![]() |
|
![]() |
#1 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Ailede Stres ve Çocuk
![]() Geçmiş, geleceği etkiler Bir anne babanın küçükken başından geçen bir hadise veya anne babasından devamlı olarak gördüğü davranış tarzı onun stres etkenine karşı cevap durumunu aynı zamanda çocuğuna karşı uyguladığı eğitimi veya gösterdiği tepkiyi etkiler. Bununla birlikte bir ailenin şu anki durumunu ve stres etkenine karşı gösterdiği cevabı tam olarak değerlendirmek için onun geçmişindeki etkenleri hesaba katmak yerinde olur. Anne - babanın hayatında karşılaştığı her olay onların şu anki durumuna gelmesine ve kişiliğinin şekillenmesine negatif veya pozitif bir katkı sağlamıştır. Aynı zamanda aynı aile içerisindeki her bir çocuğun şu anki hemen her konudaki iyi veya kötü yönde etkilenmeleri de onların ileriki dönemde durumlarını belli edecektir. Faydacı davranmak Stres etkenleri, strese anne babanın verdiği cevabın, stres etkeninin süresinin, destek faktörlerinin, stres sonucunda ailenin aldığı konumun çocuğun gelişiminde kesin bir etkisi vardır. Bu çocuk isterse anne karnında bir çocuk olsun veya 6 aylık çocuk olsun hiç fark etmez. Bu stres etkenlerinin kısa ve uzun vadede bir çok etkisi olacaktır. Anne - babaya düşen görev bu etkilenmenin negatif etkenlerini en aza indirmesi, hatta bu stres ortamında bile çocuğu adına kazanımlar sağlamasıdır. Yapılması gerekenler 1- Çocuğa yönelik sevgi ve destek mesajlarının artırılması 2- Çocukta görülebilecek davranış değişiklikleri ve yukarıda sayılan belirtilerin fazlalığı durumunda gerekli psikiyatrik müdahalenin vakit geçirmeden yapılması 3- Stres etkeninden çocukları mümkün olduğunca korumaya çalışmak 4- Okul ve öğretmen ile işbirliğinin sağlanarak onların çocuğa yönelik ilgi ve desteğinin artırılması 5- Bu dönemde gelişebilecek madde bağımlılığı , riskli davranışlar olarak çocukların durumlarının takip edilmesi 6- Anne babanın mümkün olduğunca çocuğu ile yakınlık sağlayarak onun kendini ve duygularını ifade etmesine zemin hazırlamaları 7- Anne babanın bu durumdan etkilenmeleri durumunda vakit geçirmeden psikiyatrik yardım almaları 8- Çocukların bu dönem için mümkün olduğunca sosyal aktivite yönünden desteklenmeye çalışılması 9- Dinlenmeye ve stres ortamının etkisini azaltan faaliyetlere ailenin tamamının katılması 10- Çocuğun motivasyonunu ve moral durumunu artıracak kişilerle sık sık görüştürülmesi 11- Uzun dönemde stres etkeninin etkileri açısından uyanık olmak 12- Çocuğa gösterilen hoşgörü sınırlarını bu dönem için (stres etkeni geçene kadar) artırmak (bu arada uygunsuz olarak görülen davranış problemleri konusunda dikkatli olmak ) 13- Çocuğun olaylar karşısındaki duygusal ifadelerine değer vermek ve onları bazı konularda doğrular çerçevesinde rahatlatmaya çalışmak 14- Çocuğa ayrılan vaktin artırılarak ona olan desteğin her iki ebeveyn tarafından olmasını sağlamak 15- Önceden tahmin edilebilen stres etkenleri için önceden bazı tedbirleri almak ve çocukları bu olaylara hazırlamaya çalışma. Stres etkenleri Bir yakın yada arkadaş ölümü, taşınma, ayrılık, boşanma, göç, ekonomik zorluklar, bedensel hastalıklar, tabii afetler, sosyokültürel sorunlar, cinsel yada fiziksel istismar, ebeveynlerdeki madde bağımlılığı, çocuğa yeterli ilgi sevginin verilememesi, çocuğun sağlık bakımının yapılamaması, çocuktaki zeka sorunlarına paralel olmayan ondan aşırı beklenti içinde olma, işsizlik, yeni bir iş, ebeveynlerin işyerinde terfi alması ( iş yoğunluğunu ve başarı kaygısını artırarak çocuğa olan ilgiyi azaltabilir), yeni bir kardeş doğumu, toplumu etkileyen stres faktörleri, suça bulaşma ve sabıkalı olma, ikinci evlilik, anne babanın aşırı koruması, çocuğu çok aşırı kontrol, okur yazar olmama, okuldaki şiddet olayları, okul sorunları, eğitim sistemi ile ilgili sorunlar…vb. Anne-babadaki belirtiler Hayata karşı isteksizlik, kendi bakımında azalma, iş motivasyonunda azalma, ailesine olan ilgide azalma, uyku ve iştah değişiklikleri, konsantrasyon düşüklüğü, çabuk sinirlenme, tahammülsüzlük, çocuklarının sevgi ve duygusal ihtiyacını karşılayamama, yalnızlığa eğilim, sosyal çevrelerinde uyumsuzluklar, halsizlik, yorgunluk, madde bağımlılığına eğilim,ailesine ayrılan vakitte azalma vb gibi bir çok belirtiyi anne baba gösterebilir. Anne babadaki bu değişikliklerin muhakkak olarak işleyen aile yapısına, o ailede yaşayan bireylere ve elbetteki çocuklara çok önemli etkileri olacaktır. Çocuklarda görülen belirtiler Okul başarısında düşme, arkadaş ilişkilerinde sorunlar, sosyal aktivitelere karşı ilgisizlik, kendi özgüveninde azalma, tahammülsüzlük, çabuk sinirlenme, çok fazla uyuma veya uykusuzluk, iştahta artma veya azalma, olayları olumsuz değerlendirme, yalnızlığa eğilim, alınganlıkta artış, karşı gelme, riskli davranışlar, madde kullanımına eğilim, her şeyden çabuk sıkılma, sevdiklerinin başına bir şey gelecek korkusu, içe çekilme ve sessiz sakin olmayı tercih etme, okula gitmek istememe, konuşmaya ve etkileşime isteksizlik, sese ve olaylara karşı aşırı uyarılma, öfke patlamaları, aşırı hareketlilik görülebilir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Çocuk kaç yaşında idrarını tutabilir
İlgi Hastanesi Üroloğu Op. Dr. Hakkı Uzun, çocukların altını ıslatmaları konusunda şu açıklamalarda bulundu. Enürezis; bir çocuğun 3 yaşından sonra geceleri altını ıslatması olarak tanımlanır. Çocukların çoğu bu yaşta idrarını tutabilme yeteneğini kazanır. Kızlar genellikle erkeklerden daha erken dönemde idrarlarını kontrol edebilirler. 5 yaşında gelindiğinde çocukların %5’inde enürezis olduğu görülür. Bu çocukların her yıl %15’i kendiliğinden iyileştiğinden 15 yaşında gelindiğinde %99’u iyileşmiş olur. Bu çocukların anne ve / veya babalarında sıklıkla enürezis hikayesi vardır. Çocukların %15’inde geceleyin idrar kaçırma şikayeti sonradan gelişir, bu çocuklar başlangıçta bir süre idrarlarını tutmuş olurlar. Enürezis erkek çocuklarda kız çocuklarına nazaran 2 kat daha sık görülür. Bu hastaların %20’sin gece idrar kaçırma ile beraber gündüz de idrarlarını tutamazlar. Bu durumun muayene esnasında sorgulanması önemlidir; çünkü gündüz idrar kaçırmanın eşlik etmesi durumunda uygulanacak tedavi farklı olur. Bu çocuklarda gece altını ıslatmanın en önemli nedeni mesanenin nörofizyolojik gelişimini ve olgunlaşmasını geç tamamlamasıdır. Bazı hastalarda ailesel eğilim vardır. Eğer gece altını ıslatma ile beraber idrar yolu infeksiyonu da mevcutsa bu hastalarda önemli nörolojik hastalıklar bulunabilir ve çocuk ve aileler farkında olmadan böbrek yetmezliği gelişebilir. Gündüz idrar kaçırma, sık idrara çıkma ve idrar yaparken yanma şikayeti olan çocuklarda mutlaka Tam İdrar Tahlili, İdrar Kültür Antibiogram ve Üriner Sistem Ultrasonografi yapılmalıdır. Tedavide mesane eğitimi egzersizi, ilaç tedavisi veya alarm tedavisi uygulanır. Özellikle ilaç kullanan hastalara geceleri yatmadan 2-3 saat önce bütün sıvı alımları yasaklanmalıdır. Alarm tedavisinde başarı oranı çok yüksektir ancak aile ve çocuğun tedaviye uyumu gereklidir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Çocuklarımıza İslam’ı Nasıl Anlatmalıyız?
