www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 04-16-2007, 10:13 PM   #111
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Tıraştan Önce Yüz Yıkama

Erkekler saç tıraşı olurlarken berberler ense ve favori kısımlarındaki kılları kuru kuruya keserler. Buradaki usturayla kesim insana acı vermez. Zaten elektrikli tıraş makineleriyle de yüze bir şey sürmeden sakallar kesilebiliyor. O halde jiletle tıraş olmadan önce niçin yüze tıraş köpüğü sürülüyor?

Sakalları, tıraş bıçağı ile kuru kuruya da kesmek mümkündür ama kıllar ıslak olunca bıçağın verimi artar. Yüzümüzü su ile yıkadığımızda, sakal kıllarının nemi tutma miktarları ve süreleri çok azdır. Tıraş sabunu veya kremiyle yapılan köpüklemede, tıraş süresince kılların ıslak kalmaları sağlanabilir. Yani tıraş köpüğünün buradaki avantajı suyu daha çok ve uzun tutabilme özelliğidir.

Her ne kadar tıraş bıçaklarının her iki kenarında bıçağın cilt üzerinde kaymasını sağlayan çıkıntılar varsa da tıraş köpüğü ayrıca bu kaymayı iyice kolaylaştırır. Sakal kılları suyu tutmaya tıraş köpüğü sürüldükten yaklaşık iki dakika sonra başladıklarından, iyi bir tıraş için, köpük sürüldükten sonra iki dakika beklemekte fayda vardır.

Sakal, saçlardan ve ense tüylerinden daha serttir. Saçla sakalın birleştiği yerlerdeki ve ensedeki kılları keserken berberlerin buraları ıslatmalarına gerek yoktur. Elektrikli tıraş makinelerine gelince onlardaki kesme işlemi daha farklıdır.

Elektrikli tıraş makinesinde kaymayı, makinenin üstündeki delikli ince plaka sağlar, aynı zamanda da kesici kısımların deriye değmesini ve tahriş etmesini önler. Ayrıca bu plaka sayesinde kıllar dikleşirler ve plakadaki deliklerden içeri, kesme bıçaklarının önüne girerler.

Aslında elektrikli makinede kılın bir ucu yerinde tutulurken diğer ucu koparılıp alınır yani elektrikli makine ile sakalı tıraş etmek makasla kesmek gibidir. Nasıl makasın bir ucu kağıdı yerinde tutuyor diğeri kesiyorsa aynen öyle.

Bunun için de kılın kuru ve kırılgan olması gerekiyor. Sakalın nemli ve kaygan olması elektrikli makinede tıraşı olumsuz etkiliyor. Sonuç olarak jilet ile tıraşta sakalın olabildiğince nemli, elektrikli makinede ise kuru olması şart.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:14 PM   #112
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Tırnak Neden Boyanır


Parmaklara ve tırnaklara kına sürmek, milattan önce 3000 yıllarında Mısır'da çok yaygındı. Buna rağmen kadınların tırnaklarını boyama adetinin asıl kökeni Çin'dir. Çin'de kadınların tırnak renkleri, ait olunan sosyal sınıfın bir göstergesiydi. Milattan Önce 600 yıllarında Çin hanedanının tırnak renkleri altuni ve gümüşi renklerdi. Daha sonraları kırmızı ve siyah renkler asaletin sembolü olarak yüzyıllar boyu kullanıldı.

Mısırlılarda da, koyu kırmızı başta olmak üzere, kırmızının tonları asaletin derecesini belli ediyordu. Toplumun alt kademelerinde yaşayan kadınların tırnaklarını sadece soluk renklere boyamalarına izin veriliyor, kimse kraliçenin ve kralın tırnak boyalarının rengini kullanamıyordu. Eski Mısır'da krallar da tırnaklarını boyuyorlardı.

Erkeklerin de tırnaklarını boyamaları Mısırlılar, Babilliler ve sonraları Romalı üst rütbeli savaşçılar arasında yaygındı. Romalı komutanlar savaşa gitmeden önce saçlarını yağlarla parlatmak, kıvırcık hale getirmek ve tırnaklarını dudakları ile aynı renge boyamak için saatler harcıyorlardı.

