![]() |
![]() |
#301 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Her Cadde Kargasekmez’e Çıkar
1/: Bir çizgileyin ağzımda türkü... Elimin şimalinde sevişen göçebeler Dalları gezmede ağaç misali Dayandı gözüme sivri caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! *** Tortul buseleri sıla kokulu Üzerleri kahverengi kadife zırhtan Ve ellerinde uzak Upuzak puslu bir kasabasından toprağın Bir majestik ferman taşıyarak Dayandı önüme sivri caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! *** Gırtlağından homurdandı kamyonlar Yarmalar elemle ıslanmış bir ana sanki Orta yerinde yolun sırıtkan ve dişli kasisler Ve ben cılız ve başı yerde bir derviş gibi işte Çareler çizerek herbir gülüşte Bir ucu gönlümün mor Düzce’sinde Biri taa Siirt’te Çizdi haritayı kanlı caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! 2/: Ellerim saat rakkası zamanın yokuşunda Yorgun gözlerim rampa başında uykuya yenik Geldiler birem birem ve yakıcı hırs ile Birleşip ulanarak Yitik katarlara binip Ve çoğalarak kadınlıklarıyla Dayandı kapıma sivri caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! *** Şikayetsiz serilip ayak altına Yüklenip çileyi ve upuzak gurbetleri El bağlayarak soylu gelinlerin döşünde Dağların, yırtarak sittin yıllık hanedanlığını Bir cengaver cesaretiyle harbiden Dayandı şakağıma sivri caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! *** Ne kendimi verdim hüznün Zigana’sına Ne de sizleyin uzandım yere Bir ucu sürûra banar Diğer ucu kedere... Ve beni sevdama düğme düğme Ve zamana ilikleyip rapdeden Yezdanî ve şeytanî caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! 3/: Yadeller kervanının çileli güdücüsüyle dost Ve bir yanda gençliğin kanunsuz tilâveti Arkasında isyanın motorin homurtusuyla celalî Tebeşire çizilmiş bin kere Beynimiz değet düştü katrana Doymuyor. Ve doymayacak Ölüme ve kana sivri caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! *** Polis sirenleriyle konan son nokta Avucumuzda danseden tekerleklerin Ve volan dişlisinin bozlaklardaki hikayesidir O son çentik iz düşer Kargasekmez’de Kestirmeden tek satırda ulaşıp sona Nakışlı izlerini boyayıp kan ile kırmızıya Dürülür kare kare kiralık pencereler Motorin, benzin ve kana bulanır Kıyamete kadar uzanan sivri caddeler... Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy! Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#302 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Her Gözüm Bir Yerlerde
1/: Bir gözüm otuz beş, Diğeri dokuz... *** Vasat bir noktada durmada vuslat. Raksetmede zamanın karnında, gözümdeki lamelif. Üzerime tekerlenen kareler flû. Ve çakmak çakmak dokuzum sıçramada. Kuyruğunu kopardığım kertenkele, Öcünün kundağında canhıraş. El sıkıştığım sivrisinekse sakin. Gümrah olun çayırları toskamın, Azat ettim, boy atın koyun gözlerim. Siyah kiremitleriyle şakağımdaki çatı, Öylecene yükselmede kutlu kırların ıssız gözesinde. Ve bir namazleyin kıyamda dimdik durmada, İri gözbebekli gerilerdeki kendim. Sevdamı çalan kargayı mıhlamada tetiğim. Bir gözüm kırk beşimde halay çekende Diğeri zamansız ölümüne yanmada... 2/: Bir gözüm kırk bir buçuk, Diğeri dokuz... *** Poşete yatırdığım Nasrettin inlemede. Bostanlara inen yoldaki iğde esintileri esrik. Burkulmada cılgaları damgalayan ayağım, Ve sevdiğim çayır kuşu hüzünlü gülümsemede. Eşi kim bilir nerde? *** Bir gözüm kırk ikimde yarına plan kurarken Diğeri okşamada arzuyla geçmişini... Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#303 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Hey Heylenirim Yine
