www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Adult (+18) Yetişkinlere Özel > Adult eski arşiv

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 10-04-2008, 08:48 AM   #1
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Sri Lanka'da Fillerle Polo Yapan Binici!

ne oyun teorisi ama
kazanmak yetmez
dayanmak lazım!

ben kapattım kendimi
dağda bayırda denizde
hatta hapiste
bu
şu
o
herkes kapattı işte!

çektim ipi artık
tek kişiyim fillerle polo'da
gül serptim başınızdan
oscar’ı verdim gitti
en teneke madalyaları da

ödülünüz daim olsun!
duydum ki
kahramanlığa soyunmuşsunuz bir de

tebriklerimle!

sahi kaç kişiydiniz siz
kaçar tane kaç kişi
“hem yiğit ol hem er”
bilir miydiniz acaba
Pitagor’dan armağandır bu bize

güller size...polo bana

yetti bre
yetti bre!


(11 Mart 2004)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:48 AM   #2
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Su Kenarında Bir Akşamüstü (Düz Yazı)

“…..yazdıklarınızı göndermek istemiyorsunuz bana öyle mi? İnanmıyorsunuz bana öyleyse. Kafamda yarattığım kadını sarsar mı sandınız? ...”*

Franz Kafka’nın yukarıdaki sözlerini okuduğumda kafam bir hayli karışmıştı. Üzerinde dakikalarca düşündüm. Öylesine düşündüm ki, uzunca bir süre başka bir konuya yoğunlaşamadım.

Her yazar veya yazı üreten kişinin hayalinde az da olsa Kafka veya O’nun ayarında bir yazara benzemek yatar. Çoğumuz aralıksız yazarak bu hayale ulaşmaya çalışırız. Benim büyük hayalim ise farklı bir Milena olabilmekti. Çok sayıda kişinin yazılarını gönderdiği bir Milena’dan söz ediyorum. Ne demek istediğimi biraz açmam lazım sanırım.

“Mektuplar” ın adresini bulmasına pek de aldırmayarak sürekli yazıyordum. Yolladıklarımın yanıtlanması çok önemli değildi. Ben yazdıkça nasıl olsa bir yerlerde yankılanıyordu onlar. Zamanla kişilerin aslında birer “kuyu” olduğunu fark ettim. Bu kuyular oldukça tuhaftı doğrusu. Ancak ses verdiğimde onlardan ses alabiliyordum. Oysa ben bir kuyu olup sessizce beklediğimde, bana ulaşan sesleri – birkaç istisna dışında – genellikle doyurucu bulmuyordum.

Cılız seslerdi bunlar. Halbuki gerçek bir Milena olsaydım, güzel sesler duyabilir ve sonuçta daha güzel sesler yankılayabilirdim. Görüşlerini, düşünce ve duygularını yazabilirlerdi pekala. Ürünlerini gönderebilirlerdi. İyi bir dinleyici olduğumu biliyordum. Yanıtlamayı da seviyordum. O halde sorun neydi? Kafka’nın da işaret ettiği gibi; belki inanmıyorlar ya da büyük olasılıkla seslenmekten korkuyorlardı. Beynimde yarattığım hayalleri yıkmaktan mı çekiniyorlardı? Öyle idiyse eğer, neden ilk sesi ben veriyordum daima? Bir hayal yaratmış olmayı önemsemiyor muydum, yoksa abartılı bir şımarıklık ve özgüvenle verdiğim sese fazlaca mı güveniyordum? Ancak bu sorular ikinci derecede önemliydi. Asıl sorun benim gerçek bir “kuyu”, yani Milena olamayışımdı. Bu ise beni fazlasıyla üzüyordu.

Bu düşümden vazgeçmem gerekiyor artık. Fazla sayıda seçeneğim olmadığına göre ilk sesi vermeyi sürdürmeliyim. Bunun dışında yapacak çok az şey var.

Sanırım bütün mektuplar Milena’ ya yazıldı ve bitti! Bana sadece yazmak kalıyor.

Son seçeneği ise kendimde saklı tutuyorum.
O da hiç yazmamak!
……………..

(*) Franz Kafka: “Milena’ya Mektuplar”

(06 Temmuz 2003) - 'Gençler İçin Denemeler' dosyasından...

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:48 AM   #3
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Su Şiirleri 1: Aynı Sudan veya...

kıraç toprağa sağanaktır yüreğim
kaçışlarım çoğu kez bana dair
benim mülkiyetimde onlar
bana emanettir öznel hapisliğim

tarifi neydi özgürlüğün?
-kullanmasam da kullanacağımı bildiğim şey-

ben özgürdüm o halde!

suydum mesela
aktım kendi yatağımda
sahile vurdum zerrelerimi
hürdüm kendi ummanımda

dere isem
kar suyum olmalısın
bulutsam eğer yağmurum ol gel
örseleme beni fırtınayla
su olup akmalıyız biz
sınırlar tutunamaz hiçbir suda

sevginin bir tarifi de su

aynı sudan doğmalıydık
“ben” olmayı unutarak
su gibi özgürce ve tek

birimiz su
birimiz toprak oysa

toprak suyu bekler
su yine toprağa gider
ikisi farklı da olsa!


