www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 09-25-2006, 12:34 AM   #1
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3009
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

3. Yaşam süresince ölüm yönelimleri

Herkes yaşam süresinin her noktasında ölümle ilişki içinde yaşar.
Bu bakış açısı yaşlılıktaki ölüm yönelimlerini anlamamıza katkıda bulunur.
Böylece yalnızca ölüm karşısındaki tutumlara ilişkin özel araştırmalara
değil, bilişe, zaman açısına, kişilerarası ilişkilere eğilen araştırmalara
da yer vermek olanaklı olmaktadır. Genel bilişsel düzey ve
üslup önemlidir; çünkü ölüm konusundaki düşünceler bireyin kendisini
ve dünyayı yorumlama yeteneğiyle ilişkilidir. Zaman boyutu önemlidir,
çünkü kişisel ölüm hep geleceğe ilişkindir; aynı zamanda, geçmişteki
kederler, ayrılıklar, diğer yitimler ve tehditler de geriye bakışın
konularını oluşturmaktadır. Ölüm yöneliminin kökleri ilk kişilerarası
yaşantılarda bulunabilir ve bu ilişkiler yaşam boyunca etkili olmayı
sürdürdüklerinden ölüm yönelimi (death orientation) açısıdan önemlidirler.

a. Bebeklik ve ilk çocukluk

Zihin gelişimi alanında yüzeysel bir yaklaşım bebek ve çocukların
ölüm konusunda hiçbir şey bilmedikleri sonucuna varabilir.
Çocuklar soyut kavramlar konusunda hiçbir şey bilmezler ve çoğu anababaların
ve öğretmenlerin beklentisi doğrultusunda da ölümü anlamazlar
ve anlamamalıdırlar. Yine de küçükler ölümün farkında olduklarına
ilişkin tepkiler vermişlerdir. Bu olgu dikkatle incelenirse zihin
gelişimi kuramına uygun düştüğü görülmektedir. Piaget'e göre zeka
biyolojik bir uyum işlevidir ve bu işlev ergenlikte birdenbire ortaya
çıkmaz. Bebek ve çocuk da yetişkinden farklı da olsa zeki davranışlar
sergiler. Zeki davranış her zaman yüksek düzeyde gelişmiş bilişsel
yapı sonucu değildir. Üstelik küçük insanın güçsüzlüğü onun tehlikeyi
sezme ve yardım isteme yeteneğini gerekli kılar. Koruyucu yetişkinin
yitirilmesi ölüm tehdidi gibidir. Varoluşu tehlikeye girdiğinde bebek
soyut zihinsel işlemler olmadan da çevresini algılayabilir. Hiçbir insan
ayrılma vc terkedilme tehdidini algılayamayacak kadar küçük değildir.
Buradaki önemli nokta, kavram-öncesi zeka etkinliği biçimlerinin
yaşamın çok erken dönemlerinde var olduğu ve en kritik konularından
birinin yaşamın korunması olduğudur. Piaget'in kuramında vurgu
"nesnenin sürekliliği ve korunumu" üzerindedir. Piaget'in bulguları
bunların ilk iki yıldan itibaren başladığını ve çevre etkileşimiyle gelişmeyi
sürdürdüğünü göstermektedir. İnsanlar ve diğer nesneler uzaydaki
konumlarını çocuğa göre sürekli değiştirirler. Çocuk, algı alanındaki
değişimleri izleyebilmek için değişim içindeki "değişmezlik"
bilincini elde etmek zorundadır. Nesnenin sürekliliği ve korunumu
özelliğinin gelişimi büyüyen bireyin gerçekliği nasıl kurduğunu
açıklamaktadır. Nesne korunumunu elde edemeyen çocuk tek parçalı
ya da kaotik bir gerçekliğe takılıp kalacaktır. Ancak çocuk, değişim,
yok olma gibi olguları anlamadan nesne korunumunun da pek anlamı
olmayacaktır. Değişmezlik kavramının temelinde değişim vardır. İlk
yıllarda zihinsel etkinlik henüz ayrışmamıştır, global'dır. İkinci yaşta
örneğin zaman, süreklilik ve ölüm gibi soyut kavramlar oldukça uzaktır,
ama çocuk bunlara ilişkin deneyimleri şimdiden işleme koymaya
başlamıştır. "Gitti", "uzun süreli gitti", "ebediyen gitti" (ya da "öldü")
düşünceleri henüz ayrıştırılmamıştır; dolayısıyla her ortadan yitme
değişim, ayrılma ya da yitirme (kavramöncesi biçimde), "ölü" ve
"öldü" kavramları kategorisine kaydedilecektir. Bu "nesnenin ölümü"
olarak adlandırılabilir ve çocuğun olgun zihinsel işleyişe doğru
ilerlemesinde en önemli öncül kavramları (protoconcepts) oluşturur.
"Nesnenin ölümü" ile "benliğin ölümü" arasındaki farkın elde edilebilmesi
için daha fazla zihinsel olgunlaşmaya ve deneyime gerek vardır. Çocuk
hala en yakın çevresine bağımlıdır. Zihinsel işlemlerle kestirilebilir
ve tutarlı bir dünya kurmak için, kestirilemezi ve tutarsızı tanıma
ve ayrıştırma yeteneğine gereksinme vardır.

Çok küçük çocukların ölümle ilişkili yönelimlerini gözlemlemede
çok geniş olanaklar vardır, ancak daha büyük çocuklar ve yetişkinler
için kullanılan yöntembilimi kullanmak olanaksızdır. Oyun
durumunda gerçekleştirilen doğal gözlem küçük deneylerle desteklendiğinde
çok yararlı olabilir.

Bowlby küçük çocukluktaki yitirmelerin psikososyal sonuçlarını
dikkatle izlemiştir. 12 aylık çocuklara ilişkin gözlemler, çocukların
yabancıların yanındayken yitik anneyi bulmak için belirgin bir çaba
gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Önce "protesto" ve bulmak için
"acil çaba" vardır. Çocuk günlerce yüksek sesle ağlamakta ve yiten
annesi olabilecek her şeye ve her sese doğru kendini atmaktadır.
Umutsuzluk ve umutla arama arasındaki gidip gelmeler bir hafta
sürmekte, ama sonunda çaresizlik yerleşmektedir. Annenin dönmesi
isteği ortadan kalkmaz, ama bunun gerçekleşmesi umudu yitirilir. Sonunda
bu istek de ortadan kalkar ve çocuk sonsuz bir acı içinde içine
dönük ve apatik bir görünüm kazanır.