Tarihte el ve ayak tırnaklarına gösterilen bu itina kapsamında manikür de vardı. Ur şehrinde yapılan kazılarda, Babilliler'e ait mezarlarda, saf altından manikür setleri bulunmuş olup mezarlardaki ölülerin tırnakları düzgün kesilmiş ve törpülenmişti.

Kadınların boyanmış tırnakları, binlerce yıl önce de bugün olduğu gibi bakımlı olmanın, kültürün ve asaletin sembolüydüler. Ancak aynı zamanda da çalışanlar ile tüm günlerini tırnaklarına bakarak geçiren aristokratları ayıran bir göstergeydiler.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:15 PM   #113
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Uyanık Kalmanın Sınırı

Bunun deneyle ispatlanmış cevabı 264 saat, yani yaklaşık 11 gündür. Randy Gardner isimli 17 yaşındaki bir lise öğrencisi 1965 yılında, bir bilim fuarında bu kadar süre uyanık kalarak rekor kırmıştır.

Dikkatli gözlem altında yapılan diğer deneylerde insanların 8 ila 10 gün uyumadan durabildikleri ve bu sürede zihin, güdü ve anlayış seviyelerinde gittikçe ilerleyen bir konsantrasyon eksikliği dışında tıbbi, fiziksel ve psikolojik olarak ciddi sorunlarla karşılaşmadıkları gözlemlenmiştir.

Şüphesiz bu deneylerden önce deneklerin ne kadar bir süreyle derin uyku hali yaşadıkları bilinmemektedir. Ancak cephede ateş altında olan askerlerin ve tıbbi müdahale uygulanmış bazı akıl hastalarının da 4 gün süreyle problemsiz olarak rahatlıkla uykusuz kalabildikleri tespit edilmiştir.

Tabii burada uykunun tarifinin doğru yapılması gerekiyor. Yukarıda bahsedilen deneylerde görülen konsantrasyon eksiklikleri sırasında insan tam uyanık sayılabilir mi?

Yorgun bir şekilde araba kullananlar bilirler, insan bir süre sonra yolları nasıl geçtiğini ve oraya nasıl geldiğini hatırlayamaz. Benzeri durum İkinci Dünya Savaşı'nda görev sonrası dönüş yolundaki İngiliz pilotlarında da görülmüş. Yorgun pilotların sebepsiz yere uçaklarıyla yere çakılmaları üzerine yapılan araştırmalarda fiziken uyanık oldukları ama vücut fonksiyonlarına kumanda bakımından tam uyanık sayılamayacakları tespit edilmiştir.

Fareler üzerinde yapılan deneylerde ise, zorla uykusuz bırakılan farelerin iki hafta sonra Öldükleri görülmüş. Ölüm sebebi olarak belirli bir neden bulunamamasına rağmen genel olarak metabolizmanın bozulmasından kaynaklandığı kabul ediliyor.

İnsanlar üzerinde yapılan deneyler normal hayatlarında uyku problemi olmayanları kapsıyor. Bir de istedikleri halde uyuyamayanlar var yani bir hastalık olarak uykusuzluk çekenler.

Yine Fransa'da yapılan bir deneyde, bu hastalıktan muzdarip 27 yaşındaki bir erkeğin aylar boyunca hiç uyumadan yaşadığı ve bu sürede hiç uykusunun gelmediği gibi ruh hali ve hafızasında da herhangi bir sorun olmadığı gözlemlenmiş. Ancak her akşam 9-11 saatleri arasında 20-60 dakika süreyle gözlerinde görüş bozukluğu, el ve ayak parmaklarında ağrı ve uyuşma meydana geliyormuş.

Tekrar başlangıca, 'insan ne kadar uyanık kalabilir' sorusuna döndüğümüzde, görüldüğü gibi net ve tatminkar bir cevap henüz bulunabilmiş değil. Bu arada ABD Savunma Bakanlığı karacı, denizci ve havacıları, hiçbir fonksiyonel eksiklik göstermeden uzun süre uyanık tutabilecek araştırma projeleri için bütçesinden para bile ayırmış.