1/: Bizler de göründüydük tarihin aynasında Yoksulluk katar katar taşındı dolu dizgin Karanlık galerilerde kişnedi küheylanlar Ter ile yoğurarak *******in harcını Kendi rüzgarlarımızla masallar doğurarak Tarihin aynasında bizler de göründüydük Şahmaran diyarında Yıllarca süründüydük. 1a/: Kafkas dağları gibi hayallenerek hey hey Yüce yutucu ve yalnız Ömür denen cevheri Yad ellere gömdüydük. 2/: Bizler de büründüydük talihin maşlahasını Terimiz buram buram türkü doğurdu Suret oluklarından boşandı boz bulanık Yaylaları yararak ovaları kavurarak Bakıştı yavuklular sevdalar doğurarak Üfleyip düğünleri davul, zurna sesinde Talihin maşlahasını bizler de büründüydük O gençlik ülkesinde Yıllarca göründüydük 2/a: Manisa dağları gibi efelenerek hey hey Yüce, yutucu ve yalnız Gençlik denen cevheri Yar yoluna gömdüydük. Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#304 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Hüzün Seferi
Y/: Yahu halamoğlu Öyle ve iyi diyorsun amma Bir de bu yüzü vardır hayatın sen bilmesende. Yüreğimde bir sonbahar rüzgârına teslim Ve serseri bir kanat çırpışı gibi serçenin. Hatta o canı bir sıkımlık serçenin Gözlerinde unutulmuş ve kırık Yani buruk bir sevda öyküsü vardır Ben varım yahu ben! Çiçeğe kesmiş hüzünlerim var. Katranla kirlenmiş yüzü perdeli anılarım Ve puhuların mekanı virane yanlarım var! Yani bırak kantarmasını ve çelme atımın yönünü Sen anlamasanda halamoğlu Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline... Yy/: Yahu halamoğlu Doğru ve haklı diyorsun amma Bir de arka yüzü var madalyon gibi hayatın. Bir parça gökkuşağı var sedefi ağızlarda Ve acılı yüreklerin saçağına konan gri serçeler... Hatta o bir sıkımlık serçelerin Kınalı gagasında unutulmuş ve utangaç Yani Kalahari’de susuz kalmış hayâllerim var. Ben varım yani ben! Puslu rüyalarımın alt ucunda Derin ve kronik bir keder ülkesinin Alacalı ve çorak haritası var. Limansız bir şaşkın geminin Çaresiz başıboşluğu var engin yüreğimde. Yani çevirme yönünü kalyonlarımın Sen anlamasanda halamoğlu Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline... Yyy/... Yahu halamoğlu Kendince doğru diyorsun amma Bir de soluk kahverengi sevdaları var hayatın. Yüreklerin kırmızı sızısıyla boyanmış bir özlem Turnalara inat gökyüzü mavilğinde bile külrengi... Ve iki kanat çırpışı kaderi kekre bir serçenin. Hatta o bir vuruşluk serçenin İbrişim ekli saçlarına takılmış Ve ışığı harmanlara saçılmış bir yıldızım var. Ben varım yahu! Tersinden de okunan alınyazım var. Yalnız bir sirenin yüreğinden çalınmış Ve zaman içinde sırı kavlamış sevdalarım var. Yani bir sedef tespih misali dizilmiş bu kervanı eğleme Sen anlamasanda halamoğlu Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline... Yyyy/: Yahu halamoğlu Öyle diyorsun amma Bir de acı ile kırılmış son noktası var hayatın. Ve yaranına kanadını armağan eden Keremleyin özverisi var Güneşten önce doğmuş sabırı ile Katranlı kahrı göç yolunda kahvaltı niyetine Yüreğinde demlemiş serçenin... Hatta o bir fiskelik serçenin Acılı türkülere damla damla düşmüş Ve ağustosta üşümüş ateşleri var. Ben varım yahu! Göz rengime sürülen siyahi ebru isi var. Şakağı temmuzda dahi buz tutmuş Ve viranelerde unutulmuş bir ömrüm var. Yani ıhdırma mayalarımı halamoğlu Ölüme seferim var bu gün de. Kıyamette tatmak üzre azık niyetine çantamda Onulmaz kederlerim var... Sen anlamasanda halamoğlu Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline... Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#305 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() İdamlık Son Gecede
I/: Geceydi... Hücre dağlarda şafak sivriliğinde ipinceydi Ve ateş ortasındaki bir akrebin öfkesinceydi Yani öfkesi derin bir geceydi Ve siyah bir mıknatıs gibi kepkeskinceydi Korkunun avucundaydı ecelin eşiğinde yufka ruhlar Soğuk ve acılı ölüm bile soluklanmaya durmuştu Mahkum bu gece bir başka sevimliceydi Dua doğurmadaydı tesbihleyin saatler Kısır karanlıklar ışık sağmada avuçlarına Körelmişti antik lambaları ruhların Ateşlenmeye hazır umudun beziri eksikti belki Karanlık, kör bir kuyu gibi depderinceydi Yani derin bir geceydi Bu gece derinlikler bile sipsivriceydi. II/: Geceydi... Duygular, avuç avuçtu deryasında hücrenin Ameller püfür püfür savanı yüklenmişti Beynin celladı, umarsız uyku En muhkem yerlerinden örselenmekteydi Doğrusu bir adam rüyalarında sevişmedeydi Uzaktaki sevgiliyle yan yana bir geceydi Derince sivriliyordu iniltisi mahkumun Ancak yokluğu biliyordu yalnızlığını Onunla birlikte anlamını onsuzluğun ve yarınların koynunda yarınsızlığın Umuda uzanan eli mahkumun çaresizceydi Dönüyordu tekeri teslim olan cinnetinin Çangıl çangıl yoldaydı ölüm uzak ormanlarda Zindanda ise yalnız bir ağaç gibi kuru Ve tek başına öksüz ve garipçeydi Üstelik azıksız ve ışıksızdı mistik yolculuk Can kervanı bu gece pek acemiceydi Yani acemi bir geceydi Ama bu gece gerilen her perde ipinceydi. III/: Geceydi... Taş döşemeyi yalıyordu paslı zincirler Gardiyanlar bir karabasan gibi perde perdeydi Sirkeye banıyorlardı zarif incir fidanını Saatler habire yontuyordu karanlığı bıçak bıçak Ay kanlıydı, yıldız yarıktı orta yerinden Gökyüzü kırk bir sayfalı bir bilmeceydi Adalet bile bu gece kurdadamdı çizgi romanlarda Her karesi mengene ağzında ve çok zalimceydi Yani zalim bir geceydi Gece dediğin aslında iki heceydi. IV/: Son arzusuydu karelere sıkışmış mahkumun Memleketleyin boz bulanık bir türkü çığırmak Oysa, koyun gözü bozlaklar bile bu gece Usul ve içten 'Angara'da yedim! ' deyince Veya 'Bir of çeksem' inceden ince Ve haince bir pusunun ışığa açılan karanlıklığı Yani hançereye oturan bin bir katlı yağlı urgan Doğrusu bu gece türküler bile pek halsizceydi Yani halsiz bir geceydi V/: Ölüm denilen kış ayı sımsıcaktı bu saatlerde Yaşamsa ne kadar ıraktı dar bir geçitteki cana Çangıl çangıl ilerleyen katar, kuşatmada haramilerce Yani kuşatılmış bir geceydi Adaletin uygulandığı bu gece, ne kadar zalimceydi Son arzusuydu sonunu son kez yaşayan mahkumun Memleketleyin ilk bahar selleri gibi türkü çığırmak Ama sonsuza hicret her zaman olduğu gibi pek sessizceydi Yoktu mugayir olan hengame içindeki hayata dair Bütün her şey mahkumun kaderinceydi Yani kara kader gibi bir geceydi Bu gece uzun bir bilmeceydi. Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#306 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() İns ve Cinnin Metalik Korkusu