Bu tepki örüntüsü yakınlarının yasını ya da başka acı yitimleri
yaşamış olan kişilerde de gözlemlenebilir. Bu görünüme kurumlardaki
geriyatrik hastalarda da rastlanır. Bowlby'nin diğer gözlemleri çocukluktaki
keder tepkisinin uzun süreli olabileceği doğrultusundadır.
Anne figürünü yitiren küçük çocuk, bellek sınırlarına ilişkin bütün
sayıltılara karşın, son derece sürekli bir duygu ve davranış göstermektedir.
Çok küçük çocuklarda kederin sürekliliğini açıkça gösteren
sözel olmayan davranışlar gözlemlenmektedir. Terapistler küçük çocukların
ölümle ilişkili oyunlarını izlemişlerdir. Bu gözlemler iki
yaşındaki çocuğun ölüm konusunda bir şeyler bildiğini ortaya koymaktadır.
Ayrıca gözlemler ölümle ilişkili yaşantıların çocuğun tüm
gelişimini etkileyebileceğini de göstermektedir. Yetişkinlerin çocukluk
anıları incelendiğinde ölümle ilişkili çok belirgin yaşantılar bulunmaktadır.
Stanley Hall'a göre, çocuk olayı yaşadığı sırada duygularını
dile getirecek sözel yeteneğe sahip olmadığı için acısını uzun yıllar
taşımaktadır. Sonuç olarak, gözlemler ve anı incelemeleri, çok küçük
çocukların ölümle ilişkili yaşantıları kaydettiklerini ve bu yaşantıların
bireyin tüm yaşam yöneliminin bir parçası haline geldiğini göstermektedir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:34 AM   #2
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3009
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

b. İleri çocukluk ve ergenlik

İlk çalışmalar (1940'larda) ölüm kavramlarının yetişkin düzeyine
ulaşmadan iki ön evreden geçtiğini ortaya koymaktadır. Okul
öncesi yıllarda çocuklar ölümü, yaşamın durmasını değil azalmasını
içeren geçici bir durum olarak algılarlar ("Ölü insanlar acıkmazlar,
belki biraz..."). Bunu izleyen ara evrede çocuk ölümü bir son olarak
algılar, ama ölümü yine de evrensel ve kaçınılmaz olarak görmez. On
yaş dolaylarında çocuk, yalnızca ölümün bir son olduğunu anlamakla
kalmaz, kendisi de içinde olmak üzere her canlı yaratığın değişmez
yazgısı olduğunu kavrar. Ölümü kavramlaştırma düzeyinin yaştan çok
genel zihinsel olgunlaşma düzeyine sıkıca bağlı olduğu ortaya konmuştur.
Sürekli hastalığı olan çocukların gözlemlenmesi, yaşam deneyimlerinin
yaş ve gelişim düzeyinden daha etkili olduğunu göstermiştir.
Kimi hasta çocuklarda ölüm kavramı daha sistemli bir biçimde
gelişmektedir. Genel olarak zihin gelişimi ve özel olarak ölüm kavramı
gelişimi araştırmaları dikkate alındığında, ölümün son, kaçınılmaz
ve tamamlayıcı olduğu gerçeğinin bunları anlamayacak kadar
küçük olanlar tarafından bile kavrandığı görülmektedir. Bu çocuklar,
kendi durumlarının değişiminden, anababa, doktor ve hemşirelerin
tepkilerinden ve tepkisizliklerinden öğreniyorlar her şeyi. Ama en
önemlisi, kötü durumunu gözlemledikleri diğer hasta çocukların
yaşantılarından öğrendikleridir. Yaşa bakılmaksızın bu çocuklar için
ölüm ve ölme, yoksun bırakan, ayrılma ve kimlik yitimi getiren yaşantılardır.
Ölüm bu çocuklar için hastalık ve yaşam döngüsünün bir parçasıdır.

Sürekli hasta çocukların zaman akışı onların kaçınılmaz ölüm bilgilerini
de yansıtır. Hastalık ilerledikçe gelecek konusunda konuşma
da belirgin biçimde azalır. Gelecek yakın bir tatil ya da yakın bir olayla
sınırlıdır; çocuk bu olayları hızlandırmak için çaba harcar. Daha
önceki uzun vadeli plan ve amaçlardan. örneğin büyüyünce ne olacağından
hiç söz edilmez. Yetişkinler zamana bakıştaki bu gerçekçi
değişim karşısında zor duruma düşerler. Geleceğin bir biçimi olarak
ölümden sonraki yaşam umutsuz hasta çocukların konuşmalarında yer
almaz. Yaşlı ve hasta yetişkinlerde görülen "ödünleme ilkesi"ne çocuklarla
yapılan araştırmalarda rastlanmamıştır; çocuklar her türlü
mutluluğun ya da doyumun çabuk gelmesi gerektiği düşüncesini ortaya
koymuşlardır.

Ölüm olasılığı ile bir bireyin gelecek görüşü arasında algılanan
ilişki, çoğu zaman, yaşlılar açısından ya da hiç olmazsa yaşamı
gözden geçirmesi ve ölümlüğünü kabul edebilmesi için yeterince ömrü
olanlar açısından tartışılmıştır. Yaşamsüresi boyunca zaman kavramı
konusunda bilinenler, gelecek kavramı ile ölüm kavramının en
azından orta çocukluk yıllarından itibaren birbirini etkilediğini ortaya
koymaktadır (Kastenbaum, 1983). Her bireyin, ileri yaşa ulaşmadan
ya da ölüm olasılığıyla karşılaşmadan önce, gelecek ve ölüm kavramlarını
oluşturduğu kişisel bir geçmişi vardır.

Çocuklar ölüme ilişkin düşünce ve duygularını kısmen kişilerarası
ilişkileri içinde oluşturmaktadırlar. Masters'in gözden geçirdiği
yeni araştırmalar, bilişselliğin kişisel olgunlaşma bağlamında olduğu
kadar toplumsal bağlamda da geliştiğini ortaya koymuştur. Bilişsel ve
toplumsal gelişim konusundaki genel bilgilerimiz ölüme ilişkin düşüncelerin
rolü dikkate alınmadıkça tamamlanmış olmayacaktır: aynı
şekilde, ölüm düşüncesinin yaşam süresince gelişimine ilişkin bilgimiz
daha geniş psikososyal olgunlaşma bağlamına yerleştirilmedikçe
eksik kalacaktır. Yetişkinlikteki ve yaşlılıktaki ölüm düşüncelerinin
anlaşılması bireyin kişilerarası bağlamı dikkate alınırsa kolaylaşabilir
ve zenginleşebilir. Örneğin, ölümle ilgili yaşantılar kiminle paylaşılıyor,
birey başkalarının tepkisinden ya da tepkisizliğinden nasıl etkileniyor
sorularının yanıtları aranmalıdır.

Ergenlik araştırmaları ergenlik dönemini pek çok boyutlarıyla ele
aldığı halde, ergenlikteki ölüm kavramını genellikle ihmal etmiştir.
Ergenlik psikolojisi alanında otorite sayılan yazarlar "ölüm", "ölmek",
"ölümlülük" konusuna hiç yer vermemişlerdir. Ölümün yaşlılığa özgü
olduğu kalıpyargısı ergenlik araştırmalarını da etkilemiş görünmektedir.