Fare deneylerinden elde edilen sonuç da konuya bir açıklık getiremiyor çünkü dünyada henüz uykusuzluktan kimse ölmemiş. Tabii uykusuzluğun yol açtığı kazaları saymazsak.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:18 PM   #114
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

İnsanlar Nasıl Yüzebiliyor?

Bir cismin suyun üstünde kalabilmesi için sudan hafif olması gerekir. Ancak 120 kiloluk bir insanın suda çok rahat sırt üstü yattığını, çok zayıf bir kişinin ise suyun üstünde kalabilmek için debelendiğini çok kez görmüşsünüzdür. Burada önemli olan ağırlık değil yoğunluktur. Yani cismin hacim olarak bir santimetreküpünün veya bir litresinin ağırlığıdır.

İki konuyu birbirinden ayırt etmek lazımdır. Yüzme bilmek insanın suda bir noktadan diğerine bir şekilde gidebilmesidir ki, bunu insanın karadaki yürümesine veya koşmasına benzetebiliriz. Suyun üstünde kalmak ise karada ayakta durmak gibidir. Doğuştan bu yetenek bize verilmiştir.

Suyun yoğunluğu, yani bir litresinin ağırlığı l kilogram olduğundan sadece l ,00 olarak gösterilir. Kemiklerimizin yoğunluğu 1.80, adalelerimizin 1.05, vücudumuzdaki yağların 0.94, ciğerlerimizdeki havanın ise 0.00'dır. Bu yoğunlukların vücudumuzdaki miktarlarına göre ortalaması alınınca, ortalama bir insanın vücudunun yoğunluğunun sudan biraz az olduğu görülür. Yani istesek bile suyun dibinde kalamayız, su bizi yukarı iter.

Bu sadece insanlar için geçerli değildir. Memeli hayvanların, koyunlar da dahil olmak üzere çoğunluğu suyun üstünde kalabilir. İnsanlarda çok adaleli olanlarla, bir deri bir kemik olanların yoğunlukları daha yüksektir ve suyun üstünde kalmaları pek rahat değildir. Kadınların vücutlarında erkeklere oranla daha çok yağ bulunduğundan, yoğunlukları nispeten azdır ve su onları daha rahat taşır.

Yüzme sporu yapanlarda ise durum farklıdır. Özellikle erkeklerin uzun boylu ve ince olmaları gerekir. Bu yapıda olanların vücutlarının yoğunlukları ortalama insandan daha fazladır ama onlar için önemli olan, suyu geri çekerek ileri hareketi sağlayacak olan kas gücü ve suya en az direnci gösterecek vücut yapısıdır.

Tuzlu su, tatlı sudan biraz daha yoğundur. Bu yüzden denizde yüzmek, tatlı su dolu bir havuzda yüzmekten daha rahattır ve tuzlu suda daha hızlı yüzülebilir. Bütün diğer kara sporlarının aksine, yüzmede kadınların performansı erkeklere çok yakındır. Şüphesiz bunun nedeni ise kadınların erkeklere göre yoğunluklarının daha az olması ve böylece suyun onlara sağladığı kolaylıktır.

Bazı ülkelerde kadınlara havuzda, suyun içinde doğum yaptırıldığını medyada izlemişsinizdir. Doğan bebekler sağlıklı olarak suyun üzerine gelebilmekte, daha sonraki gelişmelerinde, suyun altında çok rahat hareket edebilmektedirler. Çünkü bebekler, ana rahminde su içindedirler. Suyun içinde olmak onlar için değişik değil, zaten alışık oldukları bir ortamdır.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:18 PM   #115
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

İnsanlar Niçin Tokalaşıyorlar?

Tokalaşma aslında çağlar öncesi bir adet. Çok eski çağlarda, tüm erkekler bir silah taşıyor ve çoğunluğu da bu silahı sağ eli ile kullanıyordu.