(26 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:48 AM   #4
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Su Şiirleri 2: Açık Denizde Ölüm

gün alacasında yakalandılar
ortalık bir yerinde denizin
ne bir kürek
ne bir bot
ne cankurtaran simidi

pusula çoktan yitirilmişti

yoktu kuşlar kıyıyı işaretlesin
savrulup gittiler öylece
ne anlamsız bir son!
ne biçim bir girdap durgun sularda kuduran
önüne geleni vahşice yutan

birinin bir ayağı suda
köprüde yalnızdı kaptan

çan seslerini dinlediler
var mıydılar
yok muydular bilinmez
sisin içinde yitip gittiler

su olmanın ikinci hali...


(26 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:49 AM   #5
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Su Şiirleri 3: Su Yolunu Bulur

rengini yitirdi gökyüzü
geri dönüldü ruh sarnıcına
gökler kıskançlığa durdu
ve yağmura

yağmur bitti
suya kırıldı buz
su uçup gitti

toprak suya teslim, su toprağa
gizlendi yeniden su
yerin yedi kat altına
aslan in'ine
su derine

tükenmedi toprağın bereketi
yüreğinde sürgünler büyüttü
ezilerek suyun altında ancak
kayanın gücü suya yenik düştü

su yaşam
su ölüm
aslında su güç
yanılan insan
su yanıltmaz asla!

öykü
su olmanın üçüncü hali...


(26 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:49 AM   #6
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Suçu Üstlenmek!

bilirdik sevmeyi
anamızı sever gibi
sevilmeyi keşfettik sonra
ve acıyı
sevindik ağlarken
birileri delirdi

ah bu isot tadı ağzımızda
cinayet mahallini deşiyor vicdansız
yutkundukça kızıllaşıyor ten
donuyor akıl

unutuldu çizgi ötesi
terk edildi sevda
zihin içi Sibirya

eksi elli derece gibi kokuyor ayaz
kalabalık bastırdı sözde meleklerden
fikir sorumsuzu olduk
anlamıyoruz n e d e n duygu icralık
n e d e n yaşam bu denli insafsız!

mesnetsiz bir mahcubiyetin yanağından
süzülerek düşüyor gözlerimiz hüzün tuşlarına
suçu üstlenecek biri lazım
:
tüneldeki karanlık
'burası tek yönlü’ diyor
'git!
git buzlaşmış yarısından galaksinin! '

darağacındaki ipi ben alayım
siz aklandınız!


(28 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:49 AM   #7
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

SUDAKİ HALKALAR - Düz Yazı

Görsellik deyince akla önce resim, heykel, sinema, bale, tiyatro gibi görsel sanat dalları geliyor. Edebiyat ve özellikle de şiirin bu sınıflamadaki yeri ise oldukça alt sıralarda… Örneğin resim öncelikle göze; şiir ise sanat eseri ile alıcı (reseptör) arasındaki kanallar açıksa eğer, doğrudan zihne hitap eder. Birinin çizgi, desen ve renklerle yaptığı işi diğeri soyutlama ve imgelem gücüyle başarır. Her ikisinde de alınan uyarılar sonuçta beyne ulaşır. Resim ilk anda duyumsanmanın ötesinde elle dokunulabilen, boyutları fark edilen bir öğeyken şiir aslında var olmayan (hayalî, kurgusal) bir görüntüyü kişiye göre biçimlendirip yeniden hayaller inşa eden, ya da var olan hayallerle buluşmak suretiyle onun karanlık odalarına sessizce sızandır. Bu bağlamda şiirin kişisellik, birebirlik ya da mahremiyet olarak nitelendirilebilecek bir özelliğinden; kendisine özgü karakter yapısından söz edilebilir. Görsel ve plastik sanatlarda obje göz aracılığıyla izleyiciye ulaşırken şiir okura dil kanalıyla dokunur ve oradaki görüntü belleğini canlandırır. Tüm sanat dalları değişik rotalar izleseler de esasta çok farklı değildirler. Yalnızca bazıları birbirine daha yakındır. Can Yücel şiirlerinin Burhan Uygur tarafından resimlendirildiği ”Rengâhenk”in (İKSV Yay. 2007) önsöz yazısında Ferit Edgü şöyle diyordu (“Yücel ve Uygur: Şiirin Resme Dönüşmesi”) . “Sanatlar arasında kardeşlik var mıdır? Varsa hangi sanatlar hangilerinin kardeşidir? Kan bağından değil, sanatların yapısından, sanatların dilinden söz ediyorum.” Birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilen ”Rengâhenk” şiir ve resim çalışmalarının aynı kitapta buluşması, sanatlar arası kardeşliğe ve şiirin görsel olarak yorumlanmasına verilebilecek somut örneklerden biridir.

Aslında tüm sanat dalları, yapıtlarla oluşturulan 'üst-dil' sayesinde anlam yaratır. Seyirci, dinleyici ya da okur açısından algılama yöntemlerinde derin farklılıklar olduğu söylenemez. İzleyici ilk aşamada bir “ayna” görevi üstlenir. Farklılığı yaratan ana unsur, onun bu sürecin devamında ileriye doğru yansıttığıdır. Suya atılan taş ve yarattığı halkalara benzer bir durum… Diğer bir deyişle, kişi eserden aldığı her ne ise, ona kendinden de bir şeyler katarak eylemin dev****** bizzat varlığından bir iz, bir damga bırakır. Sonuçta her birey kendi fotoğrafını çeker. John Berger “görme biçimi” diyor buna. Görme biçimine, ikinci bir boyut olan “görme hızını” da eklemek gerekir, çünkü insan belleği dille kıyaslandığında görüntü motoru açısından daha donanımlı olup gördüğünü okuduğundan çok daha çabuk algılar. Peki gelişmiş bir dil okuma motorunu hızlandırabilir mi? Elbette evet…

