin gerçek gerekleriyle, beklentileriyle ve
ödülleriyle karşı karşıyadır. Bu etkenler büyük olasılıkla bireyin daha
önceki ideal beklentileriyle çatışacak ve birey bu nedenle bir çatışma
yaşayabilecektir. Bütün mesleklerde bireyler yeni işlerinin gerçek
gerekleriyle yeniden toplumsallaştırılır ve bir uyum döneminden geçerler;
bu arada işin ilk haftaları ya da aylarında duygusal bir rahatsızlık
da yaşarlar. Bu yeniden toplumsallaşma sürecinde birey yeni bir "benlik"
geliştirmektedir. Kendisi karşısında başkalarının (işveren, iş arkadaşları,
müşteriler) rolünü alarak kendisinden beklenen rol davranışını
öğrenmektedir; aynı zamanda kendisini bu rolde görür ve bu rolde tepki
verir. Eğer içsel benlik ile işteki benlik arasında büyük farklılıklar
varsa, birey işteki benliği içsel benliği doğrultusunda değiştirmeye çalışır,
bunu yapamazsa yaşanan bunalım da o oranda artar. Birey işe
girmesiyle geçirdiği toplumsallaşma sürecinde işin gerekleri ve değerleri
doğrultusunda bir benlik geliştirir ve bunu içsel benliğine de uygun
hale getirmeye çalışır (D.C. Kimmel, 1974).

İş döngüsündeki diğer önemli bunalım ya da dönüm noktaları orta
yaşlarla ve emeklilikle ilgilidir; bunlar ilgili bölümlerde ayrıntılı
biçimde ele alınacaktır.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #4
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

4. Toplumsal Çevre, İlişkiler ve Katılım

Genç yetişkinlikte önemli bir gelişim boyutu da, aile ve iş ilişkileri
yanısıra ortaya çıkan toplumsal ilişkiler ağıdır. Toplumsal ilişkiler
ağı bireylerin ve ailelerin koşullarına göre değişiklik gösterir. Örneğin,
Amerikalı yetişkinler cinsiyetlerine, yaşlarına, evlilik durumlarına
ve sosyoekonomik düzeylerine göre geniş toplumsal etkinliklere
girerler. Bu etkinlikler, halk eğitimi uğraşlarını, dinsel uğraşları,
okulla işbirliğine girmeyi, siyasal etkinlikler düzenlemeyi içerir. Evlilik
öncesinde ve evliliğin ilk yıllarında erkek ve kadının toplumsal katılımı
birbirine benzer, benzemediği durumlarda da daha çok kadınların
seçimi ağır basar. Çocukların küçük olduğu yaşlarda çocuk merkezli
etkinlikler öncelik taşır. Orta yaşlarda kadının etkinlikleri aile
merkezli olurken, erkeğinki iş merkezli olma eğilimindedir. Katılımların
farklılığına karşın, erken yetişkinlikte başlayan ve güçlü bir
biçimde orta yaşa doğru ilerleyen gelişimsel bir değişimden söz edilebilir.
Bu değişim, fiziksel güç etkinliklerinden kişilerarası ilişkiye
ağırlık veren etkinliklere doğru olmaktadır.

Gelişimsel açıdan, insanın büyümesi ve olgunlaşması, anababadan
-aileden- koparak yeni insan ilişkilerine girmesi ve giderek toplumsal
katılıma yönelmesi demektir. Bu gelişimin temelleri, çocuğun
mutlak bağımlılığı evresinden sonra, ergenin bağımsızlığı deneme
uğraşlarıyla atılmaktadır. Genç yetişkin ise, artık bağımsızlığını kazanmış
bir kişi olarak, kişilerarası ilişkilere girebilen, toplumsal, kültürel,
siyasal etkinliklere katılabilen kişidir.

Toplumsal ve kültürel katılma, günlük yaşamın sıradanlığına ve
sıkıcılığına karşı bir çıkış yoludur. Günlük yaşamın dar, kısır ve
yabancılaştırıcı çevreleri ancak kültürel katılım ve etkinlik aracılığıyla
aşılabilir. Bununla birlikte, kültürü bir boş zaman uğraşısı, bir oyun,
bir düş gibi algılamamak da gerekmektedir. Kültür pazarlarının yönlendirdiği
ticarileşmiş kültür ürünleriyle yetinmenin uyuşturucu alışkanlığı
edinmekten hiçbir farkı yoktur. Maurice Duverger'in, kitle iletişim
bombardımanı altındaki günümüz insanları için, "bir sürü şey biliyorlar,
ama kültürden yoksunlar" demesi boşuna değildir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #5
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

5. Ahlak Gelişimi

Toplum içinde yaşayan bireyler olarak belirli doğru ve yanlış
kavramlarını başkalarıyla paylaşmak ve birlikte yaşamanın gereği
olan birtakım kuralları izlemeye yetenekli olmak zorunda olduğumuz
bilinir. Bizim kişisel mutluluğumuz da, toplumda eşitlik ve adaletin
varlığı da, birtakım ahlak standartlarının herkesçe kabul edilmesine
bağlıdır. Ahlak gelişimi, çocukların, belirli davranışları "doğru" ya da
"yanlış" olarak değerlendirmelerine rehberlik eden ve kendi eylemlerini
yönetmelerini sağlayan ilkeleri kazanmaları sürecidir.

Çocukların ahlak gelişimi konusunda tarihte üç büyük felsefe
öğretisi vardır. Birincisi, St. Augustine gibi teologların savunduğu "ilk
günah" öğretisidir; buna göre, çocuklar doğal olarak günahkar yaratıklardır,
dolayısıyla yetişkinlerin müdahalesine gereksinmeleri vardır.
John Locke'un başlattığı ikinci görüş, çocuğun ahlak açısından yansız
(nötr) olduğunu, eğitim ve yaşantının çocuğu doğru ya da günahkar
bir kişi yapacağını ileri sürer. Jean Jaques Rousseau'nun temsil ettiği
üçüncü öğretiye göre, çocuklar "doğuştan saf ve temiz" yaratıklardır
ve ahlakdışı davranışlar yetişkinlerin bozucu etkisinden kaynaklanır.

Bu görüşlerden herbiri ahlak gelişimi konusundaki üç büyük çağdaş
psikolojik yaklaşımda yeniden ortaya çıkar. Birinci görüş, değiştirilmiş
bir biçimde Sigmund Freud'un kuramında görülür. İkinci görüş,
ahlak gelişimini koşullanmanın ve yaşantıların bir sonucu olarak gören
toplumsal öğrenme kuramında temsil edilir. Üçüncü görüş, Jean
Piaget ve Lawrence Kohlberg'in geliştirdiği bilişsel gelişim kuramında
yansıtılır. Ahlak gelişimi konusunda ilk psikolojik modeli getiren
psikanalitik kurama göre ahlak gelişimi, süperegonun ortaya çıkması ve
anahaba yasaklarının içselleştirilmesi sürecinden ibarettir. Toplumsal
öğrenme kuramcıları ahlak gelişimini, ani hiçbir değişim olmadan derece
derece ve sürekli biçimde ilerleyen birikimli bir toplumsallaşma
olarak görürler. Buna karşılık, bilişsel gelişim kuramcıları ahlak
gelişimini, belirgin değişimlerle ilerleyen ve birbirinden temel
farklılıklarla ayrılan evrelere dayandırırlar.

Piaget'in kuramını yeniden ele alan ve genişleten Kohlberg, ahlak
gelişimi açıklamasını -tıpkı Piaget gibi- ahlaki eylemden çok ahlaki
yargının gelişimine dayandırmaktadır. (Bu yaklaşımda çocuk bir "ahlak
filozofu" olarak görülür.) Kohlberg'e göre, ahlak yargısının gelişiminde
altı evre vardır ve bunlar üç temel düzeyde toplanır. Her düzey,
bireyin benliği ile toplumun kuralları ve beklentileri arasındaki
farklı ilişki türünü yansıtır. "Gelenek-öncesi düzey", daha çok dokuz
yaşın altındaki çocukların, bazı ergenlerin ve suçluların çoğunun bulunduğu
düzeydir; bu düzeyde kurallar ve beklentiler benliğe dışardan
yöneltilmektedir. "Geleneksel düzey", ergenlerin ve yetişkinlerin çoğu
için tipik düzeydir; bu düzeyde benlik geniş toplumun kural ve beklentilerini
içselleştirmiştir. İnsanların ancak çok azının ulaşabildiği
"gelenek-ötesi düzey" de ise bireyler, kendileri ile başkalarının kuralları
ve beklentileri arasında farklılık oluşturmakta ve kendi ahlaki değerlerini
kendilerinin seçtiği ilkelere göre akılcı yollardan tanımlamayı
yeğlemektedirler.

Kohlberg'e göre, bütün kültürlerdeki insanlar adalet, eşitlik, sevgi,
saygı, otorite gibi aynı temel ahlaki kavramları kullanırlar. Ayrıca
bütün bireyler, kültür farklılığına bakmaksızın, bu kavramlara bağlı
olarak ve aynı düzen içinde aynı akılyürütme evrelerinden geçerler.
Bireyler arasındaki farklılık, yalnızca, evreleri ne hızla geçtikleri ve
nereye kadar ilerledikleri açısından ortaya çıkar. Kohlberg ve yardımcıları
bu görüşlerini Birleşik Devletler'de, İngiltere'de, İsrail'de,
Bahama'da, Meksika'da, Tayvan'da, Malezya'da ve Türkiye'de sınamışlar
ve kuramın evrenselliğini vurgulamışlardır.