Bir erkek diğerine dost olduğunu, elinde silah bulunmadığını göstermek için, boş sağ elini uzatıyor, diğeri de aynı şeyi yapıyordu. Ama her iki taraf da kendini emniyete almak, diğerinin aniden silah çekmesine mani olmak için, birbirlerinden emin olana kadar, birlikte ellerini hafifçe sıkarak duruyorlardı.

Tokalaşırken elleri sallama alışkanlığı, elleri daha iyi kavrayarak, rakibin giysisinin içinden aniden bir silah çıkarmasını önlemek için başlamış olabilir. Ancak sonraları dostluğun bir ifadesi oldu.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:18 PM   #116
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

İnsanın Dondurulması

Tedavisi günümüzde mümkün olmayan hastaları ölmeden önce dondurup, teknolojinin gelişip, tedavi imkanlarının bulunabileceği ileriki yıllara kadar saklamak, bilim insanlarının üzerinde çok çalıştıkları bir konudur ve bilim insanlarını bu araştırmalara iten sebep kurbağalardır.

Doğada bazı cins kurbağalar kış uykusu süresince donarlar; kalp atışları, nefes alışları ve kan dolaşımları tamamen durur. Hatta aort damarları kesildiğinde bile kanama olmaz. Buzlar çözüldükten sonra, önce kalp atmaya başlar ve kurbağa hayata geri döner.

Yapılan araştırmalarda kurbağaların aniden donmadıkları, 24 saat süresince kan ve hücrelerinin arasındaki su dondukça geriye donma noktası düşük bir tip antifriz çözelti bıraktıkları ve glikoz üretimlerini çok yükselttikleri tespit edilmiştir. Oysa insanda bu oranda şeker yükselmesine mani olacak birçok mekanizma vardır ve iyi çalışmamalarının sonucu ise şeker hastalığıdır.

Bir memelinin hücresinin dondurularak saklanabilmesi için, hücrenin içinde oluşan buzun en az seviyede olması gerekir. Hücre içindeki suyun tamamen donması ölüme yol açar. Bunun için de dondurma işlemine hücre dışı sıvılardan başlanılmalı, sadece hücre aralarındaki ve kandaki su donmak, hücredeki zar ve proteinlerin yapıları bozulmamalıdır.

Donmuş kan, besin ve oksijen taşıyamayacağından, metabolizmada ne gibi aksaklıklar görülebileceği hala bilinmemektedir. Ayrı bir sorun da suyun donduğu vakit genişlemesidir. Bu yüzden kan damarları parçalanabilir, doku yapısı bozulabilir, hücre zarı yırtılabilir.

Aslında artık günümüzde insanın yumurta hücreleri, sperm ve beyaz kan hücreleri, deri ve korneası dondurularak saklanabilmektedir. Ancak bunların hücre sayıları çok azdır. Nakil için böbrekler ve karaciğer buz içinde saklanır ama bunun da süresi en fazla 2-3 gündür. Üstelik bu organlar soğuk ortamda saklanmakta ama dondurulmamaktadır.

Halen bir organ bile dondurulup saklanamadığına göre, bütün bir vücudu dondurarak saklama konusunda bilim insanları pek iyimser değiller ama çalışmalar devam ediyor. Daha doğrusu insanı dondurup saklamak şüphesiz mümkün de, tekrar ısıtılıp canlandırmanın yolu henüz bilinmiyor.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:18 PM   #117
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Yüzleri Ayırt Etme

Yüzümüz kişiliğimizin aynasıdır. Duygularımızı, düşüncelerimizi yansıtır. Yüzümüz sayesinde birbirimizi tanır, bir kimsenin yaşını hatta hangi coğrafyadan olduğunu tahmin edebiliriz. Çocuklar konuşmada olduğu gibi insan yüzlerini ayırt etmeyi de sonradan öğrenirler.

Yetişkinler ise başka ırktan olan kişileri tanıyıp ayırt etmekte zorluk çekerler. Beyaz ırka göre tüm Japonların birbirlerine benzemesi gibi. Oysa aynı milletten olanların hatta dışa kapalı bir toplumda yetişmiş olanların bile yüzleri birbirlerinden çok farklıdır. Bu özellik sayesinde insanlar birbirlerini tanımayı başarırlar.