Şiire geri dönersek eğer, onun doğası itibariyle bu alanda oldukça yavaş kaldığını biliriz. O halde dil, bir araç olarak zenginleştiği oranda şiirin görsel yapılanmasına ve okurda yarattığı algılama /çözümleme /özümleme kapasitesine katkıda bulunacaktır. İç görsellik olarak adlandırılabilecek bu nitelik bir bakıma anlama ulaşmanın başlıca yollarından biridir. (Çağımızı soğuran yapay görsellikten ayrı tutmak için özellikle iç görsellik kavramını kullanıyorum.) Üzerimize yığılmış, önceden tanımlanmış, “depolanmış gerçeklik” ten (J. Baudrillard) değil, kendimizden de ilave ederek yaratılan bir olgudan ve bunun üstyapısını hazırlayan geçişlilik, değişim, dönüşüm ve başkalaşım süreçlerinden söz ediyorum. İçinde yaşadığımız “plastik imaj çağı” ne yazık ki “değerli” saydığımız bilgilenme alanının (ki “yaratıcı gerçeklik zemini” de denilebilir buna) kirletilmesine ve işe yaramaz plastik bilgiyle (“junk”la) doldurulmasına neden oluyor. Öyle ki, bu değişim sürecinde dilin erozyona uğraması, toplumların ve dolayısıyla sanat emekçisinin zamanla adeta dilsizleşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Dünyayı yönlendiren güçler, yarattıkları “plastik kamuoyu, plastik edebiyat ve plastik medya”dan da geri dönüşümlü bir kuvvet alarak (“feedback”) , yalnızca ilişkileri ve kurumları yönetmekle kalmıyor, bireylerin hayal dünyalarına ve zihinsel fotoğraf albümlerine de hükmediyorlar artık.

(Burada bir parantez açarak şiirde görsellikten söz ederken, özgürleşmenin sınırlarını alabildiğine zorlayan “görsel şiir”e dokunmadığımızı vurgulamak isterim. “Görsel şiir” özellikle günümüzde zaman ve mekânın iç içe geçtiği; şiirdeki gizli matematiksellik, müziksellik ve armonizasyonun görsel alanda açığa çıkartılıp geometrik bir tasarım, mimari ve mühendislik ustalığına dönüştürüldüğü arenadır. Orada yapıt, teknik bilginin de yardımıyla, “konvansiyonel” yöntemlerin dışına taşar; “düz” şiirde pek az kullanılan yazı dışı araçlardan da yararlanarak - figür, renk, desen, grafik, fotoğraf, müzik, şiirsel mimari, dilde resimsel somutluma gibi - okurun zihnine yepyeni anlamlar yükler.)

***

Harften başlayıp hece ve dizeye, imgeden başlayıp şiire ve insana dek uzanan yelpazede dilin okuma ve yazma açısından giderek artan bir önem kazandığını görürüz. Okuma eyleminin ise yazılı metne dayandığını unutmamak lazım. Şöyle ki, şiirsel yazılı metin gündelik dilden farklı bir dil kurgusu ve teknik yapıya sahiptir. Birtakım yapıtaşlarından yararlanır. (Başlık, aralıklar, harf, hece, kafiye, şiirsel tümce, yazınsal ve biçemsel dil kullanımı, italik ve/veya “bold” harfler, vb.) Bu öğeleri bazen zorunlu olarak, bazen de seçerek kullanır. Tema, sembol, imge, istiare (eğretileme) , betimleme, benzetme (teşbih) , ritim, ses - müzik uyumu, düşünce-duygu-bilgi dengelenmesi ve benzeri sanatsal teknik ve yöntemlere başvurur. Okura ulaşmak için gereksinimleri vardır. (Kitap, dergi, sanal yayımcılık, sesli okuma alanları ve ek olarak müzik-platform- sahne gibi sesli ve görsel iletişim araçlarından yararlanmak gibi.) Bundan ötesi ise şairle okurun duyumsama, donanım ve yaratım gücüne kalır. Başarılı bir görüntü yönetmeni filmine ne katıyor - ne kadar katıyorsa - şair de şiir atını beceriyle yönettiği sürece nitelikli şiiri pekâlâ başarabilir. Öte yandan birikimli okur metinden yola çıkarak çeşitli yorumlamalara varır. “Fotoğraf realitenin yansıması değil, yansımanın realitesidir” diyordu B. Brecht. Aynı saptamanın şiir için de geçerli olduğu kanaatindeyim. Ancak düşünsel altyapısını oluşturabilmiş bir “şiir okuma anlayışı”, özünde barındırdığı iç ve dış yansıtma dinamiğiyle şiirin varlığına kanıtsal bir zemin hazırlayacaktır ki, burada ortaya çıkan “yansıtma” edimi şiirin görsellik özelliğini de tarif eder bir durum olup düşünceye biçimin, rengin, mekânın, müziğin elbisesini giydirir. Zihinsel bir mekânda yeniden üretilen çalgısız, hatta sessiz müziğin, tuvalsiz resmin duygularla kurgulanmış görüntüsüdür elde edilen. Bu süreçte yazar(şair) ile okur arasındaki iletişim kanalları çok da planlanmış değildir. Nirengi noktaları işaret edilerek okurun gözüne bir yol haritası sokulmamış, sadece belirli ipuçları verilmiştir. Didaktik bir üsluptan uzak durularak gerçekleştirilen, yalnızca sezgilerle açılan bir görsellik kapısından geçme/geçirilme eylemidir bu. Diğer bir deyişle, hem okur hem de yazarın payına düşen sanatsal inceliklerden söz ediyorum. Şiirin sandığında saklı ve aşağıdaki bölümlerde olduğu gibi yoruma açık görsellik kapılarından…