![]() Amaç güzel ve doğru olduğu halde, ona götüren yol da doğru değilse, çoğu zaman istenenin tersiyle karşılaşılır. Yüce İslam dininin bütünüyle hak, hayır ve fayda olan gerçekleri de eğer usulüne uygun olarak sunulmazsa ters teper. Bazı dindar aile çocuklarının dinden uzaklaşmalarının nedeni genellikle bu tür yanlış uygulamalardır. Zorlayıcı olmamalı Çocuklara bir şey anlatırken, zorlayıcı, mecbur edici tavırlardan titizlikle kaçınılmalıdır. Allah, sevgili Peygamberine de “zorlayıcı olmaması gerektiğini” ısrarla hatırlatıyor. Bizim görevimiz sadece tebliğdir. Hidayete getirmek, kalplerde iman ışığını yaratmak Allah’ın işidir. Görevimizi yapmalı Allah’ın işine karışmamalıyız. İnsanoğlu, özellikle gençlik çağında muhalefet etmekten hoşlanır. Muhalefet damarlarını tahrik etmekten uzak durulmalıdır. Hikmetle hareket edilmeli Gençlerin yetiştirilmesinde hikmetli hareket edilmelidir. Yapı ve yetenekleri iyi tespit ve teşhis edilmeli, nabızlarına göre şerbet sunulmalıdır. İnsanları eğitip yönlendirirken bu yapılar zorlanmamalı, sadece dengeleyip olumluya kanalize edilmelidir. Aksi halde tepkiyle karşılaşmak sürpriz olmayacaktır. İyi arkadaş edinmesine yardımcı olmalı Özellikle iyi bir arkadaş ortamı oluşturulmalı, bu onun da ilgisini çekecek unsurlarla cazip hale getirilmelidir. Faydalı sporlar, sanatsal kurslar, geziler, piknikler, izci kampları vs. bu gibi arkadaşlıkları pekiştirebilir. Bunu yapmazsanız bu boşluk zararlı olanla dolabilir. Örnek hayatlar lanse edilmeli Tarihimizden örnek şahsiyetlerin hayat hikayelerini roman akıcılığıyla sunmalıyız. Başka milletler, bu boşluğu hayalî kahramanlarla doldurmaya çalışırlar. Bizim öyle hayalî kahramanlara ihtiyacımız yoktur. Tarihimiz gerçek kahramanlarla doludur. Piyasada bu tür faydalı eserler çok şükür ki, oldukça boldur. Bizzat örnek olunmalı Örnek ve rehber sunma ihtiyacı için sadece uzak ve yakın tarihteki şahsiyetlerle boşluğu doldurmak yetmez. Biz de gençlere düzgün ve ideal yaşayışımızla örnek olmalıyız. Hal dili, söz dilinden daha etkilidir. Sigara içen birinin, başkasına “içme” demesi ne derece etkili olur? Bu yapılmadığı takdirde, Müslümanlığın ancak geçmiş çağlarda yaşanabildiği, günümüzde ise ideal prensiplerinin yaşama şansı olmadığı sanılır ve sürekli geçmişin hayal ve özlemi ile yaşanır. Faydalı yayınlar temin edilmeli Yaşına ve meraklarına göre yayınlar temin edilmeli ve bunlardan istifadesi sağlanmalıdır. Şu anda her seviyeye göre, her türlü yapıya hitap edici, son derece kaliteli, rengarenk kitap ve dergi mevcuttur. Bu konuda hiçbir masraftan kaçınılmamalıdır. Çocuklarımızın en az giyim ve beslenmelerine verdiğimiz önem kadar zihin ve ruhî beslenmelerine de özen göstermeliyiz. İyi bir hedef verilmeli Gençliğe amaç kazandırmalıyız. Onları yüksek gaye ve ideal sahibi yapmalıyız. Böylece çalışma azim ve enerjileri artar. Amacı olmayan, ya da himmeti düşük olanlar, yüksek amaç ve ideal sahibi başkalarına hedef ve yem olmaktan kurtulamaz. Amacı olan insanlar meydana getirilmelidir. Doğru ve güzel bakış açısı kazandırılmalı Bakış açısı kazandırmak en önemlisidir. Bu da kuvvetli bir iman ile mümkün olur. İmana ağırlık ve önem vermeliyiz. Meşhur misaldir: Bir kasa balık hediye etmektense balık tutmayı öğretmek daha faydalı olur. Gençlerimize öylesine sağlam bir iman perspektifi kazandırmalıyız ki, gezip seyrettiği her tabiat manzarasını, öğrendiği her ilmi o gözle değerlendirebilmelidir. Böylece, bütün hayatı tefekkür ve ibadet hükmüne geçer. Kök ve temelden başlanmalı İman köktür, esastır. Ağacın kökü ne kadar sağlam olursa, dalları o kadar gür, meyvesi de o kadar güzel ve kaliteli olur. İman da ne kadar sağlam olursa, dalları olan ibadet o kadar gür ve candan, meyvesi olan güzel ahlak da o kadar güzel ve olgun olur. Şu halde, yaş ve seviyelerine göre imanî bir bakış açısı kazandırılmalı ki, rahat ibadet edebilsinler, ahlakları güzel olsun. Çürük bir temel üzerinde gökdelenler dikebilir misiniz? İman Müslüman kişiliğin temelidir. Problemlerin kaynağına inilmeli Sıkıntılar ve aksaklıklar varsa, gerçek sebebini araştırmalıyız. Tıpta da durum böyledir. Ateşi olan bir hastaya, ateş düşürücü vermek çare değil. Meselâ, vücuttaki sancı, bir iltihaptan kaynaklanıyorsa o iltihap kurutulmalıdır. Tırnak yiyen bir çocuğa engel olmak amacıyla tırnaklarına acı ilaç sürmek çözüm olabilir mi? Bu defa da dudaklarını kemirecektir. Anormalliğin asıl sebebi teşhis ve tedavi edilmedikçe aksaklık başka bir şekilde ortaya çıkarak sürüp gidecektir. Şefkatle yaklaşılmalı Gençlerimize dostça, şefkatle yaklaşmalı. Bu hem halimizde, hem de söz ve üslubumuzda kendisini göstermelidir. Gerek kendi hayatımıza, gerekse etrafımızdaki insanlara baktığımızda böylesi bir şefkatli elden iman denilen hayat iksirini içen, böylece iki dünyası kurtulan pek çok örnek görebiliriz. Böylesi şefkatli simaların bakışları, tomurcuklar açtıran güneş; nefesleri, ruhları okşayan meltem; sözleri yaralı gönüllere merhemdir. Hatıraları da en sevgili bir babanın ki kadar sıcak ve özlem doludur. Uygun zamanları kollamalı Gençlerimizin almaya istekli bulunduğu anları kollamalıyız. Aç ve iştahlı iken yenen bir yemeğin ancak, faydası olabilir. İsteksiz, şevksiz ve heyecansız iken dünyanın en açık ve faydalı hakikatini de takdim etseniz gereği gibi alınmaz, sindirilmez ve yarayışlı olmaz. Çocuk, İslam’ın güç ve cazibesinden emin olmalı Nasıl bir ortamda bulunursa bulunsun, her genç doğuştan hakikatin müşterisidir. Onda buna yatkın bir potansiyel vardır. Günümüz Batı dünyasında, her gün her türlü nefsanîliğin içinde büyüyen çok sayıda gencin Müslümanlığı seçmesi, bunun açık bir kanıtıdır. Bugün dünyada en çok yayılan din İslam’dır. İslam’ın hiçbir rakip cereyandan endişesi yoktur. O kendi kendisini müdafaaya kadirdir. Birçok mensubundan gölge etmemekten başka bir ihsan da istememektedir. Bu gerçek bilinmeli ve İslam’ın tebliği hiçbir gençten esirgenmemelidir. Seviyesine göre anlatılmalı Gençlerin seviyesine inmek, anlayacağı bir dille anlatmak da şarttır. Dinî hakikatler genellikle soyuttur. Anlaşılması, idrak edilmesi kolay değil. Bu nedenle Kur’an, Hz. Peygamber ve İslam büyüklerinin metoduna uyarak meseleleri temsil ve örnekle akıllara yaklaştırmalıyız. Günlük hayattan, yaşayıp gördüklerinden temsiller getirmeliyiz. Temsil ve örnek, soyut gerçeği hem kavratır, hem de zihinde kalıcı hale getirir. Anlatırken mütevazı olunmalı Anlatırken öncelikle kendi nefsimizi muhatap kabul etmeliyiz. Kendimizi düzeltmeyi esas almalıyız. Çocuğumuz da olsa başkasını kendi ders arkadaşımız gibi görmeliyiz. Yoksa, hep kendimizi satıcı, başkalarını ise almaya muhtaç durumda görmek, hem ihlasa ters, hem de tesiri azaltan yanlış bir metottur. Bıktırmadan tekrar etmeli Bıktırmadan tekrar etmeliyiz. Bıktırmaması için de, aynı hakikatleri değişik yöntemlerle, farklı üsluplarla sunmalıyız. Kur’an’ın, aynı gerçeği farklı kıssalar, aynı kıssayı da farklı üsluplarla sunması bizim için güzel bir örnektir. Allah’ın rızasını esas almalı Allah’ın adıyla ve onun rızası için anlatmak. Kişisel hislerimizi işe karıştırmamak. Çocuk üzerinde en büyük hak sahibi, onu hiçten alıp aşamadan aşamaya geçirerek şekillendire şekillendire sevimli ve mükemmel bir insan halinde yaratan Yüce Allah’tır. Dolayısıyla öncelikli olarak O tanıtılmalı ve sevdirilmelidir. Bize karşı hayırlı bir evlat olması da zaten buna bağlıdır. Zaman/Ailem
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Zeki çocuklar da öğrenme güçlüğü yaşıyor
Zekanın önemli kısmının genetik olduğu belirtiliyor. Bir çocuğun zeki olması her zaman kolay öğrenebileceği anlamına gelmiyor. Zeki çocuklar da öğrenme ve algılama güçlükleri yaşayabiliyor. Her anne baba çocuğunun çok zeki olmasını ister, hatta öyle olduğunu düşünür. Bebeklikten itibaren yaptığı her şey gözüne çok büyük başarı gibi görünebilir. Ancak dikkatli anne babalar çok zeki gibi görünen çocuklarında bir şeylerin eksik olduğunu hissedebilir. Çocuğun geç konuşması, geç yürümesi, fiziksel motor hareketlerini yaşına göre tam yapamaması, bazen dalgınlaşması, özellikle okula başladıktan sonra okumayı normalden geç sökmesi, kelimeleri tersten okuması gibi birçok şey aslında bir yerlerde sorun olduğunu gösterir. Bu tür belirtiler görülen çocuk, zeki olmasına rağmen öğrenme güçlüğü yaşıyor demektir. Öğrenme güçlüğü Türkiye’de yüzde 9 gibi yüksek bir oranda görülüyor. Yani Türkiye’de ilkokula giden her yüz çocuktan 9’unda öğrenme güçlüğü sorunu var. Bunun çok yüksek bir rakam olduğunu belirten Prof. Dr. Adnan Yüksel, bu durumun Türkiye’nin en büyük problemi olduğunu söylüyor. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ve Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Adnan Yüksel, öğrenme güçlüğünün sebeplerini, korunma yollarını ve tedavisinin nasıl yapılacağını anlattı. Zekayı “alışılagelmemiş olayları çözme yeteneği” şeklinde tanımlayan Prof. Adnan Yüksel, zekanın dikkat, anlama, iletişim, davranış, bellek, zaman-mekan oryantasyonu ve entelektüel fonksiyonların bir bileşimi olarak ortaya çıktığını belirtiyor. Zeka geriliği ile karıştırılmamalı Öğrenme güçlüğünün zeka geriliği ile karıştırılmaması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Adnan Yüksel, bu sorunu yaşayan çocukların çok zeki olduklarını; ancak zekayı oluşturan bileşenlerden sadece entelektüel fonksiyonlarda bozukluk yaşadıklarını vurguluyor. Yüksel’in verdiği bilgilere göre, entelektüel fonksiyon okuma, yazma ve aritmetik hesaplamadan oluşuyor. Çocuğun entelektüel fonksiyonunun geri olduğu şu üç belirtiden anlaşılıyor: 1. Çocuk yaşına göre geri olur. Takvim yaşı 5 ise 5 yaşındaki çocuktan beklenen zekaya göre okuması yazması ve aritmetik hesabı geri olur. 2. Kendi akranlarına göre geri olur. 3. Çocuğun kapasitesi ile performansı arasında farklılık vardır. Aslında kapasitesi çok iyidir; ama performansı azdır. Prof. Dr. Adnan Yüksel’in anne-babalara tavsiyesi: Çocuklarınızla devamlı konuşun, oyunlar oynayın İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ve Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Adnan Yüksel, çocukların beynini kullanmasının çok önemli olduğunu söyledi. Adnan Yüksel’in anne-babalara önemli tavsiyesi; Çocukla devamlı konuşun. İlgi gösterin. 1 aylık bile olsa boş boş bakmasın, karşısına geçip oyun yapın. Çocuğu devamlı canlı renkli, ses çıkaran legolarla oynatın. Okul öncesi dönemde belirtileri Okula başlayan çocukta öğrenme güçlüğü daha kolay anlaşılıyor; ama bu yaş eğitim için geç bir dönem. O yüzden anne babaların çocuklarını iyi gözlemleyip sorunu erken yaşta fark etmeleri tedavi şansını artırıyor. Peki, okulöncesi dönemde okuma-yazma ve matematik eğitimi alınmadığına göre bozukluk nasıl anlaşılacak? 1- Konuşma gecikmesi: Her konuşma gecikmesi öğrenme güçlüğü değil; ama önemli bir bölümünde öğrenme güçlüğü gelişebiliyor. 2- Yaşıtlarına göre performansının iyi olmaması: Bu fiziksel olabilir. Biraz sakardır. Bir şey taşıyacağı zaman düşürür. Normal bir çocuk iki aylıkken başını tutar, 6 ayda oturur, 7-8 aylıkken döner, 9 aylıkken emekler, 1 yaşında yürür. Bunlar biraz gecikebilir. 3- Anne babalar düşünerek değerlendirdiği zaman birtakım şeylerinin eksik olduğunu hisseder: Çocuk soru sorulunca hemen cevap vermez. Diğer çocuklara göre çekingendir. Prof. Dr. Adnan Yüksel’in anne-babalara tavsiyesi: Çocuklarınızla devamlı konuşun, oyunlar oynayın İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ve Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Adnan Yüksel, çocukların beynini kullanmasının çok önemli olduğunu söyledi. Adnan Yüksel’in anne-babalara önemli tavsiyesi; Çocukla devamlı konuşun. İlgi gösterin. 1 aylık bile olsa boş boş bakmasın, karşısına geçip oyun yapın. Çocuğu devamlı canlı renkli, ses çıkaran legolarla oynatın. Okul dönemindeki belirtileri Her çocuk, 1. sınıfın ilk üç ayında genellikle okumayı söker. Öğrenme güçlüğü olan çocuk hemen sökemez. Sene sonuna doğru ancak sökebilir. Okusa bile kelime atlar veya kelime ekler. Veya sesin vurgusunu ayarlayamaz. Yazamaz, yazarken harf hatası yapar. e’leri i yazar, düzensiz yazar, bitişik yazar. Harf atlar, ‘ev’ yerine ‘ve’ yazması çok tipik bir belirtidir. ‘Hilal’ yerine ‘ilal’ okur. Satır atlar. Okurken ters okur. Ayna yansıması gibi ‘ali’ yerine ‘ila’, ‘tarık’ yerine ‘kırat’ okur. Çocuk uzayla ilgili şeylerden konuşurken anne baba çok zeki olduğunu düşünür; ama bir türlü iki kere iki dört dedirtemez. Pratik olarak söyleyemez. Bir türlü çarpım tablosunu ezberleyemez. 3. sınıfın sonunda her çocuk bunu öğrenmiş olmalı. Günleri, ayları, mevsimleri sırayla sayamaz. Tarih okurken 2005 yerine 2004 okur. Yönelim bozukluğu vardır. Sağını solunu karıştırır. Kuzey yerine güneyi gösterir. Araba kullanırken sağa döneceğine şaşırır, sola döner. Sakardır. Düğme ilikleyemez. İpi iğneye geçiremez. Bisiklet sürerken çok iyi değildir. İnce motor ve kaba motor hareketleri geridir. Bellekleri de iyi değildir. Biraz önce dinlediğini unutabilir. Bu çocuklar evde yapacağı dersi unutur. Ödev yaptıramazsınız. Konsantrasyon bozukluğu vardır. Çantasını okulda unutur, atkısını kaybeder. Yatağını düzeltmez. Düzensizdir; ama cin gibidir. Öğrenme güçlüğünün düzeltilmesi için normal okul eğitimi yetmez. 8 yaşına kadar bu belirtiler azalır ve sonra kaybolur; ama bozukluk tedavi edilmezse ömür boyu devam eder. Profesör de olsa okurken satır atlamaya devam eder. Çocuk genetik olarak anne babasından ne kadar etkilenir? Annede öğrenme güçlüğü varsa çocukta da yüzde 25 olacak diye kesin bir şey yok. Olma ihtimali genel orandan biraz daha yüksek. Öğrenme güçlüğünün 1. derece akrabalara geçme ihtimali yüksek. 2. derece akraba olunca, dedede olan hastalık oğluna geçmemişse torununa da geçme ihtimali çok az. Ama oğluna geçme ihtimali fazla. Öğrenme güçlüğünde çocuğun düşüp başını vurması çok etkilidir Bir çocuğun öğrenme güçlüğü yaşamasında, doğumda oksijensiz kalması, annenin bebeği küçük doğurması, beslenme yetersizliği, çocuğun enfeksiyon geçirmesi, çocuğun metabolik bir hastalığının olması, ailede birtakım risk faktörlerinin olması gibi sebepler etkilidir. Ama en büyük sebep yüzde 90 oranında genetik, yani anne babadan gelen bozuk etkilerdir. Öğrenme güçlüğünü etkileyen 20-25 gen vardır. Bununla birlikte çevre faktörleri de çocuğun öğrenmesini etkiler. Öğrenme güçlüğü için düşme çok önemlidir. Çocuk küçük yaşta düştükçe beyin hücreleri ölüyor. Beyin suyun içindedir. Düşünce hem önden hem arkadan etkilenir Kesinlikle düşmemeli, kafasını vurmamalı. Hücre öldüğü zaman kalan hücrelerle çalışmak farklıdır. Futbol oyununu düşünün. 11 kişiyle oynamak farklı, oyuncular ne kadar iyi olursa olsun 8 kişiyle oynamak farklı. 8 kişiyle çocuğu götürüp LGS’ye, üniversite sınavına sokmamak lazım. Küçük yaşta enfeksiyon geçirirse, menenjit olursa çok ateşlenirse, çeşitli metabolik hastalıklardan muzdarip olursa, bunlardan oluşan toksik maddeler genleri bozar. Genler ise çok çeşitlidir. Genlerin nasıl çalıştığı, neyin sebep neyin sonuç olduğu bilinmiyor. Dolayısıyla bir öğrenme güçlüğünde 20 gen etkili; ama bu genler nereden etkilenir? Anne doğum öncesinde ne yer, ne içer, nasıl davranır, nasıl streslenir, o gün aldığı protein miktarı, vitamin, element miktarı ne kadardır? Bilmiyoruz. Bunların hepsi çocuğu etkiler. Sistem o kadar mükemmel ki, bu kadar karışıklığın içinde mükemmel bir intizam var. Biz ancak risk faktörü olarak söylüyoruz. Beyindeki kayıtta bozukluk vardır Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların beynindeki kayıtlarda bozukluk vardır. Okurken harfler seslere, sesler hecelere, heceler kelime ve cümlelere çevrilir. Beyin bu sırada kayıtta ‘ve’ yerine ‘ev’ kaydetmişse bunu belleğe atar. Kayıt yanlış alındığı için kullanırken de yanlış gelir. Bu çocuklarda genelde uzun süreli hafıza iyidir; ama kısa süreli bellek kötüdür. Bir şeyi öğrenir; ama yanlış öğrenir. Yanlış öğrendiği zaman da sonuç yine yanlış olur. Bu psikolojik bir hastalık değil tamamen organik bir rahatsızlıktır. Beyinde anatomik olarak öğrenme merkezi vardır. Bu normalde sol tarafta daha büyüktür. Bu tür çocuklarda bu ya sağdaki ile eşit ya da daha küçüktür. Anatomik olarak bunların beyin gelişiminde birtakım farklılık vardır. Öğrenme güçlüğünün tedavisi erken ve sürekli eğitim Öğrenme güçlüğü tespit edilen çocuk ile hemen eğitime başlanmalı. Eğitim süreklilik ister. Bu konuda maddi bütün imkanlar seferber edilmeli. Çünkü en büyük hizmet insana hizmettir. Erken eğitim üç safhadan oluşuyor: Bireysel eğitim: Beyni kullanmak için bu çok önemlidir. Çocukla devamlı konuşun. İlgi gösterin. 1 aylık bile olsa boş boş bakmasın, karşısına geçip oyun yapın. Çocuğu devamlı canlı renkli, ses çıkaran legolarla oynatın. Çocuğa ne kadar çok ilgi gösterirseniz öğrenmesi o kadar gelişir. Çocuk nerede eksikse onun üzerinde durulmalı. Kekeliyorsa aynanın karşısında eğitilmeli. ‘Ve’lere ‘ev’ diyorsa yüz tane ‘ve’ yazdıracaksınız. Beyin ‘ev’ ile ‘ve’yi yavaş yavaş algılayacak. Çocuğun yazması eksikse saatlerce yazdırmalı. Sorun matematikse eğer, iki kere iki dördü bir çocuk iki tekrarda alır, öbürü 18’de alır, ama alır. Beynin böyle bir özelliği var. Bu kötüye giden bir hastalık değil, statik bir durum. Hücre ölse bile, beyin yavaş da olsa yeniden hücre oluşturabilir. Kalan hücreler de ölen hücrenin görevini üstlenir. Konuşma terapisi: Bireysel eğitimin yanında ayna karşısında bilgisayarlı veya elle eğitim yaptırılır. Bu uzman terapistlerle yapılır. Aileler tek başına yapamaz. Grup tedavisi: Grup içine girip, çevresindeki insanlardan bir şeyler öğrenmeli ve onlara da öğretmeli. Çocuğun mutlaka okula gitmesi lazım. El becerilerini artırma gibi aktiviteler yaptırılmalı: Olmayan veya eksik olan şeyleri bu şekilde tamamlayacaktır. Böyle bir eğitimle mükemmele yakın bir sonuca ulaşmak mümkündür. Öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklarda nöbet görülme oranı toplumun geneline göre fazladır. Bu çocuklar yersiz gülebilir, dalabilir, yutkunabilir, birden