![]() |
![]() |
#821 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Güneş'in sönmekte olan bir kor gibi kızıla boyandığı
saatlerdi,o'na ilk rastlayışım.Her günü noktalayışta sahile gelişi,batan Güneş'e bakan gözlerindeki telaş; azalan umutlarından olmalıydı."Her insan ayrı bir romandır,okumayı bilene"demişti eski bir dostum.Ne kadar çok sevsemde kitap sayfalarının kokusunu,yaşayan hala bitmemiş bu romanlar kitaplardan çok çekerdi beni.O an yani o'nu ilk gördüğüm gün bitiminde içimden;"işte yeni sayfalarla dolu okunmamış bir roman duruyor karşımda"diye düşünmüştüm.Beni farketmemişti yada şimdi düşününce, bana öyle gelmişti o an. Güneş,deniz ve martılar dışında bir şey görmeye niyetli değil gibiydi gözleri.Yüzü bir meleği andırıyordu,tüm bu kızıl-mavi renk deryası içinde;beyazaçalan bir şeyler vardı onda. Gözlerim birer fotoğraf mekinasına dönüşmüştü zamanla, beynimse not defterimdi.Hayattan çalabildiğim her kareyi,her satırı kar sayardım.Bunu bir gün-yazacak cesareti bulursam-bir başka hikayemde anlatacağım,adını bile bilmediğim ve herkezin ona KADIN diye seslendiği;büyükada'da yokluk içinde ama hepimizden çok hayata dahil olarak yaşayan o rum kadınından öğrenmiştim. Çarşaf gibi denize şavkı vuran güneş'in kızılı yaksada yüzünü,gözlerini;birşeyleri hala bembeyaz kılıyordu,içimdeki ilk resminde varlığını.Haklı olup olmadığımı bilemezdim o zamanlar elbette.Oysa şimdi ,yıllardan sonra geçmişteki resminde solmadan kalabilen varlığı ispatlıyor haklı oluşumu bana. Elleri dikkatimi çekmişti.Avuçlarındaki bir yudun kum'u ;sağ elinden sol eline,oradan eski yerine döndürüp dururken,kum saati misali birşeyleri bekliyor yada, kovalıyor olmalı zamanları diye düşünmüştüm.Dudakları martı kanadı gibi kıvrımlıydı.Kirpikleri;balıkçıların denizden yeni çektiği balık ağları gibi ıslak...Bu suskunluğu,bu bedenini terkedip;daldığı ufuklara yol almış ruhuyla,aklıma bir yığın sorunun üşüşmesine sebep olmuştu.Ve yine bu hali değilmiydi ard arda orda onunla günleri devirişime sebep olan?!...Belki o'da biliyordu orda olduğumu,günlerce sahilde zamanı kovalayışı;" Ne zaman bulacaksın beni?" diye bekleyişiydi.Şimdi bunca zamandan sonra,onun bir istiridye olduğunu ve bana içindeki inciyi sunduğunu söylemem kolay.Zor olansa ilk günden daha bunu hissettiğimi sizlere açıklamak.Bu yüzdendir kurgularımda zamansal hatalardan korkuşum ve bazı konuları uzatıp atmosferi dağıtışım.Kendini bildi bileli yazan bu şahıs,hala yetecek doğru kelimeleri bulamamışken,nasılda azimle cebelleşiyor kalemiyle bilseydiniz;yazmak bu denli zor zanaat olmazdı belki.Korkmayın birgün biterse bu öykü ve inanırsam sadece okunmakla kalmayıp anlaşılacak satırlarım,satır aralarında yazarak anlatamadıklarımdan kalanlar;hikayeden kopuk bunca ayrıntı arıtılıp dip not olarak sayfa sonuna yada kitap sonuna ekleneceklerdir.Çoğunuz sadece hikayeye ehemmiyet verip es geçecesenizde bu kısmını yazılanların,mecburum yazmaya.İlgilenme ihtimali bulunan bir avuç insan için! İlk güne dönüp,uzun uzun o günde kalmak isterdim,satırlarımda hiç olmazsa.Ama bilirim takılı kalmış plakları kimse sevmez en güzel şarkıda olsa tekrarlanan.Bu yüzden sizler özetini okuyup geçerken,ben o resimlerle kaplıyor olacağım zihnimin duvarlarını.Zira ancak o güne dönmekle mümkün olurdu değiştirmem hikayemin yazgısını.Mümkün değil farkındayım,işte bu yüzden yazıyorumya;hiç olmazsa sizler geçmişinize takılı kalmayın diye paylaşıyorum hikayemi. Tesadüfmü , yazgımı bilinmez aynı sahilde ve yalnız oluşumuz.Hayatta anlamlandıramadığımız,şu kıt beyinlerimizde yarım kalmaya mahkum sorularınıza ek olarak kalacak bu yanıtsız soruda çaresiz.O oradaydı işte ve bende onun biraz arkasında.Farkedermiydi başkaları olsa derseniz?!...Adım gibi emin bir HAYIR! kopup gelir şu an satırlarıma derinlerimde biryerlerden.Saçları deniz kızlarının saçları gibi belini okşuyordu.Denizin durgunluğuna inat dalga dalgaydı.Kızıl sanmıştım ilk bakışta.Güneşmiş aldatan gözlerimi oysa.Başak sarısı saçları varmış meğer. Unutmamaya and içmişim bir kez ona ait hiçbir şeyi.Bu gün gibi aklımda omuzlarını açıkta bırakan turkuvaz rengi elbisesi.Ayakları çıplaktı.Denizle kumsalın oynaştığı o incecik çizgide sakin dalgalar secde eder gibi ayaklarına kapanıp duruyordu.O'nu izlemeye o kadar dalmıştımki kaçırmıştım güneşin gidişini gözlemeyi.