Araştırmalar ölüm korkusunun ergenlikte en üst düzeyde olduğu
görüşünü doğrulamamaktadır. Ölüm korkusunun, toplumsal destek,
zihinsel olgunluk, bireysel deneyimler gibi başka değişkenlerden etkilendiği
söylenebilir. Ayrıca, ergenlikte gerçek ölüm, ölüm duygusundan
ve düşüncesinden çok daha belirgindir. Amerika Birleşik Devletleri'nde
bütün nedenlerle ölme oranı ergenler ve genç yetişkinler arasında
gitgide artmaktadır. İntihar ve kendini mahvetmenin dolaylı biçimleri
gitgide daha fazla sorun olmaktadır. İntiharı yaşam süresi boyunca
inceleyen Maris (1981), insanların ergenlik gibi geçiş dönemlerinde
daha duyarlı ve yaralanabilir olduklarını belirtmektedir. Henüz
bu savı destekleyen yeterli veri olmamakla birlikte, Maris, yetişkinlik
eşiğindeki ergenin ve yaşlılık eşiğindeki yetişkinin intihar potansiyeline
dikkati çekmektedir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:34 AM   #3
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3009
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

c. Yetişkinlik ve yaşlılık

Kuramsal açıdan, ölüm karşısındaki nesnel ve kişisel yönelimler
arasındaki uygunluk derecesine bakılabilir. Bu uygunluk derece derece
mi, yoksa ansızın mı ortaya çıkar (örneğin, özel yaşam deneyimlerine
tepki olarak); başka bir deyişle, daha uygun bir bunalım modeli
mi, yoksa henüz belirlenmemiş bir değişim süreci mi söz konusudur.
Ölümle ilişkilerin değişmesi, zorunlu olarak, bireyin yeni bir kendi
üzerinde düşünme süreci başlatmasına yol açar. Ancak, zaman boyutu
birey yakalandıkça ya da ölüme yaklaştıkça mutlaka kısalıyor değildir.
Yaşlı kişinin gelecek duygusu, kronolojik yaş ya da ölümden olası
uzaklık gibi boş değişkenlerden çok, bireyin çevre üzerindeki denetim
algısına bağlıdır. Ayrıca bireysel farklılıkları da dikkate almak
gerekmektedir. Kimi insanlar yaşam ve ölüm korkularıyla çok erken yaşlardan
itibaren ilgilenirler, kimileri de ileri yaşlara ölüme fazla kafa yormadan
girerler. Bu alanda toplumsal istek ve beklenti değişkenleri
önemli bir etkendir. Yaşlıların çoğu yaşam ve ölüm konusunda bilgece
ve şatafatlı şeyler söylemelerinin beklendiğini bilirler; bazıları
gerçekten bu konuları düşünürken, bazıları da yalnızca beklentiye
boyun eğerler. Yetişkinlerin ölüm yönelimleri konusunda sözlü anlatımlar
kadar pratik kararlar da bilgi verebilir. Bir insan bir vasiyet
hazırlamış mı ve bunu değişen koşullara göre düzeltiyor mu? Yaşamını
uzatmak için yeme içme alışkanlıklarını değiştiriyor mu? Tehdit
edici belirtilere karşın sigara içmeyi sürdürüyor mu? Ciddi biçimde
hasta olan arkadaşlarını ziyaret ediyor mu, bundan kaçınıyor mu?
Ölüm ilanlarına bakıyor mu, bakmaktan kaçınıyor mu?

Bilişsel uyumsuzluk kuramı bu konuda yararlı olabilir. Yaşlanan
birey ölümle ilişkili etkenleri dikkate aldıkça gerçeklik ile bilişsel
tasarım arasında daha fazla uygunluk ortaya çıkar. Ancak, ölümle ilişkili
düşüncelerin kendisi yerleşik tutumlarla çatışarak uygunsuzluk yaratabilir.
Gerçekliğin baskısından kaçarak yüreğimizin derinliklerinde
genç ve ölümsüz mü kalmalıyız, yoksa ölümün düşüncemizde daha
geniş bir yer almasına izin mi vermeliyiz? Bireyin ölüm bilgisini zihinsel
yaşamında gözden geçirmenin hem yararı hem da zararı vardır
ve bu alanda kulladığımız stratejiler bizi her yaşta etkileyen her
şeyden etkilenmektedir (zihinsel olgunluk düzeyi, kişilerarası destek,
stres, sağlık gibi).

Ölüm karşısındaki yönelimleri yalnızca kronolojik yaştan kestirme
yolu pek verimli olmamaktadır. Ölümle ilgili düşünceleri diğer
değişkenlere bağlı olarak açıklama girişimi de karışık sonuçlar vermektedir.
Araştırmalarda kullanılan tekniklerin sınırlılıklarını dikkate
almak gerekmektedir. Aslında, ölüm korkusunu ve düşüncesini ortaya
çıkarmak için kullanılan tekniklerin neyi ölçtüğü hep tartışma konusu
olmuştur. Yetişkinlikteki ölüm tutumlarını açıklamaya çalışan kuramlar
genellikle deneysel bulgularla desteklenememiştir. Bu konuda o
kadar çok yöntembilim sorunu vardır ki, başarısızlık ne yalnızca kavramlara,
ne de işlemlere bağlanabilir. Akademik türden ölüm araştırmalarının
birtakım güçlükleri sürüp giderken, klinik ve diğer uygulamalı
araştırmalar yararlı olmaktadır. Araştırmacılar 25-90 yaşları arasındaki
bin erkeği inceleyerek, her yaş düzeyinde yüksek, orta ve
düşük düzeyde anksiyete bulmuşlardır. Yüksek anksiyeteli genç ve
orta yaşlı erkekler doktorların teşhis edebildiğinden daha fazla hastalık
bildirmişlerdir. Yüksek anksiyeteli yaşlı erkekler ise hastalıklarını
azaltarak belirtmişlerdir. O halde kimler sağlıklarını doğru olarak
bildirmektedir? Büyük olasılıkla yüksek anksiyeteli olmayan "iyi
uyum sağlamış" yaşlılar... Anksiyeteli yaşlı erkekler yaşama yönelik
güncel bir tehditten (hastalık) korunmak istemişler, buna karşılık
anksiyeteli genç erkekler yaşamlarının tehlike içinde olduğuna gerçekten
inanmadıkları için semptomlar üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu gözlemin
pratik sonuçları açıktır: Hastanın anksiyete düzeyi ve bununla
başaçıkma biçimi klinik değerlendirmeye katılmalı ve yaşlıların sağlıkla
ilgili bildirileri dikkatle ele alınmalıdır.

Araştırmacılar, yüksek ölüm anksiyetesi bildiren yaşlı kadınların
zaman karşısında mülkiyetçi olduklarını ve zamanın çabuk geçmesini
istemediklerini buldular. Bu bulgu bireyin zamanın güçlükle geçişine
ilişkin algı örüntüsüyle açıklanabilir. Bu konunun araştırılmasında
yalnızca sözel tepkilerin derlenmesinin yeterli olmadığını, doğal durumlarda
yapılmış dikkatli gözlemlere gerek olduğunu bir kez daha
belirtmekte yarar var.

