www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 02-14-2008, 07:49 PM   #11
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Aşık Nurşani

2 Şubat 1959´da İslahiye´nin Keferdiz (şimdiki adı Sakçagözü) köyünde doğdu. Asıl adı Ali Ayhan´dır. Köyüne gelip giden aşıklardan etkilenerek 10 yaşlarında bağlama çalmaya başladı. Ayrıca bağlama öğrenmesinde babasının da etkisi ve yardımı oldu.


1972-73 yıllarından itibaren şiir yazmaya da başlayan Aşık Nurşani, daha sonra Aşık Mahzuni ve başka birçok aşıkla birlikte çeşitli turnelere katıldı. İlk plağını aynı yıllarda doldurdu.

Aslında mahlas olarak kendisine verilen Hürşani, yanlışlıkla ilk plağına Nurşani olarak yazıldı ve öyle de kaldı.

1979 yılında yine Aşık Mahzuni´yle birlikte konser vermek üzere gittiği Almanya´ya yerleşti.

Şiirlerinde toplumsal sorunlardan sevgiye hemen her türlü konuyu işleyen Aşık Nurşani, ayrıca Barak ağzı türkülerden deyişlere dek her türküyü yorumlayan sanatçılardan biri olarak bilinir.

Bugüne dek yaklaşık 500 şiir yazdı. Bunların 120 kadarını besteleyen Aşık Nurşani´nin türküleri çeşitli sanatçılar tarafından da okunmaktadır.

Bugüne dek çeşitli biçimlerde yaklaşık 25 kadar kaseti çıkan Aşık Nurşani´nin şiirlerinin bir bölümünü topladığı yayına hazır bir kitap çalışması bulunmaktadır
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:49 PM   #12
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Aşık Reyhani

1932 yılında Hasankale´nin Alvar köyünde doğdu. Asıl adı Yaşar Yılmaz´dır. İran´dan göçen babası önce Kars´a daha sonra Erzurum´a yerleşti. Aşık Reyhani´nin çocukluğu köyünde geçti. Zaman zaman komşu köylere gitme olanağı bulduysa da daha başka yerlere gidemedi. Okuma yazmayı okula gitmeden öğrendi. Sonraki yıllarda ise dışarıdan sınava girerek diploma aldı.

Küçük yaşlarda köyüne gelen aşıklardan etkilendi. Hem aşıklardan dinleyerek hem de eline geçen kitapları okuyarak birçok halk hikayesini öğrendi. Kendi aşıklığı ve şiir yazmaya başlaması 18 yaşından sonradır.

Reyhani, rüyasında gördü bir kıza aşık oldu. Kısa bir süre sonra da kızı kaçırdı. Birkaç ay geçmeden evliliği geçimsizliğe ve huzursuzluğa dönüştü. Bunun üzerine karısının ailesi kızlarını alarak başka biriyle evlendirdiler. Aşık Reyhani, bu dönemden sonra Dertli mahlasıyla şiirler yazmaya, türkü söylemeye başladı. Ancak bu mahlası uzun süre kullanmadan, Bayburtlu Aşık Hicrani tarafından Reyhani mahlası verildi.

Konya Aşıklar Bayramına aralıksız katılan 7 aşıktan biridir. Eski aşıkların dışında, yetiştiği Huzuri Baba, Nihani, Cevlani, Efkari, Murat Çobanoğlu´nun babası Gülistan Çobanoğlu gibi aşıklardan gelenek ve usul öğrendi.

İran´dan Avrupa´ya birçok ülkede türkü söyleyen Aşık Reyhani, katıldığı yarışmalarda da birçoğu birincilik olmak üzere çeşitli ödüller aldı. 1980´li yılların başında Erzurum´da bulunan Doğu Ozanları Derneğinin başkanlığına getirildi.

Aşık Reyhani birçok ülkeye konser ve konferanslara katılmak üzere çağrıldı. Ayrıca ABD´nin Michigan Üniversitesinde katıldığı bir konferanstan sonra kendisine fahri öğretmenlik unvanı verildi.