Kohlberg'in araştırma yönteminin temelini oluşturan varsayımlı
ikilemler yetişkinleri ele alan ahlak öykülerine dayanmaktadır. Buna
karşılık, kendisi de bir evre kuramcısı olan William Damon, ahlak
ikilemlerini çocukların yaşantıları alanında oluşturmuş ve çocukların
hiçbir akılyürütme türünü sonuna kadar kullanmadıkları sonucuna
varmıştır; ancak, çocuklar yaşları ilerledikçe daha ileri akıl yürütme
düzeylerini daha sıklıkla kullanmaya eğilim göstermektedirler. Öte
yandan, toplumsal öğrenme kuramcıları, çocukların, yetişkinlerin ahlak
standartlarını, öncelikle, gözlemledikleri davranışları ve değerleri
dereceli bir taklit etme süreciyle kazandıklarını savunmaktadırlar. Onlara
göre, eğer Piaget ve Kohlberg'in savunduğu gibi ahlak yargıları
bilişsel yapılara bağlı evreleri sıkı sıkıya izleseydi, bu yargıları kısa
süreli deneysel durumlarda değiştirmek çok güç olurdu. Oysa Bandura
ve MacDonald, çocukların ahlak yargılarının yaş etkenine evre kuramcılarının
ileri sürdüğünden daha az bağlı olduğunu deneysel olarak
gösterdiler. Cowan, Turiel, Keasey, Rothman gibi evre kuramına bağlı
araştırmacılar ise, özde öğrenme kuramcılarının ileri sürdüğünden daha
az değişim olduğunu onlarınkine benzer araştırmalarla ortaya koydular.
Bu tartışmalar ahlak gelişimi çizgisinin en azından düzenli bir
sıra izlediğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, toplumsal etkilerin
sonucu olarak, gelişim düzeninde ve belirli düzeylere ulaşma hızında
bireyler arasında farklılıklar vardır. Psikanalizciler ise, Piaget ve
Kohlberg'i eleştirmede toplumsal öğrenme kuramcılarından değişik
bir yol izlemişlerdir. Psikiyatrist James Gilligan, "ahlaklılığın üstünde"
çok daha olgun bir işleyiş evresinin olduğunu ileri sürmektedir;
bu, bireylerin kendilerini "ahlaki yükümlülüğe feda etmeleri"nden
çok, karşılıklı gereksinmelerini psikolojik açıdan anlamalarını sağlayan
"sevgi ahlakı" (love ethic)'dir.

Araştırmalar ahlaklılığın duruma göre özelleşme eğiliminde olduğunu
göstermektedir. Çocukların çoğu belirli durumlarda çalmakta,
yalan söylemekte, sahtekarlık yapmakta, diğerlerinde ise bunları
yapmamaktadır; bütün ve bölünmez bir vicdan ya da süperego kavramı
pek az destek bulmaktadır. Bazı bireyler diğerlerinden daha tutarlı
bir dürüstlük, bazıları da daha tutarlı bir namussuzluk göstermektedir;
ancak tutarsızlığın daha egemen bir eğilim olduğu söylenebilir.
Öte yandan, yaş, zeka ve cinsiyet farklılığının ahlaki davranışta çok
küçük bir payı olduğu, buna karşılık grup yasalarının ve güdüsel etkenlerin
daha önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Ayrıca, araştırmalar,
yetişkinlerin eylemlerinin sözcüklerinden daha yüksek sesle
konuştuğunu ve yetişkin ikiyüzlülüğünün varlığını ortaya koymaktadır
(Vander Zanden, 1981).

Ahlaki olgunlaşma, çocuğun kendi vicdanının buyruklarını dinlemeye
başlamasıyla ortaya çıkar. Bu olgunlaşma, birey günlük etkinliklerinde
ve yaşamının örgütlenmesinde kendi yargısına dayandıkça
ilerler. Birey, ahlak ilkelerini özümlediği ve etkili bir davranış
düzenlemesi yaparak eylemde bulunduğu zaman karakter ortaya çıkmaya
başlar. Karakter, ileri bir olgunlaşmanın ve yetişkin kişiliğinin temel
ve sonul belirtilerinden biridir. Ahlaki karakter yetişkinin
insancıllaşmasına ve kendi yazgısını denetlemesine katkıda bulunur. Bu
aşamada birey, Allport'un dediği gibi, "Aldığım karar yaşamımın sonrası için
de geçerli olmalıdır!" biçimindc düşünmeyi başarır. Ahlaki olgunlaşmada
ilerleme, bireyin iyi ve doğru olanı seçmesini sağlayan özgürlüğün
artmasıyla belirlenir. Bu noktada ergen ve yetişkin için ideal aynıdır
(J. Pikunas, 1976).

Gelişimsel açıdan yetişkinlerin ahlakına egemen olan temel düzey
"geleneksel düzey"dir. Geleneksel düzey, soyut düşünme ve rol
alma yeteneğinin gelişmeye başladığı ergenlik döneminde ortaya çıkar
ve yetişkinlik boyunca başlıca düzey olma özelliğini korur. Zihinsel
gelişim yetişkinlikten önce tamamlandığına göre, yetişkinlerin ahlaki
yargı farklılığı zihinsel gelişimle açıklanamaz. Yetişkinlikte görülen
değişim bilgi ve deneyim birikimine bağlanabilir; ancak bu birikimin
kazanılması yeni bir evrenin ortaya çıkması demek değildir. Çünkü
evreler ancak "nitelik" değişimiyle ortaya çıkarlar. İşe girme, evlenme,
cinsel ilişki kurma, anababa olma gibi değişimler ise bireyde
yalnızca "içerik" değişimlerini yansıtırlar.

Sonuç olarak, yetişkinlikte yeni bir ahlaki düşünme yapısı oluşmamaktadır.
Araştırmalar, yüksek evre özelliği gösteren bütün yetişkinlerin
bunu daha ergenlik dönemindeyken göstermeye başladıklarını
ortaya koymaktadır. Şu halde, ergenlikte gerekli gelişim olanağını
ve özgürlüğünü bulamayan kişilerin yetişkinlikte daha ileri bir ahlaka
sahip olmaları söz konusu değildir. Yetişkinlikte ortaya çıkan değişimler,
kişilerin daha önce geliştirmiş oldukları kalıpları daha tutarlı
bir biçimde kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Yetişkinlik yılları
daha önce ulaşılan en yüksek evrenin tutarlılık kazanmasına olanak
sağlamaktadır. Kişilik psikolojisi açısından yetişkinlikteki ilerleme,
ahlak evresi değişimi değil, ego güçlenmesi sürecidir. Ego güçlenmesi,
bireyin sahip olduğu ahlaki yapıları kişilik bütünleşmesi doğrultusunda
nasıl kullanacağını öğrenmesi demektir. Yetişkinlikteki ahlak
gelişimi, daha önce kazanılmış ahlak yapılarının kullanımının bütünleşmesi
ve yaşama uygulanması olarak nitelendirilebilir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #6
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

YETİŞKİNLİKTE ORTA YILLAR

Psikologların uzun yıllar boyunca dikkatlerini yalnızca çocukluk
ve ergenlik dönemlerine yönelttikleri bilinmektedir. Yaşamın sonraki
yılları, sanki bu ilk dönemlerin sürekli yinelenmesinden ibaretmiş gibi
görülüyordu. Oysa sağduyu ve yaşam deneyimi bunun doğru olmadığını
söylemektedir. Nitekim, 1970'lerden bu yana psikolojide yetişkinlik
döneminin ele alınmasına hız verilmiştir. Yetişkinlik dönemi
içinde en çok ilgi duyulan yıllar da orta yıllar olmuştur.

:::::::::::::::::

İ. ORTA YILLARA GENEL BAKIŞ

Orta yaşlı yetişkinler gelişimin tepe noktasına ulaşmış kişilerdir.
Ancak, gelişimde orta yılların ne zaman başladığını saptamak çok zordur,
çünkü bunu saptamayı sağlayacak özel biyolojik değişimler yoktur;
bu nedenle genellikle toplumsal ölçütlerin kullanılması yeğlenmektedir.
İnsanların kişisel, toplumsal ve ekonomik yönden en üst düzeye
eriştikleri 35 yaşlarından başlayarak birçok görevlerinden emekliye
ayrıldıkları 65 yaşına kadar olan dönemi gelişimde "orta yıllar"
olarak kabul edebiliriz. Aslında bu da orta yıllar için yapay bir
sınırlamadır. Her şeyden önce, kronolojik yaşın yaşam dönemlerini saptamakta
iyi bir ölçüt olmadığını biliyoruz. 45 yaşında duygularını bir
genç kadar taze tutan insanlar vardır, 40 yaşında bir başkası ise hem
kişiliği hem ekonomik durumu yönünden bir ergen kadar bunalımlı
olabilir. Şu halde, hem toplumsal saat, hem de bireylerin çeşitliliği
yaş sınırlarının belirsizliğini arttıran nedenlerdir.

Orta yıllara ilişkin görüşleri belirleyen bir başka neden de gençliğin
önemsendiği ve vurgulandığı toplumlarda orta yaşlılığın görmezlikten
gelinmesidir. Çocuklar ve gençler sevilir, ihtiyarlığa dehşetle
bakılır, orta yaş ise bilmezlikten gelinir. Çocuk ve ihtiyar için
özel bir ad varken, orta yaşlı için özel bir ad yoktur. Yetişkinliğin
getirdiği sorunlar öylesine abartılır ki, kimse bu yaşlara ulaşmak istemez.
Orta yıllar yaşlılığa ve dolayısıyla ölüme giden yolun başı gibi
görüldüğünden, kimse 40 yaşını aşıp gitmek istemez. 40 yaş dolayları
bunalımlı, huzursuz, hüzünlü yıllar olarak algılanır.

Yetişkinlik psikolojisi konusunda kamuoyunda ve kitle iletişim
araçlarında ortaya çıkan ilgi normalin ne olduğu sorununu yeniden
gündeme getirmiştir. Yetişkin yaşamındaki değişimler, ister ılımlı
"geçişler", ister dramatik "değişimler", ister korkunç "bunalımlar" olsun,
neyin normal olduğunu tanımlama sorunu ortadadır. Yaşamı, bireylerin
aynı kurallara göre izlediği ve belirli yaşlarda belirli olayların
ortaya çıktığı evreler olarak betimlemek her zaman çok akla yakın
görünür. Oysa bugün hem "biyolojik saat"imiz (erinliğin her iki cins
için de daha erken başlaması, menopozun daha geç gelmesi, vb.), hem
de "toplumsal saat"imiz (iş, eğitim, aile, sağlık koşullarının iyileşmesi,
ileri yaşlarda bile yeni işlere girme, yeni aileler kurma, vb.) değişmiştir
ve giderek değişecektir. Günümüzde toplumlar gelişmişlik düzeyleri
ölçüsünde "yaşa bağlı" toplumlar olmaktan çıkmaktadırlar. Dolayısıyla,
yetişkin kişiliğinin değişmezliği, yetişkin yaşamındaki bunalım
noktaları türünden görüşlerin de yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:20 AM   #7
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

1. KİŞİLİK PSİKOLOJİSİ AÇISINDAN YETİŞKİNLİK

Bu bölümde özellikle, kişiliğin sürekliliği, yetişkin kişiliği ve kadın
kişiliği sorunları ele alınacaktır. Çocukluktan yetişkinliğe kadar
giden değişmez bir kişilik yapısı var mıdır? Yetişkin kişiliğinin kendine
özgü nitelikleri nelerdir? Cinslere bağlı kişilik özellikleri yaygın
kalıpyargıların dışında nasıl tanımlanabilir?