uyuşabilir, boş boş bakabilir. EEG çekilmeli. Veya bunlarda hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı olabilir. Yine erken yaşta yakalanıp eğitimi sağlanabilir. Öğrenme güçlüğü zeka geriliği ile karıştırılıp bu şekilde tedavi edilmeye kalkışılırsa bilişsel fonksiyonlarda sorun çıkabilir. Bu yüzden testler yapılmalı. Zeka geriliği ile öğrenme güçlüğünü aile tek başına ayıramaz. Özel eğitimcilerden yardım istenmeli. Prof. Yüksel: Bebeğe kitap okuyun Anne ne kadar entelektüel ise çocuğun da öyle olma şansı büyüktür. Kitap okuma hamilelik döneminde etkiler. Biz açıkçası çoğu şeyi bilmiyoruz. Okuma beynin daha aktif olmasına, bazı proteinlerin üretilmesine, çocuğun da uyarılmasına neden olabilir. Bu konuda çok bilimsel veri yok. Böyle şeyleri deneysel yapmak da mümkün değil. İnsanda böyle çalışmalar yapmak çok zor; çünkü herkesin genleri, çevre şartları farklı. Zekayı etkileyen çevre faktörleri çok önemli. Onun için diyoruz ki çocuğunuza devamlı gülün, onu güldürün, takip edin, ilgi gösterin, hoş tutun ve konuşturun. Hamileyken de konuşulabilir. Etkisiyle ilgili elimizde bilimsel veri yok, olması da mümkün değil; ama ben bir nörolog olarak çocuğun olumlu etkilendiğine inanıyorum. Çocuğa annesinin bakması ile başkasının bakması arasında zeka gelişimi açısından fark olur. Çünkü annenin 6. hissi, ayrı bir refleksi vardır. Annenin yerini ne baba tutar ne başka akraba. Annelerin çok yorucu işlerde çalışmasına karşıyım. Çocuk üç yaşından önce kreşe verilmemeli. Üç yaşına kadar evde anne ve yakınları bakmalı. Çocuğun zekasını geliştirmek için; - Onunla çok ilgilenin. - Düşmeye, enfeksiyonlara karşı koruyun. - İyi ve düzenli besleyin. Haftada 1 defa balık, tavuk, kırmızı et almalı. Kırmızı et kas gelişiminde ve demir eksikliğinde çok önemlidir. Zeka için demir eksikliği olmamalı. Bakır, çinko gibi eser elementlerin yeterli olup olmadığına mutlaka bakılmalı. Vitamin ara ara verilmeli. Gıdalar günlük taze olmalı. Yoğurt, süt ve muhallebi dışında sebze-meyveler de taze olmalı. Buz dolabında üç günden fazla duran et demir eksikliğini gidermez. Hamilelik döneminde ne yapılabilir? Çocukta öğrenme güçlüğü oluşmaması için hamilelik döneminde anne çok iyi beslenmeli. Oranlara göre yağ, karbonhidrat, protein, mineral ve vitaminleri dengeli almalı. Çok karbonhidrat almamalı. Suni gıdalardan uzak durmalı. Rafine edilmiş gıdalardan kaçınmalı. Çünkü bunlarda serbest radikal miktarı artıyor. Bu tür gıdalarda koruyucu birtakım maddeler kullanılıyor. Elimizde çok veri yok; ama rafine gıdalarda, çok kavrulmuş gıdalarda toksik (zehirli) madde oranı fazladır. Hamilelikte, Batı tarzı fast food türü beslenmelerde kavrulmuş gıdalar ve doymamış yağların çok fazla alınması, meyve ve sebzelerin orantılı olarak alınmaması zeka geriliği için önemli bir risk faktörüdür. En önemli çevre faktörlerinden biri de strestir. Stres, yağlı yemek veya hipertansiyon kadar önemlidir. Çünkü, bütün genleri etkiler. Anne adayı mümkün olduğunca stresten uzak durmalı, çevresi de bu konuda yardımcı olmalı. Sigara çocuğun zekasını kesinlikle kötü etkiliyor. Çocuğun düşük doğum ağırlığında doğmasına sebep olduğu kesin. Bebek küçük doğunca beyin de küçük doğuyor. Alkol çok büyük hata olur. Hamile kadınlar çok gezmemeli. Bilmediği yerlerde, tatil yerlerinde temizliğe çok dikkat etmeli. En iyisi kendi hazırladığı yemeği yemesi. Ne kadar temiz de olsa yabancı biri yapıyor dışarıdaki yemekleri. Düzenli aktiviteleri olmalı. Ultrason ve kan tahlilleri düzenli yapılmalı. Diyabet iyi incelenmeli. Metabolik hastalıklara, hipertansiyona, böbrek hastalığına çok dikkat etmeli. Anne sütü almamak zekayı etkiler mi? Anne sütü ile ilgili çok veri yok. Bu tür çalışmaları yapmak da mümkün değil. İnsanlar çevre faktörlerinden çok etkileniyor. Eşit şartlarda süt verilse bile toplumdan kazandıkları tecrübe farklı olacaktır. Yaygın gelişimsel bozukluk son 20 yılda arttı. Bunun sebebini araştırırken son 20 yılda nelerin değiştiğini düşünmek gerekiyor. Anne sütü alımının azalması, suni gıdaların artması, pestisit (böcek ilacı) kullanılan meyvelerin ve sebzelerin yenmesinin artması gibi çok şey değişti. Şehirde yaşayan insan sayısının artmasıyla kurşun ağırlıklı solunum problemi ortaya çıktı. Anne sütünün enfeksiyonlara karşı bağışıklık yaptığı kesin. İçeriğinde mikroplara karşı duran birtakım antikorlar var. Zekaya etkisini ölçmek mümkün değil; ama benim kanaatime göre anne sütü zeka gelişiminde çok önemlidir. Zaman
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Tamamen bağımsız çocuk, disiplinsiz çocuktur
Anne babalar çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalışırken, bir yandan onları kendi ayakları üzerinde durmaya teşvik ettikleri gibi, diğer yandan onları da otonom (bağımsız) olmaya yönlendirmektedirler. Uzun yıllar üniversitelerde ders vermiş bir psikolog, otonom çocuk yetiştirmeyi “başa bela” yetiştirmekle eşdeğer görüyordu. “Hayatı “benmerkezci” olarak algılayan çocukların ne zaman ne yapacağı ve kimin başına hangi belayı açacağı bilinmez.” diyordu. Böylesi bir çocuk için hayatın anlamı zevktir. Hayatın anlamı özgürlüktür. Hayatın anlamı “ben”dir. Geri kalanlar ise “sizin problemlerinizdir”. Ona göre, “problem çözmek ve başkalarının derdi ile dertlenmek bir ahmaklıktır”. Belki çocukluklarda, bebeklik yıllarındaki o sempatik ve sevimli hal bu çirkin davranışın çirkinliğinin görünmesine engel olabilir. Ancak, çocuk yetişkin olmaya başladıkça ve ergenliğe doğru adımlar atıldıkça, otonomi çocukların anne ve babaları için birer kâbus halini alabilir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Aşırı güven duygusu çocukları egoist yapar
Üniversite ikinci sınıfta, “çocuk psikolojisi” dersine gelen Hollandalı bir profesörün sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Klinik psikiyatr olan hocamız Cees Van Der Hilst şöyle söylemişti: “Çocuklarımıza kendi ayakları üzerinde, kimseye muhtaç olmadan yaşaması gerektiğini öğretirken, ne yazık ki biz, büyük bir hata yaptık. Hastalıklı ruha sahip insanlar yetiştirdik. Korku, panik ve güven duygusundan yoksun. Hayatı hep bir savaş gibi algılayan bir toplum haline geldik. Benim kliniğime gelen hastalarımın birçoğu, kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi verirken, yorulup pes eden veya yıkılan kişilerden oluşuyor. Ben, sağlıklı insanı, ‘kendi ayakları üzerinde durabilen değil, başkaları ile yardımlaşarak ayakta durmaya çalışan insan’ olarak tarif ediyorum.” demişti. Bu sözler, emekliliğine az kalmış ve tüm ömrünü on binlerce ruh hastasını gözlemleyerek geçirmiş, yaşlı bir psikiyatrın samimi tespitleri idi. O halde, anne ve babalar, çocuklarını yetiştirirken, çocuklarının, ileride taşıyamayacağı bir yükün altına girmelerini teşvik etmek, tek başına ayakta kalma mücadelesine yönlendirmek yerine, onları, sosyal çevreyle dayanışarak hayatlarını sürdürmeye teşvik etmelidirler. Hayat bir savaş değil Sırtına, taşıyamayacağından fazla yük yüklenmiş, hayatı bir mücadele ve ayakta kalabilme savaşı olarak tanımış çocuklar, korku, endişe ve şüphe içinde kalarak etraf ile iletişim kuruyorlar. Her an kendisinin bir darbe alacağını, her an aldatılacağını ve her an mahvolacağının endişesi ile çevrelerine şüphe ile bakıyorlar. Ve, bu gergin bekleyiş bir gün akıl zembereğinin boşalmasına kadar devam ediyor. Kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi veren çocuğun hali, bir deniz yolculuğuna çıkmış şu yolcunun haline benziyor: Bir adam, uzun bir yola çıkmak üzere gemiye biner. Çıktığı bu yolculukta, kimseye muhtaçlık duymadan ve kendi ayakları üzerinde yolculuğunu sürdüreceğine inanır. Kimseye güven duymamaktadır ve sırtındaki yükü de bu yüzden yere koymamaktadır. Kendisinin bu garip tutumuna şahit olan diğer yolcular, “Kendine yazık ediyorsun, yolculuğumuz çok uzun, sırtındaki yükü indir ve dinlenmek üzere otur.” dediklerinde, onun cevabı “Hayır ben eşyamın kayıp olmasını istemiyorum. Kendi ayaklarım üzerinde durabilecek ve kendimi idare edebilecek gücüm de var.” diye cevap verse, ne kadar akıllıca bir cevap olmuş olur? İnsan uzun deniz yolculuğuna çıkmış bir yolcu gibidir. Geminin kaptanına güvenmelidir. Sırtındaki yükü güven içinde yere indirmeli, aynı gemide yolculuk yapan diğer yolcularla tanışmalı ve dayanışmalıdır. Yoksa bu yolculuğun belli bir noktasında, taşımaya çalıştığı yükün ağır baskısı altında kalarak yere yığılabilir. Hollanda Devlet İstatistik Enstitüsü (CBR)’nün yaptığı araştırmaya göre, Hollandada 8-11 yaş arası çocukların yüzde 7’si ağır psikolojik problem yaşıyor. Yine aynı kurumun yaptığı araştırmaya göre, stres ile tanışma yaşı 8 yaşına inmiş. Halbuki daha ergenlik çağında bile olmayan bu çocuklar için hayat, rengarenk ve eğlence dolu bir lunapark gibi olması gerekirken, ne oldu da daha hayat yolculuğunun başladığı ilk yıllarda çocuklar ağır psikolojik problemler yaşıyorlar?
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Suç işleyen çocuğunuza ödül verin!