Şiirleri birçok gazete, dergi ve araştırmada yaralan ve çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Aşık Reyhani´nin, şiirlerinin bir bölümünü topladığı "Alvarlı Reyhani" (1962), "Böyle Bağlar" (1966), "Kervan" (1988) ve bazı düşünce ve şiirlerinden oluşan "Şu Tepenin Arkasında" adlı kitapları Dilaver Düzgün tarafından hazırlanan "Aşık Yaşar Reyhani", (1997) adlı kitap bulunmaktadır.
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #13
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Aşık Sadıki

1892-1948. Artvin´in Aşağı Hod (yeni adı Aşağı Maden) köyünde doğdu. Asıl adı Ahmet´tir. Yörede Kürdoğlu Molla Ahmet olarak da bilenen aşık doğuştan görme engelliydi. Ancak duyduklarını belleğine yerleştirmesi sayesinde hem usta malı türküleri hem de kendi türkülerini söyledi. Günümüze aktarılabilmiş fazla şiiri bulunmayan Aşık Sadıki´nin, akranı Sefil Heyrani ile deyişmelerde bulunduğu bilinmesine karşın bunlar kaynaklara aktarılmamıştır. Yaşamı yoksulluk içinde geçen Aşık Sadıki bir kaza sonucu öldü ve köyünde toprağa verildi.

Düşer
Bir güzel girende on beş yaşına
Ağ göğsün üstüne cimcime düşer
Açılır veçhinde gülü nergisi
Al yanak üstüne simsime düşer

Bu benim bahtımı zay eyleseler
Akan gözyaşlarım çay eyleseler
Bugün güzelleri pay eyleseler
Bari bir anlasak kim kime düşer

Bu benim çektiğim ah u zar ise
Yüreğimde yanan aşkın nar ise
Der Sadıki nerde güzel var ise
Ya burunsuz ya da hımhıma düşer
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #14
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Aşık Sülük Hüseyin

19. yüzyılın güçlü ozanlarından olan Aşık Sülük Hüseyin´in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1838 kıtlığına söylediği bir destan, onun 1815-1820 yıllarında doğmuş olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Elli dört senesi bahar ayları
Hep kurudu dereleri çayları
Açlık sardı şehir ile köyleri
Aman Allah ne olacak halimiz.

Aşık Sülük Hüseyin´in doğum tarihi gibi ölüm tarihi de bütün araştırmalarımıza rağmen şimdilik bilinmezliğini korumaktadır.

Etem Paşa orduların başında
Erzel Paşa gezer düşman peşinde
Gündüz hayalimde gece düşümde

Yatın dağlar geçeceğim ardına
Evelallah güveniyom orduma.

Tarihçi Yılmaz Öztuna´nın bildirdiğine göre, Müşir Edhem Paşa komutasındaki orduda görev yapan Kırım ve 93 Harblerine katılan ve Aşığın dizelerinde adı geçen Erzel Paşa, 18 Nisan 1897 Türk Yunan savaşında şehit düşmüştür. Bu savaşa bir destan söyleyen, dolayısıyla 1897´de hayatta olan Aşık Hüseyin´in 1900´lerin başında, tahminen 85 yaşlarında vefat ettiğini söyleyebiliriz.

Turnam giderseniz bizim yaylaya
Bir aşık Urumda yasta di n´olur
Engizekte yerişirsen obaya
Sıtmaya tutuldu hasta di n´olur.

Yukarıdaki dörtlüğünde ve muhtelif şiirlerinde de dile getirdiği gibi, kışın Anadolu´da, yazın Toroslardaki yaylalarda yaşayan, doğum yeri ise kesin olarak bilinmeyen ozanın son ikamet ettiği yer; Kırşehir, Mucur, Küçük Kavak köyü, Cilt. 37, Hane 22, numarada Bozbıyıkoğlu Hüseyin olarak, Mucur Nüfus Müdürlüğünde kayıtlıdır. Yine aynı nüfus kayıtlarında hanımının adı Ümüş olan Aşık, bir şiiriyle de bunu doğrulamaktadır:

Hüseyin´im nettik Kadir Mevlaya
Bizi hasret koydu bağa harmana
Kaderimiz buymuş Ümüş ağlama
Baharımız kara geldi bu sene.