Yetişkinlerin ölüm karşısındaki yönelimleri sözel tepkilerle tam
olarak anlaşılamadığına göre, belki sözel olmayan davranışların en
aşırısı olan intihar aydınlatıcı olabilir. Yaşama karşı ölümü seçmek
çocukluktan yaşlılığa kadar her düzeyde ortaya çıkan bir olgudur.
Amerika Birleşik Devletleri'nde intihar konusunda cinsiyet farklılığı
olduğu, erkek intiharlarının kadınlarınkinden üç kat fazla olduğu dikkati
çekmektedir. Üstelik erkekler daha şiddetli ve etkin yöntemler
kullanmaktadırlar (kadınlar tipik olarak ilaç kullanmayı, erkekler ise
ateşli silahları, damar kesmeyi, yüksekten atlamayı seçiyorlar). İntihar
olayları kronolojik yaşa bağlı olarak çocukluktan genç yetişkinliğe
doğru artmaktadır. Kadınların intiharı 40 yaşlarının ortalarına kadar
artmayı sürdürmekte, 80 yaşlarının ortalarında düşmektedir. Erkek intiharı
25-40 yaşlarında biraz durmakta -yine kadınlardan fazla-, sonra
80'lere doğru yeniden yükselmektedir. 20'inci yüzyılda intiharların artış
gösterdiği gerçeğini de dikkate almamız gerekiyor.

Murphy, intiharın evli olmamak, az arkadaşı olmak, ölümden
sonraki yaşama inanmamak, depresyona girmek gibi özelliklerle ilgili
olduğunu ileri sürmektedir. Yaşlanmayı korkunç bir şey olarak algılayan
ve yaşlılıktaki rol beklentileri olumsuz olanlarda intihar daha
fazla olmaktadır. Boldt, intiharın sorunlara çözüm olarak kabul edilmesinde
zaman ve kuşak farklılıklarını soruşturduğu araştırmasında,
genç kuşağın yaşlılara göre intihara karşı daha kabul edici bir tutum
gösterdiğini, daha da ilginci, gençlerin ölüme karşı da daha kabul edici
olduklarını buldu. Genç kuşağın intihar ve ölüm karşısındaki kabul
edici tutumları ile gençlerin artan intihar oranları arasında nedensel bir
ilişki olduğunu kabul etmek acele etmek olur; ama yine de Boldt'un
bulguları olası bölük etkisini (cohort enfluence) vurgulaması açısından
önemlidir. Boldt'a göre ölümü ceza olarak görmek ya da olumlu
olarak değerlendirmek intiharı destekleyici ya da engelleyici bir etken
olabilmektedir. Yaşlıların da intihar karşısında gençliklerindekine göre
daha hoşgörülü oldukları, ölümün bir ceza olduğu görüşünü zamanla
değiştirdikleri görülmektedir. Başka araştırmalar da, kurumlardaki
ve hastanelerdeki yaşlılarda çevre kısıtlamaları ile kendine zarar verme
eğilimi arasında ilişki olduğunu göstermektedir. Bu bulgulara göre
kurumlardaki yaşlılar yaşamlarına son vermeyi sık sık düşünmektedirler.
Sonuçlanmış intihar girişimlerinin kendine zarar verme olaylarından
daha az olduğu görülmektedir. Özellikle orta ve ileri yaşlarda
artan bağımlılık korkusu ve umutsuz hastalık intiharların kaynağını
oluşturmaktadır (Birren ve Warner Schaie, 1985).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:34 AM   #4
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3009
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

4. Ölme Süreci

"Ölüm" sözcüğü hem bir olayı -ölme olayını-, hem de bu olayın
sonucunu gösterir. Klinik ölüm ile biyolojik ölümü birbirinden ayırmak
çok güçtür. Klinik ölüm yaşamsal (vital) belirtilerin yok olmasıyla
tanımlanır; fakat yaşamsal belirtilerin ortadan kalkmasından sonra
bazı biyolojik yapılar işlevini sürdürmektedir. Başka bir deyişle, biyolojik
ölüm bedenin farklı yapılarına göre değişiklik göstermektedir.

Ölme süreci normal olarak birtakım evrelerden geçmektedir. E.
Kübler-Ross (1969) ölmekte olan 200'den fazla hastayla yaptığı görüşmelere
dayanarak ölme sürecinin evrelerini saptamıştır. Kübler-Ross'a
göre, eğer ölüm aniden olmamışsa ve ölmekte olan kişi ne olup
bittiğinin farkındaysa ölme süreci beş evreden geçmektedir.

(a) Yadsıma ve yalıtma. Birinci evrede kişi ölümün yakın olduğunu
yadsımaktadır. İlk tepki "Hayır, ben değil, doğru olamaz!" biçiminde
ortaya çıkmaktadır. Kimi hastalar bir yanlış yapıldığını
(örneğin tıbbi testlerin başkasınınkiyle karıştırıldığını) ileri sürmektedir,
kimileri daha olumlu bir tanı için başka doktorlara gitmektedir. Bu
yadsıma tepkisi beklenmeyen haberin şokuyla başaçıkmada sağlıklı
bir yol olarak görülebilir. Yadsıma kısa vadede tampon işlevi görmekte,
hastanın uzun vadede daha köklü savunmalar geliştirmesine olanak
sağlamaktadır. 200 denekten sadece 3'ü yadsıma tutumunu sonuna kadar
götürmüştür; çoğu, yadsımanın tampon olma işlevi bittikten sonra
onun yerine "kısmi kabul" tutumunu geçirmiştir.

(b) Öfke. İkinci tepki "Neden ben?" biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Odak duygu öfke, haset ve küskünlüktür. Aile için bu öfkeyle
başaçıkmak, hastanın bakış açısını anlamak çok zordur. Öfkeli kişinin
mesajı belki şudur: "Ben yaşıyorum, bunu unutmayın! Sesimi duyabilirsiniz.
Henüz ölmüş değilim..."

(c) Pazarlrk. Bu evrede Tanrıyla, doktorla ya da başkalarıyla
pazarlık ederek ölümü ertelemeye çalışılmaktadır. Bu evre de hasta
için kısa vadede yardımcı bir evredir. Pazarlık örnekleri diğer evreler
kadar açık seçik değildir ve bütün hastalar ölümle bu yolla başaçıkmaya
kalkışmamaktadır.

(d) Depresyon. Bu evrede kişi artık ölmekte olduğunu yadsıyamaz,
öfkenin yerini depresyon alır. Kübler-Ross "hazırlayıcı" depresyon
ile "tepkici" depresyonu birbirinden ayırmaktadır. Hazırlayıcı
depresyon, dünyanın şeylerinden vazgeçmeyi ve dünyadan sonul ayrılışı
içeren "hazırlayıcı hüzün"le ilişkilidir. Hasta sevdiği her şeyi ve
herkesi bırakma sürecine girmiştir. Bir depresyon türünde hasta sessizdir;
sessiz jestler, karşılıklı duygu ve sevecenlik anlatımları hastaya
yardımcı olabilir. Buna karşılık tepkici depresyonda kişi bazı müdahaleler
gerektirebilir, destekler isteyebilir.