1) Kişiliğin Sürekliliği Sorunu.

Genellikle yetişkin insanın, özel ve oldukça tutarlı bir kişiliği
olan karmaşık bir varlık olduğunu kabul ederiz. Tutarlı kişilik yapıları
insanların düzenli ilişkilere girebilmeleri için de gereklidir. Kişilik
kavramı, benzer durumlara verilen tepkilerdeki bireysel farklılıkları ve
farklı durumlarda oldukça tutarlı olan davranışları anlamamıza da yardımcı
olur. Bir bakıma kişilik, birey ile çevresi arasında bir uyum
oluşturur; bireyin geçmiş deneyimlerine özel uyumunu ve şimdiki
toplumsal ve fiziksel çevresini değerlendirmesini sağlar. Sonuç olarak,
kişiliğin geçmişteki ve özellikle çocukluktaki deneyimleri yansıttığı
ve değişik durumlar karşısındaki tepkide tutarlı bir biçimde ortaya
çıktığı kabul edilir. Öte yandan, insanların değiştiği de sezgisel olarak
bilinir. İnsanlar her aynı duruma her zaman aynı tepkiyi vermezler;
psikoterapide değişebilecekleri umulur; yetişkinlik yıllarında yeni
deneyimler ve roller edinerek değişebilirler, vb. Dolayısıyla, insanların
farklı durumlarda ve yaşamlarının değişik dönemlerinde ne ölçüde tutarlı
kaldıkları sorulabilir. Benlik açısından bakıldığında, benzer durumlara
alışılmış tepkilerin verildiği, durumların seçici algılamayla
benzer kılındığı söylenebilir. Ancak, psikologlara göre benlik ile kişilik
aynı şeyler değildir. Kişilik, farklı durumlara oldukça kestirilebilir
tepkileri veren içsel bir yapıdır; benlik ise kişiliğin odağında yer
alan bir yapıdır. Benlikle kişilik arasındaki ilişki ve kişilikle dış
dünyanın ilişkisi oldukça karmaşıktır. Örneğin, bir insamn kişiliğinin
çocukluk deneyimlerini yansıttığı düşünülür; ancak, kişilik oluştuktan
sonra dış durumlardan çok içsel dinamiği yansıttığı kabul edilir. Yine
de kişilik dış durumlarla yoğrulmuştur. Murphy'nin dediği gibi, "Seninle
ve çevrenle arada hiçbir zaman kesin bir ayırım yoktur. Çevren
senin üzerinde, seni değiştiren, kalıplaştıran ve yeniden oluşturan bir
etkide bulunur."

Genç yetişkinlik dönemi açıklanırken kişiliğin -kimlik karmaşasını
çözmede, anababa olmada, mesleki toplumsallaşmada- sürekli
değişen yönlerine değinilmişti. Klasik kişilik görüşü insanların bu tür
olaylarda önemli ölçüde değişmediğini ileri sürmektedir. Şu halde,
kişilik uzun yıllar değişmez olarak mı kalmaktadır'? Değişme söz konusu
ise kişiliğin hangi yönleri değişmektedir? Değişme yoksa kişilik
belirli bir yaşta donup kalmakta mıdır? Yirmi ya da otuz yaşından
sonra kişilikte hiçbir değişiklikten söz edilemez mi?

William James 1887'de şöyle yazıyordu: "Çoğumuzda karakter
otuz yaşın gelmesiyle birlikte alçı gibi katılaşır ve bir daha asla
yumuşamaz." Bedenimiz yıllarla bükülse ve düşüncelerimiz zamanla değişse
de, temelde değişmez kalan bir kişilik, bir iç benlik vardır.

Zick Rubin'e (1981) göre, kişiliğin kararlılığına ilişkin bu görüş
geçmiş yüzyıllarda psikolojik bir "dogma" olarak kabul edilmişti.
1970'lerden sonra ise bu geleneksel görüş eskimeye başladı. Sadece
çocuklukta değil yaşam boyunca değişme kapasitesi vardır ve bugün
değişim ve büyüme sözcükleri atasözü olmuş gibidir. Kişiliğin yaşam
boyunca değişimi sürdürdüğü görüşü Jung ve Erikson'un kuramlarından
destek alarak pek çok yandaş bulmakta ve böylece yeni bir
"dogma" oluşmaktadır.

Rubin'in dediği gibi, kişilik psikolojisinde şimdi yeni bir "dogmalar
savaşı"yla karşı karşıyayız. Bu savaşta yan tutmanın, biri metodolojik
(yöntemlere bağlı), diğeri ideolojik (dünya görüşlerine bağlı) iki
kaynağı olduğu söylenebilir.

a) Yöntembilimsel yaklaşım. Gelişim araştırmalarının çoğunda
kesitsel yöntem kullanılır. Gelişim psikolojisinde kesitsel araştırmanın
egemenliği, çocukların yetişkinlerden, yaşlıların gençlerden
farklı olduğu görüşünün yerleşmesine yol açmıştır. Berkeley'den psikolog
Jack Block, "Kişilik araştırmalarının belki yüzde doksanının
yöntembilimsel bakımdan yetersiz, kavramsal içerikten yoksun ve hatta
aptalca olduğu" savını ortaya atmaktadır. Kişilik araştırmaları, yeterince
sınanmamış ölçmelerle (isteyen herkes yarım günde yeni bir "kişilik
ölçeği" geliştirebilir), küçük örneklemlerle ve rastgele hedeflenmiş
stratejilerle ("bilgisayara ver, korelasyonlar al!") doludur. Dikkatli
ve özenli boylamsal araştırmalar yok denecek kadar azalmıştır. Şu
halde, insanların önceden kestirilemez olduğu görüşü, insan doğasının
değil, insan doğasını incelemekte kullanılan rastgele yöntemlerin ürünüdür.

Böylece, değişim ve kararlılık yanlıları arısındaki anlaşmazlığın
çoğunun yöntembilimden kaynaklandığı görülmektedir. Özelliklerin
sürekliliğini savunanlar genellikle katı kişilik testlerine, değişimi
vurgulayanlar ise daha niteliksel, klinik betimlemelere dayanmaktadırlar.
Psikometrisyenler klinik verileri güvenilmez saymakta, buna karşılık
klinisyenler de psikometrik verileri saçma bulmaktadırlar.

Şimdi, her iki türden araştırmaları gözden geçirerek bir sonuca
varmaya çalışalım.

Jack Block, denekleri ortaokul yıllarından başlayarak kırk yaşına
kadar izleyen araştırmasında 20 yılı aşkın bir sürede tutum listelerinden
görüşme kayıtlarına kadar çok zengin bir veri arşivi oluşturmuş,
kişilik raporlarını derinliğine çözümlemiştir. Böylece Block
kişilikte dikkate değer bir kararlılık (stability) bulmuştur. Deneklerin
ortaokul yıllarındaki ve daha sonra kırk yaşlarındaki puanları arasında
istatistiksel bakımdan anlamlı bir korelasyon vardır. En özeleştirici
ergenler yine en özeleştirici yetişkinler idiler, neşeli gençler kırk
yaşında da neşeli yetişkinlerdi, okuldayken huyları dalgalanma gösterenler
orta yaşlarda da hala dalgalanma gösteriyorlardı.

Kişiliğin kararlılığı konusunda Baltimor'lu psikologlar Paul T.
Costa ve Robert R. MeCrae'nin orta yıllarla ileri yetişkinlik yıllarına
ilişkin bulguları da ilgi çekicidir. Boston'da 25-82 yaşları arasında 400
erkek on yıl arayla iki kez ve Baltimor'da 20-76 yaşları arasında 200
erkek altı yıllık aralarla üç kez testten geçirildi. Sonuçlar bir şarkı
sözünden alınan başlıkla yayınlandı: "Bunca Yıldan Sonra Aynı" (1980).
Bulgulara bir örnek olarak şu verilebilir: "19 yaşında kendini kabul ettiren
40 yaşında da kendini kabul ettirmektedir, 80 yaşında da."

Minnesota Üniversitesi'den Gloria Leon ve arkadaşları, 71 erkeğin
1947'de aşağı yukarı elli yaşlarındayken ve 1977'de seksen yaşındayken
MMPI testi sonuçlarını çözümlediler ve on üç ölçekte yüksek
korelasyon saptadılar. Berkeley'de Paul Mussen ve arkadaşları 53 kadınla
30 ve 70 yaşlarında yapılan görüşme sonuçlarını çörümleyerek
içedönüklük-dışadönüklük boyutlarında yüksek korelasyon buldular.
Costa ve McCrae içedönüklük-dışadönüklük ölçümlerinde yüksek derecede
kararlılık olduğunu gördüler; "nörotiklik" alanında da çok sabitlik
buldular. Nörotikler yaşam boyunca olası yakınmacılardır. Yaşlandıkça
farklı şeylerden yakınıyorlar (örneğin, genç yetişkinlikte aşk
konusunda, kırk yaşlarında orta yaş bunalımından, ileri yetişkinlikte
sağlık sorunlarından), fakat hala yakınıyorlar. En az nörotik kişi aynı
olaylara daha yüksek bir ılımlılıkla tepki gösteriyor. Boylamsal araştırmalar
yetişkinlik boyunca insanların coşkunluk, etkinlik, düşmanlık
ve içtepisellik düzeylerinde çok hafif bir düşüş olduğunu göstermektedir.
25 yaşında içtepisel olan biri 70 yaşında birazcık daha az
içtepisel olabilir, fakat hala yaşıtlarından daha fazla içtepisel olması
çok olasıdır.