Bozbıyıkoğulları namıyla anıldıklarını bir şiirinin son dörtlüğünde Aşık Sülük Hüseyin şöyle dile getirmektedir:

Devran dönsün poyrazınan eseyim
Ferman padişahın kime küseyim
Yurt tuttu Acıöz´ü Sülük Hüseyin
Dedem Bozbıyık Türkmen değil mi?

Bu dizelerden de belirtildiği gibi, nüfus kayıtlarında Bozbıyıkoğul1arı namıyla anılan ozan, o bölge halkı tarafından Aşık Sülükoğulları veya Aşık Sülükler olarak bilinmektedir.

Mezarımı yol üstüne kazsınlar
Baş taşıma Aşık Sülük yazsınlar
Gelen geçen öldüğümü duysunlar
Gelin dostlar helallaşmak günümdür.

diyen Aşık Sülük Hüseyin, bu dörtlüğüyle de o yörede kendilerine Aşık Sülükler denildiğini kanıtlamaktadır.

Zorladılar yesir gittik Uruma
İskan olduk Acı suyun kıyına
Alışmadık ivezine şoruna
Sinekte sıtmada yatılmaz oldu.

Dörtlüğünde belirttiği üzere, Aşık Hüseyin ve ailesi de diğer Türkmen aşiretleri gibi devlet tarafından zor kullanılarak Toroslar dan Orta Anadolu´ya iskan edilmişlerdir. Bir Türkmen aileye mensup olan ozanın, ilk önce Mucur´a bağlı Aydoğmuş ile Karacalı köyleri arasında kalan Sülüklü Bel denilen bir yerde oturduğunu, fakat Kırıklı köyünden veli adlı bir eşkıyanın zoruyla, yakınlardaki Aflak (Altınyazı) köyüne göç ettiklerini ozanın kendisinden dinleyelim:

Bizim meskenimiz Sülüklü Beli
Eser sam yelleri soldurur gülü
Bize kan kusturdu Kırıklı Veli
Isıtmalı sıracalı maççalı.

Hüseyin´im gene kalktı göçümüz
Gurbet elde kaldı Haçça bacımız
Başa bela haramzede ***iniz
Isıtmalı sıracalı maççalı.

Yukarıda da belirtildiği gibi. Aşık Sülük Hüseyin´in iskan olayından sonra, bir zamanlar Mucur´a bağlı Aflak (Altınyazı) köyünde oturduğu, yakın zamana kadar evlerinin yerinin dahi belli 61duğu söylenmektedir. Yine o köydeki bir ine (mağara) Aşık Sülük Hüseyin´in ini dendiğini, otuz yıl önce o bölgede imamlık yaptığım dönemler, ahbabım ve büyüğüm Hacı Sadık´tan ve o köyde yaşayan diğer yaşlı insanlardan defalarca dinlemişimdir. Aflaklı Hacı Sadık´tan, Aşık Sülük Hüseyin´in birkaç şiirini dinlemiş olmama rağmen, bu şiirleri bir tarafa not etmediğim için şu anda belleğimde hiçbirisi kalmamıştır . Yine ozanın şu mısraları bu köyde oturduğunun bir ka nıtı olsa gerektir:

Bunca emeğimiz boşuna zayil
Kader böyle imiş Allah´a kayil
Dayırn Necip ile emmim İsmayil
Arzı mekan etti Aflak´ta kaldı.

Aşık Hüseyin´in Aflak köyünden göç etme nedenlerini şimdilik bilemiyoruz. Bir müddet sonra Aflak´tan göç eden Ozan, Mucur, Küçük Kavak köyüne bağlı Çömelek, Cavlak (Yeniköy) üçgenindeki Acısu´yun kenarına gelip yerleşmiştir. Ozan´ın şu şiiri bu göç olayını bize şöyle açıklamaktadır:

Acısu´dur obamızın otağı
Eksilmez yoğurdu balı kaymağı
Ulu yoldur şekerkuyu sapağı
Eğlenip orada kalın turnalar.

