![]() |
![]() |
#21 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Eleanor, büyükannesine neler olduğunu anlamıyordu. Büyükannesi şekeri nereye koyduğunu, faturalarını ne zaman ödeyeceğini, markete alışverişe götürmek üzere onu evden ne zaman alacaklarını unutuyordu. Eleanor annesine sordu: "Büyükannemin nesi var ? Eskiden çok düzenli bir insandı. Şimdi üzgün ve aklı karışık görünüyor ve her şeyi unutuyor." Annesi "Büyükannen yaşlanıyor. Şimdi sevgiye her zamankinden daha çok gereksinimi var" dedi. "Yaşlanmak nasıl bir şey ? Her yaşlanan unutkan mı olur ? Ben de mi öyle olacağım ?" "Yaşlanan herkes unutkan olmaz, Eleanor. Büyükannenin Alzheimer hastalığına yakalandığını sanıyoruz ve bu onu daha unutkan yapıyor. Gereksinim duyduğu bakımı görmesi için onu bir bakımevine götürmek zorunda kalabiliriz." "Ama anne, bu çok kötü! O zaman büyükannem küçük evini çok özlemez mi ?" "Herhalde özler, ama yapabileceğimiz başka bir şey yok. Orada ona iyi bakılacak ve yeni arkadaşları olacak." Eleanor üzülmüştü. Bu fikir hiç hoşuna gitmemişti. "Onu sık sık ziyaret eder miyiz ?" diye sordu. "Büyükannem unutkan da olsa onunla konuşmayı çok özleyeceğim." Annesi "Hafta sonları onu görmeye gideriz. Ona armağanlar da götürürüz" dedi. Eleanor gülümsedi. "Dondurma götürebiliriz. Büyükannem çilekli dondurmaya bayılır." Annesi "Tamam, çilekli dondurma götürürüz" dedi. Büyükannesini bakımevinde ilk ziyaret ettiklerinde Eleanor ağlamamak için kendini zor tuttu. "Anne burada neredeyse herkes tekerlekli sandalyede." "Tekerlekli sandalyede olmak zorundalar. Yoksa düşerler büyükanneni gördüğün zaman gülümse ve ona ne kadar güzel göründüğünü söyle." Büyükanne, güneşli salon dedikleri bir odanın köşesinde yalnız başına oturuyordu. Dışarıdaki ağaçlara bakıyordu. Eleanor büyükannesine sarıldı. "Bak büyükanne, sana bir armağan getirdik" dedi. "Çilekli dondurma, senin en sevdiğinden." Büyükanne söz etmeden kutuyu ve kaşığı eline alıp dondurma yemeye başladı. Annesi Eleanor"a "Eminim bunu çok sevdi" diyerek onu rahatlatmaya çalıştı. Eleanor düş kırıklığına uğramıştı: "Ama sanki bizi tanımadı." "Ona biraz zaman vermelisin. Şimdi yeni bir çevrede ve buna alışması gerekiyor." Ama Büyükanneyi bir sonraki ziyaret edişlerinde de her şey aynıydı. Büyükanne dondurmayı yedi, onlara gülümsedi, ama hiçbir şey söylemedi. Eleanor "Büyükanne benim kim olduğumu biliyor musun ?" diye sordu. Büyükanne, "Sen dondurma getiren kızsın" dedi. Eleanor ona "Evet, ama ben Eleanor'um, senin torununum. Beni hatırlamıyor musun ?" deyip kollarını yaşlı kadının boynuna doladı. Büyükannenin yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Hatılamak mı ? Elbette hatırlıyorum. Sen dondurma getiren kızsın." Eleanor, birdenbire, büyükannesini onu hiç hatırlamayacağını anladı. Büyükanne, yalnızca kendine ait bir dünyada, belirsiz anılarla ve yanlızlıkla dolu bir dünyada yaşıyordu. Eleanor "Seni çok seviyorum büyükanne!" dedi. O sırada büyükannesinin yanağından bir damla yaş süzüldüğünü gördü. "Sevgi" dedi. "Sevgiyi anımsıyorum" Annesi, "İşte bir tanem, onun tüm istediği bu. "Sevgi" dedi. "O zaman ben de her hafta sonu ona dondurma getireceğim ve beni haıyrlamasa bile on sarılacağım." Ne de olsa sevgiyi anımsamak birinin isimin anımsamaktan daha önemliydi.
|
![]() |
![]() |
![]() |
#22 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an gözgöze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ''Ey insanoglu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edecegim'' demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra agzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana hergün bir altın lira verecegim!'' demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde ogün şenlik olmuş. Ailesid ahil hiç kimseye olanı bite4ni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştıgı için durumunun düzeldigini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu hergün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Birgün oduncu agır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluga alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oglunu yanına çagırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oglum oldugunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oglu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oglu olduguna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oglan önce inanmadıgı hikayenin gerçek oldugunu görünce hırsa kapılmış, ''Kimbilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyrugunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oglanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oglu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatagından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oglu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyrugu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oglu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı...