Bildiğimiz, gördüğümüz kişilerin bırakın şimdiki yüzlerini görür görmez tanımayı, o kişiye ait çocukluk fotoğrafını bile ilk gördüğümüzde, ona ait olduğunu çıkartabiliriz. Tüm insanların yüzlerinde aynı organlar var, kaş, göz, ağız, kulak, burun, vb. Beynimiz nasıl oluyor da bu organların insandan insana değişen ve her insana değişik ve kişisel bir yüz ifadesi veren bu çok küçük farkları tespit edebiliyor?

Yüzün hangi bölümünün kişiyi tanımada daha önemli bir rol oynadığı sorusu kesin bir cevap bulabilmiş değildir. İnsanların karşısındakileri tanımak için yüzün tamamına bir göz atması yeterlidir.

Karşımızdaki yüzü beynimizin algılaması ve tanıması bir kaç kademeden sonra oluyor. Önce yüzden yansıyan ışık gözümüze giriyor, yani aydınlık ortam şart. Beyin önce açık ve koyu renkli noktalan, sonra da renkleri tespit ediyor. Daha sonra da her şeklin köşelerini kontrol ediyor. Bütün bunlar çok süratli oluyor ama bir anda değil. Bu yüksek seviyede tespitte asıl şaşırtıcı olan bunu beynimizin çok küçük ve sırf bu işle görevlendirilmiş bir kısmının yapmasıdır.

Beynimizin bu minik kısmı yüz görüntüsünü tespit ettikten sonra hafıza ile kontrol ederek, kime ait olduğunu bize hatırlatıyor. Tüm bu kademelerin sırrı henüz çözülebilmiş değildir. Günümüzde en gelişmiş bilgisayarların bile halen başaramadığı bu işlem en çok bilgisayarlarla ilgili araştırma yapan bilim insanlarının ilgisini çekmektedir.

Hayvanlar insanları çoğunlukla kokularından ayırt ederlerken insan beyninin yüzleri hafızaya alma ve zamanı gelince karşılaştırmalı değerlendirme için geliştirdiği mekanizma gerçekten çok şaşırtıcıdır.

İnsan beyninin bu görüntü hafızası ile bilgisayarlar arasında çok önemli bir fark vardır. Bilgisayarlar yazı ve numaraları hafızalarına daha kolay alırlarken resimler hafızada daha çok yer kaplarlar. İnsan beyninde ise durum bunun tam tersidir. Bu nedenle beynin resim hafıza kapasitesi çok geniştir.

Beynin bir yüzü tanıyabilmesi için bazen de ilave bilgiler gerekir. İlk bakışta tanınamayan bir kişi hakkında geçmişi ile ilgili biraz bilgi verildiğinde hemen akla gelebilir. Bütün bu müthiş meziyetine rağmen beynimiz, insan isimlerini hatırlamada bu kadar başarılı değildir.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:19 PM   #118
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Arı Sütü Nedir?

Bir arı kolonisinde on binlerce işçi arı, binlerce erkek arı ve sadece bir tane ana (kraliçe) arı vardır. Ana arı kovanın her şeyidir, yokluğunda iş düzeni ve üretim durur. Ana arı kovanda tek olduğu gibi, ölümü halinde yerine geçebilecek ikinci bir arıya da izin vermez. Kovanda ana arı adayı olmak demek ölüm demektir.

Ana arının yok olmasına bir şekilde ölmesi neden olabileceği gibi arıcı tarafından da bilinçli olarak kovandan alınabilir. Ana arı yok olunca koloninin kendisine süratle yeni bir ana arı edinmesi gerekecektir. Bu yeni ana arı eskisinin yumurtladığı son yumurtalardan çıkacaktır.

