|  | 
|  04-01-2009, 05:26 PM | #531 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Tadı kaçmış şimşekler; sevgilim! yağmuru böyle izlemezdik eskiden. şimdi yüzünden endişe düşüyor. görüyorum ki gözlerinin renginden kahve gitmiş acı kalmış telve tadında. şimşekler; sevgilim! ellerin ellerimin nasırında; bir pervane olmuş dönüyor. anlıyorum ki öykümüzün havası çoktan kaçmış ölüm kalmış yanık tadında. Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:26 PM | #532 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Tahta Üzerine seni yazmak ben elime ne zaman kalem alsam çok yakındım sana sen yaşanan her mevsim çok fazla ahşaptın oysa üzerine hiç yazı yazılmıyordu. tahta kutları her zamanın dersindeydiler . yumruklarınla çakıyordun paslı çivileri duygularıma saklandığın gölgeler değildi yeşil yaprakların arası renklerin küflü karanlığa sarılmıştı ben ellerimle yosunlarını ayıklıyordum. görülmeyecek düşler üzerine kapanmış kapılardın ve yaşanılacak baharlar kalem ne yazarsa yazsın kapalı kapıların kilitlerini açıp giremiyordu ki içeriye benim resmim hiç asılmayan duvardaydı . Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:26 PM | #533 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Tanıyorum seni bir yerden ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden. hiç beraber kuş kovaladık mı seninle bir tarlada, öksüz bir yağmur gibi yağarken. üzerimizde anamızın belediği toprak ve sancımız henüz göbeğimize bağlıyken. ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden. sanki beraber çizdik ilk saat resmini defterimize, yanılıyor muyum sen akrep olmuştun da galiba saniyeler giymiş yelkovanı oynuyordum bende. kovalamak için seni güneşin peşine takılırdım hep köşelerde saklanırdın, tutamazdım nedense. ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden. sanki turnalar üzerine son ağıdı yakarken saz tellerinin en uzak akordunda bozulmuştuk. aynı kelepçedeydik ayrı kollarımızın bileklerinde verilecek en ağır ceza için hücremize girerken. ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden. hep sır tutmayan tarafı olduk aynalarımızın. yüreklerimiz bütün kavgaların en delikanlısıydı. bir hançeri ben yerdim sırtıma, sen oturur ağlardın. sanki aynı memesinden süt emmiş gibi analarımızın. belki çıkar gelirsin aklıma, bir nefes daha çekelim derinden. ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden. Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:27 PM | #534 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Tanrının ne günahı var Tefnut haber yollamış ülke insanlarına, çocuklarım size gelecek, haberiniz olsun diye ve eklemiş arkasından aman, sakın bir hazırlık yapmayın, bir kaç gün kalıp dönecekler geriye. bizimkiler çok konuksever ve birazda gösterişe meraklı ya hemen başlamışlar sıkı bir temizliğe ortalıkta. önce ne kadar ağaç varsa tek tek budamışlar tam kökünden sonra vermişler ateşe, hepsini birden maksat konuk çocuklara oyun alanları açmak onları ağırlayıp, Tefnut’a yaranmak. gazete manşetlerinden: “aniden bastıran yağmur ve toprak kayması sele neden oldu yüzlerce ev yıkılırken, binlerce büyük ve küçük baş hayvan kayboldu. sele kapılan yurttaşları arama ve kurtarma çalışmaları başladı “ Tefnut haber yollamış çocuklarına haydi mevsim bitiyor isteyenleriniz geri dönsün, geride kalan olursa ev sahibini üzmesin yağmur adlı çocuklar dönmüşler annelerinin yanına adı nem olanlar kalmışlar birkaç gün daha. gazete manşetlerinden: “yüksek nem öldürüyor, sığınacak bir gölge bile bulamayan …. yetkililerden alınan bilgiye göre yüksek tansiyon ve güneş çarpması nedeniyle sağlık kurumlarına başvuran … gerisi havadan, sudan “ Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:27 