”Hiçlik böyle aydınlanıyor demek. Taşlar
düşüyor.
Eller kapanıyor. Boş bir dosya
yüzerek yaklaşıyor nehirde. Ama senin adın
belki de dosyanın öbür yüzündedir.”

(Yannis Ritsos – “Yağmurda” - Çeviren: Cevat ÇAPAN

“Lambaları kiraz yanan sokakların
büyütmeyi unuttuğu kardeşliğimiz
requem ne ki
ah!
Bir davul çalsa da bitse sahtekârlığımız”

(Yelda Karataş, “Lambaları Kiraz Kızılı Yanan Sokaklar” – Yazılıkaya, Eylül,2006)


Dille adeta dans eden yukarıdaki dizeler herhangi bir fotoğraf ya da resmi tarif etmiyor. Okurun zihnine çok sayıda iç ve dış görsellik unsuru doluşturan, dışarıdan içeriye doğru geçişi sağlayan ve düş dünyasındaki doğurganlığa zemin hazırlayan örneklerdir sadece. Sinematografik özellikler taşımayan, kendini gizleyen (“kapalı”, içedönük) şiirsel metinler de vardır ki hayal gücünü bir hayli zorlamakla kalmayıp görsellik öğeleri en az diğerleri kadar zengindir…

Bir sanat eseri, öyküsünü ve resimsel izdüşümlerini içinde saklar. Kişinin çağrışım yeteneğine de bağlı olarak örneğin Guernica bizi belirli bir döneme götürür. Hiroşima’da çekilmiş, radyasyondan kavrulmuş bir canlının fotoğrafı Enola Gay’i hatırlatır. Auschwitz’i dile getiren bir metin, aynı zamanda can yakandır, acıyı anlatır. Alevlere savrulmuş kitap yığınlarıyla Fahrenheit 451’e gider, fakat bir şiirdeki çocuk çığlığı ile aynı anda Bosna’ya, Vietnam’a; Afganistan, Sudan ya da Irak’a doğru yolculuğa çıkarız. Bu noktada çocuğun sahip olduğu zaman-mekân-milliyet-ırk gibi vasıflar önemini yitirmiştir. Yalnızca acı çeken bir varlığın insana dair haykırışının damga vurduğu evrensellik’le sonsuzluğa uzanan derinlik öğeleri hâkimdir artık… Bir adım daha ileri giderek “şiir, yansıma realitesinin üst düzeyde estetize edilmesidir” denilebilir diye düşünüyorum. Ancak estetikleşme oranı ne olursa olsun, şiirin okuru gündelik sıradanlıklardan uzaklaştırması yetmez. Günümüzde biraz “demode” sayılsa da şiire halen bir misyon yüklendiğini biliyoruz. Okuru kışkırtmak, sınırlarını zorlamak, kalıpların dışına taşırmak, yeni bir görüş yeteneği kazandırarak, var olanın yıkılmasını ve yeniden yapılanmasını sağlamak gibi görevlerdir bunlar. Öyle ki şiirsel metin kişiye verdiği acının panzehirini, sorduğu sorunun yanıtını da okuruna sunmayı bilmelidir. Bu açıdan bakınca yazmak kadar okumanın da önemli olduğu sonucuna varılabilir. Ancak düşünsel altyapısını oluşturabilmiş; yazar tarafından kodlanan bilgi ve estetikleşme şifrelerini çözmüş; güçlü iç ve dış görsellik unsurlarıyla pekişmiş bir “irdeleyerek okuma”; ” yoğun okuma” anlayışı şiirin gerçek anlamda var oluşuna zemin hazırlayacaktır. Ahmet İnam bu derin bakışa (genelde her türlü metni okuma bağlamında) “Metine yöneltilmiş okuma… İsteyerek okuma tavrı… Sökerek, anlayarak, kültürüne bulanarak okuma…” diyor. (Yaşamla Yoğrulmuş Bilgi, Say Yay. 2006, s.42)