Şimdi,Güneş her günün sonunda batıyor ,ama o resmi bir daha çekemem diyorum kendime. Güneş tamamen sönünce ayağa kalkar ,aklanmış gibi huzurlu adımlarla uzaklaşırdı yanına aldığı suskunluğuyla.Bir başka yerde görsem tanımazdım belki ,vazoda koparılmış bir çiçek gibi yavan gelirdi varlığı ban****aç gün izlemekle yetindim onu o günden sonra hiç saymadım.Hatırladığım yağmurlarınyağmaya başladığıdır.Korkmuştum bir daha gelmez diye ama o yine beni şaşırtmış,yine farklılığıyla avutmuştu bilmedende olsa.Alışmanın en kolay,alışkanlıkların terkedilmesinin en zor olduğunu vurmuştu yüzüme.Günlerimi gün batımlarının birkaç dakikalık mahremiyetine sattığım zamanların yokluğuna alışamadığım alışkanlığı hala içimde dipsiz bir kuyudur şimdi.O'nu izlerken en çok gözleri olabilmeyi dilediğimi anımsıyorum. Dalıp gittiği ufuklarda benim göremediğim neleri buluyordu hiç öğrenemedim.ben o'nu izlerken o neleri izliyordu bilmiyorum hala.Bildiğim benim gözlerim,günlerim,düşüncelerim ;melek kanatlı bir denizkızına takılı kalmıştı.O neden takılı kalmıştı gün batımlarına?Nelerden aklıyordu kendini?Beklediği yada kaçtığı neydi?Her yenigün sorularıma soru eklemekten başka ne getiriyorduki o günlerde bana?... Sayısını bilmediğim günlerböylesi tuhaf sarhoşluklar içersinde geçip gitmişti işte.Ta ki soruların altında ezilen ruhum isyan edene kadar.Bir gün anladım,tek başıma bir yere varamayacağımı.Takdir edersiniz ki ne günü,ne ay'ı,ne mevsimi bilir haldeydim.Uzun zamandan sonra mı,yoksa her bir anı bir ömre bedel bulduğumdanmı bana öyle gelmişti bilmem;bir gün adımlarım oyuna gelip yanında buldum kendimi.Ansızın öyle bir baktıki gözleri,gözlerimin ta içine,kendimi tatlı düşlerini bölen davetsiz kabuslardan saydım.Şimdi bunun kendi kendime uydurduğum bir bahane olduğunu söylememin kime -özelliklede bana-ne faydası var.Utanmıştım mahremiyetine yüzsüzce el sürüşümden. O gün gözleriyle mühürleyivermişti dilimi,ben sadece başımı önüme eğip kaçmıştım suçlu gibi.Şimdi o günden kalma utancım farklı. Beni ona götüren ayaklarım kadar yürekli olamayışıma hayıflanıyorum geç kalmış bi halde.... Aklımca kendimi cezalandırmış, ertesi gün gitmemiştim sahile.İşte o günü delirmeden atlattığıma göre çok görmeyin hayata kafa tutuşumu .Tanrım nasıl durmuştu saatler ,hiçbir şey avutmayı bilmiyordu o gün .Bir türlü gelmiyordu yarın.Ne aptalmışım!...Ve yine delirmemek içindi ertesi gün saatler öncesinden gidip onu bekleyişim.Yine zaman oyun oynuyor ,dalga geçiyordu benimle.İşine geldimi dururdu zamanlar duvar gibi ,tıpkı canı istedimi dört nala gidişi gibi !İşte birkaç saat öncesindemi ordaydım,yoksa birkaç ömrümümü orda harcadım hiç sormayın.Saatler geçti,güneş söndü çaresiz denizde.O gelmedi!...Denizin suyu tükenipte,kuruyan güneş hiç bişey olmamış gibi bir daha doğmasın diye ne çok ağlamıştım.Günler gelip geçti herşeye rağmen.Güneş defalarca yandı ,söndü onsuz.Ve ben içimde kalan son bir damla umuda dört elle sarılıp bekledim.Bu kez o beni rüyalarımdan uyandırsın diye bekledim....Olmadı,gelmedi bir daha! Şimdi "hani sana verdiği inci?" diyeceksiniz."Bir tek kelime,bir küçük dokunuş bile vermemiş"diyeceksiniz.Doğrudur,haklısınız belki bu hikayede yabancı olduğunuz için böyle düşünmekte.Ama ben içimde kalan resmine bakarken,o kum saati ellerinde zamanın boşa akıp gidişini izleyenin sadece ben olduğumu farkediyorum yıllardan sonra.Ve bana bunu farkettirdiği için onu hala unutamıyorum.O hala bende sayfalarını merak etmekle yetinmeye kendimi mahkul bıraktığım kalın bir roman.O kum saatini kırıp,birlikte uyanacağı kişiyi bekliyordu besbelli,bense onunla uyumayı seçmiştim .Yaşamak dururken neden merakına kapılmıştım düşlerinin bilmiyorum?Neden günlerce sonsuzmuş gibi avuçlarında ki zamanın akıp gidişine seyirci kalmıştım?Belkide okumadım sandığım romanı bunu anlamamı sağlamıştır kim bilir?!...