(e) Kabul etme. Bu son evre öncekilerin en yüksek noktasıdır.
Bu evrede hasta yaklaşan sonunu derin derin düşünmektedir. Bu evre
hemen hemen bir duygu boşluğuyla belirlenir.

Kübler-Ross bu evrelerde "umut"u önemli ve sürekli bir etken
olarak görmektedir. Yeni bir ilaç, bir araştırmada son dakikada bir başarı,
yeni bir tedavi yöntemi gibi düşünceler hastanın son aylarına ve
haftalarına kadar koruduğu düşüncelerdir. Bu umut sadece iyileşme
umudu değildir, aynı zamanda ölümü kabul ederek ölme umududur.
Bu umut, hem ölümü hem de ölüm kederini daha insancıl ve anlamlı
kılmaktadır.

Psikiyatrist Kübler-Ross ölüm evreleri kuramını ağır derecede
hasta kişilerle yaptığı görüşmelerle geliştirmiştir. Bugün geçerliliği
kalmamakla birlikte, bu kuram, başka araştırmacıları ölmenin psikolojisi
üzerinde çalışmaya sevketmesi bakımından yararlı olmuştur. Kastenbaum
(1975), Kübler-Ross'un kuramının ölme sürecinin çok önemli
bazı yönlerini ihmal ettiğini ileri sürmektedir. Kişilik, cinsiyet,
gelişim düzeyi, ölüm ortamı gibi etkenleri mutlaka dikkate almak
gerekmektedir. Kastenbaum'a göre Kübler-Ross'un evreleri ölme deneyiminin
çok dar ve öznel yorumlarıdır. Bu evreler abartılmış ve bireyin
önceki yaşamından ve şimdiki koşularından yalıtılmış biçimde betimlenmiştir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:34 AM   #5
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3009
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

5. Ölümü Karşılama

Herkes ölümü ve ölmeyi kabul etmek zorundadır; ölümü gerçekçi
bir biçimde kabul etmek kişinin duygusal olgunlaşmasının belirtisidir.
Ancak, insanların ölüm karşısındaki bilinç düzeylerinin bireyden
bireye farklılık göstereceği de açıktır. Duk Üniversitesi araştırmacıları
60-94 yaşları arasındaki 140 yaşlıyı incelediler. Yaşlıların % 5'i
ölümü hiçbir zaman düşünmediğini, % 25'i haftada bir kezden daha az
düşündüğünü, % 20'si ölümün haftada bir kez aklına geldiğini, % 49'u
ölümü en azından günde bir kez anımsadığını belirtiyordu. Aynı araştırmada
yaşlı kişilerin ölüme farklı anlamlar yüklediği de bulunmuştur.
Kimileri ölümü bedensel yaşamın sona ermesi ve yeni bir yaşama,
başka bir dünyaya geçiş olarak görmektedir. Kimileri daha önce ölmüş
sevilen bir kişiyle yeniden birleşme inancını dile getirmektedir.
Her iki grup için de ölüm daha iyi bir varoluş durumuna geçiştir. Ölümün
bir ceza olduğunu doğrudan dile getirenler çok azdır. Ölümü bir
"son" olarak görenler de vardır.

Kişi için ölümün anlamı, hem kişisel hem sosyo-kültürel pek çok
belirleyiciye bağlıdır. "Ölümün anlamı" ölüm olayının yaşanmasına
bağlı değildir; ölüm olgusu karşısındaki duygulara ve yorumlara bağlıdır.
Duke Üniversitesi araştırmasında deneklerden aşağıdaki cümleleri
tamamlamaları istenmiştir:

- Bir insan öldüğü zaman ...

- Ölüm ... dir.

- Öldüğüm zaman ben ...

Yanıtlar aşağıda gösterilen kategorilerde toplanmaktadır:

(a) Yaşamın sürmesi ya da kesilmesi. Açıklamaların çoğu dinsel
inançları ortaya koymaktadır. Örneğin, "Ölüm bu dünyadan bir
başka dünyaya geçiştir" ya da "öldüğüm zaman ruhumun sürüp gideceğini
düşünüyorum" gibi. Bu açıklamalara göre yaşamın sonu öbür
dünyaya atlama tahtasıdır. Bir başka yorum da, ölen kişinin başkalarında
yaşaması biçimindedir: "Ölen bir insan kalanların düşüncesinde
ve gönlünde yaşamayı sürdürür." Buna karşılık kimileri de
ölümü, kişiliğin sona ermesi olarak düşünmektedirler.

(b) Düşman olarak ölüm. Ölüm yaşamı ve ilişkileri kesen, bozan,
sona erdiren bir düşman olarak görülmektedir. Örnek: "Ölüm zalim
bir efendidir". Yanıtların çoğu bağımlılık, güçsüzlük korkusunu ya
da ölüm edimine bağlanan acı ve eziyet çekme duygusunu dile getirmektedir.

(c) Birleşme ya da ayrı düşme. Çokları ölümü daha önce ayrılınan
birine kavuşma olarak görmekte, kimileri de sevilen birinden
ayrılma gibi hissetmektedir.

(d) Ödül ya da ceza. Çoğu kişi ölümü daha iyi bir varoluş durumuna
geçiş olarak görmektedir. Örnek: "Tanrının mutluluklarına kavuşmaya
gideceğim." Bu aslında dinsel inançlara bağlı bir düşüncedir.
Ölümün ceza anlamına geldiği genellikle pek az dile getirilmiştir
(Jeffers ve Verwoerdt, 1969).

Araştırmacıların çoğu yaşlı kişilerin çok az bir bölümünün -sadece
% 30- ölüm korkusu bildirdikleri konusunda görüş birliği içindedir.
Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nün araştırmasında sağlıklı yaşlı
kişilerde ölüm korkusu % 30 oranında bulunmuştur. Araştırmacıların,
yaşları 49-92 arasındaki 200 denek üzerinde uyguladıkları cümle tamamlama
testine göre, ölüm korkusu genel nüfusta yaşlı kişilerde
olduğundan daha yaygındır. Duke Üniversitesi'nde yapılan başka bir
araştırmada "Ölümden korkuyor musunuz?" sorusuna yaşlı deneklerin
sadece % 10'u olumlu yanıt verdiler; deneklerin % 35'i korktuğunu
reddetti, % 55'i ambivalandı ve soruyu yanıtlamakta tereddüt etti. Bu
bulgular ölüm korkusu sorununun yaşlı kişilerde bulunmadığı anlamına
gelmemektedir. Duke Üniversitesi araştırmasında bir denek
şöyle demektedir: "Hayır, ölümden korkmuyorum, bu bana son derece
normal bir süreç olarak görünüyor. Ama ölüm geldiğinde neler hissedeceğinizi
asla bilemezsiniz. Belki paniğe kapılabilirim." Bengston,
Cuellar ve Ragan genç insanların 65 yaş ve üstündekilerden daha fazla
ölüm korkusu yaşadıklarını ileri sürmektedir. İnsanlar acı verici, ayrılık
yaratıcı hastalıklardan daha fazla korkmaktadırlar.