Şair çoğu kez ulaşmak istediği kitleye, soruna ya da duyguya göre kendisini programlar. Yazmaya başladıktan sonra - mesaj verme tuzağına düşmeksizin - bir hedefe doğru ilerler. Çoğu kez de hedefi seçen ve şairi yönlendiren şiirdir. Çünkü kendini yazdıran, şairle birlikte kabından taşandır o… Şairin amacı, “kendiliğini” ifade ederken içindekileri dışa vurmak; ilgi çekmek istediği konuya tanıklık etmek; diğer yandan da okuru uyarmak, ona bir şeyleri hatırlatmaktır. Okur ile yazar arasındaki iletişim rotası, planlanmış olsa bile, çok da açık seçik olarak belirlenmemiştir. Okurun önüne bir yol haritası konulmamış, sadece ipuçları verilmiştir. O, düzyazı okurundan farklı olarak, sezgi ve birikimle açılan kapıdan geçmek; var olduğunu sezinlediği boşlukları doldurmak ve saklı olanı bulmak zorundadır. Yazar yazdıklarından sorumlu bir tavırla işaret etmek; okur ise ses ve anlam ilişkisinin yanı sıra metinde ustaca gizlenmiş olan görselliği de deşifre etmekle yükümlüdür. Anlaşılma endişesi taşımayan şairin karşısında okur, anlamaya çalışandır. Önce şiirin müziğini duyacak, sonra da müziğin resimlerini görecektir. En azından şiire dokunmaya gönül veren, emek harcayan okur bunu yapacaktır. Yazarın imgelem gücü okurun algılama-çağrışım-canlandırma-yaratma gücüyle buluştuğu zaman şiir de hedefine ulaşmış sayılır. Şiir bazen arı duru, yalın ve çıplak olarak gelirken bazı durumlarda - felsefi şiir, düşünce şiiri, görsel şiirde olduğu gibi - hayli muğlâk, karmaşık ve imge yüklü olup çözümlenmek için okur cephesinde fazladan bir donanıma gerensinim duyar. Ve bu süreçte yazar derinden duyumsadığı; önceden bilgilendiği; üzerinde düşündüğü; aidiyet hissettiği; eleştirmeyi amaçladığı; şahsına dair olmasa da içbükey aynasından süzerek kişiselleştirdiği (zihinselleştirdiği) bir konuyu dizelere dökmüyorsa eğer, niteliksiz ve sığ bir görüntü yönetmeni olarak kalacak; öteki dünyalardaki görselleşme sürecini olgunlaştıramayacaktır.

Okur genellikle ya bilmediği/anlamadığı için reddeder; ya da hissettiği iç titreşimler onu sarsacak düzeyde değildir. Birinci şık büyük ölçüde sistem sorunundan kaynaklanır. Öyle ki sosyo-kültürel birikim, egemen olan düzen tarafından bireylere aktarılamamış; onların bireylik’lerine kavuşmaları çeşitli nedenlerden ötürü (bilinçli seçim, siyasal ve eğitsel otoritenin yetersiz kalışı, sistemin genel erozyon karşısındaki direnme gücündeki zayıflık, vb.) sağlanamamış ve içinde yaşanılan evrenin sorunlarını fark edemeyen bir tür bireyselleşme’ye neden olunmuştur. Bilgiye yabancılaştırılan kişi de doğal olarak kavramakta güçlük çeker… İkinci halde ise sorunları tespit ederek onları hatırlatmakla ve evrensel bir dile dönüştürmekle yükümlü olan şairin okura üflediği nefes zihinde resim yaratacak kadar baskın değildir. Okur şiirin müziğini duymuyor, yansımanın realitesine varamıyordur. Önceden bilmek (ki belirli bir birikim, çeşitli disiplinlerin süzgecinden geçmiş bir donanım, dil altyapısı, şiir dili bilgisi gibi malzemeyi kapsar): şiiri çözümleyip resme dönüştürmek durumunda olan okur bunu beceremiyorsa eğer, “görselliğin kırılma odağı” da denilebilecek bir noktada kalakalır. Aktarım kanallarında tıkanıklık doğmuş ve anlam kaybolmuştur. Yapıt okura, okursa yapıta yabancılaşmıştır artık. Ya şair okuru yabancılaştırmış; ya okur kendiliğinden yabancılaşmış, ya da her ikisi aynı anda gerçekleşmiştir. Kısıtlı olanaklarla çok sayıda boyutta dolaşmaya çabalayan şair ise okuru etkileyemediğinde kendisine de yabancılaşacaktır. Böylece sanatın ve sanatçının rengi solar, sesi kısılır; erk yitimine uğrar; giderek görselliğin sınırları daralır ve sanatta bellek kaybı baş gösterir. Sonuçta, suya atılan ve yeni halkalar doğurması beklenilen taş kıyıya düşmüş demektir.

Bir eserin iç görselleşmesinden ancak onun içselleşmesi sonucunda söz edilebilir demek sanırım yanlış olmaz. Tıpkı şairin içselleştirebildiği sürece başarı sınırlarını zorlaması gibi… Çünkü o, şahsına özgü bir biçimde gören ve hayallerin görselleşmesini sağlayan kişidir. O halde öncelikle bakmayı bilmelidir. Heidegger “Nasıl bakmalıyım ki, insan genel olarak kendisinin ne olduğunu gösterebilsin bana? ” diyordu. Bir bakıma iç görselliğe uzanan kapıyı da aralıyordu. Bu ikili sürecin aşamaları şu şekilde sıralanabilir:

. şair bakışı
. şair bilgi ve sezgisi, algılama ve seçim
. hamurun karılıp özgün şiirin ortaya konulması
. okur bakışı
. okurun “üstdil” kavrama birikim ve yeteneği
. aynı zaman-mekân ve zeminde buluşma
. okurun içselleştirme (içinden görme) ve eskiyi unutma süreci (hiçliğe yolculuk)
. resim oluşturma (“yeniden yapım”, “yaratıcı okurluk” evresi)
. yaratılan resimden yayılan halkalar (özellikle okur yalnızca okumakla kalmıyor, aynı zamanda yazıyorsa…)
. farklı bir “şiirsel zaman” boyutuna geçiş.