İnsanlar belirli bir grup içinde ölçülen özelliklerini koruyorlar.
Fakat her biri yaşlandıkça değişiyor olabilir. Eğer herhangi biri yaşamının
sonraki bölümünde de aşağı yukarı aynı derecede içe dönüyorsa
içe dönüklük ölçümlerindeki korelasyon hala yüksek olabilir,
dolayısıyla aldatıcı bir kararlılık görünümü verebilir. Gerçekten de,
psikolog Neugarten insanların yaşamın ikinci yarısında daha içe dönük
olmaya genel bir eğilim gösterdiklerini ileri sürmektedir. Oysa
yeni boylamsal araştırmalar insanların yaşlandıkça içedönüklükte pek
az artış gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Değişim o kadar azdır ki,
Costa ve McCrae bunun pratik anlamının çok az olduğunu düşünmektedir.

Mischel kişiliğin sürekliliği konusundaki araştırmaları gözden
geçirmiş ve belli başlı bulguları özetlemiştir. Kişiliğin süreklilik görülen
yönlerinden biri, insanın kendini tanımlamasında ortaya çıkmaktadır.
Boylamsal bir araştırmada, bireylerin 19,5 yaşında ve 44,5
yaşında kendilerini tanımlamalarında değişiklik görülmüyor. Mischel'in
oldukça tutarlı bulduğu bir alan da "bilişsel üslup" olmuştur.
Örneğin, bilişsel üslup ile bağımlılık-bağımsızlık ilişkisi yüksek bir
korelasyon göstermektedir. Bilişsel üslup alanının tutarlılığı zihinsel
süreçlerin tutarlılığından kaynaklanıyor olabilir. Bilişsel üslup (cognitive
style), bireylerin algılarını örgütlemede ve sınıflamada ortaya
koydukları kararlı tercihlerdir. Çevremizin çeşitli yönleriyle uğraşırken
her birimiz özel bir bilişsel üslup kullanırız. Bilişsel üslupta insanların
birbirinden farklılaştığı boyutlardan biri sorun çözme yaklaşımlarıdır.
Kimileri bir soruna -doğruluğu konusunda hiçbir kaygı
duymaksızın- çok çabuk yanıt verirler, aynı zekaya sahip kimileri de
çok zaman harcarlar; birincilere "içtepisel" (impulsive), ikincilere de
"düşünceli" (reflective) kişiler denir. Araştırmalar, sorun çözmede
içtepisel çocukların düşünceli çocuklardan daha geri olduklarını ortaya
koymaktadır; öte yandan, içtepisel çocuklar karmaşık görevleri
düşünceli çocuklardan daha çabuk yerine getirmektedirler. Bilişsel
üslubun bir başka boyutu da bağımlılık-bağımsızlık alanıdır. "Alan-bağımsız"
kişiler bir sahnenin ögelerini çözümlemeye yöneliyorlar,
ögeleri geri planından ayırarak ele alıyorlar; buna karşılık, "alan-bağımlı"
kişiler bir sahneyi bir bütün olarak ele alıyor ve onu oluşturan
bireysel ögeleri görmezlikten geliyorlar. Araştırmalar, alan-bağımsız
üniversite öğrencilerinin matematiğe, doğa bilimlerine, mühendisliğe
ve yüksek düzeyde çözümleyici düşünce gerektiren konulara yöneldiklerini;
buna karşılık, alan-bağımlı öğrencilerin insan ve toplum bilimlerine,
eğitime ve bütüncü bir bakış gerektiren alanlara yöneldiklerini
göstemmektedir.

Mischel, kendimize ilişkin tipolojimizin ve dünyayı algılayışımızın
da zaman içinde değişmediğini belirtmektedir. Başka bir deyişle,
bireyin kendisini ve başkalarını tanımlamak için kullandığı "özel
yapılar" zamana dayanıklıdır. Belki de bunun nedeni, bu yapıları oluşturan
bilişsel ve zihinsel süreçlerin tutarlılığıdır. Mischel, seçici algının
sürekliliğinden söz etmekte, zihin, gerçek dünyanın karmaşıklığını
basite indirgeyen bir biçimde işlediğini söylemektedir.

Özetle, zaman içinde en çok kararlılık gösteren kişilik özellikleri,
bireylerin bilişsel üslupları ve benlik tanımlarıdır. Dürüstlük,
saldırganlık, otoriteye karşı tutum gibi daha psikodinamik kişilik
özellikleri, daha düşük düzeyde olmakla birlikte istatistiksel bakımdan
anlamılı korelasyonlar göstermektedir.

Kişiliği bir etkileşim sistemi olarak ya da bireyle durumun ortak
ürünü olarak kabul edersek bu bulgular daha da anlam kazanmaktadır.
O zaman bu etkileşimsel sistemde bir süreklilik var demektir. Kurt Lewin,
"bireyin herhangi bir durumdaki davranışı, o durumun özelliğinin,
onu bireyin algılayış biçiminin ve o zamanki özel davranış eğiliminin
ortak ürünüdür" der. Böylece, değişim ve kararlılık kişilikte
aynı anda yer alabilmektedir. Aynı bütüne Freud'çu yaklaşımla bakıldığında
süreklilik, davranışçı yaklaşımla bakıldığında değişim görmek
olanaklıdır. Ancak sorun yalnızca yöntem sorunu da değildir.

b) Dünya görüşünün etkisi. İnsan yaşamı için neyin daha
önemli olduğu konusundaki temel görüş farklılığı kişilik tartışmalarına
da yansımaktadır. Costa ve McCrae zaman içinde tutarlı kalan
kişiliğin değerini, kararlı bir kimlik duygusunun temel ögesi olarak
vurgulamaktadır: "Eğer kişilik kararlı olmasaydı gelecekteki yaşamımız
konusunda seçim yapma yeteneğimiz çok sınırlı olurdu." Eş, meslek
ya da arkadaş konusunda akıllı seçimler yapacaksak nelerden hoşlandığımızı
bilmek zorundayız. Costa ve McCrac, kararlı bir kişiliğin
korunmasını yaşamın değişiklikleri karşısında insanın yaşamsal bir
başarısı olarak görmektedir.

Sosyolog O. G. Brim ise büyüme gizilgücünü insanlığın temeltaşı
olarak görmektedir: "İnsan, sürekli olarak çevresine egemen olmaya
çabalayan ve gitgide olduğundan daha fazlası olan dinamik bir
organizmadır." Brim, "Ben, psikolojiyi özgürleşmenin hizmetinde görüyorum,
baskının değil!" demektedir. Geçmişte Sullivan da, insanın
değişmesi gerektiğini, aksi halde öleceğini söylemekteydi. Sullivan,
insan kişiliğinin temellerinin Freud'un ileri sürdüğü gibi ilk çocukluk
döneminde atıldığını kabul etmez, kişiliğin oluşumunu belirleyen yaşantıların
bu yaşlardan sonra ortaya çıktığını savunur. Nitekim, gelişim
psikolojisinde de bugün artık Freud'çu anlamda katı ve sınırlı bir
kişilik oluşumu görüşünü savunmaya olanak kalmamıştır. Yine de,
kişiliğin sürekliliği sorunu psikolojinin en zor sorunlarından biri
olarak kalmaktadır.

Sorunun çözümsüz kalmasının nedeni, Zick Rubin'in (1981)
dediği gibi, değişim ve kararlılık arasındaki gerilimin, sadece akademik
tartışmalarda değil, insan olarak her birimizin içinde de bulunmasıdır.
Yetişkin kişiliğinin gelişimi konusunda eksiksiz bir tablo,
aynı kalma ve değişme arasındaki bu gerilimi kaçınılmaz olarak yansıtacaktır,
Brim ve Kagan şöyle yazmaktadır: "Bir yanda kimlik duygusunu,
süreklilik duygusunu koruma konusunda güçlü bir dürtü vardır,
çok çabuk değişme ya da dış güçlerce değiştirilme korkusunu yatıştıran...
Öbür yanda, her insan doğal olarak, şimdi olduğundan fazlasını
olma isteğiyle çabalayan amaçlı bir organizmadır." Kuşkusuz,
kişiliğin bazı yönleri (huzurlu ya da sıkıntılı olmaya eğilim gibi) diğer
yönlerinden (çevreye egemen olma duygusu gibi) tipik olarak daha
kalıcı ve kararlı olabilir. Yine de, her birimizin zaman içinde hem
kararlılığı hem değişimi yansıtacağımızı kabul etmek gerekir. Nitekim,
akademik tartışmanın her iki ucundaki kişiler de kişiliğin her iki
özelliği birlikte taşıdığı görüşünde birleşmektedirler. Kendi savlarını
şiddetle savunurken bile olasılıkları da bildirmektedirler. Örneğin
Costa, "19 yaşında kendini kabul ettiren 80'inde de ettirir" derken,
"bunu değiştirecek herhangi bir şey olmadıkça..." diye eklemektedir.
Brim de, insanların kişiliklerinin ve özellikle özdenetim ve özsaygı
duygularının yaşam boyunca değişimi sürdüreceğini vurgularken, "takılıp
kalmadıkça..." demektedir.