Bu yumurtaların arı sütü ile beslenmesi, yeni ana arının arı sütü içinde doğuş ve gelişme evrelerini geçirmesi gerekmektedir. Burada görev yine işçi arılara düşer. İşçi arılar üst çene bezlerinden beyaz renkte, pelte kıvamında, hafif keskin koku ve tatta bir sıvı salgılarlar. İşte arı sütü budur. Bu salgı ile beslenen yumurtalar 16 gün sonra arı olarak gözü terk ederler.

An yetiştiricileri bu safhada larvaları yok ederek, arı sütünü kaşıklarla gözlerden toplarlar. Her bir gözden yaklaşık O, l gram arı sütü alınabilir. Yüzde 65'i su, yüzde 35'i ise protein, yağ, şeker ve vitamin ihtiva eden kuru maddeden oluşmuştur.

Arı sütü, özellikle sinir sistemi hastalıklarında, yorgunluk sorunlarında, kısırlık ve damar sertliği tedavilerinde, insana güç ve zindelik kazandırmada kullanılan, doğrudan doğadan gelen önemli bir tabii gıdadır. Piyasaya saf veya bala karıştırılmış halde, draje veya tablet halinde sunulmaktadır.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:19 PM   #119
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Biber Neden Acıdır

Biber acı değildir. Acı, tatlının tersidir ve acıya örnek olarak kininin veya greyfurdun tadı gösterilebilir. Biber acı değil yakıcıdır. Bunun tersi ise serinletici olup, buna da örnek olarak nane veya mentol gösterilebilir.

Biberin yakıcılığı, içinde bulunan kapsaisin adı verilen bir tür bileşikten kaynaklanır. Bu maddenin büyük bir kısmı, biberin etli kısmında ve tohumlarında bulunur. Bu nedenle ucu pek yakıcı olmayan biberin, yenildikçe yakıcılığı daha çok hissedilir.

Kapsaisin maddesi bibere yakıcılık vermekle kalmaz, cilde temas ettiğinde tahrişe de yol açar. Hatta bu özelliğinden dolayı bazı romatizma ilaçlarının formüllerinde de kullanılır.

Yeşil biber kırmızı olanından daha yakıcı değildir. Yakıcı biberler koyu renkli ve çok sivri uçludur. Biberler A ve C vitaminleri bakımından çok zengin olup, sıcak havada yenilen yakıcı biberler insanı terletirler ve terin buharlaşmasıyla insanda bir serinlik hissi duyulur.

Buna karşın, biberin içindeki kapsaisin maddesi, insanda tükürük salgısını da arttırır, solunum ve kan basıncında değişimler yaratır, bağırsaklarda emil imin azalmasına yol açar.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler sonucunda, diğer kanserojen maddelerle birlikte alındığında, karaciğer kanserinin ortaya çıkmasında, hızlandırıcı rolü olduğu konusunda ciddi kuşkular vardır.

Biberden ağzımız yanınca çoğumuz hemen su içeriz ve bir işe yaramadığını görürüz. Peki nasıl oluyor da, biberin yakıcı tesirini su gideremiyor? Sebebi basit, yağ ve su kesinlikle birbirlerine karışmaz. Biberlerin yakıcılık veren maddesi yağlı olduğu için, ne kadar su içerseniz için onunla birleşmez. En iyi metot ekmek yemektir. Ekmek bu yağı absorbe eder ve mideye taşır.

Bir diğer etkili yol da süt içmektir. Sütün içindeki kasein maddesi bir deterjan görevini üstlenir, biberin yağı ile karışarak ağzı temizler. Bu da yeterli değilse rakı içilmesi Önerilir. Rakı da diğer alkol içeren sıvılar gibi yağı çözer ve sorunu giderir, ama sonuçları ertesi sabah ortaya çıkacak başka sorunlar getirir.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 04-16-2007, 10:19 PM   #120
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Konum: Naapcan Sapıh
Mesajlar: 411
Teşekkür Etme: 5
Thanked 12 Times in 8 Posts
Üye No: 10323
İtibar Gücü: 1510
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Bira Neden Köpürür?

