Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : 2.Abdülhamid sonrası olaylar ve hüzünler


GooD aNd EvıL
08-28-2008, 01:42 PM
Tarihlerde İttihatçıların "İstibdatçı" dedikleri ve meşrutiyeti
kurdurmak suretiyle halk hâkimiyeti ve hürriyeti getirmeyi düşünen
Paşa'lar da İttihat ve Terakki Partisi sloganlarına uyarak zor
kullanmak suretiyle "Hal" ettikleri Sultan II. Abdülhamid'i Selanik'e
sürgün ederek kurtulmuş oldukları vurgulanır.
Onun yerine her söylemlerini kabul eden V. Mehmet Padişah olmuştur.
İşlemi yapanların ilk işlemi Padişah yetkilerini budamak olmuş.
( Demirel'in "notermiyim" deyişi çınlatır kulakları").
Tarih araştırmacı yazarlar bundan sonrası için çok uzun değe4rli
bilgiler vermekte ama buraya hepsini yazmak imkânsız. Merak edenler
araştırmakla bulabilirler.
İttihat ve terakki Partisi 31 Mart olayı sonrası gizliliği bırakıp
resmen iktidara oturmuş.
Halk hâkimiyeti derken halkın üstünde hâkimiyet içinde bir yönetim
şekli aldığı, bazı karar ve kanunlarla dini yönde aleyhte kararlar
alışları ile halk tarafından uygun görülmemeye başlandığı hatta faili
meçhul cinayetlerin çoğaldığı belirtilmekte
Hatta o hale gelmiş ki. Halktan bazılarının "...okurum böyle
meşrutiyete" diyenlerin bile olduğu vurgulanmakta.
***
Bu arada tarihî ilginç bir olay izlenmekte..
Sultan II. Abdülhamid Han, İstanbul Balat'taki Rum
Ortodoks patrikliğinin karşısına bunlara muadil ve onunla ayni hukuka
sahip "erksahlik" adıyla Bulgar kilise riyasetini tesis etmiş.
Patrikhane demek olan bu müessesenin binasını da, bir
gecede monte ettirmiş.
Bu suretle Bulgar kilisesi, II. Abdülhamid'in bu siyasi manevrası ile
meydana gelmiş
Bunun bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkınca, Bulgar ve Rumların müştereken
oturdukları yerlerde kavga başlamış. Böylece Osmanlı aleyhine birlik
yapabilmeleri önlemi alınmış.
İttihatçılar, is başına gelince gafillikleri burada da
nüksetmiş ki Patrikhanelerin istediği "kiliseler kanunu"
çıkarmışlar.
Rum ve Bulgarların birlikte yaşadıkları yerlerdeki kiliselerin
aralarında taksimi için, nüfus ekseriyeti esasına dayanarak sayım
yapmak yani. "Hangi taraf ekseriyette ise kiliseyi hükümet
kuvvetlerini kullanarak o tarafa teslim edip kilisesiz kalan tarafa da
iki sene içinde devlete ödeterek yeni bir kilise yaptırmak" suretiyle
aralarındaki ihtilâfı gidermişler.
Böylece kiliseler kavgası son bulmuş ve Bulgarlar ile Yunanlar, birkaç
yıl içinde dost oldukları gibi, ezelî düşmanımız Sırplıları da
yanlarına alarak Balkan Harbi'ni başlatmışlar.
Nitekim balkan savaşı başlayıp düşmanın Selanik'e yaklaşması ile
Sürgünde bulunan ve hiçbir gazete okutturulmayıp haber alması
yasaklanan II. Abdülhamid'in İstanbul'a nakli istendiğinde durumu
öğrenen Sultan;
"-Galiba siz kiliseler meselesini hallettiniz!.." diye hicran içinde
haykırarak kendisine haber veren Rasim Bey'e büyük bir öfke ile;
"Rasim Bey! Rasim Bey!.. Selanik demek, İstanbul'un
anahtarı demektir! Ordumuz nerede, askerimiz nerede?.. Ecdadın
kanlarıyla sulanan bu toprakları nasıl terk ederiz? Biz buraları
bırakıp gidersek, tarih ve ecdat bizim yüzümüze tükürmez mi?..
Biraderim Hazretleri, buranın tahliyesine razı mı oldular? Nasıl olur?