Hinton hastanede ölen kişilerden dörtte birinin yüksek bir kabul
gösterdiğini söylemektedir; fakat hastalık ve hastahane koşulları bunda
önemli bir rol oynamaktadır. Hastaların yaklaşık yarısı yaşamının
sona ermekte olduğunu kabul etmekte (daha çok yaşlı kişiler), dörtte
biri acı çektiğini bildirmekte, diğer dörtte biri ise pek az şey
söylemektedir. Weisman ve Kastenbaum (1968) sadece pek az yaşlı kişinin
ölüm korkusundan söz ettiğini, ölüm korkusunun daha çok akut duygusal
ya da psikiyatrik bozukluk çeken yaşlılarda bulunduğunu belirtmektedir.
Yaşlı kişiler ölüm karşısında tek biçimli bir örüntü değil,
çok çeşitli yönelimler göstermektedirler.

Robert N. Butler'in (1971) "yaşamı yeniden gözden geçirme"
adını verdiği süreç genellikle sessizce gerçekleştirilmekte ve kişiliğin
yeniden örgütlenmesinde olumlu bir güç yaratmaktadır. Ancak bu bazı
durumlarda patolojik düzeyde yoğun bir suçluluk, umutsuzluk ve
depresyonun anlatımı da olabilmektedir. Bir insanın yaşamını yeniden
gözden geçirmesi değişik türden bunalımlara tepki olabilir (örneğin,
emeklilik, eşin ölümü, kendi ölümünün yakınlığı gibi). Butler'e göre
yaşamın yeniden gözden geçirilmesi, bir bireyin ölüme uyumu, yaşamın
sonuna doğru kişilik gelişiminin sürekliliği açılarından çok önemlidir.

Çeşitli araştırmalar ölümden önce sistemli psikolojik değişimlerin
ortaya çıktığını bildirmektedir. Bu değişimler fiziksel hastalıkların
basit bir sonucu değildir. Ciddi biçimde hasta olan ve sonra iyileşen
kişiler aynı değişimleri göstermemektedir. Lieberman ve Coplan,
ölümlerinden bir yıl ya da daha az süre önce incelenen bireylerin,
ölümden üç yıl ya da daha fazla uzak olanlara oranla daha zayıf zihinsel
başarı, daha az içgözlem eğilimi, kişilik testlerinde daha az saldırgan
ve daha fazla uysal benlik imgesi gösterdiklerini bildirmektedir.
Bir yıl içinde ölenlerin birkaç yıl sonra ölenlere oranla zeka ölçümlerinde
düşüş gösterdikleri de bulunmuştur. Psikomotor başarı
testleri, depresyon ölçekleri ve sağlık bildirimleri önceden kestirim
sağlayabilmekte ve doktorları gelecekteki bozukluklar konusunda
uyarabilmektedir.

Sosyolog Robert Blauner, modern toplumların bürokratik düzenlemelerle
ölüm olayını denetim altına aldıklarını belirtmektedir. Amerika'da
daha birkaç kuşak önce insanlar evlerinde ölüyorlardı; bugün
yaşlılar yurdu ve hastaneler ileri derecede hasta olanlarla ilgilenmekte
ve ölüm bunalımlarıyla uğraşmakta, cenaze evleri de toprağa verme
işini üstlenmektedir. Birçok insan için gitgide daha yabancı bir yaşantı
olduğundan ölümle nasıl başa çıkılacağı da gitgide daha az öğrenilmektedir.
Ne ölmekte olan kişi, ne de ailesi ve arkadaşları ölüm yaşantısıyla
uğraşmayı sağlayacak anlayış ve bilgiye sahiptirler.

Amerika Birleşik Devletler'inde, ölen kişilerin % 70'inin son
yıllarını bakımevinde ya da hastanede, çoğu zaman acı içinde ve yalnız
olarak geçirdiği saptanmaktadır. "Onuruyla Ölme" hareketinin savunucuları
"saldırgan" tıbbi bakımın -yaşamın ne pahasına olursa olsun
korunmasının- insanları hızlı ve doğal ölümden alıkoyduğunu ısrarla
vurgulamaktadırlar. Amerikan halkı içinde "sağlıklı ölme" istemi
gitgide artmaktadır. Bu görüşe göre acıdan ve travmadan olabildiğince
uzak bir ölüm yeterli değildir; umutsuz bir hastalıktan acı çeken bireyler,
kendi tüm yaşam üsluplarına uygun düşen ve kimlikleriyle
bütünleşen (örneğin romantik bir ölüm, kahramanca bir ölüm, vb.)
özel bir ayrılma üslubu seçebilmelidir.

Sudnow kurumların sistemli bir örgütlemeyle ölüme yakın olanları
ve ölenleri nasıl gizlediklerine değinmiştir; Watson yaşlı ve hasta
olmanın aynı gizleme sürecini başlattığını ortaya koymuştur. Aktif tedavinin
kesilmesi kararı çok hasta olanlar ve ölüm halindeki hastalar
için alınmaktadır. Ancak, "çok hasta" ve "ölüm halinde" kavramları
yaşlılarda genellikle birbirine karışmaktadır. Aktif tedavinin kesilmesinin
yanısıra, kişisel ilişkiler de birden azalmaktadır; bu da bazı durumlarda
hasta fakat ölümcül olmayan hastaların tedavisinin kesilmesiyle
sonuçlanmakta ya da hastalar psikiyatrik hasta olarak sınırlı hastane
köşelerine atılmaktadırlar. Oysa Miller'in saptadığına göre,
"umutsuz" olarak damgalanan yaşlı hastaların dikkatli ve duyarlı bir
bakımla iyileşebildikleri görülmektedir. İyileşmesi olanaklı hastaların
toplumsal, duygusal ve teknik bakımdan terkedilmesi ölümle sonuçlanmaktadır.
Ölme sürecine ilişkin evrelerin eleştirisiz kabul edilmesi
de bakımın sürmesini engellemektedir. Kübler-Ross'un kuramı deneysel
olarak desteklenmemiş, üstelik kuramın birçok yöntembilimsel ve
kavramsal kusuru olduğu bulunmuştur. Kuramın anksiyete azaltıcı
olarak kullanılması sağlık personeli arasında artık ilgi çekmemektedir.
Bugün hastane çalışmalarında hastaların bireyselliği, hasta ailelerinin
hakları daha fazla vurgulanmaktadır. Hastaneye kaldırma ölüm korkusunu
arttırabildiği için aile içinde bakım daha fazla desteklenmektedir.