''Hatalı olan oglum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş: ''ÇOk isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş. |
![]() |
![]() |
![]() |
#23 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi.Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, bir yarışma düzenlemeye karar verdi. İsteyenin bu yarışmaya katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyeceğini söyledi.
Yarışma günü, insanlar akın ettiler. Bazıları en güzel arabalarını, bazıları en güzel elbiselerini getirmişti. Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı, kimi de yanlarında en güzel yiyecekleri getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu. Nihayet, tüm gün insanlar yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerinde hepsi aynı şikayette bulundu: Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı ve bu moloz yığını yolculuğu zorlaştırıyordu. Günün sonunda yalnız bir yolcu da bitiş çizgisine yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz toprak içindeydi, ama krala büyük bir saygıyla yönelerek elindeki altın kesesini uzattı: -"Yolculuğum sırasında, yolu tıkayan taş ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı." Kral gülümseyerek cevap verdi: "O altınlar sana ait delikanlı." "Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı." "Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandın, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir ! " |
![]() |
![]() |
![]() |
#24 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Bir pastanın üç otuz paraya satıldıgı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu.. Çocuk sordu;
''Çikolatalı pasta kaç para?..'' ''50 cent!..'' Çocuk cebinden çıkardıgı bozuklukları saydı. Bir daha sordu; ''Peki dondurma ne kadar?..'' ''35 cent'' dedi garson kız sabırsızlıkla.. Dükkanda yıgınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki.. Çocuk parasını bir daha saydı ve; ''Bir dondurma alabilir miyim lütfen'' dedi. KIz dondurmayı getirdi, fişi tabagın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi, fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiginde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti. Boş dondurma tabagının yanında çocugun bıraktıgı 15 centlik bahşiş duruyordu... |
![]() |
![]() |
![]() |
#25 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() "Vaktiyle Kalenderîyye yoluna mensup bir derviş, nefsle mücahede makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam Kalenderîlik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç, sakal, bıyık, kaş ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak: - Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer. Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: "Kabak aşağı, kabak yukarı." Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar: - Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: - Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!.. |
![]() |
![]() |
![]() |
#26 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Genç kadın bebegin güzelligi karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bi burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördügü en cana yakın kız çocuguydu.
Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için egildiginde; Dokunma bana...'' diye bir ses duydu. ''Beni okşamaya hakkın yok senin...'' Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka kimse yoktu içeride. Aynı sesi tekrar duydugunda bebege döndü. Aman allahım!.. Yeni dogmuş görünmesine ragmen konuşan oydu. ''Bana yaklaşmanı istemiyorum'' diye devam etti. ''Hemen uzaklaş benden...'' Kadın, biraz olsun kendini toparlayarak: ''Çocuklarımız hep erkek oluyor'' dedi. ''Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim.'' ''Beni öpemezsin'' diye aglamaya başladı bebek. ''Benim de seni öpemeyecegim gibi...'' ''Neden?'' diye sordu kadın. ''Neden öpemezsin ki?'' Bebek, hıçkırıklara bogulurken: ''Bunun sebebini bilmen gerekir'' dedi. ''Düşünürsen mutlaka bulacaksın...'' Kadın, neler olup bittigini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkarıp kadına uzatırken: ''Geçmiş olsun hanımefendi'' dedi. ''Başarılı bir kürtajdı dogrusu. Ha..! Sahi, ''kız''mış aldırdıgınız bebek.'' |
![]() |
![]() |
![]() |
#27 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden
çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz,bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için yada tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam: "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı.. Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..." Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor" dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...." ONAY TARİHİ : 05.09.2004 |