c) Kişiliğin etkileşen yönleri. Kişilikte kalıcı ve değişken yönlerin
birlikte bulunduğunu kabul etmek, bunların birbirleriyle etkileştiğini
de kabul etmeyi gerektirir. Allport (1961) kişilik kuramları
arasındaki temel farklılıkları saptarken davranışçı, derinlikçi ve
etkileşimci görüşleri ayırt eder. Etkileşimci görüş kişiliği bir oluşum
süreci olarak görür. Bu görüş, diğer iki yaklaşımın katkılarını yadsımamakta
ve kişiliği süreç (değişim) ve yapı (kararlılık) olarak ele almaktadır.
Kişilik ancak bu farklı yünlerin etkileşimiyle var olabilir ve kişiliğin
anlaşılması ancak bu bütünlüğün ışığında olanaklıdır. G.W. Allport'un,
G.H. Mead'in, D.C. Kimmel'in paylaştığı bu görüş, bireysel kişilikleri,
sayısız toplumsal etkileşimlerle yoğrulmuş, özel fizyolojik,
algısal ve kavramsal sistemler içeren bir bütün olarak görür. Sullivan'ın
kişilik tanımı da böyledir: "Kişilik, insan yaşamını niteleyen
sürekli kişilerarası durumların oldukça kalıcı bir örüntüsüdür." Karşılıklı
etkileşen bu süreçlerin ortasında insan organizması aynı oranda
karmaşık bilişsel ve duygusal süreçlerle işlev görür. Örneğin Carson,
bireyin plan yapmasının, bilgiyi işlemesinin, geribildirimden yararlanmasının
ve gelecek işlemler için kararlar almasının karmaşık yapısını
açıklamaya çalışmıştır. Bu süreçte birey kişisel bir üslup geliştirir ve
bu üslup hep korunur. Bir başka örnek Mead'in simgesel etkileşim kuramıdır.
Mead'e göre benlik toplumsallaşma süreci içinde ortaya çıkmaktadır.
İnsanda doğal olarak varolan etkileşim dilin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Dil, benliğin gelişmesinde ve işleyişinde temel
bir etkendir. Dil öğrenilirken, sözcüklerin simgelediği düşünceler, tutumlar
ve duygular da öğrenilir. Çocuk, ancak dili öğrendikçe paylaşabildiği
ve toplumsal anlamlar taşıyan bir dünyaya girebilir. Birey, başkalarının
kendisi karşısında takındıkları tutumların ışığında kendisi
üzerinde düşünmeye başlar, böylece kendi özbilincine varır, toplumsal
bir benlik edinir, sonuçta kendini başkalarının yerine koyabilme ve
başkalarının rollerini üstlenebilme yeteneğini kazanır.

Kişilik konusunda çok şey söylemek olanaklı olmakla birlikte,
sayısız açıklamalar içinde kaybolmamak için son olarak temel bir kavramla
ilgili açıklamalara yer vermekte yarar var. Güdü (motivation)
kavramı niçin sorusuna yanıt vermeye yarayan bir kavramdır. Niçin
insanlar çeşitli roller alırlar, planlar yaparlar, bedelinden daha yüksek
ödüller umarlar? vb. Bu soruların yanıtı için başarı, merak, acıdan
kaçınma gibi çeşitli güdülerden söz edilmiştir. Ancak, "gelişme sürecinde
olan bir varlık" olarak insan için en uygun güdü "kendini gerçekleştirme"
ve "yeterlilik" güdüsüdür. Rogers'a göre, "Kendini gerçekleştirme
güdüsü, insan organizmasının kendi gizilgücünü en üst
düzeyde gerçekleştirmek için sahip olduğu eğilimdir; belirli bir toplumsal
çevrede organizmasını ve bütün kapasitelerini koruma ve geliştirme
arayışıdır." Yeterlilik güdüsü de bireyin çevresiyle etkileşime
girmesini sağlar. Bu güdülerin yetişkinlik yaşamında ortaya çıkması
değişik noktalarda farklılık gösterecektir, yine de bunlar bireyin toplumsal
ve fiziksel çevresiyle etkileşiminin amaçlarını belirler.

Sonuç olarak, önce kişiliğin etkileşen yönleri var: Fizyolojik süreçler,
kişisel üsluplar, toplumsal roller gibi. Bu yönler bir bakıma
içseldir, yani biz onları içimizde taşırız. İkinci olarak, kişiliğin dış
yönleri var: Toplumsal durumlar, davranışların sonuçları, toplumsal
etkileşim ağı gibi. Üçüncü olarak, bu yönlerin etkileştiği yer ya da
benlik var. Dördüncü olarak, kişilik belirli bir toplumsal etkileşim
kalıbı içerisinde kendini gerçekleştirme ve yeterliliğe ulaşma çabası
içindedir. Beşinci olarak, kişilik sürekliliğini korurken değişime de
uğrar. Altıncı olarak, kişilik geleceğe dönüktür, şimdinin sonuçlarından
etkilenir, aynı zamanda geçmişle de bağlantılıdır, ama geçmiş tarafından
belirlenmez. Son olarak, kişilik bu değişik ögelerden farklı
bir bütündür. Bu özellikler karmaşık yetişkin kişiliğini de çerçeveleyen
özelliklerdir (D.C. Kimmel, 1974).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:21 AM   #8
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

2. Yetişkinlikte Kişilik

Kişilik, hem oluşum hem de içerik ögelerini bir arada taşıyan,
aynı şekilde hem değişime hem de kararlılığa olanak tanıyan karmaşık
ve dinamik bir sistemdir. Kişilik etkileşen bir sistem olarak kabul
edildiğinde, herhangi bir alandaki değişimin sistemin bütününde de değişime
yol açacağı açıktır. Örneğin, dış alanlardaki (toplumsal çevredeki)
değişim toplumsal etkileşimde de değişime neden olur, o da toplumsal
rol ve davranışta değişime yol açar. Bu rol değişimleri bireyin
benlik algısını ve kavramını değiştirir, bu da kişilik özelliklerinin ve
üsluplarının değişimine neden olur. Bu değişimin derecesi toplumsal
değişimin derecesine bağlıdır. Öte yandan, kişilik sisteminin kararlılığı
da söz konusudur; ayrıca en özel yönler en az değişim gösterirler,
üstelik yetişkinlikteki roller de oldukça tutarlıdır. Dış tutarlılık kişilik
tutarlılığını da pekiştirir.

Yetkişkinin kişilik sistemindeki gelişimsel değişimler merkezkaç
bir özellik taşır, yani birey içerden dışarıya doğru döner. Yeni rollerin
öğrenilmesi, yeni kişilik üsluplarının ve benlik kavramlarının
geliştirilmesi, birey ile genişleyen çevresi arasında uygunluk sağlama
gereksinmesinden doğar. Kuhlen yetişkinliğin bu dönemindeki gelişime
"genişleme büyümesi" adını verir. Bu dönem, başarıya ulaşma, güç
kazanma, kendini gerçekleştirme ve yeterlilik eğiliminin en üst düzeyde
olduğu dönemdir.

Yetişkinliğin orta yıllarında kişilik sistemi içinde bir denge durumu
söz konusudur. Hem bireyin toplumsal dünyası genişleme hızını
yitirmiştir, hem de birey genişlemeyle başa çıkabilecek beceriler
geliştirmiştir. Ayrıca, bireyin kendine ilişkin deneyimi de artmış ve birey
kişiliğinin iç ve dış yönlerini daha iyi bütünleştirebilir duruma gelmiştir.
Ancak, yaşın ilerlemesiyle birlikte dış toplumsal durumlar
önemini yitirmeye ve içsel süreçler önem kazanmaya başlar. Birey
yaşlandıkça toplumsal rollerinin sayısı ve çeşitleri azalmaya, toplumsal
etkileşim sıklığı düşmeye, kişiliğin daha iç özellikleri açığa çıkmaya
başlar. Orta yıllarda elde edilmiş yeterlilik duygusu, birey yaşlandıkça
yaşanacak yılların sınırlı olduğu bilinciyle, giderek kendini
gerçekleştirme çabasına yerini bırakır. Bu gelişmeyi vurgulayan yazarlardan
biri de Jung'tur (1933): "Yaşlanan insanlar artık yaşamlarının
artmadığını ve genişlemediğini farketmekte ve karşı konulmaz
bir iç güç yaşamı gitgide daraltmaktadır. Genç bir insan için kendi
kendisiyle fazlaca ilgilenmek neredeyse bir suç, en azından bir tehlikedir.
Oysa yaşlanmakta olan bir insan için kendi kendisine ciddi bir ilgi
göstermek bir zorunluluk ve görevdir."

Elli yaşlarından başlayarak kişilikte görülen gelişimsel değişimler,
daralma, merkezde yoğunlaşma ve içselliğin artması biçiminde
ortaya çıkmaktadır. Yaşlılıktaki kişilik değişimi araştırmalarını gözden
geçiren Riley, Foner ve arkadaşları, yaşlıların gençlere oranla daha
katı, değişen uyaranlara daha zor uyan, tutumlarında dogmatiklik
düzeyi yüksek, daha hoşgörüsüz, toplumsal baskıya daha dayanıklı
kişilikte olduklarını bulmuşlardır. Yaşlılar daha edilgin, iç dünyalarına
daha dönük, kendi duyguları ve fiziksel işlevleriyle daha ilgilidirler.
Duyu ve sinir merkezlerinin uyarılmasındaki düşüş ve zihinsel yetilerin
değişimi de bu özellikleri etkiliyor olabilir.

Chicago Üniversitesi'nce, özel kişilik özelliklerinin değişimi yerine,
bütün kişilik sisteminde yaşla ortaya çıkan değişimler araştırılmıştır.
Kansas kentinde 40-90 yaşları arasmdaki 700 denek 7 yıl boyunca
sürekli incelenmiştir. Araştırmada yaşa bağlı üç kişilik değişimi
bulunmuştur: Cinsiyet rolü algılamasında, içe yönelmenin artışında ve
sorunlarla başaçıkma üslubunda. Kişiliğin fazla değişim göstermeyen
yönleri olduğu da saptanmıştır. Bulgular kişilikte hem değişim hem de
kararlılık olduğu görüşünü desteklemektedir. Bu araştırmada değişim
göstermeyen kişilik özelliklerinin ortak noktası, bunların kişiliğin uyuma
yönelik özellikleri olmasıydı. Bunlar Neugarten'in "Kişiliğin
toplumsal-uyumsal özellikleri" dediği özelliklerdir. Testler, kişiliğin
uyum özellikleri ve genel kişilik yapısı alanlarında bireyler arasında
farklılık olduğunu göstermekte, ama yaşla farklılaşma olmadığını ortaya
koymaktadır. Sağlıklı yaşlı insanlarda yaşa bağlı farklılaşma
görülmemekte, buna karşılık hastalığın kronolojik yaştan daha etkili
bir değişken olduğu anlaşılmaktadır. Genel olarak, bulgular kişiliğin
toplumsal-uyumsal niteliklerinde yaşla değişimin çok fazla olmadığı
doğrultusundadır. Şu halde, kişiliğin "içerik" yönleri (kişisel üslup,
kişilik çizgileri ve diğerleri) orta ve ileri yaşlarda oldukça kararlılık
göstermektedir. Ayrıca bulgular, birey ile toplumsal çevresi arasındaki
uyum ilişkisinin oldukça kararlı olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşla
yeni roller edinilse bile kişilik içeriği aynı kalmaktadır.