PM | #535 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Tarihin peşinde akıp gidiyor önümüzden günler, doludizgin. biz en yaya adımlarımızla bir adım gerisinden takipçisiyiz önümüzde gidenin. o bizi umursamasa, dönüp bir kere bile ardına bakmasa da. biz yürüyoruz ardı sıra. üstüne basmaya korktuğumuz, kenarından geçtiğimiz önümüzdeki her adım izinde, her zaman taze bir kan ve hiç kurumayan gözyaşı ırmakları. varsa bir köşede açmış güzelliğin çiçeklerini, her adımda derin bir şehvetle koparıp seline katmış. biz bir adım gerisindeyiz zamanın izlerken yazılışına tanık olduğumuz, tarih kitaplarının. öyle ders almaya ve çalışmaya vakit bulacak kadar boşa harcamayız zamanı. Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:28 PM | #536 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Tehlikeli aşk sen kuyruklu yıldızlara isim olacak kadar şiddetli ve tozu dumana katan ve tüm evrenime kafa tutan bir aşksın. önce fırtınalara, sonra yıldızlara asılacak elimdeki bütün fotoğrafların. hiç bakamıyorum, belki de bu korkudan gözlerine. balkondan düşmekle yetiniyorum. başım dönüyor sadece. kurak bir sabotaj arkasındayım. ararsan dökülen bir damla kan bulamazsın. ama çamura bulanmış ellerim ve konuşmaktan ürkek açılmıyor çenelerim. üstüme konan ne kadar yaprak varsa kopmuş dalından beraber kokuluyoruz adım izlerini düştüğümüz yerden. bir bekçi düdüğü ürkütüyor geceye tünemiş karanlık kuşlarını. doğrulmak istiyorum, düştüğüm yerden açılmıyor gözlerim, kımıldatamıyorum ayaklarımı. başım bile dönmekten vazgeçti artık. önce fırtınalara, sonra yıldızlara ellerimle takmaya gidiyorum elimdeki bütün fotoğraflarını. Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:28 PM | #537 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Telgraf direkleri en sapa bir dağ köyüne gönderiyorum hasretime yabancı sevgilimin gözlerini. ona ait ne varsa ona,uzakta ne kaldıysa kendime saklıyorum. sonra alıyorum elime en yeni havadisleri ve yalnızlığımla kurulmuş düşleri kaleme kağıda sarılıyorum. bir telgraf oluyor yazıp anlattıklarım. acele-cevapsızı, acele gönderiyorum. sonra biletimi alıp en sapa dağ köyüne soğuk bir trene biniyorum. ıssız yollarda kar rengi çocuklar görüyorum. dayamışlar kulaklarını telgraf direklerine, benim sevdiğime yazdıklarımı dinliyorlar. unutulmuş bir armağan verdiğim için onlara, tarifsiz bir mutluluk duyuyorum. Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:28 PM | #538 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Terkedilmişlik kötü bir gidiş gibiydin, terk ediştin. bir daha dönüp bakmamak gibi ardına, gözyaşlarını dinlediğin son şarkıya saklar gibiydin. şimdi çoktan unuttun biliyorum sana yazdığım bütün şiirleri. ve hiç hatırlamıyorsundur ne yazık, kapıdan çıkarken söylediğin o güzel sözleri ”senden asla ayrılamam bunu hiç unutma” dediğini kötü bir gidiş gibiydin, terk ediştin. yalan söylemiştin..... Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:28 PM | #539 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   The Labirent - dalgalanmalar / öykü Yıkılmış minarenin merdivenlerinde,son şerefeye kaç basamak kala söndü ışıklar bilmiyorum. Karanlık çöküverdi birden gözlerime, yüreğime. Soluğum kilitlendi, oturdum. Seni burada bekleyeceğim, tam burada işte, ne bir basamak yukarıda ne bir basamak aşağıda. Gelirsen, gelirsin. Elindeki o billur renkli fanusun içinden doyumsuz güzellikleri bir kartpostal gibi alırsın fonuna, çıkar gelirsin. Derin mavi gözlerinin içinden, bulutlardan çaldığın bin türlü dansın parendelerini alnıma yapıştırmak için çıkar gelirsin. Biçimli dudaklarının sıcaklığını yeryüzündeki milyarlarca insanın alnından izinsizce çekip alır