O halde anlamak için anımsamak; yeniden yaratmak içinse unutmak gerekiyor. Aksi halde okur geçmişteki koşullanmaların etkisinde kalarak taklitçilikten öteye gidemez; şiirin hükümran olduğu ülkenin içine giremez ki aynı tehlike yazar için de geçerlidir. Demek ki burada “yaratılan bir hiçliğe ulaşmaktan”, diğer bir deyişle zihne ak bir sayfa yerleştirecek kadar özgürleşmekten ve bunu başarabilecek bir iç potansiyelden söz ediyoruz. Kalemini yaşamın belleğine dayamış olan şairin bu arınma köprüsünden nasıl geçeceği elbette bilinmez. Tümüyle özgürleşmesi beklenemez, ancak özgünleşmeye varacağı bir özgürlük alanı pekâlâ bulunabilir. Üstelik sürüsel özgürlüklerin bireysel özgürlükleri baskı altına aldığı ve artık ”bütünsel-gerçeklik” (J. Baudrillard) diye adlandırılan bir şeyin hüküm sürdüğü çağımızda sanatın özgünleşmeye gerçekten ihtiyaç varsa... Bu yolda ilerlerken iç görselleşme oluşumu, başta “belletilenler” olmak üzere, alışılageldik tüm renk, ses, anlam, form ve mekânsal izdüşümlerden birbiri ardı sıra sıyrılmayı şart koşacaktır. Böylesi bir hiçliğe varamamış sanat emekçisi (okur/yazar) ufkunu görmekte zorlanacağı gibi, gün geçtikçe “memesis” ülkesinde kaybolacak; ufuk çizgisine gözünü diken sanat öznesi ise anlamla birlikte zamanı da yeniden yaratmayı başaracaktır.

Süreci kısaltarak özetleyelim:

Ses/söz/kelam => rezonans etkisi (ayna-yankı etkisi de denilebilir ki iletişim, kavrama ve yayılma evrelerini kapsar) => hiçliğe varış => yeniden doğurma, anlam yaratma evresi => yeni bir şiirsel zamana geçiş.

Görülüyor ki, basit bir ilişkilendirmeden değil, varoluşsal bir dizgeden söz ediyoruz. Bu sürecin devamlılığı açısından bakıldığında dilin vazgeçilmez bir öğe olduğunu göz ardı etmek mümkün mü? Dil’in temeli zayıfsa ya da kirletilmişse şair, okur ya da suya atılan taşlar işlevlerini hakkıyla yerine getiremeyecektir. Kirlenmiş bir dilin görüntü özelliklerinin de bozulacağını hesaba katmak lazım. Dil ve düşüncenin ayrılmaz bütünlüğü de dikkate alınacak olursa görsel yaratıcılığın darbe yemesi kaçınılmazdır. Böylesi bir tehlike, ister istemez “Alt dili olmayanın üst dili olur mu? ” sorusunu akla getiriyor. Dil yoksa bizi kim konuşacak? Sonuçta yansıma olanakları tıkandığı gibi semantik (anlamsal) kaymalar ortaya çıkacaktır. Çünkü şiir “yapılan” bir şeydir. Bunun için nitelikli malzeme şart olup anlamın kaydığı yerde yeniden anlam yaratmak olanak dışıdır. Yazılı kültürün yeterince kök salmadığı ortamlarda sözlü kültürün de zamanla kışırlaşmasına benzer bir durumdur bu. Bir bakıma zincirin kırılması… Ya da pop-kültür çığırtkanlığı altında ezilen toplumsal bellek şifrelerinin bozulması gibi…

Unutulmamalı ki, ister istemez hepimiz bu bozuk düzenin kurbanları olmaya adayız. Şiirin kudretinin sınandığı noktadır bu! Sonuçta kim ölecek bilinmez. Veya geride kim kalacak; özgün resimler mi, yoksa beyin yıkama manevralarıyla zorla kabul ettirilen değersiz reprodüksiyonlar mı? Bunu ancak zaman gösterecek. Yaratılacak ya da yaratılmayacak olan zaman!

O halde direnmeli; bilgilenerek, biriktirerek, unutarak ve yeniden yapılanıp yaratarak… Üstelik Lethe’nin suyundan içmek için illa ölmek gerekmiyor. İnanıyorum ki Samed Behrengi’nin küçük balığı olabilmek; özgünlük yitimini öteleyeceği gibi yaratıcı bireylerin düş dünyalarını da koruyacak ve azmin önündeki denizlerin açılmasını sağlayacaktır.

O denizler ki ne halkalara gebe!


(HAYAL Dergisi: Nisan-Mayıs-Haziran 2007, Sayı 21)
(“Şiir ve Görsellik” Konulu Dosya Yazısı)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:49 AM   #8
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Suret ve Siret

(sıkılarak konuşuyordu…)

-bu bacak dört yıldır suskun biliyor musun

önce dilim
sonra sağ kolum uyandı
mayınla yandığım o günden beri
bacağım ölüm aynası

beni anlıyor musun!