Buna karşılık, Kansas City araştırması kişiliğin "oluşum" yönlerinde
yaşla birlikte oldukça önemli değişimler saptamıştır. Bu değişimlerden
biri, yaş ilerledikçe "kişiliğin gittikçe içselleşmesi"dir. Bu
değişim orta yıllarda kendi kendine düşünme ve içebakış olarak ortaya
çıkmaya başlıyor, gitgide daha belirgin hale geliyor. Ayrıca başka
araştırmalarda da, yaşla birlikte ego enerjisinde azalma ve ego üslubunda
değişme olduğu, içsel dürtülere duyarlı olma özelliğinin arttığı
bulunmuştur. Bu bulgular projektif testlerden elde edilmiştir.

Bulgular, dış dünya görevleri için kullanılan ego enerjisinin yaşla
azaldığını göstermektedir. Yaşlı insanlar dış uyarıcılar yerine iç
uyarıcılara karşı daha duyarlıdırlar, duygusal yatırımları artmaktadır. Ego
üslubu da değişmekte, etkin denetimden edilgin denetime yönelinmektedir.
Cinsiyet rolü algılamasındaki değişim TAT testi ile saptanmıştır.
Buna göre, erkekler gittikçe daha boyun eğici, kadınlar ise
daha çok yetkeci olmaya yönelmektedirler. Ayrıca, kadınlar yaşlandıkça
kendi saldırgan ve benmerkezci dürtülerine karşı daha hoşgörülü
olurken, erkekler kendi duygusallık ve bağımlılık dürtülerine
karşı daha hoşgörülü olmaktadırlar. Bu sonuçlar Jung'un klinik gözlemlerini
destekler niteliktedir.

Neugarten, bu bulguları şöyle özetlemektedir: 40 yaşındakiler
çevreyi, cesareti ve riske girmeyi ödüllendirici olarak görürken,
kendilerini de bu doğrultuda çıkacak fırsatları değerlendirebilecek güçte
görmektedirler. 60 yaşındakiler ise çevreyi karmaşık ve tehlikeli olarak
görürler. Yaşamla başaçıkma üslupları yaşla birlikte belirgin farklılıklar
göstermektedir. İç dünyaya ilgi artar, dış dünyadaki insan ve
nesnelere duygusal yatırım azalır. Dış dünyadan iç dünyaya doğru bir
geçiş söz konusudur. Çeşitli uyarıcılarla ve zorlu durumlarla başaçıkmada
düşüş ve isteksizlik görülür. Yaşlılar düşüncelerini aktarmada
daha dogmatik terimlere başvururlar, neden-sonuç ilişkisini açıklamada
başarısızdırlar, başkalarının tepkilerine duyarlılık azalır, vb.

Daha önce belirtildiği gibi, Neugarten, evre kuramcılarının tek
yönlü ilerleme görüşünü reddetmekte ve yaşam süresinde değişmez
bir kararlılık olmadığını ileri sürmektedir. Ayrıca ona göre yaşlılığın yaş
sınırları da değişmektedir. Araştırmacılar bugün genç-yaşlı (young-old)
ile yaşlı-yaşlı (old-old) arasında ayırım yapıyorlar ve bunları birbirinden
ayıran belirli yaşlar da yoktur. Birleşik Devletler'de emekliler
arasında genç-yaşlılar hızla artıyor; bunlar, fiziksel ve zihinsel bakımdan
dinç, mali bakımdan refah içinde, siyasal bakımdan etkin, tüketici
olarak da hırslı kişilerdir, zamanlarını iyi bir biçimde değerlendiriyorlar.
Yetişkinliğin yaş sınırları değiştiği için, 30 yaşında fakülte dekanı,
35 yaşında büyükanne, 50 yaşında emekli, 65 yaşında ilkokulda
çocuğu olan baba, 55 yaşında yeni bir iş başlatan dul, 70 yaşında üniversite
öğrencisi olan insanlar var. "Yaşına göre davran!" uyarısının
günümüzde hiçbir anlamı kalmamıştır.

Öte yandan, Neugarten'e göre, bunalım kavramı da anlamını yitirmektedir.
Evden ayrılma, evlenme, anababa olma, menopoz, emeklilik
gibi olaylar yaşamın normal "dönüm noktaları"dır. Kuşkusuz,
bunlar benlik kavrammda ve kimlikte değişimlere yol açarlar ve insanlar
bu olayları değişik güçlük derecelerinde yaşarlar; ama "bunalım"
yaratmazlar. Örneğin, orta yaşlı erkeklerin çoğu için emeklilik
normal bir olaydır. Emeklilik 65 yerine 50 yaşında gelirse asıl o zaman
bir bunalım olabilir. İnsanlar 40, 50 ya da 60 yaşında olmaktan
değil, bu yaşlarda ne yapacakları konusunda kaygı duyuyorlar. Yeniden
genç olmak istemiyorlar, ama toplumsal bakımdan kabul gören ve
kişisel bakımdan doyum sağlayan yönlerde yaşlanmak istiyorlar (B.L.
Neugarten, 1980).

Kişilik açısından açıklanması gereken konulardan biri de kişilikteki
iç gerilimdir. "Kişilik farklılaşması" kişinin benlik kavramındaki
özelleşmenin ve karmaşıklığın artmasının anlatımıdır. Kişiler olgunlaştıkça,
özel ve biricik bir benlik olmalarına katkıda bulunan özel ilgiler,
değerler ve roller geliştirirler. "Kişiliğin bütünleşmesi" ise, benliğin
çeşitli boyutlarının tutarlı bir birlik içinde örgütlenmesidir, benliğin
çeşitli boyutlarının 'aynı' kişinin parçaları olarak 'birlikte tutulması'dır.
Başka bir deyişle, benlik için değişik rollerde ve zaman boyunca
bir tutarlılık vardır. Yaşam boyunca kişilik farklılaşması ile
kişilik bütünleşmesi arasında belirli bir gerilim yaşanır. Ergenliğin son
dönemi ve genç yetişkinlik sırasında bu gerilim kimlik arayışına yansır.
Aşırı farklılaşma rol dağınıklığıyla ya da uygunsuz kimlik tanımlamasıyla
sonuçlanabilir. Erken bütünleşme ise yanlış kimlik kararlarıyla
sonuçlanabilir. Yetişkinlikteki kimlik gelişiminin önde gelen
sorunu, yetişkinden beklenen birçok farklılaşmış rol karşısmda bütünleşmiş
bir benlik duygusuna ulaşmış olmaktır.

Knox, orta yaşlardaki benlik gelişiminin belirli bir örüntü izlediğini
söylemektedir: a) Yirmilerin sonları ve otuzların başları: Bu
dönem bir durulma, düzen ve çabalama dönemidir. b) Otuzların sonları
ve kırkların başları: Bu dönem hem görünüşün hem de etkinliğin
yeniden yönlendirildiği dönemdir. Bu dönemde yetişkinlerin çoğu insan
yaşamının hazlarından ve acılarından pay almaya daha istekli
olurlar ve dostluğun kalitesi daha önem kazanır. Varolan benlik duygusu
ile katılım yapısı arasındaki uygunluğun yeniden gözden geçirilmesi
orta yaş geçişine yol gösterir. c) Kırkların ortaları ve altmışların
başları: Bu dönem benlik duygusunda artan bir değişkenlik içerir.
Bu dönem boyunca pek çok insan kararlılık, yeterlilik, sorumluluk
ve olgunluk aşamasına ulaşır (Schiamberg ve Smith, 1982).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:30 AM   #9
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

3. Cinslere Bağlı Kişilik Özellikleri

Bir çocuğun psikolojik bakımdan erkek ya da kadın olması
sürecini açıklamaya çalışan pek çok kuram vardır. Bunlar, psikanalitik
kuram, toplumsal öğrenme kuramı ve bilişsel gelişim kuramı olarak
üç ana grupta toplanabilir.

a. Psikanalitik Kuram. Freud'a göre çocuklar doğuşta psikolojik
bakımdan iki-cinslidirler. Çocuklar cinse bağlı kimliklerini, ana-babalarıyla
ilişkilerindeki çatışmalı sevgi ve kıskançlık duygularını
çözerek kazanırlar. Erkek çocuk annesine duyduğu erotik sevgiden
vazgeçerek babasıyla özdeşleşmeye girdiğinde, kız çocuk da aynı şekilde
annesiyle özdeşleşmeye başladığında cinsel kimliğine kavuşma
yoluna girmiş demektir. Çocuklar, bu ilk adımdan sonra, kendi cinslerinden
anababalarının davranışlarını, tutumlarını ve değerlerini benimseyerek
cinsel kimliklerini toplumsal yönüyle de geliştirirler. Ancak,
kız çocuk için sorun erkek çocuk için olduğundan daha karmaşıktır.

Freud'a göre Oedipus yaşantısı kız çocukta üç tür değişime yol
açar. Önce, "erojen bölge değişimi" (Oedipus sırasında kız çocuk vajinal
erojenliği keşfeder); sonra, "sevgi nesnesi karşısında tutum değişimi"
(önceki fallik evrede kız çocuğun etkin ve saldırgan olan sevgisi
Oedipus yaşantısı nedeniyle gitgide edilginleşir); son olarak, "sevgi
nesnesi değişimi" (anneye duyulan etkin sevgi, yerini babaya duyulan
edilgin sevgiye bırakır). Şu halde kız çocuğun karşı cinselliğe ulaşması
ancak bu üçlü değişimden geçerek olanaklı olacaktır. Freud'a
göre erkek cinselliği çocukluktan yetişkinliğe kadar her zaman fallik
olduğu için basittir. Buna karşılık kadın cinselliği karmaşıktır: Önce
çocukluk sırasında erkeksidir (küçük fallus demek olan klitorisin
varlığıyla), sonra ergenlikte kadınsıdır (klitorisin reddedilmesi ve
erkeğin aracılığıyla vajenin keşfedilmesiyle).