1/: Yeminle söylüyorum ey ins ve cin: Teker teker keşfettiğim yıllardı kendimi. Perşembeler mıhlıyordum, Panosuna önümdeki zamanın. Çizgi çizgiydi annem oyalı beşiğimde. Müsvedde günlerimde azgın yeller esmede. O günler de bir atak, bir ataktım ki... Ne sakalsızlık korkutuyordu beni Ne de komşu köpeği... 2/: Yeminle söylüyorum ey insan ve cin: Tenhanın çığlığını öpüp alnından, Katlanıyordu çarpması örs üstünde yüreğimin. Düşüncemin zirvesinin yanıbaşında, Bir dağcı tırmanıyordu umutla, Karanlık çukurlara. O günler de bir atak, bir ataktım ki... Ne savaş korkutuyordu beni Ne de soğuk metalin kini... 3/: Yeminle söylüyorum ey ins ve cin: Duruyordum ömrümün kuçeciğinde. Çakıp gözlerimi anıların darına, Dingin yüzüne çarşambanın haykırıyordum. Okşamaktı emelim yüreğimden, Baş kaldıran yılanı. Karanlığa sarmalayıp ayıplarımı, El sıkışmaktı bir tenhanada, Yalnız amma yüklü günahlarımla. O günler de bir atak, bir ataktım ki... Ne şafaksızlık bağlıyordu beni, Ne de beyin kasırgam... 4/: Yeminle söylüyorum ey ins ve cin: Zemheri atölyesinde soğuk çeliklere çakılıyordum. Uzak bir pazartesiydi sayın ki bütün akrabam. Yırtınıp acemi dudağımın, Yazdığı dualarla, Efsunlu pelerinler sarmalıyordu omzumu. Sıyrılıyordu gözlerimden bir ömürlük aydınlık. Diz çöktürüyordu beni bir bezirgan başı, Çölde azmış develerinin yanı başına. Yani bir vakitler topuğumla döğdüğüm topraklara... *** Artık bir tek toprak korkutuyordu beni Kalbimde titreyen sarı yaprakla... Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#307 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() İpi Koptu Gönlümün
1/: Koşan bir deli beygir kement attı koluma Kimliğim sürüklendi zaman denen çukura Elendi kalburlarda tespih tespih yıllarım Tersine tırmandığım, geldi kuyunun gibi Koptu gönlümün ipi Yüreğimi biçimlendiren sevdam Yükseldi bulutlara. 2/: Yudumladığım umut bulandı baldırana Ellerim kızıl tanda sabahı çiviledi Devrildi mevsimler can çekişti sonbahar Doludizgin esti sahrada sonsuza yaşlı tipi Koptu gönlümün ipi Beynimi sırmalayan sevdam Yükseldi umutlara. 3/: Soğuk küller akıştı sıcacık volkanlardan Ateş yutan seyyahın o kararan sesinden Tedirgin ve yabani bumerang yankılandı Kavradı eski çakal geçmişin ensesinden Damarlarımı çizdi vicdanı yiyen kirpi Koptu gönlümün ipi Bedenimi örseleyen sevdam Yem oldu azgın kurtlara... Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#308 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() İstanbul'un Fethi ya da Urban Destanı
İSTANBUL’UN FETHİ DESTANI Vakit tamam! ... Açılacak nev devir, kapanırken mevcut hâl. Tarihler ikrar eder: Artık eski hal muhâl! Bu öyle bir fetihtir ki, beşerin, çağlar süren türküsü, Zamanımıza kadar uzar peygamberi öyküsü. *** Urban bre Urban… Doğrul nazlı Tuna’dan, Budapeşte’den uzan, “Öldürdük de oğlunu” ocağına işimiz düştü, Davran hele be gurban, su’ra fetih üşüştü.” Demek için buralardayız, Say ki bin atlı ile Mohaç’ın başlangıç durağındayız. *** Urban… Urban… Sakalı ibrişim ustam, bıyığı çelik kolan. Bil ki şimdi zamanı yüce aa-liyi Osman, Yani Konstantin artık masal, bin yıllık Bizans yalan… Değil midir ki artık uzayan vakitler tamam! Yatmalı, kumdan beşiklerine gayrı şu senin şahi toplar, Basamak basamak örmeli bu kutlu davayı