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#822 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() 18 Kasım 1995 günü keman sanatçısı Itzhak Perlman,
New York'ta, Lincoln Center'daki Avery Fisher Salonunda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki onun için "sahneye çıkmak" hiç de küçümsenecek bir başarı değildir. Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan Perlman'ın her iki bacağında da destekleyici ateller vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürüken görmek unutulmayacak bir görüntüdür. Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur; yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar. O zamana değin, izleyiciler bu ritüele alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarındaki klipsleri açarken inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler. Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha ilk birkaç satırı çalmıştı ki, kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi gitmişti ses. O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da... O gece orada olan insanlar kendi kendilerine şöyle düşündüler: "Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi ve ya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti" Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı, o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki; Senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir... Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti. Onu, parçayı kafasında molüde ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri nerdeyse yeniden tonlamışçasına sesler çıkarmaktaydı kemandan, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için... Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Hepimiz ayaktaydık... Bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk. Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi : "Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak..." Bu ne güçlü bir cümledir. Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir? Belki de bu bir yaşam tarzıdır, sadece sanatçılar için değil hepimiz için. Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adam vardır. O da 3 tel ile müzik yapmayı seçer... Ve o gece yaptığı; sadece 3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı, 4 teli varken yaptığı herşeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdı... "O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada, kendi müziğimizi yapmaktır; önce elimizde olan herşeyle ve sonrasında da bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla..."
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#823 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() titanic batarken içinde ingilizler, amerikalılar ve türkler vardır.kaptan 2. kaptan şikayette bulunur
-bunlar gemiyi boşaltmıyor diye 2. kaptan -ben hallederim der ver oradan ayrılır. bir süre sonra kaptanın yanına gelir ve gemiyi boşalttığını söyler. hayretler içinde kalan kaptan şaşırır ve nasıl yaptığını sorar. 2. kaptan sakin bir şekilde anlatır. ingilizlere -siz ölmeyi hak etmiyorsunuz çünkü sizler çok asil bir milletsiz dedim ve tüm ingilizler denize atladı, amerikalılara soğuk su sağlıklı yaşam için çok faydalı dedim tüm amerikalılar atladı der kaptan burada araya girer -peki türkleri ikna etmesi zordur onları nasıl ikna ettin der. 2.kaptan hafif bir tebessüm ile -en kolay onlar oldu zaten denize girmek yasaktır dedim hepsi denize atladı.