Kadın cinselliğine ilişkin Freud'çu açıklama iğdiş edilme (castration)
olgusuna verilen öneme dayanır. Freud'a göre kız çocuğun psikoseksüel
gelişiminde en sarsıcı olay, başkalarının bir penisi olduğunu,
oysa kendisinin ona sahip olmadığını keşfetmesidir. Freud, "Kendi
iğdiş edilmişliğini keşfetmesi kız çocuğun yaşamında en kritik andır"
der. Kız çocuk bu keşfe, kendisinin de bir penisi olması isteğiyle,
ilerde bir penisi olacağı umuduyla ve penise sahip olan daha talihli insanlar
karşısında duyduğu imrenmeyle tepki gösterir. Kendi bedenini
erkek çocuğunkiyle karşılaştırarak eksik bulan kız çocuk, bu acı
gerçek yüzünden aşağılandığını hissetmiştir. İşte penis özlemi ya da
penise imrenme (penis envy) bu aşağılık duygusundan doğmaktadır.
Ayrıca bu imrenme sevgi nesnesiyle olan ilişkilerden de kaynaklanır;
kız çocuk sadece özsever gururunu doyurmak için değil, aynı zamanda
annesine duyduğu libidinal istekleri nedeniyle de bir penise sahip
olmak ister. Ancak, penis yokluğundan sorumlu tutulan anneye duyulan
düşmanlık ve bu çok istenen organı babadan edinme isteği kız
çocuğun babaya yönelmesine yol açar. Böylece başlangıçta hem erkek
hem de kız çocuklar sadece bir tek cinsi, erkek cinsini tanırlar.

Freud, penis imrenmesinin kadının sonraki gelişiminde silinmez
izler bıraktığını kabul eder. Örneğin, erkeklerle ilişkilerdeki bozukluklar
son çözümlemede penis imrenmesinin sonuçları olarak görülür;
kadının aşağılık duyguları penis yokluğu nedeniyle kendi cinsini horgörme
olarak yorumlanır; en güzel kadın olma ya da en saygın erkekle
evlenme gibi istekler de penis özleminin anlatımıdır, vb.

Karen Horney (1951), Freud'un ve diğer psikanalizcilerin penise
imrenmeyi kadın kişiliğinin temel taşı saymalarının iki nedene bağlı
olduğunu söylemektedir. Birincisi, mevcut kültürel önyargılarla uzlaşık
kuramsal verilere dayanan analizcilerin, kadının erkeğe egemen
olma, erkeği küçük düşürme, başarısına gıpta etme, erkekten yardım
almayı reddetme eğilimlerini penis imrenmesine maletme acelecilikleridir.
Daha iyi incelendiğinde, bu eğilimlerin nevrozlu kadınların
olduğu kadar nevrozlu erkeklerin de özellikleri olduğu açıkça görülecektir.
Öte yandan nevrozlu kadınların gözlemlenmesi, söz konusu
bütün eğilimlerin erkekler karşısında olduğu kadar diğer kadınlar ya
da çocuklar karşısında da duyulduğunu göstermektedir. İkinci etken,
kadın hastaların terapide sorunlarının penis imrenmesine dayalı açıklamalarla
ele alınmasını kolayca kabul etme eğilimini analizcilerin farketmemiş
olmasıdır. Bir kadının, doğanın haksızlığına uğrayarak iyi
niteliklerle donatılmadığını düşünmesi, gerçekte çevresinden çok şey
istediğini, istekleri doyurulmadığında çok öfkelendiğini, onu her
anlaşmazlıkta hoşgörüsüz kılan bir katılık ve yanılmazlık tutumu
geliştirdiğini kavramasından daha kolaydır.

Horney'e göre, bastırılmış dürtüleri gizleyen erkeklik isteklerinin
böyle bir rol oynaması kültürel etkenler yüzündendir. Adler'in de belirttiği
gibi, Batı kültüründe erkeklere özgü sayılan güç, başarı, cesaret,
bağımsızlık, cinsel özgürlük, eş seçme hakkı gibi nitelikler ya da
ayrıcalıklar kadınlarda erkekliğe ilgi duymaya yol açmaktadır. Ancak
Horney, penis imrenmesinin yaygın kültürde erkeksi sayılan niteliklere
sahip olma isteğinin simgesel bir anlatımından başka birşey olmadığı
görüşünde değildir; ona göre, penis imrenmesi çerçevesinde
yapılan yorumlar tüm kişilik yapısma bağlı güçlükleri anlamayı
engellemektedir.

Freud kadın kişiliği konusunda birbirine bağlı iki görüş daha ileri
sürmektedir. Birincisi kadınlığın "mazoşizm"le yakın ilişkisi olduğu,
ikincisi de kadında temel korkunun "sevgiyi yitirme korkusu" olduğudur.
Horney, kadınlık mazoşizmi görüşünü geliştiren Helene
Deutsch ve Sandor Rado gibi psikanalizcilerin, temel olarak penis
yokluğunu almalarını ve mazoşizmi özde cinsel saymalarını eleştirerek,
mazoşizmin öncelikle cinsel bir olgu olmadığını vurgulamaktadır.
Horney'e göre mazoşizm biyolojik değil kültürel nedenlere bağlıdır:
Mazoşizm, kendini silme ve bağımlı kılma yoluyla yaşamda bir güvenlik
ve doyum sağlama girişimini temsil eder. Bu tutumun temelindeki
kültürel etken de, kadının zayıflığını, birine dayanması gerektiğini,
yaşamının ancak kocası ve çocukları gibi başkalarıyla bir içerik
ve anlam kazanabileceğini vurgulayan erkek ideolojisidir. Aslında bu
etkenler de kendi başlarına mazoşist tutumlar yaratmazlar, fakat nevroz
gerçekten oluştuğunda kadında mazoşist tutumların egemen olmasından
bu etkenler sorumludur. Sevgiyi yitirme korkusu da, mazoşist
araçlardan birinin sevgi kazanma olması ölçüsünde, mazoşist niteliklerden
biridir. Ancak, kültürel etkenlere bağlı olarak, bu korku
sağlıklı kadın açısından da önem taşımaktadır. Çünkü kadın yüzyıllar
boyunca ekonomik ve siyasal sorumlulukların dışıda tutulmuş ve
yaşamını özel bir duygusal alanla sınırlı tutmak zorunda bırakılmıştır.
Bu durumun başka bir yönü de, aşkın ve bağlılığın salt kadına özgü
erdemler ve idealler olarak görülmesidir. Sevgiyi yaşamda önemi olan
biricik değer saymaya sevkeden kültürel koşullar, kadındaki "yaşlanma
korkusu"nu da belirlemektedir. Kadının elde edebileceği doyumlar
-aşk, seks, aile, çocuk- hep erkekler tarafından sunulduğu için erkeklerin
hoşuna gitmek yaşamsal bir zorunluluk olmuştur. Erotik çekiciliğe
verilen aşırı önem, kadının çekici yönleri yitip gitmeye başladığında
derin bir acı kaynağı olmaktadır. Bu korku kadında çekiciliğin
sonunu belirliyor görünen yaşla da sınırlanmaz, kadının tüm yaşamını
gölgeler ve zorunlu olarak yaşam karşısında büyük bir güvensizlik
duygusu yaratır. Bu korku, kadının erotizm alanı dışında kalan
olgunluk, bağımsızlık, düşünce özerkliği gibi nitelikleri değerlendirmesini
de engeller. Kadın, olgunluk yıllarına karşı sürekli bir kötüleme
tutumu geliştirirse ve bunları çöküş yılları olarak görürse, kişiliğini
eliştirme görevini aşk yaşamıyla ilgilendiği ölçüde üstlenemez artık.

Sonuç olarak, Horney (1951) şöyle demektedir: "Bizim kültürümüzde
bir kadının sevgiyi aşırı değerlendirmek, sevgiden verebileceğinin
fazlasını beklemek ve bu nedenle de sevgi yitiminden erkekten
daha fazla korkmak zorunda kalmasının gerçekçi nedenleri bunlar
olmuştur, bir ölçüde de hala bunlardır."

Psikanalizin kadın karşısındaki tutumunu değerlendirirken
unutulmaması gereken iki nokta vardır. Birincisi, bütün psikanalitik
kuramların aynı olmadığı, çoğunun geleneksel psikanalitik görüşten
hızla uzaklaştığı ve onu şiddetle eleştirdiğidir. İkinci nokta, klasik
psikanalizin temsilcisi olan Freud'un bile kadın konusudaki -biyolojiye
sıkıca bağlı- ilk görüşlerini zamanla yumuşattığı ve toplumsal-kültürel
koşulların önemini giderek teslim ettiğidir. Daha sonraki ve
günümüzdeki feminist akımların düşünce kaynaklarından birinin psikanaliz
olması da bunu göstermektedir.

b. Toplumsal Öğrenme Kuramı. Bu kurama göre, çocuklar
doğuşta esas olarak yansızdırlar ve başlangıçtaki biyolojik farklılıkları
daha sonraki cinsel kimlik farklılıklarını açıklamaya yetmez. Cinse
bağlı kimliğin kazanılması sürecinde seçici pekiştirme ve taklit temel
rolü oynar. Bu açıdan bakıldığında, çocuklar aynı cinsten anababanın
davranışını model aldıkları için ödüllendirilirler; toplum da daha sonra
sistemli ödül ve cezalarla bu tür takliti pekiştirir. Kızlar ve oğlanlar,
yetişkinler ve yaşıtları tarafından toplumun cinsine uygun saydığı davranış
için ödüllendirilir, uymayan davranış için de cezalandırılırlar.
Walter Mischel (1970), çocukların aynı cinsten modelleri karşı cinsten
modellerden daha fazla taklit ettiklerini, çünkü aynı cinsten modellerin
onları daha fazla sevdiğini düşündüklerini ileri sürmektedir.
Çocuklar aynı cinsten anababayı sevecen ve ödüllendirici gördüklerinde
bu etken önem kazanmaktadır. Albert Bandura, toplumsal öğrenme
kuramına yeni bir boyut katarak, çocukların, büyüklerin davranışını
taklit etmeye (imitation) ek olarak, "gözlemsel öğrenmeye" de (observational
learning) yöneldiklerini ileri sürmektedir. Bandura'ya göre,
çocuklar bir modelin davranışını zihinlerinde çözümlerler ve kendileri
için olumlu bir sonucu olduğuna inanmadıkça davranışı taklit etmezler.