maharetli ustalar, İmkansa işte imkan, plansa aha plan… Urban…bre Urban… Dök hünkara bin şahi, hele de bre gurban… *** Beni tarihler bilir, Ben ki döküm ustası Urban, maharetli bir erim, Sayın ki bir volkan misali içim, krater gibi ellerim, Ol nedenle ak alevden lavları yüreğimden dökerim. Ve sayın ki uzak bir akrabanızım unuttuğunuz kuzeyde bir yerlerde, Ve merkezi Asya’dan uzanan o şanlı seferlerde, Atalarım hurucetmiş atayurttan bilmem hangi tarihte, Yani, Hun soylu bir Macaryalıyım, Büyük büyük babam bey Bleda, aslen tanrı kırbacı Attilalıyım. Dedim ya, işim haddehanede som çelikten has döküm, 1452’nin başlarında başladı, Edirne’deki öyküm. *** Ben de Meriç’in kıyısında bir yıldız şehir, Edirne adım. Diyarı Osman’a kayıdım, kan ve kılıç ile yazıldı tam yüz yıl önce, Urban usta uzaklardan ayağının tozu ile gelince, Sevincimden ağladım, her gözüm bir başka nehir... Kum kalıplar dillendi eman; ve şahi toplar döküldü türkü, türkü, Çerkezi, Çeçeni, Arabı, Kürdü, Tatarı ve Türkü, Kutlu bir imamenin altına, dizildi boncuk boncuk, Henüz süt kokan ağzı, bıyıkları terlememiş bir çocuk: Asıl işi var sayın ki mahalle arasında dalıvermek oyuna, O da ünler avaz avaz boyuna: Urban, amca Urban… Dök bana da bir şahi, de hele gurban… *** Durun ey ehli vatan, hele bi durun! Ve huzuru şahanemde elpençe divan durun! Ben ki sur dibinde volta vuran bir yüce sultan, Tek yürek değil, tüm teb’amdır ki şu an döşümde atan, Ardımda Bayramiye ehlinden Şemsettin ki, Nura kesmiş som beyaz ve mütebessüm bir beniz, Ayaklarımın dibi mağma, alev alev kor ve azgın deniz, Ve altımda nesli düldüle uzanan bir şanlı kırat, Şakaklarım kan ve ter, sayın ki nisanda kızıl Fırat… “Bilesüz kü fermanımdur; teknolojinin şehinşahı buluna, Bilirim ki o demde kısmet eder fethi, yüce ilah, kuluna. Ve sen de bilesin kü emrimdür bre Macaryalı demirci Urban, Dök bana da bin bir şanlı şahi, davran be usta heman… *** Şöyle yazar tarih-i Müneccimbaşı ki bir bir, Ne menem iş olmuş ise, ol kadim zemana dair; Bizans bin yıllık köhne, Osmaneli bir çınar daha taptazecik, Bir sultan ki en önde yirmi birlik gencecik, Ve ardından benek benek yollara dökülen erler, Kellesi koltuğunda ve yüreği avucunda neferler. Bir gümrah fidandır ki genç fatihler; boy atarlar an be an, Kimi atla dört nala, kimisi soluk soluğa yayan, Bir önceki ihtiyar, dünkü genç ve bu demdeki ergenler, Ne burç tutar onları, he-hey… Ne de surlar engeller. Bir yarış ki toz duman, kalmamacasına geride, Tarihi ürküten fatih, ne olur? Yaz orduna bizi de… Dillerde dua ve tekbir, yürekler yekpare Kur’an, Çığlık çığlığa yükselen arzu, yalnız şu şimdi diyar-ı Rum’dan: Urban bre Urban… dök bize de birer şahi de hele gurban… *** Gerilse de zincirler, Haliç’in dudağına, Senedi yok surların, çıkmak için yarına, Yansa da Rum ateşi, suyunda Marmara’nın, Neşteri son kez inmeli, bu kronik yaranın, Kör ağızlı bir pala, bilenirken aşk ilen, Bin yıllık bir tutkudur, ağızlarda dillenen, Ve Muhammet nebiden beri, yüreklerdeki yanan: Urban urban… dök bize de bir şahi, de hele gurban… *** Efendim, ben de bir şahi topum… Özüm diyar-ı Divrik’ten hadid cevheri, Ve belde-yi Karabük’ten simsiyah kömür, Ben söyleyince susar, konuşmaz ne sur, ne de duvar. Alnacımda anlık yıldızlar gibi kayar, bil cümle uzun ömür. Yüreğim bin bir gözlü ve yirmi