-elbet
dedim gülümseyerek
bu coğrafyayı tımarhaneye çeviren rüzgar
en derin sızıydı damarlarımda
nehirlerim kan deryası

senin bacağın ise ey çocuk!
çaresiz bir ruh ayazı

kaçırdım üşümelerini
çok geç’im artık acılara
boz bulanık kabuslarda iğfal edilmiş kurşuni bir aynayım
kesik bütün bacakların ağrısı kadar hastayım

utancımı saklayarak kirpiklerime
ıssız bir sahra çadırına dönüşüyorum ansızın
duyma ağıtımı ey asker, ey alacaklı!
ben ki kayıpların ardında yastayım

-her şey güzel olacak
gülümsüyorum bak

beni anlıyor musun!


(9 Haziran 2004)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:49 AM   #9
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Sus Gönül!

kırgınlığın ilacı yok
çirkinliğin ve acının
haykırsan ne fayda ey gönül!
gözyaşı çağlarken
kalbini oynattı yerinden

yaz bitmiş
güz gitmiş
buza durmuş kış yürekte
derinden gelen ses
kapıyı çalan vakitsiz yolcu
son konuğundur kederden

aşk şaire emanet
ayrılık
hüzün
acıda kanat çırpınışlar
yalınkılıç savaşa durmakta sinede

göz göre göre ölüyor insan
sus deli gönül!
vahşet sesi yükseliyor dışarıdan

aklımı veriyorum sana
kurban etmen için
güneşten dem vuran kara kafalılar
ilk çukura gömülsün diye!


(15 Ağustos 2003)

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2008, 08:49 AM   #10
GooD aNd EvıL
Aşmış Üye
 
GooD aNd EvıL Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98
Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi : GooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond reputeGooD aNd EvıL has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

SUS KAPILARI! ... (Öykü)

Elimde bir tomar adresle sokak aralarında dolaşıyorum. 'Serseri mayın' gibi diyorlar ya, işte aynen öyle. Üstelik soruyorum kendime: 'Mayının serserisi de mi oluyormuş? ' Bulabildiğim dergi ofislerine birer birer girip çıkıyorum. Kiminde çömezler var. Hayattan bıkmış, umursamaz bir tavırla bakıyorlar yüzüme. Soru sorduğum için sanki beni suçluyorlar. Bunlar ekmek kavgası derdinde. Benimle ne işleri olacak ki! Kimi adreslerde egosu besili editörler buluyorum. Dosyama göz gezdirme zahmetine bile girişmeden hemen vaaza başlıyorlar. Çok gençmişim; yerli-yabancı tüm şairleri, yazarları okumam gerekiyormuş. Ve tabii ki bolca felsefe kitabı... Bıyık altından gülüyorum. 'Beynimin haritasını mı çıkardınız Sayın Editör? ' demek istiyorum.
Sınırlarıma çekilip susuyorum...

***

Yeni bir kapının önündeyim. Zile dokunuyorum. Ne kadar anlamsız bir uğraş bu; hayatım kapıları çalmakla geçecek galiba. Sadece zaman değil, üstelik duygu israfı. Sevimli ve oldukça nazik bir sekreter karşılıyor. Canından bezmiş birinin odasına alıyor beni. Suratsız ve sinirleri gergin bir adam var karşımda… İşini sevmiyor besbelli. Sevgilisi ile kavga etmiş olabilir mi? Sanmam. Böylesine hangi kadın katlanabilir ki? Hele biraz da aklı başındaysa... “Sus” diyorum kendime: “Önyargılı olma! ” Belki de hiç sevgilisi olmamıştır. Tüm bencilliğiyle can sıkıntısını seriyor önüme. “Ben, ben, ben, ben…” diyerek ara vermeksizin konuşuyor. Çok sıkılmış, bunalmış, yaşamaktan tat alamıyormuş, falan filan. 'Mutsuz olma hakkınızı kullanmak için önce mutluluktan ne anladığınızı anlatın bana” desem şimdi, öylece bakacak yüzüme.

—Dosyam…
—Biliyorum. Bugünlerde, siz yaştakiler hep birbirinin benzeri dosyalarla çıkageliyorsunuz.'
Al bir şişkin ego daha! Hem mutsuz, hem kaba, hem de emeğe karşı saygısız. İlk paragrafa göz gezdirdiğinde kalibremi anlarmış, öyle söylüyor.'Tamam' diyerek kâğıtlardan birini seçip okumaya başlıyorum:

“Güzel bir bahar gününün öğle vakti ilçe doktoru ile sorgu yargıcı arabayla otopsi yapmaya gidiyorlardı. Otuz-otuz beş yaşlarındaki sorgu yargıcı düşünceli bakışlarını atlara dikerek;
— Dünyamızda pek çok bilmecemsi, karanlık olgu var; günlük yaşantımızda açıklanması zor olaylara rastlıyoruz, dedi. Yaşadığım sürece öyle garip ölümlerle karşılaştım ki, nedenini ancak ispritizmacılar, gizemciler açıklamaya kalkışırlar; aklı başında, zihni duru kişiler ise ellerini iki yana açıp şaşakalırlar…”

Eliyle 'sus' anl****** gelen bir işaret yapıyor;
— Demedim mi ben sana! Sıradan, çağdışı, gelişigüzel...
— Dediniz evet, ama bu arada Çehov'un kemiklerini sızlattınız! “Sorgu Yargıcı” (1) öyküsünün giriş paragrafıydı okuduğum. Maupassant veya Alfred de Vigny olsaydı da fark etmezdi, çünkü sizi yalnızca kendiniz ilgilendiriyor!