Sonuç olarak, toplumsal öğrenme yaklaşımı, cinsiyet rollerinin
kazanılmasında ödülün, cezanın ve gözlemsel öğrenmenin önemini
vurgulamaktadır. Genellikle, gözlemsel öğrenmenin en azından pekiştirme
kadar önemli olduğuna inanılmaktadır. Bilişsel etkenlerin gözlemsel
öğrenmeye aracılık ettiği kabul edilmektedir.

c. Bilişsel Gelişim Kuramı. Bu kurama göre, çocuklar ilk olarak
kendilerini erkek ya da dişi olarak etiketlemeyi öğrenirler ve sonra
kendi cins kategorilerine uygun düşen davranışları kazanmaya yönelirler.
Bu süreç "kendi kendini toplumsallaştırma" (self-socialization)
olarak adlandırılır. Kohlberg'e göre, çocuklar kalıplaştırılmış bir erkeklik
ve dişilik anlayışı (aşırı basitleştirilmiş, abartılmış, karikatürleştirilmiş
bir imge) oluştururlar. Daha sonra bu kalıp imgeyi kendi
çevrelerini örgütlemede kullanırlar. Kendi cins kavramlarıyla uyuşan
davranışları seçer ve geliştirirler.

Toplumsal öğrenme kuramının görüşü şu sırayla özetlenebilir:
"Ödül istiyorum. Oğlanlara özgü şeyleri yaptığım için ödüllendirildim.
Dolayısıyla, bir oğlan olmak istiyorum." Oysa Kohlberg şu sıranın
izlendiğini ileri sürmektedir: "Ben bir oğlanım. Dolayısıyla, oğlanlara
özgü şeyleri yapmak istiyorum. Çünkü oğlanlara özgü şeyleri
yapmak ödüllendirilmektedir."

Küçük çocukların cinsiyet farklılıklarına ilişkin düşüncelerinde
genital anatomi görece çok az bir rol oynamaktadır. Çocuklar, 2-6
yaşlar arasında, her bireyin ya erkek ya da dişi olduğunu, değişmez
biçimde oğlanların erkek kızların kadın olacağını, erkek ya da dişi olmaya
ilişkin nitelemenin duruma ya da kişisel güdülere göre değişmeyeceğini
kavramaya başlamaktadırlar. Şu halde, bilişsel gelişim kuramında
cinsel kimliğin kazanılması üç evrede ortaya çıkıyor demektir.
Çocuk üç yaşında (birinci evre: cinsin özdeşliği) kendini doğru
olarak etiketleyebilir ve başkalarının cinsini de belirli bir doğrulukla
belirleyebilir. Dört yaşında (ikinci evre: cinsin kararlılığı) cinsin
değişmeyeceği gerçeğine ilişkin kısmi bir bilinç vardır. Bununla birlikte,
aşağı yukarı altı yaşına kadar, öncelikle fiziksel cins farklılıklarına
dayanan kesin bir cinsel kimlik kavramı kurulmuş değildir (üçüncü
evre: cinsin tutarlılığı). Bu ilerleme genel bilişsel gelişim örüntüsünü
izler ve cinsin değişmezliği nesnenin sürekliliğinin özel bir yönü olabilir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:30 AM   #10
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3012
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Kuramların topluca değerlendirilmesinde yarar var.

Çocukların cinsel kimliklerini nasıl kazandıkları konusunda tüm
yayınları inceleyen E. E. Maccoby ve C. N. Jacklin, bilişsel gelişim
kuramının olgulara en uygun düşen kuram olduğu sonucuna varmaktadır.
Psikanaliz ve toplumsal öğrenme kuramlarının üç temel güçlüğü
vardır. Birincisi, araştırmaların, çocukların davranışlarında aynı cinsten
anababaya tam tamına benzediklerini göstermemesidir. Örneğin,
oğlan çocuklar, en azından ölçülen davranışların çoğunda, kendi babalarına
benzemekten çok, diğer çocukların babalarına benziyor görünüyorlar.
Maccoby ve Jacklin, toplumsal öğrenme kuramının, cinse bağlı
davranışlarda erkeklerin ve kadınların farklı pekiştirmelere uğradıkları
sayıltısını sorgulayarak, iki cinsin toplumsallaşmasında yüksek derecede
bir özdeşlik olduğunu vurgulamaktadır. Anababalar çocuklarını
aynı biçimde yetiştirdiklerini, cinse göre farklılaşan bir işlemde
bulunmadıklarını ısrarla belirtiyorlar. Bununla birlikte, anababalar
oğlanların ve kızların doğal olarak farklı olduğuna inandıkları için,
oğullarını ve kızlarını aynı biçimde yetiştirdikleri iddialarını kabul etmek
zordur.

Psikanalizin ve toplumsal öğrenme kuramının ikinci güçlüğü, erkek
ya da dişi modeli taklit etme olanağı sunulmuş çocukların mutlaka
kendi cinslerine uygun düşen modeli seçmemeleridir. Çocukların seçimleri
oldukça rastlantısaldır. Ancak, Bandura'nın öğrenme ile uygulama
arasıda yaptığı ayırım bu eleştiriyi aşabilmektedir. Bandura'ya
göre, çocuklar her iki modelden de öğrenebilirler, ama sonuçların ne
olacağı ve davranışın kendi cinslerine uygun düşüp düşmeyeceği konusundaki
düşüncelerine bağlı olarak, öğrendiklerini uygulayabilir ya
da uygulamayabilirler.

Maccoby ve Jacklin'in psikanaliz ve öğrenme kuramlarında saptadığı
üçüncü güçlük, çocuklar cinse bağlı davranışa girdiklerinde çoğu
zaman, gözlemledikleri cinse bağlı davranışla çok az bir doğrudan
ilişki görülmesidir. Oğlanlar, aile arabasını annelerinin babalarından
daha fazla kullandığını görseler bile arabalarla ve kamyonlarla oynamayı
seçiyorlar; kızlar, anneleri aynını yapıyor olmasa bile, seksek ve
ip atlama gibi yüksek derecede cinse bağlı oyunları oynuyorlar.

Gelişim psikologlarının çoğu bilişsel gelişim kuramını üstün tutmakla
birlikte, kimileri her üç kuramı da dikkate değer bulmaktadır. J.
S. Hyde ve B. G. Rosenberg bu konuda şöyle demektedir: "Tümüyle
doğru kuram yoktur, herbiri anlayışımıza bir şeyler katar. Freud'çu kuram, ,
bireyin cinsel kimliğinin ve davranışmın köklerinin önceki yaşantılarda
olduğunu açıklayan psikoseksüel gelişim kavramının vurgulanmasında
tarihsel bakımdan önemlidir... Toplumsal öğrenme kuramı,
cinsel rol değişiminin toplumsal ve kültürel ögelerini, cinse
bağlı davranışların oluşumunda toplumun önemini vurgulaması bakımından
önemlidir... Bilişsel gelişim kuramı da, cinse bağlı rolün öğrenilmesinin
çocukluğun akılcı öğrenme sürecinin bir bölümü olduğunu
vurgulamaktadır, çocuklar cinsiyet rollerini kazanmaya etkin biçimde
çaba göstermektedirler" (Vander Zanden, 1981).

Freud'un kuramının temellerinden biri olan Oedipus karmaşasının
oluşumuna ve evrenselliğine ilişkin açıklamalar bugün kuşkuyla
karşılanmaktadır. Erich Formm'a (1979) göre, Freud Oedipus'u keşfederek
büyük bir hizmette bulunmuş, ama bu yaşantıyı cinsel bir olgu
olarak görmesi yüzünden anlamını çarpıtmıştır. Oedipus, temelde anneye
cinsel bağlılığın değil, cennetsi ortama duyulan özlemin, güvenlik
gereksinmesinin ve korunma isteğinin anlatımıdır. Öte yandan, kadının
kişilik gelişiminde penis özlemine başyerin verilmesi de şiddetle
eleştirilmiştir. Kadını doğası gereği bağımlı, özsever, mazoşist, içtenlikle
sevme yeteneği olmayan, cinsel bakımdan da soğuk bir varlık
olarak tanımlamak en azından tarihsel bir sınırlılık içermektedir. Freud,
kendi zamanının orta sınıf kadınının, ataerkil erkeğin cinsel tutumunun
kaçınılmaz sonucu olan bu özelliklerini evrenselleştirmek yanlışına
düşmüştür. Bütün kuramların, içinde ortaya çıktıkları çağın ya da
dönemin bilimsel verilerini olduğu kadar kültürel önyargılarını da
yansıtmak durumunda -hatta belki zorunda- oldukları gerçeği kuramları
incelerken gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktadır. Öte
yandan, bir kuramın bütün yönleriyle doğru ya da yanlış olamayacağı
gerçeği de aynı derecede önemlidir. Freud, Fromm'un deyişiyle, devrimci
bir kuram yaratmaya çalışmış, ama çağının tutucu görüşlerinin
etkisinden kendini kurtarmayı başaramamıştır. Özellikle cinsel
kalıpyargıların kaçınılması güç etkileri bu görüşü doğrulamaktadır.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 
Konu Araçları
Görünüm Modları

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Uyku ve Yaşlılık BeatLes Revir 0 04-05-2010 01:05 AM
Ölüm GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-07-2007 07:40 AM
'Yaşlılık aylığı yükseltilmeli' / 1 ekim M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 0 10-01-2006 03:30 PM
'Yaşlılık aylığı yükseltilmeli' / 1 ekim M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 0 10-01-2006 03:24 PM
Romatizma yaşlılık hastalığı değil Karizmatix Eskiler (Arşiv) 1 03-19-2006 03:20 AM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:44 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.