Bütün ölümlerin aynı oranda etkili olmadığı bilinmektedir. Glaser
yaşlıların ölümünün toplum üzerinde çok az bir etkisi olduğu savını
gerontolojiye ilk kez sokan yazardır. Daha yakınlarda Owen, Fulton
ve Markusen, anababa, eş ve çocuk yitiren yetişkinlerin kederlerini
karşılaştırmış, yaşlı anababa yitiminin daha az keder verici, yerleşik
davranışlarda daha az kesintiye yol açıcı ve daha az anlamlı olduğunu
bulmuştur. Sanders yaşlı anababa yitiminin eş ve çocuk yitiminden
daha az sarsıcı olduğunu saptamıştır. Moss ve Moss, yetişkinin anababa
yitimine daha az tepki göstermesini, yetişkinin yaşlı anababanın
potansiyel ölümünü sık sık düşünmesine, olayın bir tür provasını yapmasına
bağlamaktadır. Ayrıca, kişinin yaşlı anababasının ölümünü düşünmesi
eş ya da çocuğunun ölümünü düşünmesinden daha az "tabu"
dur. Bilişsel ve duygusal öksüzlük düşüncesi çok önceden başlar ve
bireyi hazırlar; bu sürecin bireyi kendi ölümüne de hazırladığı söylenebilir.
Büyüklerin ölümünden daha az etkilenme gerçeği, bireyin
kendisini "genç" diye tanımlamasından "yaşlı" diye tanımlamasına
geçişi etkiler mi sorusu henüz ortadadır. Belki burada, söylenmeyen,
sessizce geçiştirilen bir keder vardır: "Ben de özlenmeyen biri olacağım...
Belki kendimi özlenmemeye alıştırmam gerek."

Yas ölüm nedeniyle bir akrabasından ya da arkadaşından yoksun
kalan kişinin içinde bulunduğu durumdur. Keder, sevilen birinin
ölümünün ardından duyulan şiddetli ruhsal acı ve elemi içerir. Matem,
bir kişinin ölümüne duyulan acının belirtilerini ortaya koyma biçiminin
toplum tarafından düzenlenmesine dayanır.

Çağdaş klinikçiler ve psikologlar, "Derdini söylemeyen derman
bulamaz!" biçimindeki Türk atasözünün dile getirdiği görüşü
paylaşmaktadırlar. Acılı duyguların hafifletilmesi ve duygusal yardım süreci
çok önemlidir. Aile ve arkadaş desteğini gören kişiler yası izleyen fiziksel
ve ruhsal bozuklukları daha az göstermektedirler. Öte yandan,
kültürel beklentiler, toplumsal değerler ve topluluk kuralları kederin
yaşanmasına müdahale etmektedir. Gelişmiş toplumlarda ölme de tıbbi
teknolojiye bırakılmıştır ve genellikle evin dışında olmaktadır; matem
ruhsal bir patoloji olarak görülmektedir. Oysa tanatologlar keder
anlatımlarını ve matem törenlerini geride kalanlar için tedavi edici
nitelikte görmektedirler.

Yas ve keder sevilen birinin ölümünün hemen ardından gelen
dönemde önemli bir etki yaratmaktadır. Geride kalanlar fiziksel ve
ruhsal hastalıklara ve ölüme karşı daha duyarlı olmaktadırlar. Bu
özellikle ansızın ve beklenmedik biçimde gelen yaslar için doğrudur.
Yaslı kişiler, hastalık, kaza, ölüm, işsizlik ve diğer hasar görmüş
yaşam belirtilerini daha fazla göstermektedirler. On üç ay süren bir izleme
araştırmasında yaşlı kişilerin % 32'sinin sağlık bozuklukları gösterdikleri
-kontrol grubunda sadece % 2- bulunmuştur. Dul kadınlar
dulluklarının ilk yılında aynı yaştaki dul olmayan kadınlara oranla üç
kat daha fazla doktora görünmekte, yatıştırıcı ilaçları yedi kat daha
fazla kullanmaktadırlar.

Yas içindeki yetişkinler tipik olarak birtakım evrelerden geçmektedirler.
Birinci evre şok, uyuşukluk, yadsıma ve inanmama evresidir.
En yoğun duygu olan şok ve uyuşukluk genellikle birkaç hafta sürmekte,
yadsıma ve inanmama ise günlerce ve hatta aylarca sürebilmektedir.
İkinci evre özleme, hasretini çekme ve depresyon evresidir.
Genellikle 5-14 gün arasında doruk noktasına çıkmakta, ama daha
uzun sürebilmektedir. Bu evredeki yaygın duygular, ağlama, umut,
gerçek olmama duygusu, empati, insanlardan uzak durma, ilgi yokluğu,
ölenin anısına bağlanma, vb.'dir. Diğer belirtiler öfke, kızgınlık,
korku, uykusuzluk, iştahsızlık vb. olabilir. Ölen kişiyi ülküleştirmeye
de yas tutanlarda çok rastlanmaktadır. Yasın üçüncü evresi sevilen kişiden
kurtulma ve yeni koşullara uyum sağlamadır. Bu dönemde birey
kaynaklarını harekete geçirir, insanlarla ve etkinliklerle yeniden ilgilenir,
yeni bir denge kurmaya çalışır. Kimileri için bu evre 6-8 hafta,
kimileri için de aylar hatta yıllar sürebilmektedir. Dördüncü evre kimliğin
yeniden kurulması evresidir. Kişi yeni ilişkiler gerçekleştirir ve
sevdiği biriyle yeni roller üstlenir. Geride kalanların yaklaşık yarısı bu
evrede yas yaşantısından bazı yararlar ya da deneyimler edindiklerini
bildirmektedir.

Dul erkekler konusunda pek az bilgiye sahibiz. 45 yaşın üstündeki
dul erkeklerin ölüm oranının evli erkeklerin oranının iki katı
olduğu, dulların intihar riskinin de çok yüksek olduğu bilinmektedir.
46-65 yaşlar arasındaki dul erkeklerin yarısından fazlası yeniden
evlenmektedir. Sağlıklı dullar görece daha çabuk evlendiği için, dullar
arasında yüksek ölüm oranı saptayan istatistikler öncelikle daha az
sağlıklı dullara uygulanabilir. Dul kadınlara ilişkin bilgimiz dul
erkeklerinkinden daha fazladır. Sosyolog H.Z. Lopata'ya göre, dul kadınların
yaklaşık yarısı tamamen yalnız yaşamakta, çoğu da böyle yaşamayı
yeğlemektedir. Araştırmalar, dulluğun uzun süredeki olumsuz
sonuçlarının, dul olmanın kendisinden çok, sosyoekonomik yoksunluklardan
kaynaklandığını göstermektedir (Vander Zanden, 1981).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:35 AM   #6
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3009
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

YARARLANILAN KAYNAKLAR

ADLER A., Yaşama Sanatı, Say Yay., İstanbul, 1984.

AİZENBERG R. ve TREAS J., "The family in late life: Psychosocial and
demographic considerations", BİRREN ve SCHAİE, 1985 içinde.

ALLPORT Gordon W., Structure et Developpement de la Personnalite, Delachaux
et Niestle, Neuchatel, 1970. İngilizcesi 1961.

ARLİN Patricia, "Cognitive development in adulthood: A fifth stage?"
Developmental Pscyhology, cilt 11, no. 5, 602-606, 1975.

Avrupa Dergisi, sayı 93, Eylül 1984.

BALTES Paul B, "Theoretical propositions of life-span developmental
psychology: On the dynamics between growth and decline", Developmental
Psychology, cilt 23, sayı 5, 611-626, 1987.