![]() |
![]() |
![]() |
#28 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip
utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi? Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı.. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı... Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu.. Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..." "Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..." Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?" Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u. ========= Ayağınıza kadar gelip, sizinle görüşmek isteyen insanlara yaklaşmadan önce bir kez daha düşünmeniz dileğiyle... |
![]() |
![]() |
![]() |
#29 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Yaşadığı şehirden, bulunduğu ortamdan kısacası yaşantısından sıkılan
bir adam, cebindeki az miktar para ile yanına hiçbir şey almadan bulunduğu kenti terk edip daha önce hiç bilmediği bir ülkeye gitmiş. Oraya henüz alışmaya çalışırken birden bir ses duymuş. Bir çığırtkan, avazı çıktığı kadar meydanda bağırıyormuş: - Tiyatro! Gelin! Kaçırmayın! Bu akşam Tiyatro!... Adam hayatında hiç tiyatroya gitmemiş ve inanılmaz derecede merak etmiş. Biletin nereden alındığını öğrenmiş. Bilet fiyatı cebindeki tüm para kadar olmasına rağmen hiç tereddütsüz bileti almış. Başlamış merakla oyunu izlemeye... Oyun bitmiş, herkes dağılmış ve bizim meraklı öylece kalmış, izlediği muhteşem oyun karşısında. O sırada temizlikçi tarafından salonu boşaltmak için ikaz almış. Adamsa: - Bana müdürünüzün yerini söyler misiniz? Onunla bir şey konuşmam gerek... demiş. Seyrettiği oyunun etkisi ile müdür ile konuşmuş ve ne olursa olsun, ne iş olursa olsun buranın bir parçası olmak için çalışmak istediğini belirtmiş. Müdür çok şanslı olduğunu, şu sıralarda bir temizlikçi aradığını fakat önce onu denemesi gerektiğini ifade etmiş ve denemek üzere aylardır el değmemiş bir kütüphanenin temizliğini uygun bulmuş. - İşte burayı temizle. Eğer beğenirsem seni işe alırım... demiş ve gitmiş. Tiyatro aşkının verdiği şevk ile temizlik beklenenden kısa sürede bitmiş. Müdür odayı görmeden adamın samimiyetine inanmamış. Onu diğerleri gibi işi savsaklayan biri sanmış. Fakat odanın temizliğini görünce hayretler içinde kalmış. Aylardır içeriye girilmeyen oda gıcır gıcır oluvermiş. Müdür bu çabuk ve becerikli adamı işe almaya karar vermiş. - Tamam seni işe alıyorum - Fakat benim yatacak yerim yok. - O zaman burada yatarsın ve işe daha erken başlarsın. İstediği olan tiyatro tutkunu, huzurlu bir şekilde odayı terk ederken müdür. - Adın neydi senin buraya yazalım... demiş. Aldığı cevap ise; - William! William Sheaksper!... olmuş. Bu hikaye hem insanı dehşete düşürücü hem de ilham verici. Sheaksper tiyatro yaşantısına bu şekilde başlamış. Tam kırk (40) yaşında... tiyatroyu o yıllarda tanımış ve büyük bir azimle o muhteşem oyunları yazmış. Üstelik büyük bir fedakarlık göstermiş mesleği için. Meslek hayatı boyunca sadece üç saat uyuyarak yaşamını sürdürmüş. Sabah erken kalkıp oyun provasını yapıyor oyununu oynuyor ve akşam yeniden oyun yazıyor... Bu böyle sürüp gitmiş. Bu hikayeyi ilk duyduğumda yaşamım için duyduğum kaygıları bir kenara bıraktım. Anladım ki, hiçbir şey için geç değil. İnsan eğer isterse imkansız gibi görünen olayları da gerçekleştirebilir. Yeter ki yürekten istesin ve bunun için çaba sarf etsin. Hiçbir şey için geç değil. Kırk yaşında olsak ta .. |
![]() |
![]() |
![]() |
#30 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Oct 2007
Yaş: 36
Mesajlar: 122
Teşekkür Etme: 0 Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 44653
İtibar Gücü: 1509
Rep Puanı : 18396
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Bayan
|
![]() Tanrı bir gün peygamberin birine bir sandık hediye eder ve derki ;
- Bu sandığı sana emanet ediyorum ama sakın ola ki içini açıp bakmayasın... Tamam der peygamber.. Aradan zaman geçer ve peygamberi bir merak sarar acaba sandıkta ne vardır? İçi içini kemirmektedir. Sonunda dayanamaz vesandığı azıcık aralayıp içine göz atar ama sandığı aralar aralamaz içinden bir sarı güvercin ve bir mavi güvercin uçuverir.Peygamber son hamleyle sandığı kapatır ve içinde tek bir beyaz güvercin kalır... Ve Tanrı yanına gelir, peygamber işlediği günahın farkındadır, mahçuptur Tanrı şöyle seslenir; Kaçırdığın o sarı güvercin insanoğlu için sonsuza dek yaşamdı yani "ÖLÜMSÜZLÜK" tü. Kaçırdığın o mavi güvercin sonsuza dek mutluluk yani "BARIŞ" tı. Peki der Peygamber içinde kalan beyaz olanı nedir? Tanrı cevap verir.. - O da sonsuza dek "UMUT" tur. "Umutlarınızın uçup gitmemesi dileğiyle...." |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|