Gereksiz konuştuğumu fark edip susuyorum... Yazınsal aklımı köreltmeye fazlasıyla elverişli bu ortamdan; genç yazarları aşağılamanın yazmaktan çok daha kolay olduğuna inanmış editör bozuntusundan hemen kurtulmalıyım! Ne yazık ki, bu cumhuriyeti onlar yönetiyor. Benim durumumdakilerden ziyade okurun hiç farkında olmadan kaybettiklerine üzülüyorum. Yoksa annem gibi kıyılarıma çekilip kendim için yazmalı ve 'canınız cehenneme! ' mi demeliyim? Kaçıp da köşesine saklanacak kadın değildi o. Ama mutlaka bir bildiği vardı. Kargaşa ile huzuru takas etmekten hoşlanmıyordu belki de…

* * *

Ardıma bakmadan kaçtığım kaçıncı kapı bu; kapanan kaçıncı yol? Kafam gitgide daha çok karışıyor. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum. Demek ki mayının serserisi böyle oluyormuş! Yürüyorum. Sanki yanımda biri daha yürüyor. Aslında öyle biri yok da ben ikiye bölündüm sanırım. O inatçı, ben bezgin. O direniyor, bense yenilgiyi kabullenmeye hazırım. Konuşuyor ve tartışıyoruz. 'Yazmak yetmez. Seninki yalnızca bireysel bir edim… Paylaşmanın ve sesini duyurmanın bir yolunu bulmalısın' diyor ısrarla. Yürüyoruz... Her yeni adrese varış, köhne merdivenleri her tırmanış, yarı açık veya kilitli kapıları her tıklatış kocaman bir parçayı daha dişliyor canımdan. Ufalıyor ve eksiliyorum. Onca başarısız girişimin bende yarattığı hayal kırıklığına rağmen yanımdaki halen kararlı… 'Korkma, yürü! ' diyor...

Boyaları dökük, soluk kahverengi bir kapının önünde buluyoruz kendimizi. Yetmiş yaşlarında bir adam açıyor. Ağır katarakt gözlüklerinin arkasından sevecen bir gülümseme ile bakıyor yüzüme.
— Şey, bir dosyam vardı…
— İçeri gel lütfen.
Kitaplarla tıka basa dolu, yarı karanlık bir odaya geçiyoruz.
— Perdeyi sonuna kadar açamıyorum, kusura bakma. Gözlerimde bir sorun var.

Oturmam için eliyle bir koltuğu işaret ediyor:
— Yazıyorsun, öyle mi?
— Evet, çalışıyorum.
— Şiir, düzyazı?
— Her ikisi de...
— Önce kendinden söz et bana. Yazmanın senin için taşıdığı anlamdan; özgeçmişinden ve okuma serüveninden...

Anlatıyorum. Bir yandan çay doldururken, öte yandan dikkatle dinlediğini fark ediyorum. Kısa sorular soruyor. Yanıtlıyorum ve ilk kez olarak konuşabiliyorum. Susuzluğumu giderircesine anlatıyorum, anlatıyorum, anlatıyorum... Neredeyse iki saat sürüyor bu tuhaf diyalog.
— Şimdi dosyanı görebilir miyim?
— Elbette, buyurun.

Okumaya başlıyor. Kımıldamadan oturuyorum. Yüzünde beliren ifadeyi ve değişiklikleri izliyorum. Bazen kaşları çatılıyor, bazen gülümsüyor. Bazen de düşünceye dalıyor ve benim göremediğim bir boşluğa bakıyor sanki. Oda ise gittikçe kararıyor. Akşam olduğunu fark etmiyor bile.

—Evet, genç adam, yazıyorsun. Öğrenmek istediğim bir şey daha var. Hem yetenekli olup hem de yazmak önemli tabii. Yayımlatmak ise oldukça farklı bir tür cesaret ve kararlılık ister. Savaşma azmin, sabrın olmalı. ‘Sırtlanlar âlemi’ ne girmeye hazır mısın?
—Sizce denemem gerekiyor mu?
— İnanmıyor olsam bu soruyu sormazdım. Yine de sana kalmış bir karar. Yalnız şunu iyi anlamalısın. Yeterince sıkı durmazsan eğer, o âlemde önce parçalarlar adamı; sonra da leşini yerler. Bu yüzden ‘sırtlanlar âlemi’ diyorum ya... Sanıldığı gibi gül bahçesine uzanan bir serüven değil; çileli bir yolculuktur. Üstelik tuzaklarla dolu…
—Dışarısıyla yüzleşmezsem, kendimle hiç yüzleşemem.
— O halde tamam, demir alıyoruz. Bu kaptan hazır... Yarın aynı saatte buradasın. Öbür gün de... Ve onu izleyen diğer günlerde… Şimdi yorgunum, git artık.

* * *

Kapı ardımdan sessizce kapanıyor. Uzun zamandır ilk kez olarak kapalı bir kapıdan nefret etmiyor, korkmuyorum. Dikkate alınmanın, önemsenmenin verdiği heyecanla sokağa çıkar çıkmaz cebimdeki adresleri havaya fırlatıyorum. Geceyi öğüten bir kahkaha bırakıyorum boşluğa.

Ve susuyorum...


****
(1) Anton Çehov - Bütün Öyküler 1887, Cilt 4, S. 56 (Çeviri: Mehmet Özgül)

,

Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
GooD aNd EvıL çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:39 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.