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#824 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında
büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde : "Dokunma bana ..." diye bir ses duydu. "Beni okşamaya hakkın yok senin..." Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu. "Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti. "Hemen uzaklaş benden..." Kadın, biraz olsun kendini toplayarak : "Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi. "Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim." "Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek. "Benim de seni öpemeyeceğim gibi..." "Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?" Bebek, hıçkırıklara boğulurken : "Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi. "Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken : "Geçmiş olsun hanımefendi" dedi. "Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#825 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Akıl hastanesini gezmekte olan gazeteci, bir kogusta rastladigi hastaya sordu:
- Burada kaç kisisiniz? Karsisindaki, elini bos ver anlaminda salladiktan sonra: - Asıl, dedi, siz dısarıda kaç kisisiniz?
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#826 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() ".....Bilge yaşlı adamla karşılaştığında ilk sorusu senin kadar akıllı
olmam ne kadar sürecek olmuş. Yanıt çabuk gelmiş; - 5 yıl Bunun çok uzun süre olduğunu söylemiş genç adam. - Ya iki kat çok çalışırsam? demiş - O halde 10 yıl demiş usta - 10! Bu çok daha uzun. Ya hergün ve gece çalışırsam, her saat? diye üsteleyince genç. - 15 yıl demiş bilge. - Anlamıyorum diye yanıtlamış genç. - Her seferinde amacıma ulaşmak için daha fazla enerji harcayacağıma söz verdim ve sen daha uzun süreceğini söyledin; neden? diye sormuş. - Cevabı basit demiş bilge. - Bir gözün hedefe sabitlersen, sana yolculuğunda kılavuzluk edecek yalnızca bir gözün kalır. Bu daha açık oldu mu? diye sormuş......"
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#827 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini
gerçekten çok seven bir bulutla yıldız vardı... Bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıydı... Gökyüzündeki her varlık onların sevgisini kıskanırdı... Tatlı bir kıskançlıktı onlarınkisi... Ama biri vardı ki; bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyordu... Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen... Bulut biraz saftı, kimseyi kıramazdı... Yıldızsa bulutu için elinden gelen her şeyi yapabilir, herkese meydan okuyabilirdi... Zaten onun için bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri vardı... Bir derdi olduğunda gider periye anlatırdı... Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini yıldızla bulutun ayrılmalari için kullanacağını? Bir gün nazar değdi bulutla yıldıza... Hiç yoktan bir sebepten tartıştılar. Bulut, çekti gitti, hatalı olmasına rağmen. Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor, dönecektir." diye düşündü... Fakat hiç bir şey beklendiği gibi gitmedi... Bulut dönmedi. Kim bilir, belki de cesaret edemedi dönmeye. Tek bir gerçek vardı ki: O da; ikisinin de çok üzgün olduklarıydı... Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağladılar onların durumlarına ama ne fayda... Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlattı... Periyse göstermelik bir hüzne büründü... Eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde. O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle... Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu büktü ama elinden hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü... Çünkü yıldız inatçıydı.. Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi. Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp ona olan sevgisini itiraf etti... Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin, yıldızının yerine geçmesine izin verdi... Yıldız, günlerce bulutunun dönmesini, ondan af dilemesini bekledi... Ama bulut gelmedi. Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip, konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı. Bulut, dostu sandığı periyle birlikte ayda eleleydi... Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza... Çok üzüldü ve çaresiz, döndü arkasını gitti... Yavaş yavaş sönmeye başladı... O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu.. Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi. Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü... Ama kolay pes etmezdi. Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi. O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti ve biraz daha ışık isteyecekti ondan. Çok geçmeden daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti... Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi... Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza... O gün bu gündür yıldız, dünyaya güneşin sevgisini yansıtır.... Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya... Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#828 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Konfüçyüs'e sordular: "Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?" Büyük filozof, şöyle cevap verdi: "Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Şöyle ki: Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki dil, çok önemlidir!"