Hayır, ben razı değilim!... Yetmiş yaşımda olduğuma bakmayın! Bana bir
tüfek verin, asker evlatlarımla beraber Selanik'i son nefesime kadar
müdafaa edeceğim..." diyor. Diyor ama teklif yeni padişahtan olduğu
için bir nevi emir olduğundan kabul ediyor.
***
Gerilemeye başlama bununla da kalmıyor.
Zamanında Sultan II. Abdülhamid Han taktiği olarak. Yahûdî güdümün de
olan İngiliz siyasetine karsı Almanları tahrik etmesinin mahiyetini
anlayamayan İttihatçılar.
Balkan savaşını takiple ortaya çıkan I. Dünya Harbi'ne de Almanların
yanında olmak düşüncesizliğini gösteriyorlar. Hem de bir Yahudi emri
vakisi ile...
İttihatçılar; Düşman tazyikinden kaçıyormuş yalanıyla Çanakkale
Boğazı'ndan içeriye girmesine müsaade edilen Goben ve Breslaw isimli
iki Alman zırhlısını güya satın alınıyormuş gibi gösterilerek
müttefiklerin protestolarından kurtulmak isterler..
Bu gemilerin Yahudi asıllı filo kumandanı Amiral Suson, aslında hususî
bir talimatla hareket ederek, "Gemi personelinin İstanbul'da
sıkıldığını Şöyle bir Karadeniz'e açılmak suretiyle giderilmesi"
teklifi ile müsaade ister.
Osmanlı bayrağı çekilmiş olan bu gemilere bir Türk kumandanı bile
tayin edilmemiştir.
Müsaadeyi alan Amiral, Karadeniz'de bir Rus nakliye gemisine taarruz
ederek Osmanlı Devleti'ni bu emr-i vâkî ile savaşa sokmuş olur. Bu
olayın olacağından sadece Enver Paşa haberdardır ve diğer kimseler
bilmemektedir.
Osmanlı Devleti'nin hazırlıksız bir surette harbe dâhil olması,
yıkılışın en korkunç âmili olmaya götürmektedir.
***
Savaşın neticesi belli olmaya başladığı günlerde, Sultanı devirmekle
hata ettiklerini anlayan İttihat ve Terakki reisleri Enver ve Talat
Paşalar, Beylerbeyi Sarayı'nda ikamet etmekte olan II. Abdülhamid'i
ziyaretle fikrini sorarlar.
Sultan, bir harita getirterek İngiliz sömürgelerini gösterirken,
nüfuslarını da toplar ve Almanların sömürgelerini sorar. Tâbii
Almanların sömürgesi olmadığı meydana çıkınca, Sultan keder dolu bir
hüzünle:
"-Şu hesabı da mı yapamadınız? Hiç İngiltere'ye karsı Almanların
yanında harbe girilir miydi? Ben Almanları İngiliz emellerini
dengelemek için kullandım. Bundan öteye bir şey düşünmedim. Simdi
fikrimi soruyorsunuz!.. Bu evvelce gerekliydi; artik çok geç!.."
cevabını alan paşalar nemli gözlerle sarayı terk ederlerken:
"-Bizler böyle bir sultanin kıymetini takdir edemedik! Ne büyük bir
hataya düştük!.."diye hayıflanırlar.
***
Sultana karşı olanlardan Filozof RizaTevfik'in meşhur "Abdülhamid-i
Sânî'nin Ruhaniyetinden Istimdâd" isimli şiiri ile diğerlerini
dikkatinize sunarım.
"Nerdesin şevketli Abdülhamid Han?
Feryadım varır mı bârigâhina?..
Tarihler adını andığı zaman;
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan;
Asrin en siyasi Padişahına!..
Padişah hem zalim hem deli dedik;
İhtilâle kiyâm etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse biz "beli" dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına...
Divane sen değil, meğer bizmişiz;
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz;
Sade deli değil, edepsizmişiz;
Tükürdük atalar kiblegâhina!.."
***
Nadimlerden diğer biri olan Süleyman Nazif hislerini söyle ifade eder:
"Padişahım gelmemişken yâda biz
İşte geldik senden istimda da biz
Öldürürler başlasak feryada biz
Hasret olduk eski istibda da biz."