dört ayar özdür, yiğit Anadolu’dan, Nara nara patladığım her hisar, sayılır ehlince bin yıllık vatan. Ol nedenle burçları, nasırlarıyla kavrar som çelikten ellerim, Ne gelir gafil uykum, ne yorulur bedenim … Barut ve ateş zifafta bu gün sanki, çığlık çığlığa her an: Urban urban… dök bize de bir şahi de hele gurban… *** Ulubahtlı bir hikayettir ki bu, çoğalır halaskaran, Şura Ulubat köyü, bu da sancaktar Hasan, Anasından peşinen, kuşanıp hayırlı bir duayı, Babasından devralmış, bu peygamberi davayı. Ol nedenle çığırır, her daim, şehadet türküsünü, Eminim ki tarihe kazdıracak, bu oğlan öyküsünü. Ve bilin ki hayran hayran bakacak, onu deftere yazan, Yüreğinde salt sevgi, hayranlık gözlerinde, Keşke ben olsaydım, bu yiğidin yerinde! Gayrı ihtiyari, şu şözler, dökülecek ağzından: Urban urban… dök bize de bir şahi de hele gurban… *** Ve efendime söyleyeyim... Ben de ulubahtlı Hasanlardan bir delifişek Hasan, Yani Bursa Ulubat köyünden, evladı kara Osman, Bağrımdaki yoksulluğun ve yetimliğin kör olsun gözü, Ama bir cesaret var ki yüreciğimde cevherin özü, Tıpkı Ulu Keşiş Dağı gibi yüce ve Toros dağları misali kocaman… Urban bre Urban… dök bana da bir şahi de hele gurban… *** Sorar Müneccimbaşı vekayı nüvisinde: Söyle ey tarih, şu sur mu durduracak çıldıran bu, yekpare seli, Ve gezinirken üstümüzde, sultanlar sultanı Eyyub’un nurlu eli, Terk edip merkez Asya’yı, Kayı boyu, bu yöreye geleli, Can çekişir zülumat, boğulur karanlıklar… Kutlu şüheda ile dolarken mezarlıklar, İşte hayat ve aha memat, iki düşman kardeş gibi yan yana … Durun hele sipahiler, kesin davudi naraları bre yeniçeriler. Bulut atlı ve ışık suretli bu katılanlar da kim kutlu kervana? Yüzlerce yıl evvelinden, ılgıt ılgıt göğüslerinde akan hala kan, Cepheye bir nurdan hüzme gibi hızla yaklaşan, Beyaz atlı ve yeşil serpuşlu şüheda alayıdır ki onlar, Gizemli kitaplar misali susarlar, Ama hal-i lisan ile nisanda gök gürler gibi konuşurlar: Urban bre Urban… dök bize de bir şahi de hele gurban… *** Ben ki Mehmet iki, Almaz havsalam: Neden hala fatih değilim ki? Bilin ki ey çaresiz halaskaran, Yüreğimde öyle bir hırslı arzu vardır ki, Ya beni alır Konstantin, ya da ben alırım onu inanın ki… *** Dedim ya efendim bidayette; Vakit gayrı tamam! Müneccimbaşı’da olsam ben, bundan böyle olanları yazamam, Şahi ve güherçile, ve gülle ve kılıç ve beyin ve çelik gibi güçlü kas! Ol sebeple delirmiş zaman, vakit bir çelik rakkas, Amma gene de her saati bir asır gibi uzar, Biçerken Ulubatlımı, en yüksek burçta bir keskin hızar, Ve vurur yüreğe kösler ve davullar deli deli, Görmedi böyle bir uğraş, kent-i Kostantiniyye kendini bildi bileli. Bosforos boğaz ise, hırçın ve dehşet ile kudurmuş, Bir dahiyane plan; gemiler karaya vurmuş. Marmara ağıt ağıt, son ezgiyi dizmede kavm-i Rum’a, Turaç misali inerken kadırgalar ve kalyonlar, yani bütün gemiler suya. Isırır parmağını surlar, açılır ağzı Haliç’in, Ahınız kalmasın takalar, yol açık siz de geçin... *** Bileğim kadar bıyıklarıyla leventler atlarken suya, Var sayın bir deli kral, taş atmış, yol üstünde kuyuya. Uğraşmaz akıllılar, çıkarmak için onu, Bilirsiniz ki cümleniz, sadece zor olan bozar, her bir kahpe oyunu. Çözülmezse kesilir, Gordiyon’da kördüğüm, Çepeçevre surlarda, başlar bir kanlı düğün. Anımsamaz bu tadı, şu bolat