BASSECHES M., "Dialectical thinking as metasystematic form of cognitive
organization", M. L. COMMONS ve ark., (yay.), 1984 içinde.

BERGER Kathleen Stassen, The Developing Person Through the Life Spain,
Worth Publisher, Inc., New York, ikinci baskı, 1988.

BİRREN James E. ve SCHAİE K. Waner (yay.), Handbook of the Psychology
of Aging, Van Nostrand Reinhold Colp., New York, ikinci baskı, 1985.

BİSCHOF Ledford J., Adult Psychology, Harper and Row Publishers, New
York, 1969.

BRUBAKER Timothy H., "Developmental tasks in later life", American
Behavioral Scientist, cilt 29, sayı 4, 1986.

BUTLER Robert N., "Succesful aging and the role of the life review", S. H.
ZARİT (yay.), 1977 içinde.

COMMONS M. L. ve ark. (yay.), Beyond Formal Operations: Late Adolescent
and Adult Cognitive Development, Fraeger, 1984.

CRAİN William, Theories of Development: Concepts and Application,
Englewood Cliffs, N.S., Uarentice Hall, 1980.

CRAİN William C., "Erikson: Yaşamın Sekiz Evresi", Bekir Onur
(yay.), 1986 içinde.

DATAN Nancy ve GİNSBERG L.H. (yay.), Life-Span Developmental Psychology,
Academic Press, New York, 1975.

EPSTEİN Leon J., "Aging". H.H. GOLDMAN (yay.), 1984 içinde.

ERİKSON Eric H., The Life Cycle Completed, W.W. Nortor and Comp., New
York, 1982.

FROMM E., Sevgi ve Şiddetin Kaynağı. Payel, İstanbul, 1979.

FROMM E., Kendini Savunan İnsan. Say Yay., İstanbul, 1982.

FLAVELL J.H., Cognitive Development, Englewood Cliffs, Prentice-Hall,
ikinci baskı, 1985.

GOLDMAN H.H. (yay.), Review of General Psychiatry, Lange Medical
Pub., Los Altos, 1984.

GOULD R.L., "Adult life stages: Growth toward self-tolerance", Psychology
Today, 8, 74-78, Şubat 1975.

HATFİELD E. ve WALSTER G.W., A New Look at Love, Reading, MA,
Addison-Wesley, 1979.

HENDRİCK C. ve HENDRİCK S., "A theory and methode of love", Journal
of Personality and Social Psychology, cilt 50, no. 2, 1986.

HOFFMAN Lois ve ark., Developmental Psychology Today, McGraw Hill,
Inc., New York, altıncı baskı, 1994.

HONZİK M.P., "Life-span development", Ann. Rev. Psychology, 35,
309-331, 1985.

HORNEY Karen, Les Voies Nouvelles de la Psychanalyse, L'Arche, 1951,
ikinci baskı Payot, 1976, Paris. İngilizcesi, 1930.

JEFFERS F.C. ve VERWOERDT "How the old face death", LİEBERT ve
ark., 1977 içinde.

JERSİLD Arthur T., Çocuk Psikolojisi, A.Ü. Eğitim Fakültesi yay., üçüncü
baskı, Ankara, 1979.

KASTENBAUM Robert ve AİSENERG Ruth, The Psychology of Death,
Springer Publishing Corp., New York, 1976.

KİMMEL Douglas C., Adulthood and Aging, John Wiley and Sons Inc., New
York, 1974.

KÜBLER-ROSS Elisabeth, On Death and Dying, MacMillan Publishing
Comp., New York, 1969.

LABOUVİE-VİEF G., "Intelligence and cognition", BİRREN ve SCHAİE
(yay.), 1985 içinde.

LEVİNSON Daniel J., "A conception of adult development", American
Psychologist, cilt 41, no. 3-13, 1986.

LİEBERT Robert M. ve WİCKS-NELSON Rita, Developmental Psychology,
Prentice-Hall Inc., New York, üçüncü baskı, 1981.

LİEBERT Robert M. ve ark. (yay.), Developmental Psychology,
Prentice Hall, New Jersey, 1977.

MASTERS W.N. ve JOHNSON V.E., Les Reactions Sexuelles, Robert
Laffon, Paris, 1968. İngilizcesi 1966.

NEUGARTEN Bernice L., "Time, age, and the life cycle", American
Journal of Psychiatry, no. 136, 887-894, 1979.

NEUGARTEN Bernice L., "Must everything be a midlife crisis?", Prime
Time, Şubat 1980.

NODGİL Sohan ve NODGİL Celia (yay.), Toward a Theory of Psychological
Development, Nfer Publishing Corp., Windsor, Berks, 1980.

ONUR Bekir (yay.), Ergenlik Psikolojisi, Hacettepe Taş Kitapçılık,
Ankara, 1986.

PERLMUTTER Marion ve HALL Elisabeth, Adult Development and Aging,
John Wiley and Sons, New York, 1992.

PİAGET Jean ve INHELDER B., De la Logique de l'Enfant a la Logique de
l'Adolescent, PUF., Paris, 1970.

PIKUNAS Justin, Human Development, McGraw-Hill Book Comp., New
York, üçüncü baskı, 1976.

RİEGEL Klaus F., "Adult life crises: A dialectic interpretation
of development", DATAN ve GİNSBERG, 1975 içinde.

RUBİN Zick, "Does personality really change after 20?" Psychology
Today, Mayıs 1981.

SCHİAMBERG L.B. ve SMİTH K.U., Human Development, MacMillan Publication,
New York, 1982.

SCHULZ Richard "Emotion and affect", BİRREN ve SCHAİE (yay.), 1985
içinde.

TRAN-THONG, Stades et Concept de Stade de Developpement de l'Enfant
dans la Psychologie Contemporane, Librairie Philosophique J. Vrin,
Paris, yedinci baskı, 1978.

Türkiye İstatistik Yıllığı, 1991, Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara,
1992.

VASTA Ross ve ark., Child Psychology: The Modern Science, John
Wiley and Sons, Inc., New York, 1992.

VANDER-ZANDEN James W., Human Development, Alfred A. Knopf Inc.,
New York., İkinci baskı, 1981.

WILLIS S.L., "Educational psychology of the older adult learner", BİRREN
ve SCHAİE (yay.), 1985 içinde.

ZARİT Steven H. (yay.), Regarding in Aging and Death: Contemporary
Perspectives, Harper and Row Publishers, New York, 1977.

ZİMBARDO Philip G., Psychology and Life, Scott, Foresmann and Comp.,
Glenview, onuncu baskı, 1979.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Uyku ve Yaşlılık BeatLes Revir 0 04-05-2010 01:05 AM
Ölüm GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-07-2007 07:40 AM
'Yaşlılık aylığı yükseltilmeli' / 1 ekim M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 0 10-01-2006 03:30 PM
'Yaşlılık aylığı yükseltilmeli' / 1 ekim M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 0 10-01-2006 03:24 PM
Romatizma yaşlılık hastalığı değil Karizmatix Eskiler (Arşiv) 1 03-19-2006 03:20 AM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:16 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.