Çocuğunuz, sizin istemediğiniz bir davranışı sergiliyorsa reaksiyonunuz nasıl olur? “Önce konuşurum, sonra ikaz ederim, hâlâ aynı davranışta ısrar ediyorsa ceza veririm” mi diyorsunuz? Sanırım suç işleyen bir çocuğa mükafat vermek çoğumuzun başvurduğu bir yöntem değildir... Öyle ya, ‘mükâfat, güzel davranışın karşılığında verilir’ diye biliyoruz. Aslında bildiğimiz şey pedagojinin bugün ulaştığı nokta açısından doğru. Ancak pedagoji biliminin yarın ulaşacağı noktaya göre baktığımızda görüyoruz ki, suç işleyen çocuğa ceza vermek çok da doğru değildir. Çünkü ‘ceza’ dışa dönük bir terbiye metodudur ve baskıcıdır. Ceza ile çocuk, iç dünyasında kabullenmediği bir davranışı, dış baskı ile kabul etmeye zorlanmaktadır. Vicdanda kabul görmeyen davranışlar samimi olmaktan uzaktır. Bir davranışın çocuk tarafından kabul edilebilmesi için, çocuğun iç dünyasında ve vicdanında o davranışın kabul görmesi gerekir. Vicdanın kabul etmediği ve iç dünyanın benimsemediği davranış çocuğun içte farklı, dışta farklı kişilik sergilemesine sebep olabilir. Çocuk, ceza korkusu ile, belki istediğiniz davranışı sergiliyor olsa bile, üzerindeki ceza baskısı kalktığında, yeniden ve belki de daha da ağırlaşmış bir yanlış davranışa yönelebilir. O yüzden suç işleyen çocuklara ceza verirken çok iyi düşünmek gerekir. Çocuklarda yanlış davranış karşısında mükâfat verilmesi, ceza verilmesinden daha olumlu sonuçlar doğurur. 8-10 yaşlarında bir çocuğunuz var. Evde misafirleriniz olduğunda sizi misafirlere karşı hep mahcup ediyor. Siz ne zaman konuşmaya başlasanız, kullandığınız cümleleri alaya alarak ve eğip bükerek size karşılık veriyor. Ne kadar ikaz etseniz de bu davranışından vazgeçiremiyorsunuz. Sanırım sizinle böyle dalga geçen bir çocuğa mükafat vermek, aklınızın ucundan bile geçmez değil mi? Örneğimizi biraz daha zorlaştıralım. Siz dindar bir insansınız ve maneviyata çok önem veriyorsunuz. Abdest alıp namaz kılıyorsunuz. Namaz kılmak için ezan okuduğunuzda, çocuğunuz karşınıza geçiyor ve ezan ile dalga geçiyor, dil çıkartıp “bö bö böö” diyerek sizi tahrik ediyor. Ne yapardınız? Ezan ile dalga geçen çocuğunuza, mükafat verir miydiniz? Vermezdiniz, değil mi? Günümüz pedagoji bilimi de böyle bir çocuğun mükafatı hak ettiğini söyler. Ama tarihin sayfalarını geriye doğru çevirdiğimizde, bu günün pedagoji bilimini çokça geride bırakan farklı bir yöntemle karşılaşıyoruz. Yukarıdaki örneğin bir benzerini, Peygamber Efendimiz (sas)’de görüyoruz. Bir gün kendisi mescide doğru ilerlerken, okunan ezan ile dalga geçen çocukları görür. Çocuklar yol kenarındadır ve Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara selam vererek yaklaşır. Sonra ezan ile dalga geçen çocuğa “Ne kadar da güzel sesin var.” der. Çocuk bir peygamberin karşısında kendini muhatap olarak görünce şaşırır. Şaşkınlığını henüz üzerinden atamadan, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğun saçlarını okşar ve “Mescitte de bu güzel sesinle ezan okur musun?” diye sorarak onun elinden tutup mescide götürür. O çocuk o günden sonra mescitte müezzinlik yapmaya başlar. İsmi Ebu Mansure olan bu Sahabe Efendimiz (ra), mescitte uzun bir süre müezzinlik yapar ve saçlarını ömür boyu kesmez. Çokça uzayan saçlarını kesmesi konusunda tavsiyede bulunanlara da öfkelenerek “O saçları kim okşadı bilmiyor musunuz?” diyerek, Peygamber Efendimiz’e (sas) olan muhabbetini dile getirir. Yukarıdaki olayı analiz edelim: Suç işleyen bir çocuk var ve ezanı hafife alıyor. Tıpkı kendi evimizde bizim okuduğumuz ezan ile dalga geçen çocuk gibi. Bu suç karşılığında Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl davranıyor? Çocuğu yanına çağırmıyor, aksine, onun yanına kadar gidiyor. Bu, çocuğa değer vermektir ki “duygusal bir mükafat”tır. Arkadaşlarının yanında, çocuğun sesinin ne kadar güzel olduğunu söylüyor. Bu ise ikinci mükafattır ki buna da “sosyal mükafat” diyoruz. Daha sonra çocuğun saçını okşayarak, üçüncü kez mükafat vermektedir. Son olarak da elinden tutarak onu mescide müezzin olarak tayin etmektedir ki bu da dördüncü mükafattır. Halbuki, Peygamber Efendimiz (sas), suç işlemiş bir çocuğun davranışını değiştirmek için cezaya başvurmadı. Aksine art arda dört defa mükafat verildi. Teneke çalan çocuklar Bir şahsın kapısının önünde bir grup çocuk teneke çalarak gürültü yapıyorlardı. Mahalleli ne kadar müdahale ettiyse de çocukları bu davranışlarından vazgeçiremediler. Bir gün, önünde gürültü yapılan evin sahibi, dışarı çıkarak çocukların yanlarına gitti. Onlarla konuşup bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre, çocuklar günün belirsiz vakitlerinde gelip gürültü yapmayacak, aksine anlaştıkları bir saatte gelecekler ve o saatte gürültü yapacaklardı. Anlaşmaya göre yapacakları gürültü karşılığında ise bu şahıstan para alacaklardı. Çocuklar bu anlaşmadan memnun oldular ve ertesi gün anlaştıkları saatte kapının önüne geldiler. Tenekelere, ellerindeki sopalarla vurarak gürültü yaptılar. Bir süre sonra, anlaşma yaptıkları şahıs kapıda göründü. Çocukların yanına gelerek, anlaştıkları şekilde bu gürültünün karşılığında belli bir ücret verdi. Çocukları evlerine gönderdi. Çocuklar ertesi gün anlaştıkları saatte yeniden kapının önüne geldiler ve yeniden gürültü yaptılar. Şahıs yeniden çıktı ve çocuklara anlaştıkları parayı verdi. Ancak adamın, her seferinde evden geç çıkmasına kızan çocuklar, adamı ikaz ettiler ve geç gelmemesini söylediler. Ertesi gün mutat saatte çocuklar yine geldi ve gürültü yapmaya yeniden başladılar. Çocuklar uzun süre gürültü yaptıkları halde, şahıs yine gecikerek evden çıkıp çocukların yanına geldi. Çocuklara, artık anlaştıkları parayı vermekte zorlandığını söyledi. Çocuklar ile yeni bir anlaşma yapmak istediğini belirtti ve sordu: “Acaba şu anda anlaşmış olduğumuz ücretin yarısını versem, yine gelir misiniz?” Çocuklar, zaten paralarını geç teslim eden şahsın bu teklifine kızdılar ve kabul etmediler. Zaten bu iş için boşa zaman harcadıklarından bahsettiler. Diğer çocuklar oyun oynayıp güzel vakit geçirirken, kendilerinin bu iş için kenarda oturup saatlerce beklediklerini ve şahsın yeni teklifini kabul etmediklerini ve bir daha da buraya gelmeyeceklerini söylediler. Bu örneği de incelediğimizde ceza karşısında davranışlarını değiştirmeyen çocukların, mükafat aracılığı ile kötü davranışlarının kontrol altına alındığına ve daha sonra da tamamen ortadan kaldırıldığına şahit oluyoruz. NEDEN CEZA VERİLMEMELİ? Çocukların işledikleri suç karşılığında mümkün oldukça ceza verilmemelidir. Peki neden? 1- Ceza, çocuğun iç dünyasında ezilmişlik duygusu oluşturabilir. Bu ezilmişlik duygusu ile çocuk, yanlış davranışı devam ettirerek, kendisini cezalandıran şahsı cezalandırmak isteyebilir. 2- Ceza, hırs doğurup bir başka kötü davranışın tetikleyicisi olabilir. 3- İstediği bir davranışı ceza korkusu ile sergileyemeyen çocuk, iç dünyasındaki istek ile dış dünyadaki ceza arasında sıkışıp kalabilir. Bu ise çocuğun samimi olamamasına sebebiyet verir. 4- Ceza, küçük yaşta “öfke ve nefret” duygularına sebep olabilir. “Ceza” dışa dönük bir terbiye metodudur ve baskıcıdır. İstediği bir davranışı ceza korkusu ile sergileyemeyen çocuk, iç dünyasındaki istek ile dış dünyadaki ceza korkusu arasında sıkışıp kalabilir. Bu da, çocuğun, sun’î ve samimi olmayan davranışlar sergilemesine neden olabilir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Üvey Annelik