temren, vallah temren olalı, Bir acar yeniçeri ki, heyecan içinde yüreği, urbası kefen olalı. Dur bilmez bir sipahi bey, durak bilmez bir istihkam ağa, Bir kılıncı konuşur, bir de şeşberi; Ezrayil lisanıyla, Ve bir de dimağında son arzu, Ve en son laf kuruyan dudaklarında kalan: Urban bre Urban… patlat bizim için de bir şahi, hele de gurban *** Ve efendim burası, Suyun öte yakası ya da şu kalın duvarların arkası… Ben de Kommenos oğlu, son kral, Konstantin’im, Ne imanım kurtarır gayrı beni, ne de vahı kalmış bu dinim… Kırk bir yerinden lime lime dökülürken kitap üzre ettiğim oyeminim, Adam gibi savunamam yurdumu eyvah ki eyvah! Ancak kolları budanmış, tavşanlar misali teslimim: Ah ah! Ayasofya bencileyin büker, taştan boynunu Ve eminim hüzün ile hatırlar bu gününü, Kalbine yoğun bir matem düşer, sabırsız, beklerken kurtuluş düğününü. Derununda ruhaniler, meleklerin cinsiyeti derdinde, Ne idüğü belirsiz, bir kara kaplı kitap dolanır, asabi ellerinde, Tartışmalar diz boyu, ancak hani nerede, nihai karar? Veya o karar verilse de kime ve neye yarar? Batar acı ve elemle, şems-i Bizans, son kez ufk-u tarihe. Hani dersiniz ya tarif için; “Bizans-ı köhne…” Hakikat… Köhne mi köhne bir yapı örmüş, kentte bu suskun taşlar, Beyhudedir herbir şey, hiçbir şeye yaramaz artık bu, son çırpınışlar? Biterken bin yıllık oyun; kapanırken son perde, Dillerde pelesenk kalır bir tek; “Hey gidi Bizanslı kahpe! ” Sanki gelmemişiz bu arza ve de girmemişiz tarihe, Ağlasam mı, gülsem mi ben de, bu trajik kadere… *** Vakit tamam! ... Bidayette dedik ya hani? Vurur en son nevbeti, coşkulu mehterani… Köhne surlar sökülür çorap gibi peş peşe, Güller açar yanakta, yemyeşil bir umuda, evrilirken endişe, Ceneviz, apar topar kaçar iken denizde; acınır, sahte bir eda ile, Paslı Galata çöker ve Venedik çekilir sonuncu veda ile, Kapanan, o karanlık ortaçağ, inler, acı ile tarihte hala, Açılan bu ışıklı devirse, bizden hediye olsun bunalan insanlığa. Ve artık yürür sultan, yanında Akşems ve Gürani ve Hüsrev ile… Başlarında Eyyubile Asyasofya’ya iner, bu en kutlu kafile… Dillerde tekbir, minaresiz camilerde ezanlar türkü türkü, Ve bahtiyar bir secdede, hitam bulur bu öykü… *** Urban ise yorgun ve uykusuz; elleri is ve barut kokusu, Coşkulu yüreğinde ise, başarmış, ustaların tutkusu… Unutmaz ve ferman eyler sultan Fatih, vefalı bir his ile: “Hassayı hazünemden hak ittiğü virüle! ” “Urban Urban… Berhüdar olasan bre ustam…” *** Ve efendim… Biz ise şu an beş yüz yıl sonrasındayız, O şanlı fethin, taptaze, bu günde sevdasındayız… Sayın ki Diyarbekirli kara Haydar ve Maraşlı yaman Ökkeş, Ve Antepli Şehmus ile Edirneli ince Dilaver ve Karslı deli Serhat ve de bendeniz Yozgatlı Ahmet…. “Onu fetheden asker, ne şanlı asker! ” demiş ise Muhammet, Deriz ki biz de: “Başım üzre, ezeli bir emirdir bu, biline gayrı bana, Ey koca ve nazlı İstanbul şehri, Verir miyem bundan böyle, seni kırk kat yabana, Ya sen bizi alırsın, ya da biz seni, Evimizden çıkarken bu sabah giydik, üstümüze kefeni… Biz ki, bunca insan, karlı dağlar gibi kararlı, buradayız, Sayın ki Alemdar Ulubatlı ile en yüksek hisardayız… Patlarken nostaljik toplar surlardan pare pare, Türkü, Kürdü, Çerkezi ve Çeçeniyle omuz omuza, Ve Anadolu’da da bir arada koyun koyunayız, Etle tırnak olmuşuz bir bütün ve yekpare, Yani biz ki başı karlı Toroslar misali her daim yan yanayız… *** Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#309 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() İsyankâr Yumuşak Ge