Aşık Sülük Hüseyin´in, kapısında birkaç sürüsü yayılan ve geniş arazilere sahip, varlıklı hanesi ve sofrası açık cömert bir kimse olduğunu araştırmalarımız sırasında o bölge halkından öğrenmiş bulunuyoruz. Aşağıda bir dörtlüğünü verdiğimiz vasiyet adlı şiiri de halkın anlattığı bu bilgileri doğrulamaktadır.

Taş Konağın kapısını örtmeyin
Uluyol´ un ırızgını kesmeyin
Emmiye dayıya kirtip küsmeyin
Gelin dostlar helallaşmak günümdür.

Aşık Hüseyin tarafından söylenen şu dizeler de onun medrese görmüş, okumuş bilgili bir kimse olduğunu kanıtlamaktadır:

Biz de gittik bir zamanlar hocaya
Aşinayız elif ile heceye
Seni ısmarladım Gani yüceye
Huzuru mahşerde dilin lal olsun.

Diğer yandan, Aşık Hüseyin´in Mehmet, Süleyman ve Osman adlı üç oğlu ile Hatice adlı bir kızı olduğu Mucur nüfus kayıtlarında yazılıdır.

Halk arasında (kel kız Haçça) olarak bilinen Aşığın kızı Hatice (1859-1931) o yörede cömertliğiyle ve hayırseverliğiyle tanınmaktadır. Acıöz´deki evlerinin önünde geçen Uluyol´un kenarına babası tarafından kazılan su kuyusunun başına yolcuların yemesi içmesi için her gün helkelerle yoğurt ve ayran çıkartan bu kadın, babasının başlattığı geleneği ölünceye kadar devam ettirmiştir
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #15
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Aşık Şamili

1810-1865. Artvin’in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğdu. Asıl adı Şamil’dir. Yaşamına ilişkin birbirinden değişik veriler bulunmaktadır. Zaten yukarıda geçen tarih de tam bir kesinlik içermemektedir. Bazı kaynaklarda ise 1839-1861 yılları arasında yaşadığı verilmektedir. Ancak affedilmesi için zamanın padişahı Abdülmecit’e yazdığı şiirlerden ve bu şiirlerde geçen tarihlere göre 1835 yılından sonra Erzurum hapishanesinde yattığı anlaşılmaktadır. Şamili’nin padişah Abdülmecit’e, suçsuz yere hapsedildiğinden dolayı affedilme isteğiyle yazdığı arzuhaller amacına ulaştı ve bir süre sonra bırakıldı. Bazı araştırmalarda dönemin ünlü aşıklarından Yusufelili Aşık Muhibbi’nin hem arkadaşı hem çırağı olduğu, sesinin güzelliği ve bağlama çalmadaki yeteneğinden dolayı uzun yıllar Aşık Muhibbi tarafından desteklendiği yeralır. Bazı kaynaklarda ise Muhibbi’nin (1823-1868 ya da 69) daha genç olduğu ve Şamili’den daha sonra öldüğü verilmektedir. Bu anlamda usta-çırak ilişkisinden çok arkadaşlık akranlık, belki de tersi bir durum daha uygun bir tanımlama olabilir. Kaldı ki aşıklık geleneğinde kendisinden yaşça küçük birinin yanında çıraklık yapan aşık örneği bilinmemektedir. Aşık Muhibbi’yle uzun yıllar süren arkadaşlığı sırasında birçok yolculukları oldu. Bunların en ünlüsü vapurla İstanbul’a gitmeleri ve orada karşılaştıkları olaylardır. Erzurum’da aşıklar arasında yapılan bir atışmada (tahmini 1860-65 yıllarında) çok ilgi gören Şamili’nin kahvesine başka bir aşık tarafından zehir konmuştur. Şamili köyüne (Yukarı Hod, şimdiki adı Yukarı Maden) dönerken yolda fenalaşmış, zehirlendiğini anlayınca son türküsünü söylemiş. Zaten köyüne varamadan da ölmüştür. Mezarı Yusufeli’nin İşhan (şimdiki adı Dağyolu) köyündedir. Aşık Şamili’nin 18 koşma, 2 destan ve 1 divanı saptanabilmiştir.