Masallarda, hikayelerde ve filmlerde çocukların acımasız, kötü kalpli üvey annenin elinden çektiklerini okudukça ve izledikçe yüreğiniz burkulur, gözleriniz yaşarır. Her toplumda, az veya çok, üvey anneye karşı böyle soğuk bir önyargı vardır. Üvey anneye karşı takınılan bu soğuk tutumun sebebi tamamen psikolojiktir. İnsanlar, kocasını kaybeden çocuklu bir kadın evlendiği zaman çocuklarına sahip çıkacağını, onları üvey babaya ezdirmeyeceğini düşünürler. Bu bir dereceye kadar doğrudur. Çünkü anne gün boyu çocuklarıyla beraberdir, üvey baba işi sebebiyle gününü dışarıda geçirir. Akşam eve geldiğinde eşi tarafından iyi karşılanır, karnı doyarsa fazla problem çıkarmaz. Üvey anne için durum farklıdır. Çocuklu bir erkekle evlenmeye karar veren kadın, ister kız olsun ister dul olsun çok farketmez, daha baştan işinin zor olduğunu bilir. Babayı sevdiği ve çocuklara kanı ısındığı için bütün zorluklara katlanmaya, çocuklara iyi bir anne, babaya iyi bir eş olmaya niyetlidir. Ancak iyiniyet her zaman yeterli değildir. Çünkü doğurup büyütmediği, huyunu suyunu bilmediği, yabancı çocuklarla karşı karşıyadır. Üvey çocuklar ya annelerini kaybetmişlerdir ya da boşanma sonucu anneden ayrı düşmüşlerdir. Her iki durumda da tedirgin ve güvensizdirler. Üvey anne, öz annenin bıraktığı yerden görevi sürdürmek zorundadır. İşe iyi dileklerle başlar. Çocuklara annelerinin yokluğunu hissettirmemek için kolları sıvar. Bunda, acıma duygusu kadar, kocasını memnun etme isteğinin de payı vardır. İlk günlerde üvey anne sabırlı olmaya, kızmamaya çalışır. Çocukları yedirir, içirir, giydirir, onları sevindirecek işler yapar. Ancak çocuklardan beklediği yakınlaşmayı bulamaz. İçi burkulsa da belli etmez. Söz dinlemeyişlerine, yaramazlıklarına, dağınıklıklarına sabırla katlanır. Önceleri nazikçe ikaz eder, sorumluluklarını hatırlatır. Yine aldırmadıklarını görünce içinden ceza vermek gelir, ama vazgeçer. Yanlış birşey yapma korkusuyla öfkesini içine atar. Ancak o da bir insandır ve her insan gibi onun da bir katlanma sınırı vardır. Küçük uyarılarda bile çocukların başkaldırmaları üvey anneyi sertleşmeye zorlar. “Eğer böyle davranmaya devam ederseniz size ceza vermek zorunda kalırım!” der. Çocuklar zaten böyle bir çatışmaya hazırdır, genellikle büyük çocuk beklenen karşılığı verir: “Sen bize karışamazsın, sen bizim annemiz değilsin! Bize yaptıklarını babama söyleyeyim de gör!” Bu sözler karşısında üvey annenin bütün iyiniyetleri söner. Çocukların üvey anneyi babaya şikayet etmeleri, ağlayıp sızlanarak duygu sömürüsü yapmaları, babayı taraflı olmaya zorlar. Üvey anneye, çocuklarına karşı iyi davranması için baskı yapar. Babanın işe karışması ile üvey annenin işi daha da zorlaşır. İyiniyetinin karşılığını alamadığı için sitem eder: “Ne yapsam senin çocuklarına yaranamıyorum, onlarla baş edemiyorum!” der. İşte üvey annenin kötü şöhreti bu noktadan sonra başlar. ÜVEY ANNE GERÇEKÇİ OLMALI Üvey anne ne kadar iyiniyetli ve ne kadar fedakâr olursa olsun, kendisini üvey çocuklara sevdiremez. Bu onların nankör olduğu anlamına gelmez. Kendinizi o çocukların yerine koyarsanız, onları anlamanız kolaylaşır. Her çocuk, baştan, annesinin yerini alan yabancı bir kadına karşı kızgınlık duyar. Annesinden ayrı kalmanın verdiği tedirginlik ve güvensizlik duyguları içinde üvey anneye yakınlaşamaz. En iyi davranışlarını bile şüpheyle karşılar. Üvey annenin sevgisini hissetse dahi karşılık veremez. Yabancı bir kadını sevmekle öz annesine karşı nankörlük ettiğini düşünür. Öte yandan bazı ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamadığını, üvey anneye muhtaç olduğunu, bu yüzden ona katlanmak zorunda olduğunu, babanın bu ihtiyaçlarını karşılayamadığını bilir. Kendisini ortada bırakılmış gibi hisseder. Üvey anne tarafından eleştirilmeye, azarlanmaya katlanamaz. Odasına kapanır, gizliden gizliye ağlar. Babasını yabancı bir kadınla paylaşmak istemez. Üvey anneyi babaya yakın görünce kıskanır. İçten içe kin duyar. Babayla üvey anneyi birbirine düşürdüğü zaman sevinir. Şimdi kendimizi bir de babanın yerine koyup, durumu onun açısından ele alalım. Evleneceği kadın veya kız için ne kadar araştırma yapmış olursa olsun, kalbinin bir köşesinde hep yeni eşinin çocukları sevip sevemeyeceğine dair bir kaygı vardır. Çoğu baba, çocuklarını üvey anneye ezdirmeme kararıyla ikinci evliliğe başlar. Bu yüzden üvey anne ile çocuklar arasındaki anlaşmazlıklarda tarafsız davranamaz. Ancak vicdanı yeni eşini incitmekten ve sevgisini kaybetmekten yana da değildir. İkilem içerisindedir. Çocukların tarafını tutsa eşi incinecek, eşinin tarafını tutsa çocukları incinecektir. Öz ve üvey çocukların birarada olduğu durumlarda anlaşmazlıklar daha karmaşık bir hâl alır. “Ayrım yaptın, yapmadın!” tartışmaları başlar. Eğer çocuklar boşanma sonucu anneden ayrı kalmışlar ise, öz anneyi görüp geldikten sonra daha tedirgin, daha şımarık, daha söz dinlemez olurlar. Zor olmakla beraber, konu yine psikoloji bilgisi ile çözülebilir. Çocuklu bir erkekle evlenmeye karar veren bir kadın, yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı, ne yapsa çocukların öz annesi gibi olamayacağını, onun yerini tutamayacağını bilmek durumundadır. Halk arasında bunu çok güzel anlatan bir deyiş var: “Üveyden öz olmaz, ipekten bez olmaz.” Bu gerçeği bilerek işe başlayan bir üvey annenin başarı şansı yüksektir. Ne yaparsa yapsın ilk başlarda çocuklar tarafından sıcak karşılanmayacağını bildiği için, çocukların tedirginliğini, güvensizliğini, hırçınlıklarını, nankörlük gibi görünen başkaldırılarını normal karşılar. Çünkü, çocukların bu davranışlarıyla üvey annenin iyiniyetini sınadıklarının bilir. Kendisini onların yerine koyar, duygularını anlamaya çalışır. ÇOCUKLARIN DUYGULARINI ANLAMAYA ÇALIŞIN Kendinizi çocukların yerine koyun, üvey annenin sizi yanına çağırıp şöyle dediğini düşünün: “Sizin yerinizde olsaydım, ben de öz annemi unutamaz, yabancı bir kadına anne diye sarılamazdım. Öz annenizin yerini tutamayacağımı biliyorum. Bana anne demek zorunda değilsiniz, sizden bunu istemeye hakkım yok. Teyze deyin, hala deyin, içinizden nasıl geliyorsa öyle çağırın. Babanızla evli olduğum için size karşı görevlerim var. Elimden geldiğince bunları yerine getirmeye çalışıyorum. Babanızın beni sevmesi size olan sevgisini azaltmaz. Babanızı elinizden aldığımı düşünmenizi istemem. Eş sevgisi ile evlat sevgisi farklı şeylerdir.” Üvey anneyi dinledikten sonra çocuklar şöyle düşünecekler: “Bu kadın bizim duygularımızı anlıyor. Onu sevmediğimizi bildiği halde bizi suçlamıyor, bize karşı iyi davranıyor. Her türlü olumsuzluğumuza katlanıyor. Kötü bir insana benzemiyor. Galiba ona haksızlık ediyoruz.” Bir doktor arkadaşımla birlikte yaşlı bir hastasını ziyarete gitmiştik. Genç bir bayan bizi kapıda karşıladı. Hastanın odasına girdiğimiz zaman, beş-altı yaşlarında bir erkek çocuğu sevinçle bağırdı: “Anneanne, doktor geldi!” Genç bayan, yarı uyur halde yatan yaşlı kadına yaklaştı, alnına bir öpücük kondurdu: “Anneciğim, bak, doktorun geldi. Haydi, aç gözlerini de seni muayene etsin.” Yaşlı kadın, gülümseyerek gözlerini açtı. İltifat etmek için, “Hanımefendi,” dedim, “çok vefalı bir kızınız var, onunla ne kadar övünseniz azdır.” Gözlerinde mutluluk ışığı vardı. “Evet beyefendi, çok haklısınız...” dedi. “O benim dünyadaki tek varlığımdır. O olmasaydı ne yapardım, bilemiyorum. Size birşey daha söyleyeyim, bu güzel bayan benim üvey kızımdır...” Çok şaşırmıştım. Genç bayan, yaşlı kadına sarıldı: “Benim güzel anacığım,” dedi, “öz annemde bulamadığım sevgiyi sende buldum. Bana karşı her zaman iyi bir anne oldun. Senin hakkını nasıl öderim?” Bu yaşlı kadın kesinlikle sabrının, şefkatinin ve karşılıksız sevmenin meyvesini topluyordu. Yaşlı hasta ile yaptığımız sohbette, on sene önce kaybettiği kocası ile çok mutlu bir evlilikleri olduğunu, ancak çocukları olmadığı için gündüzleri kendisini yalnız ve amaçsız hissettiğini, kocasıyla konuşarak bir evlatlık almaya karar verdiklerini anlattı. “Bu güzel kızımı yuvadan aldığımızda pek küçüktü, beş aylık bir bebekti,” diye devam etti sözlerine. “Bize gösterilen onbeş-yirmi bebek arasından onu seçmiştik. Kucağıma aldığımda bana ilk gülümseyişini hiç unutamam. İçim birden ısınıverdi. O dünyanın en güzel bebeğiydi. Evimiz onunla şenlendi. Artık boş ve amaçsız değildim. Ancak, içimde hep ya annesi bir gün çıkıp geliverirse diye bir korku vardı. Çok şükür böyle birşey olmadı. Ama olsaydı da buna kendimi hazırlamıştım. Anlayacak yaşa geldiğinde kızıma herşeyi anlattım. Sevgimizin yalan üzerine kurulmasını istemedim. Bir gün nasıl olsa evlatlık alındığını öğrenecekti. Birbirimize karşı hiç yalan söylemedik; bunun çok faydasını gördüm.” ÜVEY ÇOCUK, EĞİTİMİ EN ZOR ÇOCUKTUR Üvey çocuk ile evlatlık alınan çocuk, eğitilmesi ve disiplin altına alınması en zor çocuktur. Üvey anne, çocuğun eğitimini devraldığında yani annelik görevine başladığında çocukların yaşı ne kadar ileri ise eğitimi o kadar zorlaşmaktadır. Çünkü o zamana kadar çocuk, iyi veya kötü, bir kişilik kazanmış bulunmaktadır. Genç bir üvey anne bize gönderdiği e-mail’de yaşadığı güçlükleri anlatıyor, kendisine yardımcı olmamızı istiyordu. Onüç ve ondört yaşlarında iki çocuklu dul bir beyle hayatını birleştirmeye karar vermiş. Evleneli üç-dört ay olmuş. Çocukların annesi vefat etmiş. Baba, eşini kaybettikten sonra evlendiği ikinci eşiyle çocuklar yüzünden anlaşamayarak boşanmış. “İlk günlerde herşey yolunda gidiyordu” diyen üvey anne şöyle devam ediyordu: “Çocuklar kısa zamanda bana alışmış, ‘Seni çok seviyoruz, sen bize öbür üvey annemiz gibi kötü davranmıyorsun’ diyorlardı. Ancak çok geçmeden sevgimi kullanmaya başladıklarını fark ettim. Beni dinlemiyorlar, derslerine çalışmıyorlar, kafalarının dikine gidiyorlar, sıkıştıkça yalan söylüyorlar. Güzel sözden, nasihatten anlamıyorlar. Kızdığımı anlayınca, ‘Sen bizi dövmezsin ki’ diyorlar. Kocamı üzmemek için herşeyi içime atıyorum. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyorum. Neden bu çocuklar sevgiden, iyilikten, güzel sözden anlamıyorlar? Beni üzdüklerini bildikleri halde, neden sözümü dinlemiyorlar? Lütfen bana yardımcı olun, bir çıkış yolu gösterin.” Üvey annenin işi gerçekten zordu. Kendi yetiştirmediği, huyunu suyunu bilmediği çocuklara nasıl davranacağını, onları nasıl eğiteceğini bilmiyordu. Çocuklar, ‘ön ergenlik’ dediğimiz kritik bir dönemden geçiyorlardı. Öz anne-babaların bile sağlıklı bir iletişim kurmakta zorlandığı bu fırtınalı dönemde üvey annenin çaresiz kalması gayet normaldi. Yazdığımız cevapta, üvey anneyi bekleyen güçlüklere dikkat çektikten sonra bunları en az zararla nasıl atlatabileceğini anlattık. Üvey evlat edinmek isteyen veya çocuklu bir erkekle evlenmeye niyetlenen kadınların, kendilerini bekleyen bu gibi eğitim güçlüklerini peşinen kabul etmeleri gerekir. Bir üvey anne, kendisini bekleyen güçlükler hakkında ne kadar bilgi sahibi olursa, üvey çocuğa karşı davranışları ve beklentileri o kadar gerçekçi olur. Ali Çankırılı
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() İkinci Evlilik ve Çocuklar Üzerindeki Etkisi
Bu doğal dönemde yetişkinler birçok yeni birliktelikler yaşayabilirler. Ancak çocukların yalnızca uzun süreli, ciddi ilişkiler olacağı düşünülen kişilerle tanıştırılmaları önerilir.Yapılan araştırmalar, boşanma suretiyle ayrılan kişilerin 3 ile 5 yıl sonra yeniden evlendiklerini ortaya koymaktadır. Erkeklerin yeniden evlenme oranı kadınlara göre daha fazla ve daha çabuktur. Birçok erkek ve kadın ilk evliliklerinde tecrübesiz olduklarından dolayı hatalar yaptıklarını ve bu hatalardan ders alarak artık gerçek sevgiye ve ortak güzel ilişkiye hazır olduklarını hissederler ve yeniden evlenirler ( Gestoff, 1975). İkinci evlilik bir önceki evliliğin bir benzeri olabilir ancak oluşan aile ortamı kesinlikle birinci evliliğin benzeri olamaz. ( Bilen,1983) İkinci evliliklerde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri çocuklardan gelen tepkilerdir. Yeni ve mutlu bir aile kurma aşamasında çoğu çocuk uygun yaklaşımlarla yeni kişiyi kabullenir. İlk yapılması gereken bu haberin çocuklara özenle verilmesidir. Evlilik kararı yetişkinlerin kendi hayatları ile ilgili karardır. Ebeveynin bağımsızca aldığı kararını çocukla başbaşayken, başka kimsenin olmadığı sakin bir ortamda söylemesi çocuğun rahatça tepki göstermesine yardımcı olur. Ancak evlenmek için çocuktan izin istemek hem çocuğun yetişkin hayatını yönetmesine hem de yaşına uymayan sorumlulukların altına girmesine yol açar. Çocuğun seveceği yerlere, ikinci eş adayı ile birlikte yapılan kısa geziler tanışma ve alışmanın zorlamadan yapılmasına yardımcı olur.Abartılmadan yapılan görüşmeler çocuklara daha çok güven verir.Kişiyi sevdirmeye yönelik çabalar ise zorlayıcı ve itici olabilir. Çocuk ve ikinci eşin birbirlerini tanıması, güvenmesi ve sevmesi için sabırlı yaklaşmak yeterince zaman tanımak gerekir. Çocuklar yeni evliliğe ne kadar hazırlanmış ve bu evliliğe ne kadar hoşgörü ile bakmış olularsa olsun bir takım problemlerin yaşanması muhtemeldir. Gerçekte çoğu çocuk uzun bir süre öz anne ve babasının tekrar birleşmesini ümit eder. Yeni evlilik haberi ile çocuğun bu hayali de son bulmuş oluyor. Gerek evlenen kişiler gerekse çocuk, önceleri bazı zorluklar yaşayacaklardır. Özellikle ilk zamanlarda çocuklardan yeni gelen ebeveyne anne ya da baba diye hitap etmesi istenmemelidir. Zaten çocuklar; bu kişiye abla,ağabey, teyze, amca diye hitap ederek tepkilerini dile getirirler. Üvey ebeveynlerin yaşayacağı bir takım sıkıntılar bulunmaktadır. Özellikle çocuğa karşı geliştireceği uygun duygusal yakınlık derecesi, çocukla ilgili karar verme hakkı ve sorumluluğu, çocuğa sergileyeceği disiplin miktarının doğruluğu ve mali sorumlulukları konusunda tam emin olamazlar ( Eisenberg & Lewis, 1979 ).Yeniden evlenme durumunda büyük yaştaki çocukları küçük çocuklara göre daha az etkilenmektedirler. Bu durum büyük yaştaki çocukların daha mantıklı düşünebildikleri ve kendilerini daha bağımsız olarak idare edebildikleri ile açıklanabilir. İkinci evlilik çocuk küçükken gerçekleştiğinde ya da ergenlik dönemi sonrasında gerçekleştiğinde çok daha az zorluk yaşandığı gözlenmektedir. Özellikle ergenlik döneminin başları ise uyum güçlüğünün en yoğun yaşandığı dönemdir. Çocuğun ikinci eşle yaşayıp yaşamayacağı da önemlidir. Babasıyla yaşayan bir çocuğun annesinin evlenmesi ya da annesiyle yaşayan bir çocuğun babasının evlenmesi farklı algılamalara yol açar. Genellikle ikinci eşle yaşamayan çocuklar ikinci eşi annesinin ya da babasının eşi olarak algılar. Anneyle yaşayan kız, anneyle yaşayan erkek, babayla yaşayan kız , babayla yaşayan erkek olmak da ikinci eşe bakışı etkiler. Anneleriyle yaşayan erkekler ve babalarıyla yaşayan kız çocuklar kendilerini evin erkeği ya da kadını olarak görebilir. Bu durumda eve yeni gelen kişi onun rolünü de elinden alacaktır. Gerçekte hiçbir çocuk anne ya da babasını karşı cinsten biriyle paylaşmak istemez. Dolayısıyla üvey anne veya babayı düşman, öz anne ya da babasının sevgisine bir rakip, davetsiz misafir olarak görebilir ve yeni gelen kişiye birden yakınlaşamayabilir. Çocuk kendi annesini ya da babasını her zaman istemektedir. Artık öz ebeveynlerinden biri kesin olarak yanında olmayacaktır. Bu nedenle bir güvensizlik yaşayacak ve yanında kaldığı ebeveyne daha da yakınlaşacaktır. Çocuk zaman zaman giden ebeveyne karşı düşmanca duygular taşıyabilir zira onu bırakıp gitmiştir. Duygularını transfer ettiği ebeveyn de günün birinde evlenmek suretiyle onu ikinci plana itmiştir. Bu konuda çocuğun aklında değişik ve karmaşık sorular oluşmaktadır. Örneğin, “Acaba beni bu yeni eşin gelmesine rağmen eskisi kadar sevecek mi?” gibi düşünceler çocuğun zihnini fazlasıyla meşgul edecektir. Üvey ebeveyn ise başta iyi niyetine rağmen, çocukların yarattığı sürekli güçlükler karşısında ümidini yitirmeye başlar. Bu durumda üvey ebeveyn ile çocuk arasındaki sorunları çözümlemede ve dengeyi sağlamada öz ebeveyne daha çok görev düşmektedir. Bu ortamda kesin yargı içeren cümleler söylemekten kaçınmak gerekir. Bazen ebeveyn evlendiği kişi ile çocuğunun yaşadığı sıkıntılar yüzünden suçluluk duyabilir, hatta evlendiğine pişman olabilir. Evlenen kişiler her şeyden önce çocuklu biriyle evlenmiş oldukları gerçeğini kabul etmelidirler. Daha sonra çocuğu her yönüyle tanımaya, anlamaya çalışmalı, ona zaman tanımalı ve sabırlı olmalıdırlar. Eve yeni gelen ebeveynin söyleyeceği “ Senden beni hemen sevmeni ve kabul etmeni bekleyemem, çünkü beni yeterince tanımıyorsun ancak ben de seni yeterince tanımıyorum, istersen önce birbirimizi tanımaya çalışalım, ne dersin ?” gibi sözler her şeyden önce çocukta; karşısındaki kişinin onu anladığını ve zaman tanıdığı fikrinin yerleşmesine neden olacaktır.Çocukların yeni evlilik gerçekleşmeden önce aile yaşantılarından bazı alışkanlıkları ve değerleri taşıdıkları unutulmamalıdır. Buna ilaveten eğer ebeveynlerden biri ölmüşse, o dönemde yaşanan zorlukların çocuk üzerindeki etkisi kolay geçecek türden değildir. Ölen ebeveyn idolleşiyor. Zihinsel olarak çocuğun kafasında öyle özel bir yerde oluyor ki bunu yeni eşin ne yapsa kapatması mümkün olmuyor. Ölen ebeveyn ütopik bir şekilde hatırlandığından ona denk ebeveynlik yapmak çok güç oluyor. Ya da boşanma sonucunda ebeveynlerden biri gitmişse yine çocuk üzerindeki etkisi önem taşımaktadır. Boşanma öncesi ailede yaşanan gergin günler, çocuğun suçluluk duymasına, değersizlik duygusuna kapılmasına neden olur.