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#829 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57918
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() John Blanchard banktan ayağa kalktı, askeri üniformasını
düzeltti ve ana terminale giden insan kalabalığını inceledi. Yüzünü değil,ama kalbini tanıdığı ve üzerinde gül olan kızı aradı. Ona olan ilgisi 13 ay önce, Florida kütüphanesinde başlamıştı.Raftan aldığı bir kitabin içindeki yazılar değil ama kenarında gördüğü,kurşun kalemle yazılmış bir not onu etkilemişti. Yumusak el yazısı düşünceli bir ruhu ve akıllı bir zekayı hissettiriyordu. Kitabin ön yüzünde, ilk sahibinin adini farketmisti: Miss.Hollis Maynell. Uzun zaman çaba harcayarak adresini bulmuştu. NewYork'ta yaşıyordu.Ona kendini tanıtan bir mektup yazdı ve yazışmayı teklif etti. Bir sonraki gün II. Dünya Savaşına katılmak için denize açılmıştı.Sonraki bir yıl ve bir ay boyunca her ikisi de posta yoluyla birbirlerini daha iyi tanidilar.Her bir mektup,verimli bir tarlaya atılan tohum gibi kalplerinde bir aşk doğurdu. Blanchard bir resim göndermesini rica etti,fakat o göndermeyi reddetti. Eger gerçekten kendisi ile ilgileniyorsa,neye benzediğinin önemli olmayacagini düsünmüstü. Avrupa'dan dönme vakti geldiginde, ilk bulusmalarini kararlastirdilar: New York terminali saat:19.00 "Beni üzerimdeki gülden taniyacaksin."diye yazmisti kiz. Böylece saat 19.00' da kalbini sevdiği fakat yüzünü görmediği kızı ariyordu.Size Mr. Blanchard 'in agzindan neler olduğunu yazıyorum: Genç bir bayan bana dogru geliyordu. Ince ve uzun boyluydu. Sari saçlari mükemmel,kulaklarının arkasından dalgalar halinde sirtina uzaniyordu. Gözleri çiçekler gibi maviydi. Dudaklarinin ve çenesinin narin bir sertligi vardi ve soluk yesil elbisesi içersinde canlanan ilkbahar gibiydi. Gül tasimasi gerektigini unutarak ona dogru hamle yaptim. Hareket ettiğimde,dudaklarında küçük kışkırtıcı bir gülümseme belirdi ve "Benimle mi geliyorsun, denizci?"diye mirildandi. Tamamen iradem disinda ona dogru bir adım daha attım ve o zaman Hollis Maynell'i gördüm. Tam olarak kizin arkasında duruyordu. Kirk yasini geçmis, gri saçlarini yipranmis bir sapka altina saklamis bir kadındı. Sismandi ve kalın bilekli ayakları alçak topuklu ayakkabıların içine zor girmişti. Yesil elbiseli kız hisli bir şekide uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüs gibi hissettim. Onu takip etme arzum çok güçlüydü ve ayni zamanda ruhu benimle arkadaslik etmis ve destek vermis kadina karsi duydugum özlem de çok derindi. Ve orada duruyordu. Onun soluk, sisman surati kibar ve duyguluydu. Gri gözleri sicak ve pariltiliydi. Tereddüt etmedim. Parmaklarim onu bana tanitan küçük, mavi eski kitabi sikiyordu. Bu ask olamazdi, ama özel bir sey olabilirdi. Belki asktan daha güzel bir sey, mükemmel bir arkadaslik olmaliydi bu. Duydugum hayal kirikliginin sesimi bogmasina ragmen, omuzlarimi kaldirip, onu selamladim ve kitabi uzattim. "Ben Lieutenant John Blanchard, ve siz de Miss. Maynell olmalisiniz. Benimle bulusabildiginize çok sevindim. Sizi yemege davet edebilir miyim?" Kadinin surati toleransli bir gülümse ile genisledi. " Bunun ne oldugunu bilmiyorum, oglum." Diye cevap verdi. "fakat demin yanindan geçen yesil giysili kadin, bu gülü yakama takmam için israr etti. Ve eger beni yemege davet edecek olursan, caddenin karsisindaki büyük restaurantta seni bekliyor olacagini söyledi. Bunun bir çesit test oldugunu da söyledi" Anlamak zor degil ve Miss. Maynell'in zekasina hayranim. Kalbin gerçek degeri çekici olmayana verdigi cevap ile anlasilir. "Bana kimi sevdigini söyle, sana kim oldugunu söyleyecegim."
__________________
Buraya Kadarmış .. ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#830 |
Geçerken Uğradım
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Yaş: 29
Mesajlar: 125
Teşekkür Etme: 7 Thanked 3 Times in 2 Posts
Üye No: 44138
İtibar Gücü: 1343
Rep Puanı : 160
Rep Derecesi :
![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Çok GÜzel PaylaŞim İÇİn Saol...!
__________________
| нєяєкєL1 ||| Hacking&Security || |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|