Gönül
Dalma gönül gam gölüne
Korkem serden aşa gönül
Uyma yalancı dünyaya
Çıkamazsın başa gönül

Nice çekem bu zulümü
Kime arzedem halimi
Kem yerde kırdın belimi
Çaldın beni taşa gönül

Şamil der bahtımız kara
Bulunmaz derdime çare
Dayanmadın sitemlere
Tez kırıldın şişe gönül
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #16
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Aşık Veysel ŞATIROĞLU

Can bedenden ayrılacak Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak Dostlar beni hatırlasın...


Aşık Veysel, hayatini anlattığı bir şiirinde "Ücyüz-onda gelmiş idim cihana" diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas´a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyünde dünyaya gelmiş. Anasi Gulizar, bir yaz günü koy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel´i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar ana. Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet; bebenin adini Veysel koymuş. Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas´ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, cicegin beyi çıkmış kendi deyimiyle... Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle. Babasına "Çocuğu Akdağmadeni´ne ***ür, orada bu gözünü açacak bir doktor var." demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel´in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın donuverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece. Veysel´in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler Veysel´in kotu kaderine.
Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. Sivas´ın köyleri saz sairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş calip söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıh´lı Ali Ağa´dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Unlu Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman. Yirmibes yasındayken (1919) anası, babası Veysel´i Esma adında bir kızla evermişler ve kısa sure sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan (1921). Acı üstüne acı gelmiş, ama bitmemiş talihin kotu oyunu. İkinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karisi yanaşmalarıyla evden kaçmış. Bu olay çok koymuş Veysel´e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karisi koyup gittiğinde bir kızı varmış Veysel´in. Daha bir yasini bile bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel, ne çare o da yaşamamış. Bu sıralar Veysel´i yeniden evermişler. Bu karisi çocuk vermiş Aşığa. Biri olmuş, iki oğlan, dört kız, altısı sağ. Onlar da 18 torun vermiş Veysel´e.

Aşık Veysel, Cumhuriyetin Onuncu yıl dönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda sairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel´i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel´in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel; şairliğinin gelişmesinde Tecer´in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her zaman. Veysel´in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Pasa için söylediği: "Türkiye´nin ihyası Hazreti Gazi" mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan sonra bütün yazdıklarını calip söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır. Halk ozanlarından en çok Karacaoglan´i, Yunus´u, Emrah´i, Dertli´yi severdi. Çağımızın ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer´in ayrı bir yeri vardı Veysel´de. Onun aracılığıyla Koy Enstitülerinde bir sure saz öğretmenliği de yapmıştı Veysel. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Cifteler, Kastamonu, Yildizeli, Akpınar Koy Enstitülerinde bulunmuştu. 1952 yılında İstanbul´da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel´e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştı.

Veysel´in bir başka özelliği daha vardı; köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan´da ilk meyve bahçesini o yetiştirmişti. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar turlu turlu meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri "Atalarımız bunca yıl böyle bir is yapmamışlar, su kor adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?" demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa "O kor değilmiş, meğer kor olan bizmişiz diyerek Aşık Veysel´i kutlamışlar. iste böylesine uzağı gören bir insandı o... Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı (ölümü 21 Mart 1973). Fakat karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle... Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarim yüzyılı aşkın bir sure yazdıklarıyla, calip söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı. Sanırım simdi de mezarında son uykusunu ışıklar içinde uyuyordur. Yalnız çağımızda yasayanlar değil, bizden çok sonra yasayacaklar da "Dostlar Beni Hatırlasın" şiirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklardır.
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #17
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Çekiç Ali

Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali...Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir´li Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman´ın Meşe köyünden ve asıl soyadı da Ersan´dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali´ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve aciliteden dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali´nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuş.


O yıllarda İstanbul´da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali´ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali´nin haklı itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan´sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf uydururur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur. Evet, Kaman´ın Meşe köyünden Ali Ersan´ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle...

Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali´yi Kırşehir türkü ve bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu hayatın ayrınıtılarında gizli. Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali´nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi uyarışını yapacaktır.