Çocukların bir bölümü boşanma olayında kendilerini suçlu hissedip, yaramazlık yaptığı ya da anne babasını üzdüğü için anne babasının ayrıldığı duygusuna kapılabilir ve durumun tek sorumlusunun kendisi olduğuna inanır. Özellikle erkek çocukların yaşadığı bu gibi duygular genellikle ödipus karmaşasından kaynaklanan sorunlarla ilgilidir. Erkek çocuk babasının ayrılmasını kendi bilinç dışı ya da bilinçli isteklerinin gerçekleşmesi biçiminde yaşar ve bundan dolayı suçluluk duyar. Evden ayrılan kişi anne ise , benzer duygular kız çocuk için de geçerlidir. Boşanma olayını terk edilme olarak yaşayan çocukta , kendisinin değersiz olduğuna inanır ( Geçtan ,1982). Anne ve babanın ayrı ayrı çocuğun gözünde taşıdığı önem dikkate alınırsa bu hiç de kolay bir durum değildir. Ebeveynlerin bu konuda dikkatli olmaları gerekir. Üvey anne çocuklarla rahat iletişim kurabilmenin yollarını aramalıdır.Yaşanan problemleri çözümleyici olmalı, problem yaratıcı konumunda olmamalıdır. Çocukların annelerine karşı duydukları sevgiye saygı göstermeli, annelerinden bahsetmelerine izin verilmelidir. Eğer anneleri yaşıyorsa onu ziyaret etmelerine izin vermeli hatta çocukları bu konuda teşvik etmelidir. Eğer anneleri ölmüşse, annenin mezarını ziyaret etmelerine imkan vermeli gerekirse bunu birlikte yapmalıdırlar. Eğer istiyorlarsa çocukların odalarına annelerinin resmini asmalarına izin vermeli, anneleri konusunda yaşadıkları duyguları çocuklarla paylaşmalıdır. Bütün bunları yapmak başlangıçta zor olabilir. Ancak çocuğu üvey anneye yaklaştırmada son derece etkili bir yaklaşımdır. Aynı durum üvey baba için de geçerlidir. Zira eve gelen üvey babanın da yaşayacağı bir çok sorunlar olacaktır. Her ne kadar yapılan araştırmalarda babaların daha az sorunla karşılaştığı görüşü yaygınsa da, yine de üvey baba olmak kolay bir durum değildir. Sonuç olarak yukarıda bahsedilen sıkıntılı durumlardan kurtulmak kişilerin elindedir. Yaşanan zor günleri en aza indirmek tarafların anlayış, hoşgörü ve işbirliği ile mümkün olacaktır. Ayrıca aile içi hiyerarşik düzenin korunması da önemli ve gereklidir. En fazla etkilenen ve ileride bu etkilenmenin yarattığı sorunları yaşayacak olanın çocuk olduğu düşünülürse en fazla görev ebeveynlere düşmektedir. Zafer Köktuna
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
Forum Kalfası
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3008
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Utangaçlık
NEDENLER:• Araştırmalar çocuklardaki utangaçlığın, zayıf benlik kavramı, başarısızlık duyguları ve olumsuz iç konuşmalarla sıkı bir ilişkisi olduğunu göstermektedir. • Çocuklar girişkenlikte dahil olmak üzere diğer toplumsal becerileri çevrelerindeki insanlardan öğrenirler, dolayısıyla ana-babanın davranışları bu konuda da belirleyicidir. • Çocukların erken yaşlardan itibaren kısıtlı sosyal yaşantı geçirmeleri, • Ana babanın çocuklarının utangaçlığını olumlu yada olumsuz bir tutum olarak algılamaları, • Anne babanın çocuğun kişilik özelliklerini değiştirmeye çabalamaları ve sevgilerini bu iş için kullanmaları, • Çocuklarda bağımlı, ürkek ve özgüveni olmayan davranış kalıpları geliştiren aşırı koruyucu ana baba tutumları, • Çocuğun kardeşi yada başka çocuklarla karşılaştırılması, • Çocuğun başkalarının yanında sık sık utandırılması veya küçük düşürülmesi, • Çocuğun kişilik özellikleri, toplumsal ilişkilerdeki durumu, • Okuldaki başarısızlığı, • Çocuklar bazen yaşıtlarıyla nasıl arkadaş olabileceklerini bilmedikleri için, bazen de bu beceriyi bildikleri fakat kullandıklarında neler olacağını kestiremedikleri için utangaç olabilirler. BELİRTİLER:Okulda • Her zaman eziliyor yada istemediği halde başkalarının isteklerine boyun eğiyorsa, • Yapmadığı bir şey yüzünden başı derde girdiğinde bu konuda konuşmak istemiyorsa,• Öğretmenle yada arkadaşlarıyla konuşurken göz kontağı kurmuyorsa, • Sınıfta soru sormuyorsa, gönüllü olarak cevap vermiyor ya da yardım önermiyorsa, • Sınıf oyunları yada grup çalışmalarında karın yada baş ağrısı gibi fiziksel rahatsızlıklardan yakınıyorsa, • Sürekli olarak bireysel çalışmayı tercih ediyorsa, • Okul dışı sosyal etkinliklere hiç katılmıyor ve toplumsal ilişkilerde hiç rahat değilse, • Öğretmen çağırdığında aşırı kaygılanıyor, yüzü kıpkırmızı oluyorsa• Liderlik rolü alma konusunda sürekli direnç gösteriyorsa, • Girişken bir çocukken sürekli yalnız kalmak istemeye başlamışsa. Okul Dışında: • Arkadaş toplantıları ve diğer sosyal etkinliklerde genellikle rahat değilse ve kendini baskı altında hissediyorsa,• Başkaları ile birlikte iken konuşacak uygun konuları bulmakta güçlük çekiyorsa, • Yeni girdiği bir ortamda utangaçlığını kırmak uzun zaman alıyorsa, • Tanımadığı kişilerle konuşmak güç geliyor, yeni tanıştığı insanlara doğal davranamıyorsa, • Yetkili bir kişi ile konuşurken isteği yada itirazını belirtmekte zorlanıyorsa, • Sosyal yeterliliği konusunda kuşkuları varsa, • Karşı cinsten kişilerle birlikte iken daha utangaç oluyorsa, • Başkalarının yanında hata yapmaktan çekiniyorsa, • Birilerinden bir şey ödünç isterken yada ödünç verdiği şeyi geri isterken zorlanıyorsa, • Topluluk önünde konuşmakta güçlük çekiyorsa,• Başkalarına duygularını açmakta güçlük çekiyorsa sorunun varlığından şüphe edilebilir. ÖNERİLER: • Utangaçlığın ne kadar devam edeceği, çocuğa gösterilen tutuma bağlıdır. Onu rahat bırakarak, yavaş yavaş dengesini bulmasına fırsat verilebilir. • Utangaçlığını azaltmak için, bu davranışına ilişkin yorum yapmak veya tepkide bulunmak çocuğu her gün biraz daha sıkılgan yapabilir ve çocukta, gözden düşme ve sevgiyi kaybetme korkusu oluşturabilir. • Çocuğu hatalı davranışları karşısında ayıplayarak utandırmak, özelliklede başkalarının yanında bunu yapmak utangaçlığı daha da arttıracağı için bu konuda çok dikkatli olunmalıdır. • Konuşması veya yaşıtlarıyla oynaması konusunda ısrar etmeyin. İstediğini ve hoşlandığı bir şeyi yapma konusunda serbest bırakmak çocuğu rahatlatır. • Çocuğunuz kendisini korkutan, sizin bilmediğiniz olaylarla karşılaşmış ve bunun sonucunda da çekingen bir tavır almış olabilir. Ona karşı sabırlı ve cesaret verici bir tutum almalısınız. • Onun sıkılgan, neşesiz ve utangaç oluşuna üzülmeden kararlı ve soğukkanlı olarak ona daha fazla yardımcı olabilirsiniz. • Diğer çocuklarla sizden ayrı olarak oynaması ve arkadaşlık kurması iyi sonuçlar verecektir• Onu herhangi bir iş karşısında cesaretlendirmek için elinizden geleni yapın ama onu ikna etmekte aşırıya kaçmamaya özen gösterin. • Ona sevginizin sürekliliğini göstermek için oyunlarına katılmaya çalışın. Böylece sevginize ve sürekliliğine inanacaktır. • Canı sıkıldığı için bir takım hoşa gitmeyen davranışlarda bulunuyorsa, çocukla oynamak, konuşmak, dikkatini başka bir şeye çekmek iyi sonuçlar verecektir. • Onu sık sık sevdiğiniz dostlarınızın ziyaretlerine götürmek, onun günden güne insan içine çıkmaya alışmasına ve yabancılara duyduğu ürkekliğin azalmasına yardımcı olabilir. • Yapmak istediği şeylerin listesini beraber yapın; örneğin bir arkadaşıyla oynamak ya da ev ödevini belli bir arkadaşıyla yapmak gibi arkadaşını oyuna nasıl davet edeceğini ya da birlikte çalışmayı nasıl teklif edeceğini birlikte oynayarak canlandırıp, karşı tarafın verebileceği cevapları birlikte gözden geçirebilirsiniz. • Topluluk önünde hissettiği kaygı düzeyini azaltabilmek amacıyla sınıfta yapacağı sözlü sunusunu rahatça anlatana kadar önce size sunması rahatlatıcı olabilir. • Önce çok büyük bir grup yerine bir arkadaşıyla grup çalışması yapmasını ayarlayın. Bu kişiyle toplumsal bir ilişki kurmanın faydasını yaşayacaktır. • Özellikle iyi olduğu becerilerde başka bir çocuğa yardımcı olması için öğretmeniyle görüşün. İyi bildiği bir konuyu başkasına anlatabilecek bir konumda olmak, başkalarıyla konuşma becerisini arttıracaktır. • Tahtayı silme, bitkileri sulama, panoya resim yerleştirme gibi sınıf içi sorumluluklar verilmesi kendini ortama ait ve işe yarar hissetmesini sağlayacaktır. • Kendini bilgili hissettiği bir konuda öğretmen tarafından sınıfta soru sorulması, cevaplarsa sınıf önünde takdir ve tebrik edilmesi kendine güven duymasına yardımcı olur. • Aşırı utangaç bir çocuk için okul rehber öğretmeni ile işbirliğine gidilmesi zorunludur. Bu aşamada her gün birkaç dakika gerçek yaşamında yapmakta zorlandığı şeyleri yapabildiğini hayal etmesi öğretilir. Örneğin; Bir grupta konuşmak, gülmek, soru sormak, sınıfın önünde bir ödevi anlatabilmek, hiç çaba harcamadan soruları cevaplamak, dikkatleri üzerinde tutmak, açık ve net bir şekilde konuşmak içerikli hayaller kurması sağlanabilir. BAŞVURULACAK KURUM VE KURULUŞLAR:Hastanelerin çocuk ruh sağlığı bölümleri ve R.A.M uzmanları tarafından uygun yönlendirme ve terapileri yapılabilir.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Psikolojik Tepkime | GooD aNd EvıL | Felsefe-Psikoloji | 0 | 04-26-2009 01:37 PM |
psikolojik bir test | WrAtBoY | Eskiler (Arşiv) | 8 | 09-06-2008 11:16 PM |
Psikolojik Sorunlar.. | jockeя | Eskiler (Arşiv) | 35 | 02-14-2008 07:21 PM |
atsız üstad'tan makaleler | Tathar Elanessé | Eskiler (Arşiv) | 5 | 03-20-2006 07:39 PM |
Psikolojik Terimler | Misyoner | Eskiler (Arşiv) | 1 | 10-04-2005 03:09 AM |