ve yumuşacık ellerini yalnızca benim saçlarımda dolaştırmak için çıkar gelirsin. Sesinin gizemli tonunun içinden tüm metal parçacıklarını ayıklamak ve tenlerimizi aynı renge boyamak için ve beni bir tuhaf etmek ve bana ben olmak için çıkar gelirsin. Seni tam burada bekleyeceğim. Ne bir basamak aşağıda ne yukarıda. Çıkıp gelmelisin; şiddet tanrısının içimdeki egemenliğine karşı tam yanımda saf tutup yürekli ve dürüst mücadelenin erdemini bana anlatmak için. Dansettiğimiz o ilk gece, yüksek topuklu ayakkabılarınla ayaklarımın üzerinde gezinmene karşı başımı uysal bir çocuk gibi önüme düşürüp yüzüne gülerek baktığım için mutlaka gelmelisin. Tüm bu söylediklerimi duymamış gibi ama benim ne duymak istediğimi bilerek, ona göre yorumlar yapmak için gelmelisin. Ve öldükten sonra, diğer tüm sevdiklerimiz, yakınlarımız gibi bir karasinek gibi geriye dönüp dönmeyeceğimizin yanıtını vermek için gelmelisin. Işık dolu bin çeşit pastel renk gibi gelmelisin. “alnıma bir karasinek kondu, elimle kovalasam mı bilmiyorum” Seni, işte tam burada bekliyorum, çıkıp gelmelisin. Gelmedin …. Neredeyse sürüklenerek çıkarıldım karanlık merdivenlerden. Ensemde demir soğukluğu, yakamda, oralarım, buralarım da pençe izleri. Ve arkamda senin olmayan gölgen, duyamadığım sesinle. “Hadi, daha çabuk! sallanmayın, hadi …” Şimdiye kadar hiç bu kadar yakın olmadığım demir soğukluğu, tırmalayan pençeler ve bir saniye sonrasının bilinmezliği içinde çoğulcu yalnızlık ve korkular demekti –hadi, daha çabuk-. Ucuz atölyelerin bir kenara atılmış, işe yaramaz tuvallerinin üzerine bile kondurulamayacak kadar karanlık ve çaresiz uçurumlarda, yukarılara doğru sürükleniyorum. Ardına saklanacağım bir bulut bulabilsem bütün inançlarım karşılığında satın alacak ve pervaneleşerek kaçıp kurtulmaya çalışacağım. Bir gün değil yaşadığım saniyelerin hesabındayım. Ve soluklarını ve adımlarını yaşadığın zamana karşı kişinin kendisinin ayar dışı kalmasının zavallılığını ağır bir kozmos uçurtmasının kuyruğunda dalgalanarak hissediyorum. Bir kapının önünde durduk. Sanki sonsuzluğa kadar sürüklenmiştim. Kainatın son noktasında bir kapı vardı tam önümde ve belki arkasında bir başka sonsuzluk başlıyordu. Paçamdan doğru gelen ses bir kibrit alevinde kapının üstünden kuyrukluyıldız gibi uçup gitti: “biz geldik Sayın Bayan, görevliyiz “. Sanıyorum bu isimle yeni sonsuzlukların okyanuslarında korsan dalgalarla beraber ulaşılacak pek çok hazinenin gömülü adalarında sürgünümü yaşayacağım ya da ilk gençlik yıllarımın yaşamadığım her şeye fazlası ile sahip delikanlılığımda, olgunluktan uzak, çizgileri derinleşmemiş bir entelektüel olamadan ve ideal tokmaklarımla tam-tam çalamadan kaçak kahvehane pejmürdelerinin aktüalitesinde kala-kalacağım. Ve sessiz bir nezaketle açılan kapıdan içeriye sırtıma indirilen hoyrat bir yumruk tekmelenerek itildim. “Sayın bayan” tam önümde ayakta duruyordu. Çok ileri yaşının yaş kütüğü ortasında yeni açmış tomurcuk tazeliğindeki gözleri ile bana ve diğerlerine bakıyordu. Gözlerinin içinde; korkunun karanlıkları ve umudun aydınlıkları gri ve yüksek katmanlı bulutlara dönüşüyordu. Doğruldum yavaşça. Demir soğukluğu ve pençe tırmalamaları kalkmıştı üzerimden. “Sayın bayan” tam önümdeydi ve bana bakıyordu bulutlu bir tomurcuk tazeliğindeki gözleriyle. Gözlerimi gözlerinden bir an kaçırdım ve tüm duvarları umursamaz bir cehennem topu gibi sessizce taradım bu belki -sonsuzluğumun- ilk ve yeni attığım adımımın rahim ağzını. Oldukça geniş, havları iyice dökülmüş çift kişilik ve yaşı antika çizgisini çoktan aşmış olduğunu tozu kalkmamış bir gururla haykıran koltuğa yan yana oturtulduk “Sayın Bayan” ile. Namlunun kadrajında sanki ikimiz birlikte yer