Hacı Taşan´dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş´tan ise dört yıl önce dünyaya gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi´nde kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin felci onu aramızdan ayırır. Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973´de hayata gözlerini yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir. Bu kadar kısa bir hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir, bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış 45´likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek.

Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından birini teşkil eder. Bu, Muharrem Ertaş Okulu´nun Hacı Taşan´la birlikte en yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali´ye haklı bir ün kazandırır.

Gerçi Çekiç Ali´nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta´nın dizinin dibine oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek kurmuşluğu yok ama, 1980´li yıllara kadar, "yaşayan en büyük Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta´nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen imkansız. Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç Ali´nin eşi Fatma Hanımın dayısı. Muharrem Ertaş, "ustaların ustası" diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta´dan tevarüs ettiği geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan, gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de etkisinde kalmamak elbette mümkün değil

Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur. Bu portre oldukça başarılı ve pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda.

Çekiç Ali´nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş´la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca değinmekte fayda var. Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir bahistir. Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar, nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz.

Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş´ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı özellliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali´de bir arada bulunduğunu görüyoruz. Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan´daki sanatsal derinliği ve Neşet Ertaş´daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç Ali´yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir sestir. Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali´de en rafine şekliyle karşımız çıkar.

Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini gösterir. Çekiç Ali´nin sazından bazan uda, bazan cümbüşe benzer sesler duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu hissederiz. Çekiç Ali´nin 1960´lı yıllarda, Bayram Aracı ile birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim. Bu tavır ve edanın özellikle oğlu Aydın Çekiç´te devam ettiğini görüyoruz. Aydın Çekiç, sesi ve bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir.

Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek meslekte kendini yetiştirmiştir. Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali´nin yanında gittiğini söylüyor. Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim.

Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de ilgilenen Çekiç Ali´nin 1969 yılında İstanbul´da düzenlenen ulusal bir yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var. Özel bir bankanın düzenlediği 9.Halk Oyunları Festivali´ne katılan Kırşehir halk oyunları ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir ekibi kazanır. Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra eden Çekiç Ali´nin bireysel katkısını gözardı etmemek gerek.

Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi sanatçılık yateneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır. Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir. Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak benimsediği için yapmıştır. Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik (spontane), Çekiç Ali´nin üslubunun en belirgin ik özelliği sayılabilir.

Çekiç Ali´nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşan´ın, Neşet Ertaş´ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir´in Gülleri Biter, Acem Kızı vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar.

Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin birlikteliği ve iç içeliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya çıkarır. Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup...Çekiç Ali bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan´dan biraz farklı bir stilde ve karar sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar. Muharrem Ertaş´ın sürekli, Hacı Taşan´ın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih etmiştir. Neşet Ertaş´ın da -daha çok Bayram Aracı´dan hareketle- bu tarzı benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük bir yaygınlık kazanır. Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle öbürüne göre daha sınırılı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar.

Çekiç Ali´nin repertuvarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan oluştuğunu görüyoruz. Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı/ müziklendirdiği" bir eseri de yoktur bilindiği kadarı ile. Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için de geçerli olduğunu söyleyelim. Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine imza atmış bir sanatçıdır.

Çekiç Ali´nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta. Ağıtlar ise, yörede yaşanmış acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra, en çok da Toklumenli Aşık Said´in (1835-1910) ve Aşık Said´in oğlu Aşık Seyfullah´ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan ibaret. Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb. bozlaklar bunlardan bazıları.
Muharrem Ertaş Okulu´nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç Ali´yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz. Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışarak herkesle dost ve kardeşce yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.

Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda.

Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok sanatçı var ki, isimlerini altalta sıralamak bile sayfalar tutabilir. Tabi bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir. Elbette değişen ve artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde taşıyarak.
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #18
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Dertli

Gerede yakınındaki Çağa (Reşadiye) nahiyesinin Şahneler köyünde doğmuştur. Asıl adı İbrahim ve mahlası Lütfidir. Geçimini âşık kahvelerinde saz çalıp şiir söyleyerek sağlamıştır. Önce halveti tarikatine girdiği daha sonra bektaşiliğe yöneldiği söylenen Dertli 1846 yılında Ankara’da ölmüştür.

Havalanma telli turnam

Uçup gitme yele karşı

Zülüflerin tel tel olmuş

Döküp gitme yele karşı

Davlumbaza vur turayı

Dünden avladık burayı

Getir oğlan boz kulayı

Binem gidem yare karşı

Şahinim var bazlarım var

Ördeğim var kazlarım var

Yare tenha sözlerim var

Diyemem agyâra karşı

Dertli der ki dünya fani

Seni seven n’eyler malı

Yakışmazsa öldür beni

Yeşil giyin ala karşı
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #19
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Erzurumlu Emrah

(XIX-XX. Yy.)
Erzurum’la Pavi arasındaki Tanbura köyünde doğduğu söylenmektedir. Yaşamı hakkında bilinenler halk arasında dolaşan söylentilere ve şiirlere dayanmaktadır. Ölümü hakkında kesin bir tarih yoktur. Fuad Köprülü 1854 tarihi olarak kabul etmektedir.

Sabahtan uğradım ben bir fidana

Dedim mahrur musun dedi ki yok yok

Ak elleri boğum boğum kınalı

Dedim mahrur musun dedi ki yok yok

Dedim inci nedir dedi dişimdir

Dedim kalem nedir dedi kaşımdır

Dedim on beş nedir dedi yaşımdır

Dedim daha var mı söyledi yok yok

Dedim ölüm vardır dedi aynımda

Dedim zulüm vardır dedi boynumda

Dedim ak memeler dedi koynumda

Dedim ver ağzıma söyledi yok yok

Dedim Erzurum ne dedi ilimdir

Dedim gider misin dedi yolumdur

Dedim Emrah nedir dedi kulumdur

Dedim satar mısın söyledi yok yok

Tutam yâr elinden tutam

Çıkam dağlara dağlara

Olam bir yaralı bülbül

İnem bağlara bağlara

Birin bilir birin bilmez

Bu dünya kimseye kalmaz

Yâr ismini desem olmaz

Düşer dillere dillere

Emrah eder bu günümdür

Arşa çıkan tütünümdür

Yâra gidecek günümdür

Düşem yollara yollara
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 02-14-2008, 07:50 PM   #20
jockeя
Administrator
 
jockeя Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20
Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi : jockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond reputejockeя has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Ünvan : Admin
Varsayılan

Kaplani (Hasan Kaplan)

Kaplani, 1958 yılının 2 Nisan´ında Yozgat´ın Sorgun ilçesine bağlı Tulum köyünde dünyaya gelmiş. Asıl adı Hasan Kaplan. Ama daha çok Kaplani mahlasını kullanıyor, bu da soyadından geliyor. Bir söyleşide: "Ağa çocuğu olmadığıma göre, çocukluğum diğer köy çocuklarının yaşamından farklı geçmedi. Ortaokulu nahiye ve kazada, liseyi Samsun ve Ankara´da bitirdim. Lise bitiminde Ankara Meslek Yüksek Okulu´na kayıt yaptırdımsa da devam etme olanağını bulamadım. İki yıl çelik eşya üzerine uğraşan bir atölyede çalıştım. 1979´dan beri bir kamu kuruluşunda çalışmaktayım.´´

Kaplani, bu söyleşinin yapıldığı tarihten sonra, Üniversite yaşamına dönerek, Üniversiteyi de bitirdi. Ama en güzeli bu süre içerisinde birçok şiire ve besteye imzasını attı. Bugün kendini kabul ettirmiş birçok sanatçımız tarafından okunan güzel parçaların altında onun imzasını görüyoruz: "Yürüyorum Dikenlerin Üstünde", "Senin Gibi Sahte Dosta inanmam", ´´Ağlayıp Gezerim Yar Senin için", "Alıp Yare ***ürmüyor Yol Beni", ´´Genç Kuşaklara", ´´İleriye Yürüyün Ayaklarım´´, ´´Yüzyıllık çınar´´, ´´Denizin Yarası´´, vb. Bu özet bilgiler de göstermektedir ki, Kaplani, halkın içerisinden çıkmış, kendisini yetiştirmiş birisidir. Onun belki de en büyük ayrıcalığı, halk şiirini sevmiş olması, bu geleneği yaşatacak, ona saygıyla bağlı bir aileden gelmesidir.

Sorgun yöresi, bugünkü genç halk şiirimiz için yeni yetenekleri, yeni adları muştulayan bir yöredir. Örneğin, Öztürk Erkılıç, Gönüllü Coşkun, Durak Şahin, gibi genç isimler de bu yörenin yetiştirdiği, bugün kendilerini belli ölçüde bir yere taşımış halk ozanlarıdır. Kaplani´nin bir özelliği de köyle bağlantısının, yani kültürel anlamda köy ortamından çok erken yaşlarda uzaklaşmış olmasıdır. Ortaöğretimden itibaren başlayan yaşamı sürekli olarak kentlerde geçmiştir. Özellikle de metropol kentlerde sürdürdüğü eğitim ve iş yaşamının ona taşıdığı değerler genel anlamda halk ozanlarının sahip oldukları köylülük değerlerinden onu uzaklaştırmıştır.

Bir parantez açmak gerekecek belki, kentte yaşayıp da, köylülükten kurtulamayan bir yığın insanımızın varlığında böyle bir etkenin altını çizmek neden? Böyle bir etkenin üzerinde duruyor olmamın, özellikle de bir sanatçı kişiliğinde bunu öne çıkarmamın elbette ciddi nedenleri var. Bunların birincisi, Kaplani´nin hem yaşam biçimi hem de ürettikleriyle böyle bir çizginin ayrımını erken fark etmesi, geleneksel değerlere eğilirken bunları edinmiş olduğu sınıfsal bilinçle değerlendirmesidir. Bir başka etken ise, genel olarak hala birçok ´´halk ozanı´´nın yeğlediği cemaat toplantıları gibi, yukarıda altını çizdiğim kültürel ortama dayalı, etkinlikleri yeğlememesidir. Ciddi bir tavır, almadır ondaki bu yaşama anlayışı. Geleneksel toplum değerlerini eleştirmesi, bu toplumsal düzenin olumsuz yanlarını kavrama bakımından önemlidir. Özellikle feodal kültürle örtüşük bu geleneksel değerleri olumsuzlamanın getirdiği tavır alış da, bakış açısının netliği önemli bir işarettir. Ayrıca mesleki anlamda da görülse, kültürel derneklerdeki aktif yöneticiliği ve örgütlü yaşamı savunmada (Halk ozanları kültür Derneği´nin 1977´den beri üyeliğini ve bir dönem sekreterliğini yapması) gösterdiği çabada, onun bu kentsel yaşam içerisindeki aktivitesini ortaya koymaktadır.

Bir sanatçının kitlelerle bağ kurmada izlediği yöntem de bu bakımdan önemlidir. Örneğin, hala tek bir edebiyat sanat dergisinin adını söyleyemeyen "şiir yazıcılarının", ´´halk ozanları´ bolluğunun gerçekliğinde, bu gerçeklikle hiç bir anlamda karşılaştırılmayacak Kaplani gibi birisinin sanat edebiyat dergilerinde ürünlerini yayımlaması, söyleşilerde bulunması da, bu yaşam biçiminin kültürel izlerini algılamak açısından üzerinde durulması gereken önemli unsurlarıdır.

Memur olmanın getirdiği kimi olumsuzlukları da gözden ırak tutmamak gerekiyor. Gündelik yaşam kavgası içerisindeki bir insanın, iğretileşmiş ilişkiler ve sistemin dayattığı edilgenliği de gözden ırak tutmamak gerekiyor. Bu Kaplani ve onun gibi kamu çalışanı sanatçıların büyük bir kesiminde böyledir. Çünkü, sistem biraz da o kurumlaşmanın kendisidir. Edilgenlik ve hayata yansıyan tek düzelik bu ilişkilerin yabana atılamaz bir yanıdır.

Evli ve üç çocuk babası olan Kaplani, şiir çalışmaları, yanı sıra kaset hazırlıkları ve genç sanatçıların eğitimiyle bu çizgideki yaşamını sürdürmektedir.
jockeя çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:32 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.