1/: Miladında papirusun bir haramîye kaptırdım, Özümü yumuşatan merhametli tireyi. Görünce mahcup komşumuz “Ge”yi, Samanî bir üçüncü sayfa gazete ka(ğ) ıdında, Gözünde o tiksindirici ve perimperişan, Ve maalesef sahici siyah bantla, Muharremertaş a(ğ) ıtlarıyla yo(ğ) urdum, Son gününü haftanın... 2/: Ben isyankâr yumuşak ge… “E” ile gerde(ğ) e girme(ğ) e oysa, Bir sayfalık günüm vardı. Kabardı asî yüre(ğ) im bol gözeli bir da((ğ)) da, Buz kesti ellerim a(ğ) ustosun narında. Ben şimdi ne ederim anneler? Oyy... Nere giderim? 3/: Ben isyankâr yumuşak ge… Mutmain ikametim alfabenin dokuzuncu bandında, Da(ğ) ların aşa(ğ) ısında bir yerdeydim bidayette, Bürokratik bir acemi alfabenin. Ayakucumda arzulanmaz hararet, Başucum sa((ğ)) mal bir geceydi. Görünce komşumuz ge’yi, Gri bir rotatif merdanesinde esrik, Ve gözlerinde o u(ğ) ursuz siyah bant, Ve o alçalan de(ğ) erler örtüsüyle... İyisiyle, kötüsüyle Bir takvimdi nitekim bizimki de. Say ki bir zaman biz de begler ogluyduk. Ayaklarda ibrişim ba(ğ) dık anneler... Karanlık kuburlarda organik selvi... Sırtların yaslandı(ğ) ı güvenli da(ğ) dık... 4/: Ben isyankâr yumuşak ge... Oysa gerde(ğ) e girme(ğ) e daha bir günüm vardı. Kabardı kalbimin nil’i bir da((ğ)) ete(ğ) inde. Kan kesti şaka(ğ) ım, buza durdu ellerim. Ben şimdi ne ederim anneler? Oy... Nerelere giderim? 5/: Ben isyankâr yumuşak ge… Da(ğ) lara vurdum hırçın başımı karalı haber ertesi. Ne komşu mu? Ne de omzuma korugan olan, O yay kırı(ğ) ı sakineyi harlı rotatiflerde tanımam. Gözümü kırpışım biline. Korkmamdan de(ğ) ildir matbaa ustabaşlarından. Cinayet sofralarına donanma fişenk davetindendir. Kendindendir kişinin buldu(ğ) u nihayet. Ama anneler kader bu, ya da karalı yazgı, Bazen acıtır biberi bile üçüncü sayfa. Tuzu kokutur bazen bayat haberler. Ben isyankâr yumuşak ge anneler… Bundan böyle koyun koyunayım ayla. Hayâlime konamaz da((ğ)) kırlangıçları. Ne düze inmek yakışır da((ğ)) lı o((ğ)) luna. Ne de koyunlaşmak Yozgat(-) Sorgun arasında, Ya da kıvrık boynuzlu koçlar yaylasında... 7/: Ben isyankar yumuşak ge anneler... Oysa bir günüm vardı daha, Alfabenin en genciyle gerde(ğ) e girme(ğ) e... Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() |
#310 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57917
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Kaçsak da Fizanlara Tutulacağız Elbet
1/: Yürürken yüreğime usulca kurşuni kubbeler Sonunda pişmanlığın şerbetini içerken Saklansak Hindistan'a bulunacağız elbet Bismillahsız amellerin Tutsağıyız müebbet. 2/: Yolcuyuz zamana misafir heybemizde ak umut Arkamızda *******in kahreden katarları Kaçsak da Fizanlara tutulacağız elbet Bismillahsız amellerin Tutsağıyız müebbet. 3/: Elinde ********* kentin dehşetengiz vur emri Sürmüş damara fişek zaman denen zaptiye Uçsak da bulutlara vurulacağız elbet Bismillahsız amellerin Tutsağıyız müebbet. 4/: Deryalar kan ve irin kusmuğu yutuyor sahiller Kumdan testereler doğruyor günahları Konsak da ağaçlara biçileceğiz elbet Bismillahsız amellerin Tutsağıyız müebbet... Ahmet Yozgat |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|