alıyorduk. Oturduğumuz koltuğun tam arkasındaki duvarda, çok büyük boy gösterişli bir yağlıboya tabloda; sonradan renklendirilmenin yaratacağı yapaylıktan korkarak ressamının ellerine en uçuk tonlu pastel harmanının makyajını sunan belli ki “Sayın Bay” şaşkın ve çaresiz bize bakıyordu. Belki de benim şaşkınlığım orada gene benim üzerime yansıyordu. “Sayın Bayan” ile göz göze geldik yeniden. Neler oluyor bilmecesinin çözülmemiş ve neredeyse tamamı boş karelerine kimseden yanıt çıkmayacağını anlama kronometresi serüven duygusunu kaybetmiş ve kendi ritminde çalışıyordu. Çözülmemiş bulmacanın bu tarafındaki ben; beni biliyordum da hemen yanımdaki o, belki sadece sonsuzluk kapılarındaki ev sahipliğinde sadece kendini yaşayan ve anılar denizinin anaforlarındaki soluksuzluğu ile de mut çiçeklerini her gün yeni baştan değiştirmeye çalışan öylesine ve rasgele bir seçilmişlikti. Ve bu nedenle de gözlerindeki korku ağır bir saltanat sarhoşluğu ile tahtında bağdaş tazelerken belki umut dediğim aydınlıklar ay’ın görünmeyen tarafına doğru yelken açıyorlardı. Gözlerinin rengi değişiyordu “Sayın Bayan”ın. Arkamızdaki ses, önümüze geçti, namlu hala olduğu yerde. “Sayın Bayan”ın hızlandırılmış soluğunu şimdi daha yakından duyuyordum. Ses gürledi: - Ben Tanrıyım! …. Tüm yaşanmışlıkların, geçmiş zamanların Tanrısıyım ben! .....Beyinde, yürekte, nerede ne yaşanmışsa, ne şekilde yaşanmışsa ….Yolda yürüyüşlerin… Yan bakışların …. Ölüm sonralarının ….Az öncelerin ….Ben Tanrıyım, yaşanmış zamanlarla oynuyorum …. Gözlerimiz soruyordu, biz bir şey diyemiyorduk. O gözlerimizi okuyordu. Gene gürledi: - Sizden tek istediğim Ulu Tanrının, benim bugüne kadar kabul etmediği “geçmiş zamanlar tanrısı” olduğumu kabul etmesine tanıklık etmeniz, bana yardımcı olmanız. O buraya gelecek ve oyunumuzu izleyecek ve benim tanrılığımı kabul edecek. Siz de bu oyunu oynamakla ve benim tanrılığımın tesciline tanıklık etmekle bana yardımcı olacaksınız….Sonra herkes yaşamına kaldığı yerden devam edecek … İsterseniz elbette ……Ve bu oyun ve tanıklık etmek içinde zaten hiçbir seçme hakkınız da yok … Yani istemeseniz de ….. Geçmiş zamanlar tanrısı; anlatmaya başladı oyundaki rollerimizi ya da yaşadıklarımızı. Sen “Sayın Bayan” tam yetmiş iki yaşındasın. Kocan “Sayın Bay” öleli tam on sekiz sene oluyor ……O kocaman, yıkılmaz denilen koca fabrikasının kapısına kilit vurmaya çalışırken durdurdu kalbini …... Cenazesi nedense çok küçük bir ibadethaneden kaldırıldı. Kimselerin katılmadığı küçük bir törenle sadece. Günlerden bugün gibi bir gündü ve yağmur çiseliyordu. Sen “Sayın Bay” toprağa verildikten sonra doğruca bu eve, evine geldin. İnzivayı bile aşarak kapattın kendini içeriye. Kapını biz görevliyiz diye gelen memurlardan başka kimselere açmadın. Onlarda sadece sayaçlarda gördüklerini yazıp gittiler ve iki kelime bile konuşmadın. Ne yedin, ne içtin ……Bilmiyorum, araştırmadım, merak bile etmedim …. Kocanla ve onunla yaşadıklarınla yaşamaya devam ettin …… Onu ilk tanıdığın günden sonra onun dışında hiçbir şey düşünmemek gibi yaşadın o öldükten sonrada ….. Sen “Delikanlı”, sen “Sayın Bay”ın öldüğü gün doğdun. Seni çok seven ve çok şey bekleyen bir ailen var, onların tek çocuğusun. her şeylerini sana veriyorlar sende onlara çok şey veriyorsun. Gelecek hayallerinde bir gün doktor oluyorsun, bir gün jet pilotu. Ya da uzak ülkeler rüyası …… Ne olursun, nasıl olacaksın bilemem. … Tanrının ne zaman geleceği belli değil diyordu “geçmiş zamanlar tanrısı” o gelecekti muhakkak ve geldiği zamanda onun varlığının tescili için gerekli senaryo oynanmalı ve sonuç onun istediği gibi olmalıydı. - Sevişeceksiniz! dedi ve sırtını “Sayın Bay”ın resminin olduğu duvara