Bira yapımının başlangıcı neredeyse tahıl tarımı kadar eskidir. İlk kez 8000 yıl kadar önce Akdeniz'in doğu kıyısında yaşayanlar tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Hatta bağcılık ve şarapçılığın yaygınlaşmasından önce Akdeniz kıyılarında biracılığın bilindiği tarih kaynaklarından anlaşılmaktadır.

Günümüzde nasıl rakı Türklerin, şarap Fransızların, votka Rusların milli içkisi haline gelmişse, bira da başta Almanya olmak üzere kuzey-batı Avrupa'nın milli içkisi olarak kabul edilebilir. Almanya'da kişi başına yıllık bira tüketimi Türkiye'nin 20 katıdır.

Bütün dünyada hemen hemen aynı telaffuz edilen bira adı da Flemenkce 'bier'den gelmedir. Alkol ve rakı kelimelerinin kökenleri ise Arapçadır. Alkol, 'el-kühül' (veya el-küül) maddenin ruhu anlamında bildiğimiz kül kelimesinden, rakı ise ter, damla (damıtmada çıkan buğu) anlamındaki arak (araki) kelimesinden dilimize geçmiştir.

Sadece birayı açınca değil soda, kola, köpüklü şarap gibi içeceklerin de kapaklarını açınca önce bir fısırtı sesi duyarız, sonra şişenin dibinden yukarı doğru yükselen kabarcıkları görürüz. Birada bu olay biraz uzun ve bardağa konulunca da devam eder ve bardağın üzerinde bir köpük tabakası oluşur.

Karbondioksit kabarcığı önce bardağın iç yüzündeki mikroskobik çatlakların içinde oluşur. Her bir kabarcık yaşamına gözle görülmeyen karbondioksit salkımı halinde başlar, bira içinden yeni karbondioksit molekülleri yutarak büyür. Kritik boyuta ulaşınca geliştiği noktadan ayrılarak sıvının içine katılır.

Kabarcıklar yükselirlerken içlerine daha fazla karbondioksit alarak büyümeye devam ederler. Yarıçapları milimetrenin üçte birini geçene kadar küresel olan şekilleri daha büyüyünce elipsoidal olur. Biranın içinde erimiş halde bulunan karbondioksitin basıncı kapak açılınca daha da arttığından karbondioksit rahatça kabarcıkların içme girmeye devam eder. Kabarcıklar da bardağın tepesine yaklaştıkça hızlanırlar.

Kabarcıkların bu oluşumu kolalı içecekler ve sodada da aynı ama onlar bardağa konuldukları zaman bardağın üzerinde kalın bir köpük tabakası oluşmaz. Birada köpük oluşmasının nedeni karışımında bulunan proteinler ve katkı maddeleridir.

Diğer içeceklerde hava kabarcıkları yüzeye geldiklerinde havaya karışarak yok olurlarken birada üretimde kullanılan şerbetçiotunun içinde bulunan az miktardaki reçine köpük zarlarının direncini arttırır, arpanın büyük moleküllerinde bulunan proteinler kabarcıkların etrafında bir duvar oluştururlar.

Böylece biradaki kabarcıklar sağlamlıklarından dolayı hemen havaya karışmazlar, bardağın tepesine birikerek köpük tabakasını oluştururlar. Bira bardağa ne kadar hızlı dökülürse havayla temas ve havaya karışma olayı da o kadar az olur ve daha kalın bir köpük tabakası meydana gelir.
ChallengeR çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 3 (0 üye ve 3 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Merak Edilen Sorular, Merak Edilen Cevaplar ahmetsecer Serbest Kürsü 0 03-01-2010 11:45 PM
::??::??::Merak Uyandıran Açıklamalar::??::??:: M@D_VIPer Genel Kültür 249 09-28-2009 06:38 PM
Derin uykularımdan sessizce uyandıran GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 03-02-2008 02:37 PM
Olmert den açıklamalar victor25 Eskiler (Arşiv) 0 02-15-2007 02:50 PM
Merak Uyandıran Açıklamalar jockeя Eskiler (Arşiv) 207 01-20-2007 09:16 PM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:07 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.