dayadı. Namlu hala üzerimize çevriliydi. “sayın Bayan”ın çöl kumu renkli ellerinin üzerinde, bereketli vahalarda akan nehirler gibi masmavi damarlarında akan kan debisini yükseltmiş ve beynine hız ve şiddet olup akmaya başlamıştı. Benimde dizlerimden daha yukarılara gönderilen mesajlarla emir yerine ulaşmıştı gecikme hakkını kullanmadan. Birimiz diğerinin başını, yüzünü avuçlarımızın içine alıp göğsümüze bastırmıştık ama hangimiz. “Sayın Bayan”la beraber bir garip ama heyecan verici yolculuğa sürüklenmeye başlamıştık iki kişilik antika koltuğun üzerinde. Kulaklarımda sesini duyduğum “Sayın Bayan” – bana güzel bir şey söyle hadi – diyordu ve ben ona çok güzel şeyler söylemeye hazırlanıyordum. …………. Aradan ne kadar zaman geçti ya da hangi yağmurlarda ıslandı kanatlarım, hiç bilmiyorum. Oda aynı oda ama sanki yapayalnızım. Etrafa göz gezdirmeye çalışıyorum, neler göreceğimi bilmeden, belki korkarak. Sadece üzerime çevrili namlunun soğukluğu ve kadrajında benden başka kimsenin olmadığı bir sessiz yalnızlıktı şu an ortalarda gezinen. Başımı arkaya çevirdim. “Sayın Bay”ın gösterişli portresinin asılı olduğu duvara. O resim gitmiş yerine bir başka resim asılmıştı. Gene pastel renklerin harmanı ve yapaylıktan korkan aşırı makyajlı ama bir başka resim vardı duvarda asılı. Ben ve “Sayın Bay” ayakta duruyorduk yeni resimde. Birbirimizin koluna girmiş ya da kollarımız birbirine dayanmış kadar yakındık. Mutluyduk sanki, yüzümüzde saklanmasına gerek kalmamış rahat bir tebessüm.ve tam önümüzdeki iki kişilik, havları dökülmüş antika koltukta “Sayın Bayan” oturuyordu ve kucağında belli ki yeni doğmuş çocuğu ile o da bizim gibi çok mutlu görünüyordu. Gözlerimi duvardaki resme bağlayan şaşkınlık halatlarım gevşemeden saklı bir sesin kimliği belirsiz fısıltısı yankılandı odanın içinde. -Tamam geliyor…… Ve benim içeri atıldığım kapının altından ışık dolu, içinde saklı bütün renklerin aydınlığı süzülmeye başladı. Ve kapı çaldı …. Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|  04-01-2009, 05:28 PM | #540 | 
| Aşmış Üye  Üyelik Tarihi: Aug 2007 Konum: İstanbul 
					Mesajlar: 281,268
 Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts 
Üye No: 44033
 İtibar Gücü: 57930 Rep Puanı : 34658 Rep Derecesi :             Cinsiyet : Erkek |   Titreyen bir ışıktır o an ne önemi var ki o an, hayal hangi perdenin ardında saklı gerçek şu resimde, tam ortada duran mı. … şimdi saat kaç diye sorabilmek kendine ve kadehini kaldırabilmek bakarak gözlerine. ne önemi var ki o an, bir sihir fanusunun için de mi kalsak yoksa gizli bahçelerin çiçeklerini mi koklasak. … yenisini yakıp sigaranın, küllükteki sönmeden kanatlarını çırpabilmek nereye gideceğini bilmeden. ne önemi var ki o an, hesabına dalmak anlatılmamış dünlerin doğru cevabını bulmak çözülmemiş bilmecelerin. … bir farklı heyecanın örtüsünü çekerek üzerine en güzel öyküleri yazabilmek *******ine. ne önemi var ki o an, kainatın görünmez olmuş bütün çizgileri ama hiçbir rüzgara yenilmemiş yel değirmenleri. … seni tanıyorum diyerek masadaki çiçeğe o an içinden binbir rengi taşıyabilmek geleceğe. ………. diyelim ki geleceğin takvimleri ikibinyüz’ü gösteriyor canımın içi bir çağ bitmiş yerine bir yenisi başlıyor, doğum sancısı gibi müthiş bir frekansa yakalanıyorsun radyonun göz lambasında ve yeni bir melodi, dolaşmaya başlıyor birden damarlarında. sanki bildiğin bütün denizlerden saklı bir uzak sahilden çıkıp geliyor çırılçıplak ve sırılsıklam bir dalganın sesinden işte o an yaşananlar, hiçbir takvimde yazılanlar değildir bildiğim tek şey; gözlerin, gözlerimin en güzel rengidir … Cevat Çeştepe | 
|   |   